Heyamola Hey
Havuzluk => Genel => Konuyu başlatan: Bülent Büyükdağ - 16 Ağustos 2017, 10:08:47
-
"Benim söylediğim "bizden adam olmaz" değil, işi yapan adamın hedefi/isteği/keyfi bu değilse sen onun adına üzülme boşuna diyorum.
"Yazık" olan olan bişey varsa senin benim sokaktaki vatandaşın bu olaya yeterli ilgiyi göstermemesidir.
Kimseye bir görev/başarı/başarısızlık yüklemeden kendi adımıza bir ders çıkartıyorsak ne ala.
Ek olarak, benim umutsuzluğum/olumsuzluğum toplumsal olarak kendimize, kültürümüze, kapasitemize yönelik değil yapılan her ne ise bunu "modern" pazarlama yöntemleri ile "tüketim" ürünü olarak sunulmasının faydası üzerinedir.
botla tek başına bin mil yaptı!
en küçük tekne ile dünya seyahati yaptı!
saatte altmışbeş deniz mili hıza çıktı!
tek nefeste seksenüç metreye daldı!
bu tip sansasyonel başlıklar altında sunulan şeyler sabun köpüğüdür.. off bee deyip izleyip bi sonrakine zap yapar insan..
bunun yerine daha uzun vadeli doğa ile uyumlu yaşam, deniz kültürü, kendi kendine yetebilmek, tuzla bira soğutmanın dayanılmaz keyfi, ahşap teknenin ruha katkıları gibi şeyleri ağır ağır derinden işlemek, arkasını doldurmak uzun vadede toplum için daha yararlı olur."
Dedi Özgür Ökten;
Bunun üzerine konuşmaya değmez mi, deniz üzerinden?
-
Ben yazımı hazırlayacağım.. çok dertiliyim çok.. !O__ !O__ hele bir akşam olsun..
-
Bunların hepsi amaç ve hedef kavramlarının birbiri ile karıştırılmasından kaynaklanıyor aslında.
Amaç bir süreklilik. Hedef ise bu amacınıza ulaşmanızı ve orada kalmanızı sağlayacak basamaklar . Yani denizde olmak amacınız ise hedefiniz bir tekne sahibi olmak olabilir.
Ama hedefinizi amacınız ile karıştırırsanız mutsuz olursunuz. Amacınız tekne sahibi olmak ise ve tekne sahibi olduğunuzda eee ne yapacağım şimdi ben diye düşünür durursunuz.
Bu çağın mutsuzluk kaynağının temelinde mu kavram kargaşası yatıyor.
Bu açıdan bakıldığında bilmem kaç metreye tek nefessiz daldı gibi haberler de bu kavram kargaşasını tetikler nitelikte. Yani konunun pazarlama ya da vahşi kapitalizimle filan ilgisi yok.
Yüz metreye daldığınızda sizin sayenizde sizin sahip olduğunuz bu yeteneğe sahip olamayanlar da modern teknoloji sayesinde gördüklerinizi görebiliyor. Üstelik bu muazzam teknoloji inanılmaz ucuza sunuluyor.
Amacınız kendi gözleriniz ile denizin dibini yaşamak ise bunun için hedefiniz belkide önce bir dalış kursuna gitmek ve dalmaya başlamak olabilir. Sonrasında amacınız doğrultusunda yeni hedefler belirlersiniz kendinize. İşte öyle bir noktaya gelirsiniz ki bu derinliklere kendi doğal yetenekleriniz ile inmek istersiniz. Bu da bir hedeftir.
Amacınız değişmemiştir ama bu hedeflere bir bir ulaştıkça daha da bir keyif alır mutlu olursunuz. Üzerinizde hiç bir ağırlık olmadan seksen metreye dalabilmek nasıl bir hazdır kim bilir.?
Sizin amacınız insanları teşfik etmek olmasa da yaptıklarınız ile yaşadığınız toplum ile etkileşim halinde olduğunuzdan toplum, size ister istemez bir misyon yükler.
Aha Bülentin durumu. bana göre Gökova konusunda danışılabilecek kişilerin başında geliyor. Şimdi ben bunu yazınca Gökova da başka gezecek insanlar da Bülentin yazdıklarını bana söylediklerini soracaklar. Bülent bir bakacak ki Gökova konusunda otorite oluvermiş.
Kimileri benimser bu kendiliğinden oluşan bu misyonu , kimileri de benimsemez belki.
Eğer Amatör denizciler olarak bir amacımız varsa, ki bu şu an için Türkiye nin daha denizci olması olabilir ki bu bir amaçtır. O zaman Enes ve benzerlerinin yaptıkları bu işler , özendirici ve dikkat çekici olduklarından amaca hizmet ederler. . Öyle uçup gitmezler yani.
Gelelim ahşap bir tekne ile buz dolabı ve benzer gereksiz lüksleri red ederek seyir yapmaya. Bu bir felsefedir.
Denizde diğer canlılar gibi olmak , sadece yeteri kadar tüketmek. İnsanın gerçek ait olduğu doğal ortamı yeniden keşfetmek, herbir ihtiyaç için emek harcamak..
Kendi oluşturduğumuz klimalı doğal olmayan ortam yerine gerçek doğa ile bütünleşebilmek.
Bu süreçte vücüdün nasıl da doğaya adapte olduğunu hissetmek ve bu şaşkınlık.
Seyirin ikinci gününde artık güneş kremi kullanmıyordum. Gerek kalmadı. Tenim tamamen uyum sağladı güneşe. Hiç terlemedim desem yeridir. Gökovanın mütüş koylarındaki inanılmaz esinti..
Neyse uzattık gene.. Önce bir felsefe olmalı .. Bu felsefeye uygun amacınız .. Amacınız sahip olduğunuz felsefenin ete kemiğe bürünmüş halidir.
İşte bu felsefiniz yoksa , ahşap teknenize mandal ararken bile ahşap mandal aramanız bir takıntı oluverir. İnce çizgi felsefede saklıdır..
-
Çok uzun yazamayacağım.
İki satır sadece...
Spor genel kültürün bir parçası.
Bu gelişmedikçe, yelkenin, amatör denizciliğin ayrışması mümkün olmaz.
Belli ülkelerde (gelişmiş değil, kültürel gelişmiş ülkeler) öğlen saatinde koşanlar, parklarda yoga, pilates vb yapan insanlara çokça rastlıyoruz.
Keza İsviçre'ye gittiğimde çok şaşırmıştım. Haftasonu, elleri batonları ile dağ yürüyüşüne gidenler, göllerde çeşit çeşit yelken, tüm yollarda bisiklet, parklarda, göl kenarlarında koşanlar... Bu kadar geniş bir kitle, bu kadar çeşitli spor konularına eğilince de, haliyle amatör denizcilik de, yelken de gelişmiş oluyor.
Ana akım sporlar dışında (futbol ve basketbol) Türkiye'de spor kulübü de, izleyici de, meraklı da çok az.
Yani konuya sadece 3 tarafı denizler, yelken ve amatör denizcilik diye bakarsak, sorunun sadece bir parçasına odaklanır ve çözmekte zorlanırız.
Bence zaten çözemeyiz de... Memlekette binlerce yelkenli var. Ama yelkenli sahiplerinin çocukları bile bir yelken kulübünden eğitim almış değikenl; bu yelkenli sahipleri yelken kulüplerine üye olup, camiayı desteklemiş değilken...
-
Oyy, oyy, oyy...
Çok su kaldıracak ve üzerinde sağlam polemik yapılabilecek bir konu açmış sevgili Bülent !
Daha ilk üç yazıda bile üzerinde saatlerce tartışılabilecek saptamalar var...
Önce Bülentin "sabun köpüğü sansasyonel başlıklar " tespiti. Oldum olası illet olmuşumdur, evet ilgiyi uyandırmak için tipik bir profesyonel haberci numarasıdır ; bizler de gazeteci veya muhabir değiliz, konumuz degil. Ama gerçeğin bu olması da benim bu tip haber ve başlıklarına illet olmamı engellemiyor. Antipatik olmaktan korkmayan bir arkadaşım yillarca bu konularda yazdı çizdi şişirme denizcilik başarı (!) haberleriyle ilgili...Falan konuma ulaşan ilk Türk denizci...Yahu oraya bir beyaz balina bile yüzmemiş veya üstünden bir albatros dahi uçmamış...Gittiğini bilmiyoruz ; ayrıca gitsen ne yazar, yada gittin de ne oldu ? Guiness rekorlar kitabında XY- konumuna ulaşan denizciler ve milliyetleri diye bir bahis mi var ? Arabama atlayıp Sahra çölünün en luzumsuz noktasina gitsem bir rekor kırmış, Türk ulusunun gururu mu olmuş olacağım ? 1100 motorlu küçük arabayla dünyanın en gereksiz noktasına giden maceracı Türk !
On yıllardır gazete haberlerinde gerek Kismet'in gerek ilk Uzaklar'in boylarını kısaltmaya doyamadık...Yani tekne olduğundan 3 feet kısa olunca başarı 3 misli büyüyor mu ? Yıllardır hiç olmazsa bir yabancı dilde yelken dergileri okuyorum.Bir kez bir " ulusal tarihimizde ilk defa ! " başlığı okumadım. Adamlar yapilan işi anlatırlar, ne bunun ilk olduğu, ne teknenin en küçük, ne en eski, ne en ucuz, ne en kötü ne en bilmem ne olduğu başlığa çekilmez.
Ikincil beni rahatsız eden konu ise sporun ( ya da aslında herşeyin ) bizde ele alınış biçimi ve Matay'ın açtığı konu.
Yani yelken sporu (veya herhangi bir spor ) bu ülkede doğru yapiliyor mu ? Spor ve spor federasyonları malum bu ülkede özerk değil ve devlet organları eliyle denetleniyor. Ilgi duymuş olanlar bilir zaten ; bürokrat ve hükümet bakış açısı daima niceldir, kaliteyle ilgilenmez. Devletimiz için elle tutulabilir olan kaç kişinin ehliyeti olduğudur ; bunların nasıl araba ( ya da tekne ) kullanabildiğiyle ilgilenmez. Hangi makamın karşısına çıksanız size daima kaç kişiyi temsil ettiğıniz veya hedef kitlenizin kaç kişi olacağı sorulur...
Keşke bari bu felsefenin gereklerini doğru yerine getirebilsek de, misal tek bir Avrupa şampiyonu sporcu çikarmasak da , hafta sonları denizde 7den 70'e yüzlerce keyif yelkencisi görebilsek ? Ama ne bu gerçekleşiyor ne de diğerinde olması gereken başarıyı sık yakalayabiliyoruz.
Bir yelken kulübü emekli olup yelkeni hobi edinmek isteyen normal yetenekli bir insanla uğraşmak istemeyebilir ; muhtemelen internet sitesinde Vizyonumuz başlığı altinda da " olimpiyat şampiyonu ilk Türk yelkenciyi yetiştirmek " yazıyordur...Amma velakin tabii bunu da becerebilmekten çok uzağız : çünkü kulüplerin tüm kazancı ve idarecilerinin tüm mesaisi mesela kulubün kullandiği kara ve deniz sahası için Hazine kanalıyla Maliyeye ödenmesi gereken kira ve ecrimisil bedellerinin 40 takla atılarak temin edilebilmesine harcanıyor.
Dolayısiyla bizde ne belki iddiasız ama yaygın ne de dünya ölçeğinde performansli spor yapılamıyor.
Yani tekne sahipleri ve yelkenciler, bu spora gönül verenler de kulüpleri desteklemiyorsa büyük de bir umursamazlık sergiliyor sayılmamalılar : çünkü sistem çarpık ve işlemiyor...
-
Daha unutturmam bu konuyu. Nuri Kungur Reis'i bekliyorum.
-
Çakal.. :) herkes yazıcak öyle yazıcan di mi..
-
Yok valla :) isim var hayli. Böyle yapip başlığı ayakta tutmaya çalışıyorum.
-
Geçen gün uzun uzun yazıp sildim... Bayram tatilinde teknede oturup sakin kafayla yazmayı planlıyorum... Sanırım konu başlığına daha uygun olacak...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Ben dediğim gibi çok uzun yazacağım.. ama yazmadan evvel.. diyeyim.. Kadın- Erkek ayrımının en çok yapıldığı yerlerden biri..
Ben çoğu tekne sahibinin aslında çok da eş ve çocuklarının tekneye alışmasını istemediği biliyorum. O; olmalarını istediği zaman olsunlar, kalanında tekne; onun kaçış sahası olsun istiyorlar.. tek olsunlar, erkek erkeğe içsinler vs.. gibi düşünceleri var..hemen üzerinize alınmayın.. savunmaya geçmeyin..sizler değilsiniz biliyorum.. bu nedenle de ayrım zor olacak..
Dolayısıyla bu reisler çok da öyle eşleri yelken eğitimi alsın, çocukları optimist vs uğraşsın istemiyor..
Yeğen var bizim..optimistte..anne baba da sosyal hayat kalmadı.. çocuk hafta içi ya eğitimde ya yarışta.. ama kendilerini mutlu hissediyorlar..2 yıldır yaz kış (hatta karda bile) denizde velet.. Velet dediğime bakmayın kız çocuğu.. Evet evet bir bela daha geliyor benden beter ;D
Bakın bu afaki bir tesbit değil.. bir sürü reis yemeklerde vs toplantılarda bunu dile getiriyor... eşleri istiyoruz ama Güney'e gidince.. kalanında kışın marinada mesela tekne bizim..
Şimdi düşünün bir; eş yelken biliyor.. çocuklar yelken kulübünde mis gibi yelkenciler.. yaz kış teknedeler.. hadi ama dürüst olun kaçınız sever bunu.. bakın tekrar bu forumda ki üyeler değil konu.. asıl aramıza katmamız gereken yelkenli tekne sahipleri.. 9000 yelkenli tekne.. epi topu..
Oppps pardon beyler! eyvah sırları açığa vurduk almacaklar aralarına beni.. C:-) C:-)
Şimdilik bu reis kaçarrrrrrr....
-
Dilek'ciğim bayağı iyi vurmuşsun nalına ve mıhına ;D
Marina kaptanı deryası olarak marinalarda giriş çıkışlarda yer alır ve giren çıkanları izlerim bilirsin.
Tesbitlerin 10 üzerinden 9 alır.O biri de benim gibi tipler sayesinde kaybediyorsun.
Teknemi alırken eşim,kızım,damadım,torunlarım hiç olmaz ise senede bir iki hafta teknede hep
beraber oluruz diye düşünmüştüm.
Ama zamanla anladım ki ben teknede su üzerinde olmayı ve denizi seyretmeyi ve modern hayatın
nimetlerinden yararlanmayı seviyormuşum.
Çocuklar ise 5 yıldızlı otelde dinlenerek geçirecekleri bir tatili seviyormuş.
Geçen günlerdeki sıcaklarda klimalı salondan denizi seyrederken kendime sordum,karşı
koycuklarda alargadaki yelkenlilerde olmayı istermiyim diye.
Cevabım; klima olmadan o kuytu yerde ne işim olur.
Sonuç yaşlı kızı sat, yıllardır sana bir evlat vermiş ve kahrını çekmiş eşin ile modern hayatın
nimetlerinden yararlan.Kadıncağız da sen istiyorsun diye küçücük bir ortamda daha fazla
eziyet çekmesin.
Marina kaptanı deryası dede 8)
-
Bu kadar doğru ve açık yazılabilirdi , biz er kişilerin aleyhine olsa da doğruya doğru diyen huyumdan dolayı tesbitlerinin hepsine katılıyorum Dilek Reis . :)
-
Bir kaç önemli sorun etrafında dönüyoruz ki aslında her biri bir başlık konusu...
Bülent Abinin, Özgür Reise atıf yapması konuyu çok daha önemli kılıyor.
Şöyleki bu işin Özgür gibi profesyonellerinin ve mütavaziliklerini büyük bir olgunlukla koruyanların söylediklerine bir daha bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bilemiyorum, Özgür Reis ne der ama benim gördüğüm sektörde özellikle son yıllarda surf yapana kaptan deyip tekne emanet ediliyor...
Gerek amatör denizci gerekse de profesyonel yat Kaptan-ı eğitimi diye bir şey var mı? Bu okulların denetimi var mı? Ben görmedim duymadım.
Teknesinde motorun yerini bilmeyen tanıdığım var. Soru sorunca aldığım cevap kaptan hallediyor? Hocam iyi ama kaptanı marina da bıraktık!!!
3-5 kez milli olmuş eski sporcu ların bir tekne kiralayıp verdikleri eğitimden? Ne öğrendik? Ne öğretiyoruz? Dolayısı ile ben eşe çoçuğa yelken / deniz öğretmenin mümkün olmadığı kanaatindeyim. Biz kimden ne öğrendik ki kimi kime tavsiye edeceğiz?
Spor eğitimi konusunda da aynı şeyler geçerli, futbolcu yetiştiririz koşmayı bilmez. Ama adı alt yapıdır, futbol akademisidir. Yaptığı tek iş çoçuğa top verip sahaya salmaktır... O sebeple ben eğitimden önce genetik diyorum. Şimdilerde bu genetik yatkınlık testleri oldukça yaygınlaştı. Özellikle çoçuklarda genetik yatkınlığa uygun sporları seçmemde fayda var. Çünkü profesyonel sporcunun aldığı eğitim bana sorarsanız başarısının yüzde onunu geçmez.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Hemen ekleme yapayım;
Bu sektörün profesyonel tarafındaki tek kriter "para" dır..
Donatanlar en az maaş isteyen belge sahibi herkese teknesini emanet eder, keş midir? öküz müdür? hırsız mıdır? hiiç umurlarında olmaz.
Kendimden biliyorum, yat kaptanlığı kursundan yeni mezun, 8-10m'lik yelkenli ve küçük motoryat dışında tecrübesi olmayan bana sırf sektöre yeni giriyorum işi öğreneceğim diye az maaş istediğim için 25m'lik 16 yolcu kapasiteli guleti emanet ettiler.
ve evet, az da olsa düzgün profesyonel eğitim veren kurumlar var, ama sonuçta herşey paraya endeksli olduğundan onlar da kaliteyi tutturmakta zorlanıyorlar.
bu açıdan biz burada hiç bunlara girmeden amatör camiada bu işi nasıl yaygınlaştırırız, gençleri çocukları nasıl bu işe bulaştırırız, toplumda "deniz/tekne zengin işi" önyargısını nasıl kırarız ona bakmamız lazım derim.
Benim fikrim memleketin genel eğitim sorunu ile bu denizcilik işinin ayrı olmadığı yönünde.
Gençleri, çocukları ne kadar aydınlık yetiştirebilirsek yüzleri de ruhları da o kadar denize dönük olacaktır.
Bu güne yarına olacak bişey değil elbet ama yılmadan usanmadan doğru bildiğimiz şeyleri yaptığımızda mutlaka evrene olumlu bir katkısı olacaktır.
-
Üzerinden neredeyse 10 yıl geçmiş ama yine de paylaşmak istedim bir kez daha...
Çocukken binebilmek gerek Medar-ı Maişet Motoru’na…
Daha altı yaşında, ilkokul ikinci sınıftayken öğrendim Susurluk’taki şeker fabrikasını; Soma’da, Tunçbilek’te linyit, Küre’de bakır, Ergani’de demir çıktığını. İçanadolu bölgesinin tahıl ambarı olduğunu, Çukurova’da pamuk yetiştiğini. Çünkü sekizyüzbin küsur kilometrekarelik bir tarım ülkesinin çocuklarıydık biz. Oysa sekizbin kilometreyi aşan ve bu “tarım ülkesinin” altı tarafını çeviren su kütlesine dair anılarımız silinmiş gibidir eğitim hayatımızdan. Belki ölene kadar unutulmamak üzere kafamıza kazınan şeker fabrikalarına, maden yataklarına karşın kulaktan dolma bir Karadeniz ve bir de hamsi biliriz denize dair, hepsi o. Peki hal böyle olunca nasıl anlayacak, koruyacak ve hatta sevecektir yurdum insanı denizi?
Denizimizin milli eğitim müfredatında ne kadar yeri vardır ya da var mıdır? Besin kaynağı olarak, endüstri kolu olarak, kültür ve tabiat varlığı olarak. Kabul etmek lazım ki şimdiki çocuklar bizden şanslı; korunmaya muhtaç bir çevre öğesi olarak da olsa yaşamlarına girmeye başladı bir ucundan. Ama dediğim gibi, ayazda kalmış kedi yavrusu misali, korunmaya muhtaç bir imge olarak. Ama gelin görün ki, niye koruyor, neden koruyor, korursa ne işine yarayacak bu deniz gibi –yanıtı muallak- sayısız soru üretmek mümkün.
Kanaatimce bir göz ucuyla da olsa tepeden aşağı doğru bakmak lazım mevcut duruma. İkibinsekiz yılının ilk ayının sonuna yaklaşırken hala deniz politikası olmayan bir zoraki deniz ülkesinde yaşıyoruz. Deniz politikası, deniz stratejisi ya da daha da önemlisi denize dair bir vizyonu olmayan iktidarlar zinciri sayesinde hala Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti için levrekle patlıcan arasında ya da denizle toprak arasında hiçbir fark yok. Patlıcanın bakanı levreğin de bakanı. Çit sürenin de, gırgır çekenin de bakanı. Oysa, Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı, Sporun Bakanı, Avrupa Birliği’nin Bakanı… her şeyin bir bakanı olduğu düşünülürse pek imkansız görünmüyor bir de Denize Bakan Bakan olması…
Denize Bakan bir Bakan olsa Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın sirküleri ile İstanbul adalarının çevresinde 6 kulaç derinlikte gırgır ya da trol yapılabilir miydi? Yakın tarihin çok önemli olaylarına tanıklık eden, kendine özgü bir sualtı ekosistemi barındıran ve hatta 2001 yılından bu yana sit alanı statüsünde yer alan Yassıada’da bir balık çiftliği kurulabilir miydi?
Bu noktada son derece çarpıcı bir örnek trajikomik deniz maceramız adına aydınlatıcı olacaktır. 2006 yılı Kasım ayında Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından bir yönetmelik yayınlandı ve 1 Ocak 2007 itibarıyla sessizce yürürlüğe girdi: Ömrünü Tamamlamış Lastiklerin Kontrolü Hakkında Yönetmelik. Yönetmelik der ki kısaca, ömrünü tamamlamış lastikler tehlikelidir; taşınması, depolanması, geri kazanımı ve bertarafı belirli koşulların yerine getirilmesi ile mümkündür. Buraya kadar son derece makul, mantıklı bir yönetmeliktir aslında. Fakat aynı yönetmelik 22. maddesinde der ki; ÖTL’ler geri kazanım lisansı aranmaksızın iskelelerde bariyer olarak kullanılabilir! İşte böyle bir çelişki Denize Bakan Bakan’ın olmadığı, denizden bihaber bir ülkede olabilir ancak. Çünkü Çevre ve Orman Bakanlığı Ankara’dadır ve oradan bakıldığında ne yazık ki deniz görünmemektedir. Oysa İstanbul’un iki yakası arasında sadece yolcu tekneleri bile yaklaşık ikibin adet ÖTL ile yolculuk etmektedir. İskelelerde kamyon ve iş makinesi lastikleri kullanılmakta ve bunlar yıpranarak bir süre sonra denizin dibini boylamaktadır. Hatta STH Harem Projesi (www.sthharem.org) kapsamında sadece Harem’den çıkartılan lastik sayısı 150’yi aşmıştır. Ve 50’nin üzerinde ÖTL suyun altında yaklaşık 450 yıl sürecek çözünme sürecinin henüz başlarındadır. Ne Denizcilik Müsteşarlığı İstanbul Bölge Müdürlüğü ne de Liman Başkanlığı ne yazık ki yılda kaç adet lastiğin bariyer olarak kullanıldığını, hangi periyotlarla değiştirildiklerini, nerede bertaraf edildiklerini bilememektedir. Çünkü denizin üstüyle sorunlarını çözememiş bir toplumun ve siyasi iradenin bir de denizin altına ilgi duymasını beklemek ne yazık ki Godot’yu beklemek gibi bir şeydir.
Peki çözüm önermedikten sonra sorunları dile getirmek biraz kaçak dövüşmek değil midir? O halde örnekten hareketle tekrar başa doğru dönelim. Birkaç ay önce demiştim ki “bize deniz ozanı gerek!”. Yaşar Kemaller, Sait Faikler, Cevat Şakirler gerek. Daha çocukken tanışmak gerek Topal Hasan’la, Ateşoğlu’yla. Çocukken binebilmek gerek Medar-ı Maişet Motoru’na; hayallerimize zincir vurulmadan daha.
Birkaç bin yıl gerilere dönüp, Girit’e doğru bakalım bir de. Küçücük bir adada serpilen uygarlığın, bir deniz uygarlığının duvar figürleri o kadar çok şey anlatır ki anlamak isteyene. Milattan önce ikinci binde Minos uygarlığını zirveye taşıyan Giritliler aynı dönem Helen yarımadasının ya da Anadolu’nun aksine şehirlerini surlarla çevirmediler. Duvarlarında acı savaş tabloları, mitoslarında kan döken, sürüler çalan kahramanlar yoktu. Bunların yerine mutlu ahtapotlar, çeşit çeşit balıklar, rakseden ilahlar süslüyordu yaşam alanlarını. Sanılmasın ki kıyıda köşede unutulmuş bir ada halkıdır sözü edilen. Aksine çevresinde yaşanan tüm gürültü patırtının ortasında, bütün Akdeniz’le ilişki halindeydi bir yandan da…
Kanaatimce denizdir, denizle iç içe yaşamdır bu halkı “uzaydan gelmişçesine” farklı kılan. Tıpkı daha geçtiğimiz yüzyılda yaşayan Cevat Şakir’in deniz gurbetçileri ya da barbuncu Topal Hasan gibi. Boşuna dememişler “deniz insanı yumuşak huylu olur” diye.
Şeker fabrikaları, madenler, petrol rafinerileri ile büyütülmüş bir kuşak olabiliyorsa neden denizle, balıkla, sualtı yaşamının büyüsüyle büyüyen bir kuşak olmasın? Ya da en azından bunlardan haberdar bir kuşak. Müfredatın bir parçası olamaz mı deniz; yosunuyla, balığıyla, vapuruyla… Birer küçük deniz kitaplığı, tüm okullarını güncel teknoloji ile donatmayı hedefleyen bir milli eğitim teşkilatına ne derece kaldırılamaz bir yük getirebilir?
Artık şeker fabrikalarının, madenlerin yanında deniz, deniz canlıları, deniz kültürü de olmalı milli eğitim müfredatında. Uzun yıllardır bir klişe olmaktan öte geçemeyen deniz veya denizcilik bakanlığı artık hayata geçebilmeli. Artık altı tarafı denizlerle çevrili bu topraklarda Denize Bakan bir Bakan da olmalı.
Uzun lafın kısası, balığıyla, yosunuyla, vapuruyla keşfedilmeyi değil hatırlanmayı bekliyor deniz. Anadolu’ya iklimini, sonsuz besin kaynaklarını, tarih boyunca uygarlıkların beşiği olma ayrıcalığını veren deniz hatırlanmayı bekliyor. Yeniden günlük yaşamdaki yerini alabilmeyi, engel değil araç olmayı, manzaranın getirdiği rantın ötesinde gerçek değerinin anlaşılmasını bekliyor. Yurdum insanı tüm bunları hatırladığında kazanan; ayazda kalmış kedi yavrusu gibi korumaya çalıştığı deniz değil kendisi, kendi geleceği olacak.
Hakan Tiryaki
Vira Dergisi, 2008
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
:)xx :)xx :)xx
Muhteşem bir anlatım HTiryaki reisim. Teşekkürler.
-
Tatildeyim. Dönücem. Konu size emanet.
5. Sıraya dusurmeyin.
Arada bakıcam.
Görüşürüz.
-
Tiryaki reis, güzel tesbitler , kuvvetli kalem. Peki iyileşme oldu mu hiç denizcilik mevzuatında? Belki uygulama insanlara bağlı olduğu için henüz icraata geçmemiştir , ama en azından mevzuatta iyileşti mi? Balık yakalama boylarına alt sınır getirilmişti. 3-4 sene önce belediye burada standarttan kısa çinekoplara el koymuştu. Böylece küçük çinekop tutulmasına engel olundu. Ertesi sene güzel sarıkanat olmuştu Marmara da. Sonraki sene bir engelleme duymadım. Geçen sene sonuç ne oldu farkında değilim.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Ulaştırma Bakanlığına Denizcilik ibaresi eklendi sadece geçen son on senede. Malum bakanlığın deniz algısı armatörler dışında bir olgudan habersiz. Daha doğrusu ilgisiz. Evet, balıkçılıkla ilgili düzenlemeler var, bir nebze iyileşme ivmesinden bahsedilebilir ama balıkçılığı düzenleyen de hala tam da metinde bahsettiğim gibi patlıcanın bakanı.
Mevzuat iyileşti mi? Mavikart, ithalat yasağı, bağlama sorunu... herhangi bir iyileşme var mı herhangi bir konuda? Size Kaş Belediyesi Yat Limanı'nı ve buradaki tekne sahiplerini -denizci diyemiyorum- yazsam denizcilikten soğursunuz inanın.
Konu uzun gerçekten. Parça parça gitmek gerekecek. Bakalım nasıl şekillenecek:)
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Denizcilikten soğuyalı çok oldu zaten... :'(
-
Hakan reisim, harika bir yazı. Tekrar paylaştığınız için teşekkürler.. Sizinle aynı fikirleri paylaşmakla birlikte iyi niyetli bir yazı olduğunu söylemem lazım. Bu yorumuma kızabilirsiniz ama bir ülkede çevre ve şehircilik bakanlığının, enerji ve tabii kaynaklar bakanlığının ve hatta tarım bakanlığının kime ve neye hizmet ettiğini tecrübe ettikten sonra denizcilik bakanlığının da kime ve neye hizmet edeceğini beklemek gerekirdi... Bir yandan da ironiktir, limanlarımızda kabotaj işlemiyor, detayları isterseniz bilahare anlatabilirim..Dahası var; Mersin'den çıkan bir ihracat yükü İstanbul aktarmalı olarak Karadeniz'de başka ülke limanına gidecek olsa 2 defa gümrük muayene vs. gümrük işlem ve bedellerine maruz bırakılıyor. Aynı mal Pire limanı aktarmalı gitse bu dert ve masraflar yok.Yani sistem hakkıyla armatör abilerimize ve acentelerine de çalışmıyor.Tabii istisinalar kaideyi bozmaz Türkiye'de, var özel uygulamalar. Para da buradan geliyor. Kusura bakmayın ağır girecem ama ahbap çavuş kapitalizmi diyorlar ya öyle bişey işte.. Forum kurallarını zorladıysam özür dilerim dümeni en kısa zamanda amatör denizciliğe çevirelim...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Fazla baş ağrıtmayacağım kisa keseceğim.
Amatör denizcilik bir hobidir.
Hobi insanların kişisel işi ve keyfidir ve bunun içinde devletin olması gerekmez.
Gerekmediği gibi ; işin içine girerse sadece tadını kaçırır.
Ticari bahriyeye Denizcilik Bakanlığı gerekli olabilir ; bunu da armatörler, deniz adamları, tersaneciler, liman işletmecileri vs istesinler.
Devlet amatör denizcilik için bir şey yapacaksa Maliyeye ve Hazineye talimat verip kıyılardan fahiş gelir elde etmekten vazgeçsin, yeter.
-
Fazla baş ağrıtmayacağım kisa keseceğim.
Amatör denizcilik bir hobidir.
Hobi insanların kişisel işi ve keyfidir ve bunun içinde devletin olması gerekmez.
Gerekmediği gibi ; işin içine girerse sadece tadını kaçırır.
Ticari bahriyeye Denizcilik Bakanlığı gerekli olabilir ; bunu da armatörler, deniz adamları, tersaneciler, liman işletmecileri vs istesinler.
Devlet amatör denizcilik için bir şey yapacaksa Maliyeye ve Hazineye talimat verip kıyılardan fahiş gelir elde etmekten vazgeçsin, yeter.
Ali beye aynen katılıyorum :)xx
Sadece neden hobimizi bu kadar canla başla hobimizi yaygınlaştıralım diye çalışmamız gerektiğini
anlayamıyorum(Bu cümle tüm arkadaşlara) ?0-?
Üstelik de bayağı pahalı bir hobi. :'(
-
Amatör denizcilik tabi ki de bir hobi, bir rekreasyonel aktivitedir. Fakat hobilerimizin varlığı ve türleri toplumsal yaşantımız, coğrafi konumumuz, siyasi yapımız vs çok bileşenli bir mevzu değil midir? Artık pek cirit oynamıyoruz ama bazı okullarımızın buz hokeyi takımı bile var. Amatör denizciliğin gelişimini denizciliğin gelişiminden bağımsız ele almak ne derece mümkün olabilir ki? Kendi adıma biraz daha geniş perspektiften bakmak gerektiğini düşünüyorum. Devlet varolduğu süreçte yön veren temel irade olmuştur tarih boyunca. Hollanda, İngiltere, Portekiz, İspanya, Pasifik halkları ve hatta yarımadasına sığmayan Araplar denizcilik tarihini yazarken biz toplum olarak o tarih içerisinde ne denli yer aldıysak o denli sonuçlarıyla varoluyoruz bugün.
Konu uzun, zamanım dar. Sadece perspektifimi yansıtmaya çalıştım. İlk fırsatta uzunca yazacağım...
-
Sadece neden hobimizi bu kadar canla başla hobimizi yaygınlaştıralım diye çalışmamız gerektiğini anlayamıyorum(Bu cümle tüm arkadaşlara) ?0-?
Mesele hobiyi yaygınlaştırmak değil deniz/denizcilik kültürünü yaygınlaştırmak, doğa ile uyumlu olmayı, zor koşullara adapte olabilmeyi, pratik çözüm üretebilme, kendi kendine yetebilme, dünya kaynaklarını daha verimli kullanma, yardımlaşma, egoları törpüleme, dünya kültürlerini tanıma, vb.vb.. gibi güzellikleri yaygınlaştırma çabası diye düşünmek lazım.
(https://i.pinimg.com/originals/3a/08/c7/3a08c7067f814dfd7845fb0094d8184e.jpg)
-
Bizler marka ayakkabı filan bilmez , üç kişi bir araya gelince ,15 yaşında iken de memleket meselelerine kafa yorardık. Alışkanlık herhalde devam ediyor. :)
Emekli Amiral Cem Gürdeniz in, Mavi Uygarlık adlı kitabını hepimizin okuması lazım arkadaşlar.
O zaman denizciliğin gelişmesinin ve bu kapsamda amatör denizciliğin önemini iyi kavrayabiliriz.
-
Sanat için sanat mı, yoksa toplum için sanat mı?
Öğrencilik yıllarımda ağır ve anlamsız bir soru gibi gelmişti. Sonunda anladım, umarım doğru anlamışımdır. Çünkü yanıtım anlayışıma bağlı.
Suyu nasıl içmem gerektiğini çocukluğumdan bu yana izlediğim tenis maçlarından öğrendim. Bu seyahatte hayatımı kurtardı. Halbuki tenis tenis içindi benim için değil.
Ben yolumdayım. Çok uzun ama bir o kadar da keyifli.
Son projeme başlarken 100 günden fazla denizde kalmam gerekeceğini bilseydim hiç başlamazdım. Zamanla deniz beni içine çekti, büyüledi. Sanırım karaya çıkalı 10 gün oldu. Her uyuduğumda rüya görüyorum ve hepsi denizle ilgili. Bilmiyorum bu iyi mi kötü mü.
Kanımca ne için yapılırsa yapılsın o etkinliği herkes görmek istediği şekliyle görecektir. Benim için dünya seyahatine zihinsel hazırlık olarak başladı, bireysel gelişimimin unutulmaz bir safhasına dönüştü.
-
Enes bey, bireysel gelişiminizin unutulmaz safhası kısmını biraz açabilir misiniz?
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Önce Ersin'in sorusuna yanıt vereyim. Konusursak özelden bahseder demiştim. Açıkça söyleyeyim. Histeri, paranoya; şizofreni içeren duygu vé düşünceler. Nasıl mı gerçeğe dönüyorum. Görüşlerini çoğu zaman samimi ve doğru bulduğum birkaç güvenilir arkadaşım bu duruma nasıl bakardı diye düşünürüm.
Eşsiz safha derken egom hala arıza verse de önemsiz bir varlık olduğumu anladım. İnsan kendi bokunu başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde yok etmeye çalışınca ne kadar önemsiz olduğunu anlıyor. Başka örnekler de var ama uzatmayayım.
-
Nuri Reis , soruları sorup sorup duruyorsunuz da iki kelam ettiğiniz yok ?
-
Bülent reis, konuşmamın sebebi , söylecek şeyimin az olmasından . Hatta 1-2 cümle.
İlki gitmediğin yer senin değildir, ikincisi ise insanın dünyası gördüğü kadardır.
Yani denizde olmak, ve onu görerek dünyamı genişletmek istiyorum.
Son derece basit olduğundan arkadaşların arasına girmeye çekindim doğrusu :)
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Önce Ersin'in sorusuna yanıt vereyim. Konusursak özelden bahseder demiştim. Açıkça söyleyeyim. Histeri, paranoya; şizofreni içeren duygu vé düşünceler. Nasıl mı gerçeğe dönüyorum. Görüşlerini çoğu zaman samimi ve doğru bulduğum birkaç güvenilir arkadaşım bu duruma nasıl bakardı diye düşünürüm.
Eşsiz safha derken egom hala arıza verse de önemsiz bir varlık olduğumu anladım. İnsan kendi bokunu başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde yok etmeye çalışınca ne kadar önemsiz olduğunu anlıyor. Başka örnekler de var ama uzatmayayım.
Anlıyorum, gittiğimiz yerlere kendimizi de götürürüz. Yaşadıklarınız yanınızda götürdüklerinizin bir yansıması. Orada bıraktıklarınız ve oradan getirdikleriniz vardır. Sonuç ne olursa olsun özünüz gürleşti. Pek çok kişinin göze alamayacağı bu mücadele girişmenizin sonucunda sizin de farkında olduğunuz gibi , artık daha özgürsünüz.
Hazmetmeniz gereken çok şey var, zamanla özümsedikçe bizimle de paylaşırsanız çok sevinirim.
Zamanın berinde tesadüfen katıldığım bir doğa yürüyüşünde kendim hakkında daha önce farketmediğim şeylerin hazmının aldığı zaman dilimini düşününce, sizin yaşadıklarınızı tasavvur etmekte zorlanıyorum.
Saygılar.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Başka bir hobiden bahsetmek isterim. Ortaokulda okurken maket yapmaya merak sarmıştım. Türk Hava Kurumunun o zaman ilçe olan Yalova'da şubesi vardı. Şubenin bulunduğu iş hanında bir de atölyesi vardı. Basit bir kaç işlem sonunda üye olmuş ve ilk Albatros maketimi yapmak üzere tüm malzemeyi kucağıma almıştım. Tüm çitalar balsa ağacıydı. Projeler 1:1 ölçekte ozalit çıktı şeklinde bana teslim edilmişti. Tutkal, yağlı kağıt, maket bıçağı vs. Tek kuruş ödemeden o atölyede kendi planörümü 13 yaşımda yapmıştım. Uçuş süresi çok uzun olmamıştı :) ama en azından birşeyler başarmış, sigara ve içki ile tanışmayı ileriye ötelemiş, amaç ve hedef edinmeyi öğrenmiştim. Şimdi o kurum yerinde yeller esiyor. Devlet istese benzer maddi desteği her amatör spora ayırabilir ama...
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Biraz sert olacak. Ben devlet kelimesini duyduğum zaman kanım donuyor. Kendimi bildim bileli devletten birsey beklenir.
Bir şey yapalım, yapın. Nerelerden nasıl destek geldiğine şaşırırsınız. Bir şey ortaya koymak lazım. Diğer kuşlar uçmaya yardım ederler.
Daha açık konuşayım. Bana yolun belli bir aşamasından sonra yapılan bireysel maddi yardımlar mı dersiniz, bota yığılan erzakları mı, karşılıksız teknik desteği mi, bir sonraki projede teknesinı teklif edeni mi?
Bıktım artık bu çaresizlik alışkanlığından.
Kalbinizi koyun, sabredin.
Dünya seyahatine çıkamayabilirim. Ama bunun yolunda çabalamak bile benim açımdan destansı.
-
Amatör Denizcilik yayılsın.. peki hadi gel yayalım.. Dünya'da satış oranı ile başlayalım önce 70 motoryat 30 yelkenli..Çağ değişiyor.. Benim annem 18 yıl babamla resmen denizde yaşadı. Bazen yelkenli bazen motoryat..bazen 16 metre bazen 7 metre teknede muhteşem yemeklerini dostlarıyla paylaştı. Babam vefat etti.. Kadıncağız İzmir'de.. ölüyor denize çıksın diye. Motoru çalıştırmayı bilmez ayrı konu.. 2000TL maaşı var.. deki tekneyi biliyor..nasıl tekne alıp da bu şartlarda yaşatabilecek.. bu parayla..Güneye indiğimiz maksimum 3 ay.. toplamda verilen para belli.. ya kışın marinalar.. özel işletmeye devlet ne yapsın.. bu başka bir iş bizimki.. derinden gelmesi gereken ama gelemediğimiz bir kültür işi. O kültür olmayınca para da kafi gelmiyor derdimizi anlatmaya.. Amatör denizcilik devletle gelişmez.. aksine bence devlet karışmasın..engel de olmasın.. gelişme umudu var.. gerçekçi olmak da fayda var bence. Yazdığımız yelken sporu da òyle.. Bu iş maalesef para işi.. yeğen ylkene gidiyor ailede sosyal hayat kalmadi derken kast ettiğim biraz da maddi kısım idi.. iki çalışan maaşı ile çocuk yurt dışına yarışa nasıl gitsin gibi gibi..
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Devlet vergi ve harçlarını almasın , yardım da etmesin , eğer alıyorsa bana hizmet getirmeye mecbur arkadaşlar.
Bir zamanlar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bu işi biraz desteklerdi . ancak şu anda bu işi nasıl yapacağını tam bilen , amatör denizciliğin ne fayda sağlayacağına dair net bilgisi olan üst düzey herhangi bir yönetici bile olduğundan şüphem var.
Balıkçıların yarısı kadar örgütlenip yol gösterdiğimizde bu iş olacaktır. O nedenle DADD ni önemsiyor ve hep beraber ona sahip olmaya çağırıyorum herkesi. C:-)
-
http://www.denizticaretgazetesi.org/arzu_varici_ersoy_niye_denizci_bir_toplum_degiliz_yazi391.html
-
Belki bir de şöyle bakmak lazım, eskiden deniz kenarındaki yerleşim yerlerinde, miras dağıtımı sırasında deniz kenarı ve denize yakın yerler kız evlatlara, denizden uzak ve yüksek yerler erkek evlatlara verilirdi. Hatta gelişen turizm ile çeşmeli erkekler kız kardeşlerine nazaran maddi açıdan zayıfladılar :) belki denizciliğimize tarihimizi de ekleyerek bakmak lazım. Çünkü yaşam tarzımızda tarih içinde şekillenmekte.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Hepimizin ağzında.
Geliştirmek istiyoruz, yaymak istiyoruz, ya olmadığını ya da çok az olduğunu söylüyoruz. Her taşın altından bu deniz kültürü çıkıyor.
Kızıyoruz kişilere, kurumlara, hükümetlere, topluma. Yok ki deniz kültürü ! Ah bir denizci toplum olsak !
Hepimizde var ama hiç birimizde yok.
Hiç hamasi söylemlere girmeden düz, basit ve anlaşılır bir tanımını yapar mısınız kendinizce lütfen. Belki de cevaplarda saklıdır sorunlar.
Nedir bu Deniz kültürü kuzum ? Ama sahiden, aklınızda ki gönlünüzde ki.
-
Ben kısaca kendi düşüncemi söyleyeyim. İki tane deniz kültürü vardır.
1-Kendimizi konuşlandırdığımız taraftan bakarak olmasını istediğimiz deniz kültürü. İyi, dürüst, mert, yardımsever, nazik, saygılı, çevreci vs., vs. olmak gibi.
2-Gerçek deniz kültürü. Hayatın her alanında olduğu gibi, içinde "iyilik"ide barındıran alabildiğince vahşi, kötü, terbiyesiz, acımasız ve çıkarcı.
Bazen bazı şeylere çok ulvi anlamlar yüklüyoruz, ama bu belki de yaşamın zorluklarına tahammül edebilmenin bir gereğidir, ya da baş edemediğimiz gerçeklerden bir kaçış.
-
Ben kısaca kendi düşüncemi söyleyeyim. İki tane deniz kültürü vardır.
1-Kendimizi konuşlandırdığımız taraftan bakarak olmasını istediğimiz deniz kültürü. İyi, dürüst, mert, yardımsever, nazik, saygılı, çevreci vs., vs. olmak gibi.
2-Gerçek deniz kültürü. Hayatın her alanında olduğu gibi, içinde "iyilik"ide barındıran alabildiğince vahşi, kötü, terbiyesiz, acımasız ve çıkarcı.
Bazen bazı şeylere çok ulvi anlamlar yüklüyoruz, ama bu belki de yaşamın zorluklarına tahammül edebilmenin bir gereğidir, ya da baş edemediğimiz gerçeklerden bir kaçış.
Erdal reisim işin beşeri ilişkiler kısmı öyle, ve aynen tesbit ettiğiniz gibi arzu edilen ile yaygın hakikat arasında öyle zıt bir durum var.
Kendi açımdan durum şöyle: Şimdi deniz diye bir hakikat var ve orada olmak istiyorum. Bunun için bir kayık aldım güzel. E akşam oldu bu kayığı nereye koyacağım? 3 mt de olsa 30 mt de, bu meretleri cebimize veya arabamızın bagajına koyup eve getiremeyiz. kayığı denizde bırakmak isteyince iş bozuluyor. ben makul olduğu sürece vergisinde falan değilim. yani şehirdeki adam asfalt yol kullanıyor, köydeki ise stabilize yol. İkisi de farklı farklı vergi vermiyor ki, araç ne ise onun vergisini veriyor. Tamir edilecek bir durum olsa, gene aynı sorunlar.
Beşeri ilişkiler kısmında yersiz bir idealizm var. trafik sıkıştığında , tehlike şeridini ihlal eden araçların tek bir marka, silindir, yakıt tipi olmadığı gibi denizde de durum bu. kişi eğer bir edep tezgahından geçmedi ise, kullandığı tekne ona eksik olduğu edebi vermiyor. Serbestlik başıbozukluk değil, bilakis her insanın kabul edeceği, namusu bileceği, kendisi uygulamıyorsa dahi uygulayana saygı duyacağı kurallar bütününe uyarak davranmaktır. Maalesef günümüzde serbestlik serserilik ile karıştırılır oldu. serserilik o namus bilinen kurallara uymayarak başına buyruk yaşamak demek. Nasıl ki, karada trafik kuralları var, aynı şey denizde de var. Ama nasıl ki, milyonlarca araç sahibi o kuralları çoğunlukla bir başkasının yaşamı pahasına karada çiğniyorsa, görece onlardan çok daha az olan denizdekilerin durumu da farklı değil.
bütün bunlar toplum olarak bir ergenlik dönemi yaşamamızdan kaynaklanıyor gibi. durum kabaca bu.
Niye bunları dert ediniyorum diye kendi kendime sormuyor değilim. Sonuçta deniz benim babamdan gördüğüm bir şey değil. Ben köken olarak yörüğüm. Yani Türkmenlerin, hayatını hayvancılıkla kazandığı için mevsime göre yeni otlaklara YÖRÜMEK zorunda kalmış olanlarındanım. Birde Türkmenlerin geçimini tarım yaparak kazandığı için MANAV denenleri var. Bu karaya bağımlılığıma rağmen bu bölgedeki bütün denizlere ad vermiş de bir dilim var. Türkler yönleri renkler ile bildirirdi eskiden. Batı için "AK" derdik. O yüzden Kemal paşa "ordular ilk hedefiniz Ak Deniz" dediğinde , ordu İzmire geldi. Şimdiki Ege denizi dediğimiz yer bundan yüz yıl önce AK denizin içinde bir bölge olarak Adalar denizi diye bilinirdi. Güney yönüne "Kızıl" denirdi. "Red Sea" oradan gelme. Kuzey ise "Kara" dır . Kara deniz- Black Sea. Doğu ise bizim için "Gök" rengi ile anılır. Onun için doğudaki Türk devletlerinin bayraklarında mavi renk bulunur. "Gök" günümüz Türkçesinde "Mavi" renktir.
Yani denizlere ad vermişiz ama zamanınca denize çıkmayı tercih etmemişiz. O zaman için devlet politikası idi anladığım kadarıyla. Ama artık şartlar değişti. Türkler zamanınca bulunduğu yeri korumak için "gemilerini yakmış" bir milleti. Bu sebeple babamdan denizi öğrenemedim.
Şimdi kişisel anlamda niye yönümü denize çevirdim: Denizin mavisini, dalgaların köpüklenmesini, rüzgarın iyot kokusunu, suyun altına şnorkel ile dalıp oradaki yaşamı izlemeyi, yazın tenimin bronzlaşmasını, vücudumdaki tüylerin güneşten sararmasını, hayatın normal akışından dışarı çıkmayı seviyorum. Orada olmak, geceyi sakin bir koyda alargada geçirmek , sabah yüzümü yıkama işini denize dalarak yapmak yapmak istiyorum.
Ha bunları Anadoluda değilde Norveçde olsaydım da ister miydim? İstemesem de yapmak zorunda kalırdım. Yaşamak için başka şansım olmazdı o topraklarda. O yüzden Norveçli denizde nasıl başının çaresine bakacağını babasından öğrendi. Benim babam gençliğine kadar çobanlık yapmış. Ne zaman kurban pazarına gitsek, bizim nasibimiz olan koç babamın ayağına gelirdi. Ve ilginçtir, aynı koç pazardan eve kadar ipe falan gerek duymadan, bağlamadan eve kadar babamın peşinden yürüyerek giderdi. Biz ne yaparsak yapalım bizim peşimizden değil babamın peşinden giderdi. Babam askerden sonra memur olup köyden ayrılmış. Dolayısıyla biz şehirde büyüdük. Şehirde yaşayacağımız için ne babam bize çobanlığın inceliklerini öğretti ne de biz işimize yaramayacağı için, ve ancak kurbandan kurbana fark ettiğimiz için çobanlığı merak edip ona sorduk.
Yukarıda anlattığım hikaye Türkiyenin kahır ekserisinde az çok aynıdır. Bizler bu işi babamızdan öğrenmedik o yüzden denizciliğin acemisiyiz. Bu doğal bir şey. Beşeri sıkıntıların sebebi denizcilikle-denizle alakalı değil zaten. Beşerin içindeki eksikliği yaptığı işte his ettirmesi sadece. Denizde olsa aynı, karada olsa aynı. Tekneni boyatsan aynı, evini boyatsan aynı.
-
Mavi uygarlık kültürü. Yani nasıl ki karada ot yiyen hayvanın ve denizde et yiyen hayvanın eti lezzetli olması onun gibi ters bir şey.
Karada yaptıklarımızı yapmadığımız şeylerin kültürüne Deniz Kültürü diyoruz. :)
-
:)xx :)xx
E Nuri reis şunları önceden yazıpta uğraştırmasana bizi. :)
-
Ben burada ki kimsenin karısını dövüp dövmediğini bilmiyorum.. bilsem kimse o zaten döverim.. ya da vergisini ödeyip ödrmediğini..psikolojik durumunu az ćok yazdıklarından, yazım tarzından anlıyorum ama tam elbette bilemiyorum. Dolayısıyla şu "denizci iyi insandır" genellemesine bir kere karşıyım. Bu tarzda bana bir yafta yüklenmesi de hoşuma gitmiyor. Biz teknede yaşıyoruz.. Çoklarının minnacık dediği tekneler bizim yıllardır evimiz. Kültür; yaşam tarzı demek diye biliyorum. Yani bizim yaşam tarzımız teknede yaşamak. Gecenin bu saatinde kalkıp dışarıda, havuzlukta kalanları topladım ıslanmasın eşyalar diye.. bak bu karada yok mesela. Ama bana göre teknede yaşamıyorsanız bu "kültür" kısmına değil hobi kısmına giriyor. Biri daha iyi gibi bir söylem değil elbette bu. Tercih durumudur. Şimi Dünya'da deniz var. Deniz kültürü diye bir kavramları yok. Denizde yaşamanın bir tadı, kıvamı var. Doğada yaşamanın tadı, kıvamı, kuralları zaten var. Bz göçebelığin verdiği kültür ole evet denize uzak kalmışız da..Anadolu'ya geldiğimizde burada ki halkların topraklarını ele geçirdikçe, denizci olanlarını nasıl asimile etmişiz bunu işte tarihte okumak gerek. Hayrettin Paşa'nın anılarını okuduğunuzda, donanmada neredeyse Türkçe konuşan asker eser miktarda. Arap ve Italyan'lar var o dönemde. Kaldı ki cidden az sayıdayız.. İste belki de o yızden bizler, kimsede olmayan "Deniz Kültürü" terimini türettik. İngilizce'de mesela adamlarin kendi denizcilik dilleri var. Başka dilden alıntıları yok denecek kadar az. Biz ise tamamen nerdeyse alıntı kelimeleri kullanıyoruz. Kullanalım ama bir yandan da kendi dilimizde bi terimlerin karşılığını bulalım deyince de aman Tanrım az kaldı asalım demelerine.. peki bu türettiğimiz "Deniz Kültürü" nasıl yayılacak.. nasıl anlayacak karada ki insanlar bizi..? Ya gencler..21.yy hala aborda demek zorundamıyız.. ne olur evlatlar anlasın diye "yandan yanaşma" desek..mesela ya atıyorum şu anda.. İşte hep az olmaktan.. Fransa'da her yıl 600 tekne Dünya turuna palamar çözüyor. Biz de bu yıl çikan tekne 2.. onlarda aman saçma sapan bir şey diyen olur diye yazmıyorlar forumlarda. Çünkü kabul edelim saçmaliyoruz.. bu işin hazırlık safhasının en zor kısmı olması kişileri daha da kırılgan hale getiriyor. Ki bu çok normal.. Unutmayın, o kadar fark var ki..adamlar kolonileştiğinde biz Akdeniz'den çıkalım diyen adamın kellesini hadi şimdi yazmayayım nedenini; kestik.. Sonra da haritasına sahip çıktık..sonra haritayı kötüledik..sonra gene sahip çıktık.. Kara kötü mü..hayır..karada bir çok ayrı spor dalında arkadaşlarım var. Bilmiyorsak da nefis işler yapıyorlar. Bilmiyoruz elbette.. denizde olan 2 tekneyi nerden bileceğiz.. gibi gibi.. Ha bir de.. serseriliği seviyorum ben.. demeden geçmek istemedim.. kendime..kimseye kinaye değil..
Ve son olarak : Daha kendi içimizde dahi denizde olasılıkların sonsuz olduğunu ve tek doğru olmadığını anlatamadık. Adam kendini yırtıyor ben doğruyum diye.. başkasına nasıl anlatacaksın.. nedir bu " Deniz Kültürü " bence bu tabir bizi elitize ediyor..
Sevgi ve Saygılarımla;
Dilek Ergül
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Nuri reis, güzel anlatmışsın. Burada benim değindiğim, Tan Kaan reisin (bu vesileyle şükür kavuşturana diyorum) kastettiğini düşündüğüm popüler deyiştir. Denizci kültürü diye genel olarak bahsedilen şey aslında adabı muaşeret kurallarının denizde de uygulanması isteğidir. Kültür sonuçta belli bir üretim biçimine bağlı tüketim, düşünce ve davranış biçimleridir ve zamanla her şey gibi o da değişir. Denizcilerin, gerek ticari gerekse de balıkçı, karadakilerden en belirgin farkı; sınırların flulaştığı göreli olarak daha özgür bir alanda birçok farklı kültürden insanla karşılaşması, bu nedenle de farklılıklara daha toleranslı olması diye özetlenebilir belki.
Uykum kaçmıştı, baktım Nuri reis ve Öcal reis bir şeyler yazmış, ben de bir şeyler yazayım dedim ama kafam sersem gibi, saçmalamayayım diye kısa keseceğim. Bu arada Bülent reisin açtığı konuyu sulandırmayız umarım :).
Bu arada Dilek reisin yazısı düştü. Yazısını sakin kafayla okuyup değerlendireceğim, ama, aborda olmak daha bi afili duruyor be Dilek reis :).
-
Hobi ? Verili üretim biçiminin insanların ruhunu teslim almak için uydurduğu truva atı sözcük.
Cep telefonundan ancak bu kadar muhalefet edebiliyorum. :)
-
Süper faydalı ve zevkli bir başlık olmuş , herkes farklı şeyler söylüyor ama hepsi de doğru. Herkese teşekkür etmekle beraber Nuri reis yazdıklarınızın bir kısmı hiç duymadığım bilmediğim şeylerdi size özel teşekkür etmek istedim.
Sevgili adaşım itiraz etse de ben hobi konusunun çok üzerinde duruyorum. Memleketimizin en büyük sorunu bana göre olan hobisiz ve sanatsız bir toplum olmamızdır.
-
Kitap okumak mesela herhangi bir proje çizmekten daha az zihinsel faaliyet mi gerektirir?
Hoby boş zaman üzerine yapıştırılmış bir sözcük bana kalırsa. Boş zaman zorunlu çalışmadan arta kalan zamansa insanın kendini gerçekleştirmek için harcadığı zaman, yani sahici çalışması neden ikincil bir kavram olan hoby olsun?
-
Ben kısaca kendi düşüncemi söyleyeyim. İki tane deniz kültürü vardır.
1-Kendimizi konuşlandırdığımız taraftan bakarak olmasını istediğimiz deniz kültürü. İyi, dürüst, mert, yardımsever, nazik, saygılı, çevreci vs., vs. olmak gibi.
2-Gerçek deniz kültürü. Hayatın her alanında olduğu gibi, içinde "iyilik"ide barındıran alabildiğince vahşi, kötü, terbiyesiz, acımasız ve çıkarcı.
Bazen bazı şeylere çok ulvi anlamlar yüklüyoruz, ama bu belki de yaşamın zorluklarına tahammül edebilmenin bir gereğidir, ya da baş edemediğimiz gerçeklerden bir kaçış.
Aha ! Birisi çıkıp "kral çıplak" dedi.
Lise edebiyat öğretmenim, değerli eğitimci, Sabri Altınel " sloganların peşinden giderseniz ot yiyenlerden farkınız kalmaz" derdi.
Çağlar boyunca gelişmelerin en yavaş olduğu alan denizciliktir. Denizci her şeyden önce tutucudur. Yeniliklere şüphe ile bakar. Neden? Çünkü yaşamı/hayatı denize bağlıdır. Yeniliklerin onu öldürüp yok edeceğini, bildiğini, sınadığını tekrar etmeyi yeğler.
" Gerçek deniz kültürü. Hayatın her alanında olduğu gibi, içinde "iyilik"ide barındıran alabildiğince vahşi, kötü, terbiyesiz, acımasız ve çıkarcı." Bu saptama tarihsel sivil, askeri denizcilik tarihinin özetidir.
-
Nuri reis, güzel anlatmışsın. Burada benim değindiğim, Tan Kaan reisin (bu vesileyle şükür kavuşturana diyorum) kastettiğini düşündüğüm popüler deyiştir. Denizci kültürü diye genel olarak bahsedilen şey aslında adabı muaşeret kurallarının denizde de uygulanması isteğidir. Kültür sonuçta belli bir üretim biçimine bağlı tüketim, düşünce ve davranış biçimleridir ve zamanla her şey gibi o da değişir. Denizcilerin, gerek ticari gerekse de balıkçı, karadakilerden en belirgin farkı; sınırların flulaştığı göreli olarak daha özgür bir alanda birçok farklı kültürden insanla karşılaşması, bu nedenle de farklılıklara daha toleranslı olması diye özetlenebilir belki.
Uykum kaçmıştı, baktım Nuri reis ve Öcal reis bir şeyler yazmış, ben de bir şeyler yazayım dedim ama kafam sersem gibi, saçmalamayayım diye kısa keseceğim. Bu arada Bülent reisin açtığı konuyu sulandırmayız umarım :).
Bu arada Dilek reisin yazısı düştü. Yazısını sakin kafayla okuyup değerlendireceğim, ama, aborda olmak daha bi afili duruyor be Dilek reis :).
Ağabey bencede de..ama komuşunun 7 yaşında ki kızı ''Yandan yanaştın ya işte'' dedi.. ne diyeyim..eski medreseler gibi falaka? ;D ;D zorlamayalım.. sevsinler hele bir denizi..
-
Mavi uygarlık ...
Öcal reis işe ben yazmadan ad koymuşsunuz zaten. Olana değil ama olmasını arzuladığımıza çok yakıştı bu ad...
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Bu "kültür" kavramına uygun vakitte bizce bir yaklaşımda bulunmak istiyorum. Giriş olarak diyebilirimki, batı dilinde kendin dünya görüşlerine ad verirken , ihtiyaca binaen koymak zorunda kaldıkları bir ad bu. İlk Almanlar farketti gördüğüm kadarıyla. Daha yeni bir kelime , binlerce yıllık batı tarihinde, henüz 1-2 yüzyıllık geçmişi var ve hala tekamül eden bir kavram.
Kavramın işaret ettiği şeye Amerikalılar "Amerikan yaşam tarzı" diyorlar ve ciddi bir laf. Amerikan başkanları onu korumak için yemin ediyor. İkiz kulelere saldırıldığında ilk kurdukları cümlelerden birisiydi, " bu Amerikan yaşam tarzına saldırıdır" ifadesi. Bize göre reklamlarda duyabileceğimiz , daha çok ev araba alırken kullanılabilecek cümle gibi dursa da , oradaki özgül ağırlığı bizle kıyaslanmayacak kadar fazla.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Öncelikle çok hızlı yazdım hatalar olabilir biraz da dağınık oldu, konuşur gibi, derlemedim, kusura bakmayın.
Çok güzel yazılar, aklımda ki cevapların bir çoğu gelmiş.
Kendimce "denizcilik kültürü" denilince ne anladığım ile ilgili sözlük dilinde "tanım" yapayım müsaadenizle.
<Askeri, Coğrafi, Ticari, Hayati, İnsani ve İtikati sebeplerle oluşmuş bilgi, tecrübe ve geleneklerle dayalı birikimlerdir. >
Hemen açayım ;
Şarlken, Kanuni hesaplaşması, Barboros, Andrea Doria savaşları ile kocaman bir donanma. Akdeniz de söz sahibi olabilen, yakın geçmişte Akdeniz de Amerikan gemilerinden "haraç" alan bir denizcilik. Güzel gibi görünse de donanma kaptanları, gemi reisleri, gemi mürettebatının neredeyse tamamı devşirme Osmanlı tebaası. Sadece askerler "Türk".
Hep böyle gideceği düşünülmüş, öğrenmemişler yada sadece heveslenenler diyelim. Uzatmayalım, hepimizin malumu donanmanın başına gelenler, askeri dehaların bile ufak hesaplarla kendi elimizle yok edilmesi sonrasında kendi donanmamızı yok etmemiz bize hikaye kitaplarında ve "kahramanlıklardan" başka bir şey bırakmamış.
Bize kalan miras, bilgi, tecrübe ve gelenekler bu alanda nelerdir. Tüm yurtta sivil halka bir yansıması olmuş mudur ? Hayır.
Coğrafi alanlara bakınca, "Akdeniz bir Türk gölüdür" söylemi çıkar karşımıza hemen. Vaay vay. Bardağın üstü boş değil altı dolu demek gibi..En güçlü olduğumuz zamanlar da bile Cebeli-Tarık kayası bizim için dünyanın sonu imiş. Akdeniz sadece savaş meydanı. Yaşanan alan Marmara denizi. Biraz Ege, Biraz Karadeniz. Kendi deniz coğrafyamıza kendimizi hapsetmişiz. Toprak lazım, deniz neyimize gerek. Okyanus görmemiş dünya imparatorluğu.
Bize kalan miras, bilgi, tecrübe ve gelenekler bu alanda nelerdir. Tüm yurtta sivil halka bir yansıması olmuş mudur ? Hayır.
Ticari alanlarda neler yapmışız ? Tüm ülkeler okyanuslara açılıp, ticaret adı altında sömürgeleştirme faaliyetlerinde bulunmuşlar. Biz niye yapmamışız. Gidip sömürgecilik yapma, "fethet" ve diğer topraklara yaptığın gibi kültürünü yansıt, kültür ve bilgi al. Yapılmış mı hayır. En büyük liman İstanbul, ticari gemilere ve ticarete bakarsak yerli halk yok denecek kadar az hatta yok. Dil yok, herşey aracılarla yürütülmüş.
Bize kalan miras, bilgi, tecrübe ve gelenekler bu alanda nelerdir. Tüm yurtta sivil halka bir yansıması olmuş mudur ? Hayır.
Hayati konularda halk için olmazsa olmaz mıydı ? Hayır, toprak ve hayvan. Kabul etmek lazım ki toprağı seviyoruz. Genlerimizin içinde toz, toprak ve kan var. Deniz dediğin balık işte. Olursa olur olmazsa aklımıza gelmez. Hiç Osmanlı mutfağında, saray yemek kitaplarında balık çeşitleri gördünüz mü ? Tersanelerde çalışanlar, ekmeğiniz oradan çıkartan yerli halk ? bir han odası, bir testi şarap. O kadar işte. Halen "3 tarafı denizler çevrili" ülkem de deniz ürünlerini pişirmeyi bile bilmez bir çok aile. İstanbul da yaşayıp balık tüketmeyen, aileler var yahu halen.
İnsani sebepler tamamen duygusal, deniz üzerinden gün batımları, romantik anlar, yosun kokuları, iyot filan güzelde. Tüm yurttan bahsediyoruz. Kendimize bir soralım bakalım kaç aile deniz kenarında bir şehirden, ilçeden, köyden. 3 tarafımız deniz klişesini bir kenara koyalım önce, bizim burcumuz toprak. Kıçımızı denize döner otururuz. Çünkü babalarımız, dedelerimizden böyle gördük. Onlarda bilmezdi denizi. Bize ne öğretecekler. Ya yelken kulüpleri. Bildiğim kadarı ile dünyada ilk yelken kulübü 17.yüzyılın sonlarında kuruldu. Ya bizde, 1890 gibi ingilizler tanıştırdı. Elbet yine halk için değildi. Asilzade sporu ne de olsa. 1935'e kadar da yelken kulübü kurulmadı. yani sadece 80 yıllık bir geçmiş. Yelken, spor ve deniz bir arada. Daha bebeğiz yani. Diğer tarafı ise günümüzün maddi konuları. Bu biraz uzun, onun için istatistiklere filan girmek lazım ama kısaca 22 milyon hanenin %75'i işçi. bu rakamın %40'ı asgari ücretli bir ülke burası. Sadece yıllık sabit tekne bakım giderleri için iki ay boyunca günde 14 saat çalışan, ya gecekonduda ya da apartman dairelerine sıkışmış insanların ülkesi. Amatör deniz ve denizci adayı sayısı kaç bu ülkede ? objektif olarak ve rakamlara bakarak düşünün. tüm halkin %1'inden bahsedip denizci millet konuşmaları nasıl yapacağız.
İtikati konusu çok komiktir aslında. Yine de kısaca bu tanımın içine koymam lazım çünkü düşünün, eski İstanbul hikayeleriniz bazılarında anlatıldığı üzere neredeyse kabotaj'a kadar denizde cinler var, giderseniz çarpılırsınız denmiştir müslüman ahaliye. O zamanlarda denize açılan "müslümanlar" şimdikiler gibidir. %99 müslüman nüfusun içinde olup, dünyalıkla ahiretliği karıştırmam diyen muhterem halktır.
Özetle, bizim için denizcilik kültür denilen bilgi, tecrübe ve gelenekler neredeyse yoktur. Ya da az diyelim. Çok kısıtlı kalmış. Büyük deniz şehirleri ve liman kentleri birazcık nasiplenmiş ama çok sınırlı işte.
Bu yüzden denizcilik kültürünü yayamayız. Çünkü yok, ancak doğru oluşmasına katkıda bulunabiliriz.
Peki bunu yapabilir miyiz ? O da zor. Çünkü zaten az olan ve tecrübelerle edinilmiş, görgü kuralı gibi gözükmesine rağmen aslında işlevi olan bir noktaya değinildiğin de dünyalar kopuyor. Örneğin, bitmeyen tartışma. Ustarmaçalarınızı limandan çıkınca, ilk müsait anda toplayınız. Gelen cevaplar ; "benim özgürlüğüme müdahale edemezsiniz", " ister toplarım ister toplamam kime ne", yahu arkadaş bu belli sebepleri olan bir gelenek işte. Kötü bir şey değil ki ? Hayır, yeni moda bu, tüm eski ve güzel gelenekler çöpe atılacak, herkes kafasına göre "özgür" olacak.
İşte tam da burada başka bir tanımlama yapma gereği ortaya çıkıyor. Amatör denizciler, denizci midirler ? yoksa sadece tekne sahibi mi ?
Bir başka konusu ise, şu meşhur denizciler kibar insanlardır mevzuu. Bilenler biliyor, ayvansaray, balad kayıkhanelerin de "denizcilerin" arası idi benim çocukluğum. Denizciler, yardımseverdir, paylaşmayı sever, kimseyi yarı yolda bırakmaz, farklılıklardan korkmaz çabuk kabullenir doğrudur ama kibar ? Tavuğuna bir kışt deyin bakalım ne oluyor. Her gece o kayıkhaneler de kavgalar çıkar, ıskarmozlar, kürekler, rakı şişeleri havada uçuşurdu. Denizci dediğin yüreğine olduğu kadar bileğine de sağlamdır. Bir sezonda denizciler "kibar" olmayı bırakıp, 1 e 500 yazan lokantalarda, liste dışı rakı parası sövüşlemeye çalışan barınaklarda, iskelelerde, tonozlarda, dünyalığını bir tekneden çıkarmak isteyen ustalara, seslerini çıkarmaya başlasalar, izin vermeseler, toplu hareket etseler, Bimer'e şikayet edeceğim seni demek yerine bir defa karşısına dikilseler, amatör denizciliğin bazı sorunları hallolacak ama neyse.
Hamiş,
Denizcilik kültürümüz yok, olan kısmını da modernlik adı altın yok etmeye çalışıyor, yerine daha iyisini koyamıyoruz.
Denizci mi olacağız yoksa tekne sahibi mi kalacağız daha ona bile karar veremiyoruz.
-
Bu "kültür" kavramına uygun vakitte bizce bir yaklaşımda bulunmak istiyorum. Giriş olarak diyebilirimki, batı dilinde kendin dünya görüşlerine ad verirken , ihtiyaca binaen koymak zorunda kaldıkları bir ad bu. İlk Almanlar farketti gördüğüm kadarıyla. Daha yeni bir kelime , binlerce yıllık batı tarihinde, henüz 1-2 yüzyıllık geçmişi var ve hala tekamül eden bir kavram.
Kavramın işaret ettiği şeye Amerikalılar "Amerikan yaşam tarzı" diyorlar ve ciddi bir laf. Amerikan başkanları onu korumak için yemin ediyor. İkiz kulelere saldırıldığında ilk kurdukları cümlelerden birisiydi, " bu Amerikan yaşam tarzına saldırıdır" ifadesi. Bize göre reklamlarda duyabileceğimiz , daha çok ev araba alırken kullanılabilecek cümle gibi dursa da , oradaki özgül ağırlığı bizle kıyaslanmayacak kadar fazla.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Buradan yürüyüp gitmek lazım. Çok doğru yer. Kültür bildiğim kadar Frnasizcada yetiştirilen şey "ürün " anlamına geliyormuş. Ataç Türkçe için "Ekin " sözcüğünü önermiş. Buradan yürünür.
-
amerikalı ingiliz fransız 16-17-18-19.yy ında denizcilik tarihi yazıp kültürünü oluştururken o ülkelerdeki kişi başı milli gelir yaşam şartları çalışma saatleri nasıl idi acaba? 1960-1970 larda doğu bloku ülkelerinde yokluk içinde yüzen işçilerin çoğunun gardroplarında eski de olsa birer smokinleri haftada bir tiyatro opera izlemek için saklanır , dağcılık kayak ekipmanları vs olurmus. Tıpkı batıda olduğu gibi (bi tarafta gelir yok haftada 50 saat mesai , diğer taraf gelir çok 35 saat mesai ama sonuç aynı)
3 sene evvel ist. Belediye tiyatroları 1 TL ye bilet satıyordu ama boş salonlara...
Ben ülkemizdeki hobisizlik ve kültürsizlüğün örf adetimizle alakalı olduğunu düşünüyorum. kaavede takılsın maç izlesin karısını kızını dövsün yemesin içmesin ooluna kat çıksın anasının temizlik yada emekli parası ile sigara içsin.... böyle ..oktan bi milletiz ne yazık ki. İstisnalar kaideyi bozmaz
-
İşe şu bazı ada ve burun isimlerini değiştirerek başlasak mı acaba. ?
-
Toplumların gelişme tarihine baktığımızda, her birinin gelişmesinin belirli koşulların bir araya gelmesine bağlı olduğunu görürüz. Ama sonuçta her toplum yine diğer toplumların gelişmesine paralel olarak gerileyebilir. Göreli olarak geri bir toplum da öne geçebilir. Sosyolojide eşitsiz gelişim kanunu deniyor galiba. Osmanlı imparatorluğu kara insanlarına ve ordularına bağlı olarak gelişmiştir, ancak Akdeniz'de faaliyet gösteren korsanlarla işbirliği yaparak denizi de kullanmayı becerecek kadar akıllıdır. Ama sonuçta korsan korsandır ve siz zayıfladığınız zaman kolayca saf değiştirir. Osmanlı'nın çöküşünün nedeni inanç ya da insan kalitesi olmaktan öte merkezi yapısı ve ticaret yolları üzerinde olmanın avantajını kullanarak haraçla yaşamaya alışmasıdır. Tam da bu nedenle batı Osmanlıyı by pass etmek için okyanuslara açılmış ve yeni dünyaları keşfederek zenginleşmiştir. Batının gelişmesinin altında ise koyu ortaçağ karanlığı yatar. Ortaçağda, manastırlarda zifiri karanlıkta yaşayan (sosyolojik anlamda) rahiplerin yüzyıllar boyunca yaptıkları araştırmalar ve deneyler daha sonra gelen aydınlanma çağının temellerini oluşturmuştur. Bu bilgiler çerçevesinde yapılan keşiflerle ve keşfedilen yerlerin sömürülmesiyle zenginleşen batı bilimi ve teknolojiyi daha da geliştirmiş ve bunun sonucu da Osmanlı'nın parçalanması ve paylaşılmasına kadar gitmiştir.
Kısa keseyim, bu çerçeveden baktığımızda toplumların ileri ya da geri olmasının tarihsel nedenleri vardır ve hiç bir toplum diğerinden, doğuştan daha iyi ya da kötü değildir. Zaten, hepimizin bildiği gibi,iyi ya da kötü yoktur, olgular ve durumlar vardır. Bu nedenle kendi ülkemizi ve toplumumuzu durmadan küçümsemek yerine kendimizi geliştirmeye baksak daha iyi olur düşüncesindeyim. Sonuçta toplumlar da bireylerden oluşur ve gelişmiş birey sayısı ne kadar artarsa toplum da o kadar gelişir.
-
Kendi payıma küçümsemiyorum ama sonuna kadar da eleştiririm.
Gelişmiş bireylerin artması için kuşaklar geçmesi gerekiyor. Şu an için bizlerde azdı, sonra ki kuşaklara geçebilecek bilgi ve gelişmişlik düzeyimiz maalesef vasat altı.
Bozkır bürokrasisi ile yönetiliyoruz.
Bilim ile ilim arasında ki farkı bilmeyen bir gençlik ile ilimin sadece dini öğretiler olduğunu savunan kocaman bir topluluk var.
Eğitimde dünyada son sıralardayız.
Evrim'in yasaklandığı, diğer taraftan halen evrimi bildiğini düşünen ama evrim ile evrim teorisi arasında ki farkta bocalayan, okumaktan nefret eden gençler geliyor peşimizden.
Her geçen gün karanlığa doğru yürüyoruz, görüyoruz ama halen birilerinin çıkıp engelleyeceğini düşünüyoruz.
Ahlak kuralları evrensellikten uzak.
Bunları şunun için yazdım. Önce diğer her şey de gelişmemiz lazım. Çok büyük değişiklikler gerekiyor. Son 15 yıl içerisinde toplum çok büyük bir "kültürel" ve "ahlaki" çöküş yaşadı ve yaşıyor. Fazla derine inmeyeyim.
Kendi ilgi alanımıza dönersek, son derece az sayıda bir topluluktan bahsediyoruz.
Bu zaten olmayan denizcilik gibi alanlarda iyice bozulmalara neden oluyor.
"Denizci" olduğunu söyleyen, konuşurken mangalda kül bırakmayan, ama balık kızarttığı tavanın yağını kimseciklerin görmediğini zannederek, gizlice denize boşaltan bir kadın. Uyarıyorsunuz, cevap " sanane be salak". Kocası ise elbet karısını savunuyor büyük bir öz güvenle, herkes yapıyor biz yapınca mı gözünüze battı.
Söyleyince kızıyorlar ama ülkemizde denizcilik daha doğrusu tekne sahibi olmak prestij sahibi olmakla aynı şey gibi görünüyor. Yahu hatırlayanlar olacaktır. Merter tekstilde merter olduğu zamanlar, laleli esnafı ile birlikte "yatı" olmayan konfeksiyoncu kalmamıştı. Yat, Johnny walker, iş toplantıları ve garsoniyer.
Kulaklarımla duyduğum bir diyalog,
- memlekette eşeğe binemezdin burada yelkenli yata mı biniyorsun ?
- bir yere gitmiyorum ki.
Kulüp üyelikleri mesela. Ben dahil büyük bir ön yargı vardır. Aynı golf kulüpleri gibi. Tamamen spor adı altında kurulmuş ama aslında belli bir konumda olan zümrenin aidiyet alanları gibidir. Aksi midir ? bilmiyorum, önyargılıyım hiç üye olmadım, olmayı düşünmedim. Ama dışarıdan tamamen böyle görünüyor.
Bu kültürün oluşması için en büyük görev, amatör topluluklara düşüyor. Bu görev bence o kadar önemli ki, kişilerin eline kalmamalı, her bir hareket ortak olmalı. Egolar, koltuklar, ünvanlar hepsi birer engel. Herkese açık, tüm fikirlere açık, ön yargısız tartışma grupları oluşmalı. Klavye savaşları değil, imlalar değil, fikirler konuşturulmalı. Kişilerin kim olduğu değil, kişilerin kendileri değil sadece fikirler bir biriyle çarpışmalı.
Ortak bir hareket başlatılmalı ve kabul görmesi için her birey uğraşmalı.
-
Stefan Zweig'ın coğrafi keşifleri roman tadında anlattığı Magellan diye bir kitabı var. Akıcı üslubu ile kendisini rahatlıkla okutan bir eser.
Aynı şekilde Tübitak yayınlarından çıkan Dünyayı değiştiren 5 denklem adında bir kitap var. O da günümüz biliminin hangi gerekçelerle yola çıkılarak bugünlere geldiğimizi anlatan bir eser.
Batı kaynaklı eserleri okurken yetersiz tercümeye kurban gitmemek için bazı kavramaları ve anlayışları onlardaki karşılığı ve bizdeki anlaşılışına dikkat etmek lazım. Mesela, çok bildiğimiz "hümanist" kavramının bizdeki karşılığı daha çok merhametli gibi anlaşılırken onlarda kavramın merhametle alakası yok. Keza, insan sevgisi anlamında kullanıldığında da yine bizim anladığımız bir sevgi değil ol. Batıda hümanist kavramı kilisenin kurguladığı ve inananlarına dayattığı theist anlayışa karşı çıkmak için ortaya çıkmış bir düşünce tarzı. Theism ise en başta incili ve tevratı dikkate almadan anlayamayız. Çünkü kilise , kendi doktrinini adını zikrettiğim iki kitaba dayandırıyordu. Doğaldır ki, hümanizmanın karşı çıktığı şeyler de kilise öğretisinde dayatılan şeylerdir
Aynı şekilde "wild" kelimesi bizdeki karşılığı "vahşi" kavramıyla tercüme edilmeye çalışılır. Bu iki taraflı hatalı anlayış olur:
1 vahşi kelimesi aynen vahşet de olduğu gibi "haksız/gereksiz" kan dökmek ile ilgilidir. Halbuki İngilizcede bunun için "savage" kelimesi var. Wild kelimesinin bizdeki karşılığı en masum haliyle " yabani" kavramıdır.
2. Wild kavramının ingilizcedeki ilk hali akıldışı, kuralsız, çılgın şeklindedir. Yani "not in your wildest dream" / "wild guess" / "wild card" bu ifadelerin hepsinde akıl dışılık, kurallara aykırılık anlamı bulunur. Wild kavramının bu anlamını incildeki "yaratılış-genesis" bahsini idrak etmeden farkedemeyiz.
Buradan ötesi batılı bir bilim adamı niye soyanın, domatesin genetiğini kurcalarken bizimkilerin aklına bu gelmezdir. Bizimkilerin aklına gelmez çünkü biz yabani kavramını çılgınlık akıldışılık diye algılamayız. Biz ıslah etme yönüne gideriz. Yani bizim zihniyetten bir alim domates tohumunu akıl dışı diye genetiğini oynamak yerine, onu ıslah etme yoluna gidecektir.
Bu açıdan bakarsak, batı hali hazırda , "wild" kavramının içinde akıl dışılık olmadığını daha yeni yeni farkediyor. Onu farkedenler yine kilise öğretisine karşı çıkan hümanistler. Maalesef doğal olan , zaten bedava olduğu için kapitalizmin pek hoşuna giden bir davranış şekli değil. Kapitalizm için patent lazım, o patentle para kazanması lazım. Böyle bakınca batıda bu davranışlara karşı çıkanların atheist ve anti kapitalist olması gayet doğal. Durum da bu zaten..
Batının bizi tahlil edecek kıyamet kadar akademisyeni var. Biz maalesef o konuda geri kaldık.
Neden bizim alim ıslah yoluna gitmiyor , biz niye batı dili ,gelenek ve adetlerini incelemiyoruz onlar başka konu...
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Zamanımızın %99'unu geçirdiğimiz "karada" bir yaşam kültürümüz var mı ki, "deniz kültürümüz" olacak.
Yaya geçidinden geçmeye çalışan insanlar üzerine araba sürenlerin, denizde kıç halatlarını almasını beklemek ne derece gerçekci olabilir.
Deniz aslında bencilliktir bana göre, ama esas olarak bencillik olduğu içindir ki (ne zaman zora düşeceğin belli olmadığından ve trilyoner de olsan bir gün denizde zora düşme riskinin mevcut bulunmasından) başkalarına hoşgörüyü ve yardım eli uzatmayı gerektirir.
Ancak "ben" olmanın yolunun "sen" olmaktan geçtiğini anlamayan toplumlarda herkes bir fili tuttuğu yerinden tarif etmeye kalkar maalesef
-
Zamanımızın %99'unu geçirdiğimiz "karada" bir yaşam kültürümüz var mı ki, "deniz kültürümüz" olacak.
Yaya geçidinden geçmeye çalışan insanlar üzerine araba sürenlerin, denizde kıç halatlarını almasını beklemek ne derece gerçekci olabilir.
Deniz aslında bencilliktir bana göre, ama esas olarak bencillik olduğu içindir ki (ne zaman zora düşeceğin belli olmadığından ve trilyoner de olsan bir gün denizde zora düşme riskinin mevcut bulunmasından) başkalarına hoşgörüyü ve yardım eli uzatmayı gerektirir.
Ancak "ben" olmanın yolunun "sen" olmaktan geçtiğini anlamayan toplumlarda herkes bir fili tuttuğu yerinden tarif etmeye kalkar maalesef
Ziya reis yazınızla ilgili bir hikaye var, onu ararken aşağıda animasyon halini buldum.
Derviş kaşıkları
https://youtu.be/RGaWEhLOAuc
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
İşe şu bazı ada ve burun isimlerini değiştirerek başlasak mı acaba. ?
Yani "prens adaları " ve "ingiliz koyu" nedir bunlar? Heleki ingiliz koyu, yüz yıl önce orası yok muymuş? Oradan bahsederken "ora" mı diyormuş insanlar da İngilizler gelince "hah şimdi adını buldu" mu demişler :D
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Adorno kitapların kitabı Minima Moralia'da aklimdakaldigi kadar soyle der;Hümanizmin en gizli en kuytu yerinde bir saldırgan durur. Daha sonra faşizm adını alarak dünyayı cehenneme çevirecektir.
Yahu bir tatile çıktık. Yaptığınız ise bakın.
-
Makul iddia. hümanistlerin bizdeki karşılığı zamanınca Mutezile mezhebi idi. Humanistlerin yaptığı gibi, görünene dayalı mantığı aşırı ön plana çıkardılar. İlk başta örülmüş sınırları kaldırmak için yola çıkmışlardı ama sonraları kendileri gibi düşünmeyen herkesi kılıçtan geçirmeye kalktılar.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Her devir de farklı anlamlar yüklenmiş şu "hümanizme".
Her bir akım tanımı da farklılaştırmış. Konu bizim topraklara gelince Yunus Emre hümanist miydi ? değil miydi ? çizgisinde.
Ben anlamam öyle felsefeden filan, hümanist denildiğin de benim aklıma M.K.Atatürk'ün sözü gelir.
"Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir gençlik" alın size hümanizm.
-
Tan Kaan reis, bir dilden başka bir dile kelime transferi doğaldır. Mesela "Muhabbet" kavramı bizim ithal ettiğimiz bir kavramdır . Bizdeki anlamı konuşma tarzlarından insanlar arasındaki sevgiyi arttıran konuşma tarzıdır. O yüzden iki insan muhabbet eder, insanlar muhabbet meclisi kurar. İki insan arasındaki sevginin artmasını niyaz etmek için Allah muhabbettinizi artırsın denilir. Fakat "muhabbet" kavramını aldığımız lisandaki anlamı "kadın ve ekek arasındaki sevgi" anlamına gelir . Dilimizde de bu anlamda kullanımı vardır ama argodur , "muhabbet tellallı" gibi. Anlamı bilindiği sürece sorun yok. Ama herhangi bir Arap kökenli Türkçe bilmeyen kişiye muhabbet etmeyin orada deseniz , sonucu kan dökmeye kadar varabilir.
Bizde de hümanist insancıl- merhametli anlamlarında kullanılır. İş tercüme eserleri okurken nasıl anladığımızda. Ülkenin kahır ekseriyeti düşüncelerini şekillendirirken tercüme eserleri kullanmakta. Ve Türkçede zaten kullanılan kelimeler başka bir işlemden geçmeden aynen cümlede kullanıldığı gibi çevrilmekte. Bu durumda, yazarın kafasındaki resim ile, biz Türk okuyucularının zihninde canlanan resim aynı değil. Bu da ileri seviyelerde ciddi yanlış anlamalara daha da kötüsü doğru anladığına yemin edebileceği yanlış anlamalara yol açabilir. Hümanist kelimesi neyse, bu daha çok yabancılar için sıkıntı. Dediğiniz gibi Yunus Emre veya Mevlana humanist mi? Yabancılara anlatan rehberler veya makalelere göre öyle . Bana çok ironik gelir bu durum. Ama "wild" kavramını vahşi diye tercüme etmek ve burada hem Türkçe hem İngilizcede hata yapmak , bir çok şeyi ıskalamamıza sebep oluyor. Bu üzücü. Çünkü insan hem zaman, hem emek, hem de para sarf ediyor ama bunların karşılığında alması gerekeni alamıyor.
Özetle, bahsettiğim tehlike ancak tercüme eserler için gerekli. Tercüme eselerin yazılı , görsel ve işitsel eğlence ve öğrenme dünyamızdaki oranı ne kadar ise risk o kadar fazla.
Ek: NTV de dil yaresi diye bir program var. Sabahları işe giderken dinlediğim vakitlerde genelde rast geliyorum. "Efkâr" kelimesinin Türkçedeki tekamülünü anlatan bölümü, meramımı anlatmakta yardımcı olacaktır.
Dileyenler aşağıdaki linkten bahsi geçen bölümü dinleyebilir.
https://soundcloud.com/ntvradyo/dil-yaresi-efkar
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Nuri reis, tercüme her daim tartışılmaya müsait bir mevzu. Ama aslolan okunan şeyi kendi mantık süzgecinizden geçirmek. İnsanlık tarihi boyunca salt doğru olduğunu iddia eden kutsal kitaplar dahi aslen size ana fikri sunar ve gerisini sizin mantık ve birikiminizin süzeceği çıkarımlara yönlendirir. Herhangi bir eseri okumakla içselleştirmek arasındaki süreç de bu olsa gerektir. Uzatmadan diyeceğim şu ki aslolan fikir ve o fikrin sizdeki karşılığıdır. Birikiminiz ve sorgulama yetinizle varacağınız noktada çeviri hatalarının hiçbir önemi yoktur...
Ya bir de, yine terkettik denizi, iyi mi :)
Ben hümansit olmadığımı 2011 senesinde Koçtaş'ın kasasında beklerken farkettim. Şaşırdım ve rahatladım :)
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Ya bir de, yine terkettik denizi, iyi mi :)
Ben hümansit olmadığımı 2011 senesinde Koçtaş'ın kasasında beklerken farkettim. Şaşırdım ve rahatladım :)
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Laf lafı açınca böyle oluyor Tiryaki reis :)
Ben hümanist olmadığımı tesadüfen öğrendim. Kavramın aslı ile kendi zannettiğimi kıyaslayınca ortaya çıktı
Kendisinin ne kadar hümanist olduğunu merak eden varsa aşağıdaki linkten test edebilir. Maalesef test İngilizce, ama öyle ileri seviye İngilizce gerekmiyor soruları anlamak için.
https://humanism.org.uk/humanism/how-humanist-are-you/
Ben kavramları esası anlamak ve usulde hata yapmaktan olabildiğince kaçınmak için çok irdelerim, mesleki hastalık :)
Bunun için bir fıkra vardır iki tarlanın sınır çizgisindeki öküz ile ilgili:
İki tarla sınırında duran bir öküz , A tarlasından beslenip tezeğini ise B tarlasına bırakıyormuş. A tarlasının sahibi buna itiraz etmiş. Öküz benden besleniyor ama gübresi sana kalıyor diye serzenişte bulunmuş. Bari demiş , sütünü ben sağayım. B tarlasının sahibi buna hemen itiraz etmiş , olurdu olmazdı derken iş kadıya kalmış. Varmışlar kadının katına , dertlerini anlatmışlar. Burada genelde sohbet de durup dinleyenlere , onların fikri sorulur. Ben arada girdiğim sınıflarda sorarım kimisi A tarlası sahibi alsın der, kimisi B tarlası sahibi, kimisi de paylaşsın. İşi bilenler hiç sesini çıkarmaz. Genelde kent kökenli kişiler öküzün kısırlaştırılmış erkek sığır olduğunu bilmez. Bu hakikatin farkında olmayanlar görünüşte mantıklı , üzerinde bol bol konuşabilecekleri ama uygulamada hiç karşılığı olmayan bir sürü laf sarf eder, vakit harcar. Halbuki işin esası yani , "öküz" kelimesinin esasını bilseler mantıklı ama faydasız usuller üzerinde kafa yormayacaklardı.
Dediğim gibi benimkisi meslek hastalığı, mecrasından uzaklaştırdı isem konuyu af ola :)
Saygılar.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Ara sıra karada olmakta fayda var. Keyifle okuyoruz ve bilgileniyoruz Nuri reisim.
-
Testi yaptım. İki kere.
%87 Hümanist çıktım.
Doğru söyleyin ölecek miyim? ;D
-
Bana da hala %89 hümanistsin diyor. Bu memlekette sadece %11'lik kayıp bir çeşit mucize olsa gerek :)
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
% 87 Çıktı . Bence humanizm ile ilgili gibi gösterilsede değil bu test. Soruların cevap seçenekleri daha çok yaşam şeklinizin ve kabullenmenin din ile ilintisinin ölçülmesi gibi geldi bana .Naif olabilirim ama hümanist değilim.
Hümanizmin anlamını biliyorum bunun karşıtlığı Tanrı merkezcilik olmamalıdır.
-
(https://uploads.tapatalk-cdn.com/20170823/c9b9cbaf69f3edc59fa92a44a92723cf.jpg)
Hümanistlik adına neredeyse bir şey yok bende :D
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
"We calculate you are 65% humanist.
You may be an agnostic, or culturally religious. Humanism may be for you - do have a look around our site."
Benim ne olduğuma karar veremedi. Sitemize bir göz at diyor :)
-
Konuyla bağını kurarsak?
-
Modern hayatta kendini hümanist hisseden amatör denizci denize çıkmalı. Havada sertse kesin olarak hümanistlikten kurtulursun dendi gibi geldi bana. 😎
-
Sahanesin:)
-
Önce şu uzunca yazımda denize bakan bakan mevzuunun yanlış anlaşıldığını tespitle konuya geri döneyim. O yazıyı yazdığım zaman da, şimdi de kastım devletten amatör denizciliği düzenlemesi değildi tabi ki. Ama o gün ve bugün hala altını inatla çizmeye çalıştığım nokta değişmedi; denizin siyasi otoritede ve eğitim müfredatında bulduğu yer orta ve uzun vade değişimin anahtarı olmak durumundadır. Kanaatimce en azından 50'li yılları bir kez daha gözden geçirmek gerek. Önceki yüzyılın ikinci yarısından itibaren izlenen politikalar günden güne denizi unutturmuştur. Osmanlı Caddesi adı altında derlediğim bir makalemde İstanbul'un köprü histerisini irdelemiştim yaklaşık 20 yıl önce. (http://www.emeklikahvesi.com/Osmanli_Caddesi) Kısa özeti, 18. yüzyıldan başlayan ama özellikle 20. yüzyılın başından Boğaz'ı aşmak histerisine dönen ibretlik bir tablo çıkmıştı karşıma. Altından mı geçsek, üstünden mi aşsak deyyu kafa yorarken bir tek denizi kullanmayı düşünmedi neredeyse siyasi erkler. Mesela, babamdan dolayı her daim içerisinde yer aldığım Türkiye Denizcilik İşletmeleri en azından benim hatırladığım bir yeni proje geçirmedi hayata, deniz taşımacılığını geliştirmek adına. Yıllarca sadece sürekli zarar eden bir KİT olarak anıldı ve sonunda ikiyüzyıla yaklaşan birikimiyle parçalanarak yok edildi. Bugün İstanbul'dan İzmir ya da Karadeniz'e deniz taşımacılığı kaldı mı? Oysa Aynı TDİ sadece deniz taşımacılığı değil, kruvazör turizmi bile yapıyordu bir zamanlar...
James Cook'u hemen hepiniz bilirsiniz. Ben ciddi kılım herife. Adam Büyük Okyanus'ta fink atarken bir yandan da her gittiği yere isim takıp, kaşif olarak dönüyor memleketine. Lan arkadaş, sen gittiğinde binlerce yıldır yaşıyor orada mesela Rapa Nui halkı. Ama beyim hemen bir isim de oraya takıyor; Eastern Island. Yarın atlayıp uçağa, inip mesela Sicilya'ya, bundan böyle buranın adı Ramazan Adası desem millet kıçıyla güler. Ama adam Pasifikte yıllarca bu kafayla gezmiş. Tabi bir de işin diğer boyutu var. 1779 yılında ölene kadar İngiliz Kraliyet Donanması adına gezdi, haritalar çıkarttı, bilinen dünyanın sınırlarını genişletirken ardından gelenlere paha biçilmez bir kaynak bıraktı.
Aynı yıllarda misyonunu tamamlayan Doğu Hindistan Şirketi geride kalan iki asır boyunca Hollanda denizciliğini, yanı sıra tersaneciliğini geliştirirken ardında yine paha biçilmez bir miras bırakıyordu.
Örnekler çoğaltılabilir. Toparlamak gerekirse, denizi engel değil de araç olarak gören toplumlar siyasi otoritelerinin de gücüyle tarih boyunca denizlerde varolurken, bir yandan da denizciliğin tarihini yazdılar ve tabi bugünlere zengin bir miras bıraktılar. Diğer taraftan dünyanın bilinen en eski deniz ticaret yollarının üzerinde yaşayan biz Anadolu halkları özellikle Osmanlı dönemiyle birlikte bu gelişmelerin dışında kaldık. Akdeniz'de gösterdiğimiz dönemsel varlığı sonraki nesillere aktaramadığımız gibi bir denizcilik mirası da yaratamadık. Hele ki 1950'li yıllarla başlayan süreçle birlikte Osmanlı'dan kalan güdük mirası da gün be gün yok ettik.
Aslında bu kadar uzatmak yerine şöyle de diyebilirdik belki; denizciliğin gelişemediği bir ülkede amatör denizcilik hangi kaynaktan beslenerek gelişecek? Son bir asrı sayazsak eğer, bugün denizcilik adına bildiğimiz ne varsa kaynağı ya donanmalar ya da balıkçılar değil midir? Ee, hangisinin mirasıyla varolacağız?
Amatör denizcilikte de diğer bir çok alanda olduğu gibi üretmeden, geliştirmeden ve tabi ki hazmetmeden hazıra konduk. Son yüzyılda yaşanan gelişmeler, daha da önemlisi bilginin paylaşımı ve iletişimdeki bu baş döndürücü gelişmeler olmasa sizce kaçımız denizlerde olurduk?
Devlet ya da adına her ne derseniz, siyasi erk yaşantımızı şekillendiriyor. Kabul etsek de, karşı çıksak da. Eğer ki bugün programında deniz, deniz stratejisi, denize dair vizyonu olan bir siyasi erk söz konusu olsa; müfredat da deniz gerçek yerini bulabilse sadece iki jenerasyon sonra bambaşka bir deniz algısı ile karşı karşıya olmamız söz konusu. İnanmıyorsanız son onbeş yılımıza şöyle bir bakın. Toplumsal değişimlerin aslında çok da uzun periyotlara ihtiyaç duymadığını kolaylıkla görebilirsiniz.
Çok uzatmışım yahu...
-
Bu amatör denizcilik kavramını kim çıkardı bilmiyorum ama ben denizci ulusların hiçbirinde böyle bir terim duymadım. " yachtsmen " var, " boater" var ama amatour sailor filan yok.
Dünya literatüründe olmayan bir terim üzerinden tartışma yapmak komik oluyor aslında. Kavramları doğru oturtalım ki tartışma da doğru olsun.
Bir kere çoğumuz yachtsmen oluyoruz beyler bayanlar. Ben ise boater oluyorum bu sınıflandırmaya göre mesela. Önce terminolojiyi tartışalım , doğru yere koyalım, ki tartışma doğru yürüsün.
-
Nedir o kavramların türkçe karşılığı? Ya da neyi tanımlıyor. Sen niye bostrrsin da çoğunluk yachtmen oluyor? Sahi soru.
-
Yachtsmen den kasıt , varlıklı, denizde olmayı bir spor ama daha önemlisi bir statü olarak gören, her daim teknesi gıcır gıcır, bakımlı tekne sahibi kastediliyor. Bu küçümsenmiyor ha . Aman yanlış anlaşılmasın.
Boater ise , elinden iş gelebilen, gündelik hayatında da kendi işlerini görebilen, musluğunu tamir eden, arabası arızalandığında tamir edebilen, kendi evini dahi yapabilecek durumda olan ve kendi teknesini yapabilen kişi anlatılıyor.
-
E tamam. Forumlarda olan çoğu kişi ikincisi. Az çok kendi işini yapıyor. Benim gezdiğim gördüğüm kadarıyla denizde sahiden dolasancok kişi öyle parababasi filan değil . Orta ve veya orta üst sınıf. Demek tartışmada kavram hatası yapmıyoruz. Sen mesela Boatersin ama motordan anlamıyorsun. Bu seni bu sınıftan çıkartmıyorsa bişekilde doğru yoldayiz
-
Pu ha ha .. Çok iyi yaaa. Ne vuruyorsun yüzüme motordan anlamadığımı..?
-
Ersin resin adları belirginleştirmesi doğru bir yaklaşım.
Türkçeleri için önerim :
Denizci : Deniz üzerinde bir araç marifeti ile bulunan kişi. Kastım yüzücü den ayrılmak . O da denizde bulunuyor ama tek ihtiyacı temiz su. Barınak, marina, liman, iskele gibi teknelerin ihtiyacı olan tesislere ihtiyacı yok. Denizci terimi, bu işten para kazananı da kazanmayanı da kapsıyor.
Deniz Aracı: Deniz üzerinde , motorlu veya motorsuz, yelkenli veya kürekli denizcinin "A" noktasından "B" noktasına seyretmesine (navigate) yarayan yüzen her şey. Sal, filika, yelkenli tekne ,motorlu tekne gibi
Ticari Denizci: Denizden bir araç marifetiyle para kazanan kişi . Bu kişilerin kullandığı araç deniz üzerinde olmalı. Yoksa karadaki tedarikçi veya bakımcılar denizci değil. Gemi sahibi de ticari denizci, o gemi deniz üzerinde kendi amacı olan ticari faaliyeti için işleten kaptandan tutun aşçısına kadar .
Devlet onlardan "gemi adamlığı belgesi" istiyor gemi üzerinde çalışmaları için.
Amatör Denizci: Deniz üzerinde bir araçla bulunan , bulunma amacı ticari olmayan denizci. Amaç ticaret dışında her şey olabilir.
Bunlara aklınıza gelen başka bir şey varsa ekleyin.
Bizi ilgilendiren Amatör Denizciliğe odaklanılırsa:
Yatchsmen: Yatçı. Burada işin maddi kısmı sanki daha çok ön planda. Amatör denizci , teknesinin deniz üzerinde bulunması için profesyonel hizmeti daha çok satın alan kişi. Yani Teknesinde maaşlı gemi adamı istihdam edebilir . İlla etmeli midir? Ondan emin değilim. Ama istihdam eden kesin yatçıdır.
Boater : Kayıkçı. Bu tanım camiada bol bol kullanılalan "kayıkçı kavgası" terimine bakarak uygun duruyor. Yoksa Tekneci de denebilir. Ama tekneci sanki kullanılan "Araca" işaret ederken "Kayıkcı" daha çok yapılan , uğraşılan şeye, yaşam tarzına işaret ediyor bizlerin arasında. Kayıkçı teknesinin yüzmesi için gerekli olan işlerin tamamını veya büyük kısmını kendisi görür.
Yanlışım varsa lütfen düzeltin. Niyetim bir şeylerin tanımını dikte etmek değil, "öküzün" ne işe yaradığını elimizden gelenin en iyisi ile anlamaya çalışmak. :)
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Elinize sağlık.. Çok iyi olmuş. Kimlerden bahsettiğimizi bilirsek daha sonuç odaklı tartışabiliriz.
-
Çok çok iyi olmuş bu sınıflandırma.
-
Bana uygun olan bir terim bulamadim.
-
Amatör kelimesini, halk arasındaki ikinci anlamı ile anlamak bizi ve bizi anlamaya çalışanları hataya götürür. Nedir o anlam: parasını uğraştığı şeyden kazanacak kadar henüz bilmiyor. Bu anlamı ile "acemi denizci" gibi bir anlam çıkıyor. Halbuki burada amatör kavramı, aynen amatör balıkçı, amatör atlet gibi- adam olimpiyat madalyalı ama profesyonel yani o işten meslek anlamında para kazanıyor değil. Evet reklam geliri var ama firma adına değil kendi adına yarışıyor.
Devlet ve de bu anlamda bakıyor zaten. "Amatör Denizci " kavramının devlet diline oturması bize devletin anlayışını belirtmekte.Bu yaklaşıma şaşmamak lazım. Sonuçta devlet halka vereceği hizmetler için vergi toplamak zorunda. O vergiyi de ticaret erbabından toplamakta. Dolayısıyla ilk odaklandığı yer vergi toplayabileceği alanlar.Bizden vergi toplayamadığı için hak ettiğimizi düşündüğümüz ilgiyi göremiyoruz, barınak ve çekek yerleri gibi. Çünkü oraları yapmak için de para lazım. Yap işlet devret modeliyle yapılmakta ama sonuçlar biz "kayıkçıları" pek memnun etmiyor. Yatçılar görece hayatından memnun "para var huzur var" düşüncesinden. :)
Devlet harç dedi març dedi iş ,bilmeyen bürokratla vur deyince öldürdü. Şimdi onu tamir etmeye çalışıyor gibi.
Forumlarda okurken benim gördüğüm, muhtemelen devletin de gördüğü bu amatör denizci denen kişiler tarihi hedon namlı kült liderinin gizli müridi durumunda. Herkes bir haz, bir keyif peşinde. Hal böyle iken 1000 liraya iki kişinin işini görmek için barınak yapacağıma, 1000 garibanın işini göreyim peşinde. Yani toplumun da genel kanısı bu. Durum bundan farklı mı? Hali hazırdaki durum genel itibarı ile onu gösteriyor , lafım meclisten dışarı. Burada diyoruz ki, kardeşim deniz bir yaşam tarzı olsun, salt keyif aracı değil. Keyif alınmasın değil, salt keyif aracı olmasın. Yaşamımızı daha çok kaplasın...
Bunu nasıl devlete anlatırız: devletin anlayacağı dilden. Yani vergi ve yatak olacağı çeşitli iş kollarıyla. O iş kollarından evlerini geçindirecek diğer vatandaşların sayısı ile. Bunlara ek olarak deniz ile büyüyen Türklerin ülkemize kazandırdıları ile. Mesela Osman Atasoy. Adam dünyayı iki kez dolaştı. İkinci seferinde Antartikaya Türk bayrağı dikip bunu tüm dünyaya duyurdu çektiği film ve fotoğraflar ile. Yanlış hatırlamıyorsam, teknesi Türk bayraklı idi. Türk devleti kendi üstüne düşeni yaptı. Antartika'da bir araştırma üssü kurdu ve ilk ekipte Osman bey ve ,yanlışım hatırlıyorsam düzeltin , Sibel hanım da vardı.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Bana uygun olan bir terim bulamadim.
Kayıkçı kısmına sizce niye uygun değil? Kavramı daha belirginleştirmek için sizin dikkat çekeceğiniz şeyler önemli. Sonuçta şişme bot, motor ve yelken marifetiyle aylarca su üstünde kaldınız. Denizci kesinlikle de, kayıkçı dar mı bol mu?
Veya amatör denizci altında başka bir başlık?
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Bol geliyor. Servis botu benimki. Şişme bot yama dışında onarım da gerektirmiyor . Denizci de pek bir iddialı geldi.
Neyse yakında belki kayıkçı olurum. Çok şey öğrenmem gerekiyor çook.
-
Enes reis, kullandığımız deniz aracı üzerinden tanımlamaya kalkarsak seyreyle cümbüşü :)
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Kayıkçı.
Bana sorulduğunda yada kendimizi anlatırken hep bunu deriz. Öyle öğrendim. Lakin unutmamak gerekir ki kayıkçının da profesyoneli ve amatörü vardır.
Denizci olmak hem çok kolay hem çok zordur. Denizden uzak birisi için kayık üstündeysen denizci olursun, ama deniz üzerindeysen bilirsin ki gerçekten denizci ünvanını almak aslında o kadar da kolay değildir.
-
Bol geliyor. Servis botu benimki. Şişme bot yama dışında onarım da gerektirmiyor . Denizci de pek bir iddialı geldi.
Neyse yakında belki kayıkçı olurum. Çok şey öğrenmem gerekiyor çook.
Enes Reis , kullandığımız araça bakarsak evet öyle bir çekinceniz olabilir.
Demin sınıflandırmada "Tekneci" yerine "Kayıkçı" arasında tercih yaparken bende aynı kaygı sebebi ile "kayıkçı" kavramını yeğledim. Şöyleki :
Ekmek teknesi
Duş teknesi
Hamur teknesi
Balıkçı teknesi / balıkçı kayığı var
Üçünde de kenarları yüksek , içine bir şey alan/ konulan nesneye işaret ediyor.
"Kayıkçı kavgası" ise davranışa , o koşullara sahip olanların davranışına işaret ediyor.
"Kayıkçı kavgası " var ama "tekneci kavgası" yok
Tekne nesneye işaret ederken , aynı şekilde kullanımda kayık daha çok davranışa işaret ediyor. Bu sebeple kullandıkları aracın şekline veya yapıldığı malzemeye bakılmaksızın kullandığı araçta gereken işlerin tamamını veya çoğunu yapan kişi kayıkçıdır demek , bağlama uygun geldi bana. Bu açıdan bakıldığında, giriştiğiniz mücadele ve neticesi sizi tabiri caiz ise "Öz" kayıkçı yapar :)
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Kayıkçı.
Bana sorulduğunda yada kendimizi anlatırken hep bunu deriz. Öyle öğrendim. Lakin unutmamak gerekir ki kayıkçının da profesyoneli ve amatörü vardır.
Denizci olmak hem çok kolay hem çok zordur. Denizden uzak birisi için kayık üstündeysen denizci olursun, ama deniz üzerindeysen bilirsin ki gerçekten denizci ünvanını almak aslında o kadar da kolay değildir.
Tan reisim :
1-profesyonelden kastınız "ustası" amatörden kastınız "acemisi" mi ?
yoksa
2- profesyonelden kastınız "yaptığı işten para kazanan", amatörden kastınız " yaptığı işten para kazanmayan" mı?
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Nuri reisim,
Kayık kelimesine bakarsak, sadece bir tabir değil, çok eskilerden gelen, sandaldan başlayıp, şimdiki söylemiyle gemiden küçük ama neredeyse okyanusa açılacak büyüklükte ki tüm tekneler için geçerlidir. Dolayısı ile kayık geniş bir kavram. Hem ticari faailiyet hem amatör faaliyet bir araya giriyor. Kullanımında, imalatçı, tek kişi açılan balıkçılar, küçük yük ve yolcu taşıyanların haricinde bu kayıkları tamamen keyfi amaçla kullananlarda vardır. Mesela Ersin bir kayıkçıdır aslında çünkü iş teknesini keyfi olarak kullanır.
Bu tanımlar kullandığımız teknenin hangi durumlarda "lüx" sınıfına girdiği ile değişir. Mesela S/Y diyoruz. Avrupa ve Amerika da asıl kullanım olan S/V ağırlıkta. Yani teknelerimiz yat mı ? değil mi ? önce bu belirlenmeli ki tanımlarda uygun olsun. Kanunlarda nasıl göründüğü farklı bir konu. Öyle alçak gönüllük olsun diye saraya fakirhane, 300,000€ yat'a kayık işte demekle olmaz bence.
Madem tanımlamalar yapılacak her biri ayrıntılı konuşulmalı.
Bence elbet.
-
Bu arada yat dediğimizde lüx anlıyoruz lakin yat kelimesi hollanda kökenlidir. Kanallarda hızlı giden ve kolay manevra kabiliyetine sahip teknelere yacht (yat) denirmiş.
-
Tan reisim, eleştirdiğim yok, Türkçe kavramlara aynı anlamı verme çabası var.
"İşsiz" Afganistan'da "bekâr" demekmiş bir afgan öğrencim söylemişti. Azerbeycan da ise "subay" kelimesi "bekâr" demek. Bizde ise eskiden evlenmek için , evini geçindirecek işe sahip olmak ve askerliğini yapmış olmak gerekli idi. Türkçede işsiz geçimini sağlayacak meşguliyeti olmayana, subay ise askerliğin içinde bir mesleğin adı. Görüldüğü gibi dillerin ortak kullandığı kelimeler var , aynı anlama sahip değil ama paylaştıkları bağlamlar var. Bu örnekte işsiz ve subay , Türkçedeki evlilik bağlamını paylaşmış. Bu şekilde kayık ve yat kelimelerinin benzer anlam ve ortak bağlamları vardır. Ama bırakalım kelime denen etiketleri anlama odaklanalım.
Denizciliği bir yaşam tarzı olarak gören :
1-bunların için bu işten geçimini sağlayan ile sağlamayana ne diyeceğiz?
2- geçimini denizden sağlamayalar içinde mesela Rahmi Koç ile Bazı günler sandalına atlayıp 2 kürek çeken kişileri nasıl sınıflandıracağız.
3- işinin inceliklerini bilen ile bilmeyene ne diyeceğiz.
Türkçesi ne yani bu anlamların....
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Eleştiriyorsunuz demedim, aklımdan bile geçmedi böyle bir şey.
Anlatmaya çalıştığım kolay değil, bir kelime ile ayrım sağlamak. Mesela amatör denizci söylemi ile hiç bir alıp veremediğim yok.
Gayette yerinde ve anlaşılır tanım. Her şeyi özetleyen genel bir başlık. Ticari olmadığımı anlatan tepe nokta.
Nesinden rahatsız olacağım ki.. Avrupada yok diye mi ? banane onların ne dediğinden. Onlar eski tecrübeli denizcilere salty dog diyorlar diye ben de mi diyeyim ?
1. deniz profesyoneli ve amatörü gayet anlaşılır. Bence cuk oturuyor.
2. denizde herkesin eşit olduğunu varsayarsak, Rahmi Koç ile benim aramda ki tek fark, onun teknesinin pahası ve tavırlarıdır. Eğer amatörce bir faaliyet içindeysek, ikisimiz de aynı tanımı hakediyoruz demektir.
3. bu ünvanın kim verecek? kim belirleyecek?
Bence bu tarz sınıf tanımlarından önce deniz kültürünün ne olduğu, nelerin deniz kültürü içinde toplanması gerektiği ve deniz kültürünün yaygınlaşması için yapılması gerekenler çok daha önemlidir.
Önce tekne sahibi olunca, denizci olmadığı anlatılabilsin, sonra ki ayrımlar kendince oluşuyor. Motoryatçı, yelkenci, marina denizcisi, gezgin vs...
-
Ünlü dil bilimci Farabi aşağıdaki eserinde :
(https://uploads.tapatalk-cdn.com/20170827/a45833b06cbc65f67a6098073ddb0fbf.jpg)
Düşünme ve bilgi edinme yöntemlerinden bahsettiği kısımda
(https://uploads.tapatalk-cdn.com/20170827/b950b9613dc745fbf4f3aa87110cedfa.png)
Aşağıda belirginleştirdiğim kısma dikkat çekmiş
(https://uploads.tapatalk-cdn.com/20170827/39b45ac9ca7c44d242106e723e857fe4.png)
Bu halde, biz denizciler de ortak bir Türkçede ortak dilde buluşmamız lazım, ki karşılaştığımız problemi doğru teşhis edelim ve doğru çözüm üretelim. Yıllardan beri örneğin , Amatör kavramını bilir arada cümlelerimde kullanırım, halk arasında acemi gibi algılanan bu kavram , acaba devlet dilinde "Amatör Denizci" deyince acemi denizci olarak mı , yoksa denizcilikten geçimini sağlamıyor anlamında mı kullanılmakta. Ortak dil , fikri zeminimizi oluşturmakta. Zemin sağlam olmayınca üzerine sağlam fikirsel bina da dikilemiyor.
Demem o dur ki, zemini sağlam kuralım, "öküzü sağmaya çalışıp" kazanç hayali kurmayalım. Öküz yük çekerse işe yarar, sağılırsa hüsrandır.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Nuri reis, kavramlar noktasındaki hassasiyeti anlıyorum ama bana biri sorduğunda ne ayaksın sen diye amatör denizciyim demedim bugüne kadar. Deniz hayvanıyım der geçerim. Yazın ve konuşma dili ne yazık ki farklılaşıyor. Daha ilkokul sıralarından itibaren konuştuğumuz gibi yazmamayı öğretiyor sistem. Belki de kavramlarla uğraşırken ıskalıyoruz mevzunun aslını. Eylem doğru tanımlandığında adının ne olduğu önemini yitiriyor. Denizde olmayı seven, denizde vakit geçirmeyi tercih eden adamım ben. Herhangi bir yabancı sorduğunda da 'a kind of sea creature' diyor geçiyorum.
Deniz kültürü deyyu yazıp durmam da aslında yine bahsettiğim yazın ve konuşma dili arasındaki farktan kaynaklanıyor olsa gerek. Yoksa kendi adıma tanımı basit ve de hiç ulvi değil. Yaşantısı denizle içiçe geçmiş, deniz yaşamında vazgeçilmez olmuş ve daha da önemlisi kadin günlerden bu yana öğrenilmiş ne varsa sindirip daha da fazlasını öğrenmeye çalışmaktan ibaret bir yaşam şekli.
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Tiryaki reis , maksat gönüller bir olsun.

Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Hafta sonu Tony Curphey ile kaldığı barınaktaydım.. Emsworth (Chichester).. Bütün yazıyoruz ya hani yukarıda.. 150 yıl var arada.. Deniz kültürü diye bir kavramları yok zaten.. Denizci var..o kadar.. yaşamdan ayrı bir kavram değil yani..her şey normal.. çünkü çoklar ve yüzlerce yıllık bir gelenekleri var. Barınak 32 foot üzeri tekne kabul etmiyor. Büyük diyor.. Yanda normal marina var oraraya git diyor daha büyük tekne sahiplerine.. Barınak daha çok denizci olup da parası kısıtlı olana hizmet etmek istiyor. Barınak dediğime bakmayın, özel işletme.. idealist kişiler işletiyor daha çok bu tip küçük özel işletmeleri.. Bambaşka duygularla döndüm geriye..
-
Geçen yıl "Akdeniz'de başka Kaş yok!" adında bir deniz şenliği yaptık. Şenlik kapsamında ilköğretim öğrencilerine temel denizciliğe giriş kursu verdik. Bahsi geçen veletler Kaşlı yani. En çok zorlandığım konu çocuklara Yengeç'in ne işe yaradığını anlatmak oldu. Ne dalış teknesi, ne yolcu, ne işe yarar ki bu tekne! Adına ister deniz kültürü ya da başka bir şey diyelim, sorun bu soruda değil mi? Para kazanmayacaksam ne işim var denizle, tekneyle. Topraksoylu halkın faydacı bakış açısı. Tıpkı köy yerinde işe yaramayan hiçbir hayvanın bir değerinin olmaması gibi.
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Hafta sonu Tony Curphey ile kaldığı barınaktaydım.. Emsworth (Chichester).. Bütün yazıyoruz ya hani yukarıda.. 150 yıl var arada.. Deniz kültürü diye bir kavramları yok zaten.. Denizci var..o kadar.. yaşamdan ayrı bir kavram değil yani..her şey normal.. çünkü çoklar ve yüzlerce yıllık bir gelenekleri var. Barınak 32 foot üzeri tekne kabul etmiyor. Büyük diyor.. Yanda normal marina var oraraya git diyor daha büyük tekne sahiplerine.. Barınak daha çok denizci olup da parası kısıtlı olana hizmet etmek istiyor. Barınak dediğime bakmayın, özel işletme.. idealist kişiler işletiyor daha çok bu tip küçük özel işletmeleri.. Bambaşka duygularla döndüm geriye..
Yazacak, yorumlayacak bişi kalmamış. O barınakları işletenler de aslında "idealist kişiler" değil. Onlar sadece benimsedikleri yaşamın peşinden gidip, ana akıma burun kıvıranlar. Yani "tam omurgalılar" :)xx :)xx
-
Son zamanlarda en keyifli okuduğum konu başlığı oldu bu. Bu tanımlamaları tartışmalıyız bence. Eğer doğru yere oturtursak bu işle uğraşanları o zaman yorumlar daha yerinde olur. Kaan da tam zamanında geldi. İyi oldu.
-
Aslında, Dileğin tam da yazdığı sebeple denizcilik kültürü üzerine gidilmeli bence. Aynen dediği gibi, "150 yıl var arada.. Deniz kültürü diye bir kavramları yok zaten.. Denizci var..o kadar.. yaşamdan ayrı bir kavram değil yani..her şey normal.. çünkü çoklar ve yüzlerce yıllık bir gelenekleri var."
Bizim kayıp yıllarımız var. Onlar da deniz kültürü aslında yok değil, deniz kültürü kendini öyle bir hale getirmiş ki, ayrı bir kavram halinden çıkmış.
Oysa biz de yok.
Yani biz geriden geleceğiz, önce elimizdekileri ortaya dökecek, önce bu kültürde, elimizde ki doğruları koruyacak, yanlışları kaldırıp yerine doğruları el birliği ile koyacak, yaygınlaştıracak ve bizde yaşamın içine koyacağız.
O zaman deniz kültürü diye ayrı bir tanımlamaya ihtiyaç kalmayacak. Ve bu temeller doğru atılırken belki de gerçekten yerine daha anlaşılır tanımlamalar koymamız gereken noktalar, çok daha sağlıklı, tecrübe ile yoğrulmuş ve uluslararası çevrime uygun olduğu gibi mantıklı sebeplere ortaya çıkacak.
İşte tam da bu sebeplerle önce Deniz kültürü ne menem bir şeydir sorusunu hiç hamasi yada demagojik söylemlere girmeden, ilkokul kitabı hazırlıyormuşcasına, basit, anlaşılır ve geniş bir çerçeveden bakarak konuşmak lazım diye düşünüyorum.
-
Hafta sonu Tony Curphey ile kaldığı barınaktaydım.. Emsworth (Chichester).. Bütün yazıyoruz ya hani yukarıda.. 150 yıl var arada.. Deniz kültürü diye bir kavramları yok zaten.. Denizci var..o kadar.. yaşamdan ayrı bir kavram değil yani..her şey normal.. çünkü çoklar ve yüzlerce yıllık bir gelenekleri var. Barınak 32 foot üzeri tekne kabul etmiyor. Büyük diyor.. Yanda normal marina var oraraya git diyor daha büyük tekne sahiplerine.. Barınak daha çok denizci olup da parası kısıtlı olana hizmet etmek istiyor. Barınak dediğime bakmayın, özel işletme.. idealist kişiler işletiyor daha çok bu tip küçük özel işletmeleri.. Bambaşka duygularla döndüm geriye..
Yazacak, yorumlayacak bişi kalmamış. O barınakları işletenler de aslında "idealist kişiler" değil. Onlar sadece benimsedikleri yaşamın peşinden gidip, ana akıma burun kıvıranlar. Yani "tam omurgalılar" :)xx :)xx
Seni aradım kıskandırmak için ;D ;D 1913 yapımı bir Hamble One tasarımı önünde duruyordum.. Mis gibi çiçek gibi bakmışlar.. 12 adetten biri.. ve satılık..6000Gbp yazmışlardı.. Fotoğrafı atacağım sonra...
-
Ayrıca "algı" da konuşulmalı.
Örneğin,
Denizcilik kültürü denildiğin de ekseriyetle bir alerji oluşma durumu var sanki. Sevilmiyor bu. Sanırım farklı algılanıyor.
Denizcilik kültürü yerine Denizcilik geleneği denildiğin de insanlar daha bir sakin ve daha bir kabullenir yada kabullenmeli havasında yaklaşıyorlar sanki. En azından merak ediyorlar.
-
Ya ingiltere'den bahsediyoruz. Şöyle bakalım. Bugün sonuç, geçmişe bakıp sebebine bakalım. Halkın bakışını ve Devletin bakışını ayrı ayrı tutalım. Hayal kurmayalım , var olanı görelim, bu göreceklerimiz hem Britanya adasını hem Kuzey ülkelerini kapsar.
Britanya: Ülke bizim iç anadolu bölgesinden biraz büyük , en yakın kara parçası ile arasında son derece hırçın denizin olduğu bir ada. Adamlarda meyve sebze yetiştirecek iklim ve yetişen sebzenin olgunlaşacağı yaz mevsimi yok.
Adamların kızarmış yeşil domates diye şarkısı , bizde yeşil domatesin yüzüne bakılmaz anca turşu kurulur. Karındeşen Jack'in karakterinin zengin birisi olduğunu , katilin katlettiği fahişelerin , meslekleri o, midelerinden çıkan üzüm tanelerinden anlarlar. Çünkü üzüm o kadar pahalıdır ki, geçinmek için vücudunu satan birilerinin alamayacağına karar verir dedektifler. Maktullerin midelerinden 4-5 üzüm tanesi çıkmıştır. Ülkenin neredeyse tamamı ticari hayvancılık, küçükbaş hayvan, için otlak olarak ayrılmıştır. Toprakaların neredeyse tamamı yüzlerce yıllık üstün kan kurumu sebebiyle küçük bir azınlığın elindedir. Sıradan halkın elinde denizden başka bir şey yokki. Adamlar denize de çıkmasa açlıktan ölecekler. Britanyanın bütün mutfağı , kendilerine ait balık, çoban pastası, salata ve Fransızlardan aldıkları Fransız kızartması yani parmak patates kızartması. Adamların mutfağı bu. Bir tane daha var şimdi aklıma gelmedi ismi. Onlarınkisi bizimki gibi keyif meselesi değil, hayatta kalma mücadelesi. Devlet kısmı başka bir bahis.
Halbuki bizde sıradan halkın geçimini sağlamak için denize bakmak zorunda değil. Bir karadeniz var, o da kendi yiyeceği kadar , nüfusu hala az. Eee aramızda Ahmet reis var işte Karadenizli durum bu. Bizde deniz hayatta kalma mücadelesindeki en büyük alternatif değil, bizde eee diğerleri olmaz ise eh işte deniz var durumunda. :)
Kültür mültür değil yaşam tarzı denmesinin bir sebebi bu işte. Kültür ve yaşam tarzı kelimelerini böyle kullanmak bana tuhaf geldi, ama şimdilik kenarda dursun.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Sadece sebepler bunlarla sınırlı değil ki. Sonuçta yüzyıllarca sömürge yarışında önde koşmuşlar. Tüm gelişim ve ticaretleri denizcilik üzerine kurulu, hatırladığım kadarı ile 1600 lü yılların ortalarında ilk İngiliz gemilerini korumak amaçlı denizcilik kanunu çıkardı. İngiltere de bir denizcilik ve lojistik firmsının tabelasına baktığınızda 1700'ler 1800'ler den beri ifadesi var.
Yani demem o ki onlarla aşık atacak değiliz elbet. Kesinlikle bir gelenekleri var, iyi yada kötü bir geçmişleri var. Bu da kendi tarihini bilen ortalama bir ingiliz için denizin önemini öğrenmesi için yeterli.
Dediğiniz gibi, biz de şart değilmiş . Bunun sebepleri çok farklı. Aslında şimdikinden kat ve kat fazla bir gelenek oluşması gerekirmiş ama yok işte. Hele ki bu kadar çok kültürlü bir coğrafyada daha fazla birikim sahibi olmamız gerekirken, ne dil, ne gelenek, ne ticaret, ne de askeriye oturmamış.
Amerika'ya bakıyorsunuz olmayan tarihi ve 3 günlük geçmişi ile, ister kültür deyin, ister yaşam tarzı, bir şeyler oluşturmayı, üretmeyi, geliştirmeyi ve yaygınlaştırmayı başarmışlar. Evet Amerikan tarzı ile yapmışlar ama yapmışlar.
Onlar başardıysa biz neden yapamayalım.
Şimdi, elimizde ne var ona bakalım. Neler eklenebilir, neler modernize edilebilir, nasıl geliştirilebilir. Elbet biz kalkıp, ticari yada askeri konularda ahkam kesecek değiliz. Bizim oluşturmak için adım atabileceğimiz tek konu "amatör denizcilik" ve " gelenekler (gelenekleşicekler)"
Bunu yaparken ön konuma yapıyoruz, belli bir harita çıkarmamız gerekir diye konuşmalıyız ve belli bir harita belirlendikten sonra, bu konuda tüm amatör denizcilerin katkıda bulunabileceği ortamlara açmalıyız. Yani şu xxx de konuşulsun, hayır yyy derneği halleder, biz zzz leriz sadece bizim içimizde olur, saçmalıkları bırakılmalı.
Zaten hep topu nüfusun %0,000375'i kadarız. Kimsenin aptalca egolarına yenik düşmemeli böyle önemli şeyler.
-
"Denizcilik gelenegi" demek gerek.. ama 9000 tekneyle eh işte..

ecnebi hayranlığı değil benim ki.. aman ha.. ama diyemem ki onlar şöyle böyle.. denizci toplum olmak durumu.. Müstemleke konusunu açan denizcinin kellesini almış atalardan anca biz çıktık 
ama bak gözünü seveyim ataları kötülüyor falan demeyin..geyiğe girer..




SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Fortune Turkiye dergisinden alıntıdır.
http://m.fortuneturkey.com/turkiyede-yat-ve-tekne-endustrisi-20625
En azından Türkiyede kaç tekne olduğu hakkında bir fikir veren tek yazı.
Türkiye’de yat ve tekne endüstrisi özellikle 2011 krizinden sonra koşar adımlarla olmasa da büyüyor. Özellikle süper yat imalatı konusunda uzmanlaşırken, işçilik maliyeti ve imalat kalitesindeki avantajlar Avrupa yat ve tekne pazarlarında Türkiye’nin adını sıklıkla duyuruyor.
Gelişmiş ülkelerin tarihini incelediğinizde denizciliğin ve deniz kültürünün ne denli önemsendiğini ve çoğu ülkede bir devlet politikasına dönüştürüldüğünü görüyorsunuz. Sahip olunan deniz ticaret filoları, liman ve marinalar bunun göstergelerinden. Yat ve tekne sektörü, yat imalatçıları yanında, deniz motorları, donatım ekipmanları ve teçhizatı, marina, çekek ve bağlama alanları, teknik bakım ve refit işlemleri, su sporları ve distribütörleri ile oldukça büyük bir endüstri alanı. Türkiye’de sektörün büyüklüğü, yıllık yat alım satımında 450 milyon euro civarındayken, Türk yat ve tekne endüstrisinin, yan sanayi ile birlikte ekonomik büyüklüğü 5-5,5 milyar dolara ulaşıyor. Pazarın yıllık büyüme oranı ise ortalama yüzde 20’lerde. Fakat denizle olan ilgimiz daha çok ona karadan bakmakla sınırlı kalıyor.
Deniz Turizmini ve Denizciliği Geliştirme Derneği’nin (DENTUR) “Türk Yat ve Tekne Endüstrisi Raporu”na (2015) göre, Türkiye’de 50 adet marinaya ve tahmini 13 bin tekne ve yat bağlama kapasitesine karşılık örneğin İspanya’nın tamamı düzlük olan Akdeniz sahilinde 270 marinası bulunuyor. 7 bin 800 kilometre kıyı şeridi uzunluğu ile Türkiye’ye yakın olan İtalya’da ise, tekne ve yat bağlama kapasitesi 178 bin. Toplam nüfusları 12 milyon olan İsveç ve Norveç’in kayıtlı tekne sayısı 1 milyonu geçiyor. Ülkelerin kişi başına düşen tekne sayısı istatistikleri de hayli çarpıcı. 8 bin 333 kilometre denize kıyısı bulunan Türkiye’de, 2 bin kişiye bir tekne düşüyor. Bu oran Almanya’da 184 /1, İtalya’da 68/1, Hollanda’da 64/1, Avusturya’da 293/1 ve İsviçre’de ise 73/1.
“Coğrafi yapısı açısından Türkiye, yat ve tekne endüstrisinde büyük bir avantaja sahip. Buna işçilik ve malzeme kalitesini, maliyet avantajlarını, sahip olduğumuz marinaları, çekek yerlerini ve imalatçılarımızın müşteri isteklerini karşılama yetkinliğini eklersek, sektör gelişmeye çok açık” diyen Yat ve Tekne Endüstrisi Federasyonu (YATEF) Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Cüncan şöyle devam ediyor; “Fakat 2011 yılında global krizin etkisiyle yeni tekne satışları dibe vurdu. Satış ve siparişler azalırken, haksız rekabet ve ikinci el teknelerin yurt içi pazara sokulması yat ve tekne imalatçılarımızı kötü etkiledi.” YATEF, 2004 yılında, İstanbul, İzmir ve Antalya’da bulunan Deniz Endüstrisini ve Denizciliği Geliştirme, İzmir Tekne İmalatçıları Dayanışma, Marmara Yat ve Tekne İmalatçıları Derneği gibi sektör derneklerinin bir araya gelmesi ile kurulmuş yat ve tekne sektörünü endüstriyel açıdan temsil eden bir sivil toplum örgütü. Cüncan’ın bahsettiği sorunların yanı sıra Türkiye’de tekne bağlama yeri yetersizliği ve marina kiralama ücretlerinin yüksek olması gibi denizcileri denizden uzaklaştıran başka sorunlar da var.
Denizcilik Müsteşarlığı tarafından 2008 yılında yapılan araştırmaya göre Türkiye’de, değişik boy ve cinslerde yaklaşık 70 - 75 bin tekne bulunuyor. Bunların 8 bini muhtelif boyda yelkenli tekne, 24 bini içten takma motorlu, 18 bin 500’ü dıştan takma motorlu ve 11 bin 500’ü motorlu şişme bot. Araştırma 2008 yılında yapılmış olmasına rağmen, global krizin yarattığı durgunluk ve resesyon nedeniyle rakamlarda ciddi bir artış yaşanmadığı tahmin ediliyor.
Yat ve tekne imalatında söz sahibi olan ülkelerde, aslında sektörün bir devlet politikası olarak desteklendiği biliniyor. “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ve Ege Denizi’nde imalat ve yat turizmi alanında bir merkez olması, temel strateji olarak değerlendirilmeli. Bu strateji, deniz turizminde global ölçüde yaşanan durgunluğu kendi lehimize avantaja çevirmeyi sağlayacaktır” diyen Cüncan sözlerini sürdürüyor: “Türk yat ve tekne imalat sektörü, kişiye özel imalat, kalite, teknolojiye kolay uyum, yeni tasarımlar ve işçilik maliyet avantajı ile öne çıkabilir.” Marina ve yat bağlama alanlarının artması gerektiğine vurgu yapan Cüncan tekneparklarla ilgili de bir konuda uyarıda bulunuyor; “Boğaz kıyılarına yapılan tekne park projeleri iyi planlama yapıldığı takdirde sektöre katkı sağlayacaktır. Fakat İspark (İstmarin) maalesef küçük tekne sahibi amatör denizcinin kullanabildiği bir proje değil. Tercihimiz ufak tekne sahiplerinin römorklarıyla gelip rampadan teknesini denize indirebileceği yerler projelendirmek.”
-
Sadece marmaris te geçen yıl 4000 üzerinde yelkenli var dı. Bölge olarak..
-
2.el tekne ithalatının serbest bırakılmaması için kulis yapanların olduğu birlik. Daha önce yayınladıkları bir bildiriyi paylaşmıştım.
8-14 mt arası ne projeleri var ? Hepsi milyon dolarlık imalat peşinde koşarken, küçük ve orta ölçekli yelkenli tekne sahibi olmak isteyenlerin önünü tıkamaktan başka ne yaptıklarını ben bilmiyorum. Bilen varsa ve aydınlatırsa çok sevinirim.
-
Yukarıdaki bilgilerin haricinde ruhsatlı 19.669 balıkçı teknesi olduğu.Bakanlığa göre bu sayının 50.000 olduğu söyleniyor. En azından Türkiyede yüzme bilenlerden çok tekne var gibi gözüküyor.
Bu gün kimsenin birbirine selam vermemesiyle ünlenen 10 senedir bulunduğum marinadan deniz kanolarımın marinaya yakışmadığı sebebiyle kaldırmam istendi.8 senedir marinada olan kanolarım birden marinaya yakışmamaya başlamış bende kaldırdım seneye teknemide başka marinaya alacağımı söyleyip eve geldim canım biraz sıkkın.Marinaya yakışmayan kanolarım aşağıdaki resimde.
(https://i.hizliresim.com/ERv6rB.jpg) (https://hizliresim.com/ERv6rB)
Not: Ortada duran terlikler ve arkadaki botların benimle alakası yok
-
Burak , acayıp bi marina orası.. Durduğun kabahat bence de..
-
Sanki birisi şikayet etmişte, onlarda bir bahane bulmaya çalışmış gibi geldi. Günahını almayayım kimsenin ama...
-
Saçmalamışlar.Nelerin yakıştığı ile ilgili liste yayınladılarda siz mi görmemişsiniz.
-
Özellikle sordum şikayet yok .İnsan profili inanılmaz değişti burada adama günaydın diyorsun cevap tanışıyormuyuz.Hayır sadece günaydın diyorum cevap biz tanımadığımız insanlara günaydın demeyiz. İyi günaymadın ozaman deyip devam ediyorum yürümeye. İyi oldu bahanem olmuş oldu eskiden Camper Nicholson ve Yapı kredi zamanı harika bir yerdi o yüzden uzun süre kaldım ama hiç bir şey değişmeyecek belli oldu.
-
Sabrın için tebrik ederim.
-
Palamarcı genç Şubat 22 ben ayrılıyorum dediğimde ağlamaklı oldu Abi sizde gidersiniz biz yandık burada herkes ağzından köpükler saçarak bağırıyor bize sizin gibi bir kaç tekne var sadece dedi. Denizcilik konuşuyorduk bir de buradan bakın.
-
Burak Reis,
Benim botun balkondaki resmini gönderin, yetmezse daha güzel bir videom var. İzleyince ayaklarınızı öpmek isteyecekler.
Yok onu da yapmazlarda size birini gönderirim reklam olursunuz deyin. Anlamazlar ama ben geldiğimde anlayacaklardır.
-
Bu arada kayağınız çok hoş. Ekspedisyon tip kayaklara benzettim. İnce ve uzun görünüyor, dolayısıyla hızlırdır da.
-
Burak reis, sıkmayın canınızı. Düşünsenize siz o tavırlara tahammül edemeyip oradan uzaklaşmaya karar vermişsiniz. Peki o tavır sahipleri kendilerinden nereye kaçacak?
Tipik kent insanları işte ...
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Taşı kuyuya atan deli olarak çıkarayım bari... sadece Fransa'da her yıl 700 kadar tekne palamarını Dünya turu niyetiyle çözüyör..mega yat dediğiniz nasıl bir şey bilemem..evim arabam yok..mülkiyete karşıyım.. 9000 yelkenli teknenin olduğu caaanımmmm memlektim de.. seni mi kırcam güzel kardeşim..22.000 de.. hala soruyorum..7 metre 1914 yapımı teknenin ayakta ve satışta olduğu bir denizci topluluğa mega yat için en avantajlı ülke bizim ki dersen.. bilemedim..gülme tarzı değişik olabilir.. hemen Ülke savunmasına geçmeyin bence.. gerçekleri önümüze koyalım daha faydalı oluruz ülkemize.. mega yatı bırak sen.. Vende Globe'a kim gidiyor hele ona bak bi... büyük düşünür Jack Sparow'un dediği gibi "Çaktın mı"..
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Bu arada kayağınız çok hoş. Ekspedisyon tip kayaklara benzettim. İnce ve uzun görünüyor, dolayısıyla hızlırdır da.
Selam Enes reis çok yaşa Evet kayaklar Necky Alsek modeli uzun yola uygun çok hızlı olmasada çok dengeli.3, 4 knot ortalama hızı yakalıyorum 2 saatlik bir gezide. Göcekte bir koyda bir tekne sahibi hergün su kahve ikram ediyordu.1 haftanın sonunda dayanamadı pardon ama bcaklarınızı nerede kaybettiniz zor olmuyormu dedi 30 dakika güldük adamla bacaklarım yok sanıp acımış bana .
-
Burak reis, sıkmayın canınızı. Düşünsenize siz o tavırlara tahammül edemeyip oradan uzaklaşmaya karar vermişsiniz. Peki o tavır sahipleri kendilerinden nereye kaçacak?
Tipik kent insanları işte ...
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Sağol Nuri reis Malesef okullarda alınamayan eğitimlerde var Adab gibi Aile vermediyse okulunda suçu yok kimsede kimseyi değiştiremez bu yaştan sonra ben boş verdim.
-
Taşı kuyuya atan deli olarak çıkarayım bari... sadece Fransa'da her yıl 700 kadar tekne palamarını Dünya turu niyetiyle çözüyör..mega yat dediğiniz nasıl bir şey bilemem..evim arabam yok..mülkiyete karşıyım.. 9000 yelkenli teknenin olduğu caaanımmmm memlektim de.. seni mi kırcam güzel kardeşim..22.000 de.. hala soruyorum..7 metre 1914 yapımı teknenin ayakta ve satışta olduğu bir denizci topluluğa mega yat için en avantajlı ülke bizim ki dersen.. bilemedim..gülme tarzı değişik olabilir.. hemen Ülke savunmasına geçmeyin bence.. gerçekleri önümüze koyalım daha faydalı oluruz ülkemize.. mega yatı bırak sen.. Vende Globe'a kim gidiyor hele ona bak bi... büyük düşünür Jack Sparow'un dediği gibi "Çaktın mı"..
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
[quote author=Dilek Ergül link=topic=669.msg13480#msg13480 date=1503040501
Şimdi düşünün bir; eş yelken biliyor.. çocuklar yelken kulübünde mis gibi yelkenciler.. yaz kış teknedeler.. hadi ama dürüst olun kaçınız sever bunu.. bakın tekrar bu forumda ki üyeler değil konu.. asıl aramıza katmamız gereken yelkenli tekne sahipleri.. 9000 yelkenli tekne.. epi topu..
Oppps pardon beyler! eyvah sırları açığa vurduk almacaklar aralarına beni.. C:-) C:-)
Şimdilik bu reis kaçarrrrrrr....
[/quote]
9000 tekne olayı nedir sürekli yazıyorsunuz Ben gerçekten anlamadım neyi ima ettiğinizi.
-
Orayı ben de sevmedim pek. Paranla terbiye oluyorsun hissi veriyorlar. Geç Marintürk e Burak cım.
Benim bir bacanak var , Bizim A.Kabaalioğlu nun hemşehrisi ve perşembe pazarı esnafı , çok uyanıktır , motoryatını oraya bağlamış, vardır bir hikmeti. :)
-
Orayı ben de sevmedim pek. Paranla terbiye oluyorsun hissi veriyorlar. Geç Marintürk e Burak cım.
Benim bir bacanak var , Bizim A.Kabaalioğlu nun hemşehrisi ve perşembe pazarı esnafı , çok uyanıktır , motoryatını oraya bağlamış, vardır bir hikmeti. :)
Öcal reis bacanaktanmı kaçıyorum anlamadım ? :D
-
Ben Avrupa ülkelerindeki denizcilik kültürünün varlığını ülke politikasına bağlıyorum. Ancak bugünkü politikalarına değil. Yakın geçmişte ve hatta ortaçağın sonlarındaki sömürgeleri ilan ettikleri Ülkelere ayak basabilmek, oradan köleleri savaş ganimetleri gibi toplayıp kendi ülkelerine getirmelerinin de bu gelişimde etkisi olduğunu düşünüyorum. Yunanistan da yarımada ancak onlarda da denizcilik geleneğinden diğer ülkelerden bahsettiğimiz gibi kolayca bahsedemeyiz kanımca.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Orayı ben de sevmedim pek. Paranla terbiye oluyorsun hissi veriyorlar. Geç Marintürk e Burak cım.
Benim bir bacanak var , Bizim A.Kabaalioğlu nun hemşehrisi ve perşembe pazarı esnafı , çok uyanıktır , motoryatını oraya bağlamış, vardır bir hikmeti. :)
Öcal reis bacanaktanmı kaçıyorum anlamadım ? :D
Yani , git onun gittiği yere demek istedim. ;D
-
Orayı ben de sevmedim pek. Paranla terbiye oluyorsun hissi veriyorlar. Geç Marintürk e Burak cım.
Benim bir bacanak var , Bizim A.Kabaalioğlu nun hemşehrisi ve perşembe pazarı esnafı , çok uyanıktır , motoryatını oraya bağlamış, vardır bir hikmeti. :)
Öcal reis bacanaktanmı kaçıyorum anlamadım ? :D
Yani , git onun gittiği yere demek istedim. ;D
👍 Mesaj alındı.😀
-
Ben Avrupa ülkelerindeki denizcilik kültürünün varlığını ülke politikasına bağlıyorum. Ancak bugünkü politikalarına değil. Yakın geçmişte ve hatta ortaçağın sonlarındaki sömürgeleri ilan ettikleri Ülkelere ayak basabilmek, oradan köleleri savaş ganimetleri gibi toplayıp kendi ülkelerine getirmelerinin de bu gelişimde etkisi olduğunu düşünüyorum. Yunanistan da yarımada ancak onlarda da denizcilik geleneğinden diğer ülkelerden bahsettiğimiz gibi kolayca bahsedemeyiz kanımca.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Cem Gürdeniz'in "Mavi Uygarlık"ı baş ucu kitabı olmalı.
Her "ben denizciyim" diyen fırsat buldukça tekrar tekrar, fasıl fasıl okumalı.
"Denizci olmak"ın felsefi/ kültürel / emperyal/ ulusal/ ticari / eğitsel ve akademik / sanatsal ve tabii kendi çerçevesinde "ahlaki" alt yapısı kavranıp özümsenmeden ne söylesek, ne tartışsak, ne de onlarca binlerce örnekler sıralasak boşuna. Büyük "denizcilik kavramı" içinden çıkarıp "amatör denizciliği" ayrı bir köşeciğe, cici, şirin bir rafa koyamayız.
-
Belki ulkemizde dağcılık sporuyla ilgilenenleri incelersek bize denizcilikle ilgili bir fikir verebilir. İsvicreliler dağcılık sporuyla ilgililer ama denize kıyıları olmasa da dünya denizlerinde tekneleri var.
Yani ben denizle ilgili durumu sadece gereksinim duymayla açıklayamıyorum.
ABD diyoruz. Bunlar zaten denizden gelip o topraklara hükmetmisler . İçlerinde anglosakson, Hollanda, alman, ispanyol kökenliler var.
-
Ben Avrupa ülkelerindeki denizcilik kültürünün varlığını ülke politikasına bağlıyorum. Ancak bugünkü politikalarına değil. Yakın geçmişte ve hatta ortaçağın sonlarındaki sömürgeleri ilan ettikleri Ülkelere ayak basabilmek, oradan köleleri savaş ganimetleri gibi toplayıp kendi ülkelerine getirmelerinin de bu gelişimde etkisi olduğunu düşünüyorum. Yunanistan da yarımada ancak onlarda da denizcilik geleneğinden diğer ülkelerden bahsettiğimiz gibi kolayca bahsedemeyiz kanımca.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Cem Gürdeniz'in "Mavi Uygarlık"ı baş ucu kitabı olmalı.
Her "ben denizciyim" diyen fırsat buldukça tekrar tekrar, fasıl fasıl okumalı.
"Denizci olmak"ın felsefi/ kültürel / emperyal/ ulusal/ ticari / eğitsel ve akademik / sanatsal ve tabii kendi çerçevesinde "ahlaki" alt yapısı kavranıp özümsenmeden ne söylesek, ne tartışsak, ne de onlarca binlerce örnekler sıralasak boşuna. Büyük "denizcilik kavramı" içinden çıkarıp "amatör denizciliği" ayrı bir köşeciğe, cici, şirin bir rafa koyamayız.
Tavsiyenizi uygulamaya koyacağım Cem reis teşekkür ederim :)
-
Belki ulkemizde dağcılık sporuyla ilgilenenleri incelersek bize denizcilikle ilgili bir fikir verebilir. İsvicreliler dağcılık sporuyla ilgililer ama denize kıyıları olmasa da dünya denizlerinde tekneleri var.
Yani ben denizle ilgili durumu sadece gereksinim duymayla açıklayamıyorum.
ABD diyoruz. Bunlar zaten denizden gelip o topraklara hükmetmisler . İçlerinde anglosakson, Hollanda, alman, ispanyol kökenliler var.
Onların da bir ihtiyacı vardır Enes reis. İlla karın doyurma meselesi değil.
Denizcilik bir gelenek mi onlarda fikrim yok, ama kız kardeşlerim iki yıl önce Lozan kentine tatile gitmişlerdi. Çarşıda pazarda çektikleri fotoğraflarda dikkatimi fiyat etiketleri çekti. Pazardaki tezgahlarda neredeyse bütün satılan ürünler paketli idi. İkincisi satılan ürünler kilo ile değil gramla idi. 100 gram mantar dikkatimi çekti, yanlış hatırlamıyorsam bizim paramızla 4 lira falandı. İnsanın ilk başta ne kadar pahalı olduğu falan aklına geliyor ama benim gramajı dikkatimi çekti. Kim 100 gram mantar alırki! Hani bir iki değil bütün paketler öyle. Yani genel alış veriş şekli böyle. Ancak yalnız yaşayanlar böyle az ürün alır. Yalnız yaşayanların çoğunlukta olduğu bir ülke. İnsanların yalnız yaşamasını eleştirmiyorum. Her kesin kendince sebebi vardır. Ama yazları bir ay yalnız yaşıyorum ve canım çok sıkılıyor. Böyle empati yapınca, İsviçre bana cebinde bol parası olan ama sıkılan insanların ülkesi gibi gelir. Bu işin bir yönü. Sıkılan insanların ihtiyaçlarını gidermek için arayış içinde olmaları normaldir.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
[/quote]
Onların da bir ihtiyacı vardır Enes reis. İlla karın doyurma meselesi değil.
Denizcilik bir gelenek mi onlarda fikrim yok, ama kız kardeşlerim iki yıl önce Lozan kentine tatile gitmişlerdi. Çarşıda pazarda çektikleri fotoğraflarda dikkatimi fiyat etiketleri çekti. Pazardaki tezgahlarda neredeyse bütün satılan ürünler paketli idi. İkincisi satılan ürünler kilo ile değil gramla idi. 100 gram mantar dikkatimi çekti, yanlış hatırlamıyorsam bizim paramızla 4 lira falandı. İnsanın ilk başta ne kadar pahalı olduğu falan aklına geliyor ama benim gramajı dikkatimi çekti. Kim 100 gram mantar alırki! Hani bir iki değil bütün paketler öyle. Yani genel alış veriş şekli böyle. Ancak yalnız yaşayanlar böyle az ürün alır. Yalnız yaşayanların çoğunlukta olduğu bir ülke. İnsanların yalnız yaşamasını eleştirmiyorum. Her kesin kendince sebebi vardır. Ama yazları bir ay yalnız yaşıyorum ve canım çok sıkılıyor. Böyle empati yapınca, İsviçre bana cebinde bol parası olan ama sıkılan insanların ülkesi gibi gelir. Bu işin bir yönü. Sıkılan insanların ihtiyaçlarını gidermek için arayış içinde olmaları normaldir.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
[/quote]
Nuri reisim, sanırım 100 gram olarak satma sebepleri ithalatı minimum seviyede tutmak amacıyla da olabilir. 1993 senesinde İngiltere'de elma, armut, şeftali vs. adetle satılıyordu. Ben de o zaman elmayı ağacından kiloyla toplayıp eve götürüp yiyen birisi olarak çok şaşırmıştım.
-
Olabilir Oğuzhan reis, farklı memleketler farklı usuller ... yinede pazardan ihtiyaç olduğunda mantarı kilo ile alan birisi olarak , 100 gram yadırganacak kadar az geliyor bana.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Sevdiğim bir beyaz yakalı dostumuz, İstanbul da Reiadiye köyünde bir ev kiraladı üç yıl önce. Bu yaz , 50 kilo domates toplayıp, kaynattılar, fazlasını biz topladık. Bahçe de fındık ağacı var. Ye ye bitmiyor. Kümesi var , tavuklar ortada dolaşıyor. Hem böceği önlüyormuş hem de yılanı.
Köpeği dolaştırmaya çıktık , ormanda elma ağaçları var. Elmalar yere düşmüş yuvarlanıyordu, yine ormanda kestane ağacı var. Keza , incir, ayva, nemileyim işte ne ararsanız. Su için kuyuları var. Bana göre bir inek eksik. O da olsa tam olacakmış.
Evlerinde koca bir şömine var. Ormancılara verilen odunları satın alıyorlarmış, doğalgaz var ama gerek olmuyormuş.
Karı koca ikisi de önemli şirketlerde çalışıyorlar, kışın biraz zorlanıyorlar ancak manyak keyifliler.
Şrap yapmayı öğrenmiş. Ancak geçen seneki gibi üzüm olmamış bu sene. Yoksa elli şişe yapardım diyor.
Aslında öyle bir ülkede yaşıyoruz ki.. Her şeyin en güzeli bu ülkede var. Deniz desen denzin dibi var. Arazo desen var. Var oğlu var. Geriye kıymetini bilmek kalıyor işte..
-
Taşı kuyuya atan deli olarak çıkarayım bari... sadece Fransa'da her yıl 700 kadar tekne palamarını Dünya turu niyetiyle çözüyör..mega yat dediğiniz nasıl bir şey bilemem..evim arabam yok..mülkiyete karşıyım.. 9000 yelkenli teknenin olduğu caaanımmmm memlektim de.. seni mi kırcam güzel kardeşim..22.000 de.. hala soruyorum..7 metre 1914 yapımı teknenin ayakta ve satışta olduğu bir denizci topluluğa mega yat için en avantajlı ülke bizim ki dersen.. bilemedim..gülme tarzı değişik olabilir.. hemen Ülke savunmasına geçmeyin bence.. gerçekleri önümüze koyalım daha faydalı oluruz ülkemize.. mega yatı bırak sen.. Vende Globe'a kim gidiyor hele ona bak bi... büyük düşünür Jack Sparow'un dediği gibi "Çaktın mı"..
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
[quote author=Dilek Ergül link=topic=669.msg13480#msg13480 date=1503040501
Şimdi düşünün bir; eş yelken biliyor.. çocuklar yelken kulübünde mis gibi yelkenciler.. yaz kış teknedeler.. hadi ama dürüst olun kaçınız sever bunu.. bakın tekrar bu forumda ki üyeler değil konu.. asıl aramıza katmamız gereken yelkenli tekne sahipleri.. 9000 yelkenli tekne.. epi topu..
Oppps pardon beyler! eyvah sırları açığa vurduk almacaklar aralarına beni.. C:-) C:-)
Şimdilik bu reis kaçarrrrrrr....
9000 tekne olayı nedir sürekli yazıyorsunuz Ben gerçekten anlamadım neyi ima ettiğinizi.
[/quote]Ben de 
kinaye o.. kaç yelkenli tekne var gibi.. az sayıdayız gibi..kayıtlı kayıtsız 55.000 teknenin kaçı yelkenli gibi.. 9000 olsun hadi 12.000 olsun..nufüsa oranı vs gibi.. cağrışımlar için bir rakam.. ki Tan Kaan oranı vermiş..
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Mavi kart meselesinde bazı Avrupa'lı yelken kulüplerinin mektuplarını çevirmiştim.. denize kıyısı olmayan İsviçre'ye kayıtlı 600.000 bir rakamda tekne vardı.. Teknen kadar Dünya denizlerinde yerin var durumu.. eski bir anlaşmaya dayanıyor aslında..
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
İsviçre çok bahsedilince nüfusuna bakayım dedim
(https://uploads.tapatalk-cdn.com/20170829/403e5481a213154fce2403dc9337b25d.jpg)
8,3 milyon.
Nufusa oranla tekne sayısına bakınca, isviçreli kullanıcı sayısı bilmek lazım. Bizde de bir sürü amerikan bayraklı tekne vardı. Amerikan bayraklı tekne sayısına bakınca Türkiye kökenli tekne sahiplerini kimse düşmüyordur. Keza Panama realitesi var. Bu tür istatiki rakamlar insanı yanılgıya götürebilir. O yüzden görünürde de denizciliğe bakmak lazım, iskandinav ülkeri norveç , finlandiya, izlanda, keza hollanda, italya , bunları makul bulabiliriz. Britanyayı kimse sorgulamıyor zaten.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Aynı şekilde, Türkiye kökenli tekne filosunda kaç tekne yabancı bayraklı olduğu için bizim rakama dahil değildir.
Bu işin geçmişi geçmişte kaldı. Ona yapacak bir şey yok. Geleceği yatırım için bugünü konuşmak lazım.
Bundan 11 sene önce okula bisiklet ile giderken bir delikanlı yanaştı yanıma. Abi sana bi araba verelim dedi. Elimde bi kartal var, çok şahane dedi. Bende istemem sağol dedim. Niye abi , çok kelepir fiyata verecem bak dedi. Yanlış hatırlamıyorsam 3000 lira mı 3,500 lira mı bi rakam söyledi. Ben yine red ettim, bu sefer arabamın zaten olduğunu söyledim. Genç bu sefer , eee abi dedi niye bisiklete biniyorsun o zaman diye şaşkınlıkla sordu :) . Tiryaki reis Kaştaki öğrenciler ile ilgili anısını anlatırken aklıma geldi. Bizim millet faydacı bakıyor eşyaya. Ki bunu çok sağlıklı buluyorum.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Bizim millet faydacı bakıyor eşyaya. Ki bunu çok sağlıklı buluyorum.
Evrimin ve de gelişimin bir noktasına kadar kabul edilebilir. Ama o kadar. Apayrı bir tartışma konusu çıkar buradan :)
-
Bizim millet faydacı bakıyor eşyaya. Ki bunu çok sağlıklı buluyorum.
Evrimin ve de gelişimin bir noktasına kadar kabul edilebilir. Ama o kadar. Apayrı bir tartışma konusu çıkar buradan :)
;) ;)
:)xx
-
Modern hayatta yaşadıkları iddia edilen bazı denizcilerimizden alıntılanmıştır:
Yardımcı Burnunu geçerken geceydi; o gece ilk defa tekne ilerledikçe kaçışan balık sürüsünün oluşturduğu eşsiz yakamozu gördüm. Deniz sonsuz bir ışık hüzmesiyken doğuya doğru önümüz sonsuz bir karanlıktı.
Gelidonya! diye haykırdım... Fenerin tepesinden şimdi geçtiğim denizlere bakarak kurduğum hayal aklıma düştü yine, nihayet gerçek olmuştu. Kaptan dedim bak Gelidonya Feneri; şaşırdı isimlerini nasıl biliyorumdu. Bizim kaptan içinse sadece bir çakardı. Yapma kaptan Deveboynuna da çakar demiştin. Gözümdeki yaşı karanlık gizlediyse de sesimin titremesini bastıramıyordum.
Erman Yerman
Gemi trafiğinin pek az olduğu bu yerde insan olduğunuzu anımsarsınız. Yapmak zorunda olduğunuz her şey, "look"- "bak, bana bak" demek için değildir. Yalnızca kendiniz için yapmak zorundasınızdır. Selametle hedefinize varmak için uyur-yemek yer- motorunuzu-yelkenlerinizi dinlersiniz. Altınızda 3.000 metreyi aşan derinlik, dört yanınız alabildiğince mavi. Dalgalar. Gece çökünce mutlak karanlık. Uzaklarda bir yerlerde tesadüfen göreceğiniz bir kırmızı bir yeşil ışık mutlu eder sizi. Duyulabileceğinizi bilmenin mutluluğunu yaşarsınız. 'Yalnız değilim' dersiniz. Bilirsiniz, bir şey olsa, size bakmayacak sizi duyacak, bir ikon yollamak yerine ses verecektir. Sahici bir iletişiminiz olacak, konuşacaksınızdır. Güven duyarsınız. O tanımadığınız kırmızı-yeşil ışığa güven duyarsınız.
Bülent Büyükdağ
Nitekim bir sene sonra limana bir yelkenli yat giriyor ve ben alargada kayıktaydım. Akşam olmak üzereydi. Hemen kendilerine el ettim ve onlar da görüp üzerime döndüler. Sonrasında kendilerine isterlerse demirleyebileceklerini, bizim tonozlarımızı kullanabileceklerini veya isterlerse bordalayabileceklerini söyledim. Çok memnun oldular.Sonrasında demirlediler.Yanılmıyorsam eşleri yabancıydı.Kendi aralarında İngilizce konuşuyorlardı. Neyse suyun falan yerini tarif edip kendi kayığımızdaki işlerle ilgilendim. Ardından akşam oldu, biz denize çıkmak için ay karanlığını bekliyoruz onlarda havuzlukta akşam yemeği yiyorlardı. O esnada teknelerinde Sezen’ in o yıllarda olan albümünü dinliyorlar. Benimde çok sevdiğim “Gidiyorum” parçası çalıyor. Çok etkilendim ve bir gün mutlaka bir yelkenli alıp böyle çoluk çocuk liman liman gezmeliyim diye bir hayal kurmuştum.
Aradan yıllar geçti Ankara, İstanbul falan derken öyle çok liman liman gezemesem de zaman zaman teknemin havuzluğunda oturup aynı parçayı dinliyorum.
Ahmet Kabaalioğlu
Dalgalı denizde usturmaçalardan birisi denize düşmüş. Tek başına seyirde insan bu eşyalarla ilginç bir bağ kuruyor.
Hemen hamle edip , tekneyi döndürmeye başladım. Düşmüş usturmaçayı gidip alacağım.
Usturmaça da dalgların üstünde bir inip bir çıkıyor. Tekneyi aldığımdan beri bende bu usturmaçalar. Düşen ise zaten patlak olan. Yine de iş görüyordu ama.
Sancak tarafında sallanır dururdu. Binlerce kez teknelerin arasında ezildi durdu. Hep bağlı kaldı . Tüm ömrünü bağlı ve iki tekne arasında ezilmekle geçiren , zaten görevi de bu olan usturmaça şimdi özgürlüğüne kavuşmuş, dalgaların tepesinde hoplayıp zıplıyordu.
Çok aykırı bir görüntü idi. Bağlı olması gereken, hep ezilmesi gereken usturmaça, dalgaların üzerinde ve artık özgür, coşmuş gidiyor.
öyle çok çizik ve başka tekne boyası vardı ki üzerinde , o yüzden kılıf takmıştım. Tam sibobu yanından da yırtıktı. Tamiri de mümkün değil. Çoktan emekli olması gereken , ama çalışmak zorunda olan binlercemiz gibi usturmaça da denize düşene kadar görevinin başında idi.
Seni geri dönüp almayacağım. Zaten patlak ve eski olduğun için seni birileri bulsa bile denize geri atacaklar merak etme. Özgür ol . Muhtemel yavaş yavaş su dolacak içine ve bir gün denizin dibini de göreceksin. Belki deniz canlılarına yuva olacaksın.
Her ne olacaksa olsun ama asla bir daha usturmaça olmayacaksın. Merak etme. Çünkü kimse seni beğenmeyecek, usturmaçalık yapamayacağını görüp seni denzie geri fırlatacaklar. İşte o ana kadar, yani yarığından içine seni batıracak kadar su dolana kadar özgür kalacak , denizlerde özgürce gezeceksin.
Birçok benzerinden çok daha şanslısın. Bizler gibi.
Ersin Böke
Finike Marina da iki gün önce yabancı yatçılardan 25-30 kişilik bir grup arkadaşlarını veda partisi yapıp yaz tatili için İngiltere ye yollamıştı.
Bizim veda Port Hole deki partimiz de marina da ki Türkler ile şöyle bir grup oldu son gün.
Aynı grup ertesi gün sabah altı da beni uğurlamaya da geldi , buradaki fotoğrafları çekip bana gönderen sağolsun Ahmet N.Davran reis.
İki senedir acısıyla ,tatlısıyla zaman geçirdiğim ,tekneyi tek başıma refit yaptığım Finike Marina dan böyle ayrıldım.
Elveda Finike deyip arkadaşlarıma el sallarken üstlendiğim vazifeyi başarmaktan ve kendi teknemle yola çıkmaktan duyduğum sevinç ve artık alıştığım yerli yabancı arkadaşlarımı ve marinayı ardımda bırakmaktan duyduğum hüzün duygularım karışıktı.
Öcal Turan
Bu arada saat te 12.00 ı devirmiş.
Eeee, bu durumda bir kutlama gerek.
Açılsın sarı ateş suları.
Sanırım bu üçlünün dostluğunun 17.yılı olsa gerek. Biz bu zaman dilimine öyle çok şey sıkıştırdık ki. Katıldığımız Ralliler, bizim düzenlediğimiz ralliler,ralli seyrinde yapılan kuru fasulye pilav a gölcükte beraberce çatal sallamacalar, trilye rallisinde gece trilye limanında denize düşenleri toplamacalar,çocuklarımızı nerede ise bir arada büyütmeceler ve elbette bizi buluşturan DSTİ deki delice çalışmalarımız,fuarlar,Barbaros anıtında ilk kez 1 Temmuzda bayrak açan isyankar Amatör Denizciler.(Polis önlem almıştı.Hala gülerim.)Ve hala özlemle andığımız yitirdiğimiz dostlar. (Alii, Matay abartmadım değimli hı ? )
Siz bakmayın atışmalar, matışmalar dediğime. Çok koyu ve içi gerçekten dopdolu bir sohbetle yola devamdayız. Her taraftan ,her konudan içi dopdolu bir sohbet içindeyiz.Hatıralar, Dün, Bugün ve Yarın a dair.
Kaan Erdem
Cocuklugumda Abanada baliga cikan teknelere misafir olurduk. Ay dogmadan cikilir. Ay isimaga basladiginda donulurdu. Yakamoz sayesinde baliklar adeta fluoresan lamba gibi suda kacisirdi. Tabi karadeniz kiyisi daglar oldugu icin isik etkilemezdi. Daglarin arasindaki vadilerin karsisindan gecerken agustos sicaginda buz gibi disari ruzgari eserdi.
Mustafa Erol
Sen ne demek istediğimi çok iyi anlarsın.. Çok sevince insan bir şekilde oluyor.. ayran olmasın babasını satayım tekneyle gidelim deniliyor.. ne olursa olsun.. bunu ancak deli yürekli deli fikirliler biliyor.. hatırladın mı sana "çok sevdim" demiştim..sen de biliyorum dediydin.. ha bak böyle şey.. çok sevmek denizi ve ona ulaşabilmenin tek yolu tekneni yapmak..almak..tamir etmek herneyse işte adı.. elinde avucunda olanı harcamak..uğruna saçını süpürge etmek.. deyimlerinin hakkını vermek.. ahan da durum bu minvalde gelişti
Dilek Ergül
Benim yelkenli tekneden en keyif aldığım yön, daha önce gitmediğim bir yere ilk kez tekne ile gidiyor olmam. Gideceğim yer- ada, hakkında ön bilgi edinmek, limanı, girişi, bağlama koşulları, o yerdeki sehrin -köyün durumu, tarihi vs. Rüzgar yönü ne olacak, seyir ne kadar sürer, gece nasıl geçer vs. Her yeni bir yer yeni bir heyecan, biraz stress ama istediğiniz yere varıp teknenizi güvenle bağladıktan sonra, birşeyi başarmış olmanın verdiği mutluluk ve akabinde köyü-adayı keşfetme heyecanı... Tüm bu planlamalar beni güncel iş vs hayatımdan tamamen uzaklaştırıp kopartıyor…
Erdal Okur
Eğer ki Yengeçle kesişmeseydi yolum muhtemelen 33-36 feet bir Fisherman beni dünyanın en şanslı adamı hissettirebilirdi. Ama Yengeçle birlikte dünyanın en şanslı çifti gibi hissettiğim de bir gerçek. Evet, denizde vakit harcayacağım bir araç olmalı özünde tekne dediğin ama o kadar basit olamıyor işte. 8 havada, kafadan gelen dalgalara çarparken pruvam ya da bordamı aşacakmışçasına gelen dalgaların koynunda; hatta denizin ortasında motorsuz yelkensiz sadece Lodosun insafına kaldığımda hissettiklerim arasında endişe ve korku yok. Bıkkınlık, sabırsızlık, bazen kızgınlık var ama her daim emin olduğum bir şey varsa o da Yengeçle gideceğim yere eninde sonunda ulaşacağım.
İşte bu yüzden bir gün onunla Hint Okyanusu'na da çıkacağım. Belki daha ilerilerini de göreceğim. Çünkü içinde evimde ve güvende hissediyorum.
Hakan Tiryaki
https://www.youtube.com/watch?v=BKfMkIdY3zM
Mustafa Ertör
Birlikte mavi yarınlara (Heyamola hey)
Özgürlük veren dalgalara
Demir için komut vira,
Yelkenlerimiz fora
Öyle bir aşk ki gelmez sonu (Heyamola hey)
Ece Astunç Karabaş
-
Çok güzel bir seçki olmuş. Derleyene ve müelliflere çok teşekkürler:)
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Ben sanırım anladım.. kendimi de.. ne diyeceğimi de..
Yukarıda ki seçki çok ama çok anlamlı..
Bu seçkinin yapıldığı kişilerden bir kısmını sevmiyorum. Onlar da beni.. Karada umurumda olmazlar. Denizde ise ihtiyacı olan kim olursa olsun; ilk yardıma gelenlerden olurum bundan eminim.
Modern hayat ile deniz hayatı arasında ki fark benim için netleşti.
Biz ayrıcalıklı değiliz. Biz şanslı değiliz. Biz daha iyi bir şeyleri yapan ya da bir şeyleri daha iyi yapan da değiliz.. Ayrı bir kültüre de ait değiliz.
Denizciyiz.. Çünkü bunu seçtik. İşte tam bu noktada isimler, tekne boyu, politik görüş, pisikolojik problemler hiç ama hiç bir anlam ifade etmiyor.
Tam da denizde; tek gücün, bizden daha büyük bir nesne olduğunu anlamış bulunuyoruz.
Ben şahsım adına tekrar teşekkür ederim. Bir kez daha; neden değil, neye rağmen olan aşkın; asıl aşk olduğunu ve rağmenlere nazaran ''insan sevgimizin'' olması gerektiğini hatırlattınız için sevgili Mücahit kardeşim.
Bunu bütün samimiyetimle yazdığıma lütfen inanın. Yüzümde huzurlu bir gülümseme ve gözlerimde evet ya deniz yaşamı işte diyerek o seçkiyi defalarca okudum. Yolda görsem selam vermeyeceğim birine sadece denizci diye kanımı veririm. Bence o kültür dediğimiz bu.. denizin zerafeti..
-
Sevgili Dilek,
Önce bir anı, Amerikan şirketinde çalışıyorum, Gen . md. Amerikaya gitti. İşler ile ilgili bir soru sormak gerekti. Müşteri haber bekliyor. Gen. Md. Onayı lazım. Aradım Amerika yı.. Sekreter çıktı. Genel müdüre not bıraktım acil arasın diye..
Ne var di mi bunda.. ? Adam aradı nefes nefese, bütün şirkette adamı aramış sekreter, toplantıyı yarıda kesmişler, acil Türkiye yi aramnız lazım diye.
Adamlar, acil diyince , evin yandı, bir yakınına bir şey oldu diye algılıyorlar bizim alelade kullandığımız sözcükleri.
Kelimelerin içlerini öyle boşalttık ki..mümkün olan kısa sürede yerine acil diyoruz mesela. Oysa acil servis var adı üsütünde ... Acil ara demek hastanelik oldum yetiş demek aslında..
Bu sevgi sözcüğünü de anlamsızlaştırdık biz. Sevmek ya da sevmemek. Ölümüne sevmek diye bir tabir duymadım ben hiç.. Ölümüne sevilir mi...? Her şeyi bırak ölüm ile sevgi nasıl yan yana gelir ki.. ?
Şimdi yazmışsın ya sevmiyorum diye. Bir insana gıcık olursun, kızarsın, kimi davranışları seni rahatsız eder.. Bu başka bir şey.. Ama yekten sevmiyorum dedinmi benim verdiğim örneğe dönüyor iş.
Biz Türkler , ilişk yürütme özürlüyüz. Kadınlar daha kötü bu konuda. Bir ilişkiyi yürütmek, çaba ister, özveri ister. Arkadaşlıkta da böyle .. Sevgilinle, eşinle , çocuklarınla akrabanla da böyle.
Ben ailesinden birilerine küs olmayan hiç kimse bilmiyorum bu ülkede. Yahu küsmek te ne? En son ilkokulda küsmüştüm bir arkadaşıma. Gider açık açık konuşursun. Derdini anlatırsın o sana anlatır. Sonra karar verirsin ilişkini sürdürüp sürdürmemeye.
Anlaşamadığımız kimseler yok mu? Var , bi dolu.. Bak kayık konusunda bile bir sürü fikir var, fikrini değiştirenler var var da var. Şimdi örnek aynı fikirde değiliz diye sevmeyecekmiyiz birbirimizi.
Hepimiz hatalarımızla varız. Ama bu hatalar birbirimiz sevmemize engel olmamalı diye düşünüyorum. Sevmiyorum demek bu kadar kolay olmamalı en azından..
Ne demiş Orhan Baba..
Hatasız kul olmaz,, hatamla sev beni..
-
Ya da Sait Faik;
Bir Insani sevmekle başlar herşey.
Adanalı ölümüne sevmez. İt gibi sever.
-
Akşam üstü deniz kayağımla kürek çekerek balık avına gittim. Yeterince yakalayamadım. Ama devasa bir kılıç balığının yaptığı kısa süreli gösteri beni neredeyse kendimden geçirdi.
Çınarcık'ta, kıyıdan bir kaç gomina açıkta, kılıç balığı; hadı canım.
Umudum hala var.
-
Geçen seneydi Göcekte marinaya çok yakın bir koyda sea kayakla yüzlerce kılıç yavrusuna denk gemiştim istarvit büyüklüğünde incecik uzun gagalarıyla zıplıyorlardı .10,20 metre daha gittim peşlerinden 2 tane yunus zıpladı önümden Tam bir savaş çıktı gözümün önünde Anne kılıç herhalde bertaraf etmiştir yunusları hiç aklımdan çıkmayan bir görüntü olarak kaldı zihnimde.
-
Dilek'ciğim ben seni seviyorum ;)
Ama sürekli büyük denizci değilmişsin gibi yapmana gıcık oluyorum :)
Gereksiz tevazu 2 kez hava atmaktır demiş Markofnikof ;D
Bu arada Sevgi benim liseli sevgilim idi.Hey gidi günler hey 8)
-
Dilek'ciğim ben seni seviyorum ;)
Ama sürekli büyük denizci değilmişsin gibi yapmana gıcık oluyorum :)
Gereksiz tevazu 2 kez hava atmaktır demiş Markofnikof ;D
Bu arada Sevgi benim liseli sevgilim idi.Hey gidi günler hey 8)
Kim demiş hatırlayamadım ,Konfiçyus olabilir ; ''Fazla tevazuu yapma, etraftaki anlamayanlar gerçek sanabilir'' de demiş. :)
Dedeli torunlu nice mutlu bayramlara Utku Dede.
-
E ama karar verin..biri mutevazi degilsin diyor..biri fazla mutevazisin diyor..

hayirlisi be abiler.. ben de sizi seviyorum..
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
E ama karar verin..biri mutevazi degilsin diyor..biri fazla mutevazisin diyor..
hayirlisi be abiler.. ben de sizi seviyorum..
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Bana ikimiz de, sen fazla mutevazisin dedik gibi geldi. :)
-
Yok biri derken bir kisim diye dedim agabeyim
kinaye kinaye..anlayan vardir elbet..

SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Vay arkadaş iki dakikada teknesiz sevgi çemberi yaptınız.Ben denize kaçar iyi bayramlar.
-
İyi bayramlar kardeşim.Tadını çıkar.İstanbul'da rüzgar da yok,bizim zamanımız yok. Evdeyiz mecburen.
-
Modern yaşama uymuş denizci.. adamcağız yanmış olmalı..

(https://uploads.tapatalk-cdn.com/20170901/c4beac5656fec12e78a8cacbdf698ee6.jpg)
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Keyifle Burak Reis , tadını çıkar.
-
E ama karar verin..biri mutevazi degilsin diyor..biri fazla mutevazisin diyor..
hayirlisi be abiler.. ben de sizi seviyorum..
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Bana ikimiz de, sen fazla mutevazisin dedik gibi geldi. :)
Dilek, ikisine de inanma, "Benim ne paralelliğimi gördünüz ki ?" de ;D ;D ;D
-
Ben klima takçam..


SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
İyi bayramlar kardeşim.Tadını çıkar.İstanbul'da rüzgar da yok,bizim zamanımız yok. Evdeyiz mecburen.
Sağol Mustafa reis Göcekte iki tane daha teknen var orada rüzgar yoksa burada yelken yaparsın Selam ve sevgiler Bekliyoruz.
-
Biliyorum.Teşekkür ederim.Leo Reis'e selamlar.
-
İnsanın seveni ve arayanı olması kadar güzellik var mı :)
Göce!ğe ilk gittiğimde İstanbulda yer yerinden oynamıştı.
O nedenle davetlere icabet edemiyorum. :'(
En derin üzüntülerim ile. ;)
Paralel,dik,yatık vs gibi sakıncalı kelimeleri kullanmamaya itina ile özen gösterelim. ;D
-
Yorumsuz paylaşıyorum.... :)
76 taşındaki Capon Ikuo Tateo 2 Ağustos 2017 tarihinde 13 ay süren uğraksız, tek başına Dünya turunu tamamladı. Tokyo güneyinde Sakai'den başladığı turunu 30 ayak (9 metron 14 santimetron) teknesi ile tamamladı. Guiness'e göre bu turu tamamlayan en yaşlı denizci olarak kayda geçecek.
(https://i.hizliresim.com/7N9EQW.png) (https://hizliresim.com/7N9EQW)
(https://i.hizliresim.com/Pr84G9.jpg) (https://hizliresim.com/Pr84G9)
(https://i.hizliresim.com/OLYnzZ.jpg) (https://hizliresim.com/OLYnzZ)
http://almanautica.com.br/…/japones-de-76-anos-completa-ci…/ (http://almanautica.com.br/…/japones-de-76-anos-completa-ci…/)
http://www.asahi.com/ajw/articles/AJ201708030056.html (http://www.asahi.com/ajw/articles/AJ201708030056.html)
-
İnsanın seveni ve arayanı olması kadar güzellik var mı :)
Göce!ğe ilk gittiğimde İstanbulda yer yerinden oynamıştı.
O nedenle davetlere icabet edemiyorum. :'(
En derin üzüntülerim ile. ;)
Paralel,dik,yatık vs gibi sakıncalı kelimeleri kullanmamaya itina ile özen gösterelim. ;D
Bekliyoruz efendim o zaman Göcek eski Göcek değil ama hala güzel.Bu arada Far Out prıl prıl parlıyordu Teos marinada .Torunlarla yazlıkta olduğunuz için aramadık efendim.Güzel tekneniz güzel birisine nasip olur umarım .Selam ve sevgiler.
-
Nazik davetiniz için çok teşekkürler :)
Yazlıkta işler bitmiyor ve bayram nedeni ara verdik ve dinleniyoruz 8)
Can biraderimin israrla ''satma abi evde işler bitince orada da sıkılacaksın'' sözlini boş dururken
sürekli hatırlıyorum ?0-?
-
CEM GÜRDENİZ
Denizde Görgü ve Usturmaça Kültürü
Bu yaz İtalya’nın Liguria Sahillerinde değişik liman, marina ve koylarda bulundum. Gerek Golfo Dei Poeti, gerekse Golfo di Paradiso limanlarında usturmaçası dışarıda seyreden tek bir amatör denizci teknesi ya da yolcu motoru/vasıtası görmedim. Portevenere’den Cinque Terre’ye ya da Portofino’dan Santa Fruttoso’ya her yarım satte bir turist taşıyan yolcu motorları iskeleden avara ettikten en geç bir dakika içinde tüm usturmaçaları güverteye ya da özel usturmaça loçalarına alıyordu. Bazıları bu işlemi insan gücü ile yaparken, yeni yapılan teknelerde otomatik sarma sistemi kullanılıyordu. Özetle, usturmaçası dışarıda seyreden ya da alargada demirli/şamandıraya bağlı İtalyan bandıralı tek bir tekne yoktu. İster 50 metrelik süper yat, ister 10 metrelik yelkenli sloop, ister 5 metrelik sandal olsun hepsinde usturmaça disiplini tamdı.
Çok özendim. İtalyanları kıskandım. Evrensel denizcilik gelenek ve görgü biirkimlerini takdir ettim. Yıllar öncesine geri döndüm.
Rahmetli babam Halit Gürdeniz, 1949 Yüksek Denizcilik Okulu mezunu bir denizciydi. 1968 yılında bize beş metrelik kürekli bir sandal almıştı. 10 yaşındaydım. Bana ilk öğrettiği, kıçtan kara olduğumuz Büyükdere’deki evimizin önündeki rıhtımdan avara eder etmez, usturmaçaları içeri almam ve bağlama halatlarını derhal güverte üzerinde tüce etmemdi. Bu rutin asla bozulmazdı. 1972 yılında Deniz Lisesine girdim ve bahriyeli oldum. Heybeliada’daki okulumun filikalarında temel gemicilik eğitimi uygulamalarında da biz yeni denizcilere ilk öğretilen, seyir halinde usturmaçaların güverteye alınması ve tekneden sarkan halatlara izin verilmemesiydi. Usturmaça ve halat disiplini bayrak disiplini kadar önemliydi. Buradan çıkardığım sonuç, babamın temsil ettiği deniz ticaret filosu ile benim aralarına katıldığım bahriye camiasının usturmaça disiplini konusunda aynı bilinçlenmeye ve pratiğe sahip olmasıydı. 40 yıllık meslek hayatım boyunca bahriyede usturmaçasını borda ya da kıç aynalıkta unutup seyir yapan savaş gemisini çok nadir gördüm. Gördüklerimin de ikaz edildiklerinde küçük düştüklerini ve bu durumun söz konusu gemide ciddi bir disiplin eksiği olarak değerlendirildiğini belirteyim. Bu uygulamada ve gelenekte günümüzde de en ufak bir değişim olmamıştır.
Deniz ticaret filomuzda da usturmaça disiplininin büyük çapta değişime uğramadan devam ettiğini söylemeliyim. Ancak aynı konuyu Türk amatör denizciliği için söyleyemem. Maalesef ülkemiz amatör teknelerinde usturmaça disiplinine uyarak seyir yapan tekne sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bir gün büyük bir marinanın çıkışını gören bir yerde, ya da İstanbul Boğazında kıyıda oturun ve gelen geçen teknelere bir bakın. Salkım saçak sarkan usturmaçalar, çıması dışarda kalan neredeyse denize sarkan halatlara sahip, bazısı ultra modern ve gösterişli ancak gayri neta amatör denizci tekneler, göz kirliliği yaratarak geçit resmi yaparlar.
Neoliberal ekonomik düzenin, maddi gücü, görgü ve kültür birikiminin önüne geçirdiği bir ortamda karada yaşanan ve neredeyse Recep İvedik tiplemesi ile kutsanan kabalık ve görgüsüzlük kendine denizde de yer buluyor. Usturmaça disiplinsizliği seyir, sürat, telsiz muhaberesi, demirleme, kıçtan kara/aborda olma, çevreyi koruma, gürültü, marina disiplini gibi pek çok alanda yaşanan görgü ve nezaket eksikliklerinin yanında kendine yer buluyor. Fransızca görgü (adab-ı muaşeret) anlamına gelen Savoir Vivre teriminin kelime karşılığı ‘’Yaşamayı Bilmek’’ tir. Denizin ve denizciliğin de kendine göre bir görgü geçmişi vardır. Uygar dünyada, toplumların yüzyıllar önce yerleşik toplum düzenine geçtiği ve güçlü burjuvazinin aristokrasiyi kendine örnek alarak değerlerini yarattığı göz önüne alınırsa, adab-ı muaşeretin uygarlığın en önemli sıçrama alanı olan deniz ve denizcilikte de gelişmesi sürpriz değildir. Uygar dünyada protokol ve görgü kurallarını en iyi uygulayan kurum donanmalardır. Yüzyılların birikimi denizcilerin geleneklerine yönelik tutuculuğu ile birleşerek kalıcı bir çerçeve oluşturur. Gelişmiş pek çok denizci devlette amatör denizcilik de yüzyıllar önce donanma öncülüğünde geliştirildiğinden bu gelenekler amatör denizcilik/Yat/Kürek kulüplerine de geçmiştir. Gelişmiş ülkelerde bu nedenle amatör denizcilik gelenek ve alışkanlıkları bahriye gelenekleri ile bütünleşik yürür. Bu ülkelerde deniz subayları ve ticaret filosu mensuplarının maddi güçleri el verdiği ölçüde çoğunluk yelkenli olmak üzere amatör denizci teknelere sahip olduğunu da ekleyelim. Bu durum da deniz görgüsüne somut katkı sağlamaktadır.
Türkiye’mizde yerleşik toplum kültürüne geçiş tamamlanamadığından, denizde kendine has bir nevi deniz kültürsüzlüğü oluştu. Bunun dışa vurumlarından birisi de usturmaça kültürü. Maalesef usturmaça ile seyretmenin bir nevi görgüsüzlük olduğunu söylediğinizde aldığınız cevap: ‘’Tekne benim. İstediğimi yaparım.‘’ Paranın gücüne saygı, görgünün ve entellektüel birikimin önüne geçtiği sürece bu durum denizde devam edecektir. İşin bir diğer yönü yat kaptanlarının da bu duruma ya bilmediklerinden ya da işlerine gelmediğinden (tembellik) sessiz kalmaları ve usturmaça ile seyri umursamamalarıdır.
Bunu aşmalıyız. Deniz adab-ı muaşeretini, başta usturmaça disiplini olmak üzere her yönü ile amatör denizcilerimiz öğrenmelidir. Bunu bilip de tembellik nedeni ile uygulamayanlara da, doğrusunu yaparak çevreye örnek olmalarını teşvik etmeliyiz. Bu konuda marina yönetimleri de usturmaçaları dışarda seyreden tekneleri çıkış esnasında ikaz etmeli ve ilk hareketi başlatmaya katkı sağlamalıdır.
-
Usturmaçaların toplanmamasının uygulamadaki zararı ne? Yani bu sadece göz zevki mi yoksa bir manisi var mı kaptana. Halatı anlayabiliyorum, kendi pervanene ya da yanındaki teknenin pervanesine dolanma riski var. Usturmaça toplanmasa ne olur?
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
"Yelken Dünyası" Eylül ayı sayısında da Tayfun Timoçin'in çakar ışıklarla ilgili güzel bir yazısı var.
-
Sevgili Nuri Reis,
Belli bir geleneği, kültürü ve disiplini olan seçkin bir topluluğa girdiğnizde de, gömleğinizin buruşuk ve lekeli olmasının, kravatınızın gevşek ve kaymış olmasının, dört günlük traşsız olmanızın "uygulamada" herhangi bir zararı olmayabilir.
Sevgiler ;)
-
Usturmaçaların toplanmamasının uygulamadaki zararı ne? Yani bu sadece göz zevki mi yoksa bir manisi var mı kaptana. Halatı anlayabiliyorum, kendi pervanene ya da yanındaki teknenin pervanesine dolanma riski var. Usturmaça toplanmasa ne olur?
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Sert havada çapariz verir ,yelken seyrinde ruzgaraltındakiler suya değeceği için hızınızı düşürür, güverteye daha çok su sıçrar,usturmaçanın düşme riski vardır.kötü gözükür vb.
-
Ben usturmaçalaların vardevela tellerine iki uçtan asılmasına bile hoş gözle bakmıyorum , o kadar sinirim yani. :) ::)
Denize çıktığım an usturmaçaları baş ve kıçtaki uygun yerlerine bağlarım.
Diğer teknelere de bakarım , usturmaçaları sallanan teknelerin % 90 ı da ya disiplinsiz ya da acemidir tecrübelerime göre, uzak dururum. :)
-
Sevgili Nuri Reis,
Belli bir geleneği, kültürü ve disiplini olan seçkin bir topluluğa girdiğnizde de, gömleğinizin buruşuk ve lekeli olmasının, kravatınızın gevşek ve kaymış olmasının, dört günlük traşsız olmanızın "uygulamada" herhangi bir zararı olmayabilir.
Sevgiler ;)
Ali reisim, duruma göre davranmak elbette doğru hareket , ama insan evinin salonu ile restorantta aynı kıyafette olmuyor. Hepsinde örtünme var ama kıyafet aynı titizlikte değil. Belki de insanların aynı titizlikte olmamasının sebebi bu mudur diye anlamaya çalışıyorum. Tek gövdeli teknelerde rüzgarla birlikte küpeştelere kadar yanlara yattığı için oralarda çapariz vereceği aşikar. Hızı düşüreceği de. Kaptan o havada yelken basmıyorsa belki ihtiyaç duymuyordur .
Mesela benim tekne çift gövdeli, tekne hiç yan yatmıyor. Dolayısıyla usturmaçalar suya değmiyor. Ben seyire çıktığımda bir yere yanaşmayacaksam usturmaçalarımı çıkarma ihtiyacı duymuyorum, ama bir yere yanaşacaksam seyire çıkmadan usturmaçaları mı bağlıyorum. İhtiyaca binaen ipini uzatıyorum. Bir keresinde bir terslik oldu , hala acemiyim ama o zaman şimdikinden daha acemiyim, tramola atacağım diye uğraşırken bi baktım izmit körfezine demirlemiş yük gemilerinden birine çarpıyorum. Usturmaçayı daha önce çıkarmadığıma pişman oldumdu. Tayfalar da gemiden şaşkın gözlerle beni izliyordu. Son anda kurtardım kendimi.
Yani demem o ki, bu usturmaça toplama işi , ceket kravat ile frak arasındaki fark mı ? Yoksa giyinik olma ile üryan olma arasındaki fark mı? Benim çift gövdeli tekne de şuan A şıkkı gibi duruyor. Yine de büyük konuşmuş olmayayım, yaşayabileceğim bütün kötü durumları henüz bitirmedim teknede :)
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Usturmaçaların toplanmamasının uygulamadaki zararı ne? Yani bu sadece göz zevki mi yoksa bir manisi var mı kaptana. Halatı anlayabiliyorum, kendi pervanene ya da yanındaki teknenin pervanesine dolanma riski var. Usturmaça toplanmasa ne olur?
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Sert havada çapariz verir ,yelken seyrinde ruzgaraltındakiler suya değeceği için hızınızı düşürür, güverteye daha çok su sıçrar,usturmaçanın düşme riski vardır.kötü gözükür vb.
Aynı fikirdeyim Burak reis.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Diğer teknelere de bakarım , usturmaçaları sallanan teknelerin % 90 ı da ya disiplinsiz ya da acemidir tecrübelerime göre, uzak dururum. :)
Trafik şeridinde düz gitmeyen arabalar gibi diyorsunuz yani Öcal reisim. :)
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Belki çok eski tarihlerde, seyirdeyken usturmaça asmak tehditkar bir eylemdi :) korsanlar yağmalayacakları gemiye çıkmadan önce usturmaçalarını asıp hedeflerindeki gemiye yanaşıyorlardı. Tamamen hayal gücümle üretiyorum varsayımımı ancak Nuri reisin sorusunda haklılık payı var. Bu disiplinin dünya üzerinde bu titizlikle yaygınlaşmasının temelinde somut ve her tür tekneyi ve gemiyi kapsayan bir sebep olabilir.
-
Hımm bak o hiç aklıma gelmemişti Oğuzhan reis. Bordolamaya hazır olup olmadığını gösteriyor olabilir. Antik romada selam verirken avuç ayasının gösterilmesinin sebebi bileğine veya avucuna silah gizlemediğini göstermek içinmiş diye okumuştum. Sizin iddianız böyle bakınca çok makul geldi
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
merak edip nette aradım ve şu konuya denk geldim. http://www.ybw.com/forums/showthread.php?324855-Fender-Etiquette
Orada da kafalarda soru işaretleri var, ama tek başına seyahat edenler genelde usturmaçayı içeri almadıklarını söylüyorlar. Yine kısa mesafe ve liman içi manevralarda almadıklarını yazanlar var. 2 metre bile yol alınsa mutlaka içeri alınmalı diyenler var.
Korsanlık meselesi kafama yattı, sadece bordalamayı kolaylaştırmıyor , bordalanmayı da kolaylaştırıyor. Evvelki sene, kışın alargada teknemin yakıt deposunu çalmışlardı. Teknede başka bir şeye dokunmamışlardı . O sene tekneden ayrılırken usturmaçaları asılı unutmuştum. Şimdi "eşeğin aklına karpuz kabuğu mu düşürdüm " acaba düşünüyorum.
-
Hava uygun olduğu sürece toplamam usturmaçalarımı. Hele de mesafe kısaysa. Milyon tane saçma, öküzce davranış görüyorken denizde usturmaçaya bu denli takılmaya anlam veremiyorum. Mantığını da çözemiyorum.
-
Ayağımın tozuyla diyemeyeceğim , denizin tuzu ile birşeyler karalayayım..
Tek başına seyir yaparken , usturmaçanın içeride de dışarıda da durması sıkıntı yaratıyor. Özel usturmaça locası olan , bunları özenle kaldıran denizcilere saygılıyım. Ancak ben şöyle bir yol buldum.
Usturmaçanın denize yakın kısmına karabina bağladım. Seyir başlayınca bu karbinaları vardevela tellerine asıyorum. Yeni aldığım usturmaçalara da aynı sistemi uygulayacağım.
Böylece seyir sırasında yatık ve yukarıda, bağlanırken aşağıda dik duruyor. Hem bu işlemi yapmak çok kolay. Böylece teknenin sokaklarında da çapariz vermiyor.
Bunun dışında , burağın yorumlarına katılıyorum.
-
Denizde geçirdiğim 3-5 günün ardından, hiç karaya çıkmak istemiyorum, su ikmali vs. gibi zorunlu haller dışında karaya çıkacağım zaman anlamsız bir şekilde geriliyorum, belki görmediğim yeni yerlere gidecek olsam ayı bir hevesle çıkarım karaya ama şimdi düşündüğümde sanki yine de hiç çıkmak istemeyecekmişim gibi geliyor.. Garip bir psikoloji, iyi bir şey değil aslında, hepten bir kaçış hali sanki... Ama insanlardan değil, bu yaşam şekillerimizden, çevrelenmişlikten, debdebeden vs.
Denize çıktığımda, yılgınlığım, yorgunluğum kalmıyor, üşenmeden teknede onlarca iş yapıyor, yemekleri çoğunlukla ben hazırlıyorum, oysa bunlar evde olsa daha bir eziyet gibi gelir bana. Elimdeki egzama iyileşiyor, demek bir ay kalsam denizde hiçbir şey kalmayacak.
Başka türlü bir algım oluyor, başka bir pencereden bakıyorum kendime, insanlara ve hayata. Dışarıdan bir göz ediniyorum sanki başka bir dünyadanmışım gibi...
Marina'ya bağlanıp da 5 dakikalık ev yolunda tümüyle alıştığım, adapte olduğum o şehir hayatı, dalga dalga vuruyor, sen yabansın der gibi vuruyor yüzüme, marina soslu AVM kılıklı limanda insanlar sanki oraya denizden hiç kimse gelmeyecekmiş, başka bir şeymişim gibi bakıyor yüzüme ( belki de saç sakal birbirine girdiğinden, kılık kıyafetimdendir). o şehrin curcunası, keşmekeşi, 5 dakikalık yolda trafikte rast geldiğim itiş kakış vs. çok garip geliyor. Arabanın gaz pedalına dokunmamla 60 km hızla ulaşmak garip geliyor, 30 mili 5 saate geldikten sonra. Halbuki bir kaç saat önce binbir ayar yapıyordum teknenin hızını yarım mil arttırmak için..
Bu cümleleri evde,çok değil sadece 8 günlük bir seyrin ardından Bülent Ortaçgil'in dediği gibi "yine uslu kentliyi oynamak için" geçirmekte olduğum 1 günlük adaptasyon döneminde yazıyorum... Yarın yine "sabah telaşları" yine "gece bıkkınlığı"...
Bilemiyorum, hiç bilemiyorum...
-
Denizde geçirdiğim 3-5 günün ardından, hiç karaya çıkmak istemiyorum, su ikmali vs. gibi zorunlu haller dışında karaya çıkacağım zaman anlamsız bir şekilde geriliyorum, belki görmediğim yeni yerlere gidecek olsam ayı bir hevesle çıkarım karaya ama şimdi düşündüğümde sanki yine de hiç çıkmak istemeyecekmişim gibi geliyor.. Garip bir psikoloji, iyi bir şey değil aslında, hepten bir kaçış hali sanki... Ama insanlardan değil, bu yaşam şekillerimizden, çevrelenmişlikten, debdebeden vs.
Denize çıktığımda, yılgınlığım, yorgunluğum kalmıyor, üşenmeden teknede onlarca iş yapıyor, yemekleri çoğunlukla ben hazırlıyorum, oysa bunlar evde olsa daha bir eziyet gibi gelir bana. Elimdeki egzama iyileşiyor, demek bir ay kalsam denizde hiçbir şey kalmayacak.
Başka türlü bir algım oluyor, başka bir pencereden bakıyorum kendime, insanlara ve hayata. Dışarıdan bir göz ediniyorum sanki başka bir dünyadanmışım gibi...
Marina'ya bağlanıp da 5 dakikalık ev yolunda tümüyle alıştığım, adapte olduğum o şehir hayatı, dalga dalga vuruyor, sen yabansın der gibi vuruyor yüzüme, marina soslu AVM kılıklı limanda insanlar sanki oraya denizden hiç kimse gelmeyecekmiş, başka bir şeymişim gibi bakıyor yüzüme ( belki de saç sakal birbirine girdiğinden, kılık kıyafetimdendir). o şehrin curcunası, keşmekeşi, 5 dakikalık yolda trafikte rast geldiğim itiş kakış vs. çok garip geliyor. Arabanın gaz pedalına dokunmamla 60 km hızla ulaşmak garip geliyor, 30 mili 5 saate geldikten sonra. Halbuki bir kaç saat önce binbir ayar yapıyordum teknenin hızını yarım mil arttırmak için..
Bu cümleleri evde,çok değil sadece 8 günlük bir seyrin ardından Bülent Ortaçgil'in dediği gibi "yine uslu kentliyi oynamak için" geçirmekte olduğum 1 günlük adaptasyon döneminde yazıyorum... Yarın yine "sabah telaşları" yine "gece bıkkınlığı"...
Bilemiyorum, hiç bilemiyorum...
Aynen Erman Reis... 0/_/
-
Usturmaça konusunu önemsiyorum.
İlla teknik bir şeyler istenirse,
Her dalga vuruşunda puntellere zarar verme ihtimali vardır. Saplamaların milimetrik gevşemesine ve su almasına neden olabilir.
Usturmaçalarınızı kaybetmeniz içten bile değildir.
Usturmaçaların incesi uzunsa düştüğünde pervaneye dolanma riski vardır
Çok uzun bir zaman diliminde tecrübe il edinilmiş aynı zamanda görgü kuralı olarak belirlenmiş bir uygulama.
Bu, kalabalık ve samimi olmayan bir ortamda esnerken ağzınızı kapatmamaya benzer. Kimse bir şey demez ama herkes içten içe görgüsüzlükten diye geçirir aklından.
Özetle çapariz verir.
Bunun dışında esas, usturmaça göstermek teknede yas anlamına gelir. Teknenin bir ölü taşıdığı anlaşılır.
Bunun dışında önemsiyorum çünkü, hayatın her alanında geleneklerimizden küçük küçük parçalar koparmaya başladık. Her bir parça bir çok kişiyi rahatsız etmeyecek hatta rahatlatacak büyüklükte. Problem bu parçaların hep temelden koparılması. Yavaş yavaş bitiriyoruz herşeyi. Çok çok küçük bir örnek, şimdiki gençlerin büyük çoğunluğu bayram adetlerinden uzak ve mantıksız buluyor. El öpmek bir zulüm ve saçmalık gözüyle bakıyorlar. Mantığı nedir ? Her şekilde haklı söylemlerle karşımıza çıkıyorlar. Hiç biride haksız değil. Anlatmak çok zor onlara bu geleneklerin önemini. Sonuç, tükenmeye yüz tutan büyükleri ziyaret geleneğinin yavaş yavaş yok olmaya başlaması. Bu kadar küçük şeyler belki ama işte o kopan küçük parçaların sonucu diye düşünüyorum. Usturmaça da böyle. Kendinizi haklı çıkaracak bir çok şey söyleyebilirsiniz. Bu haksız olduğunuz anlamına gelmez ama bir yok oluşun temellerini attığınızın da farkında olmalısınız.
-
Erman, 5 gecedir Kekova'da sürtüyordum. Dün sabah limana girdim, daha girerken yüzümün çizgileri değişti. Gece sabaha kadar yatakta döndüm durdum. Uyandığım gibi de tekneye attım kendimi tekrar. Uzun lafın kısası, çok iyi anlıyorum seni. Tez zamanda karadan kurtulmak dileğiyle...
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Tez zamanda karadan kurtulmak dileğiyle...
Amiin!
-
Erman Kaptanım,
Yazdıkların da eski Cevat'ı gördüm. Duygularını çok güzel ifade etmişsin.
Ancak yaşamın gerçeği kenarda duruyor, '' Var olmanın koşulu çalışmak''
Önemli olan ne zamana kadar?
Güzel teknenin varlığı ile avun. Genç de olsan emeklilik hayalleri kurmaya başla.
Selam ve sevgiler.
-
Erman, 5 gecedir Kekova'da sürtüyordum. Dün sabah limana girdim, daha girerken yüzümün çizgileri değişti. Gece sabaha kadar yatakta döndüm durdum. Uyandığım gibi de tekneye attım kendimi tekrar. Uzun lafın kısası, çok iyi anlıyorum seni. Tez zamanda karadan kurtulmak dileğiyle...
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Umarım Hakan Reisim, umarım...
-
20 ayrı konu açılacağına, böyle olsun, masa başında laflar gibi, merkezi kaybetmeden yol alsın gitsin. Şahane bir sohbet oluyor. Forumumuzun bütün başlıkları böyle dolu dolu, tartışmalar, sohbetler keyifli.
Herkese özel teşekkür ederim.
-
Hava uygun olduğu sürece toplamam usturmaçalarımı. Hele de mesafe kısaysa. Milyon tane saçma, öküzce davranış görüyorken denizde usturmaçaya bu denli takılmaya anlam veremiyorum. Mantığını da çözemiyorum.
Fazla gözüküyor dışardan. :)
-
Hava uygun olduğu sürece toplamam usturmaçalarımı. Hele de mesafe kısaysa. Milyon tane saçma, öküzce davranış görüyorken denizde usturmaçaya bu denli takılmaya anlam veremiyorum. Mantığını da çözemiyorum.
Fazla gözüküyor dışardan. :)
Öcal reisim, Yengeç'in borda çok alçak olduğundan usturmaçalar yatay asılı. Dolayısıyla fazlalık görünmüyor. Dahası bu şekilde kullanınca her seyirde toplamak da yalan tabi. Ama fikrim yine de aynı. Denizlerimiz sancak kurcatasında koca koca Türk bayrağı ya da üç hilal taşıyan guletlerle, iskele kurcatasında kulüp bayrakları taşıyan yelkenlilerle dolu. Kaan korsanın cenaze ibaresi olduğu yönündeki notunu ilk kez duydum. Hemen içselleştirme taraftarı da değilim :) Önce geçmişini ve kaynağını da öğrenmem ve mantık dizgesine oturtmam gerekecek kendi adıma.
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Bu cenaze taşıyan tekneler hususunu ben de duymuştum. ::)
Şu senin fırtınalar da bu yüzden olmasın. ??? :)
-
Şu senin fırtınalar da bu yüzden olmasın. ??? :)
:D :D
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
90ların sonunda bir akşamüstü geç vakit tek başıma o zamanki Folkeboat'im Ucarı ile Fenerbahçede denize çıkmıştım, vakit dar, hava kararmak üzere, birazdan güneş batacak...Usturmaçaları toplamadim. Kalamış koyunda yaklaşık bir yarım saat yelken yapıp eve döndüm. Yemeğe oturmuştum ki telefon çaldı ( muhtemelen daha cep tlf bile yok ) , arayan Yelken Dünyasının sahibi rahmetli Mesut Baran.
" Kalamışta o usturmaçaları sarkarak yelken yapan sen miydin ? " diyor.
" Bendim abi, vakit dardı üşendim...sen nerden gördün ? " dedim. IYK'da bir akşamüstü rakısı içiyordum, orda gördüm, yakışmıyor ! " dedi. Herhalde ilk ve son usturmaçalar bordada sallanır seyrim oldu o.
Yine Yelken Dünyası dergisi sayesinde Almanya, Hollanda, Finlandiya, Polonya... kimi ülkelerde doğrudan tersane sahipleri veya onların temsilcilerinin teknelerinde epey seyir yaptım. Polonyalılar hariç, bir kez bile tekne daha limandan çıkmadan usturmaçaların toplanıp portuç veya güvertedeki özel yuvalarına kaldırilmadığinı görmedim. Belki bir veya iki kez, racer cruiser teknelerde ( yer olmadiğı icin) usturmaçaların özel yerlerine kaldırılmayip, mesela hemen kaporta girişinden kolay ulaşılan WC bölmelerine istiflendiğini gördüm. Evet, bu durumda da seyirde tuvaleti kullanmak ya canbazlık yeteneği gerektiriyordu, ya da olanaksız hale geliyordu. Ama bu güne kadar usturmaçalarını seyirde ortadan yok etmeyen bir tek denizci ulus mensubu yatçı görmedim.
Ben sahip olduğum teknelerde ustürmaçalar için güverte üzeri kapaklar ve altlarında istiflenecek alan ön görmüş olmama rağmen ( özellikle son teknemde kiç üzerindeki depolama alanı derin olduğu ve usturmaçalari buraya tikiştirdiğimda uzanip çıkarmak zor olduğu için ) , üşenip usturmaçaları güvereteye alıp, altlarindaki kancalı el inceleriyle vardavela tellerine tutturuyorum, ama bu çözümü beğendiğimi söyleyemem ve yukarıda yazdığım gibi, iyi denizci olan uluslarin tekne sahiplerinde de görmedim. Ama Polonyanın kiyiciğinda kimsenin bilmediği bir tekne sanayi bölgesine gittiğimde devlet desteği ile bir gecede bir Fransız tekne üreticisinin taşaronu veya fiberglas işcisi iken tekne üreticisi olmuş ( ve hakikaten kaliteli de tekneler yapan ) insanlarla tanıştım. Birlikte 10 - 15 tekne seyre çıkıldiğında motoryatında usturmaçalarin ordan burdan sarkmasını bırakın, 20 metrelik bağlama halatını 30 knot hızla kıçında sürükleyen tersane sahibi gördük. Herife halatın suda ! diye bağırıyoruz : yüzümüze sırıtıp daha fazla gaz verip bizim teknenin etrafında dört dönüyordu...Adama sudaki halatın pervaneye sarabilecegini anlatana kadar göbeğimiz çatladıydı.
Evet, seyirde usturmaçalar bordadan sallansalar ne fark eder ? En fazla çözülür giderler, yenisi alınir. Atla deve değil.
Fakat o zaman da biz denizcilere mahsus pek çok adeti niye muhafaza ediyoruz ?
Niye kendimize has bir lisani, jargonu konuşuyoruz ? Niye ip demiyor da, halat diyoruz, niye ipin ucu demiyoruz da halatın çıması diyoruz ?
Isteyen istediği gibi yasamalı. Kimseye de bir şeyler ( başkasına zararı olmayan kural veya alışkanlıklar ) dikte edilmemeli. Benim inancım böyle. Ama denizde bordasından ( kimi zaman da her biri başka boyutta, başka renk kılıflı) usturmaçalar sallanarak giden birine de benim sempati duymam beklenmemeli, zira o görüntüyü de ben beğenmiyorum.Bu da benim hakkım.
Yaşı olanlar hatırlarlar, benim çocukluğumda pek adetti. Kimi Amerikan arabası sahibi ( ve tabii dolmuş ve taksi sahipleri ) aracın orijinal döşemesi uzerine naylon kaplatırlardi. Yazın bi tarafınız ter içinde kalır, naylon üzerinde oturduğunuzdan da malum yeriniz durma koltuktan aşaği kayar ve durma koltukta oturuşunuzu düzeltmek zorunda kalırdınız. Dha sonraki yillarda ise mesela yerli arabalarda koltuk naylonlarını veya nikelajları kaplayan mavi koruyuculari bi türlü kıyıp çıkaramayan " meraklılar " vardı. Sonra bi dönem cep telefonunun ekranından koruyucu folyoyu söküp çikarmaya kıyamayanlar türemişti...
Bütün bunlar normalse, usturmaçaları da seyir boyunca aşağıya sallandırabiliriz. Ben taraftar değilim.
-
Hiçbir gelenek fonksiyonun önüne geçmemeli.
Bilgisiz misafirlerle çıkıyorum, ilk demirleyeceğim koyda kendim usturmaçaları toplarım, dönüşte son koyda usturmaçaları bağlar salkım saçak giderim limana.
Estetik ve gelenek benim veya misafirimin güvenliğinden, yanlış bağlanmış usturmaçayı kaybetmekten önemli değil.
öZgür (mobil)
-
Özgür Bey, bana tecrübem ( ben de küçük yaşlarda elalemin teknesinde öyle hissederdim) denizle en ilgisiz misafirin de teknede " bir işe yarama " hevesi olduğunu gösterdi hep...Ne zaman yardım öneren bir misafirime " hiç bir şey yapmanıza gerek yok, rahatınıza bakın; ben yaparim " dediysem yüzlerinde bir gölge veya hayal kırikliğı gördüm.
Kendi çocuklarıma da daha 2 ve 4 yaşlarında iken : hemen marina çıkışında kendi uydurduğum saçma bir melodik dille " haydiii usturmaçalaaar..." diyerek usturmaçaları toplamayı öğrettim. Biri 23 diğeri 25 yaşına geldi, ne zaman tekneye gelseler kendiliklarinden " Haydii usturmaçalaaar..." deyip, usturmaçaları topluyorlar
-
Ben arada üşeniyorum yalan yok..ama sonra kalkıp topluyorum.. :-[ Eyüp ağabey bir videoda fark edip bir ayar çektiydi bana vakti zamanında.. bir daha da yapmadım.. ;) :D :D
-
... denizle en ilgisiz misafirin de teknede " bir işe yarama " hevesi olduğunu gösterdi hep...Ne zaman yardım öneren bir misafirime " hiç bir şey yapmanıza gerek yok, rahatınıza bakın; ben yaparim " dediysem yüzlerinde bir gölge veya hayal kırikliğı gördüm.
Mavi yolculuk işinde bazen denize ilgili, tekneye meraklı ve bir işe yaramaktan mutlu olan insanlar olsa da "o kadar para verdim, sigara, içki ve güneşlenme dışında bişeyle ilgilenmem" tavrında olanlar da az değil.
Gözlerinde öğrenme ışığı olmayanlara çenemi yormamayı öğrendim artık! ;)
öZgür (mobil)
-
Arkadaş ben koltuk halatlarını atın dediğimde komple kıyıya atan misafir ağırladım. Ne yaptınız lannn diye çemkirince bağla demedin ki dediler ve o gün aydınlandım. Dalış eğitimi de dahil, her türlü eğitimde ilk kural karşındakinin almaya hazır olması. Usturmaçaları topla dediğimde halatları toplayıp kaldırırlarsa kızmaya hakkım yok sonuçta. Suyun içinden telsizle palamar çağırın diye böğürürken telsiz hangisi diye soran arkadaşım oldu yahu...
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Özgür'ü anlarım; onunkiler müşteri...
Ama Hakan, sen arkadaş seçimlerini acaba gözden mi geçirmelisin?
-
Özgür'ü anlarım; onunkiler müşteri...
Ama Hakan, sen arkadaş seçimlerini acaba gözden mi geçirmelisin?
Bak hiç böyle düşünmemiştim. Bir kez daha aydınlandım :)))
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Özgür'ü anlarım; onunkiler müşteri...
Ama Hakan, sen arkadaş seçimlerini acaba gözden mi geçirmelisin?
Arkadaşı seçelim de , çocukları ne yapacağız MAtay reisim. ?
Denize gidenler : Irgatın kumandası , 1 adet misinasıyla beraber komple rapala , 1 adet lastik çekiç .
Bozulan ,kırılanlar , hasarlananlar : Salon sağ oturma grubunun arka taraf kapağı , tuvalet pompası , öndeki ufak sintine kapağı , filika küreklerinden birisi , pasarellanın tekeri .
Son dakika müdahalesi ile veya tesadüfen kurtardıklarımı saymadım burada. :)
-
Bugün çok konuştum.
Belli ki bayağı şanslıyım.
Ben susayım en iyisi yoksa nazar değecek.
-
Arkadaşı seçelim de , çocukları ne yapacağız MAtay reisim. ?
6 aylıktan 76 yaşına kadar her yaştan insanla tur yaptım, çocuklar kesinlikle deniz ortamına daha uyumlu, görev bilinci yüksek ve eğleniyorlar.
Son 4 günlük turumda tüm demir atma ve alma işini 3 (üç) yaşında bir çocuğa yaptırdım. Irgata fiziken yaklaşma sınırını, zorlanınca mola vermesi, ben vira deyince kumandanın UP ve fundo deyince DOWN tuşuna basacağını sadece bir kere öğrettim. Annesinin direk dibinden gözlemi altında tek bir sorun yaşamadan yaklaşık 20 kere demir atıp aldık.
Kültür işinde yaşlıları bırakıp gençlere yatırım yapmak en faydalısı.
öZgür (mobil)
-
Arkadaşı seçelim de , çocukları ne yapacağız MAtay reisim. ?
6 aylıktan 76 yaşına kadar her yaştan insanla tur yaptım, çocuklar kesinlikle deniz ortamına daha uyumlu, görev bilinci yüksek ve eğleniyorlar.
Son 4 günlük turumda tüm demir atma ve alma işini 3 (üç) yaşında bir çocuğa yaptırdım. Irgata fiziken yaklaşma sınırını, zorlanınca mola vermesi, ben vira deyince kumandanın UP ve fundo deyince DOWN tuşuna basacağını sadece bir kere öğrettim. Annesinin direk dibinden gözlemi altında tek bir sorun yaşamadan yaklaşık 20 kere demir atıp aldık.
Kültür işinde yaşlıları bırakıp gençlere yatırım yapmak en faydalısı.
öZgür (mobil)
Yetenekliymiş. Adam olacak çocuk kendini belli ediyor. :)
-
Özgür reis , "ağaç yaşken eğilir" bahsettiğin şey işte :)
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Kültür işinde yaşlıları bırakıp gençlere yatırım yapmak en faydalısı.
Ben de onu diyorum işte.
Bu "kültür" işini enine boyuna, her şekilde tartışmak, bu geleneklerin sebep ve sonuç ilişkilerini günümüze ne getirdiğine bakmak ve doğrusunu eğitimden başlayarak her bir "amatör denizciye" öğretmek/hatırlatmak gerekir.
"Sal usturmaçaları, yemişim geleneğini, bir halta yaramazlar" dersek, sebeplerini öğrenmez ve anlatmazsak, yatırım yaptığımız çocuklar, gençliğe ulaştıklarında, şimdinin "ne usturmaça tanırım, ne ışık, ne hız sınırı tanırım, ne çatışma tüzüğü, ne doğayı korurum, ne selam veririm" diyen pek muhteremleri, mumla aratırlar gibi geliyor.
-
Öncelikle herkese yeniden teşekkür ediyorum, merkezi yitirmeden bu kadar üst düzey düşünceleri derli toplu ortaya koydukları için.
Ama ilginç bir şey var, diğer başlıklarda da konu dönüp dolaşıp aynı yere geliyor, Buzdolabından Vuslata kadar her yerde her başlıkta en kötü ihtimal bir değiniliyor bu konuya.
Buradaki insanların büyük çoğunluğu farklı politik görüşlerden dinsel inanışlardan geldiği halde, benzer sıkıntıları yaşamaları bazı şeylerin göstereni olamaz mı?
Örneğin yabanıl kent yaşamının teker teker her bir bireye yüklediği "başarılı" olma "görev ve ödev"i bazılarımızı yormuş olamaz mı?
Kayıklarımız acaba bizim korunaklı şatolarımız-konaklarımız ve/veya kendi derebeyliklerimiz mı?
Yine Minima Moralia'ya getireceğim sözü (valla okuduğum tek kitap o değil). Şöyle diyor Theodor amca;
Mutlu olup olmadığımızı rüzgârın sesinden anlayabiliriz. Mutsuz insana evinin korunaksızlığını anımsatır bu ses, onu kuş uykularından, huzursuz düşlerinden uyandırarak.
Mutlu adam içinse korunmuşiuğunun şarkısıdır: Öfkeli uğultusunda, artık ona karşı etkisiz olduğunu itiraf eden fısıltıyı da işitir,
Sert rüzgarlarda çoğumuz korkulara kapılır, sığınacak bir yerler ararız ama bunca yıldan bu yana bu nedenle mutsuz olan bir denizci duymadım ben. Herhangi bir denizcinin bir başka denizciye "gir oğlum fırtınaya yaparsın sen" dediğini de işitmedim. Kent yaşamında nelerle karşılaşırız peki?
Ben hep, bu denizcilik işinde, toplumun bize yüklemediği görevleri yerine getirmenin hazzının olduğunu düşünüyorum.
Modern hayatla anladığım da farklı. Teknolojik hayatı modern hayatla karıştırıyoruz sanki. Aslına bakarsanız, pek öyle kötü de bir şey değildir modern hayat. İnsan aklını öne çıkarır hepi topu. Ama ne ki, aynı zamanda şeytanın ayartıcı fahişesi de olan (Martin Luther böyle der) akıl, sistem içinde çok farklı şekilde de sistemin kölesi olabiliyor. Belki de bizler, çaktırmadan-farkına varmadan ve o nedenle de hoby diye ad koyarak bu sisteme karşı geliyoruzdur? Olabilir mi?
Nihayeten, dün Adana'da başıma yastığımı koyduğumda, bugün yazılkacak dilekçeleri, son günleri olan işleri düşünüyordum. Oysa yalnızca iki gün önce, Nemeçek beni terk etmişken, o kadar saat dümen tutup omuzlarım tutulmuşken baş kamaraya uzanıp gözlerimi kapattığımda, Çiftlik koyundan çıkarken yolumu ışıtan çoban yıldızının denize düşen şavkı ile Masal'ın baş tarafı gözümün önündeydi.
Sevgilerimle.
-
Bülent, şu modern hayat ya da adına her ne diyorsak hep takıldığım noktalarından biri başarı, diğeri de sıfatlar ve yaşantımızdaki yeri. En sıfatının neredeyse anlamını yitirdiği yer deniz. En büyük tekne, en iyi denizci vs yok, ona karşı haddini bilir bir mücadele var sadece. Başarı ise tekneyi güvenli bir limana ya da koya sokmaktan ibaret. Her şey basit ve karmaşık anlamlara yer yok. Limana vardıysan başardın, artık limana ulaştıracak bir teknen yoksa başaramadın. Başarısız mısın, hayır, bu kez başaramadın. Belki bir sonrakinde.
2001 krizinden sonra işsiz kaldığım dönemde anama en sonunda demiştim ki; "bak anacım, kimi genel müdür olur, kimi tüccar, kimi puşttur, kiminin heykelini dikerler. Bende buyum. Buna alış, bunu kabullen. Başarılı olmak için doğmuyoruz. Bildiğimiz, öğrendiğimiz kadarıyla varolabilmek için yaşıyoruz. Mutluysak, huzırluysak daha ne isteriz."
Yıllar sonra ne düşünüyorsam onu yaşayabileceğim yere sonunda kavuştum, deniz. Karmaşık görünmesine karşın, aslında kurallar son derece basit. Haddini bil, hazırlıklı ol, sabırlı ol ve her daim umudunu koru...
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Bülent, şu modern hayat ya da adına her ne diyorsak hep takıldığım noktalarından biri başarı, diğeri de sıfatlar ve yaşantımızdaki yeri. En sıfatının neredeyse anlamını yitirdiği yer deniz. En büyük tekne, en iyi denizci vs yok, ona karşı haddini bilir bir mücadele var sadece. Başarı ise tekneyi güvenli bir limana ya da koya sokmaktan ibaret. Her şey basit ve karmaşık anlamlara yer yok. Limana vardıysan başardın, artık limana ulaştıracak bir teknen yoksa başaramadın. Başarısız mısın, hayır, bu kez başaramadın. Belki bir sonrakinde.
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Ek olsun; Bir kaç densizi bir kenara bırakırsak, yola çıkıp, sonra gözü kesmeyip geri dönen kaptanı ayıplayan kaç denizci vardır?
-
CEM GÜRDENİZ
Denizde Görgü ve Usturmaça Kültürü
Bu yaz İtalya’nın Liguria Sahillerinde değişik liman, marina ve koylarda bulundum. Gerek Golfo Dei Poeti, gerekse Golfo di Paradiso limanlarında usturmaçası dışarıda seyreden tek bir amatör denizci teknesi ya da yolcu motoru/vasıtası görmedim. Portevenere’den Cinque Terre’ye ya da Portofino’dan Santa Fruttoso’ya her yarım satte bir turist taşıyan yolcu motorları iskeleden avara ettikten en geç bir dakika içinde tüm usturmaçaları güverteye ya da özel usturmaça loçalarına alıyordu. Bazıları bu işlemi insan gücü ile yaparken, yeni yapılan teknelerde otomatik sarma sistemi kullanılıyordu. Özetle, usturmaçası dışarıda seyreden ya da alargada demirli/şamandıraya bağlı İtalyan bandıralı tek bir tekne yoktu. İster 50 metrelik süper yat, ister 10 metrelik yelkenli sloop, ister 5 metrelik sandal olsun hepsinde usturmaça disiplini tamdı.
Çok özendim. İtalyanları kıskandım. Evrensel denizcilik gelenek ve görgü biirkimlerini takdir ettim. Yıllar öncesine geri döndüm.
Rahmetli babam Halit Gürdeniz, 1949 Yüksek Denizcilik Okulu mezunu bir denizciydi. 1968 yılında bize beş metrelik kürekli bir sandal almıştı. 10 yaşındaydım. Bana ilk öğrettiği, kıçtan kara olduğumuz Büyükdere’deki evimizin önündeki rıhtımdan avara eder etmez, usturmaçaları içeri almam ve bağlama halatlarını derhal güverte üzerinde tüce etmemdi. Bu rutin asla bozulmazdı. 1972 yılında Deniz Lisesine girdim ve bahriyeli oldum. Heybeliada’daki okulumun filikalarında temel gemicilik eğitimi uygulamalarında da biz yeni denizcilere ilk öğretilen, seyir halinde usturmaçaların güverteye alınması ve tekneden sarkan halatlara izin verilmemesiydi. Usturmaça ve halat disiplini bayrak disiplini kadar önemliydi. Buradan çıkardığım sonuç, babamın temsil ettiği deniz ticaret filosu ile benim aralarına katıldığım bahriye camiasının usturmaça disiplini konusunda aynı bilinçlenmeye ve pratiğe sahip olmasıydı. 40 yıllık meslek hayatım boyunca bahriyede usturmaçasını borda ya da kıç aynalıkta unutup seyir yapan savaş gemisini çok nadir gördüm. Gördüklerimin de ikaz edildiklerinde küçük düştüklerini ve bu durumun söz konusu gemide ciddi bir disiplin eksiği olarak değerlendirildiğini belirteyim. Bu uygulamada ve gelenekte günümüzde de en ufak bir değişim olmamıştır.
Deniz ticaret filomuzda da usturmaça disiplininin büyük çapta değişime uğramadan devam ettiğini söylemeliyim. Ancak aynı konuyu Türk amatör denizciliği için söyleyemem. Maalesef ülkemiz amatör teknelerinde usturmaça disiplinine uyarak seyir yapan tekne sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bir gün büyük bir marinanın çıkışını gören bir yerde, ya da İstanbul Boğazında kıyıda oturun ve gelen geçen teknelere bir bakın. Salkım saçak sarkan usturmaçalar, çıması dışarda kalan neredeyse denize sarkan halatlara sahip, bazısı ultra modern ve gösterişli ancak gayri neta amatör denizci tekneler, göz kirliliği yaratarak geçit resmi yaparlar.
Neoliberal ekonomik düzenin, maddi gücü, görgü ve kültür birikiminin önüne geçirdiği bir ortamda karada yaşanan ve neredeyse Recep İvedik tiplemesi ile kutsanan kabalık ve görgüsüzlük kendine denizde de yer buluyor. Usturmaça disiplinsizliği seyir, sürat, telsiz muhaberesi, demirleme, kıçtan kara/aborda olma, çevreyi koruma, gürültü, marina disiplini gibi pek çok alanda yaşanan görgü ve nezaket eksikliklerinin yanında kendine yer buluyor. Fransızca görgü (adab-ı muaşeret) anlamına gelen Savoir Vivre teriminin kelime karşılığı ‘’Yaşamayı Bilmek’’ tir. Denizin ve denizciliğin de kendine göre bir görgü geçmişi vardır. Uygar dünyada, toplumların yüzyıllar önce yerleşik toplum düzenine geçtiği ve güçlü burjuvazinin aristokrasiyi kendine örnek alarak değerlerini yarattığı göz önüne alınırsa, adab-ı muaşeretin uygarlığın en önemli sıçrama alanı olan deniz ve denizcilikte de gelişmesi sürpriz değildir. Uygar dünyada protokol ve görgü kurallarını en iyi uygulayan kurum donanmalardır. Yüzyılların birikimi denizcilerin geleneklerine yönelik tutuculuğu ile birleşerek kalıcı bir çerçeve oluşturur. Gelişmiş pek çok denizci devlette amatör denizcilik de yüzyıllar önce donanma öncülüğünde geliştirildiğinden bu gelenekler amatör denizcilik/Yat/Kürek kulüplerine de geçmiştir. Gelişmiş ülkelerde bu nedenle amatör denizcilik gelenek ve alışkanlıkları bahriye gelenekleri ile bütünleşik yürür. Bu ülkelerde deniz subayları ve ticaret filosu mensuplarının maddi güçleri el verdiği ölçüde çoğunluk yelkenli olmak üzere amatör denizci teknelere sahip olduğunu da ekleyelim. Bu durum da deniz görgüsüne somut katkı sağlamaktadır.
Türkiye’mizde yerleşik toplum kültürüne geçiş tamamlanamadığından, denizde kendine has bir nevi deniz kültürsüzlüğü oluştu. Bunun dışa vurumlarından birisi de usturmaça kültürü. Maalesef usturmaça ile seyretmenin bir nevi görgüsüzlük olduğunu söylediğinizde aldığınız cevap: ‘’Tekne benim. İstediğimi yaparım.‘’ Paranın gücüne saygı, görgünün ve entellektüel birikimin önüne geçtiği sürece bu durum denizde devam edecektir. İşin bir diğer yönü yat kaptanlarının da bu duruma ya bilmediklerinden ya da işlerine gelmediğinden (tembellik) sessiz kalmaları ve usturmaça ile seyri umursamamalarıdır.
Bunu aşmalıyız. Deniz adab-ı muaşeretini, başta usturmaça disiplini olmak üzere her yönü ile amatör denizcilerimiz öğrenmelidir. Bunu bilip de tembellik nedeni ile uygulamayanlara da, doğrusunu yaparak çevreye örnek olmalarını teşvik etmeliyiz. Bu konuda marina yönetimleri de usturmaçaları dışarda seyreden tekneleri çıkış esnasında ikaz etmeli ve ilk hareketi başlatmaya katkı sağlamalıdır.
Belki ben kaçırdım. Lütfen belirtiniz. Bu yazıda usturmaçaların neden ve ne şekilde içeri alınması gerektiğiyle ilgili bir bilgi göremedim. Düpedüz bu yazıda azar var. Böyle sunulrsa kimse uymaz.
-
Yıllar önce okuduğum bir araştırma sonucunda intihar teşebbüsü sonrası kurtarılan insanların çoğunluğu “Kurtulacağımı biliyordum zaten” demişti . Ne kadar bilimsel bir araştırmaydı bilmiyorum ama psikolojiye göre çok anormal bir durum değil. Hayata olan inanç, hayata son vermeye teşebbüs edildiğinde bile bitmiyor. Denize olan inancımız da bunun gibi. Denizciliğimizi geliştiren denize bağlılığımızı artıran en önemli şey başımızdan geçen çoğu olumsuz deneyimlerimiz oluyor. Her olumsuzluktan sonra kurtulup hayata dönünce maceraya bir yerlerden geri dönmek istiyoruz. Deniz duyularımızı ve duygularımızı sürekli tetikliyor. Deniz dışındaki hayatımızı da daha zevkli hale getiriyor. Bazen karada çok sıkıldığım anlar olduğunda kendimi Clark Kent'mişim gibi hissediyorum. Kendi kendime “Hafta sonu gelsin bir telefon kulubesine girip kendi çapında bir deniz süpermen olacaksın sabret” diyorum.
Modern hayat dediğimiz şey sürekli değişiyor. Her geçen saniye insanoğlunun lehine ve aleyhine bir sürü gelişme ve icat çıkıyor. Az önce diğer bir başlıkta konuşulan otopilot, ilkel bir yapay zeka ürünü. Teknemizde elektrikli ve elektronik pek çok ürün kullanıyoruz. Ama şimdilik kararları biz verdiğimiz için mutluyuz. Yakın gelecekte yapay zeka teknolojisi geliştikçe akıllı tekneler üretilecek. Karar verme yetkisine sahip bir teknemiz bile olabilecek. O zaman denizi bu kadar sevebilir miyiz? Denizci olmaya devam edebilir miyiz?
Orfoz Kaptan'dan, Halikarnas Balıkçısı'na, Joshua Slocum'dan Sadun Boro’ya kadar denizcilerin büyük çoğunluğu, deniz hayatını özgürlük olarak tanımlıyor. Modern dediğimiz hayat, her zaman akmaya devam edecek. İnsan, hep aynı duygularıyla kalacak. Farklı zaman dilimlerinden insanlar bir araya gelebilselerdi en iyi anlaşacak olanlar denizciler olurdu herhalde. Bu başlık altında Enes Save, 1200 mil bot yolculuğu sonrasında “Eşsiz safha derken egom hala arıza verse de önemsiz bir varlık olduğumu anladım. İnsan kendi bokunu başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde yok etmeye çalışınca ne kadar önemsiz olduğunu anlıyor“ demişti. Aslında kendisi bizim için ve denizcilik ne kadar önemli birisi. İşte bütün mesele bu. Önceki seçkime ek olarak kendi yazdıklarımdan da bir örnek vermek isterim :)
“Yine de deniz, yalnızlığı değil hep beraber arkadaşlığı, aynı gemide ya da farklı gemilerde bir ekip olmayı gerektiriyor. Çocukken mahallede genç bir ağabeyin üç beş çocuğa futbol dersi verirken “Haydi ben tekim siz hepinizsiniz!” diye meydan okuması gibi, deniz tek, biz hepimiz. Deniz, bize her daim ders verirken, bizi birbirimize daha da yakınlaştıran ağabeyimiz, ablamız.”
Deniz tek biz hepimiz derken, “Biz” belki de şimdiye denize gönül vermiş, denizci olmaya çalışan herkesi kapsıyordur. Denizde tüm zamanların iç içe geçtiğine inananlardanım...
-
Bülent, şu modern hayat ya da adına her ne diyorsak hep takıldığım noktalarından biri başarı, diğeri de sıfatlar ve yaşantımızdaki yeri. En sıfatının neredeyse anlamını yitirdiği yer deniz. En büyük tekne, en iyi denizci vs yok, ona karşı haddini bilir bir mücadele var sadece. Başarı ise tekneyi güvenli bir limana ya da koya sokmaktan ibaret. Her şey basit ve karmaşık anlamlara yer yok. Limana vardıysan başardın, artık limana ulaştıracak bir teknen yoksa başaramadın. Başarısız mısın, hayır, bu kez başaramadın. Belki bir sonrakinde.
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Ek olsun; Bir kaç densizi bir kenara bırakırsak, yola çıkıp, sonra gözü kesmeyip geri dönen kaptanı ayıplayan kaç denizci vardır?
Kimse ayıplayamaz .
Gemide kararları kaptan alır , doğru ya da yanlış. C:-)
-
CEM GÜRDENİZ
Denizde Görgü ve Usturmaça Kültürü
Belki ben kaçırdım. Lütfen belirtiniz. Bu yazıda usturmaçaların neden ve ne şekilde içeri alınması gerektiğiyle ilgili bir bilgi göremedim. Düpedüz bu yazıda azar var. Böyle sunulrsa kimse uymaz.
Enes bazı kurallar - gelenekler yüzyıllardır yapılan uygulamalar sonucu oluşmuş ve gelenek haline gelmiştir. Bu usturmaça almamanın bazı mahsurları burada da yazıldı .
Buna karşın en fazla üç dakikanı alacak usturmaçaları içeri almanın zararına ait ek tek bir kelime yazabilirmisin , ya da şöyle söyleyeyim hangi davranışın artıları daha çok düşündüğümüz zaman. ::)
İsteyen usturmaçaları sallandırıp gidebilir ,ya da güverteye yatırabilir tabiiki . Allah bilir daha ne mahzurları vardır daha , ben yapmak istemem bu denemeyi .
Tabiiki kimse kimseyi zorlayamaz , en fazla tavsiyede bulunabilir . Cem Amiral de onu yapmış zaten.
-
Enes'e kısmen katılıyorum, tam azar olmasa da biraz üstten ve elitist bir bakış var o yazıda. Rahmi Koç'un yatçı nezaketi yazısını andırıyor sanki.
En kültürlü, anlayışlı, hoşgörülü, yardımsever, becerikli, temiz, titiz, ideal denizci tablosu çizilmiş ama hedef (tercih) bu olsa da gerçek denizcilik bu değil! :)
öZgür (mobil)
-
Ben çok kısa yazacağım.
Üzerinde tartışmaya değer bulunulursa düşüncelerimi daha detaylı açıklamaya çalışırım.
Denizlerde çoğalmaya karşıyım.
Koylarda, üstüste teknelerle demirlemek, kalabalık, gürültülü ortamlarda tatil geçirmek istemiyorum.
-
CEM GÜRDENİZ
Denizde Görgü ve Usturmaça Kültürü
Belki ben kaçırdım. Lütfen belirtiniz. Bu yazıda usturmaçaların neden ve ne şekilde içeri alınması gerektiğiyle ilgili bir bilgi göremedim. Düpedüz bu yazıda azar var. Böyle sunulrsa kimse uymaz.
Enes bazı kurallar - gelenekler yüzyıllardır yapılan uygulamalar sonucu oluşmuş ve gelenek haline gelmiştir. Bu usturmaça almamanın bazı mahsurları burada da yazıldı .
Buna karşın en fazla üç dakikanı alacak usturmaçaları içeri almanın zararına ait ek tek bir kelime yazabilirmisin , ya da şöyle söyleyeyim hangi davranışın artıları daha çok düşündüğümüz zaman. ::)
İsteyen usturmaçaları sallandırıp gidebilir ,ya da güverteye yatırabilir tabiiki . Allah bilir daha ne mahzurları vardır daha , ben yapmak istemem bu denemeyi .
Tabiiki kimse kimseyi zorlayamaz , en fazla tavsiyede bulunabilir . Cem Amiral de onu yapmış zaten.
Yazımda usturmaça kullanımıyla.ilgili bir cümle kurmadım. Belirtmeye çalıştığım
Cem Gürdeniz 'in yazısının konusunun usturmaça olmadığı, yazanın kişileri görmemiş olmakla suçlaması dolayısıyla aşağılamasıydı. Biraz daha açmam gerekirse :
Söylediğimiz şeyin kabul görme olasılığı sunuş şekline bağlıdır bir çok zaman. Yazan usturmaçasını içeriye almayan teknelerin nasıl disiplinsiz olduklarınà ilişkin yazacağına bu kurala diyelim uymayanların yaşadıkları kötü tecrübeleri yazsa daha iyi olabilirdi.
Ayrıca kanımcà denizcilik ya da denizde seyir veya ne deniyorsa kendinde bir miktar isyanı da barındırır.
Biz söylemesek de kişi zararını görünce zaten öyle davranmaktan vazgeçer.
Gelenek görenek konusunaysa hiç girmek istemem. Orası felaket.
-
Ben çok kısa yazacağım.
Üzerinde tartışmaya değer bulunulursa düşüncelerimi daha detaylı açıklamaya çalışırım.
Denizlerde çoğalmaya karşıyım.
Koylarda, üstüste teknelerle demirlemek, kalabalık, gürültülü ortamlarda tatil geçirmek istemiyorum.
Bence üzerinde özellikle konuşulmaya değer.
-
Şu usturmaça ve geleneksel tanımlamalar ile ilgili küçük bir tespit.
Bu son zamanlarda pek bir moda oldu.
Kendini "cool" gören ama aynı zaman da denizcileri "burnu havada, çok bilmişler" gözüyle takip edenler çoğaldı.
Bir de çoook mütevazı ama diğerlerinden kendini ayırma, bir tarz sahibi olmak için, hiç bir geçerli gerekçeye dayanmayan, aykırı fikirler üretenler.
Sebepsizce ayak uyduranlarda.
Elbet her yapıda insan çeşiti mevcut. Kim ne diyebilir ? Herkes özgürdür.
Farzı Misal ;
Kişi/ler, 48 yıl (öylesine bir sayı) denizle tek ilişkisi tatillerde "çimmek" olmuş. Deniz kenarına kıçını dönerek oturmuş, en büyük deniz zevki, güneş batarken, denize sıfır restaurant masasından selfie çekmek. Deniz denildiğin de ilk söyleyebileceği şey "ıslak".
Şimdi bu kişi/ler, hasbel kader bir yerlerden tekne sahibi olmanın, tekne sahipleri ile bir arada bir cemiyete kabulünün pek bir havalı olduğunu duymuş. Hz. google'a sormuş, karşısına neler neler çıkmış, bilgiler, tekneler, tatiller, yurtdışında pek havalı resimler. Vay vayy vay..Daha düne kadar ya "birader baksana" denirdi ya " bilmemne bey" diye seslenirlerdi. Şimdi öyle mi ya... Kaptan olacaksın oğluuum.
Hayatında şehir hatlarından başka vapura binmemiş arkadaş, eğitim almaya başlar. İlk günü teknede teorik eğitim vardır. Beyaz, dar, marka bir tişort, kırmızı fular, geniş siperlikli, "seal" şapkası ve pek afili güneş gözlüğü olmazsa olmazlardandır. Bu daha ilk gününden amaç ile aracın karıştırılma emaresidir.
Eğitim başlar, deniz kültürü sinsire sindire, çok büyük bir özenle, bu işte gerçekten profesyonel olmuş, ciddi sertifikasyonlara sahip, ciddi tecrübelerle kendini yetiştirebilmiş usta eğiticiler tarafından....(şaka şaka, bir çok okulda, daha konuşmasını beceremeyen, gencecik çocuklar, tamamen tatil modunda eğitim veriyorlar. ) Diğerleri zaten, hakkını veriyorlar ama çok azlar.
Acaaayip zor bir eğitimden sonra, 9-10 mt civarı bir tekne alınır. Sorulur soruşturulur, biraz gezilir. Tecrübeli denizcilerin sözleri bir kulaktan girer diğerinden çıkar. Sadece işine gelenler kabul görür. Yeterli lüks yoktur, insanlarda zaten garip davranıyorlardır. Selam vermeler, yardım etme bahaneleri, bir şeyler hakkında bilgilendirmeye çalışmalar filan. Ne ayaksızınız siz yaa. Ben de yaparım bunları, ben nasıl cip kullanıyorum, nasıl parkediyorum biliyor musunuz siz. Hem benim kim olduğumu biliyor musunuz siz ? Benimle öyle fazla içli dışlı olmayın.
Bir kaç dergi okunur, bir iki de kitap, kulüplere/derneklere/forumlara üye olunur. Az mı kardeşim koccaaa bir yaz geçti. Ne tecrübe ne tecrübe.
Eh, artık ikinci yaz bu tekneyle girilmez, büüyüük, lüks ve pahalı bir tekne şart oldu. Hemen tekrar araştırmalar soruşturmalar ve şöööle 200,000-250,000€ gibi 14-15 mt bir tekne. İyide bir marinaya bağladın mı tamamdır.
Şimdi sırada ne var.
Hah işte şimdisi önemli.
Burada, tam da bu anda edindiğin kısa bir tecrübe bile olsa, denizci mi olacaksın yoksa tekne sahibi mi ? ona kara vereceksin.
Deniz kültürünü, sebeplerini, tecrübeli büyüklerin sözlerini, tecrübelerini kulağına küpe mi edeceksin ? araştırıp doğrusunu öğrenmeye çabalayıp, denizin insana kazandırdığı mütevazılığa, yardımseverliğe, kendini tanıma yolunda ilerleyecek misin buna karar vereceksin.
Çünkü, sonunda,
O pahalı teknenin kıçında, güneş batarken, elinde viski bardağı ile sosyal medya da "bana kim karışır, istediğimi yaparım, ne geleneği kardeşim, saçmalayın, mecbur muyum, zaten böyyük denizciler bilir her bir haltı" diye yazıp, aslında denize ait olmanın parayla pulla bir alakası olmadığını, senin kim olduğunun hiç bir anlamı olmadığını içten içe bildiğin ve aslında tam da bu sebeple üstüne tam olarak oturtamadığın gömleğin hırsıyla, güzel bir dille hatırlatma ve tavsiyede bulunanlara, durduk yere hakarete varan sözler sarfeden bir tekne sahibi olabilirsin.
Kesinlikle bir genelleme değildir ama tam da bu yazdığım profilde, gelenekler, usturmaça, terminoloji vs. konularında çokça esip gürleyen kişiler olduğunu biliyorum. Yazdıklarına şahit oluyorum.
Gerçek kişiler olduğu için kimseyi aşağılamıyorum ki zaten aynen böyleler. Denize yakışmayan, yakışmaya çalışmayan, uyum sağlamaktansa terör estirerek karada ki gibi güzellikleri yozlaştıran insanların denizde olmasını istemiyorum. Elbette buna ben karar veremem ama yine de istemiyorum. Bunun için elitist olacaksam, ki buna çok gülerim, olsun.
-
Ben çok kısa yazacağım.
Üzerinde tartışmaya değer bulunulursa düşüncelerimi daha detaylı açıklamaya çalışırım.
Denizlerde çoğalmaya karşıyım.
Koylarda, üstüste teknelerle demirlemek, kalabalık, gürültülü ortamlarda tatil geçirmek istemiyorum.
Bence üzerinde özellikle konuşulmaya değer.
İzleyip öyle tartışalım:
Nicelikte sorun yok, kanaatimce sorun nitelikte.
-
Ben çok kısa yazacağım.
Üzerinde tartışmaya değer bulunulursa düşüncelerimi daha detaylı açıklamaya çalışırım.
Denizlerde çoğalmaya karşıyım.
Koylarda, üstüste teknelerle demirlemek, kalabalık, gürültülü ortamlarda tatil geçirmek istemiyorum.
Bence üzerinde özellikle konuşulmaya değer.
En sevdiğim konu Gezgin bir yelkenci değilim bu yaz bir defa dahi demir atmadım.Kışın gelmesini bekliyorum.Denizde çok enteresan insanlarla tanıştım hep olumlu oldu düşüncelerim kötü diyebileceğim insanlar hep bu işin ticaretini yapanlardı.Yol vermeyenler yanınızdan hızla geçenler demirlediğiniz yere çık ben gireceğim benim yerim orası diyenler Ağaçlara kocaman halatlarını bağlayan duş alan bulaşığını koyda yıkayan malesef hep bu gulet ve içinde sahibi olmayan motoryatlardı hep banamı denk geldi hiç sanmıyorum. Bayramlarda resmi tatillerde yüksek sezon dedikleri Temmuz Ağustos aylarında mecbur kalmadıkça bırakın denizi sokağa bile çıkmamaya çalışıyorum.Kış aylarını sabırsızlıkla bekliyorum kış demek benim için yelken demek yarış demek sessizlik demek .Kısaca Deniz tehlikelidir şakaya gelmez zahmetli iştir Mikrop kapabilir boğulabilir ve orta kulak iltihabı olabirsiniz.😜
-
Ben çok kısa yazacağım.
Üzerinde tartışmaya değer bulunulursa düşüncelerimi daha detaylı açıklamaya çalışırım.
Denizlerde çoğalmaya karşıyım.
Koylarda, üstüste teknelerle demirlemek, kalabalık, gürültülü ortamlarda tatil geçirmek istemiyorum.
Bence üzerinde özellikle konuşulmaya değer.
İzleyip öyle tartışalım:
Nicelikte sorun yok, kanaatimce sorun nitelikte.
Tiryaki reis, iyiki Hollanda'da yaşamıyorum dedim videoyu izleyince. O ne kalabalık öyle, ben Tuzla körfezinden geçerken bunalıp geriliyorum, orada burnumu çıkarmazdım heral
. Kesin onlar da bize bakıp imreniyorlardır, orada da tekne kullanmak işmi diye söyleniyorlardır. Otoban kalabalıklığında deniz
Kaan reisim, insanlar kendi tanımlarını davranış ile değilde eşya ile yaptıkça tesbit ettiğiniz durum kaçınılmaz. Karada lüks araba ev olur, denizde son model tekne olur. Modernite ve kapitalizmin insanlara dikte ettiği şey zaten bu. "Aslı boşver, şekle bak. Sahip olduğun kadar varsın. Cebindeki kadar karakter sahibisin. "
Eyüp reis, yazdıklarınızın ötesini merak ediyorum.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
CEM GÜRDENİZ
Denizde Görgü ve Usturmaça Kültürü
Belki ben kaçırdım. Lütfen belirtiniz. Bu yazıda usturmaçaların neden ve ne şekilde içeri alınması gerektiğiyle ilgili bir bilgi göremedim. Düpedüz bu yazıda azar var. Böyle sunulrsa kimse uymaz.
Enes bazı kurallar - gelenekler yüzyıllardır yapılan uygulamalar sonucu oluşmuş ve gelenek haline gelmiştir. Bu usturmaça almamanın bazı mahsurları burada da yazıldı .
Buna karşın en fazla üç dakikanı alacak usturmaçaları içeri almanın zararına ait ek tek bir kelime yazabilirmisin , ya da şöyle söyleyeyim hangi davranışın artıları daha çok düşündüğümüz zaman. ::)
İsteyen usturmaçaları sallandırıp gidebilir ,ya da güverteye yatırabilir tabiiki . Allah bilir daha ne mahzurları vardır daha , ben yapmak istemem bu denemeyi .
Tabiiki kimse kimseyi zorlayamaz , en fazla tavsiyede bulunabilir . Cem Amiral de onu yapmış zaten.
Yazımda usturmaça kullanımıyla.ilgili bir cümle kurmadım. Belirtmeye çalıştığım
Cem Gürdeniz 'in yazısının konusunun usturmaça olmadığı, yazanın kişileri görmemiş olmakla suçlaması dolayısıyla aşağılamasıydı. Biraz daha açmam gerekirse :
Söylediğimiz şeyin kabul görme olasılığı sunuş şekline bağlıdır bir çok zaman. Yazan usturmaçasını içeriye almayan teknelerin nasıl disiplinsiz olduklarınà ilişkin yazacağına bu kurala diyelim uymayanların yaşadıkları kötü tecrübeleri yazsa daha iyi olabilirdi.
Ayrıca kanımcà denizcilik ya da denizde seyir veya ne deniyorsa kendinde bir miktar isyanı da barındırır.
Biz söylemesek de kişi zararını görünce zaten öyle davranmaktan vazgeçer.
Gelenek görenek konusunaysa hiç girmek istemem. Orası felaket.
Yazıyı bir kez daha okuyalım.
Cem Amiral yorum yapmamış , tesbitlerde ve örneklerle tavsiyelerde bulunmuş. Konunun özü bu ve bence çok güzel bir yazı . bu benim görüşüm tabiiki.
Enes ve Özgür reisten başka yazıda uslup problemi gören varmı arkadaşlar.?
Belki ben yanılıyorumdur. ???
-
Öcal reisim, üsluptan bende hoşlanmadım doğrusu. En azından bana göre değil. Ben öğreten değil, paylaşan yaklaşımlardan hoşlanırım kendi adıma. Daha da önemlisi, tam da eleştirildiği gibi, bilgiyi hap ya da slogan olarak değil, nedenleriyle veren metinlerden hoşlanırım. Yıllardır ilkokullarda sunumlar yaparım bebelere. En net izlenimim şu; sloganlar öğretiyorlar çocuklara. Mesela bir "denizleri koruyalım"dır tutturmuş gidiyorlar ama bir türlü nedenini anlatmıyorlar. Ezberletmek daha kolay geliyor ama çocuk bir şey öğrenmiyor. Sadece ezberliyor. Denizi korumalıyım. Dahası çocukta yaratılan imajinasyon ayazda kalmış kedi yavrusu misali, korunmaya muhtaç bir deniz! Usturmaçaları toplayalım, ayıp. Adab-ı muhaşerete aykırı. İyi de neden aziz kardeşim. Anlat, ben karar vereyim. Çok şükür muhakeme yeteneğimiz var hepimizin kendi çapımızda. Mesela Kaan reis dedi ki cenaze var demek. Hatta, kuzeylilerin geleneğiymiş. İyi de ben her coğrafyanın geleneklerini alıp kullanmakla mı mükellefim. Rus gemisi Boğazı geçerken Barbaros'u selamlamak zorunda mı Beşiktaş önlerinde? Polinezyalıların, Güney Amerikalıların, Afrikalıların... her birinin yerel gelenekleri var denize dair. Hepi topu 60-70 yıldır kullanılan usturmaçaların posizyonundan daha köklü ve temellerini kadim günlerden alan. Ama yaşadığımız coğrafya değil mi biraz da yaşam koşullarımızı, değer yargılarımızı belirleyen? Kuzeylinin usturmaçaya yüklediği anlamı hoş bulabilirim en fazla. Ama her duyduğum şeyi de geleneksel diye yapmam mümkün değil doğal olarak.
Misyon yüklenen her kimse bence bilgisi kadar üslubu da önemli. Ben bildiğini paylaştığını hissettiğim sürece hoşlanan, alan taraftanım. Ders niteliğinde anlatımlardan zaten sıtkım sıyrılmış bitmek bilmeyen öğretim hayatım boyunca.
-
Şu usturmaça ve geleneksel tanımlamalar ile ilgili küçük bir tespit.
Bu son zamanlarda pek bir moda oldu.
Kendini "cool" gören ama aynı zaman da denizcileri "burnu havada, çok bilmişler" gözüyle takip edenler çoğaldı.
Bir de çoook mütevazı ama diğerlerinden kendini ayırma, bir tarz sahibi olmak için, hiç bir geçerli gerekçeye dayanmayan, aykırı fikirler üretenler.
Sebepsizce ayak uyduranlarda.
Elbet her yapıda insan çeşiti mevcut. Kim ne diyebilir ? Herkes özgürdür.
Farzı Misal ;
Kişi/ler, 48 yıl (öylesine bir sayı) denizle tek ilişkisi tatillerde "çimmek" olmuş. Deniz kenarına kıçını dönerek oturmuş, en büyük deniz zevki, güneş batarken, denize sıfır restaurant masasından selfie çekmek. Deniz denildiğin de ilk söyleyebileceği şey "ıslak".
Şimdi bu kişi/ler, hasbel kader bir yerlerden tekne sahibi olmanın, tekne sahipleri ile bir arada bir cemiyete kabulünün pek bir havalı olduğunu duymuş. Hz. google'a sormuş, karşısına neler neler çıkmış, bilgiler, tekneler, tatiller, yurtdışında pek havalı resimler. Vay vayy vay..Daha düne kadar ya "birader baksana" denirdi ya " bilmemne bey" diye seslenirlerdi. Şimdi öyle mi ya... Kaptan olacaksın oğluuum.
Hayatında şehir hatlarından başka vapura binmemiş arkadaş, eğitim almaya başlar. İlk günü teknede teorik eğitim vardır. Beyaz, dar, marka bir tişort, kırmızı fular, geniş siperlikli, "seal" şapkası ve pek afili güneş gözlüğü olmazsa olmazlardandır. Bu daha ilk gününden amaç ile aracın karıştırılma emaresidir.
Eğitim başlar, deniz kültürü sinsire sindire, çok büyük bir özenle, bu işte gerçekten profesyonel olmuş, ciddi sertifikasyonlara sahip, ciddi tecrübelerle kendini yetiştirebilmiş usta eğiticiler tarafından....(şaka şaka, bir çok okulda, daha konuşmasını beceremeyen, gencecik çocuklar, tamamen tatil modunda eğitim veriyorlar. ) Diğerleri zaten, hakkını veriyorlar ama çok azlar.
Acaaayip zor bir eğitimden sonra, 9-10 mt civarı bir tekne alınır. Sorulur soruşturulur, biraz gezilir. Tecrübeli denizcilerin sözleri bir kulaktan girer diğerinden çıkar. Sadece işine gelenler kabul görür. Yeterli lüks yoktur, insanlarda zaten garip davranıyorlardır. Selam vermeler, yardım etme bahaneleri, bir şeyler hakkında bilgilendirmeye çalışmalar filan. Ne ayaksızınız siz yaa. Ben de yaparım bunları, ben nasıl cip kullanıyorum, nasıl parkediyorum biliyor musunuz siz. Hem benim kim olduğumu biliyor musunuz siz ? Benimle öyle fazla içli dışlı olmayın.
Bir kaç dergi okunur, bir iki de kitap, kulüplere/derneklere/forumlara üye olunur. Az mı kardeşim koccaaa bir yaz geçti. Ne tecrübe ne tecrübe.
Eh, artık ikinci yaz bu tekneyle girilmez, büüyüük, lüks ve pahalı bir tekne şart oldu. Hemen tekrar araştırmalar soruşturmalar ve şöööle 200,000-250,000€ gibi 14-15 mt bir tekne. İyide bir marinaya bağladın mı tamamdır.
Şimdi sırada ne var.
Hah işte şimdisi önemli.
Burada, tam da bu anda edindiğin kısa bir tecrübe bile olsa, denizci mi olacaksın yoksa tekne sahibi mi ? ona kara vereceksin.
Deniz kültürünü, sebeplerini, tecrübeli büyüklerin sözlerini, tecrübelerini kulağına küpe mi edeceksin ? araştırıp doğrusunu öğrenmeye çabalayıp, denizin insana kazandırdığı mütevazılığa, yardımseverliğe, kendini tanıma yolunda ilerleyecek misin buna karar vereceksin.
Çünkü, sonunda,
O pahalı teknenin kıçında, güneş batarken, elinde viski bardağı ile sosyal medya da "bana kim karışır, istediğimi yaparım, ne geleneği kardeşim, saçmalayın, mecbur muyum, zaten böyyük denizciler bilir her bir haltı" diye yazıp, aslında denize ait olmanın parayla pulla bir alakası olmadığını, senin kim olduğunun hiç bir anlamı olmadığını içten içe bildiğin ve aslında tam da bu sebeple üstüne tam olarak oturtamadığın gömleğin hırsıyla, güzel bir dille hatırlatma ve tavsiyede bulunanlara, durduk yere hakarete varan sözler sarfeden bir tekne sahibi olabilirsin.
Kesinlikle bir genelleme değildir ama tam da bu yazdığım profilde, gelenekler, usturmaça, terminoloji vs. konularında çokça esip gürleyen kişiler olduğunu biliyorum. Yazdıklarına şahit oluyorum.
Gerçek kişiler olduğu için kimseyi aşağılamıyorum ki zaten aynen böyleler. Denize yakışmayan, yakışmaya çalışmayan, uyum sağlamaktansa terör estirerek karada ki gibi güzellikleri yozlaştıran insanların denizde olmasını istemiyorum. Elbette buna ben karar veremem ama yine de istemiyorum. Bunun için elitist olacaksam, ki buna çok gülerim, olsun.
Ne kadar güzel bir yazı olmuş elinize sağlık.
-
Günümüzde kullanılmaya devam eden bazı denizcilik geleneklerinin sebepleri ;
Şayet bunlara bakarsak, hiçbirinin günümüzde anlam ifade etmediğini görebiliriz. Yani tamamı bırakılmalıdır.
Bir de şu poseidon meselesi var. Ne alaka arkadaş. Bizimle hiç alakası yok. Bizim ki AKANA, lütfen onu kullanalım.
"Denizciler arasında yaygın olan adetlerin kökenleri insanlık tarihi kadar eskidir ve kültürden kültüre değişen farklılıklar gösterir. Bu çeşitlilikte elbette farklı coğrafyalarda yaşayan değişik halkların denizcilik geçmişlerinin ve yerel kültürlerinin çok büyük etkisi var; ancak tüm bunlara rağmen dünyanın her yerindeki denizciler arasında yaygın bir takım ortak gelenekler de yok değil… Bu geleneklerden bazılarının kökeni ise çok eski zamanlara kadar uzanıyor; denizcilerin halat veya kürek çekerken, ya da bir palangayı açıp uzatırken
birbirlerini gayrete getirmek için hep birlikte söyledikleri heyamolalar gibi… Antik çağlarda beden gücü gerektiren zor işlerde çalışan denizciler ve küreğe mahkûm forsalar da birbirlerini cesaretlendirmek için şimdi olduğu gibi hep bir ağızdan bağırırlardı. Günümüzde hala geçerli olan modern denizcilik geleneklerinin ortaya çıkması ise keşifler çağından sonraki yüzyıllara dayanıyor. Bu yazımızda daha çok donanmada ve yelkencilikte yaygın birtakım geleneklerin kökenini araştırdık:
Öncelikle denizde selamlaşma geleneğinin geçmişine kısaca göz atalım. Günümüzde denizde iki geminin birbirini selamlaması saygı ve nezaket gereği yapılması gereken bir gelenek haline gelmiştir, fakat eski dönemlerde bu bir nezaket göstergesi olmaktan çok savaş ya da barış niyetini gösteren bir hareketti. İngiltere 1320’lerde dört denizde
hâkimiyetini ilan ettikten sonra karasularına giren her geminin gabya yelkenlerini indirerek hâkimiyetini tanımalarını istemişti. İngiltere Manş Kanalından geçen hiçbir gemiden vergi almıyordu ancak selamlama konusunda oldukça ısrarcıydı; örneğin Manş Kanalını geçen bir Felemenk savaş gemisinin amirali, İngiliz gemisini selamlamayı reddedince İngiltere ve Hollanda arasında savaş çıkmıştı.
Yelken çağında gemilerin birbirlerini selamlaması, yelkenlerin arya edilmesi, ıskota halatlarının bando edilmesi ve topların ateşlenmesiyle yapılırdı. Top atışıyla selamlama geleneği ilk olarak Britanya Kraliyet Donanmasında ortaya çıkan bir uygulamaydı ve bu saygıdan ziyade bir iyi niyet göstergesiydi. Limana giren bir gemi toplarını ateşlediğinde bir süreliğine kısmen silahsız kalmış oluyordu, dolayısıyla bu hareket geminin düşman olmadığı anlamına geliyordu. Asıl sorun ilk selamı kimin vereceğiydi; genellikle İngilizler ve diğer güçlü deniz devletleri, zayıf ulusların gemilerine ilk selam atışını yaptırmaya mecbur bırakıyorlardı.
Barış zamanında yabancı bir limana giren ve çıkan gemilerin top atışıyla misafir oldukları ülkeyi selamlamaları kısa sürede adet haline geldi. Limana girerken ilk atışta pruva gabya yelkeni arya edilir, sonra floklar indirilir ve merasimin tamamlanmasının ardından da yelkenler saravele edilerek toplanırdı. Limandan çıkarken ise tersi yapılır, top atışıyla birlikte gabya yelkeni ve floklar çekilir, ardından da tüm yelkenler fora edilirdi. Limanda bulunan herhangi bir deniz subayı veya bir amiral selamlanırken gabya veya babafingo yelkenler açıksa toplanması bir gelenekti, bu ayrıcalık denizci olmayan yüksek rütbeli subaylara tanınmıyordu. Gelenek yaygınlaştıkça ateşlenen top sayısı da selamlanan yetkilinin rütbesiyle orantılı bir şekilde artacaktı.
Genellikle tek sayıda top atışı yapılırdı ve en çok 7 pare top atışı yaygındı. Bu muhtemelen denizciler arasında yaygın olan batıl inançlardan kaynaklanmaktaydı, zira 7 sayısı şans ve gizemli güçlerle ilişkilendirilirdi. 1818’de Amerikan başkanının bir savaş gemisini ziyareti sırasında 21 pare top atışıyla selamlanmıştı; 21 pare top o zamanki 21 eyaleti simgeliyordu.
Eski dönemlerde topların ateşlenmesi cephanenin oldukça savurganca harcanması anlamına geldiği için, önceleri ancak çok özel durumlarda top atışıyla selamlama uygulamasına başvuruluyordu. Mesela Downs’ta demirli filoya Kral Charles’ın ölüm kararı haberi geldiğinde filo komutanı amiral gemisindeki bütün topların ateşlenmesini emretmiş, diğer
tüm komutanlar da gösterişli bir biçimde aynısını yapmışlardı. Daha sonraları önemli günlerde ve ulusal törenlerde de gemilerden top atışı yapılması gelenek haline geldi.
Top atışına eşlik eden merasime tüm mürettebat da eşlik ederdi. /“Çimariva”/ adı verilen bu özel selamlama seremonisinde tüm mürettebat gemi boyunca veya serenlerde düzenli olarak dizilerek selam dururlardı. Bu geleneğin kökeni aslında mürettebatın güverteye giriş-çıkışlarını bir düzene sokmak ve üst rütbeli subayların geçişine engel olmamak amacıyla yapılan bir uygulamaya dayanıyor. Eski dönemlerde yelkenli bir geminin güvertesine çıkmak için kullanılan tek araç şeytan çarmıhı olduğundan, üst rütbeli bir subay güverteye çıkmak istediğinde tayfalar basamakların iki yanına sıralanıp halatlara asılarak yol verirlermiş. Halen bütün ülkelerin donanmalarında uygulanan /Çimariva (manning ship)/ geleneğinin kökeni Kraliçe I. Elizabeth dönemine kadar uzanmaktadır.
Peki denizcilerin selamlaşma geleneğinin kökeni neye dayanıyor? Sağ elin parmaklarını alına götürme şeklinde yapılan selamlama ordudan alınmıştır. Ortaçağda şövalyeler at üzerinde karşılaştıklarında hem birbirlerinin yüzlerini görmek hem de ellerinde silah tutmadıklarını belirtmek için miğferlerinin vizörlerini kaldırarak açarlarmış ve bu hareket zamanla askeri selama dönüşmüş. Büyük keşifler çağından sonra gemilerde sık sık isyanlar çıkmaya başlayınca bu selam donanmada da kullanılmış ve tayfaların subaylara ellerinde silah olmadığını göstermesi adet haline gelmiş. Önceleri avuç içi gösterilerek yapılan bu selamlama, denizcilerin ıskotalardan ve diğer donanımlardan ellerine
bulaşan katran ve yağ lekelerini subaylara göstermelerinin uygunsuz olacağının düşünülmesi nedeniyle, avuç içinin 45 derece ile alına vurulduğu modern denizci selamına dönüşmüştür.
Özel günlerde gemilerin baştan kıça bayraklarla donatılması geleneği de çimariva geleneği kadar eski… Günümüzde gemilerin donatılması renklerine göre özel bir düzende sıralanan işaret flamalarıyla yapılıyor. Her ne kadar uluslararası işaret flamalarının modern şekillerini alması yakın bir tarihte gerçekleşmiş olsa da, flama kullanımı çok eski çağlara kadar uzanmakta… Antik çağlardan ortaçağın sonlarına kadar gemiler arasındaki iletişim için ilkel flamaları kullanılıyordu, işaret flamalarının eski örneklerinden biri de korsanların /“Jolly Roger”/ adıyla bilinen siyah bayrakları… Her korsanın kendi kimliklerini gösteren ayrı birer bayrağı vardı ve bu bayrak sadece atış menziline giren hedef gemiye savaşmadan
teslim olma şansı vermek için uyarı atışıyla birlikte göndere çekiliyordu. Eğer gemi teslim olmayı reddederse siyah bayrak indirilir ve yerine /“Kanlı Bayrak”/ adı verilen kırmızı savaş bayrağı çekilirdi.
Kırmızı bayrak denizcilik geleneğinde antik çağlardan beri deniz savaşlarında kullanılan geleneksel bir işaretti ve kimseye aman verilmeden geminin zorla ele geçirileceği anlamına geliyordu.
GEMİYİ DONATMA
Eskiden yabancı bir ülkenin karasularına giren gemiler, düşman tarafından tanınmamak ya da düşmanı aldatmak için ulusal sancaklarını indirip başka ülkelerin sancaklarını hisa ederlerdi. Eylül 1800’de Cebelitarık Boğazını geçerek Akdeniz’e giren ilk Amerikan gemisi /USS George Washington/’un başına gelenler ise yabancı sularda misafir olunan
ülkenin sancağını taşıma adetinin eski ve oldukça sıra dışı bir örneği… Amerikan hükümetinin Cezayir Beylerbeyliğine olan yıllık vergisini ödemek için Cezayir’e gelen gemi, Cezayir Dayısının talebiyle Sultan III. Selim’e özel bir elçi ve değerli hediyeler götürmek için kullanılmış. Geminin ana direğindeki Amerikan sancağı indirilerek yerine Türk sancağı çekilmiş ve 7 pare top atışının ardından USS George Washington İstanbul’a yelken açmış. Bu arada Amerikalıların bu talebi istemeye istemeye kabul ettiklerini, ancak Türk korsanlardan
çekindikleri için ses çıkaramadıklarını da belirtelim.
Sancakla selamlama geleneği ise çok daha yakın bir tarihe, XIX. yy. ortalarına dayanıyor. 1850’lerde yabancı limanlara giren savaş gemileri, ziyaret ettikleri ülkeleri selamlamak için sancaklarını göndere çekerler ve karşılık olarak da liman yetkililerinden aynı jesti beklerlerdi. Bu, resmi bir uygulama olmamasına rağmen verilen selamı almamak saygısızlık
olarak kabul edilirdi. Aralık 1857’de Basra Körfezinde göndere sancağını çekerek selamlayan bir İngiliz savaş gemisine limandan herhangi bir karşılık gelmeyince diplomatik bir kriz çıkmış ve İranlı yetkililer böyle bir durumda göndere bayrak çekmenin geleneklerinde olmadığı şeklinde açıklama yaparak özür dilemişler.
Yabancı bir ülkenin karasularında pruva direğinin sancak gurcatasına nezaketen o ülkenin sancağını da toka etme uygulamasına ise 1950’lerden sonra başlanmış ve bir yatçılık geleneği haline gelmesi uzun zaman almış. Bugün yabancı sularda serbest pratika aldıktan sonra misafir olunan ülkenin sancağını da toka etmek uluslararası bir adettir. Bu
arada yeri gelmişken, sancak ile ulusal bayrağı birbirine karıştırmamak gerekir; zira Birleşik Krallık gibi bazı ülkelerin ulusal bayraklarıyla sivil denizcilikte ve donanmada kullanılan sancakları birbirinden farklıdır.
FLAMA ÇEKİLMESİ
Ulusal yas günlerinde veya gemi mürettebatından birinin ölümünde sancakların mezestre edilmesi geleneğinin ilk ne zaman ve nasıl başladığı bilinmiyor, ancak eldeki kayıtlı en eski olay 1612 yılından kalma… Atlantik ve Pasifik Okyanusları arasında kuzeyden bir geçit arayan İngiliz /“Heart’s Ease”/ isimli geminin kaptanı bir yerli tarafından öldürülünce, mürettebatı matem işareti olarak sancaklarını bir bayrak boyu kadar indirmiş ve geri döndüklerinde diğer denizciler gemide birinin öldüğünü hemen anlamışlar. Bu olay, o dönemlerde sancağı mezestre etme geleneğinin denizciler arasında yaygın bir uygulama olduğunu gösteriyor; geleneğin kökeninde ise görünmeyen ölüm bayrağına
yer açmak için sancağın sembolik olarak bir bayrak boyu indirilmesi yatıyor.
Yabancı bir ülkenin karasularından transit geçen ya da limanına giren her geminin düz sarı renkli Karantina (Q) flamasının göndere çekmesi ise bir başka denizcilik geleneği… Bu geleneğin kökeni ortaçağdaki büyük veba salgınları dönemine kadar uzanıyor; eskiden gemilerde veba ya da kolera gibi salgın hastalık olduğunda sarı ya da siyah renkli flamalar
kullanılırdı. Bu iki renk günümüzde Lima (L) flaması olarak halen geminin karantinada olduğunu belirtmek için kullanılmaktadır, sarı bayrak ise artık sembolik olarak gemide salgın hastalık olmadığı ve limana girmek için izin istendiğini belirtiyor. Aslında uluslararası denizcilik geleneklerine göre sağlık ve gümrük işlemleri bitip de geminin temiz olduğuna dair pratika alınmadan sarı karantina bayrağının yerine o ülkenin sancağının çekilmemesi gerekirken, transit geçişlerde sadece nezaket bayrağının toka edilmesi yaygın bir adet haline gelmiş.
Geminin denize indirilmesi törenleri de insanlık tarihi kadar eski bir gelenek. Farklı kültürlerde görülen denize gemi indirme gelenekleri çok çeşitli, ancak hepsinin ortak bir özelliği var: Törenlerin tanrılara adanması… Babilliler ve Mısırlılar denize gemi indirilirken tanrılara adaklar sunarlardı; antik Yunanlılar ve Romalılar ise tanrılarının şerefine şarap içip kalanını pruvadan denize dökerlerdi. Gemiye isim verilmesi de denize indirme töreninin bir parçasıydı. Antik çağların gelenekleri daha sonraki çağlarda da yaşamaya devam etti. Ortaçağ
Avrupa’sında denize indirilecek bir gemi kızaktan kaymaya başlarken, merasimi yöneten görevli altın veya gümüş bir kadehe konan şaraptan bir yudum alır, geri kalanını ise pruvaya ya da güverteye dökerdi. Merasimin ardından boş kadeh denize atılır ve kim bulursa ona ait olurdu.
Tersanelerde inşa edilen gemilerin sayısı artınca denize atılan kadehler bir sonraki törende kullanılmak için ağlarla çıkarılmaya başlanmış; XVII. yy. sonlarında ise kadehten şarap dökme adeti yerini pruvada şampanya şişesi kırma uygulamasına bırakmıştı.
Son olarak biraz da değişik ülkelerin ilginç denizci geleneklerinden bahsederek yazımızı noktalayalım:
CİN FLAMASI
Britanya Kraliyet Donanmasında günümüzde halen devam eden ilginç uygulamalarından biri, özel günlerde ve yıldönümlerinde limandaki kraliyet savaş gemilerinin birbirlerine eğlence talebinde bulunma geleneği… Mesai bitiminde /“Gin Pennant”/ yani /“Cin Flaması”/ adı verilen özel işaret flamasının çekilmesiyle mürettebat bir araya gelerek
cin-tonik içiyorlar. Bu uygulamanın ilk ortaya çıkışı ise bambaşka bir nedene dayanıyor: Sıtmayla mücadele… Toniğin içinde sıtma tedavisinde kullanılan /“kinin”/ maddesi bol miktarda buluyor ve bu madde düzenli bir şekilde alındığında sıtmaya neden olan parazitin gelişmesini önlüyor; bu nedenle sıtmalı bir bölgeye seyahat edecek mürettebatın
düzenli olarak kinin alması için böyle bir uygulama geliştirilmiş.
Yine Kraliyet donanmasının bir başka uygulaması da haftanın her günü geminin subay salonunda yenen akşam yemeğinin ardından kadeh kaldırma geleneği… İngiliz Kraliyet Deniz Kuvveleri subayları pazartesi günleri denizdeki gemilerine, salı mürettebatlarına, çarşamba kendilerine, perşembe kanlı bir savaşa veya hastalıklı bir mevsime, cuma hevesli bir düşmanla çarpışmaya, cumartesi sevgililerine ve eşlerine, pazar günü de aralarında bulunmayan dostlarına içiyorlar. Kanlı bir savaş ya da hastalık gibi bir olayın şerefine neden kadeh kaldırıldığına gelince; bunun cevabı pek çok kişinin hayatını kaybettiği bu dönemlerde subayların terfi şansının artması…
Britanya Kraliyet Donanmasında kadeh kaldırma uygulaması bugün oturarak yapılıyor, nedeni ise ayakta duran denizcilerin kafalarını çarpma riski…
Avrupa’nın bazı ülkelerinde özel yatlar inşa edilirken ana direğinin altına para saklama geleneği yüzyıllardır devam ediyor, bu adetin kökeninde ise antik çağların ahiret inancı var. Antik Yunanlılar öldükten sonra Styx nehrini geçebilmek için Kharon adında bir kayıkçıya para ödediklerine inanıyorlardı. Ağzına para konup toprağa gömülmeyen ruhların Hades’in ülkesine ulaşması mümkün değildi, bu yüzden denizciler boğulduklarında kayıkçıya verebilmek için yanlarında mutlaka bir miktar para bulundururlardı.
Eskiden denizciler 30. Paraleli geçerken ve Cebelitarık Boğazı girişinde kutlamalar yapılırmış. Günümüzde İngiliz ve Felemenk ticaret filoları, Britanya Kraliyet Donanması, Rus ve Amerikan Donanmaları başta olmak üzere, bir çok ülkenin sivil ve askeri gemilerinde görev yapan denizcilerin ilk ekvator geçişleri /“Sınır Aşma Seremonisi”/ adı verilen törenlerle kutlanıyor."
Sabri Çağrı Sezgin'den alıntıdır.
-
Cem Amiral çok iyi bir denizci ve bir beyefendidir. İşin enteresan tarafı Rahmi Bey'inde çok yakın dostudur. Biraz elitist yaklaşmış doğru ama, denizci bir babanın denizci oğlu. Bende şu ara onun Balyoz şerefsizliği nedeniyle özgürlüğünden mahrum edildiği günlerde yazdığı göksel navigasyon kitabını okuyorum. İlk başlarda biraz ağır geldiyse de sayfalar ilerledikçe giderek anlaşılır olmaya başladı
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Cem Amiral çok iyi bir denizci ve bir beyefendidir. İşin enteresan tarafı Rahmi Bey'inde çok yakın dostudur. Biraz elitist yaklaşmış doğru ama, denizci bir babanın denizci oğlu. Bende şu ara onun Balyoz şerefsizliği nedeniyle özgürlüğünden mahrum edildiği günlerde yazdığı göksel navigasyon kitabını okuyorum. İlk başlarda biraz ağır geldiyse de sayfalar ilerledikçe giderek anlaşılır olmaya başladı
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Denizciliğine veya beyefendiliğine ilişkin bir yorum yaptığımı sanmıyorum. İlkin denizci olmadığımdan onun denizciliğini değerlendiremem. İkincisi kendisini tanımadığım için beyefendiliğine. ..
Ama hele babadan bahriyeli birinin özel yaşantısında nefret etse bile denizcilikle ilgili olarak aynı kişiye sonuna kadar alçak gönüllü, sevecen ve anlayışlı davranması gerektiğini düşünüyorum. Aynı yazıyı benim gibi sıradan biri yazsa pek aldırmazdım. Sanal alem buna benzer yazılarlâ dolu.
Mesele şu : Karşımızdakini denizci yapmak istiyorsak yolu bu değil.
-
Halat örme usturmaçaların tariihi belli değil ama çizimlerden ilk halatın M.Ö 1600 lerde yapıldığını söylüyor Google amca , New York limanında halat örme usturmaça kullanan römorkörler var 1835 yılında..
Usturmaça tarihi 60-70 yıldan biraz daha eski gibi. :)
Aslında konu usturmaça değil artık , başka bir yere geldi.
Deniz Kuvvetleri Komutanı olacakken kumpaslardan 5 sene hapis yatıp gördüğü muamelenin üzüntüsü ile kansere yakalanmış vatansever , Atatürkçü bir kişiden bahsediyoruz.
Emekli oldum ,alırım maaşımı yatarım bana ne dememiş , bu ülke denizciliği için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bir çok kıymetli kitap ta yazmış.
Tanıştım kendisi ile , son derece alçak gönüllü ve bilgilibir insan.
Belki de bu nedenle yazı bana öyle bir intiba vermedi kimbilir . :-\
Ama böyle herşeyde bir hata bulmaya ve eleştirmeye başlarsak denizciliğe katma değer üretecek kişi bulamayabiliriz bir gün.
(Hani başında zebani beklemeyen Türk Kazanı fıkrası. :) )
Zafer Türkmen reis in düzenlediği bir toplantıda sunum da yapmıştı.
Sonuna kadar kadar izleyelim ve sonra tekrar tartışalım ..
https://www.youtube.com/watch?time_continue=50&v=k0gevyh4_kk
-
Usturmaça yı İstanbul'da gördüm. Biz araba dış lastiği kullanıyorduk. Sancak taraftakileri içe alırdık ama iskeledekiler hep asılı dururdu. Kayığı boyamayacağını bilsem yine kullanırım. Örme usturmaça da gördüm hatta otkun yaka halattan örülmüş bir kaç tane olması lazım İnebolu'da mahzende bir yerlerde.
-
Dünya seyahatine çıkacağım yelkenlinin adı belli oldu : Usturmaça
:)
-
Şu usturmaça ve geleneksel tanımlamalar ile ilgili küçük bir tespit.
Bu son zamanlarda pek bir moda oldu.
Kendini "cool" gören ama aynı zaman da denizcileri "burnu havada, çok bilmişler" gözüyle takip edenler çoğaldı.
Bir de çoook mütevazı ama diğerlerinden kendini ayırma, bir tarz sahibi olmak için, hiç bir geçerli gerekçeye dayanmayan, aykırı fikirler üretenler.
Sebepsizce ayak uyduranlarda.
Elbet her yapıda insan çeşiti mevcut. Kim ne diyebilir ? Herkes özgürdür.
Farzı Misal ;
Kişi/ler, 48 yıl (öylesine bir sayı) denizle tek ilişkisi tatillerde "çimmek" olmuş. Deniz kenarına kıçını dönerek oturmuş, en büyük deniz zevki, güneş batarken, denize sıfır restaurant masasından selfie çekmek. Deniz denildiğin de ilk söyleyebileceği şey "ıslak".
Şimdi bu kişi/ler, hasbel kader bir yerlerden tekne sahibi olmanın, tekne sahipleri ile bir arada bir cemiyete kabulünün pek bir havalı olduğunu duymuş. Hz. google'a sormuş, karşısına neler neler çıkmış, bilgiler, tekneler, tatiller, yurtdışında pek havalı resimler. Vay vayy vay..Daha düne kadar ya "birader baksana" denirdi ya " bilmemne bey" diye seslenirlerdi. Şimdi öyle mi ya... Kaptan olacaksın oğluuum.
Hayatında şehir hatlarından başka vapura binmemiş arkadaş, eğitim almaya başlar. İlk günü teknede teorik eğitim vardır. Beyaz, dar, marka bir tişort, kırmızı fular, geniş siperlikli, "seal" şapkası ve pek afili güneş gözlüğü olmazsa olmazlardandır. Bu daha ilk gününden amaç ile aracın karıştırılma emaresidir.
Eğitim başlar, deniz kültürü sinsire sindire, çok büyük bir özenle, bu işte gerçekten profesyonel olmuş, ciddi sertifikasyonlara sahip, ciddi tecrübelerle kendini yetiştirebilmiş usta eğiticiler tarafından....(şaka şaka, bir çok okulda, daha konuşmasını beceremeyen, gencecik çocuklar, tamamen tatil modunda eğitim veriyorlar. ) Diğerleri zaten, hakkını veriyorlar ama çok azlar.
Acaaayip zor bir eğitimden sonra, 9-10 mt civarı bir tekne alınır. Sorulur soruşturulur, biraz gezilir. Tecrübeli denizcilerin sözleri bir kulaktan girer diğerinden çıkar. Sadece işine gelenler kabul görür. Yeterli lüks yoktur, insanlarda zaten garip davranıyorlardır. Selam vermeler, yardım etme bahaneleri, bir şeyler hakkında bilgilendirmeye çalışmalar filan. Ne ayaksızınız siz yaa. Ben de yaparım bunları, ben nasıl cip kullanıyorum, nasıl parkediyorum biliyor musunuz siz. Hem benim kim olduğumu biliyor musunuz siz ? Benimle öyle fazla içli dışlı olmayın.
Bir kaç dergi okunur, bir iki de kitap, kulüplere/derneklere/forumlara üye olunur. Az mı kardeşim koccaaa bir yaz geçti. Ne tecrübe ne tecrübe.
Eh, artık ikinci yaz bu tekneyle girilmez, büüyüük, lüks ve pahalı bir tekne şart oldu. Hemen tekrar araştırmalar soruşturmalar ve şöööle 200,000-250,000€ gibi 14-15 mt bir tekne. İyide bir marinaya bağladın mı tamamdır.
Şimdi sırada ne var.
Hah işte şimdisi önemli.
Burada, tam da bu anda edindiğin kısa bir tecrübe bile olsa, denizci mi olacaksın yoksa tekne sahibi mi ? ona kara vereceksin.
Deniz kültürünü, sebeplerini, tecrübeli büyüklerin sözlerini, tecrübelerini kulağına küpe mi edeceksin ? araştırıp doğrusunu öğrenmeye çabalayıp, denizin insana kazandırdığı mütevazılığa, yardımseverliğe, kendini tanıma yolunda ilerleyecek misin buna karar vereceksin.
Çünkü, sonunda,
O pahalı teknenin kıçında, güneş batarken, elinde viski bardağı ile sosyal medya da "bana kim karışır, istediğimi yaparım, ne geleneği kardeşim, saçmalayın, mecbur muyum, zaten böyyük denizciler bilir her bir haltı" diye yazıp, aslında denize ait olmanın parayla pulla bir alakası olmadığını, senin kim olduğunun hiç bir anlamı olmadığını içten içe bildiğin ve aslında tam da bu sebeple üstüne tam olarak oturtamadığın gömleğin hırsıyla, güzel bir dille hatırlatma ve tavsiyede bulunanlara, durduk yere hakarete varan sözler sarfeden bir tekne sahibi olabilirsin.
Kesinlikle bir genelleme değildir ama tam da bu yazdığım profilde, gelenekler, usturmaça, terminoloji vs. konularında çokça esip gürleyen kişiler olduğunu biliyorum. Yazdıklarına şahit oluyorum.
Gerçek kişiler olduğu için kimseyi aşağılamıyorum ki zaten aynen böyleler. Denize yakışmayan, yakışmaya çalışmayan, uyum sağlamaktansa terör estirerek karada ki gibi güzellikleri yozlaştıran insanların denizde olmasını istemiyorum. Elbette buna ben karar veremem ama yine de istemiyorum. Bunun için elitist olacaksam, ki buna çok gülerim, olsun.
İki dakikada nasıl yazdın bunu. :) :)xx
-
Belki de bu usturmaca konunun bağlamını Eyüp abinin sorusunda buluruz.
-
Konu usturmaça değil elbet ama koskoca bir bütünün bir parçası.
Gerçi o bütün içinde bile usturmaça görevi görüyor.
Biz bir bütünü konuşuyoruz. Yapılanlar, yapılmayanlar, yapılması gerekenler, nereden geliyor, niye yapıyoruz, niye yapmıyoruz, yaparsak ne kazanırız, yapmazsak ne kaybederiz.
Madem terminoloji bile daha evrensel şartlarda kullanmak isteniyor, gelenekler evrensellikten uzak sadece milletlere mi özel olmalı ? Mutlaka bazı coğrafi şartların getirdiği gelenekselleşmiş şeyler vardır ama onlar konu dışı.
Tiryaki reis yazmış, "İyi de ben her coğrafyanın geleneklerini alıp kullanmakla mı mükellefim." Haklı bir soru. Elbet her coğrafyanın her geleneğini almayacağız ama soru şu olmalı o zaman ;
Bize ait olan, bize has, hiç bir yerden almadığımız, bizim oluşturduğumuz genel kabul görmüş geleneklerimiz var mıdır ? varsa nelerdir ? Bildiklerinizi yazınız.
Ben başlıyorum.
Bilmiyorum. (Belki biliyorumdur da bize ait olduğunu bilmiyorumdur)
-
Ben de bilemedim. ???
-
Ben çok kısa yazacağım.
Üzerinde tartışmaya değer bulunulursa düşüncelerimi daha detaylı açıklamaya çalışırım.
Denizlerde çoğalmaya karşıyım.
Koylarda, üstüste teknelerle demirlemek, kalabalık, gürültülü ortamlarda tatil geçirmek istemiyorum.
Ülkemizde Küçükkuyu'dan (Edremit Körfezi) Mersin Körfezine kadar elverişli neredeyse tüm sahil şeridimiz ve elverişli olmayanların bir kısmı insan yapısı tesislerle kaplanmış durumda. Ben seyahatteyken imar-iskana açılmamış olanların bir kısmı daha açılmış. Sahillerimizde büyük bir nüfus baskısı var.
Yukarıdaki saptamadan hareketle koylarla ilgili durumun yüksek sezonda rahat olmasını beklemek biraz hayal kurmak olurdu diye düşünüyorum.
İstendiği kadar titiz davranılsın gürültü önlenemez. Sonunda motoryat jeneratörünü çalıştırmak zorundadır, bebeğimiz rahatsızlanıp çığlıklar atabilir, eşimiz kafamıza tabak fırlatmak isterken başka yere denk getirip kırabilir v.s.
Nüfus sorununu ortadan kaldıramadığımızdan Burak reisin dediği gibi yüksek sezon dışında buralarda bulunmak çözüm olabilir.
Bir de bazılarımızın sessizlikten hoşlandığı gibi bazılarımızın gürültüden hoşlanabileceği göz önünde bulundurulmalıdır diye düşünüyorum. Kimilerinin karada egzostan daha fazla ses çıksın diye otomobil egzoslarını değiştirdikleri gibi.
Bununla ilgili herkesin mutlu olabileceği bir çözüm belki şöyle olur. Tamamen fikir jimnastiği yapıyorum, eğlendiğim sanılmasın : Bir gün bir yerde serbest olan diğer yerde yasak olsun ve buna uyulsun. Örneğin gürültücüler bu gece Okluk Koyuna, sessiz kalmak isteyenler İngiliz koyuna. Ertesi gece yer değiştirsinler.
Saçma olabilir ama yine de yazayım dedim.
-
Örme usturmaça da gördüm hatta otkun yaka halattan örülmüş bir kaç tane olması lazım İnebolu'da mahzende bir yerlerde.
Eyvah , demeyecektin bunu Ersin yakınlardayken .Gitti Usturmaçalar. :)
-
Ben çok kısa yazacağım.
Üzerinde tartışmaya değer bulunulursa düşüncelerimi daha detaylı açıklamaya çalışırım.
Denizlerde çoğalmaya karşıyım.
Koylarda, üstüste teknelerle demirlemek, kalabalık, gürültülü ortamlarda tatil geçirmek istemiyorum.
Ülkemizde Küçükkuyu'dan (Edremit Körfezi) Mersin Körfezine kadar elverişli neredeyse tüm sahil şeridimiz ve elverişli olmayanların bir kısmı insan yapısı tesislerle kaplanmış durumda. Ben seyahatteyken imar-iskana açılmamış olanların bir kısmı daha açılmış. Sahillerimizde büyük bir nüfus baskısı var.
Yukarıdaki saptamadan hareketle koylarla ilgili durumun yüksek sezonda rahat olmasını beklemek biraz hayal kurmak olurdu diye düşünüyorum.
İstendiği kadar titiz davranılsın gürültü önlenemez. Sonunda motoryat jeneratörünü çalıştırmak zorundadır, bebeğimiz rahatsızlanıp çığlıklar atabilir, eşimiz kafamıza tabak fırlatmak isterken başka yere denk getirip kırabilir v.s.
Nüfus sorununu ortadan kaldıramadığımızdan Burak reisin dediği gibi yüksek sezon dışında buralarda bulunmak çözüm olabilir.
Bir de bazılarımızın sessizlikten hoşlandığı gibi bazılarımızın gürültüden hoşlanabileceği göz önünde bulundurulmalıdır diye düşünüyorum. Kimilerinin karada egzostan daha fazla ses çıksın diye otomobil egzoslarını değiştirdikleri gibi.
Bununla ilgili herkesin mutlu olabileceği bir çözüm belki şöyle olur. Tamamen fikir jimnastiği yapıyorum, eğlendiğim sanılmasın : Bir gün bir yerde serbest olan diğer yerde yasak olsun ve buna uyulsun. Örneğin gürültücüler bu gece Okluk Koyuna, sessiz kalmak isteyenler İngiliz koyuna. Ertesi gece yer değiştirsinler.
Saçma olabilir ama yine de yazayım dedim.
Güzel fikir bence işe yarar. Karadenizden,Kuzey Egeden çıkan balığı yemeyen Akdenizde balık yediğini zannetmesin gibi bir farkındalık yaratır.
-
...Ama böyle herşeyde bir hata bulmaya ve eleştirmeye başlarsak...
Doğru, başlamamalı.
Çünkü ne zaman SG'i eleştirsek, askeriye ile ilgili bişey söylesek muhabbet saçma bir yöne dönüyor, kendi söz hakkımızı savunmak zorunda kalıyoruz.
Şimdi burası için değil, GEKO ve feysbukta sık sık olan bir durum, burada ilk oldu.
Konuya dönersek, Kaan'ın çok güzel verdiği örnekler gibi, her geleneğin bir sebebi-hikayesi var ama şartlar ve dönem değiştikçe bunlar da değişiyor elbet.
Usturmaça adabının günümüzde çapariz vermek/vermemek ötesinde bir altyapısı kalmamış gibi görünüyor.
öZgür (mobil)
-
Ulkemizde halkı askerlikten soğutmak diye adlandırılan bir suç ve cezası var ordan bilinçaltımıza işlemiştir .Eleştirenler bence en çok sevenlerdir çünkü daha iyi olmasını isterler.
Bence harika gidiyor herkes fikrini söylüyor benim usturmaça alışkanlığım tamamen çapariz ve estetik kaygısı İngilizi Fransızı beni bağlamaz.
-
Dünkü yazımı yazmadan evvel başka türlü bir yazı yazıp silmiştim... şimdi tüm akışı tekrar okuyunca; Cem Amiral'in yazısı, Eyüp Reis'in düşüncesi beni tekrar o yazıyı yazmak ihtiyacı hissettirdi...
Mersin'de marinanın temeli yanlış hatırlamıyorsam 90'lı yılların ortasında atıldı ve yine yanılmıyorsam marina 6-7 sene önce faaliyete geçti... Geçen 20 yıl, tam da benim ergenlikten şimdiki zamana denize ve teknelere ilgi duyduğum dönemler...
Marina'dan önce balıkçı barınağında oltacı kayıkları hariç motor yat ve yelkenli sayısı bir iki düzine kadardı, içindeki yelkenliler bir elin parmağı kadar değildi.. Barınağa gider saatlerce izlerdim... Bir Haticem teknesi vardı yelkenli hala var.. ben avel avel bakarken kaptan güverteye çağırmıştı da nasıl elim ayağım titremişti... Her Ankara dönüşü ilk fırsatta 5 dakikalık barınakta 3 tur atar gözüme birini kestirirdim.. İlla da gider Haticem'e bir bakardım.. Jaticem şimdi çok garip, güverte üzerinde kacaman müzik kolonları olan bir yelkenli. Neyse..
Marina bittiğinde herkes "yaa Mersin'de marinaya girecek tekne mi var" diyordu... Tabii her arz kendi talebini doğuruyor. Marina hala dolu olmasa da sanırım yaklaşık 30 yelkenli tekne bunun 3 katından fazla da motoryat vardır.. Marina sadece Mersinlilere değil Adanalı, Kayserili, Antepli tekne sahiplerine de hizmet veriyor..Kuşkuşuz burası öyle denizci bir memleket değil. Buradan bakınca İzmir'de İstanbul'da olsam herhalde cennette olurum diyorum. Marina safi bir AVM, tekne sahipleri dansöz oynatıp, teknede kebap yapmayı seviyor ama pedestaller çalışmıyor. En yakın koy olan Narlıkuyu çoğunun tek sefer noktası ve bazı tekneler kaptanlarla denizden, sahipleri karadan giderek orada buluşuyor.. Jetskiler daracık koyda tekneler arasında slalom yapıyor.. Yarattıkları dalgalarla teknem ne kadar sallanıyor dönüp ona bakıyor. Sırf hovardalık yapmak için 800.000 euro verip tekne aldığını söyleyen genç, bekar dalyan gibi bir işadamı ile tanıştım. Nen şaşkınlığımı gizlemeye çalışırken açık şekilde ifade etti: "Aağbi kızlar bayılıyorrr" Umarım deniz de senin gönlünü alır dedim yatın çok güzel hayırlı olsun.. Bunları iyi kötü belirtmeden söylüyorum. Bir yaşam tarzı var denizin üzerinde ama denizle değil... yaşam tarzında, muaşeret adabında ciddi sorunlar var ama bir gerçek varki her geçen gün Mersin'de tekne sayısı artıyor. Keşke daha da artsa. Artsa da yelkenimi biçebilecek, tamir edecek hizmetler, denizden, tekneden anlayan mobilyacılar, döşemeciler, kromcular olsa.. Artsa da Narlıkuyu'da keşmekeş, düzensiz demirlemeler yerine birbirine saygılı yazılı olmayan mutabık kalınmış kurallar gelişse. Şimdi o koya gitsem, rahatsız oluyorum müziğin sesini kısar mısınız desem korkarım sonunda bana bir silah doğrulabilir. Peki olmasınlar mı? Bence yine de olsun.Hakan reisin belirttiği gibi sıkıntı nicelikte değil nitelikte..
Kültür dediğimiz şey insanın (ve bence diğer canlıların da) yaratığı maddi ve manevi değerlerdir.. İnsan'ın yaratmadığı birşey kültür olamıyor. o zaman önce bir düzensizlik oluşuyor sonra ihtiyaç ardından da o ihtiyaca göre kültür gelişiyor. Tan Kaan Reisin verdiği örnekler de bunu gösteriyor mu? Sosyolojik bir vakıa olarak önce yerel değerler ve kültür ardından buna ister güçle deyin ister küreselleşmeyle vs. evrensel değerler ve kültür ortaya çıkıyor...sancaklar, flamalar, selamlar, usturmaçalar...
Şimdi coğrafi "Batı"dan iki tekne gelse de Mersin Marina'ya veya Narlıkuyu'ya girse şok olur. Bildiği değer ve kuralların pek azı işliyor.. Ama olacak, olmalı, nitel olarak da gelişim sağlanmalı
Buradan 300-500 mil seyir yapan tekneler çıkacak, Batı Akdeniz'i Ege'yi görecek, uyacak ve sonra da burada talep edecek.. Uymayanlar elenecek, kendisi vaz geçecek, ona haz vermeyecek.. Tek korku ve çekincem diğer sosyal, ekonomik ve de politik alanlarda olduğu gibi nitel değişimin nicel gelişimle karşılanamayacak olması hali.. İşte o zaman burada amatör denizcilik kendi kültürünü oluşturamadan ve evrensel değerlere erişemeden heba olabilir..
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Akışın hızına yetişemiyorum... çok heyecanlı


SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Dünkü yazımı yazmadan evvel başka türlü bir yazı yazıp silmiştim... şimdi tüm akışı tekrar okuyunca; Cem Amiral'in yazısı, Eyüp Reis'in düşüncesi beni tekrar o yazıyı yazmak ihtiyacı hissettirdi...
Mersin'de marinanın temeli yanlış hatırlamıyorsam 90'lı yılların ortasında atıldı ve yine yanılmıyorsam marina 6-7 sene önce faaliyete geçti... Geçen 20 yıl, tam da benim ergenlikten şimdiki zamana denize ve teknelere ilgi duyduğum dönemler...
Marina'dan önce balıkçı barınağında oltacı kayıkları hariç motor yat ve yelkenli sayısı bir iki düzine kadardı, içindeki yelkenliler bir elin parmağı kadar değildi.. Barınağa gider saatlerce izlerdim... Bir Haticem teknesi vardı yelkenli hala var.. ben avel avel bakarken kaptan güverteye çağırmıştı da nasıl elim ayağım titremişti... Her Ankara dönüşü ilk fırsatta 5 dakikalık barınakta 3 tur atar gözüme birini kestirirdim.. İlla da gider Haticem'e bir bakardım.. Jaticem şimdi çok garip, güverte üzerinde kacaman müzik kolonları olan bir yelkenli. Neyse..
Marina bittiğinde herkes "yaa Mersin'de marinaya girecek tekne mi var" diyordu... Tabii her arz kendi talebini doğuruyor. Marina hala dolu olmasa da sanırım yaklaşık 30 yelkenli tekne bunun 3 katından fazla da motoryat vardır.. Marina sadece Mersinlilere değil Adanalı, Kayserili, Antepli tekne sahiplerine de hizmet veriyor..Kuşkuşuz burası öyle denizci bir memleket değil. Buradan bakınca İzmir'de İstanbul'da olsam herhalde cennette olurum diyorum. Marina safi bir AVM, tekne sahipleri dansöz oynatıp, teknede kebap yapmayı seviyor ama pedestaller çalışmıyor. En yakın koy olan Narlıkuyu çoğunun tek sefer noktası ve bazı tekneler kaptanlarla denizden, sahipleri karadan giderek orada buluşuyor.. Jetskiler daracık koyda tekneler arasında slalom yapıyor.. Yarattıkları dalgalarla teknem ne kadar sallanıyor dönüp ona bakıyor. Sırf hovardalık yapmak için 800.000 euro verip tekne aldığını söyleyen genç, bekar dalyan gibi bir işadamı ile tanıştım. Nen şaşkınlığımı gizlemeye çalışırken açık şekilde ifade etti: "Aağbi kızlar bayılıyorrr" Umarım deniz de senin gönlünü alır dedim yatın çok güzel hayırlı olsun.. Bunları iyi kötü belirtmeden söylüyorum. Bir yaşam tarzı var denizin üzerinde ama denizle değil... yaşam tarzında, muaşeret adabında ciddi sorunlar var ama bir gerçek varki her geçen gün Mersin'de tekne sayısı artıyor. Keşke daha da artsa. Artsa da yelkenimi biçebilecek, tamir edecek hizmetler, denizden, tekneden anlayan mobilyacılar, döşemeciler, kromcular olsa.. Artsa da Narlıkuyu'da keşmekeş, düzensiz demirlemeler yerine birbirine saygılı yazılı olmayan mutabık kalınmış kurallar gelişse. Şimdi o koya gitsem, rahatsız oluyorum müziğin sesini kısar mısınız desem korkarım sonunda bana bir silah doğrulabilir. Peki olmasınlar mı? Bence yine de olsun.Hakan reisin belirttiği gibi sıkıntı nicelikte değil nitelikte..
Kültür dediğimiz şey insanın (ve bence diğer canlıların da) yaratığı maddi ve manevi değerlerdir.. İnsan'ın yaratmadığı birşey kültür olamıyor. o zaman önce bir düzensizlik oluşuyor sonra ihtiyaç ardından da o ihtiyaca göre kültür gelişiyor. Tan Kaan Reisin verdiği örnekler de bunu gösteriyor mu? Sosyolojik bir vakıa olarak önce yerel değerler ve kültür ardından buna ister güçle deyin ister küreselleşmeyle vs. evrensel değerler ve kültür ortaya çıkıyor...sancaklar, flamalar, selamlar, usturmaçalar...
Şimdi coğrafi "Batı"dan iki tekne gelse de Mersin Marina'ya veya Narlıkuyu'ya girse şok olur. Bildiği değer ve kuralların pek azı işliyor.. Ama olacak, olmalı, nitel olarak da gelişim sağlanmalı
Buradan 300-500 mil seyir yapan tekneler çıkacak, Batı Akdeniz'i Ege'yi görecek, uyacak ve sonra da burada talep edecek.. Uymayanlar elenecek, kendisi vaz geçecek, ona haz vermeyecek.. Tek korku ve çekincem diğer sosyal, ekonomik ve de politik alanlarda olduğu gibi nitel değişimin nicel gelişimle karşılanamayacak olması hali.. İşte o zaman burada amatör denizcilik kendi kültürünü oluşturamadan ve evrensel değerlere erişemeden heba olabilir..
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Mersin yelken akademisi var kış trofelerinde yarışıyoruz kendileriyle bence harika bir takım sürekli değiştiği halde centilmenlikleriyle örnekler gayet başarılılarda bu kadar gömme Mersini o dediklerinden İstanbul,Göcek,Bodrum,Çeşmede yüzlercesi var Erman reisim.
-
Birde İnsan beyninin çalışma şekli geçmişe yönelik kötü anıları silmesi nedeni ile kime sorarsanız eskiden şöyle güzeldi böyle güzeldi diye anlatırlar.
Ben Ataköy marinayı hatırlıyorum eskiden su sporları klübümüz vardı ilk denize oradan girdim ilk balığımı o sahilden tuttum.Marina kurulduğunda Mersinde yaşadığın her şey Ataköydede yaşandı ve hala yaşanıyor.Bazı anılar silinmiyor yahu.
-
Dünkü yazımı yazmadan evvel başka türlü bir yazı yazıp silmiştim... şimdi tüm akışı tekrar okuyunca; Cem Amiral'in yazısı, Eyüp Reis'in düşüncesi beni tekrar o yazıyı yazmak ihtiyacı hissettirdi...
Mersin'de marinanın temeli yanlış hatırlamıyorsam 90'lı yılların ortasında atıldı ve yine yanılmıyorsam marina 6-7 sene önce faaliyete geçti... Geçen 20 yıl, tam da benim ergenlikten şimdiki zamana denize ve teknelere ilgi duyduğum dönemler...
Marina'dan önce balıkçı barınağında oltacı kayıkları hariç motor yat ve yelkenli sayısı bir iki düzine kadardı, içindeki yelkenliler bir elin parmağı kadar değildi.. Barınağa gider saatlerce izlerdim... Bir Haticem teknesi vardı yelkenli hala var.. ben avel avel bakarken kaptan güverteye çağırmıştı da nasıl elim ayağım titremişti... Her Ankara dönüşü ilk fırsatta 5 dakikalık barınakta 3 tur atar gözüme birini kestirirdim.. İlla da gider Haticem'e bir bakardım.. Jaticem şimdi çok garip, güverte üzerinde kacaman müzik kolonları olan bir yelkenli. Neyse..
Marina bittiğinde herkes "yaa Mersin'de marinaya girecek tekne mi var" diyordu... Tabii her arz kendi talebini doğuruyor. Marina hala dolu olmasa da sanırım yaklaşık 30 yelkenli tekne bunun 3 katından fazla da motoryat vardır.. Marina sadece Mersinlilere değil Adanalı, Kayserili, Antepli tekne sahiplerine de hizmet veriyor..Kuşkuşuz burası öyle denizci bir memleket değil. Buradan bakınca İzmir'de İstanbul'da olsam herhalde cennette olurum diyorum. Marina safi bir AVM, tekne sahipleri dansöz oynatıp, teknede kebap yapmayı seviyor ama pedestaller çalışmıyor. En yakın koy olan Narlıkuyu çoğunun tek sefer noktası ve bazı tekneler kaptanlarla denizden, sahipleri karadan giderek orada buluşuyor.. Jetskiler daracık koyda tekneler arasında slalom yapıyor.. Yarattıkları dalgalarla teknem ne kadar sallanıyor dönüp ona bakıyor. Sırf hovardalık yapmak için 800.000 euro verip tekne aldığını söyleyen genç, bekar dalyan gibi bir işadamı ile tanıştım. Nen şaşkınlığımı gizlemeye çalışırken açık şekilde ifade etti: "Aağbi kızlar bayılıyorrr" Umarım deniz de senin gönlünü alır dedim yatın çok güzel hayırlı olsun.. Bunları iyi kötü belirtmeden söylüyorum. Bir yaşam tarzı var denizin üzerinde ama denizle değil... yaşam tarzında, muaşeret adabında ciddi sorunlar var ama bir gerçek varki her geçen gün Mersin'de tekne sayısı artıyor. Keşke daha da artsa. Artsa da yelkenimi biçebilecek, tamir edecek hizmetler, denizden, tekneden anlayan mobilyacılar, döşemeciler, kromcular olsa.. Artsa da Narlıkuyu'da keşmekeş, düzensiz demirlemeler yerine birbirine saygılı yazılı olmayan mutabık kalınmış kurallar gelişse. Şimdi o koya gitsem, rahatsız oluyorum müziğin sesini kısar mısınız desem korkarım sonunda bana bir silah doğrulabilir. Peki olmasınlar mı? Bence yine de olsun.Hakan reisin belirttiği gibi sıkıntı nicelikte değil nitelikte..
Kültür dediğimiz şey insanın (ve bence diğer canlıların da) yaratığı maddi ve manevi değerlerdir.. İnsan'ın yaratmadığı birşey kültür olamıyor. o zaman önce bir düzensizlik oluşuyor sonra ihtiyaç ardından da o ihtiyaca göre kültür gelişiyor. Tan Kaan Reisin verdiği örnekler de bunu gösteriyor mu? Sosyolojik bir vakıa olarak önce yerel değerler ve kültür ardından buna ister güçle deyin ister küreselleşmeyle vs. evrensel değerler ve kültür ortaya çıkıyor...sancaklar, flamalar, selamlar, usturmaçalar...
Şimdi coğrafi "Batı"dan iki tekne gelse de Mersin Marina'ya veya Narlıkuyu'ya girse şok olur. Bildiği değer ve kuralların pek azı işliyor.. Ama olacak, olmalı, nitel olarak da gelişim sağlanmalı
Buradan 300-500 mil seyir yapan tekneler çıkacak, Batı Akdeniz'i Ege'yi görecek, uyacak ve sonra da burada talep edecek.. Uymayanlar elenecek, kendisi vaz geçecek, ona haz vermeyecek.. Tek korku ve çekincem diğer sosyal, ekonomik ve de politik alanlarda olduğu gibi nitel değişimin nicel gelişimle karşılanamayacak olması hali.. İşte o zaman burada amatör denizcilik kendi kültürünü oluşturamadan ve evrensel değerlere erişemeden heba olabilir..
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Mersin yelken akademisi var kış trofelerinde yarışıyoruz kendileriyle bence harika bir takım sürekli değiştiği halde centilmenlikleriyle örnekler gayet başarılılarda bu kadar gömme Mersini o dediklerinden İstanbul,Göcek,Bodrum,Çeşmede yüzlercesi var Erman reisim.
Tanışıyoruz kendileriyle, aralarında olmayı da bazen hayal ediyorum..
Evet, saydıklarım tabii ki her yerde var ama oralarda karşılığı da var... o karşı yoğunluk burada pek olmadığı için belki bendeki bir azınlık psikolojisi...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Birde İnsan beyninin çalışma şekli geçmişe yönelik kötü anıları silmesi nedeni ile kime sorarsanız eskiden şöyle güzeldi böyle güzeldi diye anlatırlar.
Ben Ataköy marinayı hatırlıyorum eskiden su sporları klübümüz vardı ilk denize oradan girdim ilk balığımı o sahilden tuttum.Marina kurulduğunda Mersinde yaşadığın her şey Ataköydede yaşandı ve hala yaşanıyor.Bazı anılar silinmiyor yahu.
Sanırım araya öznel hikaye katınca geçmişe dönük "güzel günler" algısı yarattım. Kendimi eksik ifade etmişim hemen düzelteyim... Eğer marina olmasaydı, belki bende şu an sadece bir oltacı kayığına sahip olabilirdim... Marina'nın varlığından şu an her halukarda memnunum sadece derdim o "bağzı şeylerin" daha iyi olsun isteği..
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Geçmişe dönük güzel şeyler algısı bende olustu.Yelken ve tekneyle ilgili olumlu bir sey aklıma gelmeyince yazdım.
-
Tartışma bir yandan Kaan reisin paylaştıklarıyla bilgi birikimi, Erman reisin paylaştıklarıyla güncel amatör denizciliğin durumu hakkında bilgiyi bize kazandırırken bir yandan da aslında karasal hayatın dayatmaları ve buna çare olarak gördüğümüz, her fırsatta kapısını çaldığımız mavilik üzerindeki yaşamda bu dayatmalara olan karşı duruşumuz üzerinde dönüyor.
Biraz geriden gelip bu güzel sohbette kendi fikrimi de paylaşacağım müsaadenizle. Pazartesi günüydü… Seyre çıkmadan önce Mücahit ve Ece reislerin teknesinde misafir olmuştum. Küçük yeğenleri Arda’nın hararetli Yunan mitolojisi sohbetini bir şekilde Matrix filmine getirmiştim. Getirirken de “temelindeki mantık ve gerçeklikten” yola çıkarak konuyu bağlamıştım. Kurgusu çok gerçekçi ve basit mantık temeline oturtulmuş bir film olduğu için okuduğum birçok kitaptan daha fazla etkilemiştir beni. İzlememiş olanlar için : Yaşadığımız dünyanın aslında bir bilgisayar yazılımı olduğunu, gerçekte bizlerin küvetlerde yatan, omuriliklerinden verilen elektrik akımları vasıtasıyla beynimizin o anki tat, his, duyu kavramlarını kontrol eden bir yalandan ibaret olduğunu anlatır kısaca. En etkileyici repliğiyse “soluduğun şey gerçekten hava mı?” cümlesiydi. Bazen gün içinde ofiste, akşamları evimde kendime bu soruyu sormayı seviyorum. Bu sayede gerçekte var olmayan ama olması gerektiği yerde hayalimde canlandırdığım bir nötr noktadan kendime bakabildiğimi düşünüyorum.
Kravat takmalıyız, iş görüşmesine giderken takım elbise giymeliyiz, protokole uymalıyız, bayan-erkek öpüşürken bayan tek ayağını dizinden kırarak geriye doğru kaldırır gibi, Kaan reisin bahsettiği örf ve adetlere bağlı kalmamıza karşın bizi yine de cendereye sokan bu gibi kalıplar hali hazırda etrafımızı yeterince sarıyor. Hiç birisinin teknik ve mantıklı bir sebebi yok. Peki bunları neden yapıyoruz? Bir "neden-sonuç" ilişkisi de yok. Bizim soluduğumuz gerçekten hava mı?
Ben de karasal yaşamımı matrixe benzetirim. Denize açıldığım an da yapay dünyadan sıyrılıp üzerime yapışan her bir yapay damlasından kurtulduğum andır. Bu yakın zamanda yelken yapmak, bir kaç sene öncesinde dalış yapmak, küçüklüğümde dalıp midyeleri çıkartmaktı. Deniz yaşamındaki zorunluluklara, gerekliliklere, yapılması uygun olanlara veya kesinlikle yapılmaması gerekenlere hiç kimse bu konu başlığı altında itiraz etmedi. Ancak sebebi olmadan, neden-sonuç ilişkisi bir temel mantığa oturtulmadan emri vaki ile yaptırılmaya çalışılan bir düzen unsurundan söz ediyoruz. Peki bizim nefes alamadığımızdan şikâyet edip kaçtığımız deniz üzerinde soluduğumuz gerçekten hava mı?
-
Bu video hakkında hiç yorum gelmedi şaşırdım. :-\
Tamamı çok güzel ama Bence 37. Dakikadan itibaren tamamen konu başlığımızı anlatıyor.
Bu 37. Dakikadan sonraki kısma özellikle dikkat kesilelim , bir misyonumuz olduğunu farkedip ,sonrasında kendimizi daha bir önemli hissettim . Ben % 100 katılıyorum Cem Gürdeniz Amiralimize .
https://www.youtube.com/watch?time_continue=50&v=k0gevyh4_kk
-
Gerçekten usturmaça sorunsalını umursadığımdan değil, - bana ne isteyen istediği gibi yaşasın- ; sadece " oyunun kurallarını" umursamanin da " oyunun" bir parçası olduğunu düşündüğümden israrcı oluyorum.
Uyanık Hollandalıların tahta çıkan Ingiliz kralına hediye ettikleri bir tekneyle başlayan yatçılık ( bir de aradan üç asır geçmiş ! ) bir hobi olma vasfiyla hiç bir işe yarayan, pratik bir faydası olan nesne değildir. Sevdiğimiz için yaparız. Gereksiz ama sevdiğimiz, hatta kimimizin vaz geçemeyeceği bir merakın peşinden gidiyorsak o zaman onun kimi zaman bize tuhaf gelen adetlerine uymamak niye ? Sevgili anneannem " oynamazsan oyun bozulur..." derdi. Yani biz bir oyun oynuyoruz. Teknelerimizle nakliye yapmıyoruz, profesyonel balıkçılar değiliz, yük taşımıyoruz. Bu hobinin ne maddi bir anlamı ve getirisi var, ne de bir yerden bir yere ulaşmak için geçerli bir yöntem olma özelliği...Hiç bi yere gidememek için yavaş ve rahatsız bir biçimde çok para harcayarak vakit geçiriyoruz...
Oyunumuz bu. O zaman mantıklı veya mantıksız ; kurallarına uymama , tanımama gayreti niye ? Forma yerine Adidas eşofmanla futbol oynanıyor mu ? ( ama buna karşın bizim gençliğimizde ille sadece beyaz kıyafetle oynanan teniste adetler değişti, kıyafetlere renk geldi...)
Misal teknede bayrak aslen sabah gün doğumunu takiben toka edilir, gün batarken de arya edilir . Bu adet asırlarca sürmüş. Şimdi sadece deniz kuvvetleri gemilerinde bu adet devam ettiriliyor...Ben Istanbulda teknem Bodrumda iken her gün bayrağı nasıl basıp indireceğim zaten ? Tekne kapımın önünde bağlı olsa ( ben de sabahlari erken kalkabilen bir adam olabilseydim ) belki bu adeti de usulden keyf almak için sürdürebilirdim.Bu adete olabildiğince itibar eden tek bir ulus kalmış diye okumuştum, Kuzey Avrupa ülkelerinden birinde amatör denizciler hala olabildiğince bu kurala uymaya çalışıyorlarmış ( orada da eminim ki adamın teknesi kasabasında evine 50 m mesafede duruyordur, o da bu adeti sürdürüyordur, yoksa yapmaz ).
Niye pabuçlarımız boyalı ? Niye Osmanlı döneminde yeniçeriler, halkın büyük bir kısmı kuşaklarında taşıdıkları bir kaşıkla yemek ritüelini rahatça çözerlermiş de, biz bazen 2 tabak, bazen de bir kaç çatal, bıçak ve kaşıkla yiyoruz ? Niye misafirimiz geldiğinde yeni örtü çıkarıp sofraya mum ve çiçek koymaya gayret ederiz ? Yıkattığımızda arabamız daha az mı yakıt yakar veya daha hızlı mı gider ? Hayır. Peki, kıymetli bir misafirimizi almaya giderken arabamızı niye yıkatıyoruz ?
Bazı adetler anlamlı olmasalar dahi bir gusto meselesidirler ve ben de mesela Rahmi Koç beyefendinin yatçilara öğütler vermek üzere kaleme aldığı kitaba çoğunlukla gülüyorum ve sayın Amiral'in aktarılan görüşlerini temelde doğru ama tarz olarak hatalı buluyorum
-
İlginçtir, Gezgin Korsan forumunda "usturmaça konusu" ratingiyle, o foruma has tartışma şekliyle hararetle sürerken, burada da çok geniş, ufuk açıcı bir fikri tartışmada ufak bir yer bulmuş.
O tartışmada usturmaçaların seyir sırasında toplanması ile ilgili olarak düşüncemi konuyu dağıtmadan şu cümlelerle açıklamıştım.
"....................
Görüntü olarak hoş olmaması bir yana- ki bu durum kişiye göre değişebilir -, usturmaçalar sıklıkla kazık bağı ile bağlanıyor. Yelken seyrinde rüzgar altı bordadaki usturmaçalar teknenin yatması ve dalgaların etkisi ile su içinde sallanıp duruyorlar ve kazık bağının çözülüp usturmaçaların denize düşmesi riski oluşuyor.
Usturmaçaların ters yöne çevrilip küpeşte içine alınması ise Kaan korsanın bahsettiği gibi iskotalara çapariz vermesine neden olacağı gibi vardavela telleri arasından denize düşmesi riski yine ortaya çıkabilir.
Son olarak; Nerde okuduğumu hatırlamıyorum ama kuzey denizcileri teknede ölüm olduysa usturmaçaları teknenin bordalarından sallandırararak seyir yaparlarmış."
Şimdi buraya alıntı yaparken anımsadım, Sezar Atmaca'nın her yıl çıkardığı seyir defterlerinden birinde okumuştum sanırım.
........................
Müsaade ederseniz usturmaça ile başlayıp biraz daha konuşayım üzerine; :)
Ben biraz tutucuyum galiba, yaşla da ilgisi olabilir..
Usturmaçalarını tıoplamadan seyir yapanlardan hazetmem, çünkü hocalarımdan, eski denizci büyüklerimden böyle öğrendim.
Koya, limana, marinaya girmeden, halatlarımı hazırlarım, kakıçımı çıkarırım, usturmaçalarımı dikkatle vardavelalara bağlarım.
Öyle ki aralarındaki mesafeye bile dikkat ederim. Mutlaka boş bir usturmaça havuzlukta el altında bulunur.
Marinaya veya bir limana bağlandıktan sonra teknemi neta ederim, halatlarımı roda ederim, bağları kontrol ederim.
Seyir için kullandığım enstrümanları kapatırım. Elektrik kablomu, su hortumumu düzenli tutarım.
Aklıma gelenleri yazıyorum, sizler daha fazlasını yazabilirsiniz..
Tüm bu işleri angarya görmem, keyif alırım..
Yani usturmaça işi sadece usturmaça işi değildir. Bir bütünün minik bir parçasıdır bence...
Ersin'in usturmaçasını kaybetmesiyle ilgili yazdıkları o yüzden çok anlam kazandı belleğimde..
Alt tarafı usturmaça kaç kuruş ki denize düşerse düşsün diyenler çıkabilir ama biliyoruz ki sorun parasında değil.
Bir yan sayfada Hakan Reis küreği almak için koca teknesini kayalıklara oturma riskini nasıl yaşadığını anlattı biraz önce..
Denizci bağlarını niye yapıyoruz ki yap bi kördüğüm gözün arkada kalmasın.
Minik bir iskelede palamar halatını alıp da göz açıp kapayana kadar izbarço atan 10 yaşındaki çocuğu, hayranlıkla, saatlerce bıkmadan izlemişliğim vardır.
Diyeceğim o ki, denizcilik geleneklerine bağlılık, tutuculuk derken yobazlık değil, körükörüne bir akıl dışı bağlılık değildir.
Denizlerde çoğalmayalım isteğimin romantik bir hayalden öte gitmeyeceğinin farkındayım elbette.. Ama inanın benden daha deneyimli arkadaşlar da katılacaklardır, eskiden koylar çok daha bakir, çok daha sessiz, çok daha temizdi.. İşte ben o günleri özlüyorum, arıyorum.
gecenin 02.30 unda öylesine yazdım.. kopukluklar, fikri tutarsızllıklar olduysa affedin..
-
Hangi dünya gezginin kitabında okuduğumu hatırlayamadım ; bir dünya seyyahı kitabında upuzun bir seferden , onlarca gün denizde tek başına olduktan sonra, hedef limanına varmadan bir gün önce bir koya girip, teknesini temizlediğıni, olabildiğince aklayıp pakladığını, zira ayların kiri, pası , küfü ve yosunuyla teknesini kimselere göstermek istemediğini yazmıştı...Aylarca süren bir seferden sonra evine varacakken son gün durmak ve tekneyi neta etmeye uğraşmak çok büyük bir özveri gerektirir diye düşünüyorum ( muhtemelen ben yapamazdım), ama saygı duyulacak davranış da ( ya da ilave bir saygi, saygıyı zaten dünya seyahati nedeniyle duyuyoruz) bu olsa gerek.
-
Açıklamaya çalıştıkça daha da yanlış anlaşılıyormuşum gibi geldiğinden kendimi madde madde ifade etmeye çalışayım. Bazılarını hafifleterek yazıyorum :
1) Amiralimizi sevmiyor değilim,
2) Amiralimizi seviyor değilim,
3) Amiralimizin yazı üslubunu sert buldum,
4) Zaten usturmaça kullanımı konusunda 4-5 maddeyle belirtilebilecek bilgim var ama bunlar yeterli olmayabilir,
5) Usturmaça kullanımıyla ilgili yöntemlere uyulsa iyi olur,
-
Sırf çirkin duruyor olması bile yeterli neden. Güzelin içindeyiz, neden ona bir çirkinlikle yaklaşalım ki? Estetik güzeli arar değil mi?
Zorda biri çinko kaplamanın altına sokar başını, orada yaşar. Ne zaman ki onun önüne vita kutusunda bir gül koyar, o insana sıcaklık duyarız.
Geleneklere karşı olmayı hatta kategorik olarak karşı olmayı anlıyorum ama bir şey eğer güzelse, neden karşı olayım ki?
Biri de usturmaça mevzuunu konuya bağlayıversin :)
-
Yanaşınca , eğer teknede misafir varsa bir iki dakika içerisinde onlar ile vedalaşırım. Kimileri zaten hemen gitmek ister. İşi bilenler yardım etmeye çalışır. Kabul etmem. İstisna Ahmet oluyor bazen.
Çoğunlukla bir viski koyar , kimi zaman kahve, bir puro yakar teknemi toplamaya başlarım. En kısası 45 dakika , en uzunu bir buçuk saat sürer. Tüm yelkenleri toplarım, tüm halatları roda ederim. Pek düzgün olmazlar ama mutlaka ederim.
Hepsinin, her şeyin yeri bellidir. Bazen Ahmet topladığında farklı yerlere koyar. Hiç karışmam. O gidince , tekrar bana göre olması gereken yere koyarım. Bu sırada yaptığım seyri değerlendirir, tekenmle , kendimle konuşurum.
Çıkmadan halatları, vanaları kontrol ederim. Elektrik panosunu da. Teknemi her terkederken bir anlık bile olsa üzülürüm. İskeleye çıktığımda ir iki dakika O 'nu seyrederim.
Geldiğimde de benzer bir ritüel vardır. Aynı yavaşlıkta , yine birşeyler içerek, o günkü hava durumuna göre hangi yelkenleri açacağımı düşünür hazırlık yaparım.
Denizci gelenekleri , coğrafyaya göre farklılık gösterse de bedeller ödenerek elde edilen tecrübelerden başka bir değildirler aslında.
Ve bunların bedeli kimi zaman çok ağır olmuştur. Kimileri de kan ile yazılmıştır, oluşmuştur bu geleneklerin.
Usturmaçaların toplanması da bir gelenekten öte tecrübedir. Usturmaça seyre çıkarken toplanır. Nokta. Toplamaz isen seyir sırasında çapariz verir. Nokta. Seyir sırasında toplamaya kalkarsan, denize düşebilirsin . Nokta. Tek başına isen ve kış ise yirmi dakikada ölürsün ki bu da son nokta.
-
Usturmaça konusunu kapatabiliriz bence modern hayat Amatör denizciyi böyle bir ürün almaya bile ikna edebilir.
-
Amiralin üslubuna gereksiz yere enerji harcamayalım, denize hayli emek verdiğini bildiğimiz birinin dili hoşumuza gitmese de, buraya takılmak anlamsız. Çok tanıyanımız gider "abi bu üslup doğru değil" der olur biter. Nihayetinde bir edebiyatçının dili kullanma biçimi üzerine konuşmuyoruz ki hepimizi ilgilendirsin. O da öyle, ne yapalım?
Ama İlginç geliyor bana bu Usturmaça tartışması; güvenlik, gelenekler, elitizm, güzellik gibi pek çok kriter üzerinden konuşuyoruz. Bir de üstüne Eyüp abi demez mi, ben sayımızın artmasını istemiyorum diye. Ne yalan söyleyeyim, ben de istemiyorum eğer böyle olacaksa.
Usturmaça işine çift dalan Tiryaki, Kaş bölgesi hödüklüklerini şahane diliyle anlatıyor bir yandan.
Bir başkası sayının artmasını istemeyen Eyüp abi'ye " abi şu videoya bir bakalım sonra tartışalım" diyor.
Demek pek önemsiz görünen şu usturmaça işi bile- değerlendirmeye esas alınan sözcüklere bakılırsa- hayli bir cemiyet meselesi. Modern hayat, Deniz ve Amatör denizcilik üzerine konuşurken konunun buraya gelmesi tesadüf değil demek.
Gelenekten kaçmak için gittiğimiz denizde, başka geleneklerin içine girdiğimiz doğru. Ama acaba, denizde bizi mutlu eden şeylerden biri de bu farklı gelenekler olmasın? diye sormak geliyor içimden. Yanıtlıyorum; kendi payıma evet, bu gelenekler beni mutlu ediyor.
İki teknenin karşılaştıklarında birbirlerini selamlama geleneği hoşuma gidiyor, Tanrının varlığı konusunda ciddi şüphelerim olsa da, Allah Selamet Versin sözünü duymak hoşuma gidiyor, yabancı ülke bayrağını sancağa toka etmek hoşuma gidiyor, Bayrak işinin artık gına getirecek boyuıtta fetişleştirildiğini düşünsem de teknem amerikan bayraklı iken milliyetimi gösteren bayrağımı iskeleye toka etmek beni mutlu ediyor... koyda demirdeyken fısır fısır konuşmak... daha denize ait her şey hoşuma gidiyor... tüm bunlar kentten kopup bir başka, olmak istediğim, yaşamak istediğim hayata ilişkin bir zırh sağlıyor bana. Zaten öyle bir zırhı istediğim için denizdeyim. Zaten o yüzden her ne kadar homurdansam da uzun seyirler hoşuma gidiyor.
Tanrı aşkına, kente ait kavga gürültünün olmadığı bu yerde, yani hayatın her alanında mücadele etmek zorunda olduğunuz kente ait ne varsa- demokrasi mücadelesi, ekmek kavgası, özgürlükler meselesi, müvekkiller, çekler senetler- geride bırakmak istediğimiz bu yerde bize kolaylıklar sağlayan, bizi bir şekilde dönüştüren, kendine doğru yontan bu gelenekler nasıl önemsiz olabilir ki?
Amiralin dili kente ait olduğu için yermedik mi? Her kim ki kente ait bir üslupla bize bir şeyler anlatmaya kalkıyor, tepeden bakıyorsa, öfkelenmiyor muyuz?
Modern hayat bizi bizlikten çıkartmaya çabalarken sırf bozulmayalım diye direndiğimiz için kaçtığımız bu yerde gelenekler nasıl önemsiz olabilir ki?
Bırakın Setur Marinanın denizde muaşeret kuralları üst sınıf için yazılmış/basılmış olsun ki O zırvayı Rahmi Koç'un gördüğünü bile sanmıyorum, o kadar görgüsüz olduklarını düşünmem... O üst sınıf illaki bir gün kapımızı çalmıyor mu? Asıl bizlerden bir şeyler öğrenmiyor mu?
Şeklinde düşünüyorum.
Sevgiler.
-
Bayramda tatil bize 4 gün olduğundan Marmara'da adalar modalar dolaştık. Eos karada.. Bir ağabeyimizin teknesinde yaşıyoruz. El yapımı fiber bir tekne. Ne yazık ki 5 yıldır karadaydı.. ve biz elimizden geldiğince refit etmeye çalışıyoruz..elbette tahmin edeceğiniz üzere hemen her hafta sonu ben aynen tamirlere devam.. inanılmaz öğreniyorum her zamanki gibi ve zevkle. Konuya geleyim; Eos tabiki bize çok konforlu bir seyir sunuyor. Havuzluğun ortada olması, şu ana kadar elimin değimediği yerinin kalmaması, her yerini kendim biliyor olmam ve pek çok tamirini, değişimini kendi ellerimle yapmış olmam ayrı bir güven hissi veriyor. Ama en önemlisi elbette kamara ve depolama alanları.. Her şey yerli yerinde.. içinde yaşadığımız halde dağnıklık söz konusu değil. Ve 20-25 knot rüzgarda bayılmadan enfes bir yelken seyri.. Allah insanı alıştığından ayırmasın der annem.. Haklı! Modern ve sağlam teknemize o kadar alışmışız ki, bize Krem Şanti sanki az geldi.. ne bileyim kötü değil kesinlikle değil, hatta çok da güzel seyir yaptık.. Öte yandan insan rahata alışıyor hemde çabucak. Hani modern hayatta kendi güvenlik sahamızı oluşturup çıkmıyoruz ya, bu tekneler arasında da oluşuyor. Ali ile birbirimize bakıp Symina daha iyiydi dedik.. Hayır değildi.. Biz ona sevgiyle bağlı ve razıydık. Eos'un üzerine HR'da yaşayalım.. Eos'u beğenirmiyiz..? Bu sorunun cevabını dürütçe şu anda veremem.. 50 Feet teknesi olan biri 36 feet tekneye binince beğenmemesi normal..mi?
Ya da ben Moody ve HR kıyaslıyorum ki seyir konforu..benim ki masum da 50 feet Jano ile 36 feet Jano iç konforu kıyaslamak bu durumda ayıp/suç/iyi şeee deel şeklinde adlandırılabilir mi?
-
Sevgili anneannem " oynamazsan oyun bozulur..." derdi. Yani biz bir oyun oynuyoruz.
Bu konuda gördüğüm en şahane tanım amiralden değil anneanneden geldi!! :D
Aynen, biz bir oyun oynuyoruz, kuralları gelenekleri ile seviyoruz ve oynuyoruz.
Yeter ki biri çıkıp "oyunu şöyle oynamayan pasaklıdır, sorumsuzdur, acemidir" vb parmak sallamasın. Yoksa herkes oyunu oynamak istiyor zaten.
öZgür (mobil)
-
Olasılıkları sonsuz bir kavrama sınırlar getirmek bana göre doğru değil..herkes kendi sorumluluğunda deneyecek, yaşayacak, görecek.. Şu böyle şu şöyle dersek.. Eric Tabarly neden denize düştü? Bu durumda adama ''büyük denizci'' değil mi yani? Motissier'in 2 kez teknesi batmış... Knox Jhonston'da 1 kez.. kurala bak şimdi hadi.. Usturmaça'ya geleneği indirgemenk de doğru gelmiyor..usturmaçaların sarkması da.. sarkık teknenin reisini ayıplamamak gerek.. denizde olun da..
-
Dünden beri okurken bir yandan da bunu mırıldanıyorum :)
http://youtu.be/Uj0KwNfLUds
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
"An vardır, gelenek hayattır, gelecektir.
An gelir, gelenek tabu olur.
An gelir, yabancılaşır gelenek.
An gelir, artık gelenek ölümcüldür.
Ve gelenek gelmeyen eklerini arar."
Tekrar yazayım, bir bütünü konuşuyoruz sadece bir parçasını değil. Genelde ilerlemeli. Deniz kültürü yada adına ne denilecekse, bana göre yolu basit. Önce objektif olmak.
Neden gelenekleşmiş ?
Faydaları ?
Zararları?
Gerekli mi ?
Olmazsa ne olur ?
Bu ve eklenip çıkarabilecek sorularla ilerlemeli. Şahsi görüşler ile değil. Herhangi birisinin, herhangi bir şeyi, şahsi olarak sevip sevmemesi, geneli ilgilendirmez. Sadece şahsi tercihidir.
Konuşulması gereken, ortak paydamızla ilgili olan, deniz kültürü ve onu oluşturan her şey. Her bir nokta tek tek işlenebilir.
Usturmaça örneğinde olduğu gibi. Ama şahsi görüşler, beğeniler bir cevap oluşturmaz. Soruları temel alıp devam etmeli.
Buna rağmen, bazı konularda herkesin hemfikir olacağı bazı konularda ise, iki ayrı kabul görerek devam edeceği ve farklı isimlerdirmeler çıkabileceğini de ön görmek lazım.
Her tarihte ortaya çıkan yenilikçi-gelenekçi gibi.
Modern tekneler mi, geleneksel tekneler mi gibi ;)
-
Dünden beri okurken bir yandan da bunu mırıldanıyorum :)
http://youtu.be/Uj0KwNfLUds
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Cük oturdu. !!!! Ama ..... yine de gelenekler önemli.
-
Bilienen, hemen hapimizin hayatında bir dönem ille yaşadığı gerçektir. Nesil çatışmasında yaşça büyük olan yol gösterir, zaman zaman israr eder. Parmak sallar ve empati yapıyormuş gibi olmak için de " Ben bu yollardan geçtim. Senin de aynı zorlukları yaşaman gerekmez. Dinle, öğren pişman olmazsın" mealinde bir de "ahkâm keser".
Yaşça küçük olandan aldığımız cevap çok az nuanslarla hep aynı olur " Haklı olabilirisin. Ama bırak ben de deneyimleyim, kararımı kendim veririm."
Bizim için gereksiz bir zaman kaybı hatta " tekerleği yeniden keşfetmek" olarak değerlendirdiğimiz olgu onlar için "yeni bir macera / deneyimdir. Haklı haksız aramaya gerek yok.
Kaan'a katılıyorum
"An vardır, gelenek hayattır, gelecektir.
An gelir, gelenek tabu olur.
An gelir, yabancılaşır gelenek.
An gelir, artık gelenek ölümcüldür.
Ve gelenek gelmeyen eklerini arar."
Tekrar yazayım, bir bütünü konuşuyoruz sadece bir parçasını değil. Genelde ilerlemeli. Deniz kültürü yada adına ne denilecekse, bana göre yolu basit. Önce objektif olmak.
Neden gelenekleşmiş ?
Faydaları ?
Zararları?
Gerekli mi ?
Olmazsa ne olur ? "
-
Yasalarınız eski, yemeğiniz bol olsun dermiş eski Grekler, biraz da yasa koyucuyu taşlayarak.
Bir de hukukta, şekil, özgürlüğün güvencesidir derler, hatta bazı müellifler, şekil esastan önce gelir diye iddiada bulunurlar.
İlkin, hukuk, yani tüze eğitimi almamış kişi için (hoş, şimdi alıyoruz da ne oluyor) fazla iddialı, hatta yanlış gelebilir bu söz.
Ama az biraz düşününce öyledir sahiden. Şekle uymazsanız gelir sizin bütün güvencelerinizi alır gider.
Kuşkusuz, tartışmasız gelenekler, kurallar zamanla yıpranır, yok olur giderler. Ama unutmayalım, gidenin yerine yenisi gelir.
Yerine gelen nedir? Hangisini savunacağız? Daha güzel-zarif olanı mı, yoksa, artık o eskidi deyip her ne idiyse çöpe mi atacağız?
Eyüp abi doğru soru soruyor ve ısrarla altını çiziyorum; Adam diyor ki, "ben sayımızın artmasını istemiyorum". Erman üsteliyor, nicel artış, nitel olarak değişimi sağlayacakmış gibi görünmüyor... Sayının artması yeni ve iyi kuralları getirmiyor. Çünkü artan sayı serseri, lümpen -ki yeryüzünün en aşağılık, en kalıba sığmaz, en az değer üreten, en aşındırıcı, en yok edici kültürüdür, tarihte yok edicilik dışında bir boka yaradığı görülmemiştir, yaratıcı değil yıkıcıdır, bakın çevrenize, dindarı lümpen liberali lümpen- o halde bundan ne bekleyeceğiz?
Elimizde savunacak çok az değerimiz kaldı. Bir de bunlar üzerinden tartışma açmayalım.
-
Haydaa!
Denizlerde nasıl çoğalırız diye başlayan muhabbet çoğalmayalıma nasıl geldi?! :D
Şaka bir yana, bence lümpeni de azaltacak, çocukları/gençleri çoğaltacak, denizin zengin eğlencesi olmadığını gösterecek tek formül "iyi örnek" olmaktır.
öZgür (mobil)
-
Haydaa!
Denizlerde nasıl çoğalırız diye başlayan muhabbet çoğalmayalıma nasıl geldi?! :D
Şaka bir yana, bence lümpeni de azaltacak, çocukları/gençleri çoğaltacak, denizin zengin eğlencesi olmadığını gösterecek tek formül "iyi örnek" olmaktır.
öZgür (mobil)
Yok, konu oraya gelmedi, bir tepki anlatıldı, aynısı bende de var. Çoğalalım çoğalalım, ama nasıl çoğalalım.
-
Bu slogan sanırım ilk 2001/2002 yıllarında DSTI ( Denizcilik Sivil Toplum Inisiyatifi ) içinde ortaya atıldı...
O zaman da pek anlam veremiyordum : bugün de.
Çoğalmamak zaten eşyanın tabiatına aykırı.
Denizcilik soyut veya sadece mental bir uğraşı değil. Yapmak için orta yere konması gereken bir (pahali ) kayık var, bunun bağlanması gereken ( yine pahalı ) bir sosyal ortam ( marina ) var, kendine has ( pahalı ) kiyafetleri var...Anlatısı, hikayesi , macerası bol bir uğraş.
Bir ülkede lüks rezidanslar, Porsche Cayenne'ler, pahalı saat ve mücevherler, yurt dışı geziler vs vs vs artıyorsa ( kapitalizm de bunun için var ) elbette denizciler de artacak. Üstelik yukarda saydığım özellikleri nedeniyle mesela kara insanlarının bulunduğu bir cemiyette havalı da görülen bir uğraş. Tam da zeitgeist'e uygun bir hobi işte.
Bu durumda niye yayılmasın ? ( Ben yayılacağından çok emin ; bir emekli olarak ise takip edebileceğimden, "oyunun" içinde kalabileceğimden emin değilim aslında ).
Yayılacak, bugün 50.000 kayığımiz varsa ileride 500.000 sonra belki milyonla ifade edilir sayida olacak. Amerikada sadece Hudson körfezinde 3,5 mio tekne olduğunu, ama Amerikan SG'liginin insanların içini rahatlatmak için bunlardan en fazla 1 milyonunun aynı hafta sonu veya bayram günü denizde olduğunu açıkladığını okumuştum...Yani, istersek alınacak çoook yol var daha. Henüz bir arpa boyu gitmemiş bile sayılabiliriz.
Bu durumda bence soru " Kaçış yok çoğalacağız, denizde birbirimize tahammül edebilmek için nasıl davranalım ? " olsa daha doğru olacak.
-
İyi örnek nasıl olacağız ?
a) Evimizde oturup ,işimize gücümüze bakıp küçük dünyamızda yaşayarak.
b) Karavancılık yapıp denize tur tekneleri ya da kiralık teknelerle çıkarak.
c) Tekne alıp transfer ,bakım ve kullanımını profesyonel kaptanlara yaptırıp bu zamanları kendi işimizde para kazanıp , rahat evimizde oturmaya ayırarak.
d) Tekne alıp koylarda , adı marin veya marina olan heryerde , balıkçı barınaklarında , yollarda , forum ya da sosyal platformlarda vb. Kendimizi tuzlu su kurnazlarına yemlik yapıp sesimizi çıkarmayarak.
e) ''d'' şıkkındakileri kendimiz yaparak.
f) Sosyal platformlarda bildiğini kendine saklayıp hiç yazmayarak ve uslu çocuk olup bilgi namına başkasında ne varsa almak , ''de'' ''da'' eklerini nasıl kullandığını veya uslubunu tartıştırmayıp önüne gelene bilgini sorgulatmayarak...
g) Denizin derdini onun nimetini yiyenler düşünsün deyip işi balıkçılar ve tarım bakanlığına havale edip dağlara kaçarak.
h) Bu milletten denizci menizci olmaz oğlum Abdulbahir , arada seni de kaynatırlar deyip ; Başımızı alıp okyanuslara kaçarak ve oralarda sakin bir ülke ya da adaya yerleşerek
ı) ..............
-
Bence çözüm toplumsalcılıktan, bireyselciliğe odaklanmak.
Kendi huzurumuzu, ortamımızı yakaladığımızda, etraf bizi ilgilendirmeyecek.
Bu denizciliği, ülküden, hobiye çevirdiğimizde, daha az takacağız bu detaylara...
Ben Ege'nin havasından kaçtım, Hisarönü'ne geldim.
Ama Ege'de 3 saatlik yolu, otopilotu ellemeden giderken, Hisarönü'nde neredeyse otopilotla gidemiyorum. Her köşeden bir şey çıkıyor: gulet, günlük tur teknesi, sürat teknesi, motoryat, yelken yapan yelkenli, yelkensiz yelkenli, balık tutan sandal...
Bana Hisarönü'nü öneren arkadaşım, bayramlarda teknesine gitmiyor. "O kalabalığa ve o kalabalıkla gelen kabalığa dayanamıyorum" diyor.
Kara turistlerinin önemli kısmı Yunan adalarına gidiyor; keza bazen biz de...
Usturmaçalılar, usturmaçasızları rahatsız ediyorsa, usturmaçasızlar, daha uzak, daha sakin koylara gidiyorlar.
Ben az Yunan adası gezdim ama Leros ve Patmos'ta karşılaştığım yatçı tipi ile, Kalymnos, Lipsi ve Agathonisi'de karşılaşmadım.
Sonuçta bir dengeye geliyor her şey.
-
Bu, şu, o derken ben ikna oldum valla, bundan sonra usturmaçalara dikkat edeceğim

Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Hobby deme ciğerimi ye Matay'im, gözünün yağını yiyim. Germe beni .
-
Doğru, haklısın.
Hobby alışkanlık.
Keyif demek lazım.
-
Nuri Reis'in bu paylaşımından konuya ilişkin yeterlik önergesi verdiği anlamını çıkartıyorum :)
Yok Bülent reisim, başkalarının derdini görerek en kötü derdimiz bu olsun dedim 
Kültür kelimesi yerine, örf , gelenek, görenek, teammül, töre uygarlık, medeniyet kavramlarını yerine göre kullansak belki daha kolay analiz edeceğiz durumları.
Kültür havada kaldı sanki.
Gelenek için söylenebilecek "gelmiş" bir şey yok dersem haddimi aşmış olurum. Ben bilmiyorum. Görenek için gördüğümüz bir şeyler olması lazım . Meydana çıkan sorunları çözelim. hangi çözümler iyidir insanlar kabul etsin ve yadırgamasın ki "örf" haline gelsin. Çözümlerin kimisi , olmaz ise olmaz kabul edilsin "töre" olsun.
Gelinen nokta, usturmaçaların toplanması bir töre. Sadece görüşte değil, uygulamayanın serkeş olup, disiplinsiz olduğuna dair intiba uyandırıyor töreye sahip çıkanlar arasında. Ne yalan söyliyeyim ben ikna oldum usturmaçaları toplamanın töreye uygun, toplamamanın töreye aykırı olduğuna.
Uygarlık ve medeniyet kavramları için şöyle diyebilirim. Uygarlık, davranış ve düşüncedeki en güzel olma hali. Medeniyet ise yan yana gelme, beraber yaşama, beraber yaşama imkanı sağlayan imkanlar. Uygarlık işin soyut kısmı iken medeniyet somut kısmı. Konuşa geldiğimiz barınak marina denizin medeniyetine örnek. Denizde olma, denizde niçin olma ise denizin uygarlığı gibi.
Biz hepsine kültür deyip geçince , hazmetme süreci gecikiyor.
"Geciken hazım , gaz yapar, rahatsız eder!" Özlü tesbiti ile lafımı bitiriyorum 


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Tatile çıkarken konuyu doğru adama teslim ettiğimi biliyordum. Sahane anlatım !
-
Tanımları da tam olsun ;D
ÖRF
Örfler, çoğu zaman toplumun katı beklentileri olarak nitelenen birtakım örnek tutum ve davranışlardır. Örfler, aynı zamanda toplumu, herhangi bir değer sisteminin bünyesini oluşturan temel taşlarını da temsil ederler. Bu değerler sistemi, toplumsal yapının durumuna göre giderek özel bir hukuk sistemine göre ya da o sistemdeki bir yasa maddesine de gerekçe olur.
Örflerin bireyle birey, bireyle aile, bireyle komşular ve akrabalar, bireyle halk ve ulus arasındaki ilişkileri, davranışları, tutum ve tavırları düzenleyen ve belirleyen işlevleri vardır. Toplumun her üyesini sürekli olarak baskı altında tutan örfler, zorlayıcı yaptırıcı ya da yasaklayıcı yaptırımlarıyla bireyin grupla cemaatla ya da toplumla uygunlaşımını sağlarlar. Öte yandan cins, yaş, sınıf ve mesleklere göre belirlenmiş çeşitli örfler bunlar arasında bağlantıyı koruma, kollama, pekiştirme ve denetleme işlevleriyle de yüklüdürler.
Örflere karşı çıkma kimi toplumlarda yasaya karşı çıkmayla bir tutulur; hatta zaman zaman yasaların da üstünde tutularak katı ve bağışlamasız bir tutumla birey cezalandırılır.
ADET
Adetler, tıpkı örfler gibi birçok sosyal içerikli ilişkiyi düzenlemekte, yönetmekte ve denetlemektedirler. Toplumsal yaşamın düzenli gitmesinde, kuralların uygulanmasında adetler etkili olmaktadırlar; örneğin karşılama ve uğurlamalar; yemek ve sofra düzenleri; geçiş dönemleriyle ilgili kutlama ve kutsamalar; kız isteme, nişanlılık ve evlenme usülleri; cinsler, yaş grupları, meslek mensupları arasındaki ilişkilerin biçimleri; selamlaşma, hatır sorma sırasında uyulması gereken kurallar; bayramlar, mevsimler, önemli günlerle ilgili davranış biçimleri; ‘yas alma’, ‘baş sağlığı dileme’ gibi durumlarda söylenecek sözler, takınılacak tavırlar ve tutumlar adetlerin alanına girerler.
Adetler çeşitli kökenlerden kaynaklanmış ve biçimlenmişlerdir; bunlar içerisinde geçmiş zamanların yaşama biçimleri, dünya görüşleri, ilginç rastlantı ve olaylar önemli bir yer tutarlar. Bir toplumda, toplumun bütününü ilgilendiren adetler olduğu gibi, çeşitli mesleklerin, mezheplerin, etnik grupların v.b. kendilerine özgü adetleri vardır. Adetlerin pratikteki uygulanışını giderek gelenekleşmesini sağlayan bu konuda bilinçli yada bilinçsiz görev üstlenen yaş ve cins gruplarıyla dinsel liderler, dernek yöneticileri, oyun grubu başkanları bulunmaktadır. Kimi adetler oldukça durağan ve sürekliyken, kimisi de zamanla değişebilen niteliktedir. Adetlerden bir bölümü toplumun büyük değişim çalkantısına ayak uydurarak özlerinde ve biçimlerinde sınırlı değişmelere uyarak benliklerini bir dereceye kadar korurken, bir bölümü de tıpkı canlı organizmalar gibi etkinliği ve diriliğini zamanla yitirerek gün gelir ortadan kalkarlar.
GELENEK
Gelenekler geniş anlamıyla bir kuşaktan ötekine geçirilebilen bilgi, tasarım, boş inanç, yaşantı biçimi; daha geniş anlamıyla maddi olmayan kültürdür. Dar anlamda ise, kuşaklar boyunca bir toplumun örneğin kutsal yada politik işleri gibi önemli konulardaki görüşlerdir. Gelenekler sözlü ve yazılı olmak üzere iki bölüme ayrılırlar. Tıpkı adetler gibi, ama onlardan daha güçlü olarak toplumsal yaşamın düzenlenmesinde ve denetlenmesinde önemli rol oynarlar. Nitelikleri bakımından genellikle tutucu olan gelenekler aile, hukuk, din ve politika gibi toplumsal kurumlar üzerinde etkilidirler; bilim ve sanat, geleneklerin daha az etkisi altındadırlar. Bireyin bağlı bulunduğu grubun yada toplumun geleneklerine karşı çıkması, bu karşı çıkışın derecesine göre bireyin toplulukça afarozundan saldırıya uğramasına, hor görülmesinden alaya alınmasına kadar genişleyen tepki türlerinde biçimlenir. Geleneklerin tıpkı örfler gibi yasalarla belirlenmiş türleri vardır. Yasa, geleneklere ve onlara aykırı davranışlar için verilecek olan cezaları bir ölçüye sokmaya çalışır. Gelenekler, genellikle yasalardan çok daha geniş bir alanı yönetirler.
Askerlik Geleneği
Sünnet Geleneği
Bayram Gelenekleri
Bebeğe Ad Koyma
Ölüm Geleneği
Lohusalık Geleneği
Çocuk Oyunları
GÖRENEK
Göreneğin örfe, adete, geleneğe bakarak yaptırım gücü daha zayıftır. Örfteki yapılma zorunluğu, adet ve gelenekteki yapılmalı özelliği görenekteki yapılabilme özelliğini alır. En yalın tanımıyla bir şeyi görüle geldiği gibi yapma alışkanlığı olan görenek, öteki sosyal alışkanlık gibi gerekli ve uygun görülenleri kapsar. Ama bunların mutlaka yerine getirilmesini istemez. Öteden beri yapıla gelmekte olan, fakat henüz adet durumunu kazanmamış olan bu davranış biçimlerine grubun, toplumun gelişmesine uygun yenilikler eklenir. Bunlar süreklilik kazandığı gibi, bir süre sonra ortadan kalkabilirler.
Görenekler, günlük yaşantımızın gerekli gördüğü ilişkilerin düzenlenmesinde, bireyler arasındaki sürtüşmeleri azaltmakta, toplumsal ilişkilerin kolaylaşmasında, belirleyici rol oynarlar. Komşu ziyaretlerinde, hasta yoklamalarında alış-verişte, ortak taşıtlara inip binmede, tanışma ve tanıştırılmalarda nasıl davranılacağını belirleyerek ilişkilerin düzenli gitmesine yardımcı olurlar.
-
Tanımları da tam olsun ;D
ÖRF
Örfler, çoğu zaman toplumun katı beklentileri olarak nitelenen birtakım örnek tutum ve davranışlardır. Örfler, aynı zamanda toplumu, herhangi bir değer sisteminin bünyesini oluşturan temel taşlarını da temsil ederler. Bu değerler sistemi, toplumsal yapının durumuna göre giderek özel bir hukuk sistemine göre ya da o sistemdeki bir yasa maddesine de gerekçe olur.
Örflerin bireyle birey, bireyle aile, bireyle komşular ve akrabalar, bireyle halk ve ulus arasındaki ilişkileri, davranışları, tutum ve tavırları düzenleyen ve belirleyen işlevleri vardır. Toplumun her üyesini sürekli olarak baskı altında tutan örfler, zorlayıcı yaptırıcı ya da yasaklayıcı yaptırımlarıyla bireyin grupla cemaatla ya da toplumla uygunlaşımını sağlarlar. Öte yandan cins, yaş, sınıf ve mesleklere göre belirlenmiş çeşitli örfler bunlar arasında bağlantıyı koruma, kollama, pekiştirme ve denetleme işlevleriyle de yüklüdürler.
Örflere karşı çıkma kimi toplumlarda yasaya karşı çıkmayla bir tutulur; hatta zaman zaman yasaların da üstünde tutularak katı ve bağışlamasız bir tutumla birey cezalandırılır.
ADET
Adetler, tıpkı örfler gibi birçok sosyal içerikli ilişkiyi düzenlemekte, yönetmekte ve denetlemektedirler. Toplumsal yaşamın düzenli gitmesinde, kuralların uygulanmasında adetler etkili olmaktadırlar; örneğin karşılama ve uğurlamalar; yemek ve sofra düzenleri; geçiş dönemleriyle ilgili kutlama ve kutsamalar; kız isteme, nişanlılık ve evlenme usülleri; cinsler, yaş grupları, meslek mensupları arasındaki ilişkilerin biçimleri; selamlaşma, hatır sorma sırasında uyulması gereken kurallar; bayramlar, mevsimler, önemli günlerle ilgili davranış biçimleri; ‘yas alma’, ‘baş sağlığı dileme’ gibi durumlarda söylenecek sözler, takınılacak tavırlar ve tutumlar adetlerin alanına girerler.
Adetler çeşitli kökenlerden kaynaklanmış ve biçimlenmişlerdir; bunlar içerisinde geçmiş zamanların yaşama biçimleri, dünya görüşleri, ilginç rastlantı ve olaylar önemli bir yer tutarlar. Bir toplumda, toplumun bütününü ilgilendiren adetler olduğu gibi, çeşitli mesleklerin, mezheplerin, etnik grupların v.b. kendilerine özgü adetleri vardır. Adetlerin pratikteki uygulanışını giderek gelenekleşmesini sağlayan bu konuda bilinçli yada bilinçsiz görev üstlenen yaş ve cins gruplarıyla dinsel liderler, dernek yöneticileri, oyun grubu başkanları bulunmaktadır. Kimi adetler oldukça durağan ve sürekliyken, kimisi de zamanla değişebilen niteliktedir. Adetlerden bir bölümü toplumun büyük değişim çalkantısına ayak uydurarak özlerinde ve biçimlerinde sınırlı değişmelere uyarak benliklerini bir dereceye kadar korurken, bir bölümü de tıpkı canlı organizmalar gibi etkinliği ve diriliğini zamanla yitirerek gün gelir ortadan kalkarlar.
GELENEK
Gelenekler geniş anlamıyla bir kuşaktan ötekine geçirilebilen bilgi, tasarım, boş inanç, yaşantı biçimi; daha geniş anlamıyla maddi olmayan kültürdür. Dar anlamda ise, kuşaklar boyunca bir toplumun örneğin kutsal yada politik işleri gibi önemli konulardaki görüşlerdir. Gelenekler sözlü ve yazılı olmak üzere iki bölüme ayrılırlar. Tıpkı adetler gibi, ama onlardan daha güçlü olarak toplumsal yaşamın düzenlenmesinde ve denetlenmesinde önemli rol oynarlar. Nitelikleri bakımından genellikle tutucu olan gelenekler aile, hukuk, din ve politika gibi toplumsal kurumlar üzerinde etkilidirler; bilim ve sanat, geleneklerin daha az etkisi altındadırlar. Bireyin bağlı bulunduğu grubun yada toplumun geleneklerine karşı çıkması, bu karşı çıkışın derecesine göre bireyin toplulukça afarozundan saldırıya uğramasına, hor görülmesinden alaya alınmasına kadar genişleyen tepki türlerinde biçimlenir. Geleneklerin tıpkı örfler gibi yasalarla belirlenmiş türleri vardır. Yasa, geleneklere ve onlara aykırı davranışlar için verilecek olan cezaları bir ölçüye sokmaya çalışır. Gelenekler, genellikle yasalardan çok daha geniş bir alanı yönetirler.
Askerlik Geleneği
Sünnet Geleneği
Bayram Gelenekleri
Bebeğe Ad Koyma
Ölüm Geleneği
Lohusalık Geleneği
Çocuk Oyunları
GÖRENEK
Göreneğin örfe, adete, geleneğe bakarak yaptırım gücü daha zayıftır. Örfteki yapılma zorunluğu, adet ve gelenekteki yapılmalı özelliği görenekteki yapılabilme özelliğini alır. En yalın tanımıyla bir şeyi görüle geldiği gibi yapma alışkanlığı olan görenek, öteki sosyal alışkanlık gibi gerekli ve uygun görülenleri kapsar. Ama bunların mutlaka yerine getirilmesini istemez. Öteden beri yapıla gelmekte olan, fakat henüz adet durumunu kazanmamış olan bu davranış biçimlerine grubun, toplumun gelişmesine uygun yenilikler eklenir. Bunlar süreklilik kazandığı gibi, bir süre sonra ortadan kalkabilirler.
Görenekler, günlük yaşantımızın gerekli gördüğü ilişkilerin düzenlenmesinde, bireyler arasındaki sürtüşmeleri azaltmakta, toplumsal ilişkilerin kolaylaşmasında, belirleyici rol oynarlar. Komşu ziyaretlerinde, hasta yoklamalarında alış-verişte, ortak taşıtlara inip binmede, tanışma ve tanıştırılmalarda nasıl davranılacağını belirleyerek ilişkilerin düzenli gitmesine yardımcı olurlar.

Aynen Tan reisim. Mademki bir cemiyetiz burada, cemiyetin düzeni sağlayan, ilerlemesini yol açan, düzensizliği önleyen kavramlara uygun bölmelerde ihtiyaç var. "Kültür" kavramı, her türlü çer çöp , sınıflandırılmamış şeyin altına süpürüldüğü bir halı gibi. Bizim ülkemizde en azından öyle. Tekamül sürecinde karar verirken , meselenin demlenmesi için "araf" vari bir yere ihtiyaç var, tamam . Ama bizde mesele olgunlaşma sürecinde mi, yoksa meseleyi eyliyormuyuz belli değil.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Araf'ta duracak zaman mi var. Dört nala herşey
-
Usturmaçalar için 2017 teşvikleri açıklandı ;)
Dışarıda bırakmaya son
(https://i.hizliresim.com/4G20G7.jpg) (https://hizliresim.com/4G20G7)
Çarkçıbaşılar, yukarıda ki mesajı kaçırdınız sanırım ::)
-
"Bize ait olan, bize has, hiç bir yerden almadığımız, bizim oluşturduğumuz genel kabul görmüş geleneklerimiz var mıdır ? varsa nelerdir ? Bildiklerinizi yazınız."
Diye sormuştum. Cevap gelmedi ? Bildiğiniz yok mu gerçekten ?
Bu durum da,
Tiryaki reisin yazdığı, "İyi de ben her coğrafyanın geleneklerini alıp kullanmakla mı mükellefim." sorusunun cevabı "e bizim kendimize ait hiç yok ki" mi olacak.
Neden hep Yunan mitolojisini kabul etmişiz Poseidon diyoruz da Akana demiyoruz ?
Neden Teknelere bir ingiliz geleneği olan dişil gözüyle bakıyoruzda bir kaç yüzyıllık donanma geçmişimizde hiç dişi gemi ismi olmamasını gözardı etmek bize daha cazip geliyor ?
İçinizde hiç rüzgar kaldığında motor açmak yerine direk dibine gidip direk dibini kaşıyıp haydar haydar diye sesleneniz var mı ? Yada bıçak saplayanınız ?
Türk kara sularında deniz TL Yunan karasuların Euro mu atıyorsunuz rüzgar satın almak için "posedion" dan.
E peki, posedion yardımcı oluyorsa niye vira Bismillah'dır hep ilk hareket ?
Ya isim değiştirme ritüeli nasıl yapılmalı bizim sularımızda ? İnançlı denizciler çok mu az ? Şarap ile, Derinlik krallığından istekte bulunacaklar ama namazdan önce mi sonra mı ?
Bu durumda gelenekler, herkese göre değişken mi oluyor yoksa, ateiste işleyen kuyral teistlere işlemiyor mu ? Hangisini teknesi daha çok batıyor ?
Belki cevapları çok basit ama tek tek üzerinden geçildiğinde bu cevaplar bizi, genel kabul görenler ve görmeyenlere götürüp, netleşmesini sağlayacaktır.
Kara hayatının, denize taşınmasının, gelenek, görenek, adet, kural vb tanımlarının, sebepleri bilinmediği için, bir mantığa oturtulamadığı için itirazla karşılaşıldığını düşünüyorum.
-
Fibere bıçak islemez. Tike de kiyamam. Haydar diye cagirir, Ilyas icin ekmek atarim. Akana demem. Akana 'yi kim bilmis ben bilecegim.Poseidon derim. Arabama hadi oglum derim ama guce degil uyuma dayanan teknem kizimdir.
Sorular yanıtını Anadoluculuk olarak kuyruğunda taşıyor.
-
Bunu Anadoluculuk olsunda diye yazmadım.
Sorularım gerçekti.
Gerçekten gidip haydar diye çağırıyor musun ? Faydası var mı ? Nereden geliyor ?
Tekneme kızım değil de oğlum dersem, geleneklere aykırı mı davranmış olurum ? Denizcilik adetlerinin karşısında mı duruyor olurum ?
Diğer sorularım bunun içindi.
Neden gelenekleşmiş?
Faydası ?
Zararı ?
Olursa ne olur?
Olmazsa ne olur ?
Basit gibi gözüküyor olabilir yada sohbetin bu yönünü sevmemiş olabilirsin ama edebi yada felsefi yönünden daha önemli diye düşünüyorum. Çünkü bizi gerçek bir şeylere götürecektir.
-
Poseidon demem, akanayı hiç duymadım, şarap dökmem, para atmam. Diyen, döken ve atana karışmam . Herkesin kendi iradesi var, kendisi karar verir. Zararı faydası kendine dokunur. Ben Allah derim, çay, meyve suyu ve şerbeti içerim. Kaza ve beladan korunmak için sadaka veririm. Bir belayı atlatırsam, "verilmiş sadakam varmış" derim. Sadaka işlevini tamamladığı için hemen yenisine hazırlanırım. Sadece para değil, birisine yardım veya yerdeki bir engeli kenara koymak da benim için sadakadır. Denizlerde gördüğüm olta misina artıklarını toplarım, sadakadır :)
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Herkesin kendi iradesi var, kendisi karar verir. Zararı faydası kendine dokunur.
Bunu anlatmaya çalışıyorum. Usturmaça konusunda da aynı mantık yürütülebilir. Sebebi bilinmediğin de Herkesin kendi iradesi var denilebilir ama yapılan bir şeyin geçerli bir tecrübe ve mantığa dayalı olduğunu bilirsek, bunu kabullenebilir ve uygulayabiliriz. Sebeplerini yada faydasını bilmediğimiz şeyi de gelenek, görenek, örf, adet yada kural olarak kabullenmeyiz.
-
Kendi adıma Poseidon'la ilişkim daha da sorunlu. Ne ekmek atarım, ne para; sancak kıç omuzluktan işerim. Bu da benim adetim.
Kurallar, inanlar, gelenekler... çok büyük bir bütünü konuşuyoruz. Kurallar mantık perspektifinden her daim tarışılmalı. Ama inan kısmı daha bir bireysel. Gelenekler keza, coğrafya-insan ilişkisiyle şekillenmiş. İster istemez şu noktaya geliyoruz; neden sabit disk değil de harddisk diyorsak aynı sebepten hala Poseidon'dan bahsediyoruz. Bu işin terminolojisini biz yazmadık. Daha bir çok alanda olduğu gibi ithal ettik, adapte ettik ama üretmedik ya da ilk adlarını biz vermedik.
Sorunlu bir denizcilik geçmişimiz var. Tarihi boyunca neferlikten/rençberlkten öte beklenti duyulmamış bir topraksoylu halkın denizcilikle imtihanını bir kaç yüzyıldır yaşıyoruz aslında. Altı asırlık Osmanlı tarihi boyunca Türk kimliğinden temel beklenti neredeyse hep aynı; çiftçilik yap, itaat et, zamanı geldiğinde savaş, şehit ol. Mübadeleden sonra neredeyse yeniden öğrenmemiş gerekmiş balıkçılığı bile...
Nasıl parçalara ayırsak bu konuyu?
-
Nasıl parçalara ayırsak bu konuyu?
En temel şeyleri konuşmakla başlamak gerekir diye düşünüyorum. Bu yüzden çok basit yada anlamsız gibi gibi gelebilecek sorular soruyorum çünkü cevaplarını hiç düşünmediğimiz yada gelenek dendiğinde hiç sorgulamadığımız şeyler.
Elenmesi gereken şeyler çok, kabul edilmesi gereken yada yeniden yazılması gerekende öyle kanımca.
-
Sonuçta sonradan öğrenildiği için ya kendi kurallarınızı isimlerinizi verip dışarıya kapanacaksınız yada mevcut bir ekolü benimseyip takip edeceksiniz.Osmanlıda yanılmıyorsam denizcilik terimleri portekizceden alınmış.Günlük konuşma dilimizde kullandığımız en çok yabancı kelimeler Fransızca teknolojiyle beraber buna ingilizcede eklendi.
Yasalarımız Fransadan Ticaret hukuku Almanyadan alınmış Denizcilik terimleri yada adetleri ile bir ekolümüz olması gerekiyor bunu seçmek gerekiyor Portekiz,İspanyol,Hollanda,İngiliz benzerlikler olmasina ragmen hepsinde farkliliklar var Yelken yaparken kullanilan terimler komutlar farkliliklar gosteriyor Ingiliz ve Hollandali biri ile yelken yaptığınızda ortaya onlarında terminolojide anlaşamadıklarını görürsünüz hemde ingilizce konuşulmasına rağmen İngilizin sancak alabanda demesi Hollandalının İskele alabandaya dönme komutu olarak algılamasına sebeb oluyor aynı karışıklık Rüzgar altı ve üstü konuşmalarındada birbirleriyle anlaşamıyorlar Her iki ülkeninde kendi Denizcilik ekolleri var ve bundan vazgeçmiyorlar .
Almancam ya da Fransızcam İngilizcem kadar iyi olsaydı Yada Hollandacam iyi olsaydı ona göre farklı bir seçimde yapardım.Türkçe denizcilik terimlerini kullanmayı önemsiyorum ve karadaki örf ve adetlerimizide denize taşımanın önemli olduğunu düşünüyorum Yabancı Denizcilik terminolojisini ve ekolünü takip ederken ve öğrenirken yabancıların adetlerini ve batıl inanışlarını benimsemenin çokta doğru olduğunu düşünmüyorum ve itibar etmiyorum.
Kısaca ben ekolümüz yok ise ki yok Sadece bir tanesini takip ve örnek alınması gerektiğini düşünüyorum. Ben Hollandalılarla yarışmama rağmen onların ingilizce kullandığı terimleri anlamama rağmen Denizcilikte İngiliz ekolünü denizcilik lisanı ve terimleri olarak takip ediyorum.
-
Kaan reis , çocukluğumda zagor vardı baltalı ilah, kızıl maske fantom vardı, yüzbaşı tommiks vardı konyakçı ve doktor arkadaşları , albayın kızı suzi mi lucy mi ne vardı. Texas vardı kırmızı urbalar ile savaşan. He-man vardı kainatın efendisi. Poseidonu da mitolojiden tanıyoruz. Ne zamandır okurum forumlarda Poseidon ile yardımcın olsun falan diye, o lafları hiçte kitabi anlamamıştım. Bende eski alışkanlık , bin kunduz derim arada, ama o da anlamdan çok ünlem benim için. Sen böyle poseidon falan yazınca , sanki gerçekten denizde kural koyucu güç gibi bir anlam kazandı. Kimsenin inancını yargılamak değil de , anlamak için soruyorum: Hakikaten "poseidon" kimi denizciler için arası iyi tutulması gereken varlık, denizde kural koyan bir şey olarak mı algılanıyor?
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Poseidon, denizler, depremler ve atların tanrısı, mitolojide.
Dünyanın bir yarısı poseidon diğer yarısı diğer ismi olan Neptün diyor.
Poseidon yardımcın olsun denildiğin de kim ne anlıyor bilmiyorum ama ben kullanmıyorum.
-
Geçenlerde bir facebook sayfasında birileri terminoliji'ye atıp tutarlarken birisi son derece ciddi bir şekilde şöyle diyordu.
- İskele Sancak nedir yaa... Biz üç yıldır denizlerde kendi teknemizle dolaşıyoruz. Bir kere bile iskele sancak demedik. Hiç de zararını görmedik. Nedir bu her şeyi biz biliriz tavrı ile zorlamalar.
-
Tüm Yunan mitolojisinin Zeusla birlikte en önemli karakteridir Poseidon. Denizlerin tanrısı, çocukları Notos ve Boreas denizcilerin başbelasıdır mitoslarda. Odysseia'yı mutlaka okumalıdır bence her denizci. Keza Aeneas'ı da. Koloniler çağında medeniyetin anahtarı denizlerdir ne de olsa...
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Aslında bu mitoloji konusu, burada yapmaya çalıştığımız işin bir benzeridir. Mitolojik düşüncelerden sıyrılma hakkında derler ki ;
Antik Çağ’da iki Yunanlı insan sohbet etmektedirler. Doğada gördükleri olayları yorumlarlarken, mesela şimşek çakmasının Tanrılar’ın gazabı olarak ya da depremlerin hareket eden ‘öküz’ün bir icraatı olarak değerlendirilmesinden tatmin olmadıkları sonucuna varırlar. Tüm bunların altında daha makul sebeplerin olmasını gerektiğini düşünürler ve böylece ilk pozitif yaklaşım örneği sergilenmiş olur.
Eh bizde bize söylenenlerin, anlamadığımız şeylerin makul sebeplerini sorguluyoruz.
-
Nuri reisim sorusunuza çok üstün körü cevap vermiş oldum, inançlara girmemek için kusura bakmayın.
Şöyle toparlamak istiyorum hafif teğet geçer şekilde çünkü basit ve önemsiz gibi görünen sorumun kaynağı burada.
Genellikle, Poseidon yardım etsin, poseidon korusun gibi temennide bulunanlar, ağız alışkanlığı edinmiş olanlar dışında, ateist olarak kendilerini gören kişiler.
Bu çelişir çünkü ateist'in tanrıtanımaz tanımına aykırıdır. Allah yardım etsin, Allah korusun demez, ateisttir ama bir başka tanrı sayılan Poseidon'a emanet eder, onunla selametler.
Bu durumda ateist değildir. Paganlığı tercih etmiştir, ki saygı duyarım.
Bu durumda beni kendi inancına göre selametlemiş olur.
Ama bu durum, sürekli ağızlarda bir poseidon söylemine dönüp, poseidon'a ekmek, para, koruma, yardım dilemek vb konuşmalarda "denizcilerin geleneğidir" şekline büründüğünde işin yönü değişir.
Bundan rahatsız olabilecek insanların olması son derece doğaldır ve bu durumda ortak değerlerde buluşmak imkansız hale gelir.
Sonuçta bu genelin bir geleneği değil, bir başka inanca saygı sınırında bir söylem olacaktır.
-
Çok dağıtmamaya çalışarak bir kaç cümle ekleyeyim istedim bu mitoslar mevzuuna.
Öyküler sadeleştirildiğinde her daim bir olay ya da olaylar zinciri kalır geride. Mesela, Argonotlar'dan bir sahne alalım. Kör Kahin Pineus der ki; "Yakında Symplegades'a varacaksınız. O zalim kayalar bir çene gibi kapanıp, arasında ne varsa parçalar. Oraya vardığınızda bir kumru uçurun, eğer ki geçerse siz de geçebilirsiniz. Yok geri dönerse denemeyin bile."
Öykünün anlamı şudur kısaca, İstanbul Boğazını kuzeyli rüzgarda geçemezsiniz. Kumru rüzgara karşı en narin kuştur. Onun uçabileceği havada ancak Karadeniz'e çıkabilirsiniz.
Benim mitostan anladığım budur kısaca. Muhteşem bilgiler barındırır...
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Çok dağıtmamaya çalışarak bir kaç cümle ekleyeyim istedim bu mitoslar mevzuuna.
Öyküler sadeleştirildiğinde her daim bir olay ya da olaylar zinciri kalır geride. Mesela, Argonotlar'dan bir sahne alalım. Kör Kahin Pineus der ki; "Yakında Symplegades'a varacaksınız. O zalim kayalar bir çene gibi kapanıp, arasında ne varsa parçalar. Oraya vardığınızda bir kumru uçurun, eğer ki geçerse siz de geçebilirsiniz. Yok geri dönerse denemeyin bile."
Öykünün anlamı şudur kısaca, İstanbul Boğazını kuzeyli rüzgarda geçemezsiniz. Kumru rüzgara karşı en narin kuştur. Onun uçabileceği havada ancak Karadeniz'e çıkabilirsiniz.
Benim mitostan anladığım budur kısaca. Muhteşem bilgiler barındırır...
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Aradığımız makul sebep :D
-
Kısa bir yorum da Poseidon'un kendine yer bulduğu Panteon'un ortalama Hellen açısından anlamı adına;
Hellen için Tanrı kavramı son derece faydacı ve pragmatiktir. En kestirme açıklama, sorumluluğu üzerinden atmak isteğidir. Tam da artık İthaka'ya varacakken Odyseus Poseidon puştluk yapar. Yapacak bir şey yoktur. Odyseus üzerine düşeni yapmış ama Poseidon ya da veletlerinden Notos izin vermemiştir.
Yaşamlarının hemen her alanında Tanrı kavramı topu armak içindir desem abartır mıyım bilmiyorum :)
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
...
Ama bu durum, sürekli ağızlarda bir poseidon söylemine dönüp, poseidon'a ekmek, para, koruma, yardım dilemek vb konuşmalarda "denizcilerin geleneğidir" şekline büründüğünde işin yönü değişir.
Bundan rahatsız olabilecek insanların olması son derece doğaldır ve bu durumda ortak değerlerde buluşmak imkansız hale gelir.
Sonuçta bu genelin bir geleneği değil, bir başka inanca saygı sınırında bir söylem olacaktır.
Tan Kaan reis, "genelin geleneği, ile İnancın geleneği" tesbitleri cuk oturdu. Kucaklayıcı tavır inancın geleneğini genelin geleneği gibi dayatmamak olacaktır. Bize yakışan tavır da bu olacaktır diye düşünüyorum.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
İyi de zaten Odin'den, Poseidon'dan, İsa'dan ya da Hızır'dan yardım istemek arasında bir fark yok ki. Geçmişin daha zorlu, bugünün nispeten daha kolay koşullarında denizde varolmaya çalışan insanoğlu işler kötüye gittiğinde inancına göre seçecektir yardım isteyeceği gücü. Yani adına Poseidon ya da genel anlamda Tanrı demekte hiçbir sorun yok kanaatimce de.
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Ben Kaan'ın tartışmayı çektiği yerin bizi doğru yere götüreceği kanısında değilim. Burası doğru bir yer değil.
Poseidon? Sanıyorum Atina'da oyle fantastik bir topluluk var, 300 kişilik filan eski Hellen Tanrılarına dönen. Başka kimse de yok. Kim Nuri Reis'in "bin kunduz"unu aşar şekilde Posedion demiş bu zamanda? Fazla geri zekalı değilse, bir Grek bile yapmaz bunu. Onun Hristiyanlıktan gelme çok daha yeni azizleri var, Poseydon kim İsa Peygamber'in azizleri yanında?
Akana kimin umurunda Muhammed Peygambere yüzünü dönmüş Hızır ile İlyas'ın yanında? Etme Kaan.
Yok öyle bir şey. O halde, tartışmayı inançlara dayalı yere getirmek yerinde değil. Son derece evrensel bir yaşam biçiminden söz ediyoruz. Son derece evrensel. Milliyetiniz, denizde karşılaştığınız ilişki biçiminde en az etkisi olan şey. İnancınız da öyle. Pek tabii ki, İnançlı birinin, inancıyla bağlantılı dil geliştirmesi son derece doğal. Kuşkusuz ki, bu topraklarda doğan birinin, Allah Selamet Versin demesi doğal. Ama karşılıklı etkileşime üstelik sanal olarak değil, doğrudan temasla, yani gerçek bir etkileşimle bu denli açık kaç yaşam biçimi var ki, hem de ta ezelden beri pek çok doğru yanlış inancı üzerinde taşıyan?
Ticari gemilerde her pazar Kuru fasulye çıkması yerel gelenek. İngilizler mi Salı çıkmazmış sefere? Ama sancağa nezaket bayrağını çekmek, evrensel. May Day, artık 10.000 yıl evrensel.
Bence tartışmanın zemini, 21 yüzyıl'ın bizatihi kendisinde olmalıdır, kanısındayım. Kuşkusuz, her birimiz üzerimizde geçmişte yaşamışların ruhlarının esintisini taşırız. Ama bu, bugün ürettiğimiz değerleri tek başına etkilemeye yetmez. Eski ruhların esintisi varsa da bugünün, bu çağın ruhunun fırtınası var.
-
İnançlara dayalı bi yer değil getirmek istediğim, tamamen yanlış anlamışsın. Basit bir gelenek temelinin nerelere varabileceğini, bu yüzden en baştan sebepleri ile temellendirilmesi gereğini söylüyorum.
Neyse, sohbetin başından beri sürekli kendi dilediğin yöne çekmek için çaba sarfediyorsun, fikirleri ya yok sayıyorsun, ya küçük görüyorsun. İlk kez görüyorum sende bunu.
Problem değil, doğrusu hangisiyse öyle yap. Aynı fikirde değiliz sonuçta. Senin yönünden gidilsin.
Ortak bir yerlere gelince katılırım, kolay gelsin.
-
E yine etme Kaan!
-
Geçenlerde bir facebook sayfasında birileri terminoliji'ye atıp tutarlarken birisi son derece ciddi bir şekilde şöyle diyordu.
- İskele Sancak nedir yaa... Biz üç yıldır denizlerde kendi teknemizle dolaşıyoruz. Bir kere bile iskele sancak demedik. Hiç de zararını görmedik. Nedir bu her şeyi biz biliriz tavrı ile zorlamalar.
Dedim ya bazı gelenekler ( seyirde usturmaçaların yukarı alınması :) dahil) belli sebeblerle oluşmuştur.
Bu konuda , üç senedir denizde gezen arkadaşlara ; Moda oldunuz , zaten azdı sayınız ,bide sizmi isyancı anarşist olacanız olm başımıza :D, deyip , yol yakınken safdışı edelim. :) ;
(Bknz. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0syanc%C4%B1_anar%C5%9Fizm )
Neden iskele ;
Bu terimin resmi olarak askeri alanda kullanımı, erken İngiliz Donanması dönenimde başlanması ile birlikte; fiili kullanımına ise Vikingler zamanına kadar uzanmaktadır. Teorilere göre Vikingler döneminde gemilerin dümeni Kürek biçiminde, geminin burun (Puruva) tarafına göre sağda(sancakta) bulunduğundan gemiler iskelelere ve limanlara sol (İskele) taraftan yanaşmak zorunda kalmışlardır; Bu nedenle devamlı olarak gemiler sol (iskele)taraflarından liman ve iskelelere bağlandıklarından ve gemiye inme, binme, yükleme ve boşaltma işlemleri bu taraftan yapılmaktadır. Bu nedenle sol taraf iskele tarafıdır.
Neden Sancak ;
Geminin burun (Puruva) kısmına göre geminin sağ tarafına verilen isim tıpkı İskele teriminde ki gibi, Gemi içi yön ve Uluslar Arası Çatışmayı Önleme kuralları gereğince geminin gittiği yönün kesin olarak belli olmasından dolayı sadece geminin sağ tarafını belirtmek için kullanılır. Gemi içinde "sağ tarafa dön" emri kullanılmamasının temel olarak iki nedeni vardır. İlki; Emri veren, Emri alan ve geminin sol taraflarının her zaman aynı yönde olmaması nedeni ile karışıklık ortaya çıkması. İkincisi ise Karşılıklı gelen iki geminin yönlerinin farklı olmasıdır. Kuzey yönünden gelen geminin sağ tarafı batı yönü iken güney yönünden gelen geminin sağ tarafı doğu yönüne denk gelir. Bu nedenle geminin sağından geç emri yanlış bir emirdir ve karışıklıklara neden olabilir.
Büyük yelkenli teknelerde, gemilerde, liman veya marina girişlerinde kolay tanımlanabilmesi maksadıyla yeşil renkli sancak borda feneri kullanılır.
Peki sağ ya da sol desek ,ancak ve iskele seyir fenerlerinin rengini kolayca hatırlayabilirmi halkımız , tabiikiki hatırlayamaz ,gece karşıdan gemi gelirken işi gücü bırakıp göreceği yere gidip bakacak da bilecek.
Bakın ;
İs-ke-le = Kır-mı-zı (üç heceli)
San-cak = Ye-şil (iki heceli)
Hangisi kolay olm ? Diye soracağız bu arkadaşa ve derslerini vereceğiz. 8)
( Kaynak Vikipedya ve paylaşandan anonim)
-
Fazlalık olmuş sildim. :)
-
Bülent, dostum, kusura bakma ama ben de Kaan' ın tepkisini haklı görüyorum. (Fikirleri küçük görme kısmı hariç)
Sürekli senin istediğin yönde tartışılsın istiyormuş gibi bir halin var. Bir nevi konu moderatörü gibi yani.
Oysa ki tartışma çok doğru bir şekilde ilerliyor ya da " du " bana göre.
Kaanın mesajından sonraki " e yine etme " de doğru bir cümle olmadı bana göre.
Bence via böyle devam edelim.
-
N'oldu , ben yazarken yine karışmış ortalık. ::)
Bence de Ersin haklı. 8)
-
Peki.
-
Peki.
''E yine etme'' kısmını kastediyorum. Diğer kısımlar ikinizin arasında , karışmam. ???
-
Peki.
''E yine etme'' kısmını kastediyorum. Diğer kısımlar ikinizin arasında , karışmam. ???
Kaan başka düşünceleri "küçük görüyorsun" derse " e yine etme" derim. Hiç tarzım değildir o.
-
Hay bin kunduz.. :)
Ben de o kısmını hariç tuttum zaten.. :)
-
Peki.
''E yine etme'' kısmını kastediyorum. Diğer kısımlar ikinizin arasında , karışmam. ???
Kaan başka düşünceleri "küçük görüyorsun" derse " e yine etme" derim. Hiç tarzım değildir o.
Başka ne zaman dediki :-\
-
Kanaatimce geleneklerin oluşumunda inancın önemli bir yeri var. Perspektif doğru olduğu sürece yanlış bir mecraya kayacağını sanmıyorum. Fırtınalı bir gecede, binlerce belirsizlik arasında denizlere açılmış kadim denizcilerin, kendilerini Tanrılarına daha yakın hissedecekleri bir yer olmasa gerek. Bugün teknoloji aldı başını gitti ama hala bir kısmımız benzer koşullarda Tanrısından yardım dileyecek, bir kısmımız teknolojiye inanmaya, onunla çıkış aramaya devam edecek. Sonuçta denizde hayat her zaman tatlı tatlı esen bir koyda gün batımı izlemekten ibaret olamıyor.
Kadim günlere dönersek eğer... İklim bilginiz neredeyse yok. Daha doğrusu bugün olduğu gibi, mesela Atlantik 1 C derece ısındı, dolayısıyla kasırgalar %11 daha şiddetli olacak gibi bir bilgiye erişiminiz yok. Tek sahip olduğunuz sözlü anlatı geleneği e gözlem gücünüzle biriktirdikleriniz. Doğa olaylarını açıklayacak denli bilgiye sahip değilsiniz. Mesela Kolomb'un filosunda bir tayfanın yerine koyun kendinizi; At Enlemlerinde 20. gün ve sıfır rüzgar. Ya da M.Ö. 8. yüzyılda kendini Paraiba'da bulan Fenikeli denizcilerle empati kurmayı deneyin. Baal'den başka kiminiz var yardım dileyecek?
Denizcilik geleneklerinde inancın yerinin olmaması mümkün değil. Ama bugün geldiğimiz noktada denklemin bilinmeyenleri o kadar azaldı ki doğal olarak Poseidon'a ekmek atmanın naif bir gelenekten öte bir anlamı kalmadı. Bunu naif bir ritüel olarak sürdürmek ya da sürdürmemek tamamen size kalmış. İki durumda da eleştirmek abesle iştigal olur.
Kadim günlerde denizciler her ne olsa Tanrılarla ilişkilendirirken bugün artık Tanrıların yerini biz insanlar aldık. Ulvi bir gücün yaşantımıza müdahale etmesi gerekmiyor artık. Kendi açgözlülüğümüz ve aymazlığımızla buzulları eriterek, kadim dengeleri alt üst ederek kendimiz belamızı buluyoruz. İşin acı tarafı da iki bin yıl önce korkuyla olan biteni izleyen denizciden farklı olarak, ne olup bittiğinin dibine kadar farkındayız ve sadece izlemekle yetiniyoruz...
-
Bu konudaki, seviye, sadece konunun seviyesi değil katılımcıların da seviyesi açıkçası benim arzu ettiğim seviye. Farklı geçmişleri ve gelecek tasavvurları olan kişiler meseleyi salt kendi cephesi doğrudur ve vardır hatasına düşmeden, benim gördüğüm bütünün bir parçasıdır ve herkes kendi parçasını doğru tarif ederse bütünü görmemiz daha kolay olur tavrı ile götürüyor konuyu. Bülent reisin kişilerden değil ama konunun hassasiyeti sebebiyle düşebileceği çukurdan endişe duyması doğaldır. Ama Kaan reisin "genelin geleneği, inancın geleneği" tesbiti sadece bu konuyu değil bir çok konuyu mecrasında tutar.
Bunları dedikten sonra yeniden gelenek kısmına dönecek olursak: Geleneği matematikteki aksiyom kavramına benzetebilir miyiz diye sormak istiyorum.
Yani a+b=c formülü bir aksiyomdur. Kimse doğruluğunu sorgulamaz , herkes doğru olduğuna inanır. Evet birileri başka aksiyomlara dayandırarak onları isbat etmiştir. Ama neticede inançtır. Şaşıranlar olabilir, matematik bilimlerin sınıflandırılmasında beşeri bilim olarak kabul edilir.
Hayır Aksiyom değil de daha önceden karşılaşılan problem uygun çözüm müdür? Yani a=3 b=2 o zaman yukarıdaki formüle göre c= 5 olmalıdır. Yani bu problemde a'lar hep 3, b'ler hep 2 , kaçınılmaz olarak c'ler hep 5 midir?
Daha yazılabilir ama bir zemin oluşması için burada kesiyorum. Önceden belirlenmiş bir metin yok kafamda, katılanların ileri sürdükleri ve verilen örnekler konuyu şekillendiriyor.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Peki.
''E yine etme'' kısmını kastediyorum. Diğer kısımlar ikinizin arasında , karışmam. ???
Kaan başka düşünceleri "küçük görüyorsun" derse " e yine etme" derim. Hiç tarzım değildir o.
Benim hatam özür dilerim. Eksik yazmışım. Fikirlerimi/düşüncelerimi ( Bu konu içerisinde ki) Bana hissettirdiği bu. :(
-
Nuri reisim, eldeki örnekle, usturmaçayla kurgulamaya çalışalım önerini. Şöyle bir formülize etmeye çalışalım;
Temel önermemiz
Usturmaçaları toplamak bir denizcilik geleneğidir. Yani çıktımız bu. Analiz edip bileşenlerine inmeye çalışalım.
1. Güvenlik açısından. O takılır, bu takılır çapariz verir. Doğru mu, sanırım genel olarak doğru.
2. Maddi açıdan. Düşer gider mi, gidebilir. Ki gidiyor. Benim de 4 sene önce bir tane ekmişliğim var Lodosta.
3. Estetik açıdan özellikle her biri farklı tipte, farklı yükseklikte usturmaçalar kuğu gibi süzülen teknemizde sırıtabilir mi? Evet, kesinlikle.
Olası handikaplarını irdelersek;
1. Saklayacak yer sorunu.
2. Bir angaryayla daha uğraşma durumu.
3. Nasıl olur bilmiyorum ama acil ihtiyaç duyulduğunda el altında olmaması olabilir belki.
Aklıma gelenlerden yola çıkarak kabaca bir analizle usturmaçalarn seyirde toplanmasının bir gelenekten ziyade zorunluluk olduğunu söylemek daha kolay olacaktır.
Aslında bizim reklamcılıkta her daim yaptığımız klasik ürün analizi gibi bir şey bu. Neden kafamız takılan her kavrama uygulamayalım ki?
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Seyir güvenliğine ek, kaybedilen usturmaça, seyir boyunca seyir güvenliği için bir risk de oluşturabilir: ihtiyaç anında yetersiz sayıda usturmaça gibi.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Nuri reisim, eldeki örnekle, usturmaçayla kurgulamaya çalışalım önerini. Şöyle bir formülize etmeye çalışalım;
Temel önermemiz
Usturmaçaları toplamak bir denizcilik geleneğidir. Yani çıktımız bu. Analiz edip bileşenlerine inmeye çalışalım.
1. Güvenlik açısından. O takılır, bu takılır çapariz verir. Doğru mu, sanırım genel olarak doğru.
2. Maddi açıdan. Düşer gider mi, gidebilir. Ki gidiyor. Benim de 4 sene önce bir tane ekmişliğim var Lodosta.
3. Estetik açıdan özellikle her biri farklı tipte, farklı yükseklikte usturmaçalar kuğu gibi süzülen teknemizde sırıtabilir mi? Evet, kesinlikle.
Olası handikaplarını irdelersek;
1. Saklayacak yer sorunu.
2. Bir angaryayla daha uğraşma durumu.
3. Nasıl olur bilmiyorum ama acil ihtiyaç duyulduğunda el altında olmaması olabilir belki.
Aklıma gelenlerden yola çıkarak kabaca bir analizle usturmaçalarn seyirde toplanmasının bir gelenekten ziyade zorunluluk olduğunu söylemek daha kolay olacaktır.
Aslında bizim reklamcılıkta her daim yaptığımız klasik ürün analizi gibi bir şey bu. Neden kafamız takılan her kavrama uygulamayalım ki?
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Yengeç yormuş seni anladığım Tiryaki reis.Teknedeki işleri angarya görmeye başlamışsın. : :-\
Sana şu İrma Kasırgasının vurduklarından hesaplı ,kemiği sağlam laylon bir katamaran alalım, yakışır.
Kaş yarı açık cezaevinden de kurtulup , biraz Karayipler havası alır ve tatil yapmış olursun hem . :)
-
Yengeç yormuş seni anladığım Tiryaki reis. Teknedeki işleri angarya görmeye başlamışsın. : :-\
Sana şu İrma Kasırgasının vurduklarından hesaplı ,kemiği sağlam laylon bir katamaran alalım, yakışır.
Kaş yarı açık cezaevinden de kurtulup , biraz Karayipler havası alır ve tatil yapmış olursun hem . :)
Yengeç değil ama Kaş yordu valla :) Yakında kurtulacağım gibi bu tımarhaneden. Ama angarya görülmesi mevzuu genellemeydi. Ben zaten toplamıyorum 8)
-
İyi de zaten Odin'den, Poseidon'dan, İsa'dan ya da Hızır'dan yardım istemek arasında bir fark yok ki. Geçmişin daha zorlu, bugünün nispeten daha kolay koşullarında denizde varolmaya çalışan insanoğlu işler kötüye gittiğinde inancına göre seçecektir yardım isteyeceği gücü. Yani adına Poseidon ya da genel anlamda Tanrı demekte hiçbir sorun yok kanaatimce de.
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
(https://i.hizliresim.com/JOry2j.jpg) (https://hizliresim.com/JOry2j)
Midillinin,sigri köyünde çektim bu fotografı..tur'a katılanlar ordaki tabiat müzesini gezerken,bende köyü gezmeye çıktım..
Ufak bir kilise gördüm,mimarisi hoşuma gitti..Yaklaşıp fotograflamak isterken ön duvarında mermer üstüne çıpalı haçı gördüm.Sanırım denizcilere ait bir kilise :)..Birde bazı sahillerde ufak içine 2-3 kişinin girebilecegi dua odası tarzında yapılar gördüm..Rehberin anlatımına göre denizde fırtınaya yakalanan denizcilerin kıyıya sag,salim varırsam deyip ''adak'' tarzı yaptırdıkları bir şeymiş...Bizde de sanırım yerleşik adetler vardır,'dillendirilmeyen'..Tek tanrılı dinler,kadim doga dinleri ile o cografyada yaşayan insanlar tarafından harmanlanmıştır bana göre..
-
Tamamen yanlış anlamışsin alınganlık göstermişsin Kaan Reis. O ancak kendi düşüncelerine yeterince guvenmeyenlerin ve hepsinden önemlisi birşeyler öğrenmek istemeyenlerin işidir.
Modere etme kısmında bkz. Bir soru sormuşum hepi topu; usturmaça konusunu bi yere bağlasak demişim; sahane bir şekilde bağlamış Tiryaki. 7 sayfa sonra.
Boke iki tanım vermiş. Bu nedir demişim. Yanitlamis oradan yürüyelim demişim. Bur güzel yürümüş yurumus....Kaan ve özellikle Nuri Reis ıyi yerlere getirmiş.
Eğer doğru soruyu sorma işini modere etmek diyorsaniz o sizin bileceğiniz iş. Ama konuyu açarken de soru sormuştum. Yanıt da vermemiş konu size emanet demiştim.
Sormak yol açmaktır.
Eğer çok merak ediyorsaniz konu benim dusundugum yerde değil. Ama bir dusunsel zorunluluk olarak oraya gidiyor. Düşünsel zorunluluk ise müdahaleye gerek yok. Muhtemel benim cikarimimla da uyuşmayacak vardigi yer.
Yine iki gün yokum. 167 mil yolum var. Cepten okumaya ve soru sormaya devam edecegim.
Sevgiler.
-
Keyifli seyirler Bülent reis Alanya Mersin arası hiç bilmediğim yerler uygun olursanız video veya resim çekermisiniz.
-
Mümkün olabildiğince çeker paylaşırız.
-
Bu arada marematiğin beşeri ilim sayıldığını bilmiyordum. Ancak bir önemli not. Matematik insan icadıdır. Bizim doğayı tanımlayabilmemiz için kurguladığımız bir modeldir.
-
Şimdi o zaman hazır Bülent seyirde iken :) bir başka gelenekten bahsedelim. Çok daha yakından.
İş yaşamında çok kullanılan kurumsallaşmak aslında gelenekleştirmek anlamına gelmiyor mu ?
Gelenek , görenek, örf adet, kültür, ne derseniz deyiniz , tüm bunların esas amacı bir bilgi dahilinde gelişmiş bir yapının , bir düzenin gelişimine yöneliktir.
Kurulan ve geliştirilmiş olan bir düzeni kurumsllaştırmanın en önemli ve yegane yolu gelenekselleştirmekten geçer.
Örnek , bir dernek kurdunuz. Başarılı da oldunuz . En önemli kaygı sizden sonra da bu derneğin hem doğru şekilde gelişmesi , hem de fonksiyonunu kybetmemesi ihtiyacıdır.
İşte , gelenek, görenek, örf ve adetler daha bu kapsamda ne varsa bu amaca hizmet ederler.
Bir dernekte seçim yamayı gelenekselleştirirseniz, yeni gelen başkan ya ben artık seçim yapmıyorum diyemez. Kanunlar değişir ama bu yapıyı değiştirmek çok zordur. Anayasası olmayan İngiltere bence iyi bir örnek diye düşünüyorum.
Hemen kendi içimizden bir örnek veremk gerekşrse alın size bu forum. Neden kuruldu? neden yaşıyor?
Çünkü bir ihtiyaca cevap veriyor. Benim arada bir bahsettiğim yeni bir forum kültürü oluşturmalıyız dememdeki nedenlerden de biri bu zaten.
Bunu bu konu başlığına uygun hale getirisek, yeni bir forum geleneği oluşturmamız gerekiyor ki , ilk başta bu foruma katılan yaklaşık 150 üyenin öngörüleri yeni kişilerin karılımı ile felişsin.
Defalarca yazdım ama bir daha yazayım " Yazarken incitme , incittiysen telafi et, edemiyorsan ayrıl ' . Bu en başta belirlenmiş olan kuralı artık bir kural değil de bir gelenek, bir kültür haline getirebilirsek, içselleştirebilirsek bu yapının uzun süreler bu felsefe ile işerlemesini temin etmiş oluruz.
Bu geleneği geliştirmek neden önemli? Ben biliyorum ki, varolan forum kültürü nedeni ile çok önemli seyirler yapmış, ancak yazmayan , yazdığında yersiz ve gereksiz eleştiriler yazmaktan korkan üyeler var. Çünkü bunlar yaşandı önceden.
İşte , yukarıdaki kuralı ne kadar bir kültür haline gerirebilirsek, bilginin daha çok paylaşılmasına imkan vermiş olacağız.
Şu konu başlığında yapılan tartışmaların , üslup ve seviyesine bakıldığında insan ister istemez ' işte budur ' diyor. Oysa ne kadar hassas ve pekala kırıcı olmaya açık bir konu tartışıyoruz.
Gelelim denizde çoğalalım mı , çoğalmayalım mı konusuna. Tabi ki çoğalalım. Hemde en görmemişimiz bile katılsın aramıza.
Deniz iyi bir öğretmen bana göre. Bir süre sonra bu az gelişmişliğin oluşturduğu kaostan en çok rahatsız olacakar da yine bu kaosu yaratanlar olacak çünkü.
Bir hafta önce kendi attığı karpuz kabuğu yüzünden , herkesin karpuz kabuğu attığını görünce , ve çoluk çocuk yüzemeyince karpuz kabuğu atmamak gerektiği anlaşılmış olacak.
Hem bu durum karasal hayata da etki eder diye düşünüyorum.
Alın siE başka bir örnek.. Birçok üstelik tanıdığımız dostların çoğu içtikleri sigaranın izmaritini denize atıyor.
Gıcık oluyorum.. Söylüyorum da zaten..
Ben şöyle bir kural koydum kendime. Karada çöp olarak düşünüp attığım her şeyi deniz de de teknenin çöpüne atıyorum. Kendi kendime koyduğum bir kural. Gelenekselleşir mi acaba.. ?
-
Kasırga ile ilgili iletiler yeni konu başlığına taşındı, biraz geç oldu kusura bakmayınız, umarım yazışma akışını bozmamışımdır. Selametle.
-
BEYREBUCAK ne demektir MUZKENT ne demektir?
Ya da şöyle sorayım, hazır demir atmışken artık;
BEYREBUCAK'ın komşu köyünün adı MUZKENT ise, bu hangi anlama gelir?
Bkz; Gazipaşa'ya 3 km mesafedeki 2 köy.
-
Beyrebucak eski yerleşim kesin. Muzkent yeni bir yer değilse sakinleri modernist kişilerdir

Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Bu ne ya.. Gece bilmecesi mi? :)
-
(https://uploads.tapatalk-cdn.com/20170910/9233c823273b024b3dd8f0259762e799.jpg)
(https://uploads.tapatalk-cdn.com/20170910/4e546e9e80c06b64c0e41cc1fc59a0d3.jpg)
Beyrebucak eski yerleşim yeriymiş, 


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Zamanınca bir arkadaşım vardı, tarihçi. Şehirlerin tarihine ilgi duyardı. Semt adlarına bakarak bazı yerlerin eskiden halk arasında nasıl tanındığından bahsetmişti bir iki kez. Mesela İzmitte Baç semti var. Osmanlı dönemi Türkçesinde vergi demekmiş baç. Hakikaten eskiden orada vergi dairesi varmış. Ben 20 sene önce geldim , o zamanlar yoktu adı hala var. Çeşmede eskiden yağhane ve kaveler diye herkesin bildiği iki durak vardı. Şimdi kimsenin bildiğini sanmam. Her iki durum o bölgede yaşayan insanlar hakkında kabaca fikir veriyor.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Muzkent'in eski adı KICIK mış. Muhtemelen o arkadaşınız, bundan bir şey çıkartır, belki köy hakkında bir ipucu verebilirdi bizlere.
O köyün adı bir 10 sene kadar önce değiştiydi. Hani Ermenice, Rumca filan olsa, asimilasyon amaçlı adı değiştirildi diyeceğim, rasyonel bir yere-doğru bulmasam da- koyacağım. Gerekçe çok muz üretilmesiymiş. Oysa zaten Alanya'dan ta Aydıncık'a belki muzdan başka bir şey üretilmez.
Bu çağın fırtınası derken tam da bunu söylüyorum. Çok değerli bir tartışma yukarıdakiler, köklü bir akıl yürtümeye dayanıyor. Öte yandan bu çağın aklı, bana kalırsa, daha önceki dönemleri yıkacak kadar acımasız. O nedenle pek çoğumuz denizlerde olup bitenleri anlamakta güçlük çekiyoruz. Her bir düşünüşümüz, akıl yürütmemiz, olan biteni açıklamaya yetmiyor. Bizler de ilginç bir şekilde görgü kuralları üzerinden bir şeyler söylemeye çalışıyoruz. Öyle olunca da çuvallıyoruz tabii.
Tiryaki eğer bundan 50 yıl önce sarkan usutrmaçalarla limana girseydi, muhtemel mesela eğer biz kıyıda onu izliyorsak, şakalaşır, güler, 'bu da hep böyle' derdik. Onun yaşam biçimini bir şekilde yermeden kabullenirdik. Bunu onun öznelliği ile rasyonalize ederdik. Çünkü bilirdik ki, Tiryaki, denize ait her şeyde, denize ve denzcilere, saygılı ve iyi bir denizci.
Ama şimdi, bu durum öyle değil. Çünkü birden bire, bu öznel durum, genel bir durum haline geldi. Usturmaça yalnızca bir örnek. Buraya hapsetmeden söylüyorum, usturmaçaları sarkan bir tekne, artık bize denize, insanlara saygısı olmayan, deniz adabından bîhaber insanları işaret ediyor.
Tıpkı Muzkent gibi; tarihi olmayan, uydurulmuş, benzetilmiş, kendisi olmayan bir yer/insanlar.
Buraya özel olarak bakmamız gerekir diye düşünüyorum.
-
Valla Bülent reis, modern ne demek belki bi bakmak lazım.
Modern kelime anlamıyla "yeni" demek. O halde soru şu:
Bir kişi eskiyen ayakkabısının yerine "yeni" bir ayakkabı alır. Bu durumda o kişi modern bir ayakkabı mı almış olur?
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Gol!
Tam burası bence de.
-
Muzkent'in eski adı KICIK mış. Muhtemelen o arkadaşınız, bundan bir şey çıkartır, belki köy hakkında bir ipucu verebilirdi bizlere.
O köyün adı bir 10 sene kadar önce değiştiydi. Hani Ermenice, Rumca filan olsa, asimilasyon amaçlı adı değiştirildi diyeceğim, rasyonel bir yere-doğru bulmasam da- koyacağım. Gerekçe çok muz üretilmesiymiş. Oysa zaten Alanya'dan ta Aydıncık'a belki muzdan başka bir şey üretilmez.
Hemen araya sıkıştırmak istedim:
http://www.kitapyurdu.com/kitap/turkiye-de-tarihsel-adlar/7313.html
-
Valla Bülent reis, modern ne demek belki bi bakmak lazım.
Modern kelime anlamıyla "yeni" demek. O halde soru şu:
Bir kişi eskiyen ayakkabısının yerine "yeni" bir ayakkabı alır. Bu durumda o kişi modern bir ayakkabı mı almış olur?
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Modern kelimesi , aslında daha önce görülmemiş yeni demektir. Hal böyle iken, Muzkent modern sıfatını layık bir ad.
Sorun Modern de mi , modernin içinde hiç olmadığı halde, kavramın içine katılan "iyi" anlamında mı? Yani bir kişiye" ne kadar modern" dediğimizde dinleyenlerden "hımm çok iyiymiş demekki" diyenler birilerinin zokasını yutmuş durumdadır.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Ama tabii burada modern sözcüğünün günlük dildeki anlamı ile düşünce tarihindeki anlamını karıştırmamak da gerekli.
-
Yanlış anlama ihtimaline karşı düzeltme; Sizi teyit etmek, güçlendirmek için yazdıydım. Sonra okuyunca, sanki tersiymiş gibi anlaşılabileceğini gördüm.
-
Ben okumuştum zaten, yanlış anlaşılacak bir durum yoktu aslında. Şöyle bir öneride bulunacaktım belagati korumak için: mekan, kişi ve zaman birliği. Buradaki konuya göre yazıyorum ,mekan olarak Türkiye, kişi -kavramı uygulayan ve veya teorisini geliştirenler, zaman bu çağ. Bir vaka üzerine konuşmayı şöyle örneklendireyim. Çocukluğumda okuduğum bir kitapta, Gazi Mustafa Kemal bir gün bir müzik meclisinde bize çok sesli müzik lazım demiş. Bir sonraki mecliste bir bakmış bir sürü bağlama! Bu ne diye sormuş, oradakiler de paşam çok sesli müzik demiştiniz ya demişler. Vaka üzerinden konuşmak bir çok problemi ortaya çıkmadan çözüyor.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Modern bir insan denince aklımıza gelenekçi veya yenilikçi mi gelmesi lazım Benim aklıma öyle gelmiyor Yaşadığı yere değer katan güzelleştiren ve olanaklarına şartlarına iklimine uygun,saygılı ve uyumlu yaşayan anlamı geliyor.
Modern bir yer denincede içinde açık fikirli saygılı insanların yaşadığı tertemiz bir yer aklıma geliyor .
Benim aklıma bunlar geliyor yeni bir ayakkabı alırsanız buna modern demezsiniz Moda diyebilirsiniz oda bana o zamanın zevkine uygun yani çoğu insanın zevkine beğenisine hitap eden bir model olduğunu düşündürür.
Zaten moda insanın üstüne yapışanı değil yakışanı giymesidir.
-
Modern Hayat: Sosyal medya, forum
Deniz: Ortak Aşk
Amatör denizcilik: iki farklı hayat, iki farklı karakterde, iki başka adamı iki gün ortak aşkları için aynı dilde konuşturan ve iki gün boyunca 30 m2'de keyifle bir araya getiren şey...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Ben okumuştum zaten, yanlış anlaşılacak bir durum yoktu aslında.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Mini düzeltme , okumamışım 
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Modern Hayat: Sosyal medya, forum
Deniz: Ortak Aşk
Amatör denizcilik: iki farklı hayat, iki farklı karakterde, iki başka adamı iki gün ortak aşkları için aynı dilde konuşturan ve iki gün boyunca 30 m2'de keyifle bir araya getiren şey...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Birde 18m2 de üç kişi bir araya gelenler var. :)
-
Modern Hayat: Sosyal medya, forum
Deniz: Ortak Aşk
Amatör denizcilik: iki farklı hayat, iki farklı karakterde, iki başka adamı iki gün ortak aşkları için aynı dilde konuşturan ve iki gün boyunca 30 m2'de keyifle bir araya getiren şey...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Birde 18m2 de üç kişi bir araya gelenler var. :)
Seven 3'e 5'e bakmıyor Ahmet reisim.. 
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Heyamolahey forum kurulduğundan beri üye olan birisi olarak yazıların büyük çoğunluğunu okumaya, elimden geldiğince de katkıda bulunmaya çalıştım. En çok katılımın olduğu ve en keyifli yazıların bir araya geldiği konulardan birisi olarak, burayı özellikle çok severim. Zaman zaman girip herhangi birkaç sayfasını okur, çıkarım. Şimdilerde forumda olmayan ya da yazı yazmayıp uzun süredir sessiz kalan dostlarla da gizli gizli hasret gideririm.
Son zamanlarda üye sayımız dikkat çekici biçimde arttı. Bu konular yazılırken sanırım iki yüz- iki yüz elli kişi kadardık. Şimdi neredeyse iki katı olmuşuz. Yeni üyelerimizin çoğunluğu bir selam verip kenara çekiliyorlar. Ben foruma katılırken kurucularımız için sayıca çoğalma hedefinden çok, var olan üyelerin mümkün olduğunca katılım göstermeleri önemliydi.
Yeni üyelerimiz için bu konu başlığı, hem forumumuzla hem de forumdaşlarımızla ilgili epey ipucu verecektir. Bana göre çok önemli bir bölüm olan buraya çok fazla katkıda bulunabileceğinize eminim. Buyrun düşüncülerinizi yazın. Bizi bu konudaki görüşlerinizden mahrum bırakmayın. :)
-
Ben de yeni farkettim bu yazı serisini...
Güzel deniz insanları, güzel paylaşımlar yapmışla.
Hepsine ayrı ayrı selam ediyorum, hasretle kucaklıyorum...