90ların sonunda bir akşamüstü geç vakit tek başıma o zamanki Folkeboat'im Ucarı ile Fenerbahçede denize çıkmıştım, vakit dar, hava kararmak üzere, birazdan güneş batacak...Usturmaçaları toplamadim. Kalamış koyunda yaklaşık bir yarım saat yelken yapıp eve döndüm. Yemeğe oturmuştum ki telefon çaldı ( muhtemelen daha cep tlf bile yok ) , arayan Yelken Dünyasının sahibi rahmetli Mesut Baran.
" Kalamışta o usturmaçaları sarkarak yelken yapan sen miydin ? " diyor.
" Bendim abi, vakit dardı üşendim...sen nerden gördün ? " dedim. IYK'da bir akşamüstü rakısı içiyordum, orda gördüm, yakışmıyor ! " dedi. Herhalde ilk ve son usturmaçalar bordada sallanır seyrim oldu o.
Yine Yelken Dünyası dergisi sayesinde Almanya, Hollanda, Finlandiya, Polonya... kimi ülkelerde doğrudan tersane sahipleri veya onların temsilcilerinin teknelerinde epey seyir yaptım. Polonyalılar hariç, bir kez bile tekne daha limandan çıkmadan usturmaçaların toplanıp portuç veya güvertedeki özel yuvalarına kaldırilmadığinı görmedim. Belki bir veya iki kez, racer cruiser teknelerde ( yer olmadiğı icin) usturmaçaların özel yerlerine kaldırılmayip, mesela hemen kaporta girişinden kolay ulaşılan WC bölmelerine istiflendiğini gördüm. Evet, bu durumda da seyirde tuvaleti kullanmak ya canbazlık yeteneği gerektiriyordu, ya da olanaksız hale geliyordu. Ama bu güne kadar usturmaçalarını seyirde ortadan yok etmeyen bir tek denizci ulus mensubu yatçı görmedim.
Ben sahip olduğum teknelerde ustürmaçalar için güverte üzeri kapaklar ve altlarında istiflenecek alan ön görmüş olmama rağmen ( özellikle son teknemde kiç üzerindeki depolama alanı derin olduğu ve usturmaçalari buraya tikiştirdiğimda uzanip çıkarmak zor olduğu için ) , üşenip usturmaçaları güvereteye alıp, altlarindaki kancalı el inceleriyle vardavela tellerine tutturuyorum, ama bu çözümü beğendiğimi söyleyemem ve yukarıda yazdığım gibi, iyi denizci olan uluslarin tekne sahiplerinde de görmedim. Ama Polonyanın kiyiciğinda kimsenin bilmediği bir tekne sanayi bölgesine gittiğimde devlet desteği ile bir gecede bir Fransız tekne üreticisinin taşaronu veya fiberglas işcisi iken tekne üreticisi olmuş ( ve hakikaten kaliteli de tekneler yapan ) insanlarla tanıştım. Birlikte 10 - 15 tekne seyre çıkıldiğında motoryatında usturmaçalarin ordan burdan sarkmasını bırakın, 20 metrelik bağlama halatını 30 knot hızla kıçında sürükleyen tersane sahibi gördük. Herife halatın suda ! diye bağırıyoruz : yüzümüze sırıtıp daha fazla gaz verip bizim teknenin etrafında dört dönüyordu...Adama sudaki halatın pervaneye sarabilecegini anlatana kadar göbeğimiz çatladıydı.
Evet, seyirde usturmaçalar bordadan sallansalar ne fark eder ? En fazla çözülür giderler, yenisi alınir. Atla deve değil.
Fakat o zaman da biz denizcilere mahsus pek çok adeti niye muhafaza ediyoruz ?
Niye kendimize has bir lisani, jargonu konuşuyoruz ? Niye ip demiyor da, halat diyoruz, niye ipin ucu demiyoruz da halatın çıması diyoruz ?
Isteyen istediği gibi yasamalı. Kimseye de bir şeyler ( başkasına zararı olmayan kural veya alışkanlıklar ) dikte edilmemeli. Benim inancım böyle. Ama denizde bordasından ( kimi zaman da her biri başka boyutta, başka renk kılıflı) usturmaçalar sallanarak giden birine de benim sempati duymam beklenmemeli, zira o görüntüyü de ben beğenmiyorum.Bu da benim hakkım.
Yaşı olanlar hatırlarlar, benim çocukluğumda pek adetti. Kimi Amerikan arabası sahibi ( ve tabii dolmuş ve taksi sahipleri ) aracın orijinal döşemesi uzerine naylon kaplatırlardi. Yazın bi tarafınız ter içinde kalır, naylon üzerinde oturduğunuzdan da malum yeriniz durma koltuktan aşaği kayar ve durma koltukta oturuşunuzu düzeltmek zorunda kalırdınız. Dha sonraki yillarda ise mesela yerli arabalarda koltuk naylonlarını veya nikelajları kaplayan mavi koruyuculari bi türlü kıyıp çıkaramayan " meraklılar " vardı. Sonra bi dönem cep telefonunun ekranından koruyucu folyoyu söküp çikarmaya kıyamayanlar türemişti...
Bütün bunlar normalse, usturmaçaları da seyir boyunca aşağıya sallandırabiliriz. Ben taraftar değilim.