Dünya turu meselesini konudan kopmak için değil, konuya yapışmak için ortaya atmıştım.
Daha sonra Dilek ve Ahmet Reis'in de yazdıklarını bir arada düşündüğümüzde, demek mesele, bir teknenin gider olması değil. Çünkü hepsi gidiyor.
3-5 Markaya hapsolmak-pazarlama başarıları bir yana- biraz da bundan olamaz mı?
Bülent bu eğilimin veya pazarlama taktiğinin bugün de sürdürüldüğünü düşünmüyorum ( zira işte tartışmamızın da konusu bu : bugün her üretici başka bir alanda ürününü öne çıkararak, - yok explorer şeysi, yok day cruiser hedesi, yok yeni klasik hödösü..., niş pazarlara hitap ederek malı götürmeye çalışıyor ). Ama geçmişte 70li, 80li yıllarda, yat inşası artik küçük atölyelerin hakimiyetinden çıkıp fabrika ve gerçek sanayi ürünleri olmaya başladığında , üreticiler hep belli bir yola gittiler : "iyi" bir tasarımcıya ( daha önce tekneler çoğunlukla kendi tasarımları , hatta tersane sahibi kurucu abinin elinden çıkma olurdu. Bugün bile bunu yapan bir iki küçük firma var, patronu oturup kendi bilgi ve tecrübesine göre bir kayık tasarlıyor ) bir tasarım sipariş verip bunun prototipini yapıp, sonra bu tekneyi ortalıktaki en iyi ( ve profesyonel) yarışçilardan biri skipperliğinde geniş kitlelerce bilinen takip edilen yat yarışlarına soktular...
Teknenin yarış başarısı gelir gelmez de bu tekneleri donatıp seri imalat tekneler olarak piyasaya sürdüler.
Bu tekneler elbette yarış teknesi olarak iyidiler ki, o yarışları kazandılar. Ama içlerine gezi için gerekli mobilya, donanım ve depolar yüklenince, muhtemelen arma, yelken...yarış için en iyisi, en pahalıları seçilmiş malzemeler yerine seri imalatın gerektireceği hesaplı mallar kullanılınca ama en önemlisi teknelerde ulusal yelken kahramanları değil de bencileyin düz insanlar dümen başına oturunca , tasarım avantajlarından pek de eser kalmadı ( buna rağmen de bu tekneler geçmişe yapışıp her türlü yeniliği reddeden çok klasik tekne tasarımlarına göre elbette daha hızlıydılar ki bu da biz gezginlere de lazım olan bir özellik. Ben de 10 saatte alabileceğim yolu 12 saatte almayı istemiyorum).
Bu arada bu teknelerin posta ve su altı formlarının getirdiği bir fayda daha fark edildi...Bu teknelerin içine eski tasarımlara göre daha fazla kamara, daha fazla WC, daha fazla salon, daha fazla kuzine alanı sığdırılabiliyordu. Lakin enine yer vardi da, ya yükseklikler ? Haydi gövdeler yükseldi, daha önce ölü alan olan kıç altlarına bir veya iki kabin yerleştirmek için havuzluklar yükseltildi. Eskiden suya yakın oturmak adetken denize adeta balkondan bakmak standart oldu.
40 feet tekne alıp içinde 26 feet tekne standartlarında yaşamak yerine 33 feet teknede ferah fahur yaşanabiliyor artık ( ama yaşamak başka, yol gitmek başka şeyler...) Iyi mi oldu, fena mı oldu ? Bunun cevabını her reis kendi vermek zorunda. Belli yaşa gelmiş, bir tekneye bir daire parası verecek bir insana akıl vermeye kalkışmak da bence hadsizlik. Herkes kendi kararını verecek ve o karar muhtemelen o kişi ve ailesi için doğru karar.
Görünen o ki, teknelerin genişlemesi , özellikle kiçta genişlemesi akımı devam edecek. Ben de merak etmiyor değilim, hepi topu 7,5 m boyunda ama kıçında çift dümenli ilk tekneyi ne zaman ve kim yapacak ? Lakin iyi ve ünlü olup bu yola aşırı biçimde gitmeyen üreticiler de var. Örneği J- Boat. Hiç de ekstrem tasarımlara gitmeden en hızlılarından tekne yapıyorlar .