http://lugatim.com/s/GAFLETGAFLET
(ﻏﻔﻠﺖ) i. (Ar. ġaflet)
1. Çevresinde olanları farkedememe, açık gerçeği görememe, dalgınlık, dikkatsizlik, basîretsizlik, aymazlık, gāfillik: Gafletle atlandı sanılmasın diye kitabına almıştır (Orhan Ş. Gökyay). Tek tük işin vehâmetini görüp sezenler olsa bile umûmî gafletin karşısında bu çerden çöpten seddin dayanamayacağı âşikârdı (Sâmiha Ayverdi).
2. Uyuşukluk, içi geçme, uyku basma.
3. tasavvuf. Hak’tan habersizlik, kalbin Hak’tan gāfil olması, O’nun zikrinden mahrum kalması: Sakın dünyâya aldanma / Aç gözün gafletten uyan (Aziz Mahmud Hüdâyî). Uyandım gafletten açıldı gözüm / Bağlı gördüm Hakk’a o anda özüm / Gülşen oldu gönlüm güldü gül yüzüm / Erenler meydânın gördüğüm gece (Remziye Bacı – Ş.A.D.). İbn Âtâ der ki: En büyük gaflet kulun aziz ve celil olan Allah’tan gāfil olması, Mevlâ’sının emir ve yasakları karşısında ve O’nunla olan muâmelesinde edebe riâyetten gaflet içinde bulunmasıdır (Kuşeyrî Risâlesi Terc.).
ѻ Gaflet basmak (çökmek):
1. Gaflet içinde bulunmak, etrâfını farketmez durumda olmak.
2. Uykusu gelmek, içi geçmek, yarı uyku hâlinde kendinden geçmek: Bilmem gaflet bastı yattı uyudu / Bilmem o yâr bize küstü gelmedi (Karacaoğlan). Dön gel ağam dön gel dayanamıram / Uyku gaflet basmış uyanamıram / Ağam öldüğüne inanamıram (Türkü). Gaflet etmek – Gaflete düşmek: (Olan bir şeyin) Farkına varmamak, dalgınlık veya dikkatsizlik sebebiyle gerektiği gibi davranamamak, boş bulunmak: Fakat devleti iki günlük dünyâ saltanatı mânâsına alarak gaflete düşüp âlemi kasıp kavurmaya kalkan zâlimi de bulunduğu mevkiden atageldiğini hatırlatmaktadır (Orhan Ş. Gökyay). Ne saklayayım gaflet ettiğimi (Câhit S. Tarancı). Gaflet uykusu: İnsanı etrâfında olup bitenlerden, gerçekten habersiz kılan gaflet durumu: Yedi kral düştü senin kastına / Gaflet uykusundan uyan Cezâyir / Donanmalar tâyin oldu üstüne / Hazır ol vaktine dayan Cezâyir (Nakdî – Ş.A.D.). Gel, beni gaflet uykusundan uyandır (Ömer Seyfeddin). Gaflet uykusuna dalmak: Olup bitenin farkında olmayacak kadar dalgın, dikkatsiz ve habersiz durumda bulunmak.
● Gaflet-âver (ﻏﻔﻠﺖ ﺁﻭﺭ) birl. sıf. (Fars. āver “getiren” ile) Gaflet verici: Sûfîye gaflet-âver olur cevâb-ı mağfiret / Mümtâzdır niyâz ile erbâb-ı mağfiret (Hersekli Ârif Hikmet).
● Gafleten (ﻏﻔﻠﺔً) zf. (ġaflet’in tenvinli şekli) Gafletle, dikkatsizlik ve dalgınlıkla.
http://lugatim.com/s/C%C3%82H%C4%B0LCÂHİL
(ﺟﺎﻫﻞ) sıf. ve i. (Ar. cehl – cehâlet “bilgisiz olmak, bilmemek”ten cāhil)
1. Okuyarak bilgisini ilerletmemiş, tahsil görmemiş, bilgisiz (kimse): Benim gibi câhil adam neye yarar? (Ahmet K. Tecer).
2. Bilmeyen, habersiz (kimse): Benim mücerret nazariyelerime karşı muârızlarımın müptezel teşbihler ve müşahhas delillerle müdâfaa ettikleri tez bu câhil efkârıumûmiyyeyi aldatabilirdi (Peyâmi Safâ).
3. mec. Acemi, toy, tecrübesiz (kimse): “Câhil çocuk kendini nasıl da tehlikeye atıyor.” “Câhilin kusûruna bakma.” Bağdat’a varmak gerek / Kuraya parmak gerek / Câhil idim bilmedim / Yâre yalvarmak gerek (Mâni). Söylerim söylerim sözümden almaz / Nideyim câhildir hâlimden bilmez (Karacaoğlan’dan). İlimledir şerâfeti insanın / Ne farkı var câhil ile hayvanın (Sümmânî’den).
ѻ Câhil cühelâ: Bütün câhiller, câhillerin hepsi: “Câhil cühelâ buraya toplanmış.” (Bir şeyin) Câhili olmak: O şey hakkında bir fikri, bir bilgisi olmamak: “Bu konunun câhiliyim.”
● Câhilce zf. Câhil olana yakışır tarzda, câhil gibi, câhilâne: “Câhilce konuşma.”
● Câhiliyye (ﺟﺎﻫﻠﻴّﻪ) sıf. (nispet ekinin müennesi -iyye ile)
1. Câhile âit, câhile yakışır: “Gaflet-i câhiliyye.” “Temerrüd-i câhiliyye.”
2. Araplar’ın İslâmiyet’ten önceki karanlık, sapıklık ve câhillik devirlerine âit: “Şuarâ-yı câhiliyye.” Sizlerin devr-i câhiliyyede hayırlı olanlarınız İslâmiyet döneminde de hayırlılarınızdır (Hadis Terc.). Bk. CÂHİLİYET