Özcü biri olduğumdan, bütün insanlarda benzer defoların veya hasletlerin olduğuna inanırım. Daha sonra kültürel kodlar, muhakkak kimi şeyleri öne çıkarır veya baskılar diye düşünürüm.
Ama, öte yandan dil, kültürün en önemli göstergesi ve belirleyicisidir. Kıskançlık, kavramsal olarak bütün dillerde benzer nitelikleri taşıdığı halde, sözlü veya yazılı edebiyatta her zaman aynı anlamlara gelmez. Kültürel kodlar devreye girer ve kimi zaman (hatta belki de çoğu kere) çağrışıma dayalı anlamları taşır. Tabii bunu değerlendirmek için o sözcüklerin/dizelerin folklör olup olmadığının da ayrıca irdelenmesi gerekir.
"Henüz üç yaşında bir kardeşim var seni ondan bile kıskanıyorum" hödüklüğünün yanında mühür gözlüm ile başlayan dize muazzam bir folklör/edebiyat örneğidir ve mülkiyeti çağrıştırmaz, bana göre.
Bunu usta dilcilerin çevirilerinde görebiliriz.
Şekspir; 66 Sone:
İyi bir dilci olduğunu sandığım Talat Halman çevirisi ;
Bıktım artık dünyadan, bari ölüp kurtulsam:
Bakın, gönlü ganiler sokakta dileniyor.
İşte kırtıpillerde bir süs, bir giyim kuşam,
İşte en temiz inanç kalleşçe çiğneniyor,
İşte utanmazlıkla post kapmış yaldızlı şan,
İşte zorla satmışlar kızoğlankız namusu,
İşte gadre uğradı dört başı mamur olan,
İşte kuvvet kör-topal, devrilmiş boyu bosu,
İşte zorba, sanatın ağzına tıkaç tıkmış.
İşte hüküm sürüyor çılgınlık bilgiçlikle,
İşte en saf gerçeğin adı saflığa çıkmış,
İşte kötü bey olmuş, iyi kötüye köle;
Bıktım artık dünyadan, ben kalıcı değilim,
Gel gör ki ölüp gitsem yalnız kalır sevgilim.
Aynı dizeler büyük ozan Can Yücel tarafından şöyle çevrilir;
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye eğri çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e,
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
İngilizcesi şu;
Tired with all these for restful death I cry:
As to behold desert a beggar born,
And needy nothing trimmed in jollity,
And purest faith unhappily forsworn,
And gilded honour shamefully misplaced,
And maiden virtue rudely strumpeted,
And right perfection wrongfully disgraced,
And strength by limping sway disabled,
And art made tongue-tied by authority,
And folly, doctor-like, controlling skill,
And simple truth miscalled simplicity,
And captive good attending captain ill;
Tired with all these, from these would be I gone,
Save that, to die, I leave my love alone.
Tabii bu çeviri farkı bir şekilde Nuri Reis'i bir nebze yanlışlar(Kategorik olarak değil), beni bir nebze doğrular. Öz, insanda benzer ise ve kültürel kodlar daha sonra aktarılıyorsa, ortaklaşma bir şekilde bulunabilir.
Ben bir dil içinde olmayı bir hapishaneye sokulmak değil, daha çok bir ortama fırlatılmak olarak görenlerdenim. O nedenle, (dil'in namus olduğu gerçeğini hiç unutmadan) insanların bir şekilde benzer bir duygudaşlığa sahip olabileceğini ve/veya bunu öğrenebileceğini düşünüyorum.
Kısaca görüşlerim bunlardır.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.