Bir diğer başlıkta Kri Kri'nin yekesi konuşuluyor ya, orayı sulandırmadan, buraya not düşeyim dedim.
Ermancım, nasılsa okursun burayı da, madem tam da adı gibi bir kayığa bulaştın, ki insan kazayla tırhandil sahibi olmaz, naçızane bir iki not paylaşmak istedim, tırhandilin karakteri üzerine...
Gösterişli değil görkemlidir, her daim mütevazıdır, güzel değil sempatiktir. Bir guletle yanyana geldiğinde önce gulete bakar insan evladı. Ama iradesi dışında, yavaş yavaş tırhandile kayar ilgisi. Çünkü gulet bahçenin bir köşesindeki bakımlı bir gül ise tırhandil uçsuz yeşilliklerin rastgele bir yerinde bitmiş pervasız bir papatya gibidir. En azından benim için. Sıradan gibi görünür ama insanın içine işler.
Üzerine fason üretim koyduğun ne varsa sırıtır. Çingene güzeli gibidir o, ya yalın hali ya da ona özel, karakterine uygun alsesuarları kabul eder. Mesela bir IKEA çerçevesiyle asacağın fotoğraf ben buraya ait değilim diye bağırır. Ama kendi elinle kıyıda köşede kalmış ahşaplardan yapacağın hiç de mükemmel olmayan bir çerçeveyi onun bir parçası olarak göreceğinin garantisini veririm.
Sayfalarca uzatabilirim ama toparlamak adına, tırhandil lanet olası romantizm kavramının vücut bulmuş hali gibidir. Kusurlarını seversin. Zaten kusursuzluk bir Helen uydurması değil midir? Çevremize bakınca her birimizi biz yapan aslında mükemmel denen kavrama mesafemizi belirleyen kusurlar değil de nedir? Yani bırak arkadaşım verniğe bakıp saçını tarama tırhandilinde, bordanda armuzların sırıtsın, yer yer ahşabın kararsın hatta çürüsün. Tırhandil böyle bir şey; emeğin somut, dokunulası bir kavrama dönüştüğü baş belası bir 'iş teknesi'.
Oyabiliyorsan oy bodoslama yıldızlarını, yap bir iskalarya, elinle ver şeklini yekenin... başka da bir aksesuar istemez bizim hatunlar
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be... Whom the sea has taken Never shall be free."