Hadi bakalım, şimdi elimizdeki küçücük telefonlar ile istediğimiz koordinatları bulduğumuzdan ve kolayca rota oluşturabildiğimizden olsa gerek, artık göksel navigasyon bizler için çok da anlam taşımıyor. Şu işin tarihine de bakalım biraz o zaman. Hatta biraz hikayeleştirelim isterseniz. Başlıyooor..
"Güç bela develeri bir halka şeklinde çöktürüp, pahalı ipek kumaşların içinde bulunduğu keten bohçaları da ortaya yığabilmişlerdi. Bütün yüzü gözü kapalı olduğu halde , kafasına sardığı poşu kan içinde kalmıştı. kum taneleri koşuştururken açılan poşudan içeri girip, yüzünü kanatıyordu.
Koşuştururken sanki düşünecek bir şey kalmamış gibi bu işleri öğrendiği ustasının geceleri develeri yemledikten ve suyunu verdikten sonra , ateşin başında anlattığı " El bain " hikayeleri geldi aklına.
Tek gözü kör yaşlı kervan şefi, ateşi başında görülmedik kum fırtınası " el bain " e nasıl yaklandıklarını , başlarından geçen o korkunç hikayeyi ve tek gözünü nasıl kaybettiğini anlatırdı. Yaşadıkları her ne ise gözünü kaybettiğine üzüleceğine , bu kadar az zarar ile kurtulduğuna şükrederdi hep.
Daha tüyü bitmemişken ateş başında dinlediği bu hikayenin üzerinden neredeyse kırk yıl geçmişti. Oysa şimdi sanki dün yaşanmış gibi, eski kervan ustası kırk yılın anılarının arasından sıyrılmış , " El BAİN... EL BAİN " diye bağırıyordu..
Oysa daha kısa süre önce sakin gecenin içinde devesinin üzerinde her bir adımda sallanırken neredeyse iki ay süren yolculuğun artık sonuna geldiklerini düşünüyor, yarın gece bu zamanlar ticaret kenti Kasara' da handa içeceği şarap ve özlediği fahişenin kollarında olmayı hayal ediyordu. Yarın akşam bu mendebur devenin üzerinde olmayacağım artık diye mırıldanmıştı ki ..
Önce karanlık gecenin içinden, -ki bu gece nedense pek karanlıktı ya -üşüten bir esinti geldi. Çocukluğundan beri kervanlarda yol yapan bu adam ,işte o zaman birşeylerin ters gittiğini anlamıştı. Çölde geçirdiği bunca zaman , hiç kendisini ürpertecek bir esinti ile karşılaşmamıştı.
İşte tam o sırada sırtından soğuk terler fışkırmaya başladı. Ustasının anlattıkları geliverdi aklına.
O gece ateşin başında , ustası hikayelerini anlatırken , Gidecekleri yolu gösteren orion yıldızlarının bir başka parladığını, ışığının azaldığını sonra kendisini ürperten soğuk bir esinti hissettiğini anlatmıştı. O zaman çocuk aklı ile bun anlatılanların hikayeyi gizemleştirmek için olduğunu düşünmüştü Hüseyin.
Oysa , ustasından kalma , kaç yıllık olduğunu bilemediği artık üzeri insan teri ve yağı ile kayganlaşmış gürgenden yapılma V şeklinde ,üzerinde çentikler olan rahabba ile yön tayin ederken en ortadaki yıldızın bir başka parladığını farketmişti. Neredeyse kardeşinden daha iyi tandığı bu yıldızın böyle az parladığı vaki değildi.
Yaşlandın be Hüseyin demişti kendi kendine. Çölün kumları seni de yedi bitirdi işte. Yıldızların ışıkları bile soluk geliyor artık sana.
Rahabba , kervan ustalarının sırrı idi. Aslında kervan şefi olmak çok da zor bir iş değildi. İşin sırrı sürekli akan kum tepeleri içerisinde yolu bulmaktı. Tek çare yeryüzünde her şeyin değiştiği böyle bir yerde , inadım inat değişmeden sanki çivi gibi mıhlanmış yıldızları kılavuz yapmaktı.
Her bir kervan şefinin birbirine benzeyen , ancak farklı bir rahabbası vardı. Bu alet, kervan şefliği yapan ailelerde babadan oğula geçer , özenle saklanırdı. Bu alet olmadan yola çıkmak isteyen ne kervancılar ölmüş ne hayvanlar telef olmuştu.
Eski kervan şefi yani dedesi , O 'na geceleri nasıl yıldızları ölçüp, kendilerine kılavuz yaptıklarını anlatırdı. Yol boyunca hangi yıldızlara bakacaklar , nasıl ölçecekler belletirdi. Her yanlış cevapta ensesine yediği şaplakların acısı hala yerindeydi.
"Bu hiçbirşey "derdi dedesi.
Şimdi benimle yanlış yaparsan alt tarafı şaplak yersin.Ben gittikten sonra yanlış yaparsan ölürsün. Mezarın bile bilinmez.
Yöntem basiti aslında , çatalın bir ucu yıldıza, bir ucu göğün bittiği yere. Araya parmaklarını sokup, yıldız kaç parmak yukarıda bakıyorsun. Kaç parmak sığdı ise o kadar fersah şimal yıldızından sapıyorsun.
Her kervan şefi, şef olduğunda kendi parmak ölçüsüne göre kalibre ederdi rahabba yı. Son sefer eski ve yeni şef beraber yol alır, kalbrasyonu beraber yaparlardı. Her nedense tek gözünü EL BAİN e kaptıran dedesi geceleri herkesten iyi görürdü. Bunca sene artık kemikleri bile çöl kumları ile uçuşan dedesi gibi ölçememişti hiç. Kasara yoluna hep beş fersah kısa düşüyordu. Oysa dedesi tam da yolun üstüne yürütürdü kervanı.
Hayatında görmediğim kum fırtınası sırasında düşündüklerime bak diye homurdandı.
Şimdi rüzgar daha da artmış, kum tanecikleri daha bir can yakar olmuştu. Bu fırtınalara alışık develer bile inlemeye başlamıştı.
Dedesi kadar şanslı olmak için bildiği tüm tanrılara yakardı. Şimdi anlamıştı neden tek gözünü kaybeden dedesinin buna rağmen neden şükrettiğini.
Tek gözünü seve seve verirdi şu an. Yeter ki bitsin şu melanet , şeytan işi.. Hem belki de tek gözü ile Kasara yoluna denk düşerdi bundan böyle dedesi eski kervan şefi gibi.
Belki de dedesi gibi daha iyi görürdü geceleri..
Bir gece sonra hayaller kurduğu handaki fahişenin hayali yıldızlar kadar uzaktaydı şimdi..
Devam edecek efendim. Bakalım nasıl sallayacağım devamını..