Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#45: 29 Mart 2021, 21:42:42
Borcu büyüt  koy yengeci kucaklarına 5 seneye şirketi yer senin kız.

Aklıma gelmedi dersem yalan olur ;D ;D ;D
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ynt: Ölçüsüz emek: Ahşap Tekne... -15-
#46: 20 Nisan 2021, 01:01:45
Sevgili Cem Gür’ün anısına…


– Naber Cem (Gür)? Müsait miydin?

– Müsaitim Tiryaki, ne var, ne yok?

– Sıkı dur! Yengeç’i su bastı.

– Haydii! Yağmur mu?

– Önce bende öyle sandım, ama değil. Haftalardır yağmıyor.

– İyi de karadaki tekneyi hangi su bastı?

– Abicim, sanırım kayığın kıçında yatır var. Bildiğin kıçından su kaynıyor kodumun kayığının.

– O ne demek Tiryaki ya?

Hey gidi sevgili Cem… Sanırım en çok güldüğü, en sıra dışı bulduğu vukuatımız buydu Onunla paylaştığım. Kahkahalarla güldük telefonun iki ucunda. Laf arasında, “Sen artık aştın Tiryaki, bu kadarını ne ben duydum, ne de duyan olmuştur.” dedi. “La git!” dedim, “Buna aşmak değil, cenabetlikte level atlamak denir ancak.”

2010 yılıydı sanırım tanıştığımızda. Fenerbahçe’de oturuyordum. Gezgin Korsan’ın yeni ve gerçekten keyifli günleriydi Cem’le tanıştığımızda. Ve tabi Simba’yla… Henüz Yengeç yoktu ama Gezgin Korsan Forumu’nda özellikle Deniz Kültürü üzerine paylaşımlarla başladı yakınlaşmamız.



Ne güzel! Bayrağı gençlerin alıp koşması. Bıkmadan, usanmadan, aşkla, şevkle, bitip tükenmez bir enerjiyle ve de en önemlisi bizlerden daha çok ayaklarını yere basarak dertlerini anlatmaları.
Bizler de bayrağı yere düşürmedik. Ama yorgunuz. Sizler taze kuvvet olarak devam edeceksiniz.

https://www.gezginkorsan.org/forum/deniz-ve-denizcilik-kulturu/deniz-kulturu/msg145396/#msg145396 – Haziran 2011



Dün sevgili Cem’in ölüm haberi geldi. Tarifi zor bir andı. Ruhsuzluk boyutunda soğukkanlı ben, dona kaldım. Anlamaya çalıştım, nesini anlayacaksam daha. Telefonu kapattıktan sonra nedendir bilmem, ilk aklıma gelen yukarıdaki paragraf oldu. “Bayrağı teslim almak.” Keşke, keşke alabilseydik. Ah be Cem, düzenin-sistemin ağırlığı altında varolmaya çalışmaktan öte bir halt edemedik. Ki sen de en yakın tanığı oldun son yıllarda bitmek bilmeyen mücadelenin.

Yengeç geleli beri ne kadar da yaşamımdaymışsın meğer. Kafama takılan her konuda, takıldığım her noktada, yaşadığım her sorunda telefonun ucunda, meraklı, sabırlı, içten ve olağanüstü alçak gönüllü. Öğreten değil, bildiğini paylaşan…

Daha bir kaç gün önce Köyceğiz’in kıyısında bir “denizcilik vakfı” üzerine hayal kuruyorduk yine. Ortak derdimiz aynıydı; kayıklarla uğraşmak, kayıklarla uğraşabilmek. Paramız olmasa da emeğimiz vardı harcayacak. Cem’in bir de okyanus kadar engin birikimi…

Daha yeni eline aldığı kitabı ve bir türlü keyfine varamadığı İonia’sını geride bırakıp göçtü Cem. Kendi adıma tek tesellim yaşamı boyunca biriktirdiklerinin en azından bir kısmını paylaştığı eserini, “Kürekten Yelkene Kaybolan Miras”ı tarihe not düşmüş olması.

A dios Cem!

Yatır

Dönelim Yengeç’in bitmek, tükenmek bilmeyen öyküsüne. Cem’e durumu anlattıktan sonra Ali abiyi aradım.

– Senin kayıkta yatır varmış ya lan!

– O ne demek? Ne yatırı lan?

– Yengeç’in götünden su kaynıyor.

– Nasıl yani? Ne suyu?

– Bildiğin su. Yaşamın kaynağı, benimse kabusum olan su. Kaynıyor lan bildiğin.

– Bi sittir git, o ne demek lan. Yağmur suyudur o.

– Al ulan şu kayığını geri demiş miydim?

Tekne çadırın altında. Bir kaç damla su gelen yer var ama hepsi o. Makina dairesine indim, alet unutmuşum. Ahanda, o da ne??? Sintinede su var. Herhalde geçen gün yağdığında yağmur suyu yürümüş dedim, söylene söylene çektim elektrik süpürgesi ile. Döndüm rutin işlere.

Bir hafta kadar sonraydı sanırım, ortalıkta sekerken makina dairesinin açık kapağından içerisi takıldı gözüme. “Su mu lan o???” Atladım hemen aşağıya. “Valla da su!” Haydiii. Yağmur yok, hava günlerdir kupkuru. Teknede bırak su tankını falan, içmeye su yok. Düşünüyorum, taşınıyorum, küfretmekten fazlası gelmiyor elimden. Sintinenin sonunda, betonu kırdığım bölgede çok değil ama hatırı da sayılır miktarda su var. Aldım elime süpürgenin hortumunu, başladım çekmeye. Tam suyu bitirdim, makineyi kapattım, ahanda, yine su geliyor. Ben çektikçe, o geliyor. Yahu arkadaş, zaten kıçımdan soluyorum, hiç bir şey yolunda gitmiyor, bezmişim, bu ne lan şimdi!

Nihayet geldiği noktayı buldum. Tam da betonu kırıp, kaldırdığım yerde, ahşabın kenarından ince ince sızıyor. Atladım kayıktan aşağıya. Kafamı toplayıp, biraz daha sakince baktım mevzuya. Sonunda çözdüm de sanırım. Teknenin başı havada, kıça doğru ciddi bir meyil var. Teknenin burgaç tahtası ile omurga arasından girmiş olması muhtemel deniz suyu, tekneyi koyalı beri kıçta, betonun altında birikmiş. Betonu kırınca da çıkıvermiş ortaya. İşte bir kez daha beton konusundaki tezim doğrulandı. Dökmeyeceğim betonu. Denize indirdikten sonra çok da gerekirse ahşaba tutunacak bir malzeme dökeceğim.

Macun-Zımpara Döngüsü

Marinaya otuzikibin küsur lira daha toka ettikten sonra gayet hafiflemiş bir şekilde, genel atalet durumunu bir süre daha korumak durumunda kaldık. Bir miktar daha borçlandım ama artık 17 Mart’a kadar kralı gelse oynatamaz yerimden.

Ocak ayı dolu dizgin ilerlerken biz hala olduğumuz yerde sayıyorduk ki, sonunda iş başa düştü dedim, daldım kaldığı yerden işlere. Durum şu; bordalar dışında macun işi olduğu gibi bekliyor. Üst bine komple yoklanacak. Takoz zımpara ile yüzey düzeltilecek, astarlanacak. Sorun daha önce pek yaptığım işler olmaması.

Başladım. Önce tüm üst binayı kalemle çizip, takoz çekerek yüzeyin durumunu çıkarttım ortaya. Daha doğrusu, benden önce macun çeken denyonun aslında pek de macun çekmediğini, sadece sıyırıp geçtiğini görmüş oldum. Özellikle yumrular ve pıraçollar evlere şenlik. Bir de Battal Gazi denen sığıra bin kere söylememe rağmen, macunu epoksi ile inceltip, fırçayla sürmüş. Tabi hepsi kazındı. Tabi tüm süreç bol küfür eşliğinde gerçekleşti.

Sıra macuna geldiğinde iş biraz daha çirkinleşti ilk günlerde. En önemli sorun sakarlığım. Özellikle cam kenarlarını doldururken yaptığım bir mallık var ki, kendi topuğuma sıkmak istedim. Cillop gibi çektiğim macunun her yerinde ayakkabımın burnunun haince açtığı izler vardı. Macunu üst güvertede hazırlarken farketmemişim, bildiğin bok etmişim o kadar özenle çektiğim macunu.

Günler ilerledikçe elim alışmaya başladı. Macun çekiyor, kalemle çiziyor, takoz geçiyorum. Macun çekiyor, kalemle çiziyor, takoz geçiyorum. Var bir saçmalık bu süreçte, ben de farkındayım ama… Sonunda macuna kıymayı, çok da ince değil aksine doldurup, sonra zımpara ile düşürmeyi akıl edebildim. Macun kariyerimde dönüm noktası oldu. İş hızlandı.

Ocak bitip de Şubat geldiğinde bildiğin macun manyağı olup çıktım. Macun çekiyor, kalemle çiziyor, takoz geçiyorum. Sanki daha önce hiç bir yaşantım olmadı, sanki tüm ömrüm bu çadır altında, bu döngü içinde geçti: Macun çekiyor, kalemle çiziyor, takoz geçiyorum.

Şubat ortası gibi nasıl olup da bu iş bu kadar yavaş ilerliyor diye sık sık posta koyan Nükhet halime acıyıp Yengeç ekibine dahil oldu. İşgücümüz iki katına çıktı. Artık iki koldan macun çekiyor, zımpara yapıyoruz, macun çekiyor, zımpara yapıyoruz. Sorun şu ki, Nükhet de benim kadar takıntılı, durmadan gözümüze bir şeyler batıyor.

Yumrular en büyük kabusumdu mesela. Beklediğimden çok daha kolay hallettim. Hiç de fena olmadı. Ama diyorum ya, bağladık psikopata, orada küçük bir delik var, burada çizik var… sanırsın Yengeç’in içinden milyon avroluk motoryat çıkartacağız.

Açıkçası zaman baskısı olmasa sil baştan yapasım var. Elim alıştı. Dahası ortaya çıkan iş de hoşuma gidiyor. Nükhet de hızlıca adapte oldu, gayet iyi iş çıkartıyor. Plastik çelikle, parmakla, kredi kartıyla… durmadan macun çekiyoruz. Derken çanlar bizim için çalmaya başladı. 17 Mart’ta sözleşme bitiyor ama tabi ki kayık bitmiyor. Taşınma zamanı geldi çattı.

Taşınıyoruz
Bu kez kaçarı yok, marinanın fahiş taksimetresi artık durdurulacak. İş planının bilmem kaçıncı versiyonu şöyle; hızlıca yüzey hazırlığı bitirilecek, önce tamir gören yerlere epoksi astar atılacak, sonra tüm tekne bir kez daha zımparalanacak ve ardından son kat astar atıldıktan sonra çadır sökülecek ve kalan işler yeni yerinde tamamlanacak.

Yer hazır, ilk sene çektiğim, atölyenin hemen arkasındaki alan. Bu kez boat-mover da hazır. 2000 memleketim parasına 50 metre ileri taşınacağız. Aynı paradan bir 5000’de belediyeye toka edeceğim. Hale bak arkadaş, bu rakamlar artık koymuyor bana.

Binbir aksiliğe rağmen epoksi astarı attım. Cillop gibi çıktı kayık. Şeytan diyor at bu haliyle suya. O kadar güzel görünüyor. Ya da bana öyle geliyor, bilemedim. Zımparanın ardından çok uzun zamandır yapmadığım bir şey daha yaptım, kayığımı yıkadım. Nasıl özlemişim yahu…

Sıra geldi son kar astara. Benim atölye tayfası başladı yine, “Bekle biz atalım, bok etme kayığı.” edebiyatına. Derler ya hani, hayvan terli, yemezler artık. Aldım elime tabancayı, bastım tetiğe.

Nükhet epoksi astarda yamuldu. Doğal olarak bünyesi kaldırmadı. Tüm astarı kendim atmak zorunda kaldım. Ne boya karıştıran var, ne hortum tutan. Sıra akrilik son kat astara gelince daha kalifiye bir maske bulduk ve neyse ki tutabildi bir ucundan. O da bitti. Artık son kat astarı da yiyen Yengeç boyaya ama daha öncesinde taşınmaya hazır.

Taşınmak denince ne anlıyorsunuz bilmiyorum ama şöyle anlatmaya çalışayım; önce çadır tekneye zarar vermeden sökülecek. Bu iş için ekip iki kişi. Nükhet ve ben. Sonra o sökülen ağaçlardaki tüm çiviler ayıklanacak. Çünkü tekrar kurmamız gerekecek. Teknenin bulunduğu alandan bizim atölyeye kadar her yere dağalmış Yengeç’in aksamı, malzemesi, ıvırı-zıvırı toplanacak ve taşınacak. Bir büyük kamyonu dolduracak kadar eşyadan bahsediyorum bu arada.

Marinaya müjdeyi verdim. Bir kaç gün gecikmeyle çıkıyorum dedim, yine artistilik yaptılar. Çarşamba kontratım bitiyor, en geç Cuma çık, oraya tekne koyacağız dediler. Ulan hani buraya tekne koyamıyordunuz da beni çıkartmaya çalışıyordunuz??? Tabi cevap kıvırmaca. Pazartesi için anlaştık nihayetinde. Bir de 5 günlük gecikme için 1114 TL daha istediler. Beton atacağız diye bir hafta beni içeri sokmayan, çalıştırmayan marina, 5 gün için ekstra istedi. Kesinlikle ödemeyeceğim dedim. Neyse, Cumartesi astar bitti. Pazar başladık çadırı sökmeye.

Benim ekipten Sülo geldi yardıma sağolsun. Sülo, ben ve Nükhet giriştik söküm işine. Öğle olmadan brandayı umduğumun aksine kolayca aldık. Ama iş uç noktalardaki tahtaları sökmeye geldiğinde yine çirkinleşti. Bunların çoğunu vinçle çakmıştım. Bu kez kendi imkanlarımızla sökmemiz gerekiyordu.

Bir 5*10 dikmeye bir elimle koala gibi sarılmış, yaklaşık 6 metre yükseklikte diğer elimdeki keserle bağlantı tahtalarını kanırtırken esneyip seken keserle bir kez daha burnumu kırdım. Direkt suratıma oturdu şerefsiz keser. Nükhet fena oldu ama dördüncü kez olduğundan olsa gerek, yeteri kadar küfrettikten sonra söküme devam ettim. Günün kalanında ayakkabının tabanını delip geçen altılık çivi dışında bir vukuat olmadı. Gün bittiğinde söküm büyük ölçüde bitmiş, sağ ayağım aksarken, burnumun ucundaki çıkıntıya bakıp, gergedanlarla empati kuruyordum.

Ertesi sabah kargalar kahvaltısını etmeden gelip, kaldığımız yerden devam ettik. Büyük gün. Saat iki gibi boat-mover gelecek ve taşınacağız. Şaka maka, bizim motor ustası efsane Hasan ve kardeşi Emre’nin de yardımıyla adamlar gelmeden tüm işleri bitirdik.

Tekne yüklenirken Nükhet’in hali enteresandı. Hop oturup, hop kalktı. Bir şey olacak, bir yere çarpacak falan diye. Ben özellikle marinada çalışmaya başlayalı beri artık yalama olmuşum, sigaramı tüttürüp, izliyorum sadece.

Akşamüstü artık yeni yerimizdeyiz. Bir dönem bitti. Fakat atölyede oturup da o heyula gibi beyaz çadırı görememek çok tuhaf geldi. Nasıl da alışmışım. Hatta akşam eve gider gitmez Google Maps’e baktım, uydu haritasında görünüyor mu çadırım diye:) Görünmüyormuş.

 


Nerede kalmıştık?
Hiç durmadan, hızla başladık tekrar çalışmaya. Son kat astarın zımparasını bitirir bitirmez ufak tefek, gözden kaçan macun yoklamalarını yapalım dedik. Lan bildiğin bağımlı olmuşuz, haberimiz yok. Bir, iki, üç gün, bir hafta… ahanda, farkettik ki hala macun yapıyoruz. Sirkelendik, kendimize geldik, bu sefer karina astarına giriştik. Karinada sırasıyla elyaf üzeri epoksi reçine, epoksi astar, epoksi macun, epoksi astar var. Ardından Jotun’un Jotamastic adlı astarından üç kat daha attık. Son olarak üzerine iki kat da yine Jotun’un Safe Guard vinil astarı gelecek, ki ilk katı bugün bitti.

Bir kenarda unutulmuş dümen palasını taşıdık bir kaç gün önce teknenin altına. Sil baştan macun işi çıktı onda da.

Ve tabi hala tekneyi boyayamadık. Boyayı atacak olan arkadaş bir on-onbeş gün ilişmeyin bana deyince yine planlar alt üst oldu. Şimdi bir tarafım sık dişini, diğer işlerle uğraş diyor, diğer tarafım sıcaklar geliyor, her gün kıymetli, at boyayı kendin diyor. Hangi tarafa kulak vereceğimi ben de bilmiyorum henüz. Tek bildiğim, zaman kısıtım yok artık ama Mayısla birlikte havaların tadı kaçacak, sıcaklar ciddi sorun olmaya başlayacak. Daha bin kalem iş bekliyor.

Yarın ikinci kat astarı atıp zehirliye kadar karinayı kendi haline bırakacağım. Dümen palasını da bitirdikten sonra ya boyaya girişeceğim ya da boyayı atacak arkadaşı beklerken boş durmamak için iç mekana başlayacağım.

Sevgili Cem Gür anısına…

  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 1240
  • Selamlar
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#47: 20 Nisan 2021, 16:36:33
Sevgili arkadaş Hakan
Sen bu kızı hakkını verecek ve usulunce suya atacaksın, hiç şüphe yok.
Değerli ağabeyimiz şeklen bugünü göremeyecek, ama hep aramızda olacak
Tekrar; mekanının cennet olmasını diliyorum


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#48: 20 Nisan 2021, 21:23:16
Sevgili arkadaş Hakan
Sen bu kızı hakkını verecek ve usulunce suya atacaksın, hiç şüphe yok.
Değerli ağabeyimiz şeklen bugünü göremeyecek, ama hep aramızda olacak
Tekrar; mekanının cennet olmasını diliyorum

Sağolasın. Eninde, sonunda olacak. Az kaldı...
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne -XVI-
#49: 02 Eylül 2021, 22:58:24
Tuz ve Ter
Otomobillerin termometresi 56 C dereceyi gösteriyor. Rüzgar günlerdir ılık falan değil, sıcak esiyor, kavuruyor. Hızı gün ortasında 30-35 knot aralığını zorluyor. Yengeç’i kavurucu sıcaktan ve güneyin acımasız güneşinden koruyabilmek için yaptığım gölgelik ayakta durmakta zorlanıyor. Gölgeliğin ve Yengeç’in karinasının altı çölde bir vaha gibi, nefes aldırıyor en azından. Ama güverteye çıkınca nefes almak dahi güçleşiyor. Havalar ısınalı beri tek başınayım teknede. Ucundan tutacak adam yine yok.

Günde en az 6-7 kere hortumun altında yıkanıp, 2-3 kere çekek havuzunun şifalı sularına kendimi atarak dayanmaya çalışıyorum. Deli gibi zımpara işi çıktı tamir işleri yüzünden. Bir de üzerine atölyenin işleri iyice çekilmez hale geldi. Temmuz acılı başladı.

Bu yazın konsepti tuz ve ter. Göz kapaklarım, göz çukurlarım deli gibi yanıyor, sürekli kaşınıyor artık. Elyaf zımparası yapan bilir nasıl bir zulüm, vücudumun her yeri lanet elyaf zerrecikleri yüzünden kaşınıp duruyor. Epoksi tozu neredeyse yoksunluk yapmaya başladı artık. Bir de zemini korumak adına alet kullanmadan, sürekli elle, takozla zımpara yapmak tam da konsepti tamamlıyor. Günden geceye, tuz ve ter…

Temmuz ayı Yengeç’ten yana yavaş, atölyedeki işlerden yana sıkıntılı başladı. Belki de en kayda değer gelişme bayram tatilinin hemen ardından 11.11.1985 günü AUER A.Ş.’de ergen bir elektronik teknisyeni olarak başlayan iş hayatıma, kağıt üzerinde de olsa, son vermek ve nihayet emekli olmak oldu. Ardından da yeni başladığım bir proje için bir kaç günlüğüne Antalya’nın yolunu tutunca hiç bir şey anlamadan geçiverdi Temmuz’da.

Her ne kadar emekli olmuş olsam da günlerim atölyenin işleri ve Yengeç’in bitmek bilmeyen işlerine ilave olarak bir de geceleri uğraşmaya başladığım yeni projenin işleri ile akıp geçmeye başladı. Ne zaman ki denize çıkıyorum, farkediyorum ki yaz gelmiş, insanlar koylarda keyif etmekte. Göcek’e geleli beri gerçekten yaşam ritmim, yaşam enerjim, deniz yaşamım… hemen hemen tüm yaşamım değişti. Hele ki Yengeç’te birbuçuk yılı aşkındır karada olunca dengelerim iyice alt üst oldu.

Bir de Cem’in yokluğuna hala alışamadım. Haftanın bir kaç günü konuşmak, dertleşmek, hayal kurmak… nefes aldırıyormuş meğer bana. O göçeli beri yaptığım işlerden de pek bir keyif almaz oldum Yengeç’te.

Son bir haftadır hava sıcaklığı 36-37 derece civarına inince en azından kendi adıma biraz nefes aldım. Bir de atölyeden ayrılan bir arkadaşla anlaşıp soktum Onu da Yengeç’e. Şimdi tamir işlerini bitirmeye çalışıyoruz. Hedef bir kaç güne tekrar astar atıp ardından da artık boyayabilmek. Eğer ki Eylül sonu, Ekim ortasına kadar toparlayıp indirebilirsem ne ala, olmadı bu kışı da karada geçirecek Yengeç. Alarga bir kış daha geçiresim yok. Aksine biraz olsun dinlenerek, biraz olsun huzurlu bir kış geçirebilmeyi umuyorum. Göcek’e geleli dört sene oldu ve neredeyse tamamı haftanın yedi günü çalışarak geçti. Yorulmak değil ama bıkkınlık had safhada artık.

İndirmek istemememin bir diğer nedeni ise Göcek’in ta kendisi. Benim ayağımda var sanırım bir uğursuzluk. Göcek yaşanacak bir yer olmaktan çıktı artık. Denizin üstü tekne, kıyısı tekne, koyları tekne. Koylarda tekne tekne üzerine. Neredeyse usturmaça mesafesinde tekne… Pandemiyle beraber çok da ciddi göç aldı. Sadece benim sokağımda 6-7 yeni inşaat yapıldı bu kış. Böyle giderse Konya, Kütahya falan gibi bir yerlere göçeceğim arkadaş. Deniz kıyısında, denizden uzak yaşıyoruz resmen.

Yıllar önce Ufuk Uras’ın bir makalesi ilgimi çekmişti. Göçe karşı en büyük direnci son göç eden kitlenin gösterdiğinden bahsediyordu. Öyle iyi anlıyorum ki şimdi savının doğruluğunu. Neredeyse İstanbullulara söverek geçiyor günlerimiz. İnsan buralara göçünce daha iyi anlıyor memleketteki İstanbul zulmünü, İstanbul fenomenini. Bütün yollar, bütün sokaklar kendilerininmişçesine hareket eden, çevresinde kendisinden başka hiç kimse yokmuşçasına, pervasızca gezen bu tuhaf güruhun bir parçası mıydım bende diye düşünüyorum sıkça. Sokaklarda yan yana halay pozisyonunda salınıp, kornaya bastığınızda bön bön bakan ya da söylenen bir tuhaf kitle…

Denize çıksan ayrı dert. Sabaha kadar jeneratör sesi üzerinde anırırcasına “Angara’nın bağları” tadında bir tuhaf ses kirliliği. Deniz bombok, çer çöpten geçilmiyor. Koylar her geçen gün hızla kirleniyor. Kurufasulye menüsüne 500 TL köstüren restoranın iskelesinden denize girerken iki kere düşünmeniz gerek artık.

Diğer tarafta Göcek'ten bizim payımıza düşense tuz ve ter.
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne -XV-
#50: 15 Ekim 2022, 21:49:02
“Waltz of the flowers

Bu aralar Ahmet Haşim’in dizesi takıldı zihnime, dönüp duruyor: “Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…” Ruh halim, yaklaşan kış, güneyin kifayetsiz sonbaharı ve tabi Yengeç ve Yengeç’in bitmek bilmeyen tadilatı.

Neye bulaşmışım arkadaş ben! Her günüm it gibi çalışarak geçiyor, irili ufaklı bir çok işi bitirince bir adım daha yaklaştığımı düşünüp seviniyorum ama gel gör, şöyle bir dışarıdan bakıp, hele ki düşünmeye başlayınca film kopuyor. “Bir” insan evladı için çok ağır bir iş bu.
Geçen yıldan bu yana elim varmadı iki satır yazmaya. Hemen hiç bir konuda yazmadan geçen en uzun süre olabilir bu. Geçen yıl önce Cem’in (Gür) kaybı, ardından geçen berbat bir yaz zaten yerlerde sürünen motivasyonumu tüketti resmen. Bir de üzerine uzun, soğuk ve bol yağışlı bir kışı ekleyince hayat iyice sıkıcı bir hal aldı.

Geçen yıl “Tuz ve Ter” sezonunun sonunda gerek bitmek bilmeyen tamirat işleri, gerek huzursuz bir kış geçirme ihtimali yüzünden bir kaç ayı daha karada geçirmeye karar vermiştim. İşe yaradı mı, tabi ki hayır!

Önce karada tuttuğum alanla ilgili sorunlar başladı. Kooperatif teknelerinin önceliği olduğunu iddia ederek Yengeç’i olduğu yerden kaldırmam için sıkıştırmaya, üstü kapalı ayar vermeye başladılar. Bu arada kooperatif tekneler ne ödüyorsa ben de aynı parayı ödüyorum. Telefonla aramalar, teknenin başına gelmeler, üstü kapalı tehditler… Aynı şeyi anlattım durdum, “Komple sardığım kayığı, oradan oraya taşıyamam. Buradan kalkınca direkt suya inecek.” İşe yaradı mı, tabi ki hayır. İki, üç ayımız sinir harbiyle geçti. Geri adım atmayınca sorun kendiliğinden çözüldü. İşte bugünler tam da aynı soruna gebe yine. Her an teknenin dibinde bitmelerini ya da aramalarını bekliyorum yine.

Yanıma alacakları tekne için çatıyı da kaldırmam gerekince kış bambaşka bir rutini getirdi beraberinde. Camları olmayan, her tarafı açıktaki kayığı ilk seferinde kapatmam ikibuçuk saat sürdü. 22*14 metre ölçülerinde tek parça brandayı tekneye çekmek, bunu rüzgarlı havada yapmak, tam diğer tarafa aşıracakken rüzgarla bordadan aşağı kayıp gitmesi, tekrar inip yukarı çekmek, bunun en az 7-8 kere tekrarlanması…
Tabi bu durum teknede iş yapmayı da neredeyse imkansız hale getirdi. Zaten kafamda artık durma noktasına gelmişti, hangi işle devam edeceğim, neyi bitirip, neyi erteleyeceğim konusunda. Dahası her durumda dönüp dolaşıp iki engele takılıyordum; camlar ve boya. Boya işi için önce kabaran yerlerin tamirlerinin bitmesi, tekrar astarlanması, zımparalanması vs mevsim itibarı ile hiç de olması mümkün olmayan bir süreç söz konusuydu. Camlar kısmı da keza, davlumbaz camları neyse ama kasara üzerindeki lumbozların takılması için önce iç mekandaki tesviye işlerinin tamamlanması gerekiyordu. Çünkü iki parçalı yeni lumbozların dış çerçeveleri kasaranın et kalınlığına göre tekrar kesilecekti.

Günlerim elimi atıp bıraktığım işlerle geçti ilk başlarda. Derken kış tam anlamıyla geldi ve yeni rutinim her birinin önüne geçti. Yağmur geliyor, kapa tekneyi, yağmur geçti, aç tekneyi. Bu işi kaç kez yaptığıma dair en ufak bir fikrim yok ama ilk gün ikibuçuk saatimi alan süreç son günlerde 15 dakikaya kadar indi.
Koca bir kış neredeyse hiç bir iş yapmadan geçti desem yeridir. Şubat ortası havaların düzelmesiyle başlarım diye beklerken hayatımın en çok “Üşüyorum ulan!” cümlesini kurmama sebep olan lanet bir kış ta Nisan sonunda kadar devam etti. Nisan ortası gibi yavaş yavaş kıpraşmaya başlasam da efektif olarak işe dönebilmek anca Mayıs ayının başlarında mümkün olabildi. Bu arada bir kaç yıl önce başıma bela olan “kırk ikindiler” bu yıl cidden kabusum oldu. Hemen her gün, iki ayı aşkın bir süre öğleden sonraları yağdı hava. Bunun meali, her gün kayık örtüldü ve açıldı…
Havaların düzelmesiyle ilk iş olarak kabaran yerlerin tamiratıyla başladım işe. Elyaf sarmak, macun, zımpara… bunları artık götümle yaparım desem abartmış olmam sanırım. İyimser bir şekilde Mayıs ortaları olan suya dönüş takvimi daha Nisan bitmeden yalan olmuştu. Yeni hedef sıcaklar iyice basmadan, Haziran ayı içerisinde indirebilmek olarak yenilenen plan da yalan oldu. Haziran ayına geldiğimizde tek tesellim artık boya işine bir ucundan başlayabilmek olmuştu.
Boya işine başladık başlamasına ama sürecin acılı olacağı ilk günlerden belli oldu. Bir tasarımcı olarak otuz yılı aşkın meslek hayatım boyunca ahkam kestiğim konuların başında bir tasarımın “uygulanabilirliği” gelmiştir. İlk maskeleme süreci bir haftayı aşınca neye bulaştığım hakkında fikir sahibi olmaya başladım.
Yengeç’in boya süreci şöyle ilerledi; önce üst bina, alabandalar hariç boyandı. İlk kez bu aşamada lumbozların kenarlarına koyduğum dahiyane tasarım öğeleri, o kabartma çerçeveler için saydırmaya başladım kendime. Onbeş yuvarlak lumboz çerçevesi maskelendi. İşin kıllığı bir yana, benim obsesifliğim de eklenince maskeleme işi günler sürdü.

Bordanın boyasını hiç de gözümde büyütmüyordum. Lan asıl büyütmem gereken bordaymış meğer. Borda çalımı mavi, yumrular beyaz, borda gri. Maske manyağı oldum resmen! Aynı arkadaş bordanın boyasını da atıp yaz tatiline çıkınca elimde kısmen boyanmış ama bir o kadar da boyanmamış tuhaf bir kayık kaldı.
Yani iş başa düştü. Daha önce tabancayla boya atmadığımdan ve de 180 tl litresine verdiğim boyanın litresi 500 tl olduğundan gözüm yemedi tabancayla atmayı. Önce lumbozların çevresindeki, küpeştedeki ve davlumbazın kuşaklarındaki mavi rengi atmaya karar verdim. Akrilik boyanın rulo ile sürülmeyeceğini söyleyen bizim boya ustasına sittiri çekip, “Malzeme bilginiz sıfır, günceli takip etmiyorsunuz!” diye atarlanıp internetten sipariş ettiğim, iz bırakmayan, özel rulolarla başladım boyaya. Çok kısa sürdü. Rulo köpük bıraktığı yetmiyormuş gibi akrilik boyanın sertleştiricisinden olsa gerek, bir kaç dakika içinde eridi, kendini koyverip çöp oldu. Lan ilk kez akrilik boya yapıyorum, öküz gibi de boya karmışım, hava sıcak, vurdum vurdum, vuramadım çöp olacak litresi 500 tl’lik boya. Fırladım gittim, bulabildiğim en yumuşak fırçaları aldım geldim. Fırçalar da deli gibi iz yapıyor! “İzini mizini!…” dedim, bastım boyayı. Gün sonunda uzaktan bakınca gayet hoş görünen ama yakına girince ben buraya ait değilim diye bağıran bir eser çıktı ortaya. Görmezden gelmeye karar verip sıradaki işlerle devam etmeye karar verdim.

Üst binanın alabandalar, pupa ve pruva kısmına gelince yine bitmek bilmeyen maskeleme işi, su gibi akıp giden mavi bant, naylon, çift taraflı bant vs derken sıra boyayı atmaya geldiğinde kırk yıllık boyacı gibi başladım hazırlıklara. İlk kazmalığım silikon giderici koymayı unutmak oldu. Neyse dedim, kabul edilebilir, daha azıcık bir boya karıştırmıştım. Tabancayı elime alıp kıç pıraçollardan doğru boyaya başladım. Ulan güzel de ritim tutturmuşum, zihnimde “Waltz of the flowers”, ahenkle dans ediyorum ama bir sorun var, tabancadan su geliyor boyayla birlikte. Ulan elli kere sordum, bu kompresör işimi görür mü diye, ağız birliği etmiş gibi he dediler, şimdi göt gibi kaldım yine ortada. Delirmiş bir halde kapattım kompresörü, attım elimde ne varsa, tabancayı temizleyip gittim çay içmeye. Sabah beşte gel, kompresörü taşı, komple teknenin tozunu al, her şeyi hazırla sonra patla!

Öğlen eski çalıştığım atölyenin ustası Hasbi’ye saydırdım kompresör yüzünden. “Becerememişsindir, sabah ben atarım.” dedi. Çektik sineye. O sabah dediği, bir kaç gün sonra akşam üstü oldu ama olsun, gün sonunda mutluydum, üst bina bitmiş, hiç de fena da olmamıştı.
Bir sabah ani bir kararla aldım elime zımparayı, daldım attığım mavi boyaya. Fırça izleri o denli batmaya başladı ki gözüme, daha fazla dayanamadım. Benim belamı verecek bir ilaha falan ihtiyacım yok ki!

Kafam çalıştı ve önce küpeşte ve yumruların beyazını atmaya karar verdim. Günler yine maskeleme ile geçti ve büyük gün geldi. Her şey hazır. Nah hazır! Sabah geldim ki düne kadar atölyenin önünde yatan tek 220 V kompresör gitmiş. Uykusuzum, yorgunum, sinirliyim… Salladım ertesi güne. Günün kalanında 220 V kompresör aradım, nafile. Sonuç olarak sapladım trifaze kompresörü münasip bir panoya, kaçak, maçak umurumda değil, gözüm dönmüş artık. Ertesi sabah beşte teknedeyim yine. Tamamen yalnızım, yardım edecek kimse yok. Hortumu tutacak adam bile yok. “Ne kadar zor olabilir ki?” diye düşünmedim dersem yalan olur. Ulan o hortum var ya, bir kıçıma girmedi desem abartmış olmam sanırım. Her yere takıldı, her yere sıkıştı, her yere sürttü…
Bir kaç saat sonra bantları söktüğümde “Oha! Valla da olmuş, nefis olmuş, pırıl pırıl olmuş!” Darius’un koca ordusunu alt ettiğinde İskender’in dötü bu kadar kalkmamıştır. Resmen keyfim yerine geldi.

O gazla giriştim yine maskeye… Sırada mavi var. İki partide atılacak. Önce lumbozların kenarları, hemen ertesi sabah da borda çalımı. Attım ulan, bana göre cillop gibi de oldu. Maskeleri söktüm, şöyle bir uzaktan baktım ki, ne göreyim, bitmiş ulan! Kayık çıkmış ortaya, geriye kalmış sadece güvertenin kaymaz boyaları.
İşte tam da bu ruh hali içindeyken bir mucize daha oldu ve çalıştıracak adam buldum. Genç, efendi, düzgün bir çocukcağız. Zemin ustasıyım abi dedi, beni benden aldı. Direk üzerindeki çatlaklar canımı sıkıyordu uzunca zamandır ve artık zaman da daralıyordu. Direğe bir kat elyaf sarıp, astar ve macun atmak üzere anlaştık. Bir hafta kadar sürer abi dedi. Dedim bir de bumbaya bir el at, astarlanıp boyanacak hale getir. Ona da tamam dedi. Gurcatalar dedim, hallederiz abi dedi, işin bitince havuzluk tiklerini siler misin dedim, ona da he dedi. En sonunda aradığım adamı bulduğumu hissetmek güzeldi.

Sabah geldiğimde öküzümü elinde spiral bumbaya girmiş görünce kan beynime sıçradı. “Oğlum o bumba Alüminyum, o spiral izleri nasıl kaybolacak?” diye sorduğumda yine başa döndüğümü hissetmeye başladım. “Biz hep böyle yapıyoruz, astar kapatır abi, sen merak etme.” dedi, iyi mi. Lan astar dediğin sihirli bir iksir değil ki anasını satayım, altında ne varsa bağıracak akrilik boyayı yiyince. Sayesinde bizim bumba sırasıyla 80, 150 ve 220 kum zımpara yedi durup dururken. Dahası, son iki katını benim atmam gerekti. Çünkü beyim direkte fena çuvalladı. Macunu ince çek, lütfen doğru karıştır vb tüm uyarılara “Tabi abi” derken macunun oranını yanlış, karışımını yetersiz yaptığı yetmiyormuş gibi bir de üzerine öküz gibi macunu direğe yığınca yine gerildik tabi. Sonuç olarak “Başıma bir şeyler geldi.” diyerek kayboldu ortadan. Tek tesellim parasının tamamını ödememiş olmam. Ama direk kelimenin tam anlamıyla yine bana girdi. Boşa giden macun da cabası. Bu arada macun deyip geçmeyin, DYO’nun bile 20 kilosu olmuş 4.000 yurdum parası!

Havalar işaret vermeye başladığında Şubat’tan beri içeride yapılacak kıytırık bir kalıp alma işi için hala usta bulamadığımı farkettim. Mevzu şu ki, eski camları iptal edip lumboza dönerken eski camların yerini masif ağaçla kapattık. Gel gör kapattığımız ağaçlar yaşmış ve çalıştı, döndü. Kısaca içeride durum felaketti. Lumbozların oturması mümkün değildi. İlk başta cam içlerini su kontrası üzeri vinil ile kaplamayı düşünmüştüm. Sözüm ona hızlı ve ekonomik çözüm olacak, göze de hoş gelecekti. Ama gel gör, 8 parça kontra alıştıracak bir marangoz arayışı sekiz ay boyunca sonuç vermedi. Biraz yakından inceleyince de çok da doğru bir çözüm olmayacağına, dahası arkasının ne durumda olduğunu bildiğim sürece bu durumdan pek hoşnut olmayacağıma kanaat getirdim. Plan komple değişti. Eski bir arkadaşımı buldum, önce kaba tesviye, sonra üç kat elyaf-epoksi uygulaması ve üzerine macun… cillop gibi duvarları olmak üzere Yengeç’in. Olmak üzere diyorum, çünkü arkadaş da sağolsun, takoz zımparaya ben karşımam diyerek bana sapladı, gitti. Son bir kaç günüm yine elde takoz, zihnimde “Waltz of the flowers”, ahenkle dans ve de küfür ederek geçiyor. Kaldı üç duvar! Sonra bir yoklama macunu, zımpara, astar, zımpara ve nihayet boya olacak ve en önemli ve en ağır işlerden biri daha bitecek.

Bu arada başlarken, 10-15 kilo epoksi, bir kova macun falan gibi öngörmüştük. Epoksi neyse ama macun su gibi aktı yine. 40 kilo macunu gömdük bile.
Şöyle bir bakınca bir saçma boya öyküsü gibi görünüyor ama daha öyle saçmalıklar var ki… Mesela çarmık ayaklarının deliklerini bulmak için harcanan bir hafta, davlumbaz camlarını takarken çekilen zulüm, Şubat ayında verdiğim iğnecikleri daha üç gün önce yerine oturtabilen kromcu, hala yerine oturup oturmadığına bakmaya cesaret edemediğim için bazen rüyalarıma giren mahmuz, zımpara ve yoklama macunu bekleyen direk, bir kenarda astarlanmış, boyanmayı bekleyen bumba, yerine takılmak üzere bekleyen sayısız aksam, mutfak ve banyo tezgahları, komple değişecek hortumlar, boş bulunup silikonlu astar üzerine monte ettiğim için sökülüp yeniden monte edilecek kovanlar, motor, mekanik aksam… yazarken darlanmama sebep olacak kadar çok iş var hala. Aslında ekip çalışması ile 20 günde bitecek iş var ama tek başına olunca sadece bir kalem iş bile günler sürebiliyor…

Son bir kaç gündür tempo yine yavaşladı. Öncelikli sebebi, içerideki işleri yapan ustanın aylardır tırmanarak çıktığım tekneye “Bu böyle sakat.” diyerek merdiven koyması. Alışmadık döt durumu, aylardır hoplaya zıplaya iskele tepesinde gezen ben, bir kaç gün önce elimde iki çay bardağı ile bok çuvalı gibi düşüverdim merdivenden aşağıya. Lan neyine gerek senin merdiven, bildiğin yoldan tırman, atla git işte. Bir tarafımı kırmadım ama bayağı bir cam kırığı ayıklamam gerekti oramdan, buramdan. Dahası, cam kırıklarının bir kısmı ellerde olunca en azından bir gün ara vermem gerekti işe. Bir günlük aradan sonra tekrar takoz zımparaya başlamak, sadece bir güncük aradan sonra bile zulüm geldi. Ama çok da güzel oluyor şerefsiz!

Yarın Pazar. Ortalama insan evladı yan gelip yatacak, ben yine kahvaltı sonrası kayığın yolunu tutacağım. Önce, her ne kadar tedbir alsam da, endişe içerisinde su alan yer var mı diye kontrol edeceğim, sonra zihnimde yine “Waltz of the flowers” ile başlayacağım takoz sallamaya…


Sayısız iş halloldu aslında. Saymakla bitmeyecek kadar. Arma bağlantıları, iğnecikler, yeni frengi çerçeveleri, yeni ikinci ıstıralya mapası, imalatı süren bodoslama kromu… ama asıl soru hala bir kenarda duruyor; bitirip indirmeli miyim kış kıyamet demeden, yoksa -kooperatifçilerle didişmeyi de göze alıp- Mart sonuna kadar karada kalmaya devam mı etmeliyim?

 











  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 1165
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#51: 19 Ekim 2022, 10:03:08

Böyle bir hikayeyi okurken insanın içinin daralması gerekir ama öyle bir anlatmışsın ki, su gibi okudum. Ölçüsüz emek kavramı senin yaşadıklarınla örtüştüğü kadar hiçbişeyle örtüşemezdi. Senin bu kadar uğraşmana Yengeç sonunda karşılık verecek ve denizlerinize kavuşacaksınız. Normal birisi bu mücadeleyi veremezdi. Aklıma Ahmet'in Bodrum Cup'taki şu anektodu geldi;  bir de Bülent Ortaçgilin Normal şarkısı...
Nedir bu normal, kimdir?...

Efendim yazacak çok şey var, selametleyenler uğurlayanlar, karşılayanlar, yol üzerinde bekleyenler, ne güzel bir on gündü. Herkese teşekkür ederek bu güzel günleri yazıya dökmeden önce vaziyetimizi özetleyen şu diyaloğu yazmak istiyorum.
Malumunuz bu İstanbul Challenge e katılan tekneler Bodrum'dan gelmişler, kaynaşmışlar zaten birçoğu birbirlerini çok iyi tanıyorlar. Biz ise  nerden nasıl dahil olduysak çıktık geldik Cumartesi günü Fenerbahçe marinaya. Pazar günü ise forumda paylaştığımız üzere birlikte bir kahvaltı yaptık. Dostlar bizi uğurlamaya geldiler. Necip Bulut, Ersin Böke, Kemal Gündüz, Melih Keskin, Enes Save, Oğuzhan Oğuz ve diğer uğrayan dostlar. Şu diyaloğun geçtiği sırada iskelede Enes Abim var, diğer dostlar da duvarın üzerinde oturuyorlar.Daha sonra farklı diyaloglarımız olacak arkadaşın biri sordu.
- siz bununla mı katılıyorsunuz? Bodrum'a kadar gelebilecekmisiniz?
- Evet bununla katılıyoruz, Bodruma geliyoruz, arkadaşımız Yalıkavak Marinaya Müdür oldu ona hayırlı olsuna gidiyoruz, yarışta bahanesi oldu işte.
- yok canım, şaka yapıyorsunuz.
- Yo hayır daha önce Kıbrıs'taydı oraya da gitmiştik.
- Denizden mi?
- Evet ama bu kayıkla değil.
(Tabi ki adamcağız inanmadı konu değişsin diye başka soruya geçti.)
- Kaç metre bu?
- Dokuz ama su hattı boyu 8,30.
- Nedir bu tekne?
- Baba 30.
- adımı Baba 30?
- Yok Abicim markası Baba 30 ismi Baba Tunca.
- A Türk Malımı bu? Nere yapısı?
- Yok Abi bu Amerikan Üretimi, Tayvan da yapılmış,  Robert Pery dizaynı bir tekne bu.
- Kaç kişisiniz?
- Dört kişiyiz.
- Ama zor olmaz mı bu tekneyle dört kişi, çok zorlanabilirsiniz.
(Ben artık dayanamıyor ve diyorum ki.)
- abi şu iskele deki adamı görüyormusun.
- evet görüyorum.
- Hah işte en normalimiz o adam.
- Nasıl yani?
- Botla hiç karaya çıkmadan İskenderun'a mı ne gitti geçen sene.
- Adamcağız hiç bir şey daha sormadan uzadı gitti.
Yadırgamadım çünkü diğer teknelerin sadece 3-4 tanesi 15-22 metre arasındaydı. Diğerleri 36-46 metre arasındalardı. Sonradan Abimizle bayağı sıkı fıkı olduk, bizi defalarca tebrik etti.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#52: 19 Ekim 2022, 10:47:29
Efsane anektod bu ya :)xx
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 5812
    • Son Denk Kayıkçısı
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#53: 20 Ekim 2022, 12:17:48
Ömürsünüz, hatırlattınız aklıma geldi, iki kere okudum, o gün aklıma geldi, etrafımdakilerin garip bakışları arasında sesli sesli güldüm. Ne gün dü ama, herkes afilli montlarla falan dolaşıyor, biz ise kahveden yeni gelmiş gibi, muhabbet o biçim. Hiç etrafa o tekneyle denize çıkacak havası vermiyoruz. Yanyana duvarın üstüne oturmuş bir resmimiz var efsanedir.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 14
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#54: 09 Ocak 2023, 10:55:46
Bir çırpıda kaç senenin macerasını okuyuverdim. Ama devamı? Bugün 2023 Ocak 8 olmuş.
İnsan merak etmeden duramıyor, ne oldu Yengeç kavuştu mu sulara, ya da Hakan beyin çilesi bitmedi mi daha?
Çok acaip adamlarsınız vesselam. Çok enteresan ve aslına bakarsanız hoş şahsiyetlersiniz...
Saygılar, çünkü bu örnekleri okuyarak denize, suya sevgimiz, muhabetimiz artıyor.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#55: 09 Ocak 2023, 11:11:39
Devamı olmaz mı:) Spoiler vereyim:

SM-N910C cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi

  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 1343
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#56: 09 Ocak 2023, 12:11:28
Çok güzel olmuş  Hakan'cım.Lumbozları diyorumBurnun değil.O na geçmiş olsun diyorum.sevgilerimle.
  • IP logged
BABA TUNCA /YEŞİLKÖY

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 1178
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#57: 09 Ocak 2023, 13:27:19
Lumbozlar çok şık , burun da fena olmuş  ;D
  • IP logged

  • *
  • İleti: 14
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#58: 09 Ocak 2023, 20:45:01
Maşaallah! Gemi yahu bu! :)
Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. AMA, işi görünce Lafları da sabırsızlıkla bekler olduk!
Bir gün denizde karşılaşmak isterdim açıkcası..
  • IP logged

  • *
  • İleti: 5812
    • Son Denk Kayıkçısı
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#59: 10 Ocak 2023, 10:21:30
Ben olsam o lumbozları taktıktan sonra onlara su temas etsin istemem. Üstüne kılıf yaparım. Haince yakışıklı olmuşlar. Çıtayı çok yükselttin Tiryaki, her şey kolayına olsun. Buruna da geçmiş olsun, bu kadar uğraşıdan sonra bir kaç iz kalmazsa olmaz.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

 
Yukarı git