En zor iş dediğim bir çuval iş bitiyor, ardından daha zorları başlıyor. En zoru yokmuş arkadaş, her biri zormuş. Kontraplaklar çakıldı, elyaflar sarıldı. Teorik olarak işin çoğu bitti gibi görünüyor. Sırada macun var. Ardından astar, boya falan. Bakıyorum bakıyorum, de ki Haziran başında iner diyorum. Altı üstü macun, astar ve boya. Lan arkadaş meğer ki daha yeni başlıyormuşuz.
Döne döne adam arıyorum. Macun işi beni aşar. Elim yatkın değil, tecrübem yok. Şimdi iki kallavi iş var, biri macun, diğeri kalafat. İkisi için de birilerini bulmam lazım. Fakat yine para da yok. Dahası, rakamlar yine saçma sapan. Önce ahşap ve elyaf işlerini yapan elemanlara dedim, “Başladığınız işi bitirin, siz yapın.” diye. “Elimizde iş var dediler, dahası iş olmasa da 125.000-130.000 TL’lik iş var, sana 100.000 olur ama daha altına yapılmaz.” dediler. Nevrim döndü resmen.
Önce bir guletçi abim var, çok da severim. İyi de iş gelir elinden. Onu aradım. Macun ve kalafat için geldi, baktık birlikte. “25.000 TL. alırım ve en az 20-25 gün sürer.” dedi. Kibarca anlattım durumumu, öyle bir para da yok, öyle bir zaman da. Dört dönüyorum ortalıkta, deli olacağım. Bana göre iş bitmişti yahu. Hala bol sıfırlı rakamlar dönüyor ortalıkta. Nisan bitti, Mayıs demek otuzlu dereceler demek, armuzların açması demek. Delireceğim.
İşte tam bu cinnet anlarından birinde telefonum çaldı, bir de baktım ki Cabbar arıyor. Ulan bin kez aradım herifi, telefonu sürekli kapalıydı, şimdi olmadık zamanda çıktı ortaya. Cabbar ya da kendi aramızda taktığımız isimle “Battal Gazi”. “Nerelerdesin ulan, bin kere aradım seni.” dedim, “Hapisteydim, yeni çıktım abi.” dedi. Burada bir ara verip, biraz geriden doğru anlatmak lazım Cabbar’ı.
Göcek’e geldiğim ilk sene tekneyi karaya aldığımda, altında çalışırken geldi bir gün Cabbar. Lafladık, anlattı da anlattı bir şeyler. İyi mi, kötü mü bilmem, sabırla dinlerim kim ne anlatsa. Çoğunu hatırlamıyorum bile ama arada yardım lazım olursa elimden iş gelir demişti. İşte o sezon da işler gecikince buldum Cabbar’ı, zımpara, macun vs işler için anlaştık. Gerçekten iş geliyor elinden, iyi de çalışıyor. Ama gel gör, tekneye gelirse iyi çalışıyor. Daha ikinci gün kaybolmaya başladı ortalıktan. Meğer, karadaki bir sürü tekne ile anlaşmış, bir ona, bir ötekine sekip duruyor. Birinde zımpara yapıyor, birinde macun çekiyor. Eh, o zaman da cepte para yoktu ve ekonomikti, katlandım. Bayağı da bir işimi gördü doğrusu.
Neyse, devam edelim. “Atla gel, sana göre işim var.” dedim. Sözleştik ve ilginç bir şekilde gününde geldi. Birlikte gezindik tekneyi. O arada neden hapse girdiğini anlattı. Jandarmaya atar yapmış, daha önceden de ertelemesi vardı, bu sefer alıvermişler içeri. Pandemi hikayesine kontrollü serbestlikle salıvermişler. Salıvermişler ama, piç gibi kalmış ortada. Aylar sonra, iş yok, güç yok. Nihayetinde bir ayda bitirmek üzere anlaştık Cabbar’la macun işi için. Altını çizerek, bir kaç kez uyardım, “Başka iş almak yok, bu sefer bozuşuruz.” diye. Söz verdi, yemin falan etti.
Biraz olsun rahatlamıştım. Macun maratonu artık başlıyordu. Battal Gazi öncelikle bir scooter istedi. Ulaşım sorununu çözebilmek için. Tamam dedim, hallederiz. Sonuçta toplamdan düşeceğiz ya. Bulduk bir scooter Fethiye’de, gittik almaya. Anlaştık fiyatta da. “Notere gidelim, bitirelim şu işi.” dedim, “Abi, benim kimliğim yok. Hapishanede, gidip oradan yazı almam lazım.” dedi. “Yemezler oğlum, benim üzerime aldıramazsın. Git birini bul, onun üzerine alalım. Karını falan ara.” dedim. Demez olaydım. Karısı resmen çemkirdi, o da yanaşmadı. En sonunda, “Ben sana scooter parası veririm, gerisine karışmam abicim.” dedim ve sıyrıldım işin içinden. Bu arada öğrendim ki herifin ehliyeti de yokmuş. Daha doğrusu bilmem kaçıncı defa alkollü yakalanınca artık tamamen almışlar ehliyeti.
Ertesi sabah bizim Battal Gazi yüzünde mutlu bir ifadeyle geldi. “Abi, 130-140 gidiyor bu alet.” dedi, “Allah belanı versin Cabbar!” dedim, “Bu işler bitmeden kaza maza yaparsan şansın varsa ölürsün.” dedim. İlk gün ve scooter’ın gazıyla herif it gibi çalıştı valla. İkinci gün sabah saat 10 oldu, beyim hala yok. Aradım en sonunda, “Abi, scooter bozuldu, yolda kaldım. Tamirciye geldim.” dedi. “Ulan sığır, ne bekliyordun ki, o alete o kadar yüklenirsen olacağı buydu.” Öğlen geldi, kaldığı yerden devam etti çalışmaya.
Bizim atölye ekibinden Hasbi’yi aldım, gittik tekneye. Hasbi’ye dedim, “Bir kontrol et, yönlendir.” Hasbi uzun uzun anlattı, gösterdi, ne dediysek “Tamam abi.” dedi. Sonra dedik bu iş tek başına zor olacak, yanına birini daha bulalım. Makul yevmiyeyle, benim de tanıdığım, Kazım’ı aldık yanına. Biri macun karıştırır, diğeri çeker. İş hızlanır.
İş hızlanmadı. Bizim Battal Gazi, guletlerden alıştığı gibi, sıyırma macun çekip duruyor. Zımparadan sonra macun kalmıyor. Bir türlü ortaya zemin çıkmıyor. Bir kez daha Hasbi ile çektik, gösterdik. “Önce yükleyeceksin macunu. Sonra takoz zımpara, sonra yoklama, tamam mı?” Beyimin omzu sakatmış, onbirinci scooter kazasında sakatlamış. Takoz yapamazmış. “Hele bir çekin macunu, yaparsın.” dedim. Sonuçta iki kişiler, çok da zor değil. Bir de adam benden on küsur yaş daha genç ve hımbıl falan da değil.
Sonraki günlerde bizim Battal Gazi yatak istedi, klima istedi, bazı günler öğlen saatlerinde tüydü, bazı günler hiç gelmedi. Benim en büyük zaafım, ki bu işlerde kabul edilebilir bir şey değil, parayı saklamam, hemen veririm. Kendimden pay biçerim, içim elvermez. Ama gel gör, bu işlerde gerçekten büyük zaaf. Neyse, Mayıs da böyle geçti. Macun çekiyoruz, zımpara yapıyoruz, macun kalmıyor zeminde, tekrar macun çekiyoruz falan gibi saçmalıklarla uğraşıyoruz. Bir aya biter dediğimiz iş, bir ay geride kaldığında neredeyse bir arpa boyu falan ilerleyebilmişti. Diğer eleman, Kazım’la aylık anlaşmıştım. Ay bitti, iş bitmedi. Bir de oradan girmeye başladı.
Bir sabah bizim Battal Gazi kanlar içinde, kısmen sargılı bir halde geldi. Meğer yine içmeye başlamış, karısıyla tartışmışlar, kadın da saplamış bıçağı böğrüne. Yahu arkadaş, nereye düştüm ben, deli olacağım. Kadın bir de evden kovunca bizimkini, bir de ev tutmamız gerekti beyime. Adamla anlaştığımız rakamın %77,5’unu ödemişim ama işin %25’i belki bitmiş. İkinci ay geride kalmak üzere, marina her ay küt diye 6.380 TL geçiriveriyor ve ben hala sakinim. Arkadaş, bu kadar da sakin, bu kadar da sabırlı olmamalıyım, bağırıp çağırmalı, sağa sola saldırmalıyım. Yok, olmuyor.
Mayıs ortasına gelirken belki de en yerinde verdiğim karar karinayı da sarmak oldu. Kalafatçı aradım, buldum. Adam geldi, malzeme hariç 8.000 TL isterim dedi. “Ulan, zaten battı balık, yan gider. 8.000 kalafata verene kadar, üzerine biraz daha koyarım, karinayı da sararım.” dedim. Aradım elemanları, alın malzemeyi gelin, hemen başlayın dedim. Zaten tekne olmuş çıtır çıtır. Bir ay sonra tüm armuzlar açacak ve aynı kabusu bir kez daha yaşamak istemiyorum.
Mayıs sonuna doğru tekne iyice şenlendi. Yukarıda macun ekibi, aşağıda elyaf timi…
Haziran’da geride kalırken Yengeç’in karinası da sarılmış, direğin zımparası bitmiş, bir sürü ıvır zıvır iş daha hallolmuş ama asıl bitmesi gereken macun işi bir türlü bitememişti. Temmuz’un ortalarına doğru jandarmadan bir telefon alan Battal Gazi Fethiye’ye gitti ve bir daha dönmedi. İtiraf etmeliyim, üzerimden yük kalktı. Aynı günlerde macun ekibine diğer eleman Kazım’ın eşi Aru’yu ekledik. Arzu geldiği gibi en önemli değişim şantiyede sürekli çay, kek, abur cubur, neskafe falan bulmak mümkün hale geldi. Şantiyeye kadın eli değdi resmen. Arzu iyi de çalışıyor, hatta Kazım’ı benden daha iyi kontrol ediyordu. Ve tekrar başladık macuna ve takoza.
Temmuz’da geride kaldı, ver elini Ağustos…
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be... Whom the sea has taken Never shall be free."