Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#30: 29 Temmuz 2020, 22:18:46
Eline emeğine sağlık.
Değecek. Göreceksin.
Sabrını da saygıyla karşılıyorum.

Sağoalsın. Sabır kelimesi zavallı kaldı valla, level üzerine level atlıyorum sabır konusunda :))
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 1547
    • Classicboats Turkiye
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#31: 30 Temmuz 2020, 12:21:41
Önceki günkü telefon konuşmamıza kadar her seferinde sen anlattıkça içim daralıyor, kalbim sıkışıyordu.

Son telefon konuşmamızda koyver gitsin dedim.

Gecikmelerin nedeni senden kaynaklanmıyor. Hemen tamamı ülkedeki çalışma ve is yapma standartlarının sana yansıması.  Bunca yıldır asla veriel tarihte işi tamamlanmış tekne görmedim.

Hayırlısı ile, daha fazla gecikmeden denize in. 
 
  • IP logged
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#32: 30 Temmuz 2020, 21:18:12
Başka türlü insan kendini yiyip bitiriyor, başka da bir işe yaramıyor. :)
Bitecek eninde sonunda :)
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 1631
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#33: 30 Temmuz 2020, 23:23:34
Başka türlü insan kendini yiyip bitiriyor, başka da bir işe yaramıyor. :)
Bitecek eninde sonunda :)
Bitçek


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne -X-
#34: 02 Mart 2021, 22:38:13
Yeteri kadar endişe yokmuş gibi bir yenisi daha eklendi; çadır. Yahu arkadaş, cidden akıllı adam işi değil şu tekne işi. Denizde ayrı dert, karada ayrı dert. Çadırı kurduk, kurduğumuz gibi başladı fırtınalar. 50 knot rüzgara dayandı ama nasıl dayandı, ben de hala anlamış değilim. Alarga günlerin bir benzeri oldu hayat, rüzgar esti, koş çadırı kontrol et; yağmur indirdi, koş çatıda biriken suları kontrol et… sürekli bir şeyleri kontrol et.


Ama hepsi hikaye, asıl zor olan çalışan adamları kontrol etmek. Şubat ayında kelimenin tam anlamıyla giriştik kayığa. Tatlı su çürüklerinden süngere dönmüş bodoslamanın değişimi en çok gözümde büyüyen iş. Baş tarafı komple dağıtmamız gerekiyor. Söktükçe içim gidiyor, “Ne yapıyorum lan ben!” diye soruyorum sıkça kendime. Küpeşteler, pıraçollar, sargılar… söktükçe söküyoruz, söktükçe daralıyorum. Nasıl toplanacak bunların hepsi? Neyse ki adamlar iyi çalışıyor diyor, avunuyorum. Yengeç bildiğin şantiye.


Bir de öngörülemeyen işler var. Mesela, Yengeç’in davlumbazında altı Alüminyum çerçeve ile sabitlenmiş cam var. Salladım durdum, sırası gelince sökerim diye. Ne olacak ki, altı üstü bir kaç cıvata. Cam başına 24 adet, toplam 144 adet cıvatanın tamamı paslanmaz ve Alüminyum çerçeveye herhangi bir kimyasal -Duralac vb- kullanılmadan saplanmış ve tabi bin yıldır olduğu yerde kalınca kelimenin tam anlamıyla tutmuş. Üçüncü günün sonunda ısıtma, darbe, çürütme vs tüm yolları ve öngörülen sabrı tüketip taşla kestim alayını. Günün sonunda çerçeveleri, zamanı geldiğinde kabusa kaldığım yerden devam etmek üzere kaldırdım.


Şubat hızla ilerlerken kayık neredeyse tamamen soyulmuş, personel kamarasının tavanı komple sökülmüş, baş taraf tamamen dağılmış, havuzlukta sancak tarafta yer alan tuvaletin tavanı sökülmüş, eski Alüminyum çerçevelerin tamamı yeni lumbozlarla değiştirilmek üzere sökülmüş… yazmakla bitmez bu liste. Tek tesellim, ekip iyi çalışıyor, durmadan bir şeyler sökülürken, bir şeyler yerine alıştırılıyor.
Hani dedim ya, asıl zor olan adamları kontrol edebilmek. Mart ayıyla beraber ekibe nazar değdi. Bu arada çalıştığım atölyede işler almış başını gidiyor. Yerimde duramıyorum, tekneden tekneye sekip duruyorum. Bulduğum her boşlukta koşa koşa kayığa geliyorum ki, ya bir kişi kalmış çalışan, ya o da yok. Bahaneler, mazeretler… Oysa taksimetre çalışıyor. Hatta aslında Şubat sonunda sözleşme bitti. Akıbet belirsiz. Hatta tam da Neyzen’in dediği gibi, “hal bok, ati kenef!”
Bunlar daha iyi günlerimmiş meğer. Mart ayıyla birlikte pandemi de giriverdi hayatımıza. “Kolera günlerinde aşk” tadında ilerliyor işler; salgın uç verdi, sokağa çıkma yasakları kapıda. Sözleşme bitti, marina arayıp kayığı atalım falan gibi şeyler söylüyor. Aslında tam da olan şey şu, Şubat’ın son haftası arayıp, kontratını bitti, hazırsanız atalım suya dediler. Fakat öyle bir yerdeyim ki, beni atabilmeleri için 5-6 tekneyi kaldırmaları lazım. Gayet saftirik bir şekilde düşündüm ki, nasıl olsa uğraşmazlar. Zaten öyle absürt bir yerdeyim ki, kimsenin teknesini koyamazlar oraya. Aklı başında adam yıkar ortalığı. Su yok, çamur içinde her yer. Neyse, aradılar, “Hazırsanız sizi Cumartesi ya da Pazar günü atacağız.” dediler. “Az bir işim var, atın o zaman.” diyerek aklımca blöf yaptım. Ulan, Marintürk bu, yer mi hiç! 19 teknede olsa kaldırır, atar ya da çatır çatır farkını alır. Sonraki hafta tekrar aradılar, kaldırıyoruz dediler etrafınızdaki tekneleri. “Kaldırın.” dedim gayet pişkince. Bir yandan da başladım tutuşmaya.
Bu arada bir umudum var, o da pandemi. Hani belki aklı başında, gelişmiş bir memleket gibin davranır da lock-down falan eylerlerse, mücbir sebepten yırtarım falan gibi hesaplar yapıyorum. Tabi tamamı boş hesaplardı. Çarklar döndü ve altında ezilmeye devam ettim.
Tablo şöyle; olan 20.000 TL’lik çılgın bütçe çoktan bitmiş, hatta nereden ve nasıl bilmiyorum, harcamalar 66.000 TL’yi geçmiş. Daha işin orta noktasındayım -ki sonraki günlerde gördüm ki, o an orta noktaya ne kadar da uzak olduğumun farkında bile değilmişim- ve para yok. İş çok. En sonunda delikanlılığı bir tarafa bırakıp, efendi efendi sordum vebalini işin. Dediler bir ay için 13.000 TL. O an içimden geçenlerden ben bile korktum. “Şaka mısınız lan siz!” dedim galiba, emin değilim. Cidden rakamı duyunca kendimden geçmişim. Son derece saf bir şekilde 30 gün daha uzattık kontratı. Sağolsunlar, rakam 6.700 TL gibi bir şey oldu. Oldu da, nereden, nasıl ödenecek, hiç bir fikrim yok. Sen misin efelenen. Ulan sınıf bilinci dahi gelişmemiş sen, Marintürk’le aşık atabilir misin?
Mart’ın sonuna doğru psikolojik olarak tükenmeme cidden az kaldı. Bu kara serüveni de yine “efsanevi” olacak gibi. Sıcaklar da yaklaşıyor. Mayıs başında denize inemeyecek bir Yengeç yine ağır kapak olacak, o kesin. Öyle de dağıttım ki bu sefer adam edeceğim diye, ha desem bir ay sürer toparlamak. Artık öyle bir bozulmuş ki psikoloji, geçen gece rüyamda Yengeç denize inmişti ama motoru ve dümen tertibatı yoktu. Demir alıp, yekeyle yol almaya çalışıyordum ama ırgat da yoktu…
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne -XI-
#35: 02 Mart 2021, 22:38:43
100 kilo epoksi reçine… dile kolay, 100 kilo. Duruyorum, düşünüyorum, oha diyorum, 100 kilo da ne. Başladık reçine ve elyaf aramaya. O marka, bu marka derken İstanbul’dan verdik siparişi, 100 kilo epoksi reçine ve 3 top örgü elyaf geldi. Plaka plaka, çeşit çeşit kontralar zaten çoktan gelmiş hatta neredeyse sarma işi bitmişti bile. Artık sonunda sıra geldi kayığı elyafla sarmaya.
Bu arada ahşap onarımları da neredeyse bitti. Baş bodoslama değişti, günlerce süren uğraştan sonra sargılar bitti, gemici kamarası tavan döşemesi komple yenilendi ve bitti, biten bitene. Ama gel gör, kayık hala evlere şenlik. Dışarıdan bakınca hiç bir şey yapılmıyor gibi duruyor. Oysa dünya kadar iş geride kaldı. İkisi öksüz dört posta yenilendi. Sancak kıç taraftaki yumru ve posta onarımı için pıraçolları sökmek gerekti ki iş bu aşamada bir kez daha çirkinleşti. Sadece pıraçolların sökülmesi ve yeniden monte edilmesi bile öyle ciddi iş ki…


Arada keyfimi yerine getiren şeyler de olmuyor değil. Daha önce bahsetmiştim, Yengeç’in bitmek bilmeyen sorunlarından biri büyük, Alüminyum çerçeveli camlarıydı. Kasaranın eğimine uymayan çerçeveler esneyemediğinden bir süre sonra ya açma yapıyor ya da ahşabı oynatıyor; sonucunda da sürekli camlardan içeri su geliyordu. Karaya alırken en çok istediğim şeylerden biri çerçeveleri söküp atmak ve daha çok yakışacağını ve daha sorunsuz olacağını düşündüğüm lumbozlara dönebilmekti. Çözüm basit ve belirli ama fiyatlar ulaşılmaz olduğundan bir kenarda temenni olarak bekliyordu bu düşünce. Derken sahibinden.com’da bir ilan gördüm, gözlerim parladı. Mesaj gönderdim. Şansa bakın ki, ilan sahipleri beni de, Yengeç’i de gıyaben tanıyorlarmış. Neredeyse hediye gibi bir fiyata 18 tane, fırtına kapaklı, hem de Krom lumbozum oluverdi. Karaburun’a uçarcasına gittim, aldım ve döndüm. Hemen başladık eski camların boşluklarını kapatıp, yeni lumbozların yerlerini hazırlamaya.
Nisan ayı tüm hızıyla akıp giderken bir sürü iş bitiyor, bir sürü iş başlıyor, daha bir o kadarı sırasını bekliyor. Irgatın bakımı bitti, boyandı, paketlendi ve bir kenara kondu. Emektar Ford’un bedenini kaplayan 5-6 kat boya, pas, yağ… ne varsa temizlendi. Kumlama yerine 280 bar’lık bir su jeti ve boya sökücü ikilisinin tekrar tekrar uygulaması ile önce tamamen soyuldu Küheylan. Sonra ısıya dayanıklı astar ve üzerine yine ısıya dayanıklı, endüstriyel seri bir akrilik boya ile maviye boyandı ve üzeri örtülüp sahne alacağı günlere kadar bir kenara kaldırıldı.
Yengeç’in bana göre en büyük handikabı olan güvertede açıkta kalan postaların üzeri kapatıldı ve sanırım en önemli sorunlarından biri çözüldü. Daha önce postaların arasında frengi olmamasından dolayı biriken su olduğu gibi teknenin ahşabına nüfuz ederek çürümesine neden oluyordu.
Davlumbazın tavanını motoru sökerken yerinden oynatmış, şakülünü kaydırmıştık. Onu tamir ederken tavanında kısmen çürük olduğu çıktı ortaya. Onu da değiştirdik. Davlumbaz gerçekten kaya gibi sağlam oldu.
Bu arada Marintürk kendilerince makul bir bedel belirledi uzatma için, aylık 6.380 tl. Onlara göre bedava ama gel sen bir de bana sor. Hele ki Nisan’ın son günleri gelirken hala olası bir iniş takvimi kestirememek en büyük sorun olsa gerek. Mayıs demek sıcak demek, Haziran geldiğinde hala denize inememiş bir Yengeç madden de, manen de büyük bir çöküş demek.
Nisan’ın son günlerinden itibaren artık macun maratonu başlayacak. Ama gel gör ortada ne macun, ne macunu alacak para, ne macunu çekecek usta, ne de macunu çekecek ustaya verecek para var… İşte tam da bu kabusun ortasında benim yarım akıllı ustam, nam-ı diğer Battal Gazi hapisten çıkmış, iş var mı diye sormaya gelmiş.
Meğer daha iyi günlerimmiş bunlar…
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne -XII-
#36: 04 Mart 2021, 23:53:52
En zor iş dediğim bir çuval iş bitiyor, ardından daha zorları başlıyor. En zoru yokmuş arkadaş, her biri zormuş. Kontraplaklar çakıldı, elyaflar sarıldı. Teorik olarak işin çoğu bitti gibi görünüyor. Sırada macun var. Ardından astar, boya falan. Bakıyorum bakıyorum, de ki Haziran başında iner diyorum. Altı üstü macun, astar ve boya. Lan arkadaş meğer ki daha yeni başlıyormuşuz.

Döne döne adam arıyorum. Macun işi beni aşar. Elim yatkın değil, tecrübem yok. Şimdi iki kallavi iş var, biri macun, diğeri kalafat. İkisi için de birilerini bulmam lazım. Fakat yine para da yok. Dahası, rakamlar yine saçma sapan. Önce ahşap ve elyaf işlerini yapan elemanlara dedim, “Başladığınız işi bitirin, siz yapın.” diye. “Elimizde iş var dediler, dahası iş olmasa da 125.000-130.000 TL’lik iş var, sana 100.000 olur ama daha altına yapılmaz.” dediler. Nevrim döndü resmen.

Önce bir guletçi abim var, çok da severim. İyi de iş gelir elinden. Onu aradım. Macun ve kalafat için geldi, baktık birlikte. “25.000 TL. alırım ve en az 20-25 gün sürer.” dedi. Kibarca anlattım durumumu, öyle bir para da yok, öyle bir zaman da. Dört dönüyorum ortalıkta, deli olacağım. Bana göre iş bitmişti yahu. Hala bol sıfırlı rakamlar dönüyor ortalıkta. Nisan bitti, Mayıs demek otuzlu dereceler demek, armuzların açması demek. Delireceğim.

İşte tam bu cinnet anlarından birinde telefonum çaldı, bir de baktım ki Cabbar arıyor. Ulan bin kez aradım herifi, telefonu sürekli kapalıydı, şimdi olmadık zamanda çıktı ortaya. Cabbar ya da kendi aramızda taktığımız isimle “Battal Gazi”. “Nerelerdesin ulan, bin kere aradım seni.” dedim, “Hapisteydim, yeni çıktım abi.” dedi. Burada bir ara verip, biraz geriden doğru anlatmak lazım Cabbar’ı.

Göcek’e geldiğim ilk sene tekneyi karaya aldığımda, altında çalışırken geldi bir gün Cabbar. Lafladık, anlattı da anlattı bir şeyler. İyi mi, kötü mü bilmem, sabırla dinlerim kim ne anlatsa. Çoğunu hatırlamıyorum bile ama arada yardım lazım olursa elimden iş gelir demişti. İşte o sezon da işler gecikince buldum Cabbar’ı, zımpara, macun vs işler için anlaştık. Gerçekten iş geliyor elinden, iyi de çalışıyor. Ama gel gör, tekneye gelirse iyi çalışıyor. Daha ikinci gün kaybolmaya başladı ortalıktan. Meğer, karadaki bir sürü tekne ile anlaşmış, bir ona, bir ötekine sekip duruyor. Birinde zımpara yapıyor, birinde macun çekiyor. Eh, o zaman da cepte para yoktu ve ekonomikti, katlandım. Bayağı da bir işimi gördü doğrusu.

Neyse, devam edelim. “Atla gel, sana göre işim var.” dedim. Sözleştik ve ilginç bir şekilde gününde geldi. Birlikte gezindik tekneyi. O arada neden hapse girdiğini anlattı. Jandarmaya atar yapmış, daha önceden de ertelemesi vardı, bu sefer alıvermişler içeri. Pandemi hikayesine kontrollü serbestlikle salıvermişler. Salıvermişler ama, piç gibi kalmış ortada. Aylar sonra, iş yok, güç yok. Nihayetinde bir ayda bitirmek üzere anlaştık Cabbar’la macun işi için. Altını çizerek, bir kaç kez uyardım, “Başka iş almak yok, bu sefer bozuşuruz.” diye. Söz verdi, yemin falan etti.

Biraz olsun rahatlamıştım. Macun maratonu artık başlıyordu. Battal Gazi öncelikle bir scooter istedi. Ulaşım sorununu çözebilmek için. Tamam dedim, hallederiz. Sonuçta toplamdan düşeceğiz ya. Bulduk bir scooter Fethiye’de, gittik almaya. Anlaştık fiyatta da. “Notere gidelim, bitirelim şu işi.” dedim, “Abi, benim kimliğim yok. Hapishanede, gidip oradan yazı almam lazım.” dedi. “Yemezler oğlum, benim üzerime aldıramazsın. Git birini bul, onun üzerine alalım. Karını falan ara.” dedim. Demez olaydım. Karısı resmen çemkirdi, o da yanaşmadı. En sonunda, “Ben sana scooter parası veririm, gerisine karışmam abicim.” dedim ve sıyrıldım işin içinden. Bu arada öğrendim ki herifin ehliyeti de yokmuş. Daha doğrusu bilmem kaçıncı defa alkollü yakalanınca artık tamamen almışlar ehliyeti.

Ertesi sabah bizim Battal Gazi yüzünde mutlu bir ifadeyle geldi. “Abi, 130-140 gidiyor bu alet.” dedi, “Allah belanı versin Cabbar!” dedim, “Bu işler bitmeden kaza maza yaparsan şansın varsa ölürsün.” dedim. İlk gün ve scooter’ın gazıyla herif it gibi çalıştı valla. İkinci gün sabah saat 10 oldu, beyim hala yok. Aradım en sonunda, “Abi, scooter bozuldu, yolda kaldım. Tamirciye geldim.” dedi. “Ulan sığır, ne bekliyordun ki, o alete o kadar yüklenirsen olacağı buydu.” Öğlen geldi, kaldığı yerden devam etti çalışmaya.

Bizim atölye ekibinden Hasbi’yi aldım, gittik tekneye. Hasbi’ye dedim, “Bir kontrol et, yönlendir.” Hasbi uzun uzun anlattı, gösterdi, ne dediysek “Tamam abi.” dedi. Sonra dedik bu iş tek başına zor olacak, yanına birini daha bulalım. Makul yevmiyeyle, benim de tanıdığım, Kazım’ı aldık yanına. Biri macun karıştırır, diğeri çeker. İş hızlanır.

İş hızlanmadı. Bizim Battal Gazi, guletlerden alıştığı gibi, sıyırma macun çekip duruyor. Zımparadan sonra macun kalmıyor. Bir türlü ortaya zemin çıkmıyor. Bir kez daha Hasbi ile çektik, gösterdik. “Önce yükleyeceksin macunu. Sonra takoz zımpara, sonra yoklama, tamam mı?” Beyimin omzu sakatmış, onbirinci scooter kazasında sakatlamış. Takoz yapamazmış. “Hele bir çekin macunu, yaparsın.” dedim. Sonuçta iki kişiler, çok da zor değil. Bir de adam benden on küsur yaş daha genç ve hımbıl falan da değil.

Sonraki günlerde bizim Battal Gazi yatak istedi, klima istedi, bazı günler öğlen saatlerinde tüydü, bazı günler hiç gelmedi. Benim en büyük zaafım, ki bu işlerde kabul edilebilir bir şey değil, parayı saklamam, hemen veririm. Kendimden pay biçerim, içim elvermez. Ama gel gör, bu işlerde gerçekten büyük zaaf. Neyse, Mayıs da böyle geçti. Macun çekiyoruz, zımpara yapıyoruz, macun kalmıyor zeminde, tekrar macun çekiyoruz falan gibi saçmalıklarla uğraşıyoruz. Bir aya biter dediğimiz iş, bir ay geride kaldığında neredeyse bir arpa boyu falan ilerleyebilmişti. Diğer eleman, Kazım’la aylık anlaşmıştım. Ay bitti, iş bitmedi. Bir de oradan girmeye başladı.

Bir sabah bizim Battal Gazi kanlar içinde, kısmen sargılı bir halde geldi. Meğer yine içmeye başlamış, karısıyla tartışmışlar, kadın da saplamış bıçağı böğrüne. Yahu arkadaş, nereye düştüm ben, deli olacağım. Kadın bir de evden kovunca bizimkini, bir de ev tutmamız gerekti beyime. Adamla anlaştığımız rakamın %77,5’unu ödemişim ama işin %25’i belki bitmiş. İkinci ay geride kalmak üzere, marina her ay küt diye 6.380 TL geçiriveriyor ve ben hala sakinim. Arkadaş, bu kadar da sakin, bu kadar da sabırlı olmamalıyım, bağırıp çağırmalı, sağa sola saldırmalıyım. Yok, olmuyor.

Mayıs ortasına gelirken belki de en yerinde verdiğim karar karinayı da sarmak oldu. Kalafatçı aradım, buldum. Adam geldi, malzeme hariç 8.000 TL isterim dedi. “Ulan, zaten battı balık, yan gider. 8.000 kalafata verene kadar, üzerine biraz daha koyarım, karinayı da sararım.” dedim. Aradım elemanları, alın malzemeyi gelin, hemen başlayın dedim. Zaten tekne olmuş çıtır çıtır. Bir ay sonra tüm armuzlar açacak ve aynı kabusu bir kez daha yaşamak istemiyorum.

Mayıs sonuna doğru tekne iyice şenlendi. Yukarıda macun ekibi, aşağıda elyaf timi…

Haziran’da geride kalırken Yengeç’in karinası da sarılmış, direğin zımparası bitmiş, bir sürü ıvır zıvır iş daha hallolmuş ama asıl bitmesi gereken macun işi bir türlü bitememişti. Temmuz’un ortalarına doğru jandarmadan bir telefon alan Battal Gazi Fethiye’ye gitti ve bir daha dönmedi. İtiraf etmeliyim, üzerimden yük kalktı. Aynı günlerde macun ekibine diğer eleman Kazım’ın eşi Aru’yu ekledik. Arzu geldiği gibi en önemli değişim şantiyede sürekli çay, kek, abur cubur, neskafe falan bulmak mümkün hale geldi. Şantiyeye kadın eli değdi resmen. Arzu iyi de çalışıyor, hatta Kazım’ı benden daha iyi kontrol ediyordu. Ve tekrar başladık macuna ve takoza.

Temmuz’da geride kaldı, ver elini Ağustos…
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 594
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#37: 08 Mart 2021, 00:52:22

Sonunda bu tekneyi Rahmi Koç Müzesine alacaklar sanırım. Resmen teknenin yaşam filmi çekilse, gişesi bol olur.

Az kaldı keyif içeren su üstü yazılarını okumaya...
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#38: 08 Mart 2021, 06:54:32
+18 ve bol bip'li olur :))

SM-N910C cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi

  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 594
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#39: 08 Mart 2021, 18:33:17
 ;D   ;D
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne -XIII-
#40: 28 Mart 2021, 01:12:39
2014 yazında Kaş’a göçerken hiç aklıma gelir miydi hayatımın en kötü kışını orada geçireceğim. 40 knot üzeri dokuz fırtına, yılbaşı gecesi 64 knot rüzgarda tonozu koparıp kıçını beton iskeleye, pruvasını yan tekneye yaslayan Yengeç, sel, sabah kalktığımızda tepede beliren şelale, denizde oluşurken gördüğüm üç hortum, rüzgar yokken gelip limanı yıkan, tekneleri deviren dev dalgalar… Bir mevsime tüm doğa olaylarının sığdığı lanet bir kıştı 2014-2015 kışı.

2017 yılı sonlarına doğru Göcek’e göçerken de hiç aklıma gelmezdi, hayatımın en kötü yazını Göcek’te geçireceğim. 2020 yazı hemen her gün aynı serzenişle geçti; “Ne anladım ben bu Göcek’ten?”. Tekne karada, bitmek bilmiyor. Atölyede işler bitmek bilmiyor. İlk kez keyif için denize girdiğimde Eylül ortasıydı. Çevremdekiler sürekli aynı şeyi duyuyorlardı benden: “Ha Göcek, ha Konya ovası.” Gerçekten de, denize çıkamıyorum, yüzemiyorum. Akın akın geliyor insanlar; çarşısında yürüyemiyor, kafesinde oturup ağız tadıyla iki çay, bi lak lak yapamıyorsam sokayım böyle güneye arkadaş. Konya’da da olsam bundan daha farklı geçmezdi günlerim.

Pandemi olmuş yalan. İstanbul, Ankara ve İzmir plakalı araçlarla dolu her yer. Ruslar her köşe başında. Bizde ise vaziyet hepten çetrefil. Battal Gazi sittir olup gideli beri, hala onun yediği haltları temizlemeye çalışarak geçiyor günler. Durumu görelim dedik, komple bir kat epoksi astar attık. Bir ton yoklama-tamir-yükleme vs işi çıktı. Macun su gibi akıyor. İpin ucu kaçtı iyiden iyiye. Bordalar, cam kenarları, nereye baksam harita gibi. Sonunda Kazım ve Arzu’ya bizim ekipten de takviye geldi. Bir kaç gün hep birlikte giriştik macun işine.

Macun yükleme…
Macun-zımpara paradoksu dışında da işler var aslında yürüyen. Ama öyle lanet bir iş ki bu, deli gibi çalışıyor, kalem kalem iş hallediyorsunuz, gel gör, gelen “Aa, hala aynı duruyor tekne.” diyor. Mesela, yeni küpeşteler çakıldı. Çocuk gibi sevindim. Nasıl hoş geliyor gözüme. Ulan benden başka neredeyse farkeden bile yok. Az iş mi ulan, komple küpeşte değişimi…

Bir diğer kallavi iş de Yengeç’in her daim sürprizlere gebe mekaniğinin revizyonuydu. Uzun zamandır aklımda olan işlerden biriydi bu revizyon. Bir de üzerine bizim motor ustamız Hasan “Fazladan bir şaft körüğü var elimde abi.” deyince, hemen başladım üzerine fantaziler kurmaya. Yengeç’in mekaniği muhtemelen son şeklini imal edildiği tersanede almış. Benden önce Ali abi çok çekmiş. Damper dağıtıp, kaplin kesiyormuş. İlk ciddi müdahalemi daha İstanbul’dan çıkarken yapmıştım aslında. Esnek kaplin ilave edilen mekanik son derece iyi randıman vermiş ama gel gör usta olacak denyonun kazmalığından, Kaş yolculuğunun daha başında motorsuz kalmıştık 38 knot Lodos’ta, Marmara’nın ortasında.

Aradan geçen zaman zarfında çok şey öğrendim. Daha da önemlisi, sistemi ve işleyişindeki sorunları gözlemleme şansım oldu. Neyse, uzatmayayım, bizim balyozlu ilah Hasan, balyozunu ve pürmüzünü kaptı, geldi. Hasan’ın elinden balyozunu ve pürmüzünü alırsan toplamanın sıfır ya da çarpmanın birinden farkı kalmaz. Az kahrını çekmedi O da Yengeç’in. Sağolsun, ne zaman başım sıkışsa hemen yanı başımda. Bir de öküz olmasa…

Hasan’la planımız basit; şaftı alacağız, sonra da iç gleni sökeceğiz. Hasan motoryatlardan alışmış, ayır kaplini, koy balyozu. Aynı tarifeyi Yengeç’e de uygulamaya kalktığında ben teknenin başka bir tarafında, başka bir şeyle uğraşıyordum. Balyozun sesiyle birlikte “Sokarım ulan sana o balyozu!” diye uçarak geldim. Klasik savunma cümlesine “Ama abi…” diye başlar, başlayamadı. “Çık ulan yukarı, in makine dairesine, önce bir bak.” dedim. Yengeç’in şaftı iç glene kadar gelip, orada sabitlenmiş vaziyette. O balyoz darbeleri devam etse iç glen, beton, muska tahtası… ne varsa gelecek toptan.

İlk gün denememiz başarısız oldu. Oynamadı yerinden şerefsiz şaft. Muhtemel sebebi, kovan içerisinde yatak olarak çaktığımız “yemiş” dedikleri fiber. Öyle bir tutmuş ki, ne ettiysek oynamadı yerinden. Bir kaç gün sonra tekrar geldik başına. Bu sefer içeride, glen üzerinde şaftı sabitleyen somunu alıp, gleni sökelim, sonra da şaftı çekmeyi deneyelim dedik. Yine olmadı. Çektirme de çaresiz kaldı. En son denememizde, şimdi ne halt ettiğimizi hatırlamıyorum, biraz oynar gibi olunca Allah ne verdiyse giriştik. İşe yaradı da. Ne varsa geldi. Şaft, kovan, muska tahtası, glen… hatta otuz küsur yıllık, görmüş geçirmiş beton da kırıldı.

Olduğu gibi bırakıp çaya gittik. Dönüp bakmak bile istemedim.

Neden, nasıl bilmem, farkettim ki sonbahar gelmiş. Hala macun çekip, takoz yapıyoruz. Dahası, dünya pandemi mevzuunu çözememiş olsa da marina COVID19 uygulamalarının artık bittiğini ve normalleşme sürecine geçildiğini söyledi. Yani, artık aylık 6.341 TL değil yaklaşık iki katını ödemem gerekecekmiş. An itibarı ile suyu dahi olmayan, kendilerine dahi ait olmayan bir alan için ellibin liradan fazla ödemişim. Excel tablosundaki toplam yüzseksenüçbin lirayı aşmış. Ha desem kayığın denize inmesi Kasım sonu. Kasım sonu demek, kışın başı demek. Uzun lafın kısası, yine takkeyi önüme koyup düşünme zamanı gelmişti.

Aklı selim ne diyorsa onu yapmaya karar verdim. Tekneyi taşıyacağım. İlk planda söz konusu alanın sahibi ile konuştum. Sağolsun, komik de bir para istedi. Marinaya da dedim “Gidiyorum ben.”. Yeni plan ana hatları ile şekillendi. Tekneyi Mart sonuna kadar 750 metre ileride ki park sahasına çekeceğim. Orada tüm işlerini bitirip, içime sinecek şekilde denize atacağım. Ekim ayı ortasına kadar çadır sökülecek, taşıma için uygun araç bulunacak ve artık bu marina zulmü bitecek.

Düşüncesi bile rahatlattı beni. Uzun bir aradan sonra, tuhaf bir hafiflik hissettim. Hatta, galiba keyfim yerine bile geldi.
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 3573
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#41: 28 Mart 2021, 09:08:33
Konu bütünlüğü bozulmasın yazmayayım diyorum ama dayanamayacağım.

Aklı selim ne diyorsa onu yapmaya karar verdim. Tekneyi taşıyacağım. İlk planda söz konusu alanın sahibi ile konuştum. Sağolsun, komik de bir para istedi. Marinaya da dedim “Gidiyorum ben.”. Yeni plan ana hatları ile şekillendi. Tekneyi Mart sonuna kadar 750 metre ileride ki park sahasına çekeceğim. Orada tüm işlerini bitirip, içime sinecek şekilde denize atacağım. Ekim ayı ortasına kadar çadır sökülecek, taşıma için uygun araç bulunacak ve artık bu marina zulmü bitecek.

Hanibu sorunun hakkı olan sözcükler bunlar değil ama artık siz boşlukları doldurursunuz.  Muhtemel herkesin aklına bu soru gelmiştir.

Ah be kardeşim Madem marinanın ilerisinde hem de hepi topu 750 metre ilerisinde böyle bir alan vardı ki normalde her hangi bir marinanın çekek sahası mesafeleri de böyledir , Neden işin başında orayı tutmadın? Neden marinaya bu kadar para bayıldın? Keşke başta orayı tutsaydın diyesi geliyor insanın ama demiyorum. Muhtemel onun da başka bir musubet hikayesi vardır. :)

  • IP logged

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#42: 29 Mart 2021, 01:48:42
Yengeç boyutlarında bir tekneyi taşımak tabi ki atomu parçalamak falan gibi bir şey değil ilk bakışta. Ama gel, gör... her hamle kendi içinde bir "challenge" olabiliyor bazen. Bir sonraki bölümde anlatmıştım. Ekliyorum aşağıya.
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 2304
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne -XIV-
#43: 29 Mart 2021, 01:51:45
Cepteki para gibi sarıyaz da tükendi gitti. Teknede hareket yok. Para bitince çalıştıracak adam da kalmadı. Bir de üzerine atölyenin işleri eklenince günler yine uzaktan izleyerek geçiyor Yengeç’i.

Tabi bu kadarla kalsa yine iyiymiş. Bir de üzerine yaptığım saçma sapan bir sakarlıkla sağ eli de bir süreliğine kaybettik. İskele demiri ile forkliftin bıçağı arasında sıkışan sağ elimin üç parmağını son anda kurtardık. Sadece dikişle atlattık. Ama gel gör, kaldık bir süreliğine tek ele…

Ekim ortasında kontrat bitti. Marinaya dedim, taşıyacağım tekneyi. Yavaş yavaş başladım taşınma hazırlıklarına. Kilit sorun uygun bir “boat-mover” bulabilmek. İstanbul’dan gelen bir emmi heveslendirdi, makul de bir para istedi. Tamam dedim, oldu bu iş. Gel gör, taşıyacağımız yere gidince yine hayaller suya düştü. Tırın çekek alanından önceki iki köşeyi dönmesi mümkün görünmüyordu. Marinadan boat-mover istedim, ücreti mukabili, prensipleri varmış, marina sahası dışına çıkartmıyorlarmış. D-Marin’den istedim, onların aracı da zayıf kaldı, gözleri yemedi. Bu arada oldu bu iş diye sevinip, çadırı da sökmeye başlamıştım. Yine girdik çıkmaza…

Dalaman’da bir firma var. Onu aradım. 750 metre mesafe için 6.000 TL istediler. Tek yön hem de. Aynı adamlar, iki gün önce Dalaman’dan tekne getirdiler, 4.000 TL’ye. Yine kütükten kaybettik. Bir kaç gün daha farklı işlerle uğraşarak geçti. Sonunda adamları bir kez daha aradım. 5.000 TL’ye indiler. Bir sonraki hafta Çarşamba günü için sözleştik. Sözleştik sözleşmeye de, hala kafamda aynı soru var; “köşeyi dönecek mi?”

Bu arada gidiş, dönüş ve diğer çekek sahası, oldu yine 15.000 TL. Da işte, ölümü görüp, sıtmaya fit olarak geçiyor hayat. Adamları bir kez daha aradım. Hala net bir yanıt alamıyorum. Dönecek mi, dönmeyecek mi? Tekneyi yükleyip, oraya kadar gidip, dönmüyor köşeyi bu derlerse kesin katil olacağım artık.

Tam da bu sırada marinadan aradılar. Ne zaman çıkıyorsun diye. Aramışken fiyat verin bana dedim altı ay daha uzatma için. Zaten bir ay geçirmişim bile sözleşme tarihini. 32.000 TL dediler.

Tablo şöyle: Çadır sökülecek, tekne taşınacak, herşey yolunda gider de yeni çekek alanına kadar giderse tekrar çadır kurulacak, tüm malzeme -bir kamyon kadar malzeme var tekneden sökülmüş- taşınacak, çadırın tüm malzemesi taşınacak, payanda ve takoz tedarik edilecek ve tüm bunlar bittiğinde tekne ucuz ama gözümden uzakta olacak. Bir de benim ekibi bir daha tekneye sokmam çok zor…

Tüm bu hesapları yaparken aslında ne marinaya, ne de taşıma vs işlerine verecek para yok cepte. Bir şekilde bulacağım nasıl olsa diye yardırıyorum artık. Ne de olsa 20.000 TL para ile başlayıp, buralara kadar geldim ya, artık tuhaf bir özgüven oluştu bende. Aldım elime telefonu, aradım marinayı, yenileyin dedim sözleşmemi. 17 Mart’a kadar, 32.000 TL, aydan aya, 5-6 gibi öderim bir şekilde dedim. Demez olaydım…

Sözleşmeyi uzatınca ilk iş sökmeye başladığım çadırı tekrar toparlamak oldu. Beş günümü yedi. Ama eskisinden de sağlam oldu. Artık ufak ufak başlayacak fırtınalara hazırdık.

Kasım sonlarına doğru, sözleşmeyi de yeniledik ya, tekrar marinanın radarına girmiş olsam gerek, tuhaf telefonlar almaya başladım. İlk aramada, “Sizin teknenin direği çekek alanında. Kapladığı alan için fatura kesmemiz gerekiyor.” dediler. Ulan arkadaş, evden mi getirdim ben bu direği! Adı üzerinde, “teknenin direği”. Olabildiğince kibarca, tekneden söktüğüm ne varsa doğal olarak çekek alanında bir yerlerde istiflemek durumunda olduğumu, bunun son derece normal olduğunu, dahası, neredeyse bir yıldır aynı yerde durduğunu söyledim. Mırın kırın ettilerse de, kesinlikle ödemeyeceğimi, gerekirse kaldırabileceğimi söyledim. Kapattık.

Yaklaşık yarım saat sonra bir başka eleman aradı. Kayığımın bulunduğu yerden taşınması gerekiyormuş! Neden dedim, “O alan güvenli değil.” dediler. Ulan, güler misin, ağlar mısın! Onbir ay sonra mı fark ettiniz buranın güvenli olmadığını. Dahası, ben mi getirip, koydum buraya kayığı… Neyse, taşırım taşımaya ama çadırı sökmem bir kaç gün, tekrar kurmam da en az bir kaç gün dedim. Meğer bombayı sonraya saklıyormuş. “Yeni yerinizde çadır kuramayacaksınız.” demez mi! İyi de dedim, ben nasıl boyayacağım kayığımı? Boya atamayacak, zımpara yapamayacaksam ne halt etmeye çekek parası veriyorum size? Bir süre sonra, boya işini bitirir bitirmez taşımak üzere bir orta yol bulduk. “Ne kadar sürer?” dedi, “Bilmiyorum, bitmesine yakın haber veririm.” dedim. Hafiflemiştim ki, meğer bir önceki de bomba değilmiş. Bombanın Allahı sonunda geliyormuş. “Bir de taşıma ücreti olacak, onu da hatırlatayım.” demez mi! Bildiğin sınanıyorum arkadaş! Ulan şaka mısınız? Küfretmeden nasıl becerdim bilmiyorum ama kısaca kayığıma elinizi sürerseniz mahkemelik oluruz, 17 Mart’a kadar ilişmeyin bana dedim. Hiç bir ekstra ödemeyi de kabul etmiyorum, yeter ulan dediğimi hatırlıyorum.

Marinaya öyle kuruldum ki, yerimde duramıyorum. Bir şeyler yapmam lazım. Acısını banyo tezgahlarından çıkarttım. İki gün, alet kullanmaksızın, deli gibi zımpara yaptım. Kesmedi, direği laga luga yapamayacakları, dahası, para isteyemeyecekleri bir yere taşıdım. O da kesmedi, kovanı saran betonu kırayım dedim. Aldım elime çekiç ve murcu, giriştim. Arkadaş ne beton atmış adamlar, iki gün öküz gibi giriştim, bana mısın demedi. Ama sakinlememe bayağı katkısı oldu.

Keyifli bir marangoz buldum. Sağolsun, makul bir para istedi. İki üç gün direğe giriştik. Para yok ya, ne kadar ıvır zıvır iş varsa bir ucundan dalıyorum. Direkten önce çarmık ayaklarını temizledim. Bir tesisatçı getirip, Hilti ile lanet betonu kırıp, temizledim yerini. Şaft-kovan-iç glen üçlüsünü sonunda, deli gibi porçözle, birbirinden ayırdım. Ahanda, kovan da yamuk çıktı, iyi mi! Ulan şaft düzgün, kovan yamuk, şaka gibi yahu.

Kasım sonuna yaklaşırken iyi kötü bir şeyler yapıyordum ama asıl iş, macun-zımpara-astar-boya serisi olduğu gibi bekliyordu. Bir türlü elim varmıyordu. İşin doğrusu elimin pek yatkın olmadığı işlerdi. Bu grubu görmezden gelip, angaryalarla cebelleşmeye devam ettim bir süre daha.

Boş zamanlarında evlenen bir eleman daha var, ara ara iş veririm, yapar. Zımpara, basit boya, iddiasız vernik işleri gibi işleri, ucuza da yapar. Tek sorun, başka bir iş yakaladığında haber bile vermeden sittir olur gider. En son geçen yaz Dalaman’a ev bakmaya diye gitti, gidiş o gidiş. Neyse, dönmüş, iş var mı dedi, gir dedim sintineye. Detaylı temizlik, zımpara, sülyen ve kivik astardan sonra sintine cillop gibi oldu. Fakat makine dairesinde ne halt etmişse, kurumuyor bir türlü astar. Bir gün, üç gün… bu arada bizim eleman yine paralı bir iş bulmuş olsa gerek, kayboldu ortadan. Ardında bıraktığı makine dairesinin sintinesi on gün sonra anca kurudu…

Bu arada direk taş gibi oldu. Zımpara ve iki kat epoksi reçineyi de yedi ve astar-boya ikilisine kadar beklemeye aldım. Ama bu arada çok canımı sıkan bir şey fark ettik tamiri sırasında. Çürüyen tüm noktalarda montaj sırasında bırakılan vidalar vardı. Vidalar çürümüş, ahşabı da çürütmüş. İmalatı sırasında işi bitince almadıkları o lanet vidalar, dönüp dolaşıp yine bana kapak oldu. O kadar da özenmiştim şu direği yaparken…

Aralık ayının ortalarına geldiğimizde beklenen telefon geldi. Marinadan arayıp 32.098 TL tutarındaki borcumu hatırlattılar. Yılbaşından önce bir kısmını ödeyeceğimi belirttim. En azından yarısını ödemeye çalışacağım dedim. Peki dediler. Çok da kasmadılar.

Oysa bana öyle gelmiş. Çarşamba günü konuşmuştuk, Cuma günü Nükhet aradı. Eve bir tebligat gelmiş Marintürk’ten. Nasıl olur yahu dedim. Noterden 3 gün içinde 32.098 TL borcumu ödememi, aksi durumda icra takibine geçileceğini belirten bir tebligat. Kesinlikle sınanıyorum…
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

B

Burak Doneray

Ynt: Ölçüsüz Emek: Ahşap Tekne
#44: 29 Mart 2021, 02:31:10
Eve bir tebligat gelmiş Marintürk’ten. Nasıl olur yahu dedim. Noterden 3 gün içinde 32.098 TL borcumu ödememi, aksi durumda icra takibine geçileceğini belirten bir tebligat. Kesinlikle sınanıyorum…


Kolaturca gibi marina . Bazı marinalar mavi bayraklı olur bunlar tebligatlı marina .Borcu büyüt  koy yengeci kucaklarına 5 seneye şirketi yer senin kız.
  • IP logged

 
Yukarı git