Heyamola Hey

Havuzluk => Köşe Yazıları => Konuyu başlatan: Ahmet Kabaalioğlu - 29 Aralık 2016, 01:45:12

Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 29 Aralık 2016, 01:45:12
Bu başlık altında toparlayacağım yazılarım yaşantımdan bir kesitten oluşmaktadır. Zamanlara tarihlere dair belki küçük karışıklıklar olabilir. Çünkü doğaçlama olarak yazdığım anılardır. Aklıma geldiği şekilde yazıyorum. Bu anıların bir kısmını  önceden  Gezgin Korsan ve Denizler Bizim forumlarında da  paylaşmıştım. Bu yüzden aramızda bu kısımları okumuş olanlar çoktur. Fakat yeni okuyanlar için konu bütünlüğü olması ve yeni paylaşacağım anılarda bir çok bilgiyi yeniden açıklamaya gerek kalmaması adına  eski yazılarımı da paylaşıma sunmak istiyorum. . Küçük bir kasabada tüm kurallarını denizin belirlediği bir yaşam ve geçim biçimine dair kesitler.  Bu anılar daki kişilerin tamamı gerçektir, bir kısmı aile fertlerimdir, çoğu rahmetli olmuştur, bir kısmı da hala denizlerde dolaşır durur.  Bu vesile ile bu dünyadan göçenler rahmet, sağ olanlara da selamet dilerim.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 29 Aralık 2016, 02:14:09
Son Denk Kayıkçısının Hatıratı (Fırtına)

Eskiden Anadolu’da teknoloji İstanbul gibi büyük şehirlere nazaran en az 10-15 yıl geriden gelirdi. Bu yüzden 44 yaşında olmama rağmen  büyüdüğüm küçük Karadeniz Kasabası olan İnebolu’da yaşadıklarım,büyük şehirlerde yaşayan bugünün 55-60 yaş kuşağının yaşadıklarına yakın olduğunu hissediyorum. Ama ikibinli yıllardan sonra her yer eş zamanlı olarak teknoloji ve deneyimi paylaşır oldu. Bu yüzden bu başlık altında paylaşacaklarım biraz benim jenerasyonuma göre uygun olmadığı hissi uyandırabilir.Birde kendimden ortalama  40-50 yaş büyüklerin deneyimlerinden faydalandığımızı  eklersek bir anda 1940-50 lerin denizcileri ve ekipmanları ile karşılaşmış olacağız.Ortam hakkında kısa bir bilgilendirmeden sonra bende etki bırakan seyirleri  ve hatıraları bölümler halinde paylaşmayı arzuluyorum.

Siz hiç mürettebatının tamamı yaşlı ve kurt denizcilerden oluşan bir tekne de bulunduğunuzu düşündünüz mü? Bir zamanlar ben bulunmuştum hem de miçoluktan itibaren.Birde hep aynı insanlarla. Yaş ortalamasının 55+ olduğu bir teknede miço olmak  13 yaşından itibaren. İki efsane denizci iki efsane adam dedelerim, ikisi ile de deniz çıkmak nasip olmadı. Çünkü ben tekneye çıktığım yıllarda biri felçli diğeri de 70 li yaşlarını geçmiş teknelerini karadan takip ve idare eder durumdaydı. Fakat başka bir efsane “ son denk kayıkçısı” bulunduğum teknenin reisiydi. Kendisi 60 lı yaşlarında ömrünün tamamını denizde geçirmiş eski bir kaptandı. Artık uzak yolu bırakmış aynı zamanda dünürü olan dedemin teknesinde reislik yapardı.  Son denk kayıkçısı normalde çok nazik tabiri caizse karaya ayak bastığında mütevazilik ve kibarlıktan tanınamaz hale gelirdi. Fakat tekneye adımını attığı andan itibaren her şey değişirdi.Her tarafa bağırıp çağıran asla hata affetmeyen bir adam oluverirdi. Herkes korkudan titrerdi. İnanılmaz bir kurallar bütünü içinde buluverirdiniz kendinizi. Öyle bir kural ve komuta sistemi vardı ki herkesin durması gereken yer bile belirli ve sınırlıydı.İşin ilginç tarafı bu insanlar üşümüyor, yorulmuyor,acıkmıyor hatta konuşmuyor bile, taki dinlenme zamanı gelene kadar.Seyirde mürettebat dinlenemiyordu çünki yapılması gereken o kadar çok iş olurdu ki avlanma mahaline gelene kadar bitmezdi bile.Zaten bitse de iş çıkartırdı rahmetlinin kendileri. Miçonun işinin zaten bitme şansı yoktu.Diğer ayrıntıları da hatıraların içinde paylaşmaya gayret edeceğim.
 
1989 yılı aralık ayı son günleri idi. Gündönümü gelmişti ve günlerden cumartesi idi.O zamanlar Kalkan balığı trolle değil gözüne ağ ile tutulurdu.Bu ağ belirli bir derinlikte kıyıya paralel şekilde 60 yada 90 parça ağdan oluşan bir takım şeklinde deniz dibine döşenirdi..Bu ağlar denize yatıya bırakılır ve bir hafta sonra gidip çekilirdi. Bizim her bir takımımız 90 parça ağdan oluşurdu ve her 15 ağda bir şamandıramız bulunurdu.Ticari balıkçılık yaptığımız için bünyemizde birden fazla teknemiz vardı.Boyları 8,30 ile 13metre arasında değişirdi.İsimleriyle yaşar isimleriyle ölürlerdi.Çakraz, Çelebioğlu, Emrullah Reis, Korkmaz Reis, Tarakçın, bunlardan bazılarıydı.En meşhurları Çakraz’dı. Çakraz Yelkenli bir Çektirmeden bozma balıkçı kayığıydı.Taka desen taka değil, çektirme desen çektirme değil, alamotra desen hiç değil melez bir şeydi işte. 1986 yılında Mart ayında son seyrine çıktı, Kerempe burnuna gitti ve sağlam bir karayel havasında ful arma yelkenle döndü karaya çıktı ve  ardından bir daha denize inmedi. Son seferini de dedemle yaptı .Dedemde ondan sonra bir daha denize çıkmadı.Ben okulda olduğum için katılma şansım olamadı.Genç rakipleri Çakraz’ın sonunu getirdi ve 1992 yılında  benim tarafımdan parçalanarak odun haline dönüştürüldü..O yıllarda avcılık türüne göre tekne kullanılırdı.Her sezonun ve avcılık türünün bir tarzı vardı.Şimdilerde birçok avcılık türüne çok çabuk uyarlanabilen  tekne türleri var.

O gün denize açıldığımız teknemiz 1983 Kurucaşile yapımı 9 metre boyunda 4 metre eninde bir alamotra idi.İçinde 32 hp pancar makinası vardı. Tekne tam yolda 10 knota kadar çıkardı.Seyir sürati üç çeyrek yolda 7,5-8 knot civarı olurdu.İşte o Cumartesi gece üçte yola çıkmak üzere hazırlandık.Toplamda 4 saat gidiş yolumuz var.Aynı bölgeye ağ çekmeye gidecek üç tekne daha var ve onlarda hazırlanıyorlar.Bizim reis iskelede bulunan elektrik direğinin önünde gemici oturuşu vaziyetinde çökmüş ve direğe yaslanmış, filtresiz sigarasını içip doğuya doğru bakıyordu.Tekne onbeş dakikada neta edildi.Reis diğer tekne reislerine havaya dair bir şeyler söyledi.Hava hoşuna gitmemişti.Oysa ne hava durumunda nede havanın gidişatında görüntüsünde bir sorun yoktu.Hava gündoğusu gibiydi.Rüzgar neredeyse hiç yoktu..Deniz yüzeyinde yaklaşık 2 metre yüksekliğinde sis vardı.Ama deniz öyle bir durgunduki bizim tabirimizle karıncalar su içiyordu.

İşte tam o sırada teknenin en önemli adamı yani ben geliyorum. Kucağımda zar zor taşıyabildiğim, battaniyeye sarılı en önemli emanet, yani pusula ile geliyorum.Pusulanın başına bir şey gelmesin diye teknede bile bırakılamıyor, kıyıya bgelince doğru kulübedeki yerine gidiyor..Büyük bir seromoni ile başaltı ambar kapağının gönyesine alıp sarsıntıdan vs. oynamasın diye kutusunun etrafından lastiklerini geçirip sabitliyorum.Reis kuleye dümene çıkınca bir bakıyor pusula yerli yerindeyse sorun yok ama en ufak bir terslik olursa yandı miço.O gün bitmez artık.Pusula dediğim öyle sıradan bir şey değil çift çemberli pirinç pusula, içine oturtulduğu sandık bile tutkalla birleştirilmiş vaziyette.

Sonrasın da en önemli adamda tekneye atlamış olduğu için, her şey neta ama son bir kontrol, bidonlar bağlanmış, kasalar bağlanmış, halatlar roda edilmiş, motor kaputu açılıp, kancası takılmış, vs.vs. bir sürü acayip sıralama.Bunların hepsi toplam bir dakika bile sürmüyor.Ardından tonoz halatı baş ipine bağlanıyor ve güverte reisi besmele çekip suya bırakıyor. Teknelerde uyuyanlar rahatsız olmasın ve de makine ısınsın diye limanın kırmızı fenerine kadar rölantide seyir. Kırmızı feneri bordalayınca önce tamyol ve maksimum zorlama ve iki dakika sonra yeşil fener bordalanır gaz kolu üç çeyrek yola düşürülür, saate bakılır ve burun seyri başlar. Sonradan öğrendiğime göre önce tekneyi zorlamanın sebebi bir terslik olacaksa yol yakınken olsun mantığıymış. Ardından burundan buruna doğuya doğru kıyı seyri başlar.Zaman zaman kayık değişik olsa da saat aynı saat, pusula aynı pusula, reis aynı reis ve bölge aynı bölge.Hiç mi şaşırmaz bu denklem hepmi aynı çizgiden gideriz.Dalga yoksa hep kendimizi test eder duba burnundaki iki kayanın arasından soluganı hesap edip geçer gideriz(Çevreye yaşlıyız ama biz bu işi biliriz, bizden iyisi yok imajı vermek için)Bu geçiş esnasında en geniş yeri 4,20 olan teknenin iskele ve sancak bordalarında en fazla yarımşar metre pay kalırdı.Ne zaman bindireceğiz diye çok merak etmişimdir.Ama bu esnada çok zevk aldığım şeylerden biri olurdu, su kuşlarının biz kayaların arasından geçerken kayanın üstünden suya atlamalarını izlemek inanılmaz güzeldi maalesef o zamanlar fotoğraf makinamız yoktu bir çok güzel görüntüyü hafızamıza kopyalamak zorunda kaldık.

Hiç o kadar durgun bir deniz yaz aylarında olmazdı.Teknenin baş denizleri tam bir ikizkenar üçgen vaziyetinde yayılıyordu. Sanki fermuar açılırmışçasına. Bense yine kutsal görevlerden birini yapıyordum.Bu görev çok ilginçti.Koca Karadeniz’de bir tek bizim şamandıramızda bayrak yoktu.Biz özel bir takımdık ya; bu yüzden bizim şamandıralarımızın tepesine deve dikenine benzer iğne yapraklı bir çalı bağlardık.Bu dikenli bitki sadece bizim yörede mezarlıklarda bulunurdu.Bu yüzden  son denk kayıkçısı limana gelirken mezarlıktan bu çalılardan keser ve elinde çiçek buketi gibi getirirdi. Bense bunları uzaktan görünecek şekilde her şamandıranın tepesine bağlardım. Ayrıca her onbeş günde bir değiştirmemiz gerekirdi. Kesildikten sonra iki gün içinde kurur ve rüzgarla acayip ses yapardı. İşte biz bu yüzden bu zahmete katlanırdık. Bizim en yoğun siste bile ağımızı bulamadığımız hiç olmazdı.  Herkes ağını bulamaz geri dönerdi. Ama son denk kayıkçısı öyle bir hesap yapardı ki, koca Karadeniz de bir saat ve bir pusulayla bizi herhangi bir şamandıramızın yaklaşık yüz metre yakınına götürdü. Gözle göremesek bile makine stop edilir sessizce dinlerdik ve dikenli çalıların hışırtısını duyardık. Herkesin koca kayıkta ne işe yaradığını merak ettiği küreklerimizi takar yavaş yavaş sesin üzerine giderdik. Ama onbeş gün sonra kuruyan yapraklar dökülmeye başlardı. İşte bu günde öyle bir gündü.Bir çok tekne reisi denize çıkmadı.Zaten bizim takım normal değildi ki. Reisinin ve takım sahibinin isimlerinin önlerinde deli ibaresi vardı. Balıkçılar arasında böyle anılırlardı.Bizim oralarda eskiden fazlaca cesur,inatçı  ve agresif denizcilere  hemen bu şekilde isim takılırdı.

Bir önceki paragrafta bayrak diye bahsettiğim aslında şamandıraların ucundaki teknelerin isimlerinin yazılı olduğu flamalardır. Genelde üçgen olurlar ve üzerlerinde tekne ismi ile numara yazar. Fakat bizimkilerde numara yazmaz. Numara yerine şamandıranın direğinde sıralı faşina vardır. Yani bir nolu şamandırada bir düğüm demeti , 5 noluda beş düğüm demeti bulunurdu. Uzaktan bakınca biz hangi şamandırada olduğumuzu bu düğümleri sayarak anlardık. Düğüm demetleri ayrı renkte olurdu. Her şey olabildiğince eski usül yani...

Seyir sorunsuz ve keyifli devam ediyordu. Oldum olası teknelerde pancar ve lombardini tarzı vuruntulu motorları(süper starda dahil (sulu olmasına rağmen)) sevmezdim. Bunlar genellikle hava soğutmalı  ve vibrasyonlu motorlardı. Ne kadar devirli kullanırsanız kullanın hala yuvarlak dönmezlerdi ve hep aptal çalışırlardı. Bu makinaların yarattığı titreşimden insanın burnu sürekli kaşınır ve bir çoğumuzda burnumuzu, kulağımızı sık sık ,işaret ve baş parmağımızla sürekli kurcalamak tik haline gelirdi. Gerçi o zamanlarda emsal motorlar lister petter ,iskandiye , vira,  vs. gibi sulu makinalarda keyifli değildiler.Yolculuğun bir buçuk saatlik kısmı bitmiş, Kastamonu ‘nun Abana ve Çatalzeytin İlçeleri arasındaki Hacıveli Kayası denen muhite gelmiştik.Kıyı seçilmiyordu ama biz bulunduğumuz yeri biliyorduk.

Günün en kısa olduğu zamanlar olduğu için  sabaha daha çok vardı . Hem karanlık hemde sis her şeyi berbat ediyordu. Hesabımız şafak atarken ağın başında bulunmaktı. Hacıveli Kayası bordalanınca kıyıya iyice yakın düştük dalga olmadığı için seste duyulmuyordu, ama biraz daha kıyıya yakın düşüp kayalığı gördük ve yeni rota için pozisyon aldık. Rotamız Kastamonu’nun  Abana İlçesi açıklarından başlayıp Sinop’un Ayancık ilçesi Açıklarına kadar devam eden su altı platosuna ulaşmaktı. Kıyıya yaklaşık yer yer 20 dm uzaklıkta uzanan bu su altı şekli doğu batı doğrultulu yaklaşık 5 dm genişliği olan bir avlaktı. Modern ekipmanlar olmadığı için yeri usta çırak ilişkisi ile biliniyordu. Biz buraya mera diyorduk ve su derinliği bir anda azalıyor ve doğu batı doğrultusunda stabil olarak devam ediyordu.. Buradaki boşluklara ağ atabilmek için  tüm balıkçılar arasında bir mücadele söz konusuydu. Bizimde bölgede iki takım ağımız bulunurdu. Reis yol kesti ve miço  yine kutsal görevlerinden birini yaptı pusulanın camı üzerindeki çiği sildi. Zaten bundan sonra sık sık bunu yapacaktı. Biraz duruldu, mazot tamamlandı , bu esnada kıyı kerteriziyle akıntıya bakıldı , ardından saate bakıldı ve yıldız kerte gündoğusu(Reis böyle derdi ama baze 7 dereceye kadar düşürüp 15 dereceye kadar değiştirdiği olurdu.Çaktırmadan bakardık) rotasına seyir başladı.Reisin hesabına göre İlk takım ağımızın iki nolu şamandırasını  2 saat 35 dakika sonra görme pozisyonuna gelecektik. Perakete falan kullanmadığımızı da belirtmekte fayda var. Seyir süratine ulaşınca kuleden (biz davlumbaz da deriz aslında birinci kamaranın kasarasıdır.)arada bir sigarasının izmaritini suya atar ve kıç tarafa kadar izlerdi.

Umarım okuyanlar sıkılmıyordur , yaşantımdan denize dair özel bir kesiti paylaşıyorum. Bazı şeyleri aktarabilmem için bağlantılı bilgileri de açıklamam gerekiyor. Bu yüzden paragraflar uzun ve karışık olabiliyor.

Yaklaşık 2,5 saatlik kıyıdan avlanma mahalline olan seyrimiz başlamıştı. Daha on dakika geçmemişti ki, başüstün de oturan şimdi rahmetli olan mantarcımız reise seslendi. Duyuyomusun “Doğu Almanın Sesini” dedi. Reiste bir dakika sonra Sancak omuzlukta görürüz diye cevap verdi.Tabi bu işin içinde olanlar için bu tabirler çok normal ve anlamlı. Doğu Alman dedikleri dönemin çektirmelerinde kullanılan bir makine.Gar gur gar gur acayip bir ses tınısı vardır. Neredeyse sesinden makinanın devrini sayabilirsiniz. Nitekim bu anlaşma metodundan sonra sancak omuzlukta beş altı yüz tonluk kereste yüklü bir çektirme hayalet gibi karşımıza çıktı. Öyle bir yüklü ki, kemere hattında yumrular suya beraber gömülü vaziyette, dört kişilk personelinin hepsi vardiyadalar. Hiç panik olmadan selamlaşıldı ve göz gözü görmeyen siste hatta şakalaşıldı. Zaten bizim reis onların piriydi acayip saygı duyarlardı. Çok kısa bordalayarak seyir yaptık onlarla .Reis kuleden çektirmenin kaptanına devam etme İnebolu’ya gir hava hoşuma gitmiyor aşağıya atlayacak diye seslendi. Kaptanda avucunda tuttuğu bir kese kağıdı kuru üzümü reise fırlattı. O da yakaladığı bu kuru üzümü hemen bana uzattı ve bende hemencecik atıştırmaya başlamıştım. Sonra tekrar rotamıza döndük. Çektirmede tekrar hayalet gibi sisin arasında kayboldu gitti.

Söz konusu yörede "havanın aşağıya atlaması" ,Genel itibariyle doğu ve kuzeyli havanın; batı ve güneyli havalara dirise etmesi anlamında kullanılırdı ama pratikte her zaman havanın Poyrazdan Karayele geçmesini olarak karşılık bulurdu. "Aşağı havası" terimi de güneyli havalar için kullanılırdı.
Bu başlığın içinde barınan "Denk Kayığı", tamamen başka bir konu başlığı ve içerik ihtiva eder. Kısaca bahsetmek gerekirse "Pereme Kütüğü" olarak ta nitelendirilen ve "önce kabuk" metoduyla üretilen kürek ve yelken ile yürütülen yöreye özgü bir yük kayığıdır. Liman olmadığı dönemlerde gemi boşaltma ve yüklemede kullanılırlarmış. Milli Mücadelede tüm cephane bu kayıklar ve kayıkçılar tarafından karaya çıkarılıp Anadolu'nun içlerine kağnılarla ulaştırılmıştır. Bu yüzden İnebolu Kayıkçılar Loncası'na da Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası verilmiştir. Bu Yüzden İlçeye de "Kayıkla Kağnının Mucizeler Yarattığı Belde" denilmiştir.

İşte bu denk kayıklarından son birkaç tanesinin sahibi bizim meşhur reisimizdi. Gerçek anlamda "Son Denk Kayıkçısı" kendisi olurdu. Liman yapılmadan önce maden gemilerine kazanlarla kıyıdan her hava koşulunda aralıksız bakır madeni taşırmış.(Bakır ve pirit madeni Kastamonu'nun Küre İlçesinde çıkarılır ve İnebolu'dan deniz yoluyla sevk edilirdi.)  Onunla son zamanlarında, çok küçük yaşlardan itibaren denize çıkabilen son aile ferdi olma şansı da benim olmuştu. Ama bu durum beraberindeki bilgi ve denize olan ilgimin artması , fertlerinin artık denizde olmasını istemeyen bir ailede , profesyonel denizcilik hayatımın başlamadan sonunu hazırlayacaktı.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 29 Aralık 2016, 09:55:03
Denizde hiç çalkantı olmadığı için bir işle uğraşmayanlar çöktükleri yerde uyukluyorlardı. Derken seyrin ortalarına doğru kahvaltı sofrası kurulmaya başladı. Kumanyalar fındık dallarından örme kapaklı sepetlerde intizamlı bir şekilde yerleştirilirdi. O sepetlerde eğrilerin arasına öyle bir otururdu ki en sert havada bile  yerinden kıpırdamazlardı. Çay demlenmişti. Denizdeyken demlik kullanmazdık, sadece demirdeyken, ya da çalkantısız zamanlarda üst demlik kullanılırdı. Diğer zamanlarda çay için su kaynatılır, kaynamış suyun üstüne bir kapak çay atılır ve çaydanlık battaniyeye sarılıp bekletilirdi. Çok da lezzetli olurdu. Yine öyle bir şekilde bendeniz tarafından çay demlenmişti. Kamaranın içinden kumanyayı arka kapıdan uzatıyorum. Ambar kapağı ters çevrilmiş ve sofra yapılmış vaziyette. Ambar kapağının kenar pervazları bardak devrilmesini engelleyecek yükseklikte yapılırdı. Ortasında da tutma kolu olurdu. İşte bu kol sofrayı hiç bozmadan teknenin içinde başka yere taşımaya yarardı. Her şey çok pratik ve modüler. Menüye gelince, siyah zeytin, beyaz peynir, sade tahin helvası, gemiden verilen kuru üzüm, bir tavaya yöresel peynirle (Bölgede “kesik” derler , bir nevi böreklik peynir) kırılmış onbeş adet yumurta, pancar motorun yaydığı ısıdan biraz yumuşamış tereyağı ve sabahçı fırınından alınmış delikli çörekten oluşuyordu. (yörede ramazan pidesinin delikli ve susamsız olanı her sabah fırınlarda çıkar ve kahvaltıda tüketilir.). Bir de evlerden gelen börekler vardı. Güverte reisi sofranın başına çöktü ve besmele çekip ilk çöreği dörde böldü ve bir parçasını denize fırlattı. Bu arada alt muşambalarını giymiş olanlar güverteye oturmuşlardı bile. Diğerleri kamara duvarına ve parampetlere yaslanmışlardı, çünkü balıkçı teknelerinde kışın güverte hep ıslak ve nemli olur bu yüzden  muşamba hemen giyilir. Ardından içine tereyağı sürülmüş birazda peynir koyulmuş çeyrek çörekle bir su bardağı şekeri karıştırılmış çay reise uzatıldı ve kahvaltı başladı.

Kahvaltı bitimine şafak atmaya başlamıştı. Herkes alt üst muşambalarını , çizmelerini bir çırpıda giymiş kenarda köşede sabah sigaralarını içerlerdi. O zamanlar şimdi eve sokmadığımız margarinler gibi sigara da inanılmaz popüler bir olguydu . Hemencecik ambar kapağı ters çevrilip denize silkelendi ve kapatıldı.Ardından bir yandan denizden su çekilip güverteye vuruluyor ve fırçalanıyordu. Sap çakılmış 18 kiloluk yağ tenekesine bağlanan iple , o yolda giden tekneye su çekmek  ayrı bir sanattı. Uzun ipinden ileri fırlatıp bir çırpıda küçük bir hareketle yarım dolmasını sağlayıp ve bir çırpıda yukarı alınırdı. Bunu sağ elle yaparken sol elle de  kamara korkuluk demirlerine tutulunur ve küpeşteden hafif sarkılırdı.Zaten tutunulmasa o süratle seyrederken teneke adamı denize çekerdi.  Çabucak güverte yıkandı en son ekmek kırıntısıda firengi deliğinden denize akıp gidene kadar güverte fırçalandı.

Vaktin geldiği, herkesin giyinmiş kuşanmış biçimde neta oluşundan belliydi. Ortalık yerde paçariz verecek hiçbir şey kalmamış, denize dökülecek ağların üstü açılmış, çekilecek ağlar için çuvallar(biz peştamal deriz ama şimdilerde leğen kullanılıyor.) hazırlanmış ve bir uçlarından kamara korkuluk puntellerine bağlanmış, boylamalar karışmadan dökülecek şekilde bağları açılmış, şamandıralar ve çapaları sıralı dizilmiş vesaire bir sürü hazırlık. Bıçaklar (normal hayatta satır dediğimiz cinsten) ve kakıç ucuna monteli balık kancaları bileniyor ve yerlerine kaldırılıyor. Bu sırada saat yediyi geçmiş sabah olmuş olmasına rağmen sis hala kalkmamıştı. Ama biz ağ suyuna gelmiş olduğumuzu reisin saatine sık bakmasından anlıyorduk.

Ardından reis önce yol kesti sonra boşa alıp tekneyi serbest bıraktı. Bu sırada hiçbir konuşma olmamasına rağmen çarkçıbaşı eline iskandili aldı.(Çarkçıbaşı derken gerçek bir  çarkçıbaşı emekli olalı yıllar olmuş oda Reis gibi uzak yolu bırakmış ve ömrünün son günlerini en büyük hobisi olan balıkçılıkla doğduğu yörenin denizlerinde geçiriyor. Gerçi teknedeki kimse bu işi para için yapmıyordu zaten sadece para için böyle bir işte yapılmazdı.) Ardından çarkçıbaşı teknenin durduğunu hissetti ve iskandilin kurşununu suya bıraktı ve dibi bulduktan sonra başladı kulaçlamaya mantarcı da  elemüte iskandil ipini sarıyor.(elemüt: bir tür makara, sapından tuttuğunuzda kurşunun ağırlığıyla kendisi dönen tahtadan bir düzenek.) Onbir kulaçtan sonra neredeyse hep bir sayıyoruz.12, 13, 14 ve onbeş…. Mantarcı çarkçıya bir sigara uzatıyor. Yine kaybetti, 15 kulaçtayız tam meranın başlangıcında, belki beş yüz metre geriye gitsek elli altmış kulaç derinlik var ama biz adaya geldik. Bu av bölgesine ada, mera gibi isimler derdik. Reis yine etrafa bir hava atarcasına bakındı. İki numara  beş dakikaya sancak omuzlukta olmalı dedi. Fakat çarkçı  ve ben iskele omuzlukta belli belirsiz bir şey gördük. Aynı anda şamandıra iskelede dedik. Reis Allah Allah bu nasıl olur dedi daha 5 dakikası olması lazım. Ama bizi kırmadı döndü şamandıranın üzerine. Onun kanaati bizim ağ olmadığıydı biz bunu hissediyorduk. Hatta içinden küfrediyordu “Korsanlar ağımızı körletmişler”diye. Bu şu demek oluyordu. Bizden sonra verimli bölgede bulunan ağlarımızın önüne ve arkasına ağ dökerler biz gitmeden bir gün öncede gidip ağlarını toplarlardı. Balıkçılar arasında da böyle bir korsanlık olurdu. Bize pek yapamazlardı ama belli de olmazdı. Fakat yanına geldiğimizde cismin bir şamandıra olmadığını, soğuk savaş döneminin aktörlerinden biri olduğunu gördük. Seksenli yıllarda Karadeniz’de özellikle bizim bulunduğumuz bölgede yangın söndürücüye benzeyen, üzerinde anteni olan verici tarzı cihazlar bulunurdu. Bizim Ördek lakaplı mantarcımız bunları alır, sökerdi içinden kuru akü falan çıkardı. Her ne kadar kurcalama denilse de  mutlaka kurcalardı. Zaten kendisi küçük sandalıyla da birkaç kerede mayın falan bulmuş güvenlik güçlerine teslim etmişti. Reis bu cihazları kayığa aldırmazdı ve kızardı. Nitekim yine kızdı beni şamandıramızdan uzaklaştırdınız diye.

Sonrasında tekrar hafif poyraza doğru beş dakika kadar gidildi. Reis, Bakın bakalım  tam kafada olması lazım dedi. Ama nafile sis biraz çözülmüş olmasına rağmen şamandıra yok. Hemen makine stop sessizce dinliyoruz ama rüzgar olmadığı için seste yok. Reis çuvalladı zannediyoruz ama o pek böyle bir şey yapmaz. Genelde iddiayı çarkçı kazanır, Ördek kaybeder. Ama şamandıra yok. Tekrar makine çalıştırılıyor. Ağ doğu batı doğrultulu döküldüğü için üç nolu şamandıra için doğuya gidiyoruz, onu bulamadık dört beş diye arayacağız. Bu sefer güvertede yeni iddialaşma, iki nolu şamandırayı gemi kesti ya da bulamadık üzerine. Bizim bağladığımız şamandıra kasası çözülmez, hem doblin olur, hem de bedene volta şeklinde. Büyük ihtimalle biraz kaloması fazla olmuş ve gemi pervanesi kesmişti. Ya da Korsanlar biz ağımızı bulamayalım diye sabote etmişlerdi. Ama reis yanılmamıştı  ağı toplayınca iki nolunun olmadığını kesildiğini görecektik. Çünkü zamanı dolunca 3 nolu tam pruvada karşımıza çıktı. Ardından şamandıra boylamasından akıntıya baktık. Sular bizim tabirimizle “dere gibi” karayel. Ama nasıl olur, kimse bir şey anlamadı. Ağın sonuna kadar gittik. Normalde teknede istifli bulunan ağ önce aynı yerin biraz altına yada üstüne dökülür. Ardından denizde ki ağlar çekilirdi. Balığın kıt olduğu zamanlarda risk almamak için önce çeker eğer balık çıkarsa aynı yere yeni ağları dökerdik. Ama şimdi bulunduğumuz yer bizim tarlamız gibiydi. Bizi hiç yanıltmazdı, hep balık yapardı bu yüzden orayı kimseye kaptırmazdık. İstifli yeni ağları önce dökmemiz gerekiyordu. Yedi nolu şamandıranın başına geldik.Tekne boşta eğleniyor, reis etrafa bakıyor. Ardından bu hava benim hoşuma gitmedi bu havada burada  ağ bırakmam denizde bulunan iki takımı da çekicez ve kaçıcaz dedi. Çok hızlı bu takıma yapışalım ardından diğer takımı da çekelim dedi. Teknede vardı 90 parça ağ. Buraya haftada bir geliyoruz diye takımı altmış parça ağ yerine doksan parça ağdan donatıyorduk. Denizde de çekeceğimiz takımla birlikte günü gelmemiş bir takım daha vardı. Yani 180 parça ağ da denizde vardı. Bu rakam bu teknenin maksimum limitleri olurdu. Yani 180 parça ıslak ağ, 90 parça kuru ağ, balıklar vs.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 29 Aralık 2016, 09:56:43
O zamanlarda hidrolik makaralar yoktu. Makinanın  önüne yapılan bir kasnakla, kayış vasıtasıyla sancak omuzlukta döndürülen bir tambur sistemi vardı. Ağ bu tambur ile basılırdı. Bu günkü modern hidrolik ya da elektrikli makaralar gibi düşlemeyin. Normal dikiş ipi makarasının kocaman olanı yani bir buçuk metre boyunda ve yarım metre çapında yüzeyine deri çakılmış iki sağlam ayakla sancak postalarına bağlanmış bir düzenek. Makina ne kadar devirli dönerse onunda ciddi devir artırdığı bir sistem. Bu sırada dökülecek ağların ekipmanları tekrar çabucak toplandı ve üzerleri örtüldü. Herkes uçacak her şeyi bağlıyor. Şamandıra çapaları bile  güvertede  örtülü ağın üzerine dengeli paylaştırılıyor. Derken Besmele ile ağa yapışıldı. Neredeyse yarım yol ağın üzerine giderek ağ basıyoruz. Bu temponun maksimumu demektir. Bundan sonrasına yetişmemiz mümkün değil tekne ağı geçer ağ geriden gelir, balıklar dökülür, ağ pervaneye dolanır vs. sıkıntılar. Bir kişi ağı basıyor, arkasında üç kişi ağdan balık çıkarıyor, çöpleri temizliyor ve ağları üç ya da beş adette bir çözüp çuvallara bohçalıyor. Sonrasında onları kıça dengeli bir şekilde taşıyıp istifli ağların üzerine yerleştiriyor. O yıllarda kalkancı teknesinde güverte çok kullanıldığı için kamara küçük ve dar olur ve orta hatta yakın olurdu. Başüstü de çok kullanıldığı için voli ve gırgır kayıkları gibi kamara büyük ve başta olmazdı. Kamaranın darlığından dolayı kamara sokakları o kadar geniş olurdu ki elimizde zor taşıyabildiğimiz bohçayla kıç tarafa koşarak geçerdik. Tabii ki bir kişi dümende durup ağın çok gerginleşmeden çekilebilmesi için ağın üzerine manevra yapıyordu. Bir kişi de makaranın altında durup , kancanın tersiyle ağa vurup midye istiridye vs. şeyleri tekneye çıkmadan dökülmesini sağlıyordu. Aynı zamanda düşme riski olan balıkları kancayla emniyete alıp makaradan geçmesini sağlıyordu. Çok hızlı bir tempoyla başladık ilk balığımız kocaman bir irina belki beş altı kilo rahat var. Ben hiç sevmem kendilerini. Hem ekonomik değeri yok. Hem ağdan çıkartması zor, hem de koca kuyruğu ile ağı birbirine kattığı için üç gün düğüm çözüp ağ tamir ediyoruz. Ardından kalkanlar gelmeye başladı her bir minimum üç kiloluk. Çünkü o zamanki ağların gözleri köşegeni 40 olan ölçüdeydi ve küçük balıkların hepsi bir kuyruk hareketiyle karşı tarafa geçiyordu. Bir nevi eleniyorlardı. Gelen balıkların hepsi canlı; sanki bir saat önce ağa vurmuşlar gibi. Canlı balıkları galsamalarından ipe diziyor üç tanede  bir düğümlüyorduk. Artık yavaş yavaş sis çözülmüş güneş doğmuş ortalık epey aydınlanmış fakat güneşin kendileri ortada yoktu. Normalde on-onbir gibi kalkması gereken sis erken çözülmeye başlamıştı. 45-50 ağ çektik ki hava hala sütliman ama reis çaktırmadan gaz kolunu azıcık daha ileri dayanıyor ve tempoyu dahada arttırıyor. Çünkü biz yetişemiyoruz ,anlıyoruz ama yukarı kim söyleyecek ki, yukarı kafamızı kaldırıp bakamıyoruz bile.. Neyse birinci takım 90 adet ağ çekildi. Yanlış hatırlamıyosam 47 tane balık çıkmıştı. Biz ikinci takımı çekmeden önce güverteyi neta ediyoruz. Tekne tam yol diğer takım ağın üzerine gidiyor. Zaten iki takım paralel dökülmüştü ve araları on dakika civarındaydı. Zaten sis çözüldüğü için arama derdimizde olmadı. Hemencecik pruvada görünüverdi. Biz daha güverteyi yıkamayı bitiremedik bile. Hemen kayış takıldı. Makara dönmeye başladı.(makine çalışırken takılıyor, enteresan bir mantıkla keser sapıyla kasnağın içine geçiriliyor.) Çarkçı kayışı takar takmaz şamandırayı yakaladı ve ağı basacak gemiciye tamburun üstünden atlatıp verdi. Çok zamandır alışık değildik bu tempoya, bırakın boşa almayı ,tekne yavaşlamadı bile. O hızla başladık ağları çekmeye. Yoğunluktan kafamızı kaldırıp etrafa bakamıyoruz bile.Bir ara doğrulduğumda açığımızda ve yalımızda ağ çeken birer tekne daha gördüm. Bizimle beraber sabah hareket eden komşularımızdı. O zamanlar her tekneyi yapısından uzaktan tanırdık. Bu esnada süt liman denizin üzeri “kıvırcık” diye tabir ettiğimiz minik bir dalgalanma oluşmaya başlamıştı. Takımın yarısını geçmiştik ki, reisten emirler yağmaya başladı. Emirlerin yarısı neredeyse benim görevim. Nefret ediyorum bu angaryadan, mazotu tamamla,her şeyi bağla, bayrağı bağla(Bayrak bizim için çok kıymetli yırtılmaması lazım), bidonları bağla, içeride dökülebilecek her şeyi bağla ,bıçakları el altındaki yerlerine tak, fırçayı kovayı bağla, kürekleri kakıçı, gönderi ve benzeri uzun yer kaplayan alet edevatı kamaranın üstündeki  korkuluk demirlerine bağla, Makina kapağını kapat manikaları arkaya bakıt vs. Normalde kamara korkuluklarına bağlı duran  boylama halatları vs.halatlar her şey çuvallanıp baş altına kaldırılıyor. Kumanya sepetleri, piknik tüp vs.şeylerin hepsi eğrilerin arasına sıkıştırlıyor.Bunları yaparken bir ara dışarı çıktım.Süt liman deniz yerini ardı ardına gelen sörf dalgası gibi dalgalara bırakmış ve rüzgar çıkmış. En son reisin 8 düğmeli gemici kaputunu ve uzattım giysin diye. Ama o da ne muşambalarını ve çizmelerini de istedi. Ben en sert havada bile giydiğini görmedim. En kötü içeriden dümen tutardı. Son yirmi ağ kaldı ki  hava karayelden bindirdi. Denizler hendeklemeye başladı. Rahmetli Ördek Rasim “Karayelden Kar Havası” dedi Reise seslenerek. Reiste  döndü bu başka dedi ağı kesin bu “erbain” dedi. Son iki şamandıra kalmıştı. Yani 15 -20 ağ kadar bir şey. Çarkçı ağı makara altından yakaladığı gibi ,vurdu bıçağı bıraktı denize. O zamanlar teknelerde av tüfeği bulunurdu. Hemencecik havaya ateş edildi. Diğer tekneler bir terslik olduğunu duysun diye hemen bayrak çözüldü diğer teknelere bayrak  çevirerek ve ceket sallayarak haber verildi. Tam yol toka kıyıya kaçış başladı. İçeri girmek yasak herkes bulunması gereken yere çökecek sağlamca tutunacak, yapacak bir şey yok bundan sonrası denize çıkmaya tövbe ettirecek cinsten.

O dönemde kullanılan ağ çekme düzeneğine dair ara bilgi:
Makinanın önünde normal kayışların bağlı olduğu kasnağa iki sıralı ilave bir kasnak olurdu.Aynı zamanda sancak bordada boylu boyunca uzanan uzunca bir aktarma mili bulunurdu.Bu milin makine tarafındaki kafasında kayış takılacak kasnak bulunur , makara tarafında da gücü makaraya aktaracak redüksiyonlu dişli sistemi bulunurdu.İş te makinada gücü alabilmek için iki kasnağın aktarımını kayışla sağlardık.Gergi mandalı olmadığı için normalde bu kayış makine stop halinde takılması lazım.Fakat öyle alışmışlar ki bir tarafa taktıkları kayışı diğer dönen taraftaki yuvasına keser sapıyla(parmaklarını kaptırmakak için) takarlardı.(keser sapının bir özelliği yok yani bu işi bir tahtayla yapmak istedikleri için sanırım ele en kolay gelen el altındaki alet galiba)Kayış çok uzun olduğu için bu kadar esnerdi ve yerine takılırdı.
Aslında baştan yapmam gereken birkaç konuya dair bilgilendirmeyi, hatırladıkça ilave ediyorum. Şimdi bu tekneleri bizim tuvaletli, muhafazalı ocaklı, hidroforlu teknelerimizle ya da büyük balıkçı tekneleriyle karıştırmamak lazım. Bu teknede su içebilmek bile bir öğreti. Yere çöküyor, sol elinizle bir yere tutunuyor, sağ elinizle 10 litrelik bidonu tersten tutup dirseğinizle omzunuzun üstüne oturtuyorsunuz.Tüm güç dirsekte. 10 litrelik bidonun da ağzı sizin ağzınıza doğru bir açı yapıyor.Dirseğinizle yatay konumdaki bidonu kaldırıyor ve ağzınızı bidona değdirmeden içiyorsunuz.Bunu öğrenene kadar zaten burnunuzdan çok su çekersiniz.Zaten bidonu iki eninizle kaldırsanız ilk yalpada denizdesiniz. Tuvalet olayına hiç girmiyorum o bambaşka  bir öğreti. Zaten bu tekneler stabil olmadığı için öyle büyük teknelerdeki gibi Michael Jackson dansı falan yapamazsınız. Bacakları aynı açıyla basmazsanız zaten ilk yalpada denizdesiniz yada kafayı gözü kırarsınız.Öyle tutunmadan ayakta durmak falan yok ilk fırsatta çökmeniz ve ağırlık merkezini güverteye yakın tutmanız gerekiyor.Bu tekneler kapalı güverte olduğu için küpeşteler çok yüksek değil, yelkenli ve motoryatlar gibi vardevela dikmeleri  ve  telleride olmaz.

İkinci husus ise buradaki navigasyon bilgisi; kıyı kerteriziyle oluşturulan bir açı ve pusula konumlandırmasıyla yapılan bir seyir.Kullanılan alet sadece pusula, iskandil ve saat.Ağı kim döktüyse o bulabiliyor.Tarifle bulmak çok güç.Ağı döktükleri zamanki akıntı ve çekmeye gittikleri zamanki akıntı ve rüzgarı tecrübeleriyle kafalarında hesaplıyorlar.Bir nevi bu bilgileri ağı dökerken kafalarına not ediyorlar, modern cihazlarda yapılan markalama benzeri işlemi basit ölçümlerle yapıyorlar.İşin içine tecrübe girince hata payı modern elektronik cihazlarla neredeyse aynı. Bu iş biraz bilgisayar yokken tutulan muhasebeye benziyor.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 29 Aralık 2016, 09:57:47
Teknede “erbain” kelimesinin anlamını bir ben bilmiyormuşum gibi hissettim. Sormaya da cesaret edemiyorsunuz ki? Ama eve dönünce şansımı deneyip öğrenecektim. Erbain kırk yıl,kırk gün veya kırk vakit süren karakış demekmiş eskilerin dünyasında.

Çok kısa sürede denizler kabardı, dalgalar öyle büyüdü ki  bazıları reis pozisyon alamayınca bir taraftan patlıyor hepimizi ve güverteyi yıkayıp gidiyor. Ama hala yağmur yok. Yağmur yağsa rüzgar yumuşayacak ama yağmıyor. Dönmemiz gereken rotaya göre rüzgar ve dalgalar sancak omuzluktan geliyor. Maalesef tekne dövüşüyor ama havayı yenemiyor. Dalga üstüne çıkıyoruz, ardından tamyol kıyıya doğru sörf yapar gibi cığıyoruz. Reisin dalgayı kullanarak hız kazanıp kıyıya inebilmeyi düşündüğünü  tahmin ediyoruz. Fakat o kadar çok dümen, yol kes yol ver manevrası var ki makine veya dümen dolabı ne zaman su koyverecek diye korkuyorum. Ya böyle bir şey olursa.

Tekne dalga üstüne çıktığında kıç taraf tüm yüke rağmen boşa çıkıyor, eğer reis yol kesmese havada dönen pervane kıç altını parçalayacak. Öyle ürkütücü bir ses çıkartıyor ki, gök gürültüsü halt etmiş. O sırada kıç altına girip salmastra, kalbin, klen vs. yerleri kontrol etmem söylendi. Küçük olduğum için çökerek rahatlıkla girebiliyordum. Kıç altına girdiğimde hiç bu kadar rahatsız olduğumu hatırlamıyorum. Hemen yanımda çalışan bir makine, dönen bir şaft,tepemde ileri geri hareket eden yeke bağlantı borusu, tutunacak yer yok, korkunç ses işin cabası. El fenerini  şafta bir tuttum, bir de ne göreyim. Şafttan serçe parmak kalınlığında su geliyor. Zaten sintinedeki su da bayağı yükselmiş. Hemen yukarı çıktım ve haber verdim. Hemencekik demirden kocaman tulumbalar çıkartıldı ve dönüşümlü su basmaya başlanıldı. Bu işten dolayı dışarı bakmamıştım bile. Kafamı kaldırıp kuzey batıya doğru baktığımda her yerin bembeyaz olduğunu gördüm.Dalgaların üzerindeki sifoz (sepken), insanın yüzüne çarptığında, iğne batmış gibi acıtıyordu. (Sifoz yada Sepken:Dalganın üzerindeki serpinti)

Denizin rengi normalde mavi diye bilinir, Karadeniz daha yeşile çalan bir renge sahiptir. Ama bu gün beyaz ve sarı renkteydi. Tekne dalga üzerinden aşağıya doğru sörf etkisiyle cığarken hızı en az bir buçuk kat artar. Tekneyi hızlandırması gereken motor bu esnada tekneyi yavaşlatmaya kontrol altında tutmaya çalışır. Ama bu dalga büyüklüğünde ve hızında güç yetmiyordu. Reis dümen hareketleriyle tekneyi dalgaya dik açıya getirmeye çalışıyordu. Hepimiz biliyorduk ki bu büyüklükte dalgaya bir kere aykırılarsak (yanlarsak), rüzgar önünde yuvarlanan kola kutusu gibi yuvarlanacaktık. (Aykırılama-Yanlama : iki dalga arasındaki hendekte paralel kalmak yada “aykırılamak” denir) Bir daha doğrulur mu bilinmez de. Rahmetli Ördek Rasim bir eliyle bir şamandıradan tutmuş, diğer eliyle baş üzeri omuzluğundan tutmuş diz çökmüş oturuyor. Ben de korktum, hemencecik kendime yakın bir şamandırayı çözdüm ve kucakladım. Şamandıralar içi mantar dolu filelerden yapılırdı. Mantar dediğimiz plastik mantar değil, ağaçtan yapılmış gıcı dediğimiz mantarlar. Neredeyse büyükçe bir damacana  büyüklüğünde olurdu ve bir kişiyi rahatlıkla taşırdı. Şimdilerde ise can simitlerinin üzerine platform şeklinde hazır şamandıralar var, hemde ışıklı.

Kamaranın arka duvarına yaslanıp ayaklarımı da orta kaynaya uzatıp kendimi sabitledim. Orta kayna ya da kayıt Teknenin kemere hattında kıç üzeri ile baştarafı birbirinden ayıran dikine yerleştirilmiş bölme tahtasıdır. Zaten motor kaputunu kapatmış olduğumuz için üstünde üç kişi yan yana aynı pozisyonda oturuyoruz. Ama benim kucağımda şamandıra var. Ben iskele tarafında oturuyorum. Benimle ortada oturan arasından egsoz ve susturucusu yükseliyor. Sese alışkınız ama egsozun ağzı iskeleye baktığı için rüzgar altına düştüğümüzde koku ve üfleme yüzüme geliyor ve rahatsız ediyordu. Zaten oldum olası beni deniz tutar bir de mazot ve egsoz kokusu dayanılmaz bir hal aldı.

Bu sırada sırası gelen tulumbanın başına geçiyor. Beni deniz tuttuğu için artık sintineye indirmiyorlardı. Bir şeyden olsun yırtmıştım.

Başladık dalga saymaya, Karayel ve yıldız havalarında yedi dalgada deniz maynalaması gerekir. Dalgalar kırılmalı, azalmalı, ama onbeş dalga oluyor hala bir şey yok. Mücadele başlayalı bir saat oldu ama ne kadar gittiğimizi bile bilen yok. Evimizin penceresinden böyle dalgalar çok görürdüm fakat içinde ilk defa oluyordum. Derken reis zamanında manevrayı yetiştiremedi, teknenin içine bir dalga göçtü ne var ne yok yanımızdan denize gitti. Tekne üzerindeki suyu süzüp toparlayamadan ikinci dalga çöktü bu sefer yanımdan dalgayla birlikte ördek Rasim geçti gitti. Bakışlarını hala unutamam. Uzandım ama yakalayamadım. Zaten ufacık tefecik bir adamcağızdı. Son bir manevrayla kıç babaya tutundu. Zaten cizmesinin dişleri de istifli ağlara takılmış son anda ayağından çıkmıştı. Hemen Çarkçı kendisine bir ip attı ve onu teknenin beline çektik. Kendimizi bağlamaya da korkuyorduk zaten. Allah'tan Reis üçüncü dalganın üstüne döndü. Bu seferde dalga kafada patladı, devamında kamaranın camları da patladı. İçeriye kamara camlarından bir fıçı su doldu anında. Tulumbayı çiftledik sintinedeki suyu yenmemiz gerekiyordu. Çünkü sintineden çalkalanan su teknenin dengesini bozuyordu. Çift tulumbaya geçince suyu yenmeye başladık ama yorucu kısmını kimse tahmin edemez. Yediğimiz dalga meşhur “üçleme” idi. Sonrasında biraz toparlandık. Üçlemenin arkasından tam yol dalgalarla cığıyoruz. Reis tekneyi dalgaya bir bindiriyor. Of of of  böyle bir sürat yok. Altımızdan geçen dalga  bizi geçtikten sonra devasa bir hendek yapıyor.Resmen kontrollü sörf yapıyoruz. Tekne dalganın üstüne bindiğinde kepçesi küpeşte yumrularına kadar suya gömülüyor neredeyse kısa süreliğine 50-60 derecelik bir açıyla dikiliyordu. (Kepçe : bu tip alamotra teknelerin baş üzerlerindeki genişliktir.Baş üzerleri yarım ay gibi olur.Küpeşte yumrusu ise: Bu tip teknelerde kuşak yumrusundan hariç küpeşte dışında da sert ağaçtan bir yumru olurdu.

Bu tarz küçük balıkçı teknelerinde denize çıkan insanlar genelde kara kuru zayıf ama atletik insanlar olurdu. Çünkü bu çalışma ve yaşam biçimi bunu gerektirirdi. Reiste bunlardan biriydi. Hiç üşüdüğünü görmedim ama bu gün oda üşümüş balıkçı muşambasının yakasını bir eliyle kapatmaya çalışıyordu. Normalde muşamba giymezdi bahriyeliı kaputu ile gider gelirdi.

Diğer iki kayıktan haber yoktu. Zaten görme şansımızda yoktu. Deniz yüzeyinin iki metre üstü bizim sifoz dediğimiz uçuşan su kütleleriyle kaplıydı. Kıyıya biraz olsun yanaştığımızı hissediyorduk. Dalga ve rüzgar dengesizleşmişti. Dalgalar daha uzun yayılıyordu. Bu da daha hızlı mesafe katetmemize yarıyordu. Fakat aniden makine sesi değişti. Kayık tam yol dalgaya döndü. Oturduğumuz yerden arkaya baktığımız için ne olduğunu anlamak için kamaranın kenarından kafayı uzatarak baktım. Eyvah yine devasa bir üçleme geliyor. Dalgaya dönüldü yol kesildi. Ama deniz bir göçtü ki kayığın tepesine, yukarıda bağlı olan kürekler ve kakıçlar kepçe bile koptu denize gitti. Denize giderken, küreğin bir tanesinin palası pervaneye çarptı. Nasıl oldu anlamadık istesek yapamazdık. Koca kürek nasıl gitti pervaneyi buldu. Neyse diğer dalgalarla rölantide yükselip alçaldık. Bu sırada güvertedeki su firengi deliklerinden tahliye oldu. Ardından Reis geri döndü. İnatçı adam nolucak. Kürekleri alacakmışız. Kayıkta oturarak tutunup duramıyoruz. Bir de küpeşteden sarkıp kürek alıcaz. Hayır bu kürekler zaten normalde bile taşınamayacak kadar ağır. Neyse binbir isyan kürekler sorunsuz alındı. Bu sefer kaytanlarından bordaya bağladık.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 29 Aralık 2016, 09:59:10
Artık kıyı seçiliyor rüzgarda biraz yumuşadı ama devasa ölü denizleri var, demek ki açığı hala esiyor. Hava iyice beyazladı. Derken, lapa lapa kar başladı. Kar taneleri kocaman kocaman. İki dakika kıpırdamadan durun kardan adam oluyosunuz. Ama iyi haber mücadelede üçüncü saat bitiyor Abana Limanı mendireği göründü. Liman göründü diye seviniyoruz ama bir türlü yakınlaşmıyor. Görünen yere gitmemiz yaklaşık bir buçuk saat daha sürecekti. Herkes biraz rahatladı birbirlerine sigara bile ikram etmeye başladılar. Limana yanaştığımız sırada reis dümene bir şey oldu diye bağırdı. Hemen kıç altına girildi ve bakıldı, yeke pes etmiş aktarma koluna bağlantı yerinden çıkmıştı. Hadi şimdi yeni manevra . Küreği almaya döndü diye reise çok kızmış kendi aramızda bir sürü laf söylemiştik. Ama şimdi sanki onlar başkasıymış gibi davranarak kıç babaya küreği hemen bağladık. Artık Abana limanının Koltuğuna girmiştik. Az sonra limanda olacaktık.

Nitekim sorunsuz yanaştık, ardımızdan diğer teknelerde geldiler. Biz teknedeki ağları, balıkları ve benzeri ağırlıkların hepsini çalıştığımız kabzımal firmasının bizi karşılamaya gelen kamyonuna verdik. Ayrıca boşalan mazot bidonlarını da  doldurduk. Ben bu iş bitti limana geldik, tekneyi bağlar, minibüsle İnebolu’ya gidilir, teknede de biri vardiyacı bırakılır diye düşünüyordum. Herkeste öyle düşünüyordu. Ama bizim reis ben burada kayık bırakmam dedi. Haydaaaa bu nerden çıktı şimdi. Herkes kayığını demirledi bağladı sağlama aldı, kimi kabzımal arabalarıyla kimi minibüsle İnebolu’ya dönüyor.

Bizim Reis ambardan halatları çıkarttırdı. Bir palanga sistemi kurdu. Orada iskelede bağlı duran bir kum çektirmesinin bom direğinden halat aldı. Kayığın kıçını yukarı bastık. Bir sandalla gidip pervaneye dümene baktık. Sorun olmadığını gördük. Ardından şaftın grasörlüğüne yağ bastık, çıkan yeke pabucunu taktık ve tekneyi neta ettik.

Bizimkisi hala burada tekne bırakmam bu hava bir ay sürer, biz bu kayığı burada nasıl zapt ederiz. İkindiye hava yumuşayacak biz basar gideriz diyor. Sanki az önce denize çıkmaya tövbe eden biz değilmişiz gibi. Sonra bize anlatmaya başladı; bu havanın poyraza dönebileceğini ve Abana Limanının poyrazda korunaklı olmadığını, hem bu kayığı karaya almamız gerektiğini falan anlattı da anlattı. Bu arada balıkçı kahvesinde sıcak çaylar içildi, biraz olsun dinlenildi. Ama bu arada da dışarıda kar diz boyu oldu.

Reis  ekibe; siz posta minibüsüyle gidin hadi biz üç kişi kalalım tekneyi getirelim dedi. Kendimi son ana kadar minibüsle gidecek ekipte görüyordum. Hatta akşamüzeri arkadaşlarımla Çulluk için geçit beklemeye bile gidebileceğimi hayal ediyordum. Tam havasıydı çünkü. Ama yanılmışım, bizimkiler minibüs saatini beklerken biz bismillah deyip palamarları çözdük bile. Çok bozulmuştum ama yapacak bir şey yok. Minibüsle giden ekipte kayığı çekmek için önden hazırlık yapacaktı. Minibüsle yol yarım saat ama tekneyle bir buçuk saatti ama bu havada herhalde üç dört saat sürebilirdi. Tabi arada limanda bir bisiklet bulup çarşıya gittim. Jetonlu telefondan dedemi arayıp selamette olduğumuzu söyledim.

Ama limandan ayrılışımızı görmeliydiniz. Yine genellikle olduğu gibi sıra dışı bir şey yapıyoruz ya, hemencecik “Deli bunlar” tespitine maruz kaldık. İskeledeki insanların bakışlarından anlaşılıyordu zaten.Ama bizim bütün bu görüntüye rağmen, havamız yerinde, tamyol ileri kafayı iskeleye dayayıp kıçı açtırıyoruz. Tam iskeleye çıkacakken tam yol tornistan, tekrar aynı manevra olduğumuz yerde geri dönüyoruz. Milletin telaşeli bakışları arasında  ayrılıyoruz. Bu manevra esnasında ayakta durmak bile zordur. Çünkü bu tarz balıkçı tekneleri ilk hareketlerini devirli yaptığınızda çok ani atak yaparlar. Neyse bordada asılı olan lastikleri de içeri aldık ve seyrimiz başladı. Yeşil feneri dönünce yine dalgalarla dövüş sanatı icra edilecekti.

Ara bilgilendirme;  "iskeleye çıkmak" tabiri bizde iskeleye bindirmek anlamında kullanılır. Arasıra farkında olmadan kullanıyorum bu tip tabirleri. Farkedersem parantez içinde açıklamaya çalışıyorum. Balıkçı tekneleri İskeleye çalışmak (İndir bindir yapmak vs.) için yanaştıklarında sancaktan bordalarlar. Eğer danayatacaklarsa iskeleden aborda olurlar. (Danayatmak birbirinin üzerine bordalamaya denilirdi.) Şimdi bu balıkçı teknelerinde usturmaça yerine araba dış lastiği kullanılır. İskele taraftakiler devamlı bağlı dursada sancaktakiler içeri alınır. Ama bizimki gibi küçük teknelerde lastikler hep içeri alınır ve yerleri vardır oralara kaldırılır.

Dar alanda manevra yaparken tekneler düşük yolda pek dümen dinlemezler, bu yüzden balıkçı teknelerinde reisler bu manevrayı seri yaparlar. Balıkçı teknelerinde yelkenlilerde olduğu gibi, gövde süratini sağlayacak minimum motor gücü kullanılmaz genelde daha büyük makine bulunur. Bu yüzden bu manevralar daha güvenli olur. Ayrıca salma ve civadra olmadığı için daha rahat manevra yaparlar.

Bunları açıkladıktan sonra gelelim manevraya; teknenin sancak tarafından iskeye bordaladığını düşünelim. Kıç halatları çözülür (biz baş ipini de çözerdik), bu vaziyette iken sancak baş omuzluktan iskele ile teknenin arasına bir lastik sarkıtılıp tam yaslayacağı yerde elle tutulur. Dümen sancak alabanda edilip ,ileri yoldan motora yüklenilir. Teknenin kafası yaslanıp kıçı iskeleye doğru açmaya başlar, bu esnada dümen tam iskele alabanda basılıp, tam yol tornistan ve baş halatı çözülür. Ardından ileri geri üç dört manevrada geri dönüş ve ayrılma gerçekleşir. Makbul olan baş ipi bağlı olmadan ve lastik sarkıtmadan bu manevrayı yapmaktır. Yani tam iskeleye yaslanacakken, tam yol tornistanla kurtarmak, milletin yüreğini ağzına getirmektir. Biz de tam öyle yapardık. Normalde bu manevra yapılırken herkes başa koşar tutmaya çalışır falan ama bizlerde herkes soğukkanlı bir şekilde halat roda etmeye falan devam ederdi, tabi ayakta denge sağlayıp durabilenler.

Bu mantık motor tahriğiyle giden teknelerin başının dönmemesi, kıçının atması prensibinden dolayı manevra teknelerinde çok kullanılır. Motor seyrinde giderken dümen manevrası yaptığımızda teknenin başı dönmez, kıçı dönmek istediğimizin aksi istikamete döner. Yani araba gibi değildir. Bu yüzden manevralar teknenin kıç tarafını serbest bırakacak şekilde yapılır. Sözüm klasik pervane tahrikli tekneler içindir.Manevra pervanesi, kontrollü pervane, su jetleri,rotörlü pervaneler gibi modern alet edevatta nasıl olur bilmem.

Kürek için söylenebilecekler ise;
9-10 metreye kadar kayıklarda  şöyle kallavi olanından bir tek kürek lazım aslında , ama bu modern(!) teknelerde bu kürek için yer yok ki? Direğe ya da bumbaya bağlamak lazım. Zaten 9 metre tekneyi idare edecek bir küreğin pala boyu en az üç metre olur,bir metrede izbandut ve elcik kısmı olur. Alın size dört metre bir şey. Hem de teknenin estetiğini bozacak cinsten.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 29 Aralık 2016, 10:02:19
Yeşil feneri dönmek için dalga sayıyoruz ve bir boşluk yakaladık yarıntının arasından çıktık. Mendirekten ve kıyıdan biraz daha açılınca çalkantı ve dalga stabil bir hal aldı. Rüzgarı kalmış ama hala kocaman dalgalar.Fakat bu sefer tekne yükünü bıraktığı için daha rahat manevra yapıyor. Sadece pervane çürük suda dönmesin diye kıç üzerindeki ağların bir kısmı duruyor. Kar bir yandan devam ediyor. Limanda ne güzel güverteyi yıkamıştık, yeniden beş santim kar oluverdi. Yolumuz kısa olmasına rağmen kafa denizleri ile vuruştuğumuz için hızlı ilerliyemiyorduk. Normalde dalgalı denize pek denize konmayan yaban ördekleri ve kazlar limanın koltuğuna konmuşlar, onlarda havayla mücadele edemeyip yollarına devam edememişler. Zaten limanın içi de yeşilbaş ve elmabaş ördeklerle doluydu. Denizde bizden başka kimse yok, zaten diğer tekneler Abana’da kaldılar ufak çaplı onlarda zarar görmüştü.

Normalde kimsenin denize çıkmayacağı bu hava bize normal gelmeye başlamıştı.Sabahki havadan sonra çıta bayağı yükseldi bizde normal zannediyoruz bu yüzden.

Kamaranın kırılan pencerelerine limanda muşamba çakmıştık. Biraz cesaretim arttığı için ön tarafa yürüyeyim belki izin kopartırsak kamaraya girer kapıdan bakarım diye  düşündüm. En azından ben olsun kardan adam olmayayım dedim. İzini koparttık içeri girdim baktım çarkçı bir yandan su basıyor diğer eliyle  ekmek kemiriyor. Zaten dişlerin yarısı yok yandan yandan ekmeği kopartıyor. Beni anında deniz tuttu zaten hemencecik kafayı sancak kapıdan çıkarttığım gibi rahat bir nefes aldım normale döndüm. Ardından bir kuru ekmek dilimi de ben aldım kemirmeye başladım. Ekmek sepetinin ağzı açılmış, pancar motorun sıcak üflemesinden peksimet gibi olmuş.

Fakat bir terslik vardı, Reis ikindiye doğru hava yumuşayacak dedi ama sanki hava üzerine koyuyor gibi. Hava bir saat mola verip yeniden soluklandı gibi. Biz yolu yarıladık, artık burun başlarına yakın düşüyor sahil yolunu görebiliyoruz. Bizi kabzımal arabaları kıyıdan takip ediyorlar. Zaman zaman onları da görüyoruz. Artık havanın verdiği mola bitmişti. Son bir saatlik yol kalmıştı ki hava sabahkinden de sertleşti. Bizim reisin inatçılığı işte. Sanki madalya takacaklar bize. Bir müddet sonra kızdı bize su basmayı falan bırakın dışarı çıkın diye. Önümüz akşam, güneş kar bulutlarının arasında bir görünür gibi yaptı ve Çatalkaya’nın arkasına saklanıverdi. Etrafa bir bakındım sabahki hava ne ki,bu daha bir alem sizin anlayacağınız hava almış kırkdokuz elliden. Önce kar yavaşladı ölü denizler büyüdü ardından göstere göstere rüzgar indirdi ama ne rüzgar. Sabahki kaçıktı, hava kaçık yapmıştı ama bu öyle değil bayağı oturmuş tayfun gibi bir şey. Her şeyiyle bir geliyor. Ne istiyorsa bizden ya da biz ne istiyorsak ondan. O zamanlar poseidondan falan haberim yok duyduğumuz kadarı ile Kasım ile Hızırı biliyorum.

Bu sefer tekne dalgaya vurduğunda bir yerler kesin patlayacak .Büyük ihtimalle tahta atacak, motor arızası haricinde en büyük korku bu. Hava da daha kuzeyli oldu yıldıza drise etti. Bir yandan bildiğim sureleri okuyor bir yandan da İnebolu Limanının kırmızı yeşil ve beyaz fenerlerinin sıralarını sayıyorum. Yahu hava düzgün olsa buradan limana yüzerim bile ama gördüğümüz yere gidemiyoruz nasıl bir şeydir bu. Çok yakınız işte. Okyanus mu burası burada böyle şey olur mu nasıl bir durumdur bu. Biz isyanlardayken sancak bordadan bir deniz göçtü üzerimize, aman Allahım, kayık zor toparlandı. Niye bunu reis kollamadı derken yol kesip atladı dümenden, yine yeke uzatması çıkmıştı. Uğraşıp takamazdık da. Biz daha macera yaşamamışız. Macera daha yeni başlıyomuş. Limanın ağzında batıcaz neredeyse.

Bu sefer kürekle dümen tutmak yerine kıç üzerindeki, tüm balıkçı teknelerinde bulunan kapağı açtık. Çünkü ağların çoğunu boşalttığımız için bu kapak açılabiliyordu, sabah bu kapağın üzeri dolu olduğu için kürekle çözüm üretmiştik. Buradan şafta, grasörlüğe ve en  güzelide dümenin kafasına ulaşılıyordu. Hemen uzun saplı boru anahtarı dümenin yekesine kol olarak takıldı. Reis bacaklarını ambara doru soktu ve beline kadar girdi. Artık dümeni oradan tutuyordu. Hemen gaz telini pirinç gaz kolundan söktük, makine üzerindeki kolun üstünden tel alınıyordu altından geri çeken yay. Hemencecik yerlerini değiştirdik ve teli arkaya uzattık. Çektik baktık çalışıyor hemencecik ucuna fırça sapını kırıp doladık. Oluverdi yeni bir gaz kolu. Tek telden asılınca insanın elini kesiyordu. Böylece tahta saplı bir gaz kolumuzda oldu. Onu da tutuşturduk reisin eline. Keyfi yerine geldi başladı tekrar denizle kavgasına.

Limanın ağzındayız neredeyse bir mil var yok ama gidemiyoruz. Havada kararıyor. Daha fazla kıyıya gidemiyoruz. Tam sınırdayız. Tam bizi geçtikten sonra dalgalar patlıyor ve kıyıya doğru yayılıyor. Güç bela limanın ağzına geldik, fakat giremiyoruz, bu sefer döndük açığa dalga sayıp, tekneye sörf yaptırarak gireceğiz. Kıçtan kullanıldığı için sağlıklı manevrada yapılamıyordu. Neyse saydık ettik, yakaladık bir üçleme tamyol bindik üzerine, tam limanın burnunu dönecekken dalga bizi geçti ve hendeğe düşürdü, gelen ikinci dalgada üzerimize göçtü, Ağlar falan denize gitti biz zaten ne olduğumuzu anlayamadık. Aynı zamanda tekne de kuzeye döndü ve üçüncü dalga kafada patladı. İskele omuzlukta da yumrunun altında bir tahta patladı. Bu sırada bu dalga bizi kendi etrafımızda döndürdü ve bir ara sıyrılıp mendirekten içeri atladık. Ardından limanın içine doğru arkamızdan yayılan dalga bizi hızlandırdı.Başaltından tahta patlayan yerden gelen su felaket, hemen oraya çok hızlı bir muşamba çaktık.Zaten kıyıda ırgat ve felekler hazırlanmış bize ışık yakıp söndürüyorlar. Tamyol gittik ilk feleğe bindirdik. Bir çırpıda kıyıda olanlar gidibot halatlarını kancalarına taktılar. Biz makinayı stop edene kadar tekne bir boy karaya çıkmıştı bile. Kıyıdaki kalabalık o kadar fazlaydı ki ırgat olmasa da o tekneyi asılıp çekerlerdi zaten. On dakikada tekne balıkçı kulubemizin önüne kadar çekildi. Biz içinden atlayamadık bile.

Bundan sonra bir müddet ben denize çıkamadım. Ama Reis haklı çıktı. Deniz yaklaşık bir ay düzelmedi. Oralarda ağı kalanlar ağlarını kaybetti. Teknesini bırakanlar çok kötü zamanlar geçirdi. Biz tekne ağ falan düşünmeden sobanın arkasında oturup denizi seyrettik.

Selam olsun hepsine…
Şimdilik Hoşçakalın.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 29 Aralık 2016, 10:12:44
Hikayenin kahramanı kayık sol başta donamı sökülmüş ve sonunu beklerken;
(http://i.hizliresim.com/QvVyYZ.jpg) (http://hizliresim.com/QvVyYZ)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 29 Aralık 2016, 10:49:30
Biraz daha görsellerle desteklemeye çalışayım;
(http://i.hizliresim.com/za0ypg.jpg) (http://hizliresim.com/za0ypg)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Cevat İpekçi - 31 Aralık 2016, 23:02:08
 Eksik olma Ahmet kaptanım. Tekrar severek okudum. Rahmetli olmuş değerli denizcileri saygı ile anmış olduk.
Sevgiler selamlar.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 01 Ocak 2017, 00:35:45
Eksik olma Ahmet kaptanım. Tekrar severek okudum. Rahmetli olmuş değerli denizcileri saygı ile anmış olduk.
Sevgiler selamlar.

Teşekkür ederim Cevat Abi, fırsat buldukça önce paylaştıklarımı sonrasında yenileri eklemeye çalışacağım.Selametle.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ersin Böke - 02 Ocak 2017, 12:19:33
Bu arada ben alttaki İngilizce yazdığın yazıya takıldım.. Türkçe yazsana O 'nu , başkaca bir gerekçesi yok ise..  ;)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Ocak 2017, 12:24:40
Bu arada ben alttaki İngilizce yazdığın yazıya takıldım.. Türkçe yazsana O 'nu , başkaca bir gerekçesi yok ise..  ;)
Bende bilmiyorum , bu işler ve bu yazılarım yok iken kayığın kıç tarafına yazmıştım öylece kaldı. Hatta Kuzey Yıldızında hala yazıyor. Cengo'da kaldırmamış sağolsun. Ama seni mi kırıcaz değiştiririz evelallah
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ersin Böke - 02 Ocak 2017, 13:50:06
Hala yazıyor.. Ppu ha ha .. dursun kardeşim.. Hangi dilde yazar ise yazsın.. anlamı önemli..
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Erman Yerman - 18 Ocak 2017, 14:04:48
Sizin için geçip bilmez zamanları biz bir solukta okuduk Ahmet Reisim, okurken yüzümde ciddi bir gerginlik ve korku oluştu. Burnumda iyot, mazot ve yağa karışmış balık kokusu, soğuk kemiğime işledi vallahi.

Erbain tabirini kayınbabamdan duydum ben de, kendisi sağolsun bırakın denizi evden dahi çıkmaz ama fırtına takvimini ezbere bilir, cemreleri muhakkak hatırlatır. Geçtğimiz günlerde bizim buralarda yaşanan sel zamanı beni yakaladığı yerde uyarıyordu. "Aman ha Erbain sakın açılayım falan deme!!!" diye.  Şimdi açılmış kadar oldum. Sağolun, varolun.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mücahit Karabaş - 18 Ocak 2017, 22:52:22
Ahmet Reis,

Bu yazı dizisi tam bir belgesel oldu. Bir başucu eseri. Şaheser.
Ellerine sağlık...
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 18 Ocak 2017, 23:08:01
Sevgili Mücahit ve Erman Reisler çok teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Erdinç Yaşar - 18 Ocak 2017, 23:50:35
Ahmet abi yazılarını okurken sanki o an , orda  olayın içindeymiş gibi hissettim. Gerçekten çok güzel anlatmışsın, tebrik ederim yazılarının devamı merakla bekliyorum..
saygılar..
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mustafa Ertör - 18 Ocak 2017, 23:54:13
Kitap haline gelecek .Torunlara keyifle okuyacağız ve onlara "Bunları yazan arkadaşım." diyeceğiz.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 19 Ocak 2017, 00:25:22
Ahmet abi yazılarını okurken sanki o an , orda  olayın içindeymiş gibi hissettim. Gerçekten çok güzel anlatmışsın, tebrik ederim yazılarının devamı merakla bekliyorum..
saygılar..
Çok sevindim Erdinç, çok teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 19 Ocak 2017, 00:31:21
Kitap haline gelecek .Torunlara keyifle okuyacağız ve onlara "Bunları yazan arkadaşım." diyeceğiz.
Mustafa Abim benim, çok güzel sözler , teşekkürler.
Abi bu yaşadıklarımızın bir kısmının ortağı da buralara geldi, artık dijital ortamda, bir ara onunla olan anıları da yazmaya çalışacağım belki onuda çekeriz hikayenin içine .
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ersin Böke - 19 Ocak 2017, 03:24:54
Kitap haline gelecek .Torunlara keyifle okuyacağız ve onlara "Bunları yazan arkadaşım." diyeceğiz.


Ya da bizim tekne de forsaydı diyeceğiz..  :)xx :)xx :)xx
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Tan Kaan Özkan - 19 Ocak 2017, 13:32:43
Ahmet, şu Erbain'i bir anlatıver sana zahmet. Nedir bu denizde ki "Erbain". Ne anlamda kullanılıyor ?

Bildiğim, 40 demek arapça,
21 Aralık 31 ocak arasında ki 40 güne Erbain deniyor,
Bazı tarikatlar 40 günlük ibadet ve oruc'a diyorlar,
Alevi dostların erbain-i âşûra'sı var erbain dedikleri,
Bir de eskilerin Ölüm zamanı dedikleri erbain var, kışın o 40 günü atlatanlar için erbaini atlattı derlermiş. "Bu sene de ölmedim artık seneye" lafının tek kelimelik anlatımı yani.

Peki denizlerde ?
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 19 Ocak 2017, 15:33:13
Ahmet, şu Erbain'i bir anlatıver sana zahmet. Nedir bu denizde ki "Erbain". Ne anlamda kullanılıyor ?

Bildiğim, 40 demek arapça,
21 Aralık 31 ocak arasında ki 40 güne Erbain deniyor,
Bazı tarikatlar 40 günlük ibadet ve oruc'a diyorlar,
Alevi dostların erbain-i âşûra'sı var erbain dedikleri,
Bir de eskilerin Ölüm zamanı dedikleri erbain var, kışın o 40 günü atlatanlar için erbaini atlattı derlermiş. "Bu sene de ölmedim artık seneye" lafının tek kelimelik anlatımı yani.

Peki denizlerde ?

Benim büyüklerimden duyduğum "40 gün süren karakış " şeklinde idi. Masalsı anlatımlarda 40 yıl süren gibi ifadelerde kullanırlardı. Ama kışın en şiddetli günlerine de "Erbain" dedikleri olurdu.Hızır-Kasım  takviminde de Kasım 45 te başlayıp, Kasım 84 te biten 40 günlük dilime Erbain-Zemheri yada karakış deniliyor. Bizde bu tarih aralığı için kullanılıyordu.Yani Miladi takvime göre 22 Aralıkta başlayıp 30 Ocakta biten günleri ifade ediyorlar.
İşaret ettiğin çok doğru bir tespit ise; Anadolu'da kış özellikle gariban, yaşlı , hasta ve zor durumdakiler için zor geçtiğinden ötürü, karakışı atlatan kefeni yırtmış sayılırmış.Bunu da çok kişiden duymuştum.Hatta bu şekilde şakalaşırlardı bile.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Tan Kaan Özkan - 19 Ocak 2017, 15:47:03
Anladım. Ben şu ;

"Rahmetli Ördek Rasim “Karayelden Kar Havası” dedi Reise seslenerek.Reiste  döndü bu başka dedi ağı kesin bu “erbain” dedi."
cümlesini okuyunca sanki o anda oluşan ve gelişecek batı kaçağı gibi bir şey diye düşünmüştüm. O havanın geleceğini hangi işaretlerden anlıyorsunuz diye soracaktım.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 19 Ocak 2017, 16:03:42
Anladım. Ben şu ;

"Rahmetli Ördek Rasim “Karayelden Kar Havası” dedi Reise seslenerek.Reiste  döndü bu başka dedi ağı kesin bu “erbain” dedi."
cümlesini okuyunca sanki o anda oluşan ve gelişecek batı kaçağı gibi bir şey diye düşünmüştüm. O havanın geleceğini hangi işaretlerden anlıyorsunuz diye soracaktım.

Evet bu diyalog geçmişti. Gündönümü civarı zamanlardı zaten diye hatırlıyorum. Batı Karadeniz de Batı Kaçağı pek olmuyor. Ege ve İstanbul'da olan Batı Kaçağı oralarda Karayelden yapıyor. Birde yazları kıbleden kaçık yapar. Poyrazdan hiç süpriz yapmaz mesela. O günkü yaşadığımız Karayelden gerçekleşen bir kaçıktı. Sonra biraz mutedil hal aldı yağışla birlikte gücünü yitirdi ama ardından daha kuzeye dönerek göstere göstere bindirmişti ve Reisin dediği gibi 40 gün de iyileşmedi hava. Kar yağmasa bile deniz stabil hiç olamadı. Malum bizi asıl ilgilendiren denizin çalışılabilir olması idi o zamanlar.
[/pre]
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Tan Kaan Özkan - 19 Ocak 2017, 16:09:26
Anladım. Ben şu ;

"Rahmetli Ördek Rasim “Karayelden Kar Havası” dedi Reise seslenerek.Reiste  döndü bu başka dedi ağı kesin bu “erbain” dedi."
cümlesini okuyunca sanki o anda oluşan ve gelişecek batı kaçağı gibi bir şey diye düşünmüştüm. O havanın geleceğini hangi işaretlerden anlıyorsunuz diye soracaktım.

Evet bu diyalog geçmişti. Gündönümü civarı zamanlardı zaten diye hatırlıyorum. Batı Karadeniz de Batı Kaçağı pek olmuyor. Ege ve İstanbul'da olan Batı Kaçağı oralarda Karayelden yapıyor. Birde yazları kıbleden kaçık yapar. Poyrazdan hiç süpriz yapmaz mesela. O günkü yaşadığımız Karayelden gerçekleşen bir kaçıktı. Sonra biraz mutedil hal aldı yağışla birlikte gücünü yitirdi ama ardından daha kuzeye dönerek göstere göstere bindirmişti ve Reisin dediği gibi 40 gün de iyileşmedi hava. Kar yağmasa bile deniz stabil hiç olamadı. Malum bizi asıl ilgilendiren denizin çalışılabilir olması idi o zamanlar.


Amanın, mesaj su altından mı geliyor  ;D ;D ;D
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 19 Ocak 2017, 16:24:52
Anladım. Ben şu ;

"Rahmetli Ördek Rasim “Karayelden Kar Havası” dedi Reise seslenerek.Reiste  döndü bu başka dedi ağı kesin bu “erbain” dedi."
cümlesini okuyunca sanki o anda oluşan ve gelişecek batı kaçağı gibi bir şey diye düşünmüştüm. O havanın geleceğini hangi işaretlerden anlıyorsunuz diye soracaktım.

Evet bu diyalog geçmişti. Gündönümü civarı zamanlardı zaten diye hatırlıyorum. Batı Karadeniz de Batı Kaçağı pek olmuyor. Ege ve İstanbul'da olan Batı Kaçağı oralarda Karayelden yapıyor. Birde yazları kıbleden kaçık yapar. Poyrazdan hiç süpriz yapmaz mesela. O günkü yaşadığımız Karayelden gerçekleşen bir kaçıktı. Sonra biraz mutedil hal aldı yağışla birlikte gücünü yitirdi ama ardından daha kuzeye dönerek göstere göstere bindirmişti ve Reisin dediği gibi 40 gün de iyileşmedi hava. Kar yağmasa bile deniz stabil hiç olamadı. Malum bizi asıl ilgilendiren denizin çalışılabilir olması idi o zamanlar.


Amanın, mesaj su altından mı geliyor  ;D ;D ;D
Kenarları Hasan Abinin standartlarında olsun derken acayip olmuş yazı, gönderdikten sonrada bakmamışım , sağol uyardığın için.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Halil Yılmaz - 19 Ocak 2017, 17:15:36
Çok güzel.
Verdiğiniz emeğe sağlık.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Serkan Güvenen - 22 Ocak 2017, 16:33:23
Ahmet reis,
Tekrar okudum yine çok keyif aldım ,elinize sağlık.

SM-N910C cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi

Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Can Deniz <Ercan H> - 22 Ocak 2017, 16:46:01
Ahmet denize dair çok güzel anıların var. Sana öykünmemek elde değil.

Bu arada torunların çok ama çok şanslı olacak. 
Senin bu anıların ile bir tabur torun büyütülür yav.

Kalemine, hafızana sağlık. :)xx :)xx

Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Mart 2017, 22:23:21
Halil, Serkan ve Can Reisler ilginiz için çok teşekkürler.
Epey ara vermişiz, yenileri eklemeden önce,eskileri bir toparlayıp tekrar yayınlayayım buralarda bulunsun.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Mart 2017, 22:23:59
Uzatmacılık Günleri -1
Palamut göçmen bir orta su balığıdır. Karadeniz’de  Batı – Doğu  ve Doğu – Batı doğrultulu göç eder.Bu göçü sırasında balıkçılar da palamutu avlamaya çalışırlar. Şimdiler de 1 Eylül den önce avlanılması yasaktır. Eskiden 15 ağustostan itibaren avlanılırdı. Fakat şimdiki gibi gırgır teknolojisi ve elektronik avcılık olmadığı için hiçbir zaman çoklu adetlerde avlanılamazdı. Palamutu avlayabilmek için bir çok bileşenin bir araya gelmesi gerekiyordu. Uygun hava, ay ışığı, ay karanlığı, balığın büyüklüğü, denizin sıcaklığı hepsi etkiliydi. Hepsi uyumlu olacaktı ki üstüne birde şansınız yaver gidecek ve balığı avlayabilecektiniz.
İşte o zamanlarda biz gündüzleri ve ay karanlığı olan geceleri voli ağlarıyla, ay ışığı olan gecelerde uzatma ağlarıyla palamut avlamaya çalışırdık. Uzatma ağı dediğimiz ağ kıyıdan açığa doğru denize dökülür mantar yakasın suyun üzerinde olan bir yüzer ağdır. Gemilerden ve seyir halindeki diğer teknelerden korumak için yalı çımasında(kıyı şamandırasında) sandal yada ışıklı fener bekler, deniz çımasında ise(yani açık şamandırasında) ağı döküp çeken ana tekne beklerdi. Yaklaşık 1,5-2saat aralıklarla dökülüp çekilirdi. Dökülüp çekilir derken, dökmek yani denize sermek 15 dakika geriye toplamak ise balık durumuna göre 1,5-3 saat arası sürerdi. Balık çok olduğunda ise 5-6 saati bulduğu olurdu.
Uzatma ağı denize serilirken bizim teknemizde kıyı çımasında sandala en yaşlı en deneyimli denizci bırakılırdı. Beraberinde bir demlik çay, bir somun ekmek, zeytin ,peynir ,helva bırakılır birde içme suyu vardır. Ayrıca güçlü bir el feneri ve lüks bırakılırdı. Sandal dediğimiz 4,20 boyunda kürekli bir kayık işte. Ayrıca teknede bekleyecek olan gemici çok sıkı giyinmek ve üşümemek zorundadır. Çünkü sandal küçük olduğu için fazla hareket edilmediğinden mutlaka üşürdünüz. Burada sessizce ağa bağlı durur ağa doğru gelen teknelerin makine sesini dinlerdiniz. İki ana göreviniz vardı. Birincisi ağın üzerine gelen bir tekneyi açığa yönlendirip ağa bindirmesini engellemek, ikincisi ise ağa bir balık ocağı yaklaştığında ağın etrafından dolaşmayıp ağa takılsın diye balığın arka tarafına dolaşıp ışık tutup, taş atıp, sırık yada labut (tuvalet pompalarının kocaman olanı) ile ses çıkartıp balığı ürkütüp ağa takılmasını sağlamaktı.
Çok küçük yaşlardan itibaren uzatma teknesinde bota  ikinci olurdum. Yani sandaldaki ikinci kişi. Özellikle akşam avlarında deniz yumuşamadığı için rüzgar olmamasına rağmen  ölü denizler olurdu. Beni sandal da büyük tekneye göre daha az deniz tutardı. Bu yüzden akşam avlarında mutlaka sandala gönüllü ikinci olurdum.Bu uzatmacılık  ay ışığı olduğu gecelerde yapılır.Çünkü ay karanlığı olduğu zaman denize döktüğünüz ağ yakamoz yapar ve balık bunu görür. Ardından ağı elleyerek yani ağ boyunca yüzerek boşluk bulduğu yerden geçer kurtulurdu. İşte bu ay karanlığı olduğu zamanlarda alacakaranlıktan istifade etmek için sadece sabah ve akşam ağ dökülürdü. Birde bu avcılık  balığın göçünden dönüşü esnasında yani doğudan batıya yani İstanbul Boğazına dönüşü sırasında verimli yapılırdı. Çünkü palamutlar artık yavrularını büyütmüş kışı geçireceği yerlere doğru kalabalık ocaklar halinde durup dinlenmeden yollarına giderler. Hızları ise müthiştir.Bir günde Sinop’tan İnebolu’ya gelebilirler.
Bu ortam hatırlatmasından sonra gelelim hatıramıza. İşte ay karanlığı olan bir akşam gece volicilik yaptığımız için akşamdan  bir av yapıp dönüp voliye gideceğiz.Yada uzatma teknesini koyluk bir yere demirleyip voli teknesiyle gece ava devam edeceğiz. Bu nedenle ekibin çoğunluğu gündüzde çalışıp yorulduğu için voli teknesinde yada limandaki kulübelerimizde dinlenmekteler. İşte biz o akşam üç kişi denize çıktık. Zaten ağ toplamaya başladığımızda diğerleri de  gelecekler. Uzakta da değiliz aslında evimizin ve mahallemizin karşısındayız. Aşırı heyecanlıydım o akşam ben botta tek başıma kalacaktım. Hiç unutmam orta üçe geçmiştim.
Daha önceki hatıralarda adı geçen Aykut Reis, ben ve babam teknede üç kişiyiz. Çok kısa sürede av suyuna geldik. Hemen iskandil ettik.Derinlik 7 kulaç ve akıntıya baktık. Dere gibi karayel suları var. Bu demek oluyor ki ağı döktüğümüz yerden doğuya doğru akacaktık. Bizim ağımız bölgedeki en uzun uzatma ağı  idi. Tam dokuz boy yani 3000 metre  civarındaydı. Bu kadar uzun ağı denizde  bu akıntıda düz tutmak bile bir marifetti .Bu yüzden kıyının akıntısına açığın akıntısına ayrı ayrı bakıyorduk.Bir taraf daha az akıyorsa ona göre ağı dökerken az akan yerden çok akan yere doğru çaprazlık veriyorduk. Buna koltuk yapmak deniyordu.İşte bu günde açığı çok akıyordu bu yüzden karayele koltuk yapacaktık.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Mart 2017, 22:53:21
Ben eşyalarımı aldım bota atladım. Bot dediğimiz bildiğiniz sandal. El feneri kontrolü yeni piller falan . Lükse gaz doldurdum.Hava kararınca yakacağım gaz bitmesin diye erkenden yakmıyoruz. 250 mumluk hala kullandığımız pırıl pırıl bir lüks.(kucağımdayken düşüp yanağımı yakmışlığı bile vardır.) Yiyecek, içecek , battaniye bile aldım sandala. Zaten hava süt liman. Ekim başı, kestane karasından hemen sonrası,  havanın son sıcakları ama deniz havadan daha sıcak neredeyse. Ayrıca belirtmekte fayda var o zamanlar telsiz telefon vs. yok. İletişim tamamen görsel. Ağ bozulmasın denizde düzgün dursun diye son ana kadar dökmeden bekliyoruz. Sahildeki caminin minaresinde ışıklar yandı ve vakit geldi. Ağ mola edildi ve ana tekne benden yavaşça uzaklaşmaya başladı.Kısa sürede iyice uzaklaştılar bir müddet sonra göremeyecektim zaten. Bu sırada elimdeki fenerle eve  işaret verdim ve ardından babaannem sofanın ışığını(bizim ahşap evlerde salona sofa denir) üç kere yaktı söndürdü. Bizi izlediklerini biliyordum. Rahmetli babaannem elinde eski bir dürbünle bakar durur bizleri takip ederdi.
Hava kararmaya başladı. Zaten büyük kayık benden iyice uzaklaştı artık .Deniz dalgasız olduğu için ayağa kalkınca görebiliyorum.Bir şey daha biliyorum net göremesem de Rahmetli Dedem akşam namazından çıktıktan sonra sahildeki caminin denize bakan balkonunda mahalleli emsalleriyle birlikte oturmuş bize bakıyor. Bu eski denizcilerin en büyük zevkidir orada oturup kritik yapmak. Hala hafızamdadır.Dedem şöyle der Rahmetli Fırıncıya “Bizim uşakla yine ağı açık düşürdüle elli sefer de dediydim.” der. Fırıncıda ona “Dokunma uşaklara  kimin nasibi olacağı belli olmaz.” der. Böyle dedikodu yaparlar bir sürü eski denizci.(Yeri gelmişken söyleyeyim 22 ekim 1990 günü çok sevdiğim ve başarılı olduğum balıkçılığı bırakıp üniversiteye gitmeme sebep olan yine bu iki Rahmetlinin dedikodusudur.Bir arada onu yazarım.) Bu arada kayığı sandalı kerteriz alıp kıyıdan akıntıyı hesap ederler. Akşam avında balık çıkmazsa ertesi gün fırça atmak için çalışma yaparlar. Ana tekne ağı çekmeye başlayana kadar ayrılmazlar oradan, ana teknede çalışma başlayınca teknede ışıklar yanar, onlarda başlarlar ağ da balık olmadığını tahmin etmeye.Eğer balık çıkmazsa ağı çabuk toplardık.Ama balık olursa ağdan balık ayıklamaktan dolayı bu toplama süreci saatler sürerdi.Bu yüzden biz eve haber vermeden balık tutup tutamadığımız bilinirdi. Hatta limana dönmeden ışığımızı takip eden kabzımallar balığımızı almak için iskelede sıraya girerlerdi.

Bahsi geçen ev ve cami aynı karede

(http://i.hizliresim.com/gqko6b.jpg) (http://hizliresim.com/gqko6b)

Yaklaşık 25 sene sonra aynı yerde bir resim çekeyim dedim. Artık fotoğraf makinam var.

(http://i.hizliresim.com/dPnbMQ.jpg) (http://hizliresim.com/dPnbMQ)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Mart 2017, 23:05:16
Metal parlak el fenerinin ışığında lüxün ispirto haznesine  ispirto koyuyorum. O zamanlar küçük plastik ispirtoluklar vardı. Uçmasın diye ağzına kalem tepesi kapatır cebime koyardım. Sonra ispirtoyu tutuşturdum. İspirto fitile giden gaz borusunu ısıtır ve gazın buharlaşmasını sağlar. Bu arada iğne denilen gaz çıkışını ayarlayan kelebek kapatılır. Bir yandan da depoya yanda bulunan pompayla hava basılır.Resimde görülen lüxte yeni fitil takılmış ve hiç yanmamış.Yanınca o fitil top hale döner,iyice büzüşür.İkinci resimde yanmış hali görünmektedir. Lüxün arka tarafındaki ortadaki siyah yuvarlak şey iğne kelebeği, yine bizim bakış yönümüze göre sağdaki şey hava basılan pompa, soldakide gaz doldurma kapağı ve göstergesidir.Yeni modellerde gösterge olurdu.Benim lüxümde yoktu. Ama aralıksız 4-5 saat arası yanardı. Gözümü almasın diye 180 derece ışık verecek şekilde sigara paketlerinden çıkan jelatinle diğer 180 derecelik kısmını kapatırdım. Böylelikle hem tek yönü aydınlatırdı hemde gözümü almazdı.Zaten ihtiyaç olmadıkça dışarı çıkartmazdık.Hafif gazda ambarda eğrilerin arasına oturtur yönünü kıç altına bakıtırdım. İğne kelebeği aynı zamanda gaz ayarıydı.Bunu çevirerek kısıp açabiliyorduk. Piknik tüp vanası gibi.

Lüxe dair görsellerimiz şöyle

(http://i.hizliresim.com/P05Mj5.jpg) (http://hizliresim.com/P05Mj5)

Yana hali ise

(http://i.hizliresim.com/qb4BVd.jpg) (http://hizliresim.com/qb4BVd)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Mart 2017, 23:10:09
Neyse ben bunlarla uğraşırken vakit bayağı geçmiş .Gözüm karanlığa alışsın diye ambara bakmıyorum zaten lüks sandalın kıç altını aydınlatıyor ama sızan ışık huzmeleri görüş bozukluğu yaratıyor. Etrafı sezmeye başladım o da ne bizim ev ve cami hatta mahalle gözden kaybolmuş. Hemen kerterize almaya çalıştım Açıktaki kayığın tepe lambasına baktım benden daha batıda ben daha fazla akmışım demekki dedim kendi kendime. Kıyıda akıntı daha fazla öyleyse dedim. O sırada bize göre doğuda olan limanın üzerine gelmişiz bile. Çok hızlı doğuya akıyoruz.Tam o sırada yeşil mendireği bir ışık döndü ve eyvah dedim. İçeride bir maden gemisi vardı o hareket etmiş. Normalde doğuya gider Samsun’a rota tutar.Ama balık sezonu olduğu için limandan çıkasıya açığa vurdu rotayı. Kırmızısını görürken bir anda yeşilinide gördüm. Önce bocaladım  ardından ambardan lüksü kaptığım gibi çıktım kaynanın üzerine. Elimde sağa sola çeviriyorum. Gemi acı acı bir öttürdü düdüğünü. Koca bir projektör herkes vardiya da. Allahtan mevzuyu bilen bir zabit takımı varmış.Hemen sancak alabanda yaptılar.Bu arada bende sandalı ağdan çözdüm. Gemi dönmezse küreklere asılır kaçarım diye düşünmüştüm. Neyse gemi hızla uzaklaştı ama benim gözümü ışık aldı ağı göremiyorum. Hemen lüksü tamamen söndürdüm.Nasıl olsa el feneri var yakarım tekrar diye . Çok hızlı karar vermem gerekiyordu sandal mı hızlı aktı ağmı hızlı aktı diye. İçimden bir ses ağ daha hızlı aktı dedi başladım doğuya doğru küreklere asılmaya.
Sandal eniştemin yaptığı 4.20 boyunda bir sandaldı. Büyük tekneleri onarırken artan parça tahta ve eğrilerden  yapmıştı. Hemde benim için yapmıştı. Çok güzel değildi endazesi de iyi değildi. Hiç kendi rengi olmadı hep artan boyalarla boyandı. Hiç zevkime göre boyayamadım. Hep abuk sabuk renkler oldu. Hatta siyah bile oldu. Nerden ne boyası arttısa garibime onu sürdük. Dedemin yeşil takıntısından uzun yıllarda yeşil olmuştu. Çünkü Kalkancılık teknemiz Çakraz yeşile boyanırdı artan boyada benim sandala.Zaten garibim kürekte de sancağa çekerdi. Bu yüzden sol kolumla daha fazla güç vererek sandalı düz çizgide götürmeyi sağlardım. Bu bende alışkanlık olmuş normal doğru düzgün sandallara da binice bir müddet adapte olamazdım.(Bu sandala bir de yelken yapmıştım bir arada onu paylaşırım.) Bu arada mütevazi olmamam gereken bir konu var. Çok çok iyi kürek çekerdim. İlçemizde ve civar ilçelerdeki tüm deniz şenliklerinde tek çifte ve iki çifte kürek yarışlarının açık ara galibi olurduk,çocukluk arkadaşım Akın’la birlikte. Sonradan üniversite yıllarında da kısa bir süre profesyonel olarak yaptım bu işi. Neyse çok geçmeden ağı buldum. Bunu buraya yazana kadar kimseye de söylemedim.İlk defa burada paylaşıyorum.Ağı kaybettim desem neler olurdu kimbilir. Hemen ağın çımasına kayığı bağladım. Bir derin nefes aldım ve orta kaynaya çöktüm.Hava sıcak acayipte terlemişim.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Mart 2017, 23:11:20
Ortalığa bir sessizlik çöktü.Karanlığa alıştım neredeyse her şeyi seçip görebiliyorum. Kıyıya sırtımı döndüm. Sahil yollarında virajları dönen arabaların ışıkları gözümü alsın istemiyorum. Sonradan karanlığa adapte olmak zor oluyordu. Biraz su içtim ve küçük sepetle bahçeden topladığım kara incirlerden yiyordum ki bir den bir ses. Deniz karıştı nefes alma sesi gibi sesler. Hemen aklıma değirmen suyu koyunda yaşayan  son ayıbalığı ailesi geldi. Ama onlar bu tarafa gelmezlerdi. Çok daha batıda yaşarlardı. Ayrıca daha sessizdiler. Ağdaki balıklarımızı yerlerdi bazende balıkları ağa kovalarlardı. Onlarında ben balıkçığı bıraktıktan sonra nesilleri tükenmiş. Son ailede yok olmuş. En azından bizim kıyılarımızda artık yoklar belki kuzeyde Rusya da olabilirler. Hemen kancayı aldım ayağa kalktım hemen  el feneriyle etrafa bir ışık tuttum. Beni korkutan şey bir tifrin sürüsü. Bizim yörede balıkçılar yunuslara tifrin derler. Bazı bölgelerde de mutur dendiğini duymuştum. Ama etrafımdan ayrılmıyorlar. Ağın etrafında dolanmaları iyi değil. Balıkları sıkıştırıp ağa doğru kovaladıklarında  iyi ama ağın yakınında olunca hem ağa dolanıp ağı parçalıyorlar hemde ölebiliyorlar. Ayrıca palamutta onlardan kaçtığı için ağa yanaşamıyor. Kısa süre geçmeden  sorunu anladım. 100 metre kadar ilerimde mantarlar takırdıyarak birbirine çarpıyor.
Hemen sandalı çözdüm asıldım küreklere. Mantar yakayı elleyerek  başladım ses gelen bölüme doğru gitmeye. Artık korkuyorum ağı gözümden kaybetmiyorum. Çabucak geldim sorunlu yere  ve bir cızıklama geliyor. Garibim yunus ağdan balık çalarken ağa dolanmış. Resmen hayvan ağlıyor. Hemen odaklandım soruna etrafımızda ki sürü hiç korkutmuyor beni artık. Hemen sandalın bordasından eğildim ve ağı mantar yakasından iskarmoza taktım. Başladım hızlıca ağı ellemeye. Çok kısa sürede balığa ulaştım ve ölmek üzere olduğunu gördüm. Hemen yavaşça balığı kucaklayıp çevirerek  ağzını ağdan kurtardım. Ağa zaten zarar vermişti. Epeyce çırpınmış garibim. Gözünü ve bakışını görmeliydiniz. Zaten ağ bayağı yırtılmıştı. Bende kuyruk tarafını kurtarmaya uğraşmadım vurdum bıçağı. Eş zamanlı olarak yunus bir kuyruk vurdu ve kurtuldu. Resmen bayram etti hayvan etrafımda bir tur attı  ve mantarların üzerinden  bir atladı uzaklaştı gitti. Tekrar doğruldum baktım ana teknede ışıklar yandı. Demekki ağın çekilmesine başlanmıştı. İskarmozdan ağı çıkarttım ve ağın ucuna doğru tekrar yöneldim. Bu sefer ayakta  ileri ittirerek kürek çekiyordum ki birden ortalık bembeyaz oldu.
Evet hayatımda gördüğüm en büyük yakamozla karşı karşıyaydım. Her taraf  resmen fosfor deniziydi. Sonradan hacmini kıyaslama şansını yakaladığım bir palamut sürüsü gelmiş ağa toslamak üzereydi. Resmen denizin altında ışık yanıyor gibiydi. Ve az sonra uzatmacılık tarihimizin en büyük avlarından birini yapacağımızı tahmin bile edememiştim. Balık bu esnada ağı görmüş geçmek için boşluk arıyor koyun sürüsü gibi neredeyse. Daha önce sandalda ikinci olduğum zamanlarda birkaç kere benzeri şekilde ağa ocak vurdurmuştuk. Ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Bu esnada  sandalla usulca balık ocağının kıyı tarafından arkasına dolaştım. Sandal ağa bağlı ve tüm halatı kaloma vermiştim. Ambarda bulunan palamut sırığını olanca gücümle suya bir vurdum. Fişekleyen balıklardan her taraf bembeyaz çizgiler oluyordu. Hemen el feneriyle yakıp söndürerek balığı ağa yönlendiriyordum ki büyük çoğunluğu kıyıya yöneldi. O sırada yapılan iyiliğin karşılığı geldi. Kıyı tarafında yunus sürüsü bir geldi eş zamanlı bir iki arabanın uzun huzmeli farları kıyıdan denize vurdu ve balık ocağı geri döndü. Bende başladım olanca gücümle sırıkla suya vurmaya. Bir taraftan yunuslar kovalıyor diğer taraftan ben taş atıyor ve suyu sırıklıyordum. Ve sonunda o balık ocağı geldi ağa bindirdi. Ağı çökertti ve mantarlar battı. Ağda neredeyse takılacak göz bulamayan balık sürüsü batan ağın üzerinden aktı gitti.Yunus sürüsü peşi sıra  kovalaya kovalaya gittiler. Ağın 200-250 metrelik bölümü batmıştı ve denizin dibi bembeyaz gözüküyordu.Ağda çırpınan balıklar öyle güzel bir renk cümbüşü oluşturuyordu ki anlatılamaz. Sırılsıklam olmuş ve öyle yorulmuştum ki  hemen hızlıca doğruldum ve ana tekneye baktım hala çok uzaktalar.Zannımca iki boy ağ çekmemişler bile demekki açık tarafta da balık vardı. Ağ battığı ve balıklar ölmeye başladığı için ağırlaşıyor. Sandalın bağlı olduğu halat gitar teli gibi gerildi denge sağlamak için kıçta oturuyordum.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Mart 2017, 23:12:00
O sırada yakamoza çıkan voli teknelerinin sesleri duyulmaya başladı. Hemen tekrar lüxü yaktım. Küçük balıkçı tekneleri yani voli ve uzatma tekneleri genelde ağın üzerinden atlarlar. Sadece boşa almaları yeterli olur. Buna göre dizayn edilirler. Ama neme lazım ben lüxümü hazır edeyimde dedim. Az sonra kendi voli teknemizin sesini onca pancar motor egzos sesi arasında ayırt ettim. Anlamsızca tasarlanmış bir susturucu sistemi vardı. Makine rahat çalışsın diye babam susturucunun deliklerini büyütmüştü. Ayrıca egsoz da  su yoktu kuru çalıştığı için çokta ses yapıyordu. Her yerden tanırdım sesini. Bizi kıyıdan takip ettikleri için nerede olduğumuzu biliyorlardı. Bende ışıkla kendilerini üzerime çektim. Kısa süre sonra yanımdaydılar. Onlara  büyük bir reis edasıyla ağa ocak vurdurdum hemen buradan da ağa siz yapışın  falan gibi talimatlar vermeye başladım. Balığı gördükleri için kimse benim rüzgarıma ses çıkartmadı. Yoksa bir kova su vururlardı tepemden aşağıya. Böylede acımasız bir hiyerarşi var yani. Zaten onlar ne yapacaklarını biliyorlardı. Hemen bendeki halata bosa vurup ağı yukarı almaya başladılar. Altı kişiydiler. Zaten voli kayığımızda hidrolik makarada vardı. Sonra balığı denizde ayıklayamayacaklarına karar verdiler. Uzatma kayığı açıktan kıyıya doğru, voli kayığı kıyıdan denize doğru başladık ağı toplamaya. Fakat ağda öyle bir balık vardı ki yardıma komşularımıza ait iki kayık daha geldi. Dört kayık ağı toplamamız gece yarısı birde bitti.Limana geldikten sonra sabah dokuza kadar ağlardan balık ayıklandı.Herkes seferber oldu. Dedem sabah namazından önce bizi merak edip limana gelmiş resmen şok olmuştu rahmetli. Bende efsane olmuştum, günlerce çeşitli ortamlarda bıkmadan usanmadan anlattım palavracı avcılar gibi. Ama şimdilerde bile o günü yaşayan dostlardan sağ kalanlarla balıkçı kahvesinin çardağında keyifle yad ediyoruz.
Selametle…
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 03 Mart 2017, 00:29:38
Son dönemde bir iki kayıt yapmışım sırası geldikçe paylaşayım bari. 
Uzatmacılığa dair güzel bir video bakalım yüklemeyi becerebilmişmiyim.



Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Serkan Güvenen - 03 Mart 2017, 10:06:16
Ahmet reis,

İşi güçü bıraktım okudum ,sabah sabah ne güzel geldi kalemine sağlık.

*Video kullanılamıyor diyor bu arada.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 03 Mart 2017, 10:26:46
Ahmet reis,

İşi güçü bıraktım okudum ,sabah sabah ne güzel geldi kalemine sağlık.

*Video kullanılamıyor diyor bu arada.

Sağolasın Serkan Reis,
Videonun yükleme ayarını yanlış yapmışım.Gizli moddaymış, herkese açık yaptım şimdi izlenebiliyor olması lazım.
Selamlar.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 18 Mayıs 2017, 00:09:38
Olta Balıkçılığı Günleri
Orta son sınıfta okurken yazları benim büyük dayım olan “Son Denk Kayıkçısı- Hasan Reis” ile birlikte Haziran ve Temmuz Aylarında olta balıkçılığı yapardık. Kendisinin 5,5 metre boyunda , içinde  10 hp Lombardini motoru olan bir sandalı vardı.Sadece yazları bu sandalı kullanırdık.Bizim kayığımız  “Çırnık” ismiyle tabir edilen başı kıçı bir Karadeniz’e özgü açık güverte bir kayıktı.Son Denk Kayıkçısı Yaşlılıktan ve belindeki problemden dolayı  bu kayığın makinasını çalıştıramazdı.Bu yüzden beni yanından ayırmazdı.Kendisi ambarda ben kaputun üzerinde iki kişi birden ipe asılır ve çalıştırırdık.Daha küçük yaşlarda iken bu makinanın kompresörünün sertliğinden dolayı çok kez beni ambara çekip düşürmüşlüğü vardır.Benle yaşıt olan bu makina, şu an hala bizde, çalışır durumda ve altı metre  boyunda aynı isimde dördüncü nesil bir olta kayığında takılıdır.Yazları yine bir iki ay  kullanılmaktadır.
Beni o yıllarda çok deniz tutardı.Tekne hareket halindeyken sorun yok ama oltacılık için durduğumuzda mahvolurdum. Balık kokusu, mazot kokusu vs.karışınca  birde kalas denizleri olursa ben iptal olurdum. “Kalas Denizleri” rüzgarı kalmış havanın ölü dalgalarına denilirdi.Bir gün önce yada geceden hava esmişse  devamında bu dalgalar olurdu. İki metre dalga yüksekliği olduğu bile olurdu. Dümeni  rüzgar ve dalga üstüne alabanda edip, bir taraftan tek kürek takıp, rüzgar ve dalga yönüne tekneyi  yanlatıp bu pozisyonda tekne stabil tutulmaya çalışılırdı.Şimdi modern yelkencilikte bu tip durumun yelken veya fırtına çapasıyla yapılanına heave to gibi bir şeyler deniliyor.  Biz ise bunu daha stabil durup bu şekilde oltaların teknenin altından gelmemesi ve balıkların dökülmemesi için yapardık.
Ortama dair bu kısa bilgilendirmeden sonra gelelim sıradan bir günümüze;
Günlerin uzun olduğu zamanlar olduğu için güneş çok erken doğardı.Gündönümüne yakın olduğu için en uzun günlerde idik. Haziran ve Temmuz aylarında bile sabahları üzerinize bir şey almadan dışarı çıkılamaz, hele denize çıkmak için bir kazak yada mont mutlaka gereklidir.Dışarıda rüzgar olmasa bile teknenin zahiri rüzgarı adamı iyice üşütürdü.İşte bu zamanlarda deniz insana sıcacık gelirdi.Elimi suya daldırınca suyun sıcaklığını dışarı çıkınca da rüzgarın etkisiyle soğuğu hisseder dakikalarca suyla oynardım.
İşte böyle zamanlardan birinde sabahın köründe Son Denk Kayıkçısı ,yattığım odanın penceresine yavaşça vururdu.Zaten tetikte uyuyan rahmetli babaannem hemencecik beni uyandırırdı.Yaşadığımız ahşap evin kaldığımız odasının penceresi  kot farkından dolayı aşağıdan ikinci yukarıdan birinci kat şeklindeydi, bir çırpıda giyinir atlardım dışarıya.Avlu kapısından çıkıp yola öyle bir koşardım ki ben yola çıktığımda reis ilk virajı dönmeden yetişirdim.Öyle bir alışkanlık ki evimizden yola çıkan patikada şimdi bile aynı taşlara basıyorum.Son Denk Kayıkçısı önde  ellerini arkada birleştirmiş hafif öne eğilmiş şekilde yürüyor.Arkasında ben zıplayarak yürüyorum.Hiç konuşmuyoruz. Aile mezarlığının önünden geçiyor onları selamlıyoruz ve duamızı ediyoruz.Ardından mahallemizi kasabaya bağlayan dokuzyüzellidört merdiveni inmeye başlıyoruz.Merdivenin tepesinden bakınca aşağıya kadar inen insanları görebiliyoruz.Yürüyenler hep aynı insanlar hepsi balıkçı bir de şehirdeki fırınlara katırlarla odun götüren yukarı köylerden gelen köylüler.
Merdivenleri  inip köprü başına geldiğimizde reisle yollarımız ayrılırdı.Tüm küçük Karadeniz kasabalarında olduğu gibi İnebolu’da bir derenin iki yamacına kurulmuş bir kasabadır. Köprüyü geçtikten sonra Reis dere kenarını takip edip(biz çay kıyısı deriz)Limana giden sahil yoluna çıkar ve giderken mazot bidonlarımızdan birini o zamanlar  deniz kenarındaki benzinlikten alırdı. Bense teknenin muhasebecisi olarak kumanya almaya çarşı içine girerdim. Kumanya açık büfe hala her  anıldığında çok keyif alarak bahseder ve kendisini rahmetle anarım. İstediğim her şeyi almam tamamen serbestti. Hep aynı fırın ve bakkaldan alışveriş aynı zamanda nöbetçi eczaneye uğrardım.Favori kumanyamız, deniz tutmasın diye hap, 2 adet delikli çörek, 200gr. zeytin, küçük bir kalıp beyaz peynir, küçük bir kalıp tahin helvası, akşamdan bahçeden koparttığım salatalık ve domateslerden oluşurdu. Çok hızlı bir şekilde kumanyayı aldıktan sonra Benzinliğe dolaşır diğer mazot bidonumuzu alır,Rahmetli Benzinci Yılmaz Abiye ödemesini yapar limana doğru koşmaya başlardım. Oltacılıkta hesabı hep ben tutardım, rahmetli sağolsun beni çocuk olarak  görmez bu sorumluluğu verirdi.
Limana vardığımda balıkçı kahvesinin çardağında rahmetli aynı köşesine oturmuş çayını yudumlamaya başlamış olurdu bile. Deniz çok çalkantılı olduğu günlerde denize çıkmadan önce bu köşe masaya kumanyamızı açardık ve hızlıca kahvaltımızı yapardık. Çöreğini  kumanyasını alan yanaşırdı masaya kahveci dahil. Ne bereketli olurdu. Dışarı rüzgarı üşütürken bizi,  su bardağında içilen çayla ısınırdık. Ardından hızlıca toparlanıp doğru kayıklara. Bu sırada fenerin altındaki çeşmeden küçük su bidonumuzu dolduruyorum. Her zamanki gibi oradaki başıboş köpekler kovalıyor ve ben kaçıyorum. Sonra rahmetli kahveci süpürgeyle onları kovalıyor.Zaten bu yüzden hayat boyu hiç köpekleri sevemedim. Üçü beşi bir araya geldikleri her yerde beni kovalarlardı. Kasaba ve çevresinde o kadar çok köpek vardı ki belediyenin kadrolu adamı vardı köpekleri itlaf ederdi.Tüfek omzunda dere kenarlarında dolaşırdı.
Ardından kayığa biniş operasyonu; önce kayığı çekiyor ve baş ipini iskeledeki babaya volta ediyoruz böylelikle rahat rahat eşyalarımızı baş üzerine koyuyor ve kendimizde rahat binebiliyoruz. Aksi takdirde birimizin sürekli kayığı yaklaştırmak için çekmesi lazım. Çünkü bizim liman aşırı solugan aldığı için çok sağlam tonoz zincirimiz ve çapamız olurdu.Her şeyi kayığa attıktan sonra , kayıktan boşlanabilecek şekilde tek volta bırakıyor ve kayığa bende atlıyorum. Halatı küçük bir hareketle babadan atlattıktan sonra tekne hızlıca geriye ve yerine gidiyor. Bu işlemi yaparken küçük bir dikkat eksikliği denize düşme yada eşya düşürme sebebi olurdu.
Sonrasında hızlıca eşyaları yerleştiriyoruz.Eğrilerin arasına göre tasarlanmış sepet ve kutular, her şeyin bir yeri var.Makinanın kaputunu açıyor ön kapağı dışarıya çıkarıyor ve kanara kaldırıyoruz.Hemencecik lombardininin küçücük deposunu dolduruyoruz. Bu işlemi  bakır bir huni yardımıyla ve içine tülbent koyarak yapıyoruz. Bu işlemi öyle bir yapardık ki tekneyle uyumlu bir şekilde bidonu da sallantıya uyarlardık. Neredeyse her havada bu işlemi hiç dışarı mazot taşırmadan hala yapabiliyorum. Burada huniyi tutanda bidonu tutan kadar önemlidir. Mazot tamam; ardından yağ çubukları çekilir ve kaytan ipini dolamaya başlarım. Lombardini  pancar motorun aksine sağa dönüşlü bir makinadır. Kaytan vuracağımız kasnakta ok ile bu yön gösterilmektedir. Buna rağmen ters çalıştıranlarda olurmuş.Nasıl oluyorsa artık. Kaytan ipini doladıktan sonra senteye getirip atlatana kadar boşluğu alıyorum. Bu makinalar rölantide soğukken kolay çalışmaz bu yüzden yarı yolun üzerinde yol veriyoruz. Ve reis ambarda ben kaputun üzerinde birlikte bir asılıyoruz makine tek kaytan vuruşuyla alıyor. Hemen yol kesiyor ve çalışan makinayı ısınana kadar rölanti devrine düşürüyorum. Bu esnada kaytan ipini bilmem kaç yıllık  sapına roda ediyor her zamanki yerine kaldırıyorum.
Balıkçı usulü tonoz bırakma biraz farklıdır. Baş ipleri ile tonoz ipleri hep çifttir ve batar halatlardır. Aralarında her zaman bağlı duran bir ince vardır. Bu incenin tonoz tarafında derinliğe göre kaloma verilmiş bidon , şamandıra, mantar veya buna benzer bir yüzer nesne  bağlı bulunur. Bu ip ve halatlar hep rüzgar üstü taraftan denize besmele çekilip bırakılır. Manevra esnasında pervaneye halat kaptırmamak için bu işlem bu şekilde yapılır.Kamaralı kayıklarda ise bu işlemde incenin iki ucunda karabina bulunur.İnce  çözülüp rüzgar üstü tarafa  yeniden bağlanılarak yapılır. Mantıklı bir uygulamadır.Tekne hiçbir zaman halatların üzerine akmaz.Zaten bu sürede halatlarda batar.
Takip eden süreçte tornistanla çıkış manevrası yeke rüzgar altına alabanda basılmış vaziyette bir buçuk boy geri, bu esnada tekne yarı dönmüş olur.ardından ters tarafa alabanda ve ileri yol ve bir boy gitmeden teknenin kıçı atmış olur bile. Motorlu teknelerin başı dönmez, hep kıçları atar  diğer tahrik unsurlarında durum farklıdır  tabi ki.
Olta suyuna doğru yolculuk başlar. O yıllarda toplamda yedi sekiz tane oltacılık yapan tekne olurdu. Bir de  yaz olduğu için amatörlerinde tatil günleri oltaya çıktığı olurdu. Hepimiz aynı yerde iç içe bulunurduk.Birimiz balığı bulduğumuzda hepimiz aynı yere toplanırdık. O zamanlar balık bulucumuz falan yok. Kıskançlık ve nazar had safhada olurdu. Birbirimizin oltalarını yan gözle bakar keserdik. Bir de bakmıyormuş gibi yapardık. Sezonda sırasıyla çinekop,istavrit ve mezgit oltacılığı olurdu.Arada sardalya, tirsi ve uskumru tutulduğu da olurdu. Bizim asıl işimiz oltacılık olmadığı için ağ balıkçılığı olmadığı dönemi değerlendirirdik. Aslında mezgitin peşinden Çingene palamutu başlardı  biz onuda on gün kadar tutup sonrasında ağ balıkçılığına dönerdik.O zamanlar Ağustos 15 ten sonra voli ağlarıyla palamut tutmaya başlardık.Şimdi yasa gereği başlangıç 1 eylüldür.
Bizim kullandığımız olta kayıklarında livar olmazdı. Bunun yerine biz sintineyi kullanırdık. Bizim olta kayıklarımız açık güverte olduğu için farş tahtalarının kenarından eğrilerin arasından balıklar aşağıya sintineye giderdi. Levke deliğini açıp kayığa biraz su doldurur balıkların yaşayacağı alan oluştururduk. Limana gelince de farş tahtalarını tek tek kaldırıp altından balıkları alıp leğene doldururduk.Bazen gözümüzden kaçan balık olurdu.Suyu da bastığımız için sintinede ölürdü ve iki gün sonra kokudan kayığa girilmezdi. Balığı bulup sintineyi de sabunlu suyla yıkardık.
Tüm olta balıkçıları hem komşu, hem bazılarımız akraba en önemlisi de rakiptik. Bazılarımız hırsından iki olta birden sallardı. Bi birini çekip ayıklar sonra diğerini çeker ayıklardı. Fırıncı , Kayabaş, Çolak, Somak gibi lakapları olan bir avuç güzel insan vardı.Hepsi rahmetli oldular.Şimdi basbas bağırılan modern, havalı kelimelerle ifade edilen “sürdürülebilir balıkçılık” falan o zamanlar harika bir şekilde uygulanırdı. Belli bir büyüklüğün altında kanca kullanılmazdı bu yüzden küçük balık kapmazdı. Belirli boyutun üstündeki balıkları tutardık. Olta bağlamak için herkes gidip martı vurmazdı. Birimiz martı yada ördek vurmuş olurdu onun tüylerini herkese paylaştırırdı. Bir martının tüyleri herkese yeter artardı bile. Karışan olta denize atılmazdı. Kancalar tek tek çakı ile temizlenir yeniden bağlamak üzere saklanırdı. Şimdi dalış yaptığım yerlerde hırsız avcılık yapmaya devam eden dipte takılmış ya da atılmış bir sürü çapari görüyorum. Sallantıyla balık kapıyor, o balığı başka balık yada yengeç yiyor yeniden bu döngü devam ediyor. Aynı dipte kalan, kaybolmuş yada dibe takılmış balık ağları gibi, doğanın dengesine maksimum zarar.
Biz güneş yakmaya başlayana kadar  avlanmaya devam ederdik. Yaz ayları olduğu için saat sekize doğru toparlanırdık. Çünkü güneş yükselir daha dik açıyla gelmeye başlar ve rüzgar henüz indirmediği için dayanılmaz olurdu. Karadenizde batılı rüzgarlar saat 11: gibi esmeye başlar ve ikindiden sonra yumuşamaya başlar ve kalır.Doğulu rüzgarlar ise 09:00 gibi başlar yatsıdan öncede kalmaz. Sabah erken ikisi de esemez, “dışarı rüzgarı” diye bilinen bizim “danaz” dediğimiz karasal rüzgar bunların esmesini engeller. Doğulu rüzgarların aksine batılı rüzgarlarda deniz döker(yani dalga kaldırır)
Neyse biz güneş yükselince hepbirden toparlanır kıyıya dönmeye başlardık. Hepimizde emsal sandallar ve neredeyse herkeste aynı makine var. Hepimiz aynı iskeleye yanaşacağimız için çaktırmadan yarışıyoruz aslında. Usül tamyola yakın gitmek, çünkü bunların hepsi tamyolda siyah duman atar. O zaman birbirimizle dalga geçerdik. Dalgalarla cığarak akıntıyı hesap ederek yarışırdık. İnsanlığın doğasında var demekki rekabet. 65-70+ insanlar bile yarışıyorlardı. Bu arada gittiğimiz mesafede 5 dakika bile ara açmak mümkün değildir. O kadar yakın yani.
Limana girip iskeleye yanaşana kadar balıkları kasa, çiten(fındık dallarından yapılmış yayvan sepete verilen isim) yada leğenlere doldurur üzerlerine su vururduk. Eğer istavrit yada çinekopsa canlı kalırlardı zaten. Mezgit , palamut vs. balıklar hemen ölürdü . Mezgit suyunda olduğumuz için çok sık kum çarpanı(Trakonya) takılırdı en alt kancalara , mezgit sanıp tuttuğunuz anda yandınız. Farklı bünyelerde farklı etkilerini gördük. Ne derece doğru bilemiyorum ama biz bize zarar veren balığı fileto şeklinde ikiye ayırıp ; iç tarafını zarar gören yaralı yere yapıştırırdık.Bir nebze sızısını alırdı.Ama hastaneye kadar dayanabilmek  ve mutlaka gitmek lazımdır.
Sonuçta iskeleye yanaşıp balığı satma telaşı başlar.Bizim “madrabaz” dediğimiz kabzımallar iskelede beklerler.Onlarında hepsi birbiriyle kavgalı ve küstürler zaten.Arasıra dövüşürlerdi de. Neyse en yüksek parayı verene satarız balığı, yada verdikleri para hoşumuza gitmezse, bizim üç tekerlekli tahtadan balık arabamız vardı.Ona dökerdik balığı hemen köprübaşına kahvenin önüne giderdik. Son denk kayıkçısı Kahvenin Çardağında oturur bana kimse bir şey demesin diye gözetlerdi. Bende balıkları satar öğlene kadar bitirirdim. Bu yüzden kabzımallar bu restimizi görüp bizim balığı en yüksek paraya alırlardı.Çünkü bizi rakip yapmamak için ortak hareket ederlerdi. Sonuçta biz gitmeyince köprübaşında bir balık tezgahı eksik olacaktı. Diğer insanları bir şekilde yıldırılardı ama Dedemden ve Son Denk Kayıkçısı Hasan Dayımdan çekindikleri için bize bir şey deme cesareti gösteremezlerdi. Düzen bu şekilde işler giderdi. Okul arkadaşlarımı ve öğretmenlerimi gördüğüm anda arabadan uzaklaşır konuyla alakam yokmuş gibi ortamı uzaktan izlerdim. Çünkü bu madrabaz grubunda o zamanlar seviye çok düşüktü aralarında görünmek hoşuma hiç gitmezdi. Ama yine haftada bir iki kere bu işi yapardık.
Gelelim hasılata; işin en sevdiğim kısmı buydu.Rahmetli hesabı bana tuttururdu. Kitapçı Ömer Efendiden alınmış bir küçük defterimiz vardı.Günlük hesap görürdük, her sayfasına bir günü yazardık.Hesap çok basit “hasılat-kumanya/kişi sayısı.” Rahmetli beni çocuk olarak görmez karı direkt ikiye böldürürdü.Kumanyayı serbest bıraktırırdı.Oysa kendisi benim üç katım balık tutardı, beni bazen deniz tutardı hiç çalışamazdım.Ama yinede her zaman  tam pay almamı isterdi. Sanırım o günlerin oltacılarından kimse kalmadı hepsine Allah’tan Rahmet diliyorum.
Selam Olsun Hepsine….
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ersin Böke - 18 Mayıs 2017, 09:13:14
Özellikle İnebolu yu gördükten sonra bu hikayeler daha anlamlı geliyor..

Yine mükemmel bir yazı. Eline Sağlık Ahmet ..
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 18 Mayıs 2017, 09:16:14
Özellikle İnebolu yu gördükten sonra bu hikayeler daha anlamlı geliyor..

Yine mükemmel bir yazı. Eline Sağlık Ahmet ..

Teşekkürler Abi, videoyu izleyebildin mi? Videodaki diğer kişi tanıştığın biri. :)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Serkan Güvenen - 18 Mayıs 2017, 09:26:29
Ahmet reis,

Ne güzel geldi sabah sabah ,kalemine sağlık sonu da çok etkiledi beni.

Teşekkürler
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 18 Mayıs 2017, 09:34:31
Şahane. Bir daha okuyacağım.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 18 Mayıs 2017, 09:45:08
Teşekkürler Serkan Reis, Bülent Reis bir daha okumana sevindim.Ayrıca bende yayınlamadan  tekrar okuyunca hatırladığım bir şeyler oluyor araya ekleyiveriyorum. Daha önce geko da yazdığımdan  farklılaşabiliyor.Zaten eskiler bitmek üzere vakit buldukça yenilerini eklemeye çalışacağım.Selamlar.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mücahit Karabaş - 18 Mayıs 2017, 10:39:18
Gerçekten yazdıklarında öykünün sürükleyiciliği ve  belgeselin doyuruculuğunu okuyucuya aynı anda çok dengeli veriyorsun. Ben de iki defa değil daha fazla okuyorum. Bu harika yazıların zamanı gelince Denizlerdeyiz Yayınlarından kitap veya kitap serisi olarak çıkmasını umut ediyorum. Seri dedim, çünkü çoğu zaman okurken bitmesini istemiyorum.

Artık baskısı olmayan Osman Kademoğlu'nun "Denizlerin Güzelleri" kitabından birkaç “ Çırmık-Çırnık” fotoğrafı paylaşmak istiyorum.

(https://i.hizliresim.com/NpPO8Y.jpg)

(https://i.hizliresim.com/aLW18B.jpg)

(https://i.hizliresim.com/p01GMq.jpg)

Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 18 Mayıs 2017, 12:42:46
Mücahit paylaşım süper, teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 18 Mayıs 2017, 12:44:22
Uzatmacılık videosu aşağıdaki linkte , sanırım önceki paylaşımda izlenilememiş. Sona doğru palamutlar üçlü beşli gelmekteler.

Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 19 Mayıs 2017, 23:46:40
Aslında hatırata girişmeden en başlarda yazmam gereken bir açık mektupdur.
Genelde  hobi niteliği taşıyan bir işi meslek olarak yapanlar çok fazla o işin hobi kısmıyla ilgilenmezler. Ama benim doğduğum yerde herkes hobisini işe dönüştürmüş haldeydi. Hatta para kazanamasalar bile bu işi herkes yapardı dışarıdan kimse bu yaşantıya anlam veremezdi. Herkes dünya denizlerine çıkmış olsa da , denizciliğin merkezi sanki bizim orası gibi algılanırdı.Her bir şeyi biz biliyorduk ve biz yaşıyorduk sanki. Bu yüzden dünyaya Amerikalılar gibi bakıyorduk. Bir Batı Karadeniz vardı  ve onun dışındaki yerler vardı.Şimdilerde bu tabunun kırılmış olduğunu ilgiyle izlemekteyim. Ama beraberinde yetişen denizci sayısında da ciddi bir azalma olduğunu gözlemlemekteyim.
İşte bende denizi İnebolu ile sınırlı zannedenlerdendim. Biz her bir haltı biliyorduk geride kalanlar bir şey bilmiyordu kısıtlı bilgiyle dolanıp duruyorlardı. İşte bu benim ve bir çok kişinin sahip olabileceği bir sürü fırsatı kaçırmamıza neden oldu.
1989 yılı Ağustos ayında Rahmetli Sadun Boro Kısmet’le Karadeniz gezisine çıkmış ve gelmiş İnebolu Limanına demirlemiş. Bende alargada bulunan teknemize sandalla mazot bidonlarını ve kumanyayı götürüyorum. Kısmetle bizim teknenin arası  yaklaşık otuz metre. İşte bizde bu kapalı düşünce yapısından dolayı bu tip teknelere bize ihtiyaç duyduklarını dile getirmedikleri müddetçe yanaşmıyor ilgilenmiyoruz. Selamlaşıp yanlarından geçiyorum. Ben o zamanlar Kısmet’i de bilmiyorum Rahmetliyi de. Duymuşluğum var ama detayını bilmiyorum. Neyse Akşam onları tanıyıp ilgilenen ağabeylerimiz olmuşlar. Biz gece balığa gittik, sabah erken saatte biz limana dönerken  Kısmet ayrılıyordu. Bizde herkes uyuyordu ben dümendeydim. Hazır herkes uyuyorken merakımdan biraz yakın geçmek istedim,rahatsız etmeyecek kadar yakın geçip selamlaştık . Nasıl bir şeydir acaba yelkenliyle dolaşmak diye düşüne düşüne limana döndüm. Limanın ağzında sandalıyla istavrit tuttuğunu zannettiğim Rahmetli Fenerci Vedat Amcayı gördüm. Hemen üzerine gidip ona palamut vermek için yanaşmak istedim. Meğer kendisi Rahmetli Sadun Boro’yu selametlemek için açılmış. Kısmet’in Dünya seyahatini ilgiyle izlemiş ve her ayrıntıyı bilirmiş. Sabah erkenden Bahçesinden meyva ve çiçekler toplayıp kendisine vermek için yanlarına gitmiş onlarla sohbet edip selametlemiş. Ardından tonoza bağlandıktan sonra Rahmetli Vedat Amcayı ve Rahmetli Son Denk Kayıkçısını Kahvede domino oynarlarken yakaladım. Detaylı bir şekilde Kısmet ve Sadun Boro hakkında bir çok bilgi edindim. Kendime çok kızdım. Kendime ceza verdim Pupa Yelken haricindeki tüm kitaplarını okumama rağmen Pupa yelkeni 25 yıl sonra okudum. Cezada saçma olmuş ama yapacak bir şey yok yetişilen ortamın ruh hali işte.   O günden sonra limana gelen herkesle ilgilenip tanışacak ve bir ihtiyaçları olursa ilgilenecektim.
Nitekim bir sene sonra  limana bir yelkenli yat giriyor ve ben alargada kayıktaydım. Akşam olmak üzereydi. Hemen kendilerine el ettim ve onlarda görüp üzerime döndüler. Sonrasında kendilerine isterlerse demirleyebileceklerini , bizim tonozlarımızı kullanabileceklerini veya isterlerse bordalayabileceklerini söyledim. Çok memnun oldular.Sonrasında demirlediler.Yanılmıyorsam eşleri yabancıydı.Kendi aralarında İngilizce konuşuyorlardı. Neyse suyun falan yerini tarif edip kendi kayığımızdaki işlerle ilgilendim. Ardından akşam oldu, biz denize çıkmak için ay karanlığını bekliyoruz onlarda havuzlukta akşam yemeği yiyorlardı. O esnada teknelerinde Sezen’ in o yıllarda olan albümünü dinliyorlar. Benimde çok sevdiğim “Gidiyorum” parçası çalıyor. Çok etkilendim ve bir gün mutlaka bir yelkenli alıp böyle çoluk çocuk liman liman gezmeliyim diye bir hayal kurmuştum.
   Aradan yıllar geçti   Ankara, İstanbul falan derken öyle çok liman liman gezemesem de  zaman zaman  teknemin havuzluğunda oturup aynı parçayı dinliyorum.
   Selametle…
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Necip Bulut - 20 Mayıs 2017, 00:36:28
Eline sağlık Ahmet kaptanım, zevkle okuyorum.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 20 Mayıs 2017, 08:06:22
Ama artık kitap olmalı değil mi Necip abi ?
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mustafa Ertör - 20 Mayıs 2017, 09:01:25
Ahmet Kardeşim,yazıların iyi geliyor insana.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Yıldız Yılmaz - 24 Mayıs 2017, 15:21:04
Ahmet Kabaalioğlu anınızı farklı duygularla okudum  :) :-[ :'( Babamın güzel anılarla anılması tarif edilemez. Evet biz doğmadan takip ettiği gazeteler evdeydi hep, biz bir yerine birşey olacak korkusuyla açıp açıp okur tekrar yerine koyardık. Maalesef babam emekli olunca lojmandan taşınırken ya kayboldu, ya da babam hür iradesi ile attı, taşınırken orada olsaydım bir 50 yılda ben saklardım. Pupa Yelken de ilk baskısı falan olabilir, bizim evde hep vardı, ortaokuldayken okudum, Sadun Boro ile dünyayı dolaştım, şimdi gözüm gibi saklıyorum. Babamın deniz sevgisini ufak ufak fısıldadığı bu anıları duymak harika.
İnebolu'ya bir kaç defa arkadaşlarımı götürdüm, en son gittiğimiz gruptaki dalış arkadaşlarım dedi ki "burada farklı bir şey bir hava var neden böyle?" Kimbilir? Belki coğrafyası, belki rüzgarları, bence en önemlisi uzun yıllar kolay ulaşılamazlığı ile steril kalmış olması. Yazdıklarında denizle ilgili en çok biz biliriz hissinde gerçek payı var, farklı ortamlarda (fuar-deniz eskicisi-kitapçı) İnebolu'dan iyi denizciler çıkar lafını yaşı büyük olanlardan çok duydum. Sizler bizler çocukluktan, sandal-kürekten yetişme denizcileriz. Bırakın böbürlenelim ;)
Anı için çok teşekkürler...
Sevgiyle...
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 24 Mayıs 2017, 22:45:08
Yıldız Hanım hoşgeldiniz. Okumanıza çok sevindim. Çok şanslıymışım Rahmetli Babanıza, kendi aile büyüklerime ve o dönemin diğer İnebolu'lu denizcilerine dair biriktirdiğim güzel hatıralar var hafızamda. Bu vesile ile hepsine tekrar tekrar Allah'tan Rahmet diliyorum.

Bizim yetiştiğimiz döneme ve ortama gelince anlatmakla bitmez , neredeyse sandalı olmayan arkadaşım yoktu. Sanırım son jenerasyonmuşuz. Şimdilerde koca sahilde bir tane bile sandal yok maalesef güvenlik , kayıt kuyut evrak mevrak bir sürü bürokrasi ile denizden uzaklaştırıldık. Neyin güvenliği anlamış değilim Ülkemizin en zorlu denizi olan yöremizde yetişen çocuklar arasında denizde boğulan kaybolan vs hiç duymadım görmedim.Neyse bu konu uzar gider ayrı bir başlıkta yazmak lazım.

Çok Selamlar.

Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 17 Kasım 2017, 00:23:46
Bu hatıramı çok önceleri Geko da paylaşmıştım sanırım, C. Gökova'nın tekne kazasını duyunca aklıma geldi burada da paylaşayım istedim.

Bu hikayeciğin üç tane kahramanı var.Biri Meşhur teknemiz "Çakraz" ,  diğeri felekler ve üçüncüsü de  şu resimler de görülen alet;

Bu aletin adı ırgat ve bizimkinin özel ismi de var . Bizim ırgatımızın adı "Calay"

 (https://i.hizliresim.com/6ybl4v.jpg) (https://hizliresim.com/6ybl4v)


(https://i.hizliresim.com/rJpjL3.jpg) (https://hizliresim.com/rJpjL3)
Bu resimdeki bizim Çakraz değil ama Çakraz bunun karpuz kıç olanıydı.

Bu hikayede ben aktif değilim dışarıdan izleyiciyim.Çünkü ilkokul 4. sınıf öğrencisiydim.Ama diğer kahramanlar daha kalabalık , Dedem Deliağa(Ahmet Ağa da derler), Son denk Kayıkçısı Deli Hasan ve  Kasabanın bir diğer meşhur balıkçısı  Ömer Reis, ve sırası gelince adı anılacak diğerleri.
Liman ve balıkçı barınakları aktif kullanılmadığı  yada çok yakın olmadığı zamanlarda herkes teknesini evinin önüne çekerdi. Günübirlik  tüm mahalleli teknelerini yüzdürür ve çekerdi.Bahsettiğimiz tekneler 8-10 metre boyunda alamotra yada  çektirme türü balıkçı tekneleri idi.Herkesin evinin karşısında  bir yada iki tane balıkçı kulübesi bulunur.Biz bu kulübelere “salaş” derdik. Bu kulübelerin yanında kayıkları çektiğimiz kuruluk bulunur.Kuruluk her baharda defne dallarıyla kapatılır yazın kayıklar yanmasın diye içine çekilirdi.Bir de bu kayıkları çekmek için insanların koşarak etrafında döndükleri resimdeki ırgat bulunurdu.Bu ırgata yöre halkı ve ailemiz  “calay “ derlerdi. Tekneler kızakla çekilmez “felek” adını verdiğimiz ortası yağlanmış kenarları stoper şeklinde oyulmuş kütüklerin üzerine bastırılarak çekilirdi. Teknelerin omurgaları boyunca sağ ve solunda “nal” adı verilen ilave omurga destekleri bulunurdu.Bu sayede tekneler herhangi bir desteğe ihtiyaç duymadan  omurga üzerinde durabilirlerdi. Çekileceği son noktaya varınca teknelerin karnına “besi” adını verdiğimiz destekler koyulur ve bu besiler her teknenin alt yapısına özel yapılırdı.
Sabah gün ışımadan sahilde Pazar yeri gibi bir hareketlilik olurdu. Laz Mustafanın Fırını açık, Kazımağanın balıkçı Kahvesi açık, Cemil Emminin Bakkalı açık, ve ortalık aşağı yukarı koşuşturan insanlarla dolu olurdu.Yaz balıkçılığı sezonu(eskiden baharda 15 şubat 1 haziran arasında kalkan avcılığı yapılırdı.Buna da yaz balıkçılığı derlerdi.) boyunca balıkçılar sürekli evlerine gitmezler denize çıkacakları akşam sahildeki kulübelerde kalırlardı.Ayrıca uzak köylerden sezonda çalışmak üzere gelen balıkçılar hep bu kulübelerde kalırlardı zaten yalnız adamların mekanı  da bu kulübelerdi.Enterasan bir hayat vardı sahilde.Dedemin kulübelerinde yaklaşık 15 kişi kalırdı  bu iki grup tayfaya denk gelirdi ve aşçılarına, meydancılarına varana kadar tam bir takım halindeydiler.Bu ekibin yarısı denize çıkar diğer yarısı karada kalır ağ açar tamir eder ve ekibin yarısı denizdeyken diğer takımı hazırlarlardı.Denize dönüşümlü çıkılırdı.Birde denize hiç çıkmayan yaşlı, yalnız ve gariban eski ustalar vardı.Onlar sürekli ağ tamir ederler ve ağ donatıp ,ağ dokurlardı.Ağlarını altına kurşun üst yakasına mantar dizip bir yakayla gömleğe bağlama işine ağ donatmak, gömleğini sıfırdan yapmaya ise ağ dokumak denilir. Bu işin iddialı bir kısmını da evdeki kadınlar ve kızlar yaparlardı.Eskiden her ev bir ağ dokuma atölyesi gibiydi.
Naylon ip popüler olup kolay tedarik edilene kadar altı numara Japon ipi denilen bir ipten ağ dokunurdu bu ağlar her denize iniş çıkışta paramparça olurdu.Bir hafta tamir ederdik.Hele birde ağa vatoz vurmuşsa , o ağın düğümünü çözmeye saatlerce uğraşırdık.Dört beş kişi toplanır çekiştirir dururduk.Deli terbiyesi gibi bir şey.Biz mahallenin çocukları da ağ tamirine ve açılmasına yardım için okul çıkışı sahile koştururduk.Birde bu ağların bir kısmında kurşun yaka yerine alt yakaya taş bağlanırdı.Kurşun tedariği zor olduğu zaman yapılmış bu ağların alt yakaları “otkun yaka “ dediğimiz bükülmüş keçi kılından olurdu. Bir metrede bir balıkçı düğümüyle bağlanmış pamuk ipliğinden taş kasası yapılırdı.Bu taşları sahilden toplamak mahalle çocuklarının işiydi.Silindirik yapıda badem salatalık büyüklüğünde taşlara ihtiyaç vardı. İki arkadaş elimizde bir ağaç kasa sürükleye sürükleye yalıda taş toplardık.Her ağ atılıp çekilmede bu taşların yarısı dökülür geri gelmezdi.
Gelelim bizim en çok kullandığımız meşhur teknemiz "Çakraz'a". Bu tekne Amasra yakınlarındaki Çakraz Köyden alınmış köyün posta teknesi olan bir çektirmeydi.Alınış tarihi benden  çok önceymiş ama alındıktan sonra  tadilat görmüş kıçta olan kamarası  ortaya alınmış, omurgasına nal çakılmış, yelken direği kırılabilir hale getirilmişti. Yaşadığı sürece rengi hep yeşil olmuştu.İçinde lambalı dizel denilen çok eski bir makine vardı.İskandinav ülkelerine ait iskandiye marka bir makinaydı.Benim boyumdan büyük bir  volanı vardı.Çalıştırmadan önce silindir kafası ispirtolu pürmüzle yarım saat kadar kızdırılırdı.Sonrasında genç  güçlü gemiciler kol vurarak  çalıştırırlardı.Çok vuruntulu bir makine olduğu için su yapmayan tekne bu makine yüzünden su yapardı.Sulu makine olduğu için karada çalıştıramazdık, tam denize indirmeden önce  tekne son feleğe bastığında bir anda çalıştırılıp tekne yüzdürülürdü.Bazen çalışmadığı olur tekne tekrar geri çekilirdi.
   Her sabah bu tekneler yüzdürülürken herkes gibi bizlerde ayakta olurduk. Zaten yaşam tarzı bunu gerektiriyordu.Sabah kahvaltısı bu saatlerde yapılmış olur.Balıkçı kulübelerinde de sabah aşçılar kahvaltıyı hazırlamış lüks ışığında kahvaltı yapılırdı.Bu kulübelerde elektrik olmadığı için gaz lambası ve lüks ışığında oturulur  geceleri ağlar tamir edilirdi.Kahvaltı bitince herkes iş başı yapardı, Reisler ve büyüklerde Kazımağanın Kahvehanesine gider sabah sohbeti yaparlardı.Bu insanların bir çoğu Bahriyede ortalama 48ay falan askerlik yapmış insanlardı.Ömer Reis ve Son  Denk Kayıkçısı 48 er ay farklı muhriplerde serdümenlik yapmışlarmış.Kahveci Kazımağa’da eski bir denizci ve donanma bandosunda trompet çalarmış.Ben ve benim gibi küçük çocuklar kahveye geldiğinde yaşlılıktan zor yürüyor olmasına rağmen ağzıyla enstrüman sesi çıkararak çeşitli marşlar çalardı.Ne biçim bir kahveyse herkesin oturduğu yer aynıydı.Ben bile hep aynı yere oturmak zorunda kalırdım.Dedemin solundaki üstü yırtık sandalye  daha çocuk yaşta benim olmuştu bile.Tam karşımda da Tövbekar bir hırsız olan Hırsız Recep otururdu.Ağ tamir etmediği zamanlarda kazak , kaşkol yada balıkçı beresi örerdi. Ne zaman yakınından geçsem şakalaşırken cebimde ne varsa alır sonra giderken sorardı cebinde ne var diye. Bir bakardım sapan onun boynunda asılı, oysa lastiği dolanık vaziyette arka cebimdeydi.
   Balıkçı kulübelerinin ilginç bir özelliği de hareketli olmalarıydı.Aynı tekneler gibi balıkçı kulübeleride yukarı çekilir aşağı indirilirdi.Bazen o kadar fazla deniz dökerdi ki ; dalgalar kulübelere kadar çıkardı.İşte bu zamanlarda ırgatla bu kulübelerde yukarı yola kadar çekilirdi.Kulübelerin kızak vari bir alt yapısı vardı, zeminden yarım metre kadar yüksekti.Bazen gece insanlar içinde uyurken altından dalga çalışırdı.Hiç paniklemezlerdi , çünkü nereye kadar deniz dökeceğini, dalgaların nereye kadar yayılacağını bilirlerdi. Bunun için çok basit bir yöntemleri vardı.Fırtına başladığında dedem eline bir küçük sopa alır yavaş yavaş kumsalda kıyıdan içeri doğru yürür.Ara sıra elinde sopayla kumu karıştırır kum böceklerini arardı.Fırtına öncesi  kum böcekleri  dalganın çıkabileceği son noktaya kadar çıkarlardı.Böcekleri bulunca kazığı oraya çakardı ve gemicilerine  tekneleri de kulübeleri de minimum oraya kadar çekmelerini söylerdi.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 17 Kasım 2017, 00:29:17
Yanılmıyorsam 1981 yılı Nisan ayının bir Cumartesi yada Salı Günüydü. Günden tam emin değilim ama İnebolu’nun pazarı olan günlerden biriydi. Bu yüzden Salı yada Cumartesi olmalıydı. Çünkü biz evden yalıya karşıdan karşıya geçerken  yakın köylerden katırlarla pazara sebze meyve getiren köylülerle selamlaşmıştık. Dedem iki elini arkasına kavuşturmuş hafif öne eğik vaziyette yürüyor bende iki adım gerisinden yürüyordum. Dedem evde kahvaltı etmişti ama ben anneannemin tüm ısrarına rağmen etmemiştim. Çünkü gemicilerle kıyıda kulübenin çardağında kahvaltı yapmayı çok severdim. Kocaman bir sini üzerine bardaklar dizilmiş(hepsi eski tip saplı su bardağı) , kocaman iki kalıp beyaz peynir dilimlenmiş, siyah zeytin kocaman bir metal tabakta,  koca bir çanak patlıcan inciri reçeli , beraberinde bir sürü kahvaltılık nevale vs. En genç gemici fırında çörek çıkmasını bekliyor. Çörekler gelince kahvaltı başlayacak. Saat dört beş arasıdır diye tahmin ediyorum. Kahvaltı beklenirken bir yandan da herkes çalışıyor. Koca Reisimiz Son denk kayıkçısı ve çarkçı kayığın içinde pürmüzü yakmışlar İskandiyenin silindir kafasını kızdırıyorlar. Dedem tekneyi yüzdüreceğimiz donamı kontrol ediyor, kilitleri yokluyor  v.s.  Gemicilerin bir kısmı teknenin bulunduğu yerden denize kadar olan kısıma birer metre aralıklarla felekleri dizmişler  ve yağlıyorlar. Bu felekler kullanılmadığı zaman güneşten ve yağmurdan üzerindeki yağlar kaybolmasın diye artı biçiminde yüzüstü kapaklanarak muhafaza edilirlerdi.  Ardından kahvaltı için ıslık sesi duyuldu. Dedem  ve son denk kayıkçısı hariç herkes sofrada toplandı. Kocaman iki adet bakır sini etrafında fındık dalından örgü çay ocağı tabureleri dizilmişti. Çok hızlı kahvaltı yapıldı bende bu sofranın kenarında yer bulmuştum bile. Kayığa 100 metre falan uzaktık. Sürekli yüzdürülüp çekilen kayık tam kıyıda diğer kayıklar ,ırgat ve kulübeler çok daha  yukarıda olurlardı. Her zaman olduğu gibi kayığın yanında olan dedem ve son denk kayıkçısına  benden çay gönderilirdi. Ben çayları dökmeden oraya götürene kadar zaten buz gibi olurdu.
   Kahvaltıdan sonra tekne yüzdürülmek üzere herkes donam başına geçti. Denize çıkacak ekip teker teker baş bodoslamanın sancak tarafında u şeklinde demirlerden yapılmış dört adet basamaktan tırmanıyorlardı  ve teknenin orta hattına yakın yerlerine geçiyorlardı.Çok fazla dalga yoktu .Dalga yüksekliği  1,5 metre falan ancak vardı. Çok dalga olduğunda bu iş çok riskli bir hal alırdı. Onu başka bir hikayeciğin içinde paylaşmayı ümit ediyorum. Dalganın kırıldığı yere dalganın patlağı denilirdi. Bizim oradaki sahil hafif meyilli olduğu için tekne biraz yokuş aşağı pozisyonda olurdu. Bu yüzden tekneyi daha da hızlı denize dayanmak için teknenin belindeki ve başındaki felek daha yüksek yapılırdı. Gidibot halatı ırgatın telinden boşlandığı anda tekne zaten kendisi denize giderdi.İşte tam bu denize gidiş esnasında iki güçlü kuvvetli adam suyun içinde son feleği verirlerdi. En önemli iş buydu.Bu işi hep aynı iki kişi yapardı. İkiside şimdi rahmetli olan Koca Halil Emmi ve Arap Ziya. Kasıklarına kadar paçalarını sıyırılar ve her seferinde de  tamamen ıslanırlardı. Hatta bir çok zaman dalga bir vururdu bu kocaman insanları bile anında yere yıkardı.Vurduğunda yıkmasa zaten geri çekilirken ayaklarının altındaki çakıl taşlarını da boşaltır denge kaybına sebep olurdu.Feleği dalga bozduğu için yere suyun içine koyamazlardı.Dalganın patlağına yakın yerde iki kişi karşılıklı tutar ve tekne hızla gelmeye başlayınca aniden omurganın altına son feleği kaptırırlardı.Karadeniz kıyısı genelde birden derinleştiği için zaten teknede  karpuz kıç olduğundan dolayı  gelen dalgayı yarar ve dalgayla yükselir bir boy uzardı.Tam bu anda en güçlü gemici besmele çeker kolla makinayı çalıştırırdı.Öyle bir noktada içeriden silindirin kelebeği kapatılırdı ki bir anda makine çalışır ve her yer simsiyah duman ve ardından tam yol tornistanla hızlı bir manevra ve çabucak sisin içinde gözden kaybolurlardı.
İşte bu günde aynı manevra yapılıyordu.Bu sürekli çekilip yüzdürülen kayıkların başlarındaki gidibot halatı hep üzerlerinde dururdu.V şeklinde olduğu için sancak ve iskele omuzlukta bulunan kancalara takılı ve ucu baş üzerine çekilmiş bulunurdu. Dedem gidibot halatından tele giden halata üç tur roda yapılan vira halatı dediğimiz halatı beline yaslamış ve arkasında iki kişi de tutar vaziyette mola edilmesini  bekliyorlar.Bu esnada ırgattan ana tel boşlanıyor ve yük dedemle birlikte halatı tutan iki kişiye biniyor.Üç kişi birden bir metre kadar ip çekmece oynar gibi sürükleniyorlar.Hemencecik ana ırgat teli kilidi çıkarılıyor.Aslında kilit değil ; gidibotun radansasıyla ana telin radansası birbirinin içinden geçiriliyor ve arasına bir metre boyunda ona on bir meşe latası geçiriliyor.Yük altında çıkmıyor ve boşlayınca kolayca çıkarılabiliyor.Ayrıca telin burulup gam yapmasını da engelliyordu.
Hemen ardı sıra “mola bismillah ”; her zaman olduğu gibi  dedem ve ardındakiler halatı hafif kaydırarak boşluyorlar ve tekne son feleğe binince tamamen bırakıyorlar.Halatın ıslık sesiyle birlikte gelen dalganın teknenin kıçında patlama sesi birbirine karışıyor.Çok pratikçe tekne suda ve çabucak uzaklaşıyor ve biz hep birden ardından bakıyor selamet diliyor, sisin içinde kaybolmasını izliyoruz.Akabinde kıyıdaki donam öğleden sonra tekneyi çekmek üzere  neta ediliyor ve sabah ezanı okunmaya başlıyor.Yine tekne ezandan önce suda , dedem namaza ben eve ve karada kalan gemiciler ağ tamirine gidiyoruz.
Bu gün teknemiz “Çakraz” doğduğu yerlere doğru  yani Batıya Kerempe Burnunun batısına Çoban Kalesi denilen mevkinin açıklarına seyir edecek   , yeni ağlarımızı oraya dökecek ve günü dolmuş ağlarımızı çekecek saat üç ila dört arasında da  dönmüş olacaktı
İşin içinde para olunca kayıkçılar birbirine rakiptir, düşmandır, her fırsatta kavga ederler, çatışırlar. Bunun amatörlerde, olmayacağını hep düşünmüşümdür.
Ama zor zamanlarda da o düşman kayıkçılar bir araya gelirler. Konuşmasalar bile, can pahasına da olsa yapılması gerekeni yaparlar.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 17 Kasım 2017, 00:33:47
          Hikayeciğin bir bölümünü  başka forumda isim vermeden ve kendi aileme ait bir hikaye olduğunu belirtmeden  çok önceden yazmıştım, burada araya aynen alıntılıyor ve aktardıktan sonra devam ediyorum.

“Günlerden bir gün iki balıkçı varmış . Ezeli rakiplermiş.Hatta iş o boyuttaymış ki takımlarındaki gemiciler bile rakipmiş. Bu iki balıkçı artık yaşlanmışlar denize fazla çıkamaz olmuşlar. Karadaki işleri yapmaya başlamışlar sadece iyi havalarda denize çıkar olmuşlar.Artan zamanlarında kahvedeki köşelerinde otururlarmış.Yıllardır çok samimi bir şekilde konuştuklarını gören olmamış.Yine sisli bir nisan gününde kahvede otururlarken kapıda içeriye bir çocuk girmiş ve koşmuş  balıkçılardan yaşlı olanını sormuş.Hemen göstermişler İhtiyar Balıkçıyı çocuğa.Zaten Altmış yıldır aynı köşede otururmuş.Çocuk hızlıca yanına girmiş ve dede beni senin Reis gönderdi seni kayık bizim köyün açığında kayaya oturmuş demiş.İhtiyar Balıkçı bir anda yıkılmış.Ne yapacağını bilememiş başlamış düşünmeye.Çocuğa yiyecek içecek verilmiş kahvede.ardından sorulmuş hangi köyden geldiği falan.Bu arada rakibi olan diğer balıkçı talimat vermiş ekibine kendi kayığı seyre hazırlanıp  yüzdürülsün diye. O zaman liman yokmuş kayıklar günü bir yüzdürülüp çekilirmiş kıyıya. Yaşlı iki rakip balıkçıdan daha genç olanı teknesi kayaya çarpan Balıkçı ya hiçbir şey demeden hadi gidiyoruz demiş.Ve peş peşe gidip kıyıdaki kayığın güvertesine çıkmışlar.Deniz o kadar durgunmuş ki adeta karıncalar su içiyormuş.Ama sisten göz gözü görmezmiş.Kayık yüzdürülmüş ve dört saatlik yolculuk boyunca Koca Balıkçı Baş üstüne çökmüş ve hiç konuşmamış. Teknesinin Kayaya çarptığı yere yaklaşınca ayağa kalkmış bir anda kendi kayığına ait yeşil renkli bir tahta görmüş ve olduğu yere yıkılmış .Bizim balıkçılık bitti ağalar demiş.Yaklaşınca görmüşler ki kayık orada yok başlamışlar makinayı stop edip mürettebatı aramaya ve kıyıdan ses gelmiş.Demek ki kıyıya yüzdüler diye tamyol kıyıya , bir de bakmışlar ki  kayaya çarpan kayık kıyıda; baştan kara kumsala bindirmiş gemiciler etrafında koşuşturup duruyor..Tecrübeli Reis Denizde kayaya bidirdikleri yere muşamba çakmış ve kumsal kıyıya kadar gitmiş teknenin aldığı suyu kıyıya kadar tulumbalarla yenmeye çalışmış.Sonra yakın köyden bulduğu öküzlerle ,kayığı donam kurup 3 metre kadar kıyıya çekmiş ve kıyıda  tamirata başlamış ve tekneyi neredeyse yüzecek hale getirmiş.Gece yarısına işi bitirip tekneyi yüzdürmüşler.Yedekleyip geri dönmüşler.Sonrasında o rekabet biraz olsun yumuşamış, daha dostça selam verilir daha dostça selam alınır olmuş. Ama devam etmiş. Taki diğerinin teknesi denizde yanmaya başlayana  kadar.Sonra bir çoğu rahmetli olup gitmişler dost kalaraktan.”

Başka yerde bahsi geçen bu hikayeciği biraz detaylandıralım. İşte o gün sorunsuzca tekneyi uğurlamış ve selamet dilemiştik.Bizim oralarda denizle uğraşanlar  Selamlaşma ve ayrılmalarda “Uğurlar Olsun” derlerdi birbirlerine. Herkes sesli sessiz uğurlar olsun demişti ama .Olacak işte. Bizim Reis ve teknenin zabit takımı bölgeyi çok iyi bilirler.Doğu batı doğrultulu seyirleri kıyı ve burun seyri yaptıkları için su altı yapısına ileri derecede hakimdirler.Her mevsim aynı yerlerde avlanırlar.Su altı ve kayalıkların yapısındaki dönemsel değişiklikleri bile bilirler. Bu yüzden riski çoğu zaman bilerek ve kişisel tatmin için kabullenirler. Ama o gün durum farklı bir hal alıyor.Olay olmadan önce makine su kesiyor ve bunu çözmek için neredeyse büyüklerin hepsi makine dairesinde ve sintinede uğraşıyorlar.Emiş vanası sökülüyor ve bu esnada makine düşük devirde manuel soğutulmaya çalışılıyor falan.Anlayacağınız içeride hummalı bir çalışma var.Hava kilit sis fakat deniz o kadar durgunki neredeyse hiç dalga yok.
Bu sıkıntılı durumda dümen tecrübesiz birisine daha ilk sezonu olan bir miçoya bırakılıyor.Kendisine daha öncede dümen tutturulmuş, aslında bu anlamda  sınıfı geçmiş.Teknede dönüş seyirlerinde yenilere bu işler yaptırılır.Dümen de tutturulur, suda bastırılır, yemekte yaptırılır, her şey yaptırılır aslında.Pusulada gideceği yer gösteriliyor  ve sorunsuz dümen tutuyor.Zaten hız çok düşük, denizde çalkantısız hiç bir sorun yok aslında.
Bu esnada yaptığı işe yeteri kadar önem vermeyen yeni denizci, az sonra denizcilik hayatının sonunu hazırlayacağından habersiz , ortalığın tenhalığından istifade  dümeni bırakıyor ve kamara sokağına çöküp sigarasını yakıyor.Ardından arada bir kafayı kaldırıp tekne rotadan şaşmış mı diye bakıyor. Bu esnada hızlı hızlı kaçak göçek sigarasını tüttürüyor.Bu sırada aşağıda hummalı bir çalışma devam ediyor.Reis rotayı kısa tutmak için burun seyri yapıyor. Bu esnada burun başlarına çok yakın koylara uzak düşebiliyorlar. Nitekim  dışarısı sisten göz gözü görmüyor.Yirmi dakikalık bir seyirde aslında tekneye ciddi bir şaşma yaşatmış.Ama bunu önemsememiş aşağıya da söylememiş.Arıza giderilmiş ve makinaya yol verilmiş ardından Reis yukarı çıktığında bir terslik hissetmiş tam nerdeyiz  rotadan hiç şaştın mı diyecekken; bir çatırdı ve tekne  aniden bir sarsılıyor ,bir anda herkes yerlerde .Eski teknoloji bir kavrama şanzuman aniden tornistan yapılamayan bir sistem, önce yol kesilecek , boşa alınacak ve tekrar tornistana geçirilecek.Bu esnada dişli sesleri  ve çatırdısı  korkunç bir şekilde duyulur.Şanzuman koluna kazma sapından koca bir uzatma yapılmış ve ikinci bir kişi tarafından içeriden kumanda edilirdi.
Kayaya bindirdikleri anda Reis çok kısa sürede kendini toparlıyor ve tornistan yaptırmıyor.Tekne kayanın üzerine iskele omuzluktan bindirmiş ve bir miktar oturmuş.Reis hangi kaya olduğunu ve nerede olduğunu biliyor.Hiç dalga olmadığı için tekne oynamıyor.Herkes soğukkanlı hemen başaltına giriliyor ve bakılıyor.İskele omuzlukta üç tana tahta patlamış.Hemencecik suyu kesmek için;  Keser, çivi kutusu ,çıtalar ve muşamba ortaya çıkıyor.Baş bodoslamadaki demir basamaklardan yosunların neredeyse yarım metre boyunda olduğu kayanın üzerine buz gibi suya iki kişi iniyor ve çabucak muşambayı çıtalarla tutturuyorlar.Aynı zamanda tüm tulumbaların başında bir kişi vargücüyle suyu yenmeye çalışıyor.Acayip kas yapar eski usül demir tulumbalar, her bir çekişte neredeyse 10 litre su basar, gerisini siz düşünün.
Ardından kayanın üzerindeki iki kişi bizim “basarna” dediğimiz bir kaldıraç sistemini küreklerin elcik tarafıyla omurga altına  sıkıştırarak uygularlar.Bir nevi manivela yani.Tekne tam yol tornistan yapar, onlarda küreklerle omurgayı oynatıp tekneyi geri yüzdürürler.
Ardından Rahmetli Anneannemin Köyü olan Fakaz Köyü, şimdiki adı İlyasbey , kumsalına tam yol baştan kara  gidilip bindiriliyor.Şimdi küçük bir balıkçı barınağı olan bu köyde , mevcut barınağın yeşil mendireğinin hemen açığında sekiz kulaçta yetmiş santimetre derinlikte bu kayalık durur.Şu an mendireğe yakın kaldığı için özel teknelere ve büyük teknelere risk teşkil etmez. Bu barınak ve kayalık Meşhur Kerempe Fenerinin  hemencecik doğusunda  köyün önünde bulunur. Bu olayın olduğu sıralarda Kerempe Fenerinin sis düdüğüde  acı acı çalarmış aslında.Ama olacak işte, başa gelecek varmış.

Kıyıda geçici olarak onarılan tekne tekrar yüzdürülmüş ve geri dönüşe geçmiş.Eskiden teknelerde bulunmasına  tecrübe ile karar verilmiş bir sürü alet edevat bulunurdu.Herşey yedekli olduğu gibi, çeşitli ölçüde bir sürü tahta, çivi ve el aletleri bulunurdu.İlginç olan bu aletlerin hepsi kas gücüyle çalışırdı.Bir el matkabı vardı ki hiç unutamam ; tüm dişli sistemi açıkta idi.Kaç yılından kalmaysa artık.Şimdi modern teknelerde vana deliklerine çakmak için bulundurulan kör tapalar,o zamanlar kayıklarda  bir metre boyunda sopa şeklinde bulundurulurdu.Kesip kesip kullanılırdı.
Bir nevi imece usulü yada denizci dayanışması diyelim, sıkıntılı bir durum daha,  büyük zaiyat verilmeden atlatılmış ve tekne yerine dönmüştü.Gece yarılarına kadar; hem ailecek hemde ekibimizin kıyıda kalan kısmı ve mahalleli merakla beklemiş ve tekne batımızdaki ilk burunu dönünce gazlı fenerle verdikleri işareti görmüş heyecanla sağa sola koşmaya ırgat ve kıyıya çekme donamımızı neta etmeye başlamıştık.Ardından bir çırpıda kayık ta yukarıya kulübemizin önüne onarılacağı yere kadar çekilmişti bile .

Bu kaza sonucunda bizim seyir kültürümüzde önemli bir değişiklik yapıldı. Eğer Dedem yada Koca Reis yani Son Denk Kayıkçısı dümende değilse ; sisli havada  burun seyri yapılması yasaklandı.Bundan sonra açık seyir yapılıyor, saat dolunca kıyıya iniyor indiğimiz yeri tanıyıp nerede olduğumuza karar veriyorduk.İş biraz uzuyordu ama  yeni sis seyir kuralları böyleydi.Eğer Koca zabitler dümeni bırakacaklarsa  en yakın buruna bile 2-3 mil mesafede kalacak şekilde seyir yaptırıyorlardı.

Şimdi bunu yazarken hesapladım tam 36,5 sene önce olmuş bende dört yıl kadar önce kaleme almışım.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: erdal duran - 17 Kasım 2017, 00:46:33
    Ahmet reisim, çok güzel hikayeler yazmışsın.  İlginçtir aynı şeyleri ben de yaşadım. Karadeniz ve Akdeniz birbirine bu kadar uzakken neredeyse aynı şeyleri üstelikte benzer terimlerle yapmaktalar. Irgat aynı, felek aynı, besi aynı. Çocukluğumda Antalya eski limanında çok ırgat çevirmişliğim vardır.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Öcal Turan - 17 Kasım 2017, 01:41:33
Çok güzel bir hikaye. Bir kez daha zevkle okudum, eline sağlık.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Kaan Erdem - 17 Kasım 2017, 01:52:25
Ahmet Reisim,
Sanırım evvelce de yazmıştım ama tekrarlayayım.
Bu anılar mutlaka kitap haline gelmeli.
Çakraz a gelince;
Eşimle ilk seyahatimizdir Amasra Çakraz a gidişimiz.
Önden eşimin Ankara'dan bize katılacak arkadaşları ile Çakraz da bir pansiyona rezervasyon yapmıştık.(1996 yılı) Çok keyifli bir yolculukla Çakraz a ulaştık ve pansiyona vardık.
Kibrit çaksam alev alacak bir pansiyon sahibi bizi karşıladı rezervasyon ,biz geldik vs derken bir oda kaybımız var!
Arkadaş odayı başkasına ayırmışmış. Nasıl oldu hatırlamıyorum koskocaman anahtarı duvardan kapıp resmen odayı kaptım.(Anahtar ciddi koskocaman bir şey)
Sonrasında hava yumuşadı falan, bize deniz içine bir masa kurdu ve bir koca sini içinde enfes kızarmış balıklar , salata ve malum sıvıdan getirdi.
Harika bir geceyi sohbetler , şarkılar eşliğinde bitirip odamıza çekildik.

Gecenin ilerleyen bir saati;
...............
Üzerimden bir şey geçmesi ile bir anda fırladım yataktan karanlıkta ve körlemesine birisinin yakasına yapıştım, itip yere yıktım üzerine oturdum ama karanlıkta epeyce de iri bir şey, yağ gibi elimden kayacak türden vıcık vıcık.
Eşim o panikle hem bağırıyor hem de ışığı yakıyor ki bir de ne görelim.
Bizim pansiyoncu, bu arada seslere bizim arkadaşlar da koşuyorlar adamı ayağa kaldırıp derdest ediyor ve soruyoruz.
-Ulen sen ırz düşmanı mısın, ne işin var bu odada.
Odaya adamın karısı ve kızı da yetişiyorlar.
Neyse konu sonunda açıklığa kavuşuyor ki bu arkadaş bir nedenle dışarı çıkmış,kafa bir duman kapı kapalı içeri giremeyince tek aralık cam, bizim odada görünce camdan içeri dalmış ve karanlıkta da bizim üzerimizden geçmeye kalkmış.
Bin bir türlü özürler eşinden ve kızından gelince ya sabırlar ile geceyi sabaha bağladık.
O gün sıkıntılı olan bu durum bugün aklımıza geldiğinde bizi hep güldürür.
Amasrayı ve Çakraz'ı çok sevdik ama ne zaman adı geçse hepte bu anı aklımıza ilk gelen anı olur.
Gençmişiz olayı da, pansiyonun nemli çarşafları ve yastıklarını da sineye çekmiştik.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ersin Böke - 17 Kasım 2017, 06:56:08
tekrar okudum , keyifle sindire sindire..

İşte bilenler bilir, Ahmet ile seyir bu yüzden inanılmazdır. Denizi havayı kitap gibi okur. Navtex gibi birşeydir yani  :)

Dikkat ederseniz bu denizcilerin tamamında can yeleği filan olmaz. Bildiğim kadarı ile yüzme bilmeyenler de çoğunlukta olur.

Bir kaç kere yazdım. Tekrar yazayım. Midilli Ayvalık arasında Tayo MArın dümenini tutarken can yeleklerini çıkaralım abi dediğinde sırtımdan soğuk terler aktıydı..

Zafer abi tercümeleri kitap yapacına önce bunu kitap yapsa ya.. Dadd ın ilk kitabı bu hikayeler olursa çok anlamlı olur diye düşünüyorum..
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ali Ünalan - 17 Kasım 2017, 10:49:11
Ahmet kalemine sağlık başka ne diyim :)xx :)xx
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Kemal Tesbihci - 17 Kasım 2017, 10:52:50
Ahmet Reisim ne güzel yazmışsın sanki zaman makinesi ile sayehat edip, eskilere gidip geldik.
Babamın ufak balıkçı takasını hala Riva da ırgatla felekleri yağlar çeker ve besi ile destekler öyle bırakırız.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Recep Ertürk - 17 Kasım 2017, 13:22:14

Ahmet reis elinize sağlık..

İki şey söylemek istiyorum.

İlki edebi tadı olan çok keyifle okunan bir yazı. Kitaplaştırırken gerek denizcilik terimleri, gerekse yöresel denizcilik dilini konuyla yakınlığı olmayan insanlara da aşina kılacak açıklamalar çok güzel olur.

İkincisi bizdeki denizcilik tarihi kitapları genelde ya askeri denizcilik ya devlet-şirket denizciliğe ile ilgilidir. İlk kez toplumun denizciliği ve onun tarihi konusunda çok özel gözlemler ve bilgiler ihtiva eden bir metin. Bunu ayrıca yazmanızı eminim çok güzel olur.

Neredeyse hiçbir sahil köyünde-kasabasında barınağın, bağlanma yerinin olmadığı zamanlarda bu ülkede denizcilik de balıkçılık da yapılırdı. Pazara ancak tekne ile gidilebilen yerler unutulmuş değil. Yazı dizinize adını veren "denk kayıkçılığı" o zamanların mesleği.. Yokluğun verdiği yaratıcılığı anlatınızın her satırında hissetmemek elde değil.

Elbette satır arası değindiğiniz kürek sporculuğu konusunu da okumak hakkımızdır diye düşünüyorum.

Elinize sağlık, teşekkürler..

Önümüz kış, her hafta bir bölüm yazsanız yaza kadar yeni bir kitap hacmi olur..

Selametle
Uğurlar olsun..


Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Aralık 2017, 00:03:30
    Ahmet reisim, çok güzel hikayeler yazmışsın.  İlginçtir aynı şeyleri ben de yaşadım. Karadeniz ve Akdeniz birbirine bu kadar uzakken neredeyse aynı şeyleri üstelikte benzer terimlerle yapmaktalar. Irgat aynı, felek aynı, besi aynı. Çocukluğumda Antalya eski limanında çok ırgat çevirmişliğim vardır.

Erdal Abi , ne güzel benzeri şeyleri farklı coğrafyalarda yaşamış olmak.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Aralık 2017, 00:22:56
Çok güzel bir hikaye. Bir kez daha zevkle okudum, eline sağlık.
Teşekkürler Abi,

Ahmet Reisim,
Sanırım evvelce de yazmıştım ama tekrarlayayım.
Bu anılar mutlaka kitap haline gelmeli.

Abi Çakraz Köy hatıranızı keyifle okudum. Tavsiyeniz için ve okuduğunuz için çok teşekkür ederim.Paylaştığım hatıraları aklıma geldikçe doğaçlama yazmıştım, yada bir şeyler tetikledikçe yazdım, kitap falan olurmu sanmam, olursa okuyucusu olurmu onu da bilemem, ama yazıp paylaştıktan sonra, ben tekrar tekrar okuyup duygulanıyorum. Bu kısmı çok hoşuma gidiyor işin açıkçası.

tekrar okudum , keyifle sindire sindire..

Bir kaç kere yazdım. Tekrar yazayım. Midilli Ayvalık arasında Tayo MArın dümenini tutarken can yeleklerini çıkaralım abi dediğinde sırtımdan soğuk terler aktıydı..
Abi teşekkürler  tekrar okuduğun için.
Can yeleği konusuna gelince, bizim uygulama gerçekte yanlış,  aslında canyeleği, güvenlik halatı gibi şeyler çok önem arzediyor. Zamanın da kullanılmalı, ama bizim alışkanlık niye böyle onuda bilmiyorum, ama söz artık bende can yeleğimi özellikle yalnızken sürekli kullanıcam.
Midilli'de can yeleği mutlaka takılacak hava geliyordu, o yüzden şeyettiydim yani. Nitekim sonrasında hava bindirince dümeni mümeni bırakıp can yeleği falan  takamazdık zaten.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Aralık 2017, 00:49:32

Ahmet reis elinize sağlık..

İki şey söylemek istiyorum.

İlki edebi tadı olan çok keyifle okunan bir yazı. Kitaplaştırırken gerek denizcilik terimleri, gerekse yöresel denizcilik dilini konuyla yakınlığı olmayan insanlara da aşina kılacak açıklamalar çok güzel olur.

İkincisi bizdeki denizcilik tarihi kitapları genelde ya askeri denizcilik ya devlet-şirket denizciliğe ile ilgilidir. İlk kez toplumun denizciliği ve onun tarihi konusunda çok özel gözlemler ve bilgiler ihtiva eden bir metin. Bunu ayrıca yazmanızı eminim çok güzel olur.

Neredeyse hiçbir sahil köyünde-kasabasında barınağın, bağlanma yerinin olmadığı zamanlarda bu ülkede denizcilik de balıkçılık da yapılırdı. Pazara ancak tekne ile gidilebilen yerler unutulmuş değil. Yazı dizinize adını veren "denk kayıkçılığı" o zamanların mesleği.. Yokluğun verdiği yaratıcılığı anlatınızın her satırında hissetmemek elde değil.

Elbette satır arası değindiğiniz kürek sporculuğu konusunu da okumak hakkımızdır diye düşünüyorum.

Elinize sağlık, teşekkürler..

Önümüz kış, her hafta bir bölüm yazsanız yaza kadar yeni bir kitap hacmi olur..

Selametle
Uğurlar olsun..

Abi teşekkürler , elim değdikçe bir şeyler karalıyorum işte. Tavsiyeleriniz çok önemli , çok teşekkürler.
 Ayrıca şu paragraftaki tespitiniz çok yerinde
" Neredeyse hiçbir sahil köyünde-kasabasında barınağın, bağlanma yerinin olmadığı zamanlarda bu ülkede denizcilik de balıkçılık da yapılırdı. Pazara ancak tekne ile gidilebilen yerler unutulmuş değil. Yazı dizinize adını veren "denk kayıkçılığı" o zamanların mesleği.. Yokluğun verdiği yaratıcılığı anlatınızın her satırında hissetmemek elde değil. "

Posta kayıklarının, pazara gidilen kayıkların son günlerini hayal meyal yetiştim. Anneannem gelin alma merasimi teknelerle yapılmış; biz bu gelin alma törenine "Hak" deriz,yani yöremizde düğün konvoyuna verilen isimdir.Yani 25 mil batıda ki köyle karadan ulaşım yokmuş maalesef. Hatta yakın zaman kadar da bu sahil şeridi ulaşım anlamında sıkıntılıydı. Ayrıca liman ve barınak olmadığını da hatırlamak gerekir.

Yokluğun verdiği yaratıcılık ise ; o bambaşka bir şey, inanın bunlara şahit olmayanlar anlam veremez ve yok artık derler.

Küreği hiç sormayın , ciddi kürek çekmekle geçmiş bir çocukluk, vücut yapısını ve gelişimi etkileyecek boyutlarda, artık hiç sevmiyorum küreği müreği. Onuda fırsat buldukça yazarım, bu forumda bulunan ara sıra bizlere hava durumu tahminleri yapan çocukluk arkadaşım Akın ile birlikte sahil kasabalarının tüm deniz şenliklerinin iki çifte kürek birincisi açık ara biz olurduk. "Derya isimli efsane bir sandal vardı bir balıkçı abimize aitti. Genelde ödül para yada altın olurdu. Tekne sahibi ve biz paylaşırdık.  :) Çok sonra Ankara'ya Üniversiteye geldim. Bir gün anfinin kapısında Mogan Kürek Klübüne katılımla ilgili bir şeyler yazıyordu. Gittim organize edenleri buldum, lisans misans gibi bir şeyler çıkarttık, bir iki yarışa girdik, fena da gitmiyorduk, sonra takım destek göremedi dağıldı, sonradan tekrar toparlanmışlar ama ben bir daha gidemedim. Şimdilerde üniversitelerin bayağı iyi takımları var olduğunu görüyorum.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Hulusi Gülen - 05 Aralık 2017, 21:13:08
Ahmet Reis; sayende Karadeniz'i tanıyoruz. Ne güzel anılar biriktirmişsin; ellerine sağlık.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ali Ünalan - 05 Aralık 2017, 21:33:10
Ahmet kalemine sağlık..
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Şubat 2018, 23:03:04
Birde şöyle bir şey yazmışım bir zamanlar, buyrunuz efendim.

Son Denk Kayıkçısının Hatıratı - Yeni Tekne Alınışı
1983 yılı Haziran Ayının son günleri idi. Kalkan sezonu bitmiş tekneler kuruluğa bakıma çıkmıştı. Sezon verimli geçtiği için tüm tayfalar mutluydu. Sezon sonu gemiciler paylarını alıp, helalleşip tekrar sezon başı çağrılacakları güne kadar köylerine  gitmişlerdi. Eskiden  balıkçılık pay usülü yapılırdı , yani bir nevi çalışan herkes ortaktı.Yapılan hasılattan kumanya ve masraf toplamı düşülür.Kalan ikiye bölünürdü.Bunun yarısı mal sahibine diğer yarısı da tayfalara paylaştırılırdı.Reisler 1,5 veya iki pay alır , miçolar aşçılar falan yarı pay alırlardı.
Rahmetli dedem uzun süreden beri volicilikte ve kalkancılıkta kullanmak üzere yeni nesil bir alamotra düşünüyordu. Çünkü elimizde bulunan teknelerin hepsi karpuz kıç yada baş kıç bir teknelerdi, bir kısmını yeni teknoloji avcılık türlerine uyarlama imkanı yoktu. Sezon verimli geçince bu düşüncesini hayata geçirmeye kalkışmıştı. O zamanlar  Kurucaşile İnebolu arasında sağlıklı bir vasıta çalışan kara yolu yoktu, tarifeli vasıtada yoktu , şimdide olduğu söylenemez ya. Bu yüzden tekneyle gidilip gelinirdi. Neyse böyle bir gün sabah erkenden Rahmetli Son Denk Kayıkçısının sandalını evin önünden yüzdürdüler. Sandal dediğimiz 6 metre civarı bir çırnık. İçinde 10 hp Lombardini bulunan açık güverte  bir olta kayığı. Babam , dedem ve Son Denk Kayıkçısı , tekne bakmak üzere yola çıktılar. Sırasıyla Cide’den Bartın’a kadar batıdaki tekne imal edilen köyleri gezip, hoşlarına giden bir  tekne arayacaklar, bulamazlarsa da sipariş edeceklerdi. Neyse Selametledik gittiler, okul tatil olduğu halde bizi de çok istememize rağmen götürmediler. Her halde ayak altında çocuk istemediler, zaten kayık küçük , kamarada yok. Aslında yaz ayı her yerde uyunur ama götürmediler işte.
Bu kamarasız kayıklarda hep bir branda bulunurdu. Kürek ve gönderlerle iskelet yapıp çadır gibi güverteye örterlerdi.Böylelikle ambar kamara gibi olur, farş tahtalarının üzerine serdikleri başaltı dolabında saklanan keçin minderlerden yatak yapıp uyunurdu. Zaten genelde hava soğutmalı makinalar olduğu için yaydığı sıcaklık ortamı hamam gibi yapardı.
Zaten kendileri bu sahil köylerinde iyi tanınırlardı, birde akrabalık ilişkileri vardı Dedem Fakaz Köyünün Damadıydı, Babamın ve Son Denk Kayıkçısı Hasan Reisin Kuzenleri Cide ve Gideros taraflarında balıkçıydılar, v.s v.s. Neticede uğraya uğraya gidiyorlar.Zaten küçük kayıkla gitme sebebleri de bundan ötürüymüş.Hiç bir yerde barınak olmadığı için uğrayacakları yerlerde kayığı iki felek bastırıp kıyıya alıyorlarmış. Zaten bu büyüklükte kayık beş kişi ile rahatlıkla çekilirdi. Üç kişi kendileri zaten hazır vaziyetteler iki kişiden kıyıdan  köylerden geldilermiydi  kayığı karada bilin. Zaten felekler ve besiler kayığın içinde mobil vaziyette varlardı.  Bazen de derelere girmek gerekebiliyormuş. Şimdilerde her yerde barınak var ve bu dereler falan ıslah edilip  kontrollü debiden dolayı kayık giremez hale geldi bir çoğu özelliğini kaybettiler. Bırakın kayığı,baraj ve setlerden dolayı bazı balıklar bile yukarılara gidemez oldu.
Neyse araya taraya ikinci günün sabahı Tekkeönü, Kapısuyu derken Kurucaşile’ de bir iki kayık beğenmişler. Sonrasında gezinip dururken  bir iki atölyede 10 metre civarı alamotralar bulmuşlar fakat babam 13 metre civarı bir kayık beğeniyor, dedemle , Hasan Reis 10 metre civarı bir kayık beğeniyorlar. Tabi kriterler farklı babam kayık büyük olsun istiyor. Ama büyük kayığı limanda tutmak lazım gelir. Oysa ki biz o zamanlar kayıkları evimizin önüne çekiyoruz.Limana neredeyse gitmiyoruz bile. Malımız güvende gözümüzün önünde duruyor. Bu yüzden Dedemle Hasan Reis Şiddetle karşı çıkıyor büyük kayığa, bizim yeni ve çok amaçlı bir kayığa ihtiyacımız var diye hedef küçültüyorlar. Oralarda dolaşırken bir bakıyorlar dedem yok. Neyse arıyorlar, tarıyorlar limanda iskelede bağlı bir kayığın kıç üzerine bağdaş kurmuş oturuyor. Gidiyorlar yanına , oda diyor ki alalım bu kayığı.Bakıyorlar kayık çok güzel, kepçeli oturaklı geniş bir kayık. Fakat aradıklarından 1 metre küçük ,yaklaşık 9 metre boy 4 metre en civarında bir şey bu.Baş üzerinde bedenden küçük bir kamara üstünde ahşap bir kule, tabiri caizse suda tava gibi duran bir kayık. Dedem o kadar beğenmiş ki bu kayığı ne dedilerse vazgeçiremiyorlar. Doğru dürüst pazarlık bile edemeden alıyorlar kayığı.
O zamanlar hava durumu siteleri falan yok tabi. Havaya suya kurda kuşa bakıp hadi gidelim yarın hava esecek deyip çıkıyorlar yola. Tekneyi yapan ustadan üç şey istiyorlar. Tulumba, patlak ve tekneye uygun bir çift kürek. Oda getiriyor koca bir demir tulumba , koca bir dal bıçağı, kocaman bir çift kürek, beş altı tanede açılmış yağ tenekesi. Yeni kayıkta makine yok donam yok, dümen yok, kamarada pencere bile yok bomboş bir şey zaten. Usta hemen teknenin beline bir çift iskarmoz kütüğü çakıyor ve nasıl yedekleyeceksiniz bu kayıkla bunu diye sormadan da edemiyor. Çünkü oralarda tekne yedekleyip nakledenlerde var. Ama bizimkiler onlara teknemi emanet eder. Yedeklemişler çırnığa koca kayığı hava kararırken ayrılmışlar Kurucaşile’den.Yeni tekneden makine yok kafasının üzerine yığılmış dümen yok, aykırıladığında kürekle siya tutup doğrultuyorlar.Babam yedekte yeni kayıkta vardiyada dedemle Hasan Reis Çırnıktalar. Çekiyorlar usul usul. Ay ışığı gündüz gibi, Rüzgar kalmış, ölü denizler kırılmış girmişler yollarına , Lombardininin egsozu sağdadır, doğuya seyir yaptıkları için kıyıya bakar.Neredeyse tam yol da olduğu için çok zorlanırmış. Çay ağızlarında yaz aylarında karadan denize dışarı rüzgarı eser. Bazı çay ağızlarının vadileri çok dar olduğu içi buraların önlerinde rüzgar çok şiddetlenir. İşte buralarda rüzgar egsozun çıkışını bastırır egsoz kıpkırmızı kızarırmış. Sonraları bu duruma bir kaçkez de ben şahit olmuşumdur. Bir de bu hava soğutmalı makinaların açıkta duran egsozları motosiklet egsozu gibi hepimizin bir yerlerini yakmıştır.Hepimizde küçük anıları vardır. Sabaha doğru hava biraz değişmiş İnebolu’ya Yaklaştıklarında Batı Karayelden bindirmiş. Lehlerine bir durum fakat yeni kayıkta dümen olmadığı için dalga önüne düştüklerinde çok zorlanmışlar. Sabaha yakın gelip limana bağlanmışlar.Sabah fırtına iyice şiddetlenmeden gelip evin önüne çekilecek ve donam süreci başlayacak. Biz çocukların limana gitmesi yasak olduğu için bizde heyecanla denizin kıyısında olan caminin Avlusunun üstüne duvara tırmanıp  oturduk  Liman tarafına  bakıyoruz ve heyecanla yeni teknemizi bekliyoruz. Saat 9 a doğru tekneler göründü.Hemen koşup eve  de haber verdim. Neyse kıyıda hummalı bir telaş, sabahki esinti biraz deniz döktüğü için iş biraz sıkıntılı. Yeni teknede makine yok , omurgasında nal yok. Bu yüzden kıyıya yanaşmada , feleklerin üzerinde dengede tutmada sıkıntılı.Kıyıda herkes heyecanlı, aile efradı kenarda , mahalleli ve komşular herkes heyecanlı bir vaziyette. Yaz günleri olduğu için sahil  kalabalık zaten. Dedem sabahın erken saatlerinden beri donamı hazırlamış son kontrolü yapıyor bende bir yandan felekleri yağlıyorum. Çok geçmeden tekneler çekek yerimizin önüne geldiler. Son Denk Kayıkçısı  Hasan Reis, alargada tekneleri eylerken öyle bir donam hazırladı ki yedekteki tekneyi arkasında değilde neredeyse paralelinde çekiyor. Bunu yaparken yedek teknenin iskele omuzluğundan ve belinden açmaz alarak kendi sandalının belinden ve kıç omuzluğundan açmaz alarak aynı zamanda yeni teknenin kıç babasından kürekle dümen tutarak  sistemi kurmuştu. Sonrasında her taraf neta olunca açıktan tekneleri hızlandırdılar ve dalga önüne düşüp başladılar cığarak gelmeye, tam dalganın patlağına gelince yedekleyen sandaldan halatı koyverip geri döndüler.Bu esnada yeni kayık hızla dalgaya bindi ve kıyıya hızla dalga ve rüzgarüstüne yatık bir şekilde geldi. Yarıbeline kadar soyunmuş ilk feleği tutanlar hızla ilk feleği omurganın altına kaptırdılar. Eş zamanlı kıyıya çekmek içi hazır bekleyen gidibot halatlarını  birer kişi sancak ve iskele omuzluktaki kancalarına  taktılar. Bu esnada gelen ikinci dalgayla kayık doğruldu kıyıya dik bir konuma geldi ama felek ve halat tutan bu dört kişi dalganın şiddetiyle yuvarlanıp gittiler, sonrasında dalganın çeken akıntısında doğrulmaya çalışırken görmüştüm kendilerini. Aynı dalga kayığın kıç üzerinide suyla doldurmuştu.Dalga boyu patlağın ağzında 2 metre civarındaydı.Açıkta bu dalga yüksekliği çok risk içermez ama kıyıda patladığı yerde  iki adam boyu olur, koca koca taşları yere vurur, kaldırır tekrar vurur yerini değiştirir. Ama yüz metre  yukarıdaki ırgatı koşturarak çeviren çoluk çocuk onlarca kişi dakikalar içinde tekneyi yarı boy yukarı çektiler. Kalabalık çok fazla olduğu için tekne durmadan hızla ilerliyordu. Teknenin omurgasında nal olmadığı için devrilme riskinden dolayı bordalardan dörder beşer kişi tekneyi tutuyordu. Tekne ilerledikçe kıç taraftan boşa çıkan felekler koşturarak başa sürükleniyor ve yeniden omurganın altına yatırılıyordu. Çok geçmeden tekne çekek yerinde donatılacağı kuruluk kısma alındı.
Bundan sonra bir ay boyunca donatılacak ,makinası ,dümeni,ırgatı,elektriği yatağı yorganı ,boyası,kınası yapılacaktı. Bu süre çabuk geçti ve sezon başına tekne yetişti. Neyse  tekne evimizin önündeki çekek yerinden limana gidecek ve voli ağı istiflenecek üç aylık palamut sezonu sonuna kadar denizde çalışacaktı. Karıncaların denizden su içtiği bir havada tekneyi küçük bir merasimle yüzdürdük. Artık tekne beyaz üzeri siyah kuşaklı, kırmızı bıyıkları ve kırmızı zehirlisi olan bir güzellikti. Neyse tekne yüzdürülünce Abim ve meşhur bir uzakyol denizcisi olan Aykut Reis tekneye atladılar limana gidecekler.Aykut reisten biraz bahsedersek ; kendisi sekiz dilde konuşabilen 35 yıl yabancı ticari gemilerde Reislik yapmış bir denizci . Yedi Denizde ve üç okyanusta ömrü boyunca seyirler yapmış ve bunları bize devamlı anlatırdı.Bu yüzden ilkokul öğrencisiyken Panamanın yapılış öyküsünü havuzların çalışma sistemini öğrenmiştik. Kendisi emekli olmuş gelmiş memleketine dönmüş küçük çapta ayakkabı tamirciliği yapar sezonda da uzatma ve volicilikte bizim takımda denize çıkardı. Kendisi iyi bir serdümendi ve çok seri yanaşma manevrası yapardı, izlemek bile keyifti. Ama o gün ne olduysa  iskeleye yanaşırken tornistan yaptığı sırada tekne ileri geçiyor ve tamyol tornistan yapacağı yerde tamyol ileri veriyor. Ve olan oluyor.Tekne ömrü boyunca taşıyacağı bir ize sahip oluyor. Kepçeyi dönen küpeşte ve parampetler patlıyor. Allah’tan bodoslamada bir şey yok. Sonradan anlıyoruz ki Reis aslında tornistan yapıyor. Fakat şanzumanı ve kumanda kolunu donatan kişi içeride çapariz vermesin diye üstten alması gereken şanzuman kolunu, mesafe müsait diye ters çevirip alttan alıyor.Böylelikle uzatma borusu farş tahtalarının altından geçiyor hiç ortalıkta çapariz etmiyor. Ama kolu ileri dayanınca tornistan geri çekince ileri vites oluyormuş. Bahsettiğimiz şanzuman tabiî ki hidrolik ve telli spiralli sistem değil, kavramalı tip şanzumandır. Sonrasında hep birlikte Aykut Reis daha fazla üzülmesin diye “nazar değdiğine” dair bir kanıya varıldı. Rivayete göre tekneyi şimdilerde çoktan rahmetli olmuş camiamızda kem gözleriyle meşhur bir dostumuz, büyüğümüz görmüştü ve maşallah dememişti. Kendisinin bir bakışta giden gemileri durdurduğu rivayet edilirdi. Sonrasında bu olay şakayla karışık yıllarca böyle yad edilir olmuştu.
Selam ve Uğurlar Olsun Hepsine…
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ali Ünalan - 02 Şubat 2018, 23:17:00
Ahmet Üç Denizi bitireyim sıra sende,senin yazdıklarında okunmaz ki kardeşim :)

Ahmet elinde eski fotoğraflar varise aralara serpiştir :)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mustafa Ertör - 02 Şubat 2018, 23:54:50
Ahmet'cim yine sizin oralara gidip sizin gibi düşündük sizin gibi yaşadık.Çok güzel bir renksin kardeşim.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mücahit Karabaş - 02 Şubat 2018, 23:56:42
Ahmet'cim yine sizin oralara gidip sizin gibi düşündük sizin gibi yaşadık.Çok güzel bir renksin kardeşim.

Hem de en güzel renklerden birisi  :)xx
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ersin Böke - 03 Şubat 2018, 00:22:06
ne denebilir ki.. ellerine sağlık kardeşim.. Şu baban bir zello ya gelse ya..
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Oğuzhan Oğuz - 03 Şubat 2018, 01:10:50
Eline sağlık Ahmet abi. Bunu okumamıştım. Teşekkürler. Bu arada bazı Terimleri öğrenmek için küçük çaplı staj gerekiyor sanırım 😊
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Hakan Tiryaki - 03 Şubat 2018, 01:40:36
Nasıl iyi gitti gece gece var ya... var ol Ahmetcim.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 03 Şubat 2018, 11:11:31
Ahmet Reis; sayende Karadeniz'i tanıyoruz. Ne güzel anılar biriktirmişsin; ellerine sağlık.

Abi çok teşekkürler.

Ahmet Üç Denizi bitireyim sıra sende,senin yazdıklarında okunmaz ki kardeşim :)

Ahmet elinde eski fotoğraflar varise aralara serpiştir :)

İşin kötüsü çok fazla fotoğrafımız yok, o zmanlar makinamız yoktu zaten, ama başkaları tarafından çekilmiş fotoğraflarımız çıkıyor sıksık karşıma, onları alıyorum hemen arşivime. Olanları paylaşırım elbette.

Ahmet'cim yine sizin oralara gidip sizin gibi düşündük sizin gibi yaşadık.Çok güzel bir renksin kardeşim.

Teşekkür ederim Mustafa Abicim, hatıralarla olduğu gibi  hemde fiziki olarak tekrar gideriz inşallah birlikte. Eğer gidebilirsek hep beraber tek kayıkta gidelim.

Ahmet'cim yine sizin oralara gidip sizin gibi düşündük sizin gibi yaşadık.Çok güzel bir renksin kardeşim.

Hem de en güzel renklerden birisi  :)xx

Çok teşekkür ederim Mücahit,  bilmukabele kardeşim


ne denebilir ki.. ellerine sağlık kardeşim.. Şu baban bir zello ya gelse ya..
.

Genelde hafta sonları beraberiz, yine konuştururuz zelloda, ayrıca kahvaltıya da getirmeye çalışıcam.

Eline sağlık Ahmet abi. Bunu okumamıştım. Teşekkürler. Bu arada bazı Terimleri öğrenmek için küçük çaplı staj gerekiyor sanırım 😊


Sağol Oğuzhan, tozlu rafların arasından çıktı, bende sevindim okuyunca tekrardan,  iyiki saklamışım.

Nasıl iyi gitti gece gece var ya... var ol Ahmetcim.

Bilmukabele Abi teşekkürler, sen üç denizi paylaşınca aklıma geldi bir şeyler daha olacaktı , biryerlerde diye. Yine bir kaç bir şey daha var sanırım , karıştırayım bakalım arşivi.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Hakan Tiryaki - 03 Şubat 2018, 11:30:40
Karıştır valla. Cevat Şakir ya da Sait Faik okurcasına keyifle okuyorum hepsini...

SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi

Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 03 Şubat 2018, 14:12:02
Karıştır karıştır... şahane oluyor.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Kemal Tesbihci - 03 Şubat 2018, 19:17:24
Ahmet yine ne güzel yazmış ne güzel anlatmışsın. Kalemine ruhuna sağlık viya böyle
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 27 Mart 2018, 23:29:59
Adından çok bahsettik , tesadüfen eniştem de seyir resmini buldum, aldım hemen arşive. Buyrunuz efsane teknemiz "Çakraz" Mayıs ayında Duba Burnu önlerinde seyirde.

(https://i.hizliresim.com/0EXQZ8.jpg) (https://hizliresim.com/0EXQZ8)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 27 Mart 2018, 23:34:07
Buyrunuz bu da bizi kusursuz fırtınalardan çıkartan kayığımız "Korkmaz Reis" ayrıca yeni tekne alınışı öyküsüne konu olan kayığımız.

(https://i.hizliresim.com/OobP6D.jpg) (https://hizliresim.com/OobP6D)

(https://i.hizliresim.com/G97lMZ.jpg) (https://hizliresim.com/G97lMZ)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 27 Mart 2018, 23:36:26
Evet burada da olta balıkçılığı hatıralarımızda yer eden çırnığımız " Emrullah Reis", buyrunuz efendim,

(https://i.hizliresim.com/LbMLWo.jpg) (https://hizliresim.com/LbMLWo)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 27 Mart 2018, 23:49:47
Bu resim Cem Abi sizin için,

size bahsetmiş olduğum Çapar  bu fotoğrafta üstte bordasında üç lastik olan teknedir.
Borda bordaya olanlardan taka olan "Ayhan Kardeşler", diğer karpuz kıç olan ise "Ömer Reis" Teknesidir. Kalkan Avı istiflemekteler, Taka da ayakta duran mantar istifleyen "Rahmetli Son Denk Kayıkçısı Hasan Reis'tir." Hatıralarımda anlattığım katlanır direk takada görülmektedir. Katlanır olmasının sebebi kayıklarda salma olmadığı için çalkantılı havada havale yapmasın diye imiş. Bu taka da Fişekli Slavia çift silindir makina vardı. Diğer karpuz kıç kayıkta ise kasabamızın tek modern motoru vardı. O zamanlar bizim için hayal gibi bir şey  36 hp üç silindir Volvo Penta.
Buyrunuz efendim.

(https://i.hizliresim.com/rO47b3.jpg) (https://hizliresim.com/rO47b3)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 27 Mart 2018, 23:54:25
Burada da her gün çekip yüzdürdüğümüz teknemiz "Çakraz" karada ve efsane ekibi ile.Sizlere hatıraların arasında anlatmaya çalıştığım ağ çekmeye yarayan makara düzeneği baş üstünde, benzinli bir viskonsin marka makine ile tahrik almakta.

(https://i.hizliresim.com/BLnklV.jpg) (https://hizliresim.com/BLnklV)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 28 Mart 2018, 00:26:33
Bu resim Cem Abi sizin için,

size bahsetmiş olduğum Çapar  bu fotoğrafta üstte bordasında üç lastik olan teknedir.
Borda bordaya olanlardan taka olan "Ayhan Kardeşler", diğer karpuz kıç olan ise "Ömer Reis" Teknesidir. Kalkan Avı istiflemekteler, Taka da ayakta duran mantar istifleyen "Rahmetli Son Denk Kayıkçısı Hasan Reis'tir." Hatıralarımda anlattığım katlanır direk takada görülmektedir. Katlanır olmasının sebebi kayıklarda salma olmadığı için çalkantılı havada havale yapmasın diye imiş. Bu taka da Fişekli Slavia çift silindir makina vardı. Diğer karpuz kıç kayıkta ise kasabamızın tek modern motoru vardı. O zamanlar bizim için hayal gibi bir şey  36 hp üç silindir Volvo Penta.
Buyrunuz efendim.

(https://i.hizliresim.com/rO47b3.jpg) (https://hizliresim.com/rO47b3)

Yazmayıatladığım iki ayrıntı var;
Birincisi karpuz kıç kayığın kamara üzerinde bulunan şamandıralar ve üzerlerine bağlanan dikenli yapraklar, diğeride ağ çekmeye yarayan dolap adını verdiğimiz makaralar.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Serkan Güvenen - 28 Mart 2018, 11:32:45
Ahmet reis,

Çok güzel resimler anılarınızla birleştirince çok daha anlamlı oldu.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Cem Gür - 28 Mart 2018, 12:02:29
Herkesin pür neş'e hep bir ağızdan konuştuğu uğultu arasında, masada karşılıklı oturup anlattığın, benim de pür dikkat, zaman zaman gönül gözümde canlandırdığım kalkan avı, şamandıralar üzerine bağlanan dikenler, koca teknede baş omuzlukta babalardan destek alıp devasa kürekle ağ sermeler, mantar yakasının usta, kurşun yakasının az bilen ekip tarafından denize bırakılması.....kalkanın dalganın kırılma sınırına yumurta dökmesi.. daha neler neler... O akşamın benim için değeri paha biçilmez. Şimdi de konu olan teknelerin fotoğraflarını görünce deniz emekçilerinin nasıl eli öpülesi olduklarını daha iyi anlıyorum Ahmet.

Başına kakarcasına yineliyorum. Yemişim şanlı donanma tarihini. Sivil, halkın denizciliğinde sözlü tarih yaşananların yaşayanlar tarafından anlatıldığı için değerlidir. Onun için dinle, sesli olarak kaydet ve yaz.

Çapar uzakta kalmış,çok ayrıntı seçilmiyor ama "Ayhan Kardeşler"e, "Emrullah Reis'e ve "Çakraz"a vuruldum.

Teşekkür ederim .
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ersin Böke - 28 Mart 2018, 20:50:05
Ahmet 'e bunu anlatmak çok zor.. Kavga dövüş bir aklam babası zello ya geldi.. O konuşmayı Mücahit derledi ve yayınlaması için ahmet 'e gönderdi.. Eski zamanlarda balıkçıların nasıl yelken kullandığının hikayesi var içinde..

Ahmet bunu yayınlamıyor bir türlü.. Neden biliyormusunuz.. ? Kendilerini övmüş olurlarmış ta ondan..

Bir de bugün bana sitem ediyordu resimleri görmedin mi diye.. resimleri gördüm görmesine de bu insanların resimleri ile birlikte konşmalarını niye koymuyorsun ah be Ahmedim..
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Recep Ertürk - 28 Mart 2018, 21:27:45

Yemişim şanlı donanma tarihini. Sivil, halkın denizciliğinde sözlü tarih yaşananların yaşayanlar tarafından anlatıldığı için değerlidir. Onun için dinle, sesli olarak kaydet ve yaz.


Donanma tarihi zaten kayıt altında. Tarihçiler çalışmasa da veya o alanda uzman tarihçi olmasa da arşivlerde bekliyor. Belki bütçeleri, planları bile duruyordur.

Halkın denizciliğinin tarihi ise yaşayanlarla beraber geçip gidiyor. Gırgırlardan sonra zaten balıkçı köy-kasaba da kalmadı. Dolayısıyla marangozluğu da gitmek üzere..

Çok etkilendiğim iki anlatıdan biri budur. Diğeri de Hamdi Atalay'ın babasının tekne yapımı ile geçen yaşamı..

Daha bekliyoruz.

Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Âli San - 29 Mart 2018, 01:22:36
Ahmet Kabaalioğlunun anı yazıları ve arşiv fotoğrafları sonunda bir güzel kitap olmazsa bu dünyadan gözü açık giderim   :-[
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Âli San - 29 Mart 2018, 01:25:33
Birden aklıma geldi ; Heyamola Hey Yayıncılık fikrine ne dersiniz ?
Bir geniş ortaklık halinde maliyetler öyle korkulacak gibi değil ; etrafımızda da bu işleri bilen insanlar var...
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ersin Böke - 29 Mart 2018, 08:54:55
bence çok önemli.. neden olmasın? daha önce de konuşulmuştu.. ayın 12 sindeki yemekte bu konuyu konuşsak mı
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Serkan Güvenen - 29 Mart 2018, 08:59:16
Birden aklıma geldi ; Heyamola Hey Yayıncılık fikrine ne dersiniz ?
Bir geniş ortaklık halinde maliyetler öyle korkulacak gibi değil ; etrafımızda da bu işleri bilen insanlar var...

Muhteşem olur .
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Hakan Tiryaki - 29 Mart 2018, 09:49:43
Birden aklıma geldi ; Heyamola Hey Yayıncılık fikrine ne dersiniz ?
Bir geniş ortaklık halinde maliyetler öyle korkulacak gibi değil ; etrafımızda da bu işleri bilen insanlar var...

Tüm baskı hazırlığı ve editörlüğü benden.

Sınırlı sayıda basım, ücretsiz e-kitap, benim olaya bakışım budur.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 25 Aralık 2018, 00:30:55
Bu hatırata epey ara vermişim. Şimdi Akın'da bu forumda aramızda yer aldığı için ortak hatıralarımızdan hatırladıklarımdan bir şeyler ekleyeyim. Yazılı hale dönüştürelim bakalım.
Deniz kenarında bir mahalle, denizin kıyıcığında geçen bir çocukluk ve hala devam eden arkadaşlık olunca yazmak lazım. Akın'la tanışıklığımız ve arkadaşlığımız artık 40 yılın üzerinde. Aynı yaştayız ve yaklaşık 5 yaşımızdan beri arkadaşız. Beraber yüzdük, beraber balığa gittik, beraber ava gittik ve bir sürü ortak anı. Şimdi bizlerin ortaokul ve lise yıllarımız boyunca hep sandallarımız oldu. Mahalledeki arkadaşlarımızın da vardı. Yaz geldimiydi onları güzelce boyar, sabah akşam balık tutar, gündüzleri de sahilde gezerdik. Arkadaşlar tekneye doluşur insanların denize girdiği sahil boyunca aşağı yukarı turlardık. Akın'ın amcasının yaptığı küçücük bir sandalı vardı, iki kişi anca binerdi. ama Amcası iyi bir tekne ustasıydı, küçücük kayık on numara dengeliydi. Enine göre boyu çok kısa olmasına rağmen çok iyi düşürmüştü kayığı. Benim de Eniştemin artan malzemelerden yaptığı 4,20 boyunda çift kürekli bir sandalım vardı. ama benim ki düşürülememiş bir kayıktı. Kürekte bir tarafa çekerdi. sargı tahtalarında da bariz gözle görülür bozukluklar vardı. Ayrıca hepimizin barbunya ağı vardı, akşam döker sabah çekerdik, bazende deniz soğukluğunda geceleri voli yapardık. Nadir de olsa limana gelen yelkenliler bizi meraklandırırdı. Bu yüzden hepimiz sandallara palamut sırığından direkler ve yelkenler yapmıştık.

Bir Haziran günü Akın'la sabah gün ışığında benim sandalı yüzdürdük. Dışarı rüzgarını aldık arkamıza, çift kürek asılıyoruz küreklere. Uça uça gidiyoruz kanala. Bizim orada mezgit suyuna kanal derler. Kıyıdan yaklaşık 7 dm açıkta. Dışarı rüzgarı sabah yedibuçuk sekize kadar devam eder. Karadan denize estiği için açılmak çok kolay olur. İşte bu kanalda hep mezgit tutan oltacılar olur, biz de onların arasına karıştık. Bizim orada akıntı hiç durmaz biz ona sular deriz. Sular poyrazsa doğudan batıya, karayelse batıdan doğuya akıntı oluşur. Aynı zamanda poyraz suları kıyıdan açar, yani kıyıdan uzaklaştırır, karayel suları ise kıyıya sıkar yani kıyıya yaklaştırır. Oltacılar da bu sularla meranın yani avlağın üzerinde akış yaparlar. Avlaktan uzaklaşınca makineyi çalıştırır geri aynı noktaya gelirler. İşte biz de makine olmadığı için hem çapari sallıyor hemde kürekle eyleniyoruz. Dalmışız balığa, 50 kulaç suda çalışınca , balıkta gelince kopmuş gitmişiz. Kayık balıktan hap oldu fakat kafayı bir kaldırdık. Ohooo biz karayel sularıyla doğuya akmış gitmişiz. Bırak mahalleyi limanı bile görmez olmuşuz. Saat on gibi birde rüzgar indirdi mi size. Etrafımızda bizi çekecek kimsede kalmamış, biz akışta farkında olmadan onlardan kopmuşuz. Onlarda çocuklar buradaydı nereye gittiler diye hiç düşünmemişler. Neyse efendim biz yisa kürek asılıyoruz ama denizlerde büyüdü bir yandan. Rüzgar, dere gibi sular, bir de dalgası sormayın gitsin. İki çift kürek deli gibi çekiyoruz ama , dalga tepesine çıkınca kürekler boşta dalga çukuruna düşünce kaytan kısmına kadar suda. Bir de kayığa serpinti giriyor. Akın bir yandan ara verip patlakla suyu boşaltıyor. Kayık denizlerle bir yükseliyor kürekler iskarmozdan çıkıyor o derece yani. Neyse öğleden sonra hava iyice arttı biz yaklaşık dört saat kürek çektikten sonra kıyıya yakın düştük, dalga çok olduğu için kumsal bir yere kayığı çekip dinlenip hava durulunca dönmek niyetindeyiz. Fakat dalgalarda çok büyüdü.  Mezgitler sıcaktan koktu midemizi alt üst etti. Attık denize, zaten patlakla eğrilerin arasındaki suyu alırken her seferinde içine onlarca balık giriyordu. Bizim sandallarda livar olmadığı için farş tahtalarının altına ,sintineye atardık balıkları. sintine de de hep su olduğu için balıklar yüzer dururdu. Tabi mezgit yüzmez hemen ölür ve şişerdi. Akşam üzeri hava biraz yumuşadı ve bizler kürek çekmekten nasır tutmuş avuç içlerimizin bile patladığını görerek yisa kürek yisa kürek limana kadar gelebildik. Üstte kıyafet yok şort atlet evden yüzdürmüş kayığı çıkmışız denize. O zamanlar biz şortla çarşı içlerinden falan nasıl geçeriz. İşte sandalı bıraktık orada, utana sıkıla hava kararınca çıktık gittik mahalleye ve  eve. Daha kötüsü de olduğu oldu. Şükürler olsun hepsinde bir şekilde eve ulaştık ve tekneleri de kırıp dökmedik.

Akın'a da sürpriz olsun okusun bakalım daha neleri hatırlayacak.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Kemal Gündüz - 25 Aralık 2018, 08:05:53
Süper Ahmet Reis
Devam, benimde öyle avuçlarımın için patlatıp, birde kayıktaki küçük çocukları korkuttuğum için zılgıtı yediğim bir anım vardı. Kıyıdan görmüşler ve inadına yardım etmemişler, bakalım ne yapacak diye


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 01 Mart 2019, 23:04:04
Bu hatırata epey ara vermişim. Şimdi Akın'da bu forumda aramızda yer aldığı için ortak hatıralarımızdan hatırladıklarımdan bir şeyler ekleyeyim. Yazılı hale dönüştürelim bakalım.
Deniz kenarında bir mahalle, denizin kıyıcığında geçen bir çocukluk ve hala devam eden arkadaşlık olunca yazmak lazım. Akın'la tanışıklığımız ve arkadaşlığımız artık 40 yılın üzerinde. Aynı yaştayız ve yaklaşık 5 yaşımızdan beri arkadaşız. Beraber yüzdük, beraber balığa gittik, beraber ava gittik ve bir sürü ortak anı. Şimdi bizlerin ortaokul ve lise yıllarımız boyunca hep sandallarımız oldu. Mahalledeki arkadaşlarımızın da vardı. Yaz geldimiydi onları güzelce boyar, sabah akşam balık tutar, gündüzleri de sahilde gezerdik. Arkadaşlar tekneye doluşur insanların denize girdiği sahil boyunca aşağı yukarı turlardık. Akın'ın amcasının yaptığı küçücük bir sandalı vardı, iki kişi anca binerdi. ama Amcası iyi bir tekne ustasıydı, küçücük kayık on numara dengeliydi. Enine göre boyu çok kısa olmasına rağmen çok iyi düşürmüştü kayığı. Benim de Eniştemin artan malzemelerden yaptığı 4,20 boyunda çift kürekli bir sandalım vardı. ama benim ki düşürülememiş bir kayıktı. Kürekte bir tarafa çekerdi. sargı tahtalarında da bariz gözle görülür bozukluklar vardı. Ayrıca hepimizin barbunya ağı vardı, akşam döker sabah çekerdik, bazende deniz soğukluğunda geceleri voli yapardık. Nadir de olsa limana gelen yelkenliler bizi meraklandırırdı. Bu yüzden hepimiz sandallara palamut sırığından direkler ve yelkenler yapmıştık.

Bir Haziran günü Akın'la sabah gün ışığında benim sandalı yüzdürdük. Dışarı rüzgarını aldık arkamıza, çift kürek asılıyoruz küreklere. Uça uça gidiyoruz kanala. Bizim orada mezgit suyuna kanal derler. Kıyıdan yaklaşık 7 dm açıkta. Dışarı rüzgarı sabah yedibuçuk sekize kadar devam eder. Karadan denize estiği için açılmak çok kolay olur. İşte bu kanalda hep mezgit tutan oltacılar olur, biz de onların arasına karıştık. Bizim orada akıntı hiç durmaz biz ona sular deriz. Sular poyrazsa doğudan batıya, karayelse batıdan doğuya akıntı oluşur. Aynı zamanda poyraz suları kıyıdan açar, yani kıyıdan uzaklaştırır, karayel suları ise kıyıya sıkar yani kıyıya yaklaştırır. Oltacılar da bu sularla meranın yani avlağın üzerinde akış yaparlar. Avlaktan uzaklaşınca makineyi çalıştırır geri aynı noktaya gelirler. İşte biz de makine olmadığı için hem çapari sallıyor hemde kürekle eyleniyoruz. Dalmışız balığa, 50 kulaç suda çalışınca , balıkta gelince kopmuş gitmişiz. Kayık balıktan hap oldu fakat kafayı bir kaldırdık. Ohooo biz karayel sularıyla doğuya akmış gitmişiz. Bırak mahalleyi limanı bile görmez olmuşuz. Saat on gibi birde rüzgar indirdi mi size. Etrafımızda bizi çekecek kimsede kalmamış, biz akışta farkında olmadan onlardan kopmuşuz. Onlarda çocuklar buradaydı nereye gittiler diye hiç düşünmemişler. Neyse efendim biz yisa kürek asılıyoruz ama denizlerde büyüdü bir yandan. Rüzgar, dere gibi sular, bir de dalgası sormayın gitsin. İki çift kürek deli gibi çekiyoruz ama , dalga tepesine çıkınca kürekler boşta dalga çukuruna düşünce kaytan kısmına kadar suda. Bir de kayığa serpinti giriyor. Akın bir yandan ara verip patlakla suyu boşaltıyor. Kayık denizlerle bir yükseliyor kürekler iskarmozdan çıkıyor o derece yani. Neyse öğleden sonra hava iyice arttı biz yaklaşık dört saat kürek çektikten sonra kıyıya yakın düştük, dalga çok olduğu için kumsal bir yere kayığı çekip dinlenip hava durulunca dönmek niyetindeyiz. Fakat dalgalarda çok büyüdü.  Mezgitler sıcaktan koktu midemizi alt üst etti. Attık denize, zaten patlakla eğrilerin arasındaki suyu alırken her seferinde içine onlarca balık giriyordu. Bizim sandallarda livar olmadığı için farş tahtalarının altına ,sintineye atardık balıkları. sintine de de hep su olduğu için balıklar yüzer dururdu. Tabi mezgit yüzmez hemen ölür ve şişerdi. Akşam üzeri hava biraz yumuşadı ve bizler kürek çekmekten nasır tutmuş avuç içlerimizin bile patladığını görerek yisa kürek yisa kürek limana kadar gelebildik. Üstte kıyafet yok şort atlet evden yüzdürmüş kayığı çıkmışız denize. O zamanlar biz şortla çarşı içlerinden falan nasıl geçeriz. İşte sandalı bıraktık orada, utana sıkıla hava kararınca çıktık gittik mahalleye ve  eve. Daha kötüsü de olduğu oldu. Şükürler olsun hepsinde bir şekilde eve ulaştık ve tekneleri de kırıp dökmedik.

Akın'a da sürpriz olsun okusun bakalım daha neleri hatırlayacak.

Sandallarda şöyle şeyler; bu resimdeki sandal arkadaşımız Serdar'ın Sandalı. Kürekte Akın, başüstünde ben, kıçta Serdar.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mustafa Ertör - 02 Mart 2019, 10:31:20
"Allah Sağlık Para Versin Amin."".
Ankara'da 3 yıl okuyan biri olarak ASPAVA'nın açılımını yapayım dedim
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 02 Mart 2019, 11:13:20
"Allah Sağlık Para Versin Amin."".
Ankara'da 3 yıl okuyan biri olarak ASPAVA'nın açılımını yapayım dedim

Serdar'da zaten Ankara'da görmüş yazmıştı. O zamanlar herkes merak ederdi, bizim oralarda pek bilinen bir şey değildi. :)
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Hulusi Gülen - 02 Mart 2019, 13:20:28
KUPİKO : Kuru fasülye, Pilav, Komposto. 1980'lerde Balıkesir'de öğrencilerin kayıntı yaptığı bir lokanta idi.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Necip Bulut - 02 Mart 2019, 19:37:14
"Allah Sağlık Para Versin Amin."".
Ankara'da 3 yıl okuyan biri olarak ASPAVA'nın açılımını yapayım dedim

İkinci A kimine göre afiyet kısaltması.  Benim öğrenciliğimdeyse aşk kısaltması olduğu rivayet edilirdi.  :) :)

Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mustafa Ertör - 02 Mart 2019, 20:05:47
 :)O daha güzelmiş.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 04 Mart 2019, 12:21:43
Bu resim Cem Abi sizin için,

size bahsetmiş olduğum Çapar  bu fotoğrafta üstte bordasında üç lastik olan teknedir.
Borda bordaya olanlardan taka olan "Ayhan Kardeşler", diğer karpuz kıç olan ise "Ömer Reis" Teknesidir. Kalkan Avı istiflemekteler, Taka da ayakta duran mantar istifleyen "Rahmetli Son Denk Kayıkçısı Hasan Reis'tir." Hatıralarımda anlattığım katlanır direk takada görülmektedir. Katlanır olmasının sebebi kayıklarda salma olmadığı için çalkantılı havada havale yapmasın diye imiş. Bu taka da Fişekli Slavia çift silindir makina vardı. Diğer karpuz kıç kayıkta ise kasabamızın tek modern motoru vardı. O zamanlar bizim için hayal gibi bir şey  36 hp üç silindir Volvo Penta.
Buyrunuz efendim.

(https://i.hizliresim.com/rO47b3.jpg) (https://hizliresim.com/rO47b3)

Burada bir ayrıntı daha var unuttuğum. Bu kırılabilir direkler aslında bir nevi çadır oluyor. Yağışlı havalarda bu direğin üstüne boydan boya bir branda atarlardı içi bildiğiniz çadır gibi olurdu. Brandanın eteklerini küpeştelerden dışarıya sarkıtırlardı içeri de kocaman bir mangal , buyrun size konforlu bir çalışma ve oturma ortamı. Çoğu zaman bu çadırın altında balık istifi yatılıp kalkılırdı.

Aynı çadır, kamarasız , açık güverte çırnıklarda ve sandallarda da kürekler ve gönder vesilesi ile yapılırdı.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 23 Ekim 2019, 23:10:10

Yeni alınan kayık, bundan sonra bir ay boyunca donatılacak ,makinası ,dümeni,ırgatı,elektriği yatağı yorganı ,boyası,kınası yapılacaktı. Bu süre çabuk geçti ve sezon başına tekne yetişti. Neyse  tekne evimizin önündeki çekek yerinden limana gidecek ve voli ağı istiflenecek üç aylık palamut sezonu sonuna kadar denizde çalışacaktı. Karıncaların denizden su içtiği bir havada tekneyi küçük bir merasimle yüzdürdük. Artık tekne beyaz üzeri siyah kuşaklı, kırmızı bıyıkları ve kırmızı zehirlisi olan bir güzellikti. Neyse tekne yüzdürülünce Abim ve meşhur bir uzakyol denizcisi olan Aykut Reis tekneye atladılar limana gidecekler. Aykut reisten biraz bahsedersek ; kendisi sekiz dilde konuşabilen 35 yıl yabancı ticari gemilerde Reislik yapmış bir denizci . Yedi Denizde ve üç okyanusta ömrü boyunca seyirler yapmış ve bunları bize devamlı anlatırdı. Bu yüzden ilkokul öğrencisiyken Panamanın yapılış öyküsünü havuzların çalışma sistemini öğrenmiştik. Kendisi emekli olmuş gelmiş memleketine dönmüş küçük çapta ayakkabı tamirciliği yapar sezonda da uzatma ve volicilikte bizim takımda denize çıkardı. Kendisi iyi bir serdümendi ve çok seri yanaşma manevrası yapardı, izlemek bile keyifti. Ama o gün ne olduysa  iskeleye yanaşırken tornistan yaptığı sırada tekne ileri geçiyor ve tamyol tornistan yapacağı yerde tamyol ileri veriyor. Ve olan oluyor. Tekne ömrü boyunca taşıyacağı bir ize sahip oluyor. Kepçeyi dönen küpeşte ve parampetler patlıyor. Allah’tan bodoslamada bir şey yok. Sonradan anlıyoruz ki Reis aslında tornistan yapıyor. Fakat şanzumanı ve kumanda kolunu donatan kişi içeride çapariz vermesin diye üstten alması gereken şanzuman kolunu, mesafe müsait diye ters çevirip alttan alıyor. Böylelikle uzatma borusu farş tahtalarının altından geçiyor hiç ortalıkta çapariz etmiyor. Ama kolu ileri dayanınca tornistan geri çekince ileri vites oluyormuş. Bahsettiğimiz şanzuman tabiî ki hidrolik ve telli spiralli sistem değil, kavramalı tip şanzumandır. Sonrasında hep birlikte Aykut Reis daha fazla üzülmesin diye “nazar değdiğine” dair bir kanıya varıldı. Rivayete göre tekneyi şimdilerde çoktan rahmetli olmuş camiamızda kem gözleriyle meşhur bir dostumuz, büyüğümüz görmüştü ve maşallah dememişti. Kendisinin bir bakışta giden gemileri durdurduğu rivayet edilirdi. Sonrasında bu olay şakayla karışık yıllarca böyle yad edilir olmuştu.
Selam ve Uğurlar Olsun Hepsine…

Bu hatıramın kahramanı Aykut Reis, geçtiğimiz günlerde rahmetli oldu. Kendisinin bizlerin dünyadan haberdar olmasında çok büyük payı vardır. Yukarıda bahsettiğim şekilde 35 yıl kesintisiz denizde geçen bir ömrün sonunda , doğup büyüdüğü kasabaya yerleşen, çocukken ayakkabıcı çıraklığı yaptığı için ikinci mesleği olan ayakkabı tamirciliği üzerine minik bir dükkan açan bir büyüğümüzdü.  İlk defa gerçek bir dünya haritasını o dükkanın duvarında görmüştüm. Gemiden getirdiği bir haritayı hemen oturduğu dikiş makinasının arkasına , sırtına gelecek şekilde asmıştı. küçücük dükkana zaten , bir dikiş makinesi 3 tabure bir de Aykut Reis sığıyordu. Bir de dükkan köprübaşında çok ayakaltı bir yerde olduğu için , elimizdeki ağır eşyaları bırakma noktamız, büyüklerimizi bekleme noktamızdı. Kendisine vefa borcumuz vardır.
-   Denize dair ufkumuzu açtı.
-   Sadece onunla uzatmaya çıkan kişilerin bildiği “İpsalazongoloz” tekerlemesini söyleyişi gözümün önünden gitmez.
-   Panama Kanalını , Süveyş Kanalını ondan öğrendik.
-   Panama Kanalının havuz duvarına ismini yazma öyküsünü keyifle dinledik.
-   Çin denizinde tuttuğu balıklar, hayal dünyamıza renk kattı.
-   İlk defa kuzey kutbundan açılarak kağıda dökülmüş bir haritayı onun sayesinde gördük.
-   Bildiğim bağların bir kısmını ondan öğrendim.
-   İsmini bile duymadığımız Afrika Ülkelerini gitmiş gibi öğrendik kendisinden.
-   Belçika’daki kanalları,Missipide seyir hikayelerini keyifle dinledik.
-   Küçücük bir Karadeniz kasabasından yetişen bir denizcinin nasıl dünya vatandaşı olduğunu ondan öğrendik.
İşte böyle, yıl 2019 ,Aykut Reis seni de uğurladık ebediyete, uğurlar olsun , mekanın cennet olsun.
 Rahmet, Selamet ve Şükranla.

Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Cem Gür - 24 Ekim 2019, 00:04:18

(http://flashresim.com/upload/MTVkYjBjMDFjMmFkM2E.jpg) (http://flashresim.com/upload/MTVkYjBjMDFjMmFkM2E.jpg)


Birer birer terk-i dünya ediyor sırası gelenler.
Ne mutlu onlara ki heybeleri dolu, ardlarında bıraktıkları fisebilullah  paylaştıkları, yolunu aydınlattıkları.
Yolları güneş, yeni dünyaları sonsuz enginler olsun. 
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mustafa Ertör - 24 Ekim 2019, 09:13:42
Allah rahmet eylesin. Güzel izler bırakmış gönüllerde.Gittiği yerde mutlu olsun.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Çetin Kent - 24 Ekim 2019, 11:09:31
Ne çok izler bırakmış, mekanı cennet olsun.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Hakan Tiryaki - 24 Ekim 2019, 11:13:37
Gıpta ettim reise.
Bu yüzden yazmak lazım işte. Çakma insanlık tarihinin kıyısına, köşesine de olsa ilişsin gerçek insanların, gösterişsiz ama gerçek öyküleri.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mücahit Karabaş - 24 Ekim 2019, 21:44:09
Bu sabah iş hayatımdan bir dostumla sohbet ederken bana dert yanıyordu " kendi yaptıklarımı konuşacağıma  hep başkalarının yaptığını konuşuyorum futbol, siyaset, magazin, yoruldum" diyordu. Sonra forumda Aykut Reisin vefatını okudum. Dolu dolu yaşamanın, kendi yaşadıklarını anlatıp paylaşabilmenin değerini bir kez daha anladım.

Dünya gerçek kahramanlarından birisini daha kaybetmiş. Nur içinde yatsın.

En sevdiğimiz hollywood filmlerinden birisi olan Big Fish'in final sahnesini defalarca izlemişimimdir. Filmlerin sonunun söylenmesinden hiç hoşlanmam ama bu öyle bir film değil zaten. Aykut Reise selam olsun...

Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 05 Nisan 2020, 23:05:30
Başlık boş kalmasın, sizlerin önerilerini dinledim ve uzun süredir üzerinde çalıştığım ama bir türlü fırsat yaratıp toparlayamadığım notlarımı artık elle tutulur bir hale getirdim. Ama bu seferki hatıralar bana ait değil. Benden iki kuşak öncesine ait, bana nakil. Şu an tamamlayamadım, ama  ciddi mesafe katettim, sondaki ışık göründü gibi, bir sayfasını ipucu olarak paylaşayım istedim. Buyrunuz bakalım beğenecek misiniz.

O zamanlar Karadeniz'de limanlar doğal koylardan oluşuyordu ve tekneler karaya çekiliyordu. Ama İnebolu Açık Denizdi ve İnebolu Sahilinde gemi yüzdürmek ve çekmek önemli bir maharet istiyordu. Hummalı bir çalışma başlamıştı bile, kimisi geminin su kesiminin altında kalan kısmı felek yağı tabir edilen yağla yağlıyor, kimisi gemiye yiyecek depoluyor, kimisi olukbaşından katırlara yüklenmiş fıçılarla su ve kuruluktan kuru odun taşıyor ve en önemlisi  de Debreli gemiye yeni bir takma isim yazıyordu ve ilginç olan bu isim Rusça idi. Olayın sebebi Kayıkçı loncasının Başkanının getirdiği bohçada saklıydı. Geminin ismi ve evrakları değişmişti. Gemi artık bir Rus gemisiydi. Evraklara göre İstanbul’dan Kırıma navlun götürecekti. Gümrük ve evrakları hazırdı. Kırımdaki bir esnafın malı İstanbul Ayvansaray İskelesinden alınıp Kırım’a götürülecekti. İnebolu denizcilerinin hepsi miçoluklarından beri Karadeniz Limanlarının hepsine sürekli sefere gittikleri için çok iyi derecede Rusça ve İnebolu’da Rumlarla içi içe yaşamaktan dolayı Rumca biliyorlardı. Ayrıca Şükrü Kaptan gibi Akdeniz’e açılanlar ise İngilizce ve İspanyolca da anlaşabiliyorlardı.

Kasım 81 ve kışın en şiddetli olduğu günlerden biriydi. Günün ilk ışıkları ile sahilde hummalı bir çalışma devam ediyordu. 21 metre boyundaki çift direkli Karadeniz’in en hızlı gemisi dalgaların yayıldığı son noktaya kadar indirilmişti. Fakat öyle bir deniz dökmüştü ki uskunayı indirme esnasında yaşanabilecek en küçük bir terslik parçalanmasına sebeb olacaktı. İnebolu Sahilini en şiddetli hırpalayan fırtına yıldızpoyraz tabir edilen fırtınaydı ve tüm şiddetiyle devam ediyordu. Şükrü Kaptan ve Çolak Mustafa denizin hemen kenarında üçleme dalgaları sayıyorlardı. Yedi dalgada bir düzleşip üç dalga kadar durgunlaşıp anafor oluşturması gereken deniz bir türlü yumuşamıyordu. Bu an teknelerin yüzdürülüp kıyıdan uzaklaştırma anıydı aslında. Yarım saatlik bir gözlemden sonra onbir dalgada bir boşluk olduğunu yakaladılar ve uskunayı yüzdürmeye karar verdiler. Uskuna mürettebatı gemiye binmeye başladığı sırada miço Hasan’a Şükrü Kaptan sefere çıkamayacağını söyleyecekti fakat bir türlü miçosunu göremiyordu. Bir yere gitti herhalde diye düşündü ve içten içe de kızdı, dönüşte gösteririm gününü ona diye mırıldandı. Ama daha sonra öğrenecekti ki Miçosunun ömründe ilk ve son defa emrine itaat etmediğini. Herkes uskuna da yerini almıştı ve iki çift kürek takılmış ,herkes kürek başına geçmiş, Debreli acil durumda funda etmek üzere çapa ve halat başında duruyor, mizana yelkeni fora edilmek üzere manevraya hazır halde ve Çolak Mustafa’da dümen başına geçmiş hazır bekliyorlardı. Lonca Reisi teknenin uzağında dalga sayıyor, Şükrü Kaptan da Uskunanın kıç üstünde dalga sayıyordu. Bir an saniyelik bir bakışma oldu aralarında ve bu bakışma karşılıklı bir onay anlamına geliyordu. Bunun üzerine Lonca Reisi “Mola Bismillah” diye olanca sesiyle haykırdı ve an içinde teknenin etrafında bulunan seksen kadar Denizci hızla uskunayı kızaktan ve felekler üzerinden denize dayandılar. Evet uskuna öyle bir geri çekilen dalga anaforu yakalamıştı ki saniyeler içinde kıyıdan üç boy uzaklaştı.Çabucak dalganın ilk yuvarlanma noktasını geçmişlerdi.Bu arada saniyeler içinde mizana yelkeni fora edilmiş ve rüzgarla dolmaya başlamıştı bile.Rüzgarla dolan yelken  tekneyi boynunun üzerine yatırarak olduğu yerde dönüş sağlayan ivmeyi kazanmasını sağlamıştı. Bu manevrayı öyle bir zamanlama ile yapmışlardı ki Çolak Mustafa’nın dümeni alabanda etmesiyle yelken basılmış ve rüzgar üstü iki koca kürek siya tutularak uskunanın olduğu yerde dönüp bir anda ileri atılmasını sağlamışlardı. Biraz hızlanan uskuna kıyıdan açılmaya başladığında ardı sıra gelen dalgalara şiddetli baş vursa da bir bir hepsini alt etmişti. Baş üstünden giren dalga tüm güverteyi yıkayıp  kıçtan çıkıyordu peşi sıra. Ama Uskuna ile birlikte yola çıkacak iki çektirmenin yüzdürme manevrası daha zor olacaktı, yapıları gereği daha ataletsiz ve hantaldılar. Ama onların şanslı oldukları bir durum vardı, uskunanın aksine kıçtan kara çekilmişlerdi. Yüzdürüldüklerinde dönüş manevrası yapmalarına bile gerek kalmayacaktı. Eğer aykırılamazlarsa çok çabuk dalganın patlağını geçebilirlerdi ve yelkenlerini yüzmeden basabiliyorlardı.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Murat Ayduk - 06 Nisan 2020, 12:12:27
Abi çok beğendim... Devamı ne zaman gelecek? Tadı damakta kaldı resmen. :)xx
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Cem Gür - 06 Nisan 2020, 16:05:44
iŞTE BU !!!! :)xx :)xx :)xx

Eminim daha neler gelecek peşinden.

Dile kolay! Yirmi metre, hem de hamulesi, kumanyası, mürettebatı üstünde, neredeyse saniyeler içinde verilen mola emri ile 80 adamın koca gemiyi denize sürmesi. Üstelik kıçın kıçın inen teknenin yine inanılmaz bir seknronişzasyon ile kafasını denize çevirip  selamete çıkması.

İnsanların demirden teknelerin ağaçtan olduğu yıllar.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Enes Save - 06 Nisan 2020, 22:07:47
Kalemine sağlık Ahmetciğim. Devamını bekliyorum.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Mikail Dağlar - 24 Nisan 2020, 21:15:56
Ahmet kaptan. Bu yazı dizisinin bazı bölümlerini daha önce okumuştum. Ama tekrar okurken ilk kez okuyormuş gibi keyif aldım ve heyecanlandım. Devamı gelecek gibi görünüyor. Umarım bir gün kitap olarak elimizde tutabiliriz.
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 24 Nisan 2020, 23:47:59
Herkese çok teşekkürler. Son iletime kadar yazdıklarım kendi yaşantımdan kesitlerdi. Bir çoğunuz bunları derleyip toplamamı defalarca söylemişti. Zaman içinde belki oda olur. Ama şu sıralar , çok zamandır uğraştığım ve bir türlü tamamlayamadığım, dedeme ait  ve bana çoğunluğu nakil olan anıları toparlamakla meşguldüm.Özellikle zamana yaydım, çünkü dönemin denizciliğine dair bana nakledilen bilgileri anlamlandıramıyordum çünkü dönemin şartlarını gözümüzde canlandırmak bile zor. Bu yüzden bir sürü araştırma yapmam gerekiyor. Bu bağlamda Sevgili Cem Gür Abimizden çok fazlaca istifade ediyorum. Neredeyse o döneme ait her sorunun cevabı onda var.  Bakalım ortaya nasıl bir şey çıkacak.

Ahmet kaptan. Bu yazı dizisinin bazı bölümlerini daha önce okumuştum. Ama tekrar okurken ilk kez okuyormuş gibi keyif aldım ve heyecanlandım. Devamı gelecek gibi görünüyor. Umarım bir gün kitap olarak elimizde tutabiliriz.

Teşekkür ederim Mikail Hocam. Sorun şu ben programlı bir şey yapamıyorum. Bir şeyden etkilenip spontane bir şekilde o konuya dair anılarımı yazıyorum.

Kalemine sağlık Ahmetciğim. Devamını bekliyorum.

Teşekkürler Abi.

iŞTE BU !!!! :)xx :)xx :)xx

Eminim daha neler gelecek peşinden.

Dile kolay! Yirmi metre, hem de hamulesi, kumanyası, mürettebatı üstünde, neredeyse saniyeler içinde verilen mola emri ile 80 adamın koca gemiyi denize sürmesi. Üstelik kıçın kıçın inen teknenin yine inanılmaz bir seknronişzasyon ile kafasını denize çevirip  selamete çıkması.

İnsanların demirden teknelerin ağaçtan olduğu yıllar.

Mürettiblerinden biri olmanız gerekiyor , efendim, hazırlayınız kendinizi.


Abi çok beğendim... Devamı ne zaman gelecek? Tadı damakta kaldı resmen. :)xx


Teşekkürler Murat Kaptanım , bu korona günlerinde toparlamak lazım aslında kenarda köşede duran notları.




Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: O.Utku Uçkan - 25 Nisan 2020, 08:02:52
Ahmet kaptanım paylaşımlarınız ve ayrıca yazım tarzınız da çok güzeller. Danışmanınızı ise zaten biliyoruz. :)xx
Bana çok yakınımdaki ve aynı zamanda meslektaşım da olan Fatma ablamı hatırlattı. Annesinden dinlediği babasının, Stalin dönemi yönetimden kaçarak Dağlık Karabağ'dan Türkiye'ye geliş, öyküsünü küçük bir kitap haline getirdi. Yaşına, sağlığına bakmadan torun bakmanın yanı sıra hala çalışıyor ve mesleğini yapıyor.Geçtiğimiz yıl bir de kalkıp oralara gitti ve ulaşılması çok güç olan baba köyünü bulup akrabalarına imzaladığı kitabını dağıttı.
Bunu burada yazmamın nedeni olayın çok benzeşmesi ve sizin de bu konuyu ciddi düşünmeniz içindi. ;)
Bu vesile ile kendimle ilgili bir açıklama yapma gereği de duydum. Bu tür başlıklar altındaki yazıların bütünselliğin bozmamak adına her bölümde ''ben de okudum '' benzeri bir şeyler yazmamaya çalışıyorum.
Bilgisayarım ''yeni gönderilen iletileri göster'' olarak açıyor forumu ve çok konu görünce heyecanla açıyorum başlığı ve esas konunun devamı değilse. :'(
Okuyanın heyecanı boşa gitmesin diye uzun yazdım. ;D
Başlık: Ynt: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 24 Mart 2022, 10:03:54
Ahmet kaptanım paylaşımlarınız ve ayrıca yazım tarzınız da çok güzeller. Danışmanınızı ise zaten biliyoruz. :)xx
Bana çok yakınımdaki ve aynı zamanda meslektaşım da olan Fatma ablamı hatırlattı. Annesinden dinlediği babasının, Stalin dönemi yönetimden kaçarak Dağlık Karabağ'dan Türkiye'ye geliş, öyküsünü küçük bir kitap haline getirdi. Yaşına, sağlığına bakmadan torun bakmanın yanı sıra hala çalışıyor ve mesleğini yapıyor.Geçtiğimiz yıl bir de kalkıp oralara gitti ve ulaşılması çok güç olan baba köyünü bulup akrabalarına imzaladığı kitabını dağıttı.
Bunu burada yazmamın nedeni olayın çok benzeşmesi ve sizin de bu konuyu ciddi düşünmeniz içindi. ;)
Bu vesile ile kendimle ilgili bir açıklama yapma gereği de duydum. Bu tür başlıklar altındaki yazıların bütünselliğin bozmamak adına her bölümde ''ben de okudum '' benzeri bir şeyler yazmamaya çalışıyorum.
Bilgisayarım ''yeni gönderilen iletileri göster'' olarak açıyor forumu ve çok konu görünce heyecanla açıyorum başlığı ve esas konunun devamı değilse. :'(
Okuyanın heyecanı boşa gitmesin diye uzun yazdım. ;D

Utku Dede çok teşekkür ederim, bazen yazılanların okunduğunu bilmek bile insanı çok mutlu ve motive ediyor. Cem Abinin vefatından sonra  bu konuda epeyce bir şey yazmadım, hepimiz gibi bende bu dönem tanıdığımız çok insanın kaybından dolayı  epeyce üzüldüm. Ama şu forum sayfalarındaki  yorumlar bile yetiyor hatırlanmalarına. Rahmet olsun hepsine.

Şimdi ise gündemde olan Karadeniz'de bulunan kopmuş mayınlardan dolayı , bizimde başımıza gelen  bir olay hatırıma geldi. Bende olduğu gibi yazıya döküverdim. Hem biraz komik hem de ürkütücü.
Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 24 Mart 2022, 10:05:46
Sanırım ilkokula gitmiyordum, ama yalıya inebildiğim yıllarmış demek ki. Şimdi bizim yalıda balıkçı kulubelerimiz var ve kayıkları kıyıya çekip yüzdürdüğümüz yıllardan birinde, tam tarihi hatırlamıyorum ama 78-79 yılları olması lazım belki de 80. Şimdi tam hatırlamıyorum ama beş yaşından itibaren yalıda koşuşturur dururdum. Bizim evlerimizde deniz kenarına yalı denilirdi. Denizin kenarında doğan çocukların hepsinde olduğu gibi tüm oyun, hobi, uğraş, deniz kenarında olurdu. Saka tutmaktan tutun da ,  gıcıdan tekne yüzdürmek, uçurtma uçurmak, tarhana kurutmak aklınıza ne gelirse hepsi deniz kenarında olurdu.    Hatta yeri gelmişken bahsedeyim sabah yukarıdaki rüzgarı yakalamak için uçurtmayı yükseltmek gayesiyle yarım saat koştururdum, kan ter içinde kalır ama yukarıdaki rüzgarı yakalardım. Hepimiz bunu yapardık, İbo, Serdar , Akın, Ali Rıza mahallenin tüm çocukları . Yeterince yükseğe çıkınca kalomayı sabitleyip balıkçı kulübemizin duvarındaki çiviye voltalardım. Dokuz numara bezirli naylon ip ağır gelir bel verirdi, turuncu bir renk aldığı için uzaktan görülürdü. Okulda tüm pencerelerden uçurtmalar görünürdü. Öğlene doğru rüzgar sertleyince, eyvah derdim yine gidecek bu uçurtma .  Öğle teneffüsünde koşa koşa doğru uçurtmayı toplamaya, zaten onu toplayana kadar yemek saati de geçerdi, yemek yemeden geri okula.
İşte o zamanlarda bir gün evden sabah erkenden çıktım, ama eminim okula daha başlamamıştım. En çok zevk aldığım şeylerden biri olan balıkçı kulübesine kahvaltıya gidiyordum. Sanırım Mayıs Ayının sonlarıydı. Yavaş yavaş karayel denizleri vardı. Her zaman olduğu gibi caminin bahçesinden geçtim, bahçede saka kafilesi konmuş mu diye baktım, sonra caminin duvarından atladım kumsala.  O zaman epeyce kum vardı sahilde. İnebolu’nun beton binalarını yapmak için halkımız el birliğiyle o kumu tüketti. Artık kumsal yok, sadece çakıl. Neyse kumlarda koşarak kulübeye giderken bir de baktım dalganın patlağında kocaman bir şey yuvarlanıyor. Önce sandal batmış sandım, ama değil, varil benzeri bir şey. Hemen koştum kıyıya , baktım garip bir şey , ama bayağı büyük denizaltı gibi bir şey, arkasında bir pervanesi de var. Önce korktum, her dalgayla yuvarlanıp kıyıya geliyor sonra dalga çekilirken geri gidiyor. Hemen koştum bizim kulübeye balıkçılarımızın yanına. O gün denize çıkılmayan bir gündü. Tekneler kıyıda çekili vaziyetteler, tüm ekip uyanmış, kahvaltı yapıyor, sonrasında ağ tamir, ağ istiflemek, ağ açmak gibi rutin her gün tekrarlanan işler var. Bağıra bağıra koştum yanlarına. Önce anlamadılar ne dediğimi soluk soluğa geldim çünkü yanlarına. Sonra elimle işaret ettim, onlarda hemen kıyıda çekili kayıklara baktılar,  ters bir şey oldu sandılar , sonrasında rahmetli Ördek Rasim gördü. Ardından Ördek Rasim ,Hırsız Recep, Karabalık, Cin Zeki ve ben hızlıca yürüdük gittik kıyıya . Tabi onlar ne olduğunu anladılar görüz görmez , daha önce den ağlarımızdan defalarca mayın benzeri şeyler çıkmıştı. Hatta soğuk savaşın dinleme cihazlarından hafta da bir denizlerimizde görürdük. Hırsız Recep kayıktan hemen bir boylama aldı, sıvadı paçaları, zaten uzun boyluydu. Boylamanın ucuna yaptığı kayar kasayı geçirdi torpido olduğunu zannettiğimiz cismin pervanesine. Yavaşça gelen dalganın altından bir çırpıda kıyıya sürüklediler. Rahmetli Rasim abi cismin pervanesini gitti eliyle çevirdi sağına soluna baktı. O zamanlar Hırsız Recep’in başı kıçı bir bir sandalı vardı. İçinde 4 lük Köhler makine vardı. Pervanesinin küçük geldiğini düşünüyorlardı. Bu torpidonun pervanesinin tam Köhlere uyacağını konuşmaya başladılar. Sökecekler pervaneyi. Ama gerçekte de meczup olan Karabalık, ellemeyin şunu diye bunları uyardı. Patlamamış olabilir dedi ve döndü arkasını yukarı kulübeye yürüdü gitti. O sırada genç genç gemiciler atom ve Yumuk Reis te geldiler. Bu ikisi şimdiler de sağ ve hala balıkçılık yaparlar. Diğerlerinin tamamı rahmetli oldular.Bu arada Karabalık Hasan Dayıma ve dedeme söylemiş , Hemen Hasan Dayım geldi , hatıralarımdaki Son Denk Kayıkçısı olur kendileri. Donanmada 4 sene serdümenlik yapmış adam. Hemen olayı anladı herkese bir fırça , sesi nerelerden duyulmuştur  kimbilir. Zaten kim ne yapsa azarlanmasına yeterli sebep vardır. Hemen hepimizi uzaklaştırdı oradan, sonrasında Cemal’i bisikletle karakola haber vermeye gönderdi. Devamında ortalık karıştı, güvenlik tedbirleri alındı, sabah kadar başına bekçi koyuldu falan. Sonrasında imha için sanırım Ankara’dan bir ekip geldi. Bir şeylerini söküp etkisiz hale getirdiler, ve bir araca yüklediler, tam hatırlamıyorum ama Ankara’ya gitti diye hatırımda kalmış. Bütün bu işler yapılırken bizimkiler caminin duvarına oturmuşlar pervaneyi nasıl sökemediklerinin kritiğini yapıyorlar. Biri öbürüne sökelim ben sana dedim diyor. Öbürü göbeği bırakmazdı çekiç vurmayınca , hem mayına çekiç mi vurulur diyor. Ben de yanlarında oturup onları dinliyorum.
Sonrasında herkes işine gücüne döndü. Aslında torpidoyu ilk gören ben değilmişim, daha sonra anladık ki, sabah namazından sonra dedem Kızılkara tarafında dalganın patlağında bunu görmüş fakat uzaktan ayıbalığı sanmış. O yıllarda İnebolu’da ayı balığı ailesi vardı, sabah saatlerinde dalganın patlağında yuvarlanır oynarlardı. Rahmetli de onların anaç olanı yuvarlanıyor sanmış. Köpekler fark edene kadar oynarlardı dalganın patlağında , mahallenin köpekleri onlara sararlardı. Ama biz balık verdiğimiz için  bizim oralara akşam saatleri ve sabahın erken saatlerinde gelirlerdi.
Bu bulunan torpido  benim bizzat şahit olduğum du fakat bizimkiler ve komşularımız farklı zaman dilimlerinde farklı bir sürü benzeri cisim buldular. Hele son dönemde trolcüler, denizin dibinde ne varsa hepsini çektiler çıkardılar. Yıllar önce denize düşmüş uçağı bile söküp getirdiler kıyıya. Ama bu mayın, torpil v.s. enkazları gerçekten tehlikeli durumlara sebebiyet verebilecek potansiyeldeler.Çok dikkat etmek, hiç kurcalamadan kolluk kuvvetlerine haber vermek lazım.
Herkesin Pruvası neta , denizleri sakin, rüzgarı kolayına olsun.

Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Serkan Güvenen - 24 Mart 2022, 14:31:18
Abi özlemişim yazılarına ne iyi geldi ve gülümsetti  ;D
Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Kemal Gündüz - 24 Mart 2022, 19:53:44
Çok güzel bir anlatım yine, teşekkürler


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Bilal Öğütlüoğlu - 25 Mart 2022, 12:38:41
Merhaba;

Bir teknem yok, yakında olması da pek mümkün değil. Ancak forumun sadık bir takipçisiyim.

Hayat hikayelerini okumak ise özel merak alanım. Ahmet Kaptanım bu uslüb ve içerikteki anılar kitap olmazsa insanlara borçlu kalırsınız.

Bu borç, anılarını anlattığınız büyüklerin size yükledikleri borçtur.
 
Anlatmak ve tasvir etmek hususunda doğal bir yeteneğiniz var lütfen devam edin.
Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Oğuzhan Oğuz - 26 Mart 2022, 10:07:26
Merhaba;

Bir teknem yok, yakında olması da pek mümkün değil. Ancak forumun sadık bir takipçisiyim.

Hayat hikayelerini okumak ise özel merak alanım. Ahmet Kaptanım bu uslüb ve içerikteki anılar kitap olmazsa insanlara borçlu kalırsınız.

Bu borç, anılarını anlattığınız büyüklerin size yükledikleri borçtur.
 
Anlatmak ve tasvir etmek hususunda doğal bir yeteneğiniz var lütfen devam edin.
Hoşgeldiniz


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Bilal Öğütlüoğlu - 26 Mart 2022, 21:10:05
Hoşbulduk.
Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 27 Mart 2022, 21:44:19
Abi özlemişim yazılarına ne iyi geldi ve gülümsetti  ;D

Serkan'cım bende şu mayın muhabbetlerini görünce aklıma geliverdi yazdım öylesine.

Çok güzel bir anlatım yine, teşekkürler


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi

Ben teşekkür ederim Kemal Abi.

Merhaba;

Bir teknem yok, yakında olması da pek mümkün değil. Ancak forumun sadık bir takipçisiyim.

Hayat hikayelerini okumak ise özel merak alanım. Ahmet Kaptanım bu uslüb ve içerikteki anılar kitap olmazsa insanlara borçlu kalırsınız.

Bu borç, anılarını anlattığınız büyüklerin size yükledikleri borçtur.
 
Anlatmak ve tasvir etmek hususunda doğal bir yeteneğiniz var lütfen devam edin.

Teşekkür ederim , dostlar biliyor doğaçlama yazdığım şeylerdi , epeydir ara vermiştim, ama derleyip toparlayacağım. epeyce bir hazırlığım oldu. Bu arada sizde aramıza hoşgeldiniz.
Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Bilal Öğütlüoğlu - 27 Mart 2022, 22:23:35
Hoşbulduk. Sabırsızlıkla bekliyoruz kitabınızı.
Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Çetin Kent - 10 Nisan 2022, 10:07:26
Kitap zamanı yaklaştı demek. Heyecanla bekliyoruz. Kesinlikle baş köşe kitaplarımızdan biri olacak.
Başlık: SON DENK KAYIKÇISININ HATIRASINA
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 10 Nisan 2022, 14:03:39
Kitap zamanı yaklaştı demek. Heyecanla bekliyoruz. Kesinlikle baş köşe kitaplarımızdan biri olacak.

Teşekkürler Çetin Reisim.