Birde şöyle bir şey yazmışım bir zamanlar, buyrunuz efendim.
Son Denk Kayıkçısının Hatıratı - Yeni Tekne Alınışı
1983 yılı Haziran Ayının son günleri idi. Kalkan sezonu bitmiş tekneler kuruluğa bakıma çıkmıştı. Sezon verimli geçtiği için tüm tayfalar mutluydu. Sezon sonu gemiciler paylarını alıp, helalleşip tekrar sezon başı çağrılacakları güne kadar köylerine gitmişlerdi. Eskiden balıkçılık pay usülü yapılırdı , yani bir nevi çalışan herkes ortaktı.Yapılan hasılattan kumanya ve masraf toplamı düşülür.Kalan ikiye bölünürdü.Bunun yarısı mal sahibine diğer yarısı da tayfalara paylaştırılırdı.Reisler 1,5 veya iki pay alır , miçolar aşçılar falan yarı pay alırlardı.
Rahmetli dedem uzun süreden beri volicilikte ve kalkancılıkta kullanmak üzere yeni nesil bir alamotra düşünüyordu. Çünkü elimizde bulunan teknelerin hepsi karpuz kıç yada baş kıç bir teknelerdi, bir kısmını yeni teknoloji avcılık türlerine uyarlama imkanı yoktu. Sezon verimli geçince bu düşüncesini hayata geçirmeye kalkışmıştı. O zamanlar Kurucaşile İnebolu arasında sağlıklı bir vasıta çalışan kara yolu yoktu, tarifeli vasıtada yoktu , şimdide olduğu söylenemez ya. Bu yüzden tekneyle gidilip gelinirdi. Neyse böyle bir gün sabah erkenden Rahmetli Son Denk Kayıkçısının sandalını evin önünden yüzdürdüler. Sandal dediğimiz 6 metre civarı bir çırnık. İçinde 10 hp Lombardini bulunan açık güverte bir olta kayığı. Babam , dedem ve Son Denk Kayıkçısı , tekne bakmak üzere yola çıktılar. Sırasıyla Cide’den Bartın’a kadar batıdaki tekne imal edilen köyleri gezip, hoşlarına giden bir tekne arayacaklar, bulamazlarsa da sipariş edeceklerdi. Neyse Selametledik gittiler, okul tatil olduğu halde bizi de çok istememize rağmen götürmediler. Her halde ayak altında çocuk istemediler, zaten kayık küçük , kamarada yok. Aslında yaz ayı her yerde uyunur ama götürmediler işte.
Bu kamarasız kayıklarda hep bir branda bulunurdu. Kürek ve gönderlerle iskelet yapıp çadır gibi güverteye örterlerdi.Böylelikle ambar kamara gibi olur, farş tahtalarının üzerine serdikleri başaltı dolabında saklanan keçin minderlerden yatak yapıp uyunurdu. Zaten genelde hava soğutmalı makinalar olduğu için yaydığı sıcaklık ortamı hamam gibi yapardı.
Zaten kendileri bu sahil köylerinde iyi tanınırlardı, birde akrabalık ilişkileri vardı Dedem Fakaz Köyünün Damadıydı, Babamın ve Son Denk Kayıkçısı Hasan Reisin Kuzenleri Cide ve Gideros taraflarında balıkçıydılar, v.s v.s. Neticede uğraya uğraya gidiyorlar.Zaten küçük kayıkla gitme sebebleri de bundan ötürüymüş.Hiç bir yerde barınak olmadığı için uğrayacakları yerlerde kayığı iki felek bastırıp kıyıya alıyorlarmış. Zaten bu büyüklükte kayık beş kişi ile rahatlıkla çekilirdi. Üç kişi kendileri zaten hazır vaziyetteler iki kişiden kıyıdan köylerden geldilermiydi kayığı karada bilin. Zaten felekler ve besiler kayığın içinde mobil vaziyette varlardı. Bazen de derelere girmek gerekebiliyormuş. Şimdilerde her yerde barınak var ve bu dereler falan ıslah edilip kontrollü debiden dolayı kayık giremez hale geldi bir çoğu özelliğini kaybettiler. Bırakın kayığı,baraj ve setlerden dolayı bazı balıklar bile yukarılara gidemez oldu.
Neyse araya taraya ikinci günün sabahı Tekkeönü, Kapısuyu derken Kurucaşile’ de bir iki kayık beğenmişler. Sonrasında gezinip dururken bir iki atölyede 10 metre civarı alamotralar bulmuşlar fakat babam 13 metre civarı bir kayık beğeniyor, dedemle , Hasan Reis 10 metre civarı bir kayık beğeniyorlar. Tabi kriterler farklı babam kayık büyük olsun istiyor. Ama büyük kayığı limanda tutmak lazım gelir. Oysa ki biz o zamanlar kayıkları evimizin önüne çekiyoruz.Limana neredeyse gitmiyoruz bile. Malımız güvende gözümüzün önünde duruyor. Bu yüzden Dedemle Hasan Reis Şiddetle karşı çıkıyor büyük kayığa, bizim yeni ve çok amaçlı bir kayığa ihtiyacımız var diye hedef küçültüyorlar. Oralarda dolaşırken bir bakıyorlar dedem yok. Neyse arıyorlar, tarıyorlar limanda iskelede bağlı bir kayığın kıç üzerine bağdaş kurmuş oturuyor. Gidiyorlar yanına , oda diyor ki alalım bu kayığı.Bakıyorlar kayık çok güzel, kepçeli oturaklı geniş bir kayık. Fakat aradıklarından 1 metre küçük ,yaklaşık 9 metre boy 4 metre en civarında bir şey bu.Baş üzerinde bedenden küçük bir kamara üstünde ahşap bir kule, tabiri caizse suda tava gibi duran bir kayık. Dedem o kadar beğenmiş ki bu kayığı ne dedilerse vazgeçiremiyorlar. Doğru dürüst pazarlık bile edemeden alıyorlar kayığı.
O zamanlar hava durumu siteleri falan yok tabi. Havaya suya kurda kuşa bakıp hadi gidelim yarın hava esecek deyip çıkıyorlar yola. Tekneyi yapan ustadan üç şey istiyorlar. Tulumba, patlak ve tekneye uygun bir çift kürek. Oda getiriyor koca bir demir tulumba , koca bir dal bıçağı, kocaman bir çift kürek, beş altı tanede açılmış yağ tenekesi. Yeni kayıkta makine yok donam yok, dümen yok, kamarada pencere bile yok bomboş bir şey zaten. Usta hemen teknenin beline bir çift iskarmoz kütüğü çakıyor ve nasıl yedekleyeceksiniz bu kayıkla bunu diye sormadan da edemiyor. Çünkü oralarda tekne yedekleyip nakledenlerde var. Ama bizimkiler onlara teknemi emanet eder. Yedeklemişler çırnığa koca kayığı hava kararırken ayrılmışlar Kurucaşile’den.Yeni tekneden makine yok kafasının üzerine yığılmış dümen yok, aykırıladığında kürekle siya tutup doğrultuyorlar.Babam yedekte yeni kayıkta vardiyada dedemle Hasan Reis Çırnıktalar. Çekiyorlar usul usul. Ay ışığı gündüz gibi, Rüzgar kalmış, ölü denizler kırılmış girmişler yollarına , Lombardininin egsozu sağdadır, doğuya seyir yaptıkları için kıyıya bakar.Neredeyse tam yol da olduğu için çok zorlanırmış. Çay ağızlarında yaz aylarında karadan denize dışarı rüzgarı eser. Bazı çay ağızlarının vadileri çok dar olduğu içi buraların önlerinde rüzgar çok şiddetlenir. İşte buralarda rüzgar egsozun çıkışını bastırır egsoz kıpkırmızı kızarırmış. Sonraları bu duruma bir kaçkez de ben şahit olmuşumdur. Bir de bu hava soğutmalı makinaların açıkta duran egsozları motosiklet egsozu gibi hepimizin bir yerlerini yakmıştır.Hepimizde küçük anıları vardır. Sabaha doğru hava biraz değişmiş İnebolu’ya Yaklaştıklarında Batı Karayelden bindirmiş. Lehlerine bir durum fakat yeni kayıkta dümen olmadığı için dalga önüne düştüklerinde çok zorlanmışlar. Sabaha yakın gelip limana bağlanmışlar.Sabah fırtına iyice şiddetlenmeden gelip evin önüne çekilecek ve donam süreci başlayacak. Biz çocukların limana gitmesi yasak olduğu için bizde heyecanla denizin kıyısında olan caminin Avlusunun üstüne duvara tırmanıp oturduk Liman tarafına bakıyoruz ve heyecanla yeni teknemizi bekliyoruz. Saat 9 a doğru tekneler göründü.Hemen koşup eve de haber verdim. Neyse kıyıda hummalı bir telaş, sabahki esinti biraz deniz döktüğü için iş biraz sıkıntılı. Yeni teknede makine yok , omurgasında nal yok. Bu yüzden kıyıya yanaşmada , feleklerin üzerinde dengede tutmada sıkıntılı.Kıyıda herkes heyecanlı, aile efradı kenarda , mahalleli ve komşular herkes heyecanlı bir vaziyette. Yaz günleri olduğu için sahil kalabalık zaten. Dedem sabahın erken saatlerinden beri donamı hazırlamış son kontrolü yapıyor bende bir yandan felekleri yağlıyorum. Çok geçmeden tekneler çekek yerimizin önüne geldiler. Son Denk Kayıkçısı Hasan Reis, alargada tekneleri eylerken öyle bir donam hazırladı ki yedekteki tekneyi arkasında değilde neredeyse paralelinde çekiyor. Bunu yaparken yedek teknenin iskele omuzluğundan ve belinden açmaz alarak kendi sandalının belinden ve kıç omuzluğundan açmaz alarak aynı zamanda yeni teknenin kıç babasından kürekle dümen tutarak sistemi kurmuştu. Sonrasında her taraf neta olunca açıktan tekneleri hızlandırdılar ve dalga önüne düşüp başladılar cığarak gelmeye, tam dalganın patlağına gelince yedekleyen sandaldan halatı koyverip geri döndüler.Bu esnada yeni kayık hızla dalgaya bindi ve kıyıya hızla dalga ve rüzgarüstüne yatık bir şekilde geldi. Yarıbeline kadar soyunmuş ilk feleği tutanlar hızla ilk feleği omurganın altına kaptırdılar. Eş zamanlı kıyıya çekmek içi hazır bekleyen gidibot halatlarını birer kişi sancak ve iskele omuzluktaki kancalarına taktılar. Bu esnada gelen ikinci dalgayla kayık doğruldu kıyıya dik bir konuma geldi ama felek ve halat tutan bu dört kişi dalganın şiddetiyle yuvarlanıp gittiler, sonrasında dalganın çeken akıntısında doğrulmaya çalışırken görmüştüm kendilerini. Aynı dalga kayığın kıç üzerinide suyla doldurmuştu.Dalga boyu patlağın ağzında 2 metre civarındaydı.Açıkta bu dalga yüksekliği çok risk içermez ama kıyıda patladığı yerde iki adam boyu olur, koca koca taşları yere vurur, kaldırır tekrar vurur yerini değiştirir. Ama yüz metre yukarıdaki ırgatı koşturarak çeviren çoluk çocuk onlarca kişi dakikalar içinde tekneyi yarı boy yukarı çektiler. Kalabalık çok fazla olduğu için tekne durmadan hızla ilerliyordu. Teknenin omurgasında nal olmadığı için devrilme riskinden dolayı bordalardan dörder beşer kişi tekneyi tutuyordu. Tekne ilerledikçe kıç taraftan boşa çıkan felekler koşturarak başa sürükleniyor ve yeniden omurganın altına yatırılıyordu. Çok geçmeden tekne çekek yerinde donatılacağı kuruluk kısma alındı.
Bundan sonra bir ay boyunca donatılacak ,makinası ,dümeni,ırgatı,elektriği yatağı yorganı ,boyası,kınası yapılacaktı. Bu süre çabuk geçti ve sezon başına tekne yetişti. Neyse tekne evimizin önündeki çekek yerinden limana gidecek ve voli ağı istiflenecek üç aylık palamut sezonu sonuna kadar denizde çalışacaktı. Karıncaların denizden su içtiği bir havada tekneyi küçük bir merasimle yüzdürdük. Artık tekne beyaz üzeri siyah kuşaklı, kırmızı bıyıkları ve kırmızı zehirlisi olan bir güzellikti. Neyse tekne yüzdürülünce Abim ve meşhur bir uzakyol denizcisi olan Aykut Reis tekneye atladılar limana gidecekler.Aykut reisten biraz bahsedersek ; kendisi sekiz dilde konuşabilen 35 yıl yabancı ticari gemilerde Reislik yapmış bir denizci . Yedi Denizde ve üç okyanusta ömrü boyunca seyirler yapmış ve bunları bize devamlı anlatırdı.Bu yüzden ilkokul öğrencisiyken Panamanın yapılış öyküsünü havuzların çalışma sistemini öğrenmiştik. Kendisi emekli olmuş gelmiş memleketine dönmüş küçük çapta ayakkabı tamirciliği yapar sezonda da uzatma ve volicilikte bizim takımda denize çıkardı. Kendisi iyi bir serdümendi ve çok seri yanaşma manevrası yapardı, izlemek bile keyifti. Ama o gün ne olduysa iskeleye yanaşırken tornistan yaptığı sırada tekne ileri geçiyor ve tamyol tornistan yapacağı yerde tamyol ileri veriyor. Ve olan oluyor.Tekne ömrü boyunca taşıyacağı bir ize sahip oluyor. Kepçeyi dönen küpeşte ve parampetler patlıyor. Allah’tan bodoslamada bir şey yok. Sonradan anlıyoruz ki Reis aslında tornistan yapıyor. Fakat şanzumanı ve kumanda kolunu donatan kişi içeride çapariz vermesin diye üstten alması gereken şanzuman kolunu, mesafe müsait diye ters çevirip alttan alıyor.Böylelikle uzatma borusu farş tahtalarının altından geçiyor hiç ortalıkta çapariz etmiyor. Ama kolu ileri dayanınca tornistan geri çekince ileri vites oluyormuş. Bahsettiğimiz şanzuman tabiî ki hidrolik ve telli spiralli sistem değil, kavramalı tip şanzumandır. Sonrasında hep birlikte Aykut Reis daha fazla üzülmesin diye “nazar değdiğine” dair bir kanıya varıldı. Rivayete göre tekneyi şimdilerde çoktan rahmetli olmuş camiamızda kem gözleriyle meşhur bir dostumuz, büyüğümüz görmüştü ve maşallah dememişti. Kendisinin bir bakışta giden gemileri durdurduğu rivayet edilirdi. Sonrasında bu olay şakayla karışık yıllarca böyle yad edilir olmuştu.
Selam ve Uğurlar Olsun Hepsine…