Sanırım ilkokula gitmiyordum, ama yalıya inebildiğim yıllarmış demek ki. Şimdi bizim yalıda balıkçı kulubelerimiz var ve kayıkları kıyıya çekip yüzdürdüğümüz yıllardan birinde, tam tarihi hatırlamıyorum ama 78-79 yılları olması lazım belki de 80. Şimdi tam hatırlamıyorum ama beş yaşından itibaren yalıda koşuşturur dururdum. Bizim evlerimizde deniz kenarına yalı denilirdi. Denizin kenarında doğan çocukların hepsinde olduğu gibi tüm oyun, hobi, uğraş, deniz kenarında olurdu. Saka tutmaktan tutun da , gıcıdan tekne yüzdürmek, uçurtma uçurmak, tarhana kurutmak aklınıza ne gelirse hepsi deniz kenarında olurdu. Hatta yeri gelmişken bahsedeyim sabah yukarıdaki rüzgarı yakalamak için uçurtmayı yükseltmek gayesiyle yarım saat koştururdum, kan ter içinde kalır ama yukarıdaki rüzgarı yakalardım. Hepimiz bunu yapardık, İbo, Serdar , Akın, Ali Rıza mahallenin tüm çocukları . Yeterince yükseğe çıkınca kalomayı sabitleyip balıkçı kulübemizin duvarındaki çiviye voltalardım. Dokuz numara bezirli naylon ip ağır gelir bel verirdi, turuncu bir renk aldığı için uzaktan görülürdü. Okulda tüm pencerelerden uçurtmalar görünürdü. Öğlene doğru rüzgar sertleyince, eyvah derdim yine gidecek bu uçurtma . Öğle teneffüsünde koşa koşa doğru uçurtmayı toplamaya, zaten onu toplayana kadar yemek saati de geçerdi, yemek yemeden geri okula.
İşte o zamanlarda bir gün evden sabah erkenden çıktım, ama eminim okula daha başlamamıştım. En çok zevk aldığım şeylerden biri olan balıkçı kulübesine kahvaltıya gidiyordum. Sanırım Mayıs Ayının sonlarıydı. Yavaş yavaş karayel denizleri vardı. Her zaman olduğu gibi caminin bahçesinden geçtim, bahçede saka kafilesi konmuş mu diye baktım, sonra caminin duvarından atladım kumsala. O zaman epeyce kum vardı sahilde. İnebolu’nun beton binalarını yapmak için halkımız el birliğiyle o kumu tüketti. Artık kumsal yok, sadece çakıl. Neyse kumlarda koşarak kulübeye giderken bir de baktım dalganın patlağında kocaman bir şey yuvarlanıyor. Önce sandal batmış sandım, ama değil, varil benzeri bir şey. Hemen koştum kıyıya , baktım garip bir şey , ama bayağı büyük denizaltı gibi bir şey, arkasında bir pervanesi de var. Önce korktum, her dalgayla yuvarlanıp kıyıya geliyor sonra dalga çekilirken geri gidiyor. Hemen koştum bizim kulübeye balıkçılarımızın yanına. O gün denize çıkılmayan bir gündü. Tekneler kıyıda çekili vaziyetteler, tüm ekip uyanmış, kahvaltı yapıyor, sonrasında ağ tamir, ağ istiflemek, ağ açmak gibi rutin her gün tekrarlanan işler var. Bağıra bağıra koştum yanlarına. Önce anlamadılar ne dediğimi soluk soluğa geldim çünkü yanlarına. Sonra elimle işaret ettim, onlarda hemen kıyıda çekili kayıklara baktılar, ters bir şey oldu sandılar , sonrasında rahmetli Ördek Rasim gördü. Ardından Ördek Rasim ,Hırsız Recep, Karabalık, Cin Zeki ve ben hızlıca yürüdük gittik kıyıya . Tabi onlar ne olduğunu anladılar görüz görmez , daha önce den ağlarımızdan defalarca mayın benzeri şeyler çıkmıştı. Hatta soğuk savaşın dinleme cihazlarından hafta da bir denizlerimizde görürdük. Hırsız Recep kayıktan hemen bir boylama aldı, sıvadı paçaları, zaten uzun boyluydu. Boylamanın ucuna yaptığı kayar kasayı geçirdi torpido olduğunu zannettiğimiz cismin pervanesine. Yavaşça gelen dalganın altından bir çırpıda kıyıya sürüklediler. Rahmetli Rasim abi cismin pervanesini gitti eliyle çevirdi sağına soluna baktı. O zamanlar Hırsız Recep’in başı kıçı bir bir sandalı vardı. İçinde 4 lük Köhler makine vardı. Pervanesinin küçük geldiğini düşünüyorlardı. Bu torpidonun pervanesinin tam Köhlere uyacağını konuşmaya başladılar. Sökecekler pervaneyi. Ama gerçekte de meczup olan Karabalık, ellemeyin şunu diye bunları uyardı. Patlamamış olabilir dedi ve döndü arkasını yukarı kulübeye yürüdü gitti. O sırada genç genç gemiciler atom ve Yumuk Reis te geldiler. Bu ikisi şimdiler de sağ ve hala balıkçılık yaparlar. Diğerlerinin tamamı rahmetli oldular.Bu arada Karabalık Hasan Dayıma ve dedeme söylemiş , Hemen Hasan Dayım geldi , hatıralarımdaki Son Denk Kayıkçısı olur kendileri. Donanmada 4 sene serdümenlik yapmış adam. Hemen olayı anladı herkese bir fırça , sesi nerelerden duyulmuştur kimbilir. Zaten kim ne yapsa azarlanmasına yeterli sebep vardır. Hemen hepimizi uzaklaştırdı oradan, sonrasında Cemal’i bisikletle karakola haber vermeye gönderdi. Devamında ortalık karıştı, güvenlik tedbirleri alındı, sabah kadar başına bekçi koyuldu falan. Sonrasında imha için sanırım Ankara’dan bir ekip geldi. Bir şeylerini söküp etkisiz hale getirdiler, ve bir araca yüklediler, tam hatırlamıyorum ama Ankara’ya gitti diye hatırımda kalmış. Bütün bu işler yapılırken bizimkiler caminin duvarına oturmuşlar pervaneyi nasıl sökemediklerinin kritiğini yapıyorlar. Biri öbürüne sökelim ben sana dedim diyor. Öbürü göbeği bırakmazdı çekiç vurmayınca , hem mayına çekiç mi vurulur diyor. Ben de yanlarında oturup onları dinliyorum.
Sonrasında herkes işine gücüne döndü. Aslında torpidoyu ilk gören ben değilmişim, daha sonra anladık ki, sabah namazından sonra dedem Kızılkara tarafında dalganın patlağında bunu görmüş fakat uzaktan ayıbalığı sanmış. O yıllarda İnebolu’da ayı balığı ailesi vardı, sabah saatlerinde dalganın patlağında yuvarlanır oynarlardı. Rahmetli de onların anaç olanı yuvarlanıyor sanmış. Köpekler fark edene kadar oynarlardı dalganın patlağında , mahallenin köpekleri onlara sararlardı. Ama biz balık verdiğimiz için bizim oralara akşam saatleri ve sabahın erken saatlerinde gelirlerdi.
Bu bulunan torpido benim bizzat şahit olduğum du fakat bizimkiler ve komşularımız farklı zaman dilimlerinde farklı bir sürü benzeri cisim buldular. Hele son dönemde trolcüler, denizin dibinde ne varsa hepsini çektiler çıkardılar. Yıllar önce denize düşmüş uçağı bile söküp getirdiler kıyıya. Ama bu mayın, torpil v.s. enkazları gerçekten tehlikeli durumlara sebebiyet verebilecek potansiyeldeler.Çok dikkat etmek, hiç kurcalamadan kolluk kuvvetlerine haber vermek lazım.
Herkesin Pruvası neta , denizleri sakin, rüzgarı kolayına olsun.