Sevgili Ahmet,
Seksenli yılların başında yelkenli tekne ile ( o tarihlerde 24 Ft tekne bizim için büyük sayılıyordu) çıkmaya başladığımızda çok heyecanlı, çok aceleciydik. Terminoloji bilgisizliği ve eksikliğinden yarışlarda, şamandıra dönüşlerinde veya sert havalarda, tekne reisi " Şeyinin, şeyini hemen şey edin yaww!" diye bağırıyor, küfür kıyamet gırla gidiyor, konuya hâkim olan doğru işi yapıyordu.
Yıllar geçip de yaş alındıkça, okuyup öğrendikçe, daha deneyimlilerin rahle-i tedrisinden geçince denizciler de duruluyor. Acele işe şeytanın karıştığını,işlerin daha da içinden çıkılmaz hale geldiğini yaşayarak öğreniyor. Ama asıl önemlisi bir teknede düzenin, o düzeni korumanın nasıl yaşamsal bir değeri olduğunun da farkına varıyor.
Dün Sığacık'ta hava kıble- kıble-keşişleme ortalama 5-6 zaman zaman 7 kuvvet esti. İonia kötü bir yere bağlıydı. Yandaki fiber teknenin demir tentesi benim iskele omuzluğumda yumruya vuruyordu. Gidip usturmaçalar ile korumaya çabaladım. Demir kalomasının biraz daha boşunu alıp tekneyi komşudan uzaklaştırmaya çalıştım ama tam da istediğim gibi olmadı, rüzgâr basmaya devam etti.
Ben huzursuzca debelenirken iki dostum ziyarete geldiler. Sanki şeytan fitlemiş gibi.
Yapılacak bir iş olup olmadığını sordular. Ben de teknenin yerinin değişmesi gerektiğini söyledim. Ayak üzeri yapılacak işleri sıraya koyduk. İş bölümü yaptık. Giriştik. Önce demiri almamız gerek. Motoru çalıştırdım hafifçe demir üzerine yol verdim. İki öksürdü. Sustu. Bakım sırasında koyduğumuz 2.5 litre yakıt muhtemelen bitmiş olabilirdi. Kapağı açıp baktım. Yakıt dibinde... Arkadaşa demir halatını baş bitaya volta etmesini söyleyip yakıt ikmalini yaptım. Motoru çalıştırdım. Demiri alıp geniş bir daire çizerek yeniden demiri funda edeceğimiz yere gelmeye çalıştım. Pervane yetersiz,, istediğim kadar kıvrak manevra yapamıyorum. Funda noktasına gelmeden yol kestim, tekne akarken de komutu verdim ve peşinden ekledim; "karaya düşüyoruz, halatı bitaya volta et". Arkadaş geç kalınca da tekne kafayı rüzgâr üstüne dönerken kıç omurga da karaya oturdu.
Uzun uzun anlatmayacağım. Fark ettik ki önceden fazla gelen demir halatı kalomasını düzgünce roda etmişim ve şimdi halat yetmiyor, rodanın açılması gerek. Sakin, sakin belki 15 dakikada halatı neta ettik. Ne bağırış, ne çıgırmak, ne eli ayağına dolaşmak... İşimiz bitince manevraya yeniden başladık.
Demiri funda ettik. Hava ve denizler ille de bağlama noktasına baştan girmemizi zorluyor. Haliyle demir halatı teknenin arkasında kaldı. Tekrar uyardım; " Yusuf, halatı yukarı kaldırarak kaloma ver pervaneye saracak"
Salimen iskeleye ulaştık. Kıç palamarlarını verdik. Ama tekne başını demir halatı yönüne döndürmüyor. Yusuf baktı, halat pervaneye dolanmış.
Soyundum, suya indim. Allahtan beş tur kadar düzgünce sarılmış. Kurtardım, Teknenin başını olması gerektiği gibi açtık ve bağlandık.
Onlar başka işlerle oyalanırken ortalıklarda dolanan fazla halatları yeniden roda ettim, ıskarmozlara toka ettim. Sonra kurulanıp giyindim.
Şimdi bu olayı tam tersi aceleci, heyecanlı, oradan oraya koşuşturan iki insanın senaryosu olarak tahayyül edin. Büyük ihtimalle işler çarşafa dolanacak, tekne olmadık yere gidecek, belki yara alacak, asıl önemlisi süre uzayacak, enerjimiz tükenecekti.
Bu tür filmleri seviyorum. Çok şey öğretiyorlar. Acele işe şeytanın aportta bekleyip karışmaması mümkün değil.
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.