Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir

  • *
  • İleti: 1040
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#15: 25 Ağustos 2020, 10:53:15
E abi sen de benden beter, bir lokma veriyon duruyon.

Anla çektiğimizi
  • IP logged
SARIYAZ  Turgut / Marmaris

  • *
  • İleti: 290
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#16: 25 Ağustos 2020, 12:53:58
İlk büyük adım asında ilk balığımı tutmamla başladı.
Aslında küçük bir kaya balığıydı.
Matah birşey değil haliyle...
Ama gözüme ne kadar büyük geldiğini hala çok iyi hatırlıyorum.
Unutmak mümkün mü?

Rahmetlinin bir sözü vardır.
Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldur...

İnsan hafızası aslında çok ilginç.
Bunu şunun için anlattım, geçenlerde Heybeli'den bir büyüğüm limanda duran kendilerine ait ahşap teknesinin fotoğrafını gösterdi.
Bahsi geçen kayığı kaldırım taşı üzerine oturarak uzun uzadıya izlediğimi çok iyi hatırlıyorum.
Hatırlayamadığım, yada şöyle söyleyeyim, yanlış hatırladığım ise kayığın boyuymuş meğer...

6 yaşındaki cüssemle doğal olarak kayık bana Titanik gibi geliyordu.
Uzun zaman "en az 20-25 metredir" diye hafızamda çok önemli yer tutan bu simgenin aslında 9,40 olduğunu öğrenince yaşadığım hayal kırıklığını nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum.

Dolayısıyla ilk balık da acaba boyut olarak gerçekte ne kadardı?
Neyse hafızama kazındığı haliyle kalması belki de daha yararlı...
Bu konuyu daha fazla kurcalamayalım.

Ama eminim o gün orada balık tutamamış olsaydım acaba hayat nasıl evrilir, bir başka yola sapar mıydı hiç bilemiyorum.
Belki de o takdirde bu sayfada deniz ve yelken değil, bir havacılık forumunda pervane kanatları ile ilgili teknik bir konu tartışıyor olur muyduk?
Belki de...

_._

  • IP logged
« Son Düzenleme: 25 Ağustos 2020, 14:26:13 Gönderen: Mehmet Erem »

  • *
  • İleti: 290
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#17: 26 Ağustos 2020, 11:13:23
Etrafta benzer meraklı arkadaşlar ve uygun ortam olunca balık avı bir tutku haline dönüşüverdi çok kısa sürede.
Önceleri iskeleden veya mendirek kayalarından ekmeği iğneye takarak yapılan olta avlarıydı bunlar.
Sonra kurumuş midye veya diğer balıkları yem yaparak ama kıyı avcılığı teknikleri kullandık hep.
Ama aslında büyük balıklar açıktaydı...
Oraya ulaşmak için başka tekniklere ihtiyaç vardı.

Bunun için etraftan elde edilen bilgiler kısıtlı olunca kitaplara başvuruldu haliyle.
İnterneti geçtim bilgisayarın bile olmadığı dönemleri konuşuyoruz.
Ali Pasiner'in Balık ve Olta adlı kitabı hala kitaplığımda durur.
Keza Sıtkı Üner...

Teknik tarafına ulaşınca, dükkandan aldıklarıma kıyasla, kendi yaptığım oltalar ile daha iyi netice aldığımı farkettim.
Balıkçı düğümlerine olan merakımın ilk kıvılcımları da sanırım orada atılmıştır.

Ancak işin asıl kaymaklı ekmek kadayıfı olarak tarif edeceğim kısmı sandalda balık avına çıkmamız ile başladı.
Önceleri ahşap sandallar ve kürek ile yakın yerlere ve meralara yapılan seyirler olarak başladı.
Genellikle daha büyük balığa yem olarak kullanmak üzere gündüz seyirleri idi bunlar.
Sandallar nispeten bakımsız, genelde motorsuz kürek gücü ile yürütülen ada kayığı tabir edilen formda kayıklardı.

Ancak çok yakın yere yapılan kısa süreli bir seyir için bile aslında denizciliğin tüm prensipleri uygulanır, uygulanmalıdır.
Tam olarak uygulanmazsa, demir yerinin yanlış tespiti, demiri atma-tutturma, takılırsa nasıl alınacağı, açılmış armozdan alınan suyun nasıl boşaltılacağı, erken patlayan poyrazda kürek ile geri dönememe gibi hadiselerin hayatın bir parçası olduğunu idrak etme hatta zorla kabul etme haline kolaylıkla dönüşür.

Asıl şölen  lüfer avlarıydı.
Gece boyunca lüks ile sandaldan ve özel takımlar ile yapılırdı.
Bizim gibi küçük çocuklar bir kenara, yaşlısı genci herkesi heyecanlandıran ve her sene tekrarlanan bir süreçti bu...
Balığın sandala alındığı ana gelene kadar, öncesinde olta ve takımların hazırlanması, zokaların çapaklarının temizlenmesi, civa ile parlatılması, hırsız iğnelerinin özellikli düğümlerinin pense ile bağlanması, taze yemin tedariği, canlı tutulması, livarların temizliği, sandalların bakımı, motorların eksikleri gibi birçok tekniği ve ön hazırlığı içinde barındıran sadece bir av değil ama aslında bir yaşam biçimiydi.

Lüks ışıkları ile adalar arasının pırlanta bir kolye gibi ışıl ışıl olduğu, neredeyse kayıklara basa basa bir adadan diğerine geçilen dönemler artık çok gerilerde kaldı belki...
Ama  eminim hala Istanbul'da yaşayan ve lüferin Boğaz'a gireceği Eylül ayını iple çeken, neredeyse tüm sene boyunca o ilk avın hayaliyle sabırsızca gün sayan nice yürek vardır.
Hayatında bir kez lüfer avlamış birisi, artık geri dönüşümü olmayacak şekilde değişir, bambaşka birisi olur zannımca...

._.
  • IP logged
« Son Düzenleme: 27 Ağustos 2020, 09:13:02 Gönderen: Mehmet Erem »

  • *
  • İleti: 5782
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#18: 26 Ağustos 2020, 11:47:18
Beklenen hareketler bunlar. :)xx :)xx :
Bu hatıralar mutlaka kitaba dönüşmeli.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 929
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#19: 26 Ağustos 2020, 20:48:35
Şahane valla  :) :)xx
  • IP logged
"...parce que je suis heureux en mer et peut-être pour sauver mon ame..." - Bernard Moitessier

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4217
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#20: 28 Ağustos 2020, 10:18:09
"Lüks ışıkları ile adalar arasının pırlanta bir kolye gibi ışıl ışıl olduğu, neredeyse kayıklara basa basa bir adadan diğerine geçilen dönemler artık çok gerilerde kaldı belki...
Ama  eminim hala Istanbul'da yaşayan ve lüferin Boğaz'a gireceği Eylül ayını iple çeken, neredeyse tüm sene boyunca o ilk avın hayaliyle sabırsızca gün sayan nice yürek vardır."


Vardır. Eğer kalmadıysa, fena!
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 290
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#21: 29 Ağustos 2020, 09:24:28
Suda yüzdürdüğüm kendi imalatım ilk şey bir sandıktı...
Bildiğiniz portakal sandığının altına beyaz köpüklerden kesip ekstra taşıyıcılar monte edip, garip bir direk ve yelken ile sahilden açılmasını sağlamak ana fikirdi.
Serde özgür olmak, karadan kopmak var ya...

Buradaki amaç biraz farklıydı aslında.
İşlevsel bir ihtiyaçtan yola çıkmıştı fikir.

Lüfer avı için zargana avlıyorduk.
Küçük şamandıralı oltalar ile gündüz avlanıyorduk.
El oltası.
Daha uzağa fırlatmak için kamış filan da yoktu, ya da vardıysa da biz bilmiyorduk.
Sahilden açığa doğru esen "eşek poyrazının" oluşturduğu çırpıntılar  şamandırayı açığa taşıyor, yeteri mesafeye ulaşınca da zarganayı yakalıyorduk.
Açıkta daha çok balık vardı.

Yüzen sandık projesi tabi bu amaca pek hizmet etmedi.
O vakit zarganaların hiç birisi yüzen bir portakal sandığına takılı, kuyrukaltı istavrite gelecek kadar "balık hafızalı" değillerdi.
Nitekim bir tane bile yakalayamadık bu yöntemle.

Buna mukabil sandık yüzdü...
Ve bizim hayatımızda daha önce hiç olmayan ama sonradan çok önemli bir yer tutacak olan bir basamağa geçmemizi sağladı!
TEKNECİLİK

_._
  • IP logged

  • *
  • İleti: 290
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#22: 31 Ağustos 2020, 15:42:23
Sandığın eğreti bir bez parçasıyla sahilden gelen rüzgarlar ile açığa doğru gidişini izlerken, o sıralarda TV'de çok popüler olan Kaptan Onedin filmindeki gibi hissediyordum kendimi.
Sanırım yelken ile ilgili tutkumun başlangıcı da o sürelere denk gelir.

Heybeliada veya İstanbul Adaları'ndan birisinde oturan çocuk için yaz iple çekilen bir dönemdir.
Sanırım hala daha da öyledir.
Ben de kesinlikle iflah olmaz bir yaz çocuğuydum, hep.
Ama artık çocukluk yavaş yavaş sona eriyor ve gençliğe adım atıyordum.
Bu sırada artık biz Heybeliada'dan taşınmıştık.
10'lu yaşlarımdan itibaren bu sefer yine aynı coğrafyada, çok da uzak olmayan bir noktada yazlık bir ev satın aldık.
DRAGOS!

Dragos Sahil Sitesi, çok kalabalık bir site olmasına rağmen insanların birbiri ile neredeyse kardeş gibi yakın oldukları bir mekandı.
Evlerin anahtarının kapının üstünde durduğu, açıp içeriye seslenip arkadaşınızı dışarı çağırabildiğiniz, hatta buzdolabından içecek birşeyler alabildiğiniz bir yerdi, site.
Belki de yer veya insanlar değil ama dönemdi bu güveni oluşturan... Kim bilir?
Seneler sonra bir ağabeyim orası için "bin kişilik bir aile"gibiydik sözünü kullanmıştı.
Çok doğru bir tespit.

İnsanlar birbirine yakın oldukları gibi uzak durdukları da olurdu.
Birbirinden hazetmeyen balıkçı barınağı kayıkçıları gibi sürtüşmeler ve itişmeler de vardı.
ama sanırım çok azdı...
En azından bu tarz bir tartışma çocukların yanında yapılmazdı herhalde, bir tane bile hatırlamıyorum şahsen.

Sitenin deniz ile birleştiği yerde güzel bir çekek yeri vardı.
Aynı zamanda iskelenin yanında da bağlama yerleri.
Lodos patladığında sandal ve kayıkları imece usulü karaya almak tam bir can değil ama "mal" pazarı olduğu günler hatırlıyorum.
Her sene en fazla 1-2 kere olurdu ama bayağı heyecanlı bir keşmekeşti bu durum.
Dalgaların sahilde patladığı, kaba deniz kaldırdığı bir havada, yere dizilmiş feleklerin üstünde ahşap kayıkları arka arkaya el kuvvetiyle çekeğe çekmek için uyum içinde çalışan ne yaptığını bilen insanlar gerekiyordu.
Beline kadar dalgalı denize girip  kayığı usulüne uygun kızağa sokmak herkesin yapacağı iş değildi.

Bu denizin dalgası meselesi o zamandan beri hep aklımı kurcalar durur.
Dünya'nın her halde esen rüzgarın yönlerine isim verildiği tek coğrafyasında yaşıyoruz.
Ama bu kadar birbirine yakın yerlerde bile aynı rüzgar misal vahşi Karadeniz kumsallarında hafif bir meltem yapar iken, hemen yanıbaşında bir yerde kızılca kıyamet kopartabiliyor.
Ne ironi!

_._
  • IP logged
« Son Düzenleme: 31 Ağustos 2020, 15:46:12 Gönderen: Mehmet Erem »

  • *
  • İleti: 5782
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#23: 01 Eylül 2020, 12:44:13
Sandığın eğreti bir bez parçasıyla sahilden gelen rüzgarlar ile açığa doğru gidişini izlerken, o sıralarda TV'de çok popüler olan Kaptan Onedin filmindeki gibi hissediyordum kendimi.
Sanırım yelken ile ilgili tutkumun başlangıcı da o sürelere denk gelir.
_._

Ben boşuna Sana Kaptan Onedin benzetmesi yapmamışım , içime doğmuş demekki. Eline Sağlık seninle birlikte yaşıyor gibiyiz o anları.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 290
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#24: 07 Eylül 2020, 12:04:47
Denizciliğin kültürel bir konu olduğunu düşünürüm eskiden beri...
Sadece belli kanun ve kurallara bağlı değil ama coğrafi, fiziksel ve en önemlisi sosyolojik temelleri ve sebepleri olan bir konu.
Tabi ki de şartlara bağlı ortaya çıkmış sorunlar ve ihtiyaçtan oluşan çözümler var.
Ama bunların uygulanmasında temeldeki en önemli faktör bence insan.

Aynı işle uğraşan misal Atlantik oltacısı ile Kalimnos'lu balıkçı tamamen farklı uygulamalar ile av yapar.
Bundan daha doğal birşey olamaz.
Dolayısıyla oltasının tipinden düzeneğine, kullandığı yemden kayığının formuna kadar hepsi tamamen farklıdır, farklı olmak durumundadır.
Halbuki ikisi de balıkçı en nihayetinde...
Değil işte
)))

Dragos'ta bizim balık tuttuğumuz senelerde bu tip bilgi transferi kesinlikle sadece ustadan çırağa geçen bir öğreti idi.
Zaten yazılı kaynak yok, hatta geçtim yazmayı bilgiyi paylaşmanın bile günah gibi sakınıldığı dönemlerden bahsediyoruz.
Avcı toplayıcı toplum düzeninden kalma bir davranış biçimi olduğunu düşünüyorum.
Balığı tuttuğu taşı söylerse herkes orada balık tutacak, av bereketi azalacak!
Kimin balığını kimden saklıyorsa artık?

Bronislaw Malinovski adlı Polonyalı bir antropolog 1920'li yıllarda yazdığı Büyü Bilim ve Din adlı eserinde avcı toplumların yerleşik düzen yaşayanlardan farklarını anlatır.
Antropolojinin bu konusu nedense son zamanlarda iyice bir popüler oldu.
Malinowski kitabında büyünün ne olduğunu zaman içinde ihtiyaca binaen nasıl bilime ve dine dönüştüğünü anlatır.
Her dönüşmeyi bir gelişme olarak algılamalı mıyız? O ayrı bir yazının konusu...
Bu küçük paragrafı aşar...

Dolayısıyla, bilgi paylaşımının hiç yapılmadığı hatta genel politika fakat herkesin aslında denizle haşır neşir olduğu bir coğrafya ve ortamda Cudi Amca'nın (Açıkalın) bana 20 tane Yacht Dergisi hediye etmesi konuya yaklaşımımı tamamen değiştiren bir aşama olmuştur.
Bahsi geçen dergiler yanlış hatırlamıyorsam 1950'li yıllarda yayınlanmış, saman kağıdına siyah beyaz olarak basılmış Türkçe dergilerdi.
Muhtemelen anglo-sakson bir benzerinden çeviriler tarzında yayınlanmışlardı.
Beni ilgilendiren tarafı ise yazıların ve içeriğin ne kadar isabetli seçilmiş olduğu ile ilgiliydi.
Rahmetli Mesut Baran'ın henüz Yelken Dünyası'nı yayına sürmediği yıllardan bahsediyorum.

Senelerdir kendi bildiğimiz gördüğümüz usul ile yaptığımız oltalarda kullandığımız düğümlerin aynılarının aynı şekilde kullanıldığı, muhtemelen bulunduğumuz coğrafyadan binlerce mil uzakta yaşayan bir ressam tarafından aynı şekilde çizilmiş ve açıklanmış olmasını hayretle farkettiğimi dün gibi hatırlıyorum...

_._

  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4217
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#25: 07 Eylül 2020, 16:54:06
Acayip keyifli.
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 290
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#26: 09 Eylül 2020, 11:12:51
Dergileri okudukça denizciliğin bilimsel ve metodolojik bir şekilde yapılabileceğine olan inancım gittikçe arttı.
En beğendiğim bölümler özellikle yelken ile ilgili bölümlerdi.
Neden böyle olduğunu o zaman anlamamıştım.
Aradan çok uzun zaman geçtikten sonra bazı çıkarımlarım var tabi...
Ama bir kişinin en zor yaptığı tespit kendisiyle ilgili yaptığı tespittir. Ne kadar doğru emin değilim.

O dönemde etrafta denizcilik, içten takma motorlu sandal ve balıkçılık kültürü ile dıştan takma sürat motorları temeline dayanıyordu çoğunlukla.
Hemen hemen hiç kimsenin yelkenli bir teknesi yoktu.
Açıkta demirli kotra tabir edilen 2 tane tekne vardı gerçi...
Ama yelken açtıklarını görmemiştik hiç birimiz.

Dolayısıyla yelken, toplumsal olarak bizim bulunduğumuz yerde hakim bir kültür değildi.
Belki de heves etmiş olmam buna bağlıdır.
Aynı çizgiden devam edersek, 11 yaşında bir erkek çocuk etrafında herkesin yaptığından başka birşeyler yapmak ister.
Amaç yaptığı şey olmayabilir her zaman.
Amaç yapılmamışı yapmaktır...

_ . _



  • IP logged
« Son Düzenleme: 11 Kasım 2020, 10:06:40 Gönderen: Mehmet Erem »

  • *
  • İleti: 290
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#27: 11 Eylül 2020, 10:26:24
Yelkenli olarak bizim erişebileceğimiz hiçbir tekne olmayınca etrafta, biz de 10'lu yaşlarında 4 kafadar çete mensubu olarak çekek yerindeki "cesetlere" daldık.
Bir tanesi ahşap bir yarış kayığı formundaydı.
Oldukça kötü durumda, üstten bakınca armuz aralıklarından alttaki toprağı gördüğümüz bir leş!
Formu çok güzeldi. Sanırım bir şarpi idi, bunu tabi şimdiki bilgim ile söylüyorum.
Ahşap tekne tamiri ile ilgili birçok bilgi ve uygulama vardı çekekte, ama teknenin ne olduğunu bilen kimse yoktu.
Kime ait olduğunu zar zor bulduk.
Büyük bir kalbi temizlik ve saf inanç ile, süslenip püslenip "kızımızı" sahibinden istemeye gittik, neşeyle.
Tekneyi tamir edip yüzdürecektik.
Hangi tekne sahibi bunu istemez ki?
...diye düşünüyorduk.
Ne büyük yanılgı?

Kadıncağız bizi kibarca reddetti.
Uzun bir süre buna hiçbir anlam veremedim.
Kalbimde o kadar derin bir iz bıraktı ki bu, seneler sonra bile hala daha "yüzümüze kapanan o kapıyı" düşünür dururum.
İnsan hayatındaki ilk hayal kırıklığını unutabilir mi?
Peki ya ilk aşkını?

_._


  • IP logged
« Son Düzenleme: 11 Eylül 2020, 10:58:37 Gönderen: Mehmet Erem »

  • *
  • İleti: 290
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#28: 12 Eylül 2020, 11:53:10
"Bir kapı kapanır, bir diğer açılır" derler ya...
İlk girişim diplomatik başarısızlıkla sonuçlanınca diğer alternatiflere yöneldik.
Yine benzer durumda, yukarıdan baktğımızda altta toprağı gördüğümüz, optimistten bozma bir başka küvete giriştik.
Farklı olarak bu kayık fiberglass'tan mamuldu.
O dönemde ahşap işçiliği ve marangozluk ne kadar bilinir ve yaygın olsa da CTP tamirine yönelik hemen hemen hiçbir bilgi yoktu çekekte!
İçi delik fiber bir teknenin tamirinin, 10 yaşındaki 4 çocuk için neredeyse imkansız olduğunu kabul etmek lazım aslında...
Ama biz etmedik.

Pembe renkli vernel şişelerini çakmak ile eritip, fiberdeki delikleri yamadık.
Şimdi anlatınca bana bile inanılmaz geliyor farkındayım ama OLDU!
OPTİ YÜZDÜ... )))

Optimistin yüzmesini eğer tek bir cümle ile özetlemek gerekseydi, muhtemelen şunu derdim:
"BİZİM İÇİN BÜYÜK, İNSANLLIK İÇİN KÜÇÜK BİR ADIM"  )))
  • IP logged

  • *
  • İleti: 290
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#29: 17 Eylül 2020, 09:41:14
Optinin sancak iskele küpeştelerinde birer tane ıskarmoz yuvası bulunuyordu.
Belli ki birileri bir tekneye servis botu olarak modifie etmiş, zamanında.
Kürekleri ve oturağı yoktu tabi. Bu iş nasıl yapılıyordu hiç bir fikrim yok.
Altı dümdüz, börek tepsisi gibi bir kayık nasıl küreğe gelir?
Hiç denemedim...

Fakat kayık yüzünce, eski sahibi, Genco bize direğini bumbasını, yeke dümen ve palası ile salmasını verdi.
İnanılmaz mutlu olmuştuk.
Meğer yelkenliymiş bizim kayık.
Dolayısıyla yeni bir sayfaya adım attık: YELKEN!

Aslında hem Haldun hem de çetenin diğer elemanları ile sitede bazı kişiler yelken sörfü yapıyorlardı o dönem.
Yani rüzgarı kullanmak yabancı olmadığımız bir kavramdı.
Fakat rüzgardan yararlanmak için dümen, salma veya kuru direk bir işe yaramıyordu tabi...
Yelken kumaşının ne mene birşey olduğunu hiç bilmiyorduk haliyle.
Hele dikiş teknikleri, kullanılan iplik, makine kullanımı gibi bilgilere sahip olmak filan söz konusu bile değildi.
Ne zor şeymiş BİLGİSİZLİK!

Dolayısıyla biz de "elimizin altındaki" inşaat "laylonundan" bir parça kesip uygulamaya giriştik.
Kalın naylonu şablonuna göre kesip, 4 köşesini ince ibrişim ile direk, bumba ve gizin köşelerine bağladık.
Şekil olarak çok güzel olmuştu...

Marmara'nın kuzey kıyısında "eşek poyrazının" hakim olduğu bir Ağustos gününde tekneyi, çekeğin kumsalına getirip direği yelkeniyle beraber diktiğimiz anı çok iyi hatırlıyorum.
Kendi teknesini yapan herkes bu büyülü anı yaşamı boyunca unutmaz, unutamaz.

Ben de unutmadım...

_._
  • IP logged
« Son Düzenleme: 11 Kasım 2020, 10:10:39 Gönderen: Mehmet Erem »

 
Yukarı git