Denizcilik ile yaşadığım en büyük ve ilk ikilem Babam'dı.
Ailede herkese yüzme öğreten O'ydu.
Zamanın en büyük hastanelerinden birisinin başhekimi olması sebebiyle, doğal ve kesin bir otoriteye sahip olduğu için mi bu işe soyunmuştu, yoksa çok iyi bir sporcu olduğu için mi ya da belki sudan çok korktuğu için mi? Emin olamıyorum...
Kendisi de uzun yıllar futbol oynamış, sporun içinden gelmiş birisiydi ama denizcilikten hiç hoşlanmazdı.
"Denizle şaka olmaz" lafı çocukluğumuzun en unutulmaz söylemlerinden birisi olarak zihnimize kazınmıştı hepimizin.
Ama denizden ve denizcilikten neden bu kadar çekindiğini ve hepimizi uzak tuttuğunu o zaman hiç anlayamamıştım.
Anlamam için çok uzun yıllar geçmesi gerekti...
Fakat Ada'da doğmuş, çocukluğu maviliğe bakarak geçmiş her küçük erkek çocuk için denize açılmak özgürlüğün kesin tanımıdır.
Dolayısıyla ister bir küçük kayıkla olsun, isterse de bir sal veya yelkenli bir tekneyle yapılsın, denizcilik işi, bahsi geçen erkek çocuğun kafasında ve daha önemlisi kalbinde çok önemli bir yer tutar.
Uzun yıllar boyunca Deniz Harp Okulu'nun Heybeliada'da konuşlanmış olması da belki aynı mantığa hizmet etmektedir.
Okula yeni başlamış genç subay adaylarının kafasında değil ama kalbindeki izi pekiştirmek için yapılmış olabilir mi o koca koca binalar?
Onu ben bilmem.
Ama avludaki Yavuz'un ana direği ve sereni sadece subaylar ve subay adayları değil Ada halkının her ferdi için önemli bir gurur kaynağıydı, benim orada geçirdiğim yıllarda...
_._