Heyamola Hey

Havuzluk => Seyir Anıları => Konuyu başlatan: Ahmet Ilgaz - 03 Aralık 2017, 23:25:50

Başlık: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 03 Aralık 2017, 23:25:50
24 Temmuz 2017, Pazartesi

Saat 05:30; palamarı çözdüm hayırlısıyla…
      Aslında iki gün önce çıkmayı planlıyordum. Ama işlerimde ufak bir aksaklık buna müsaade etmedi. İkmaldi, hazırlıktı derken palamarı çözmek ancak bu sabah mümkün oldu. İkmal demişken, o da hiç kolay olmadı. Neticede bir ay sürecek bir seyre çıkıyoruz. Mazot, kullanma suyu, içme suyu, kumanya, kıyafetler, avadanlık derken kayıkta depolama alanı olabilecek her bir santimi doldurduk. Hatta kıç ambar sancak tarafta olduğundan, kayık bu dopdolu haliyle 3-5 derece sancağa yatık.
    Yalnız seyrediyorum. Sare’yle cuma günü Çanakkale’de buluşacağız. Yurtdışı çıkış işlemlerinden sonra seyre birlikte devam edeceğiz. Sonra ver elini Yunan. Ne diyelim; pruvamız neta olsun! 
Sabahın köründe palamarı çözüp denize açılmak, özellikle de uzun bir seyrin ilk günü ise, bana hep çok özel, çok anlamlı, çok heyecanlı gelmiştir. Bakırköy barınağından çıkarken de böyle hissediyorum yine. İçim kıpır kıpır… Ta ki mendireği dönüp Yeşilköy’e doğru koskoca koyun lağımla kaplandığını görene dek! Halkalı ve Ayamama dereleri, koskoca şehrin lağımını buradan denize döküyor. Ne kadar feci bir manzara, ne kadar feci bir durum! İçim acıyor! Bu şehir, bu deniz bize iyi bile dayanıyor! Yazık! Çok yazık!!!
    İstikamet Marmara Adası, Saraylar. Menzil 59 deniz mili. Rüzgar sıfır, hiç esmiyor. Yapacak bir şey yok, motora kuvvet, devam.
    Makine seyri, yelken seyri kadar keyifli olmuyor ama yine de en azından kafadan gelen rüzgara karşı da seyretmiyorum ya, buna da şükür. Bizim kayık küçük olduğundan seyir hızı da gayet mütevazı. Ortalama 5 knot giderse çok iyi. Altı falan pis iken hız 3 knotlara bile düşüyor ki, o zaman hiç çekilmiyor.  Tabii ki bu uzun seyir öncesi bakım işlerini hallettik. O yüzden suyun üzerinde süzülüşünü izliyorum şu an...
    Bakım işleri sırasında kuyruktaki tutyayı da bir elden geçirdim. Yerinden söküp iyice temizledim, zımparaladım, baktım ki hiçbir erime, aşınma yok yerine monte ettim. Bu tutyayı, yerine,  iki tane allen başlı civata sabitliyor. Hemen pervanenin göbeği önüne… Monte ederken de, Allah var, iyice sıktım civataları. Bakımdan sonra kayığı suya attık. Haftasına bir Çam Limanı yapalım dedik. Orda suya dalıp kayığın altına girince bir de ne göreyim, bizim tutyanın yerinde yeller esiyor! Pervanenin titreşiminden civatalar gevşemiş, tutya da deniz dibini boylamış olsa gerek. Yapılacak iş belli; o tutyanın yenisi alınacak, ama bu sefer titreşimden etkilenmeyecek şekilde monte edilecek yerine. E tabii bir tane tutya için kayığı tekrar karaya alacak değilim. Bu işleri kayık suda iken serbest dalış ile yapmam lazım. Ciğerlerime kuvvet!
      İyi de bu işi bulanık Marmara’da yapmak yerine, biraz bekleyip Ege’nin billur sularına çıkınca yapsam daha iyi olmaz mı? Kesinlikle!
   Geçen senelerde sürekli elektrik sıkıntısı çekince, harekete geçmeden önce bilgi sahibi olmak adına kış boyu “solar panel kapasite arttırım sorunsalı” ile ilgili bir yığın bilgi toplamıştım. Bir sürü fikir alışverişi sonunda mevcut panelleri söküp daha büyüklerini monte etmiştim. Bir yandan da bunu merak ediyorum şimdi; acaba bu sene artık elektrik sorun olmaktan çıktı mı? Bu gece hava kararınca anlarız bakalım yeni paneller işlerini tastamam yapıyor mu? 
      Saat 18:20. Saraylar’a vardım. Limanın hemen karşısında, yarım mil doğusundaki her zaman demirlediğim koya funda ediyorum demirimi. (40.658677°N, 27.670187°E) Şimdi önce bir yemek sonra da bir güzel çay zamanı. Şöyle yıldızların altında.... Çayımı içerken yarınki rotama çalışıyorum bir yandan. Bugün sadece seyir, tekne transferi yaptım. Yarın biraz aheste seyretmeyi, biraz gezmeyi planlıyorum. Acaba Avşa’ya mı gitsem yıllar sonra, yoksa hiç gitmediğim Paşa Limanı’nı mı görsem.
   Yatmadan akülerin voltajını kontrol ediyorum, bakalım paneller yeterli mi diye. O da ne; voltaj gayet düşük. Bu şekliyle, buzdolabı çalışmaya devam ederse, sabaha tüm aküler boşalır! Daha önce başıma geldi, ordan biliyorum! Çaresiz kapatıyorum buzdolabını. Ama moralim çok bozuluyor. Onca araştırma, fikir sorma, bilimsel yaklaşım, hesap, kitap… Sonuç; hezimet!  Nerde yanlış yaptım acaba? Hesap hatası mı yaptım, montajda bağlantı hatası mı? Sabah ola, hayrola…
       Yorgunluk bastırıyor. Erken yatsam iyi olacak…
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 03 Aralık 2017, 23:38:02
Keyifli bir seyir anısı geliyor,  ayrıca güneş panelleri ve webasto montajı hakkındaki birikimini de paylaşman bizler için çok faydalı olacağından merakla beklemekteyiz.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Suat Zeybek - 04 Aralık 2017, 08:28:03
Selametle Ahmet Reis takipteyim heyacanla. Keyifli ve bol bilgi paylaşımlı bir anı yazısı olacak gibi.
Viya böyle.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ali Ünalan - 04 Aralık 2017, 08:45:18
Ahmet Reisim takibe devam..
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Eyüp Oğan - 04 Aralık 2017, 10:31:51
Kış günleri yavaş yavaş geliyor, günler kısaldı, geceler uzuyor.. Seyir defterlerini, anılarını okumak için en güzel zamanlar...

Eline sağlık Ahmet Reis..
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 04 Aralık 2017, 20:39:51
25 Temmuz 2017, Salı

      Paşalimanı’na gitmek niyetiyle saat 06:00’da demir aldım. Marmara adasının doğusundan aşağıya inip Paşalimanı’na dümen tutacağım.  Koydan çıkıp sancak tarafa dümen kırdım. Işık adasını iskeleden bordalayıp dar bir boğazdan aşağıya doğru iniyorum.  Derinlik 5 metre civarında, boğaz da dar olunca rölantide ve pür dikkat gidiyorum. Daha ancak yarım mil yol almıştım ki bir anda dümende bir vibrasyon hissettim. Allah’ım! Bir şeye dolandım galiba! Palada bir şeyler olduğu kesin de pervane ne durumda acaba? İyi ki çok yavaş gidiyormuşum. Makineyi hemen boşa attım ama bu daracık boğazda suya dalıp müdahale edecek de değilim. Eğilip bakıyorum ki palada irice bir demet sazlık. Uzanıp bir çoğunu temizliyorum ama diplerde sıkışmış birazı daha kalıyor. Az bir yol veriyorum ama sanırım pervanede de bir şeyler var. Allah vere de o da sazlık olsa. Poşet, misina falansa yandık!

      Hemen haritaya bakıyorum. Neyse ki çok yakında bir koy daha var. Yarım mil daha ilerde, sancak tarafımda, doğuya alabildiğine açık bir koy. (40.654702°N, 27.674401°E) Hava doğu esiyor ama çok çok az. Elimi çabuk tutarsam sıkıntımı giderecek kadar burda demirde kalabilirim. Yine rölantide yol veriyorum makineye. Bir yandan da hem palaya hem de pervaneye kulak kesiliyorum. Neyse ki çok ciddi değil vibrasyon.

      Koya girip 2,5 metreye demirliyorum ve hemen şnorkelimi paletlerimi alıp dalıyorum sabah serinliğindeki soğuk suya. Çok şükür, dolanan sadece sazlıkmış. Halat, misina veya poşet değil. Önce palayı sonra da pervaneyi, bıçağa bile gerek duymadan kolayca temizliyorum. Herhangi bir hasar görünmüyor. Hazır dalmışken şu bizim kuyruk tutyasını da monte etsem mi yerine?

      Çıkıp allen anahtarını, yeni aldığım tutyayı alıp belimde kurşun ağırlık kemerimle tekrar giriyorum soğuk suya. Birinci deneme, ikinci deneme, üçüncü deneme… Saatler geçiyor, nefesim kesiliyor, tir tir titriyorum. Öğlene doğru koyun kumsalına 3-5 kadın gelip şezlonglara uzanıyorlar yanlarında küçük kız çocuklarıyla, homurdana homurdana. Önce bir tanesi sesleniyor ben su yüzüne çıktıkça; “Açıktaki tekneeee! Burası kadınlar plajııııı…”  Meğerse burası kadınlar plajıymış!  Ne güzel! Ne güzel de ben plajda değilim ki, açıktayım! Zaten üşümüşüm, nefes nefeseyim, bir de size dert mi anlatayım deyip cevap vermiyorum. Dalıp dalıp çıkmaya devam… Ben çıktıkça, ara ara ısrarla seslenmeye devam ediyorlar. Hiç oralı olmuyorum. Biraz sonra küçük bir kız bağırıyor bu sefer “Açıktaki tekneeeee. Git burdaaaaaaannn..”

       15-20 dalışta montajı tamamlıyorum çok şükür. Vibrasyonla civatalar yerlerinden tekrar çıkmasınlar diye de bu sefer keten conta ve yaylı rondela ile iyice sıkıştırıyorum. Hatta belki sıkıştırma işini biraz abartıyorum ki allen anahtarı bükülüyor. İşi halledene kadar dayandı ya, boşver.

      İçimde bir iş görmenin saadeti, titreye titreye çıkıyorum sudan. Küçük kız hala bağırıyor; “… git burdaaaannn…”  O kadar yoruldum ki kimseye laf anlatacak halde değilim. Zaten işimi de halletmişim. Demir alıp uzaklaşıyorum “plajlarından”.

      Paşalimanı’na doğru 16 deniz mili daha yolum var. Kulak kabartıyorum, palada, pervanede sorun yok. Acaba oraya varınca tutya hala yerinde olacak mı?

      Paşalimanı’na saat 13:40’ta varıyorum. İskelenin biraz açığına, 4 metreye demirimi funda ediyorum ve hemen kahvaltı hazırlamaya girişiyorum. (40.487292°N, 27.607083°E) Kahvaltıdan sonra kendime geliyorum. Aklım tutyada. Dalıp bakıyorum, yerli yerinde duruyor.

   Sonra sıra güneş panellerinin sorununu anlamaya geliyor. Öyle ya, o kadar bilimsel yaklaşıp en iyi ekipmanlarla, ihtiyacım olandan bile daha yüksek kapasitede elektrik üretecek bir sistem kurmuşum. Sormaz mıyım neden yeterince iyi çalışmıyor diye!

   Önce bağlantı noktalarını kontrol ediyorum tek tek. Bir problem görünmüyor! Kablolarda kopma da muhtemel değil zaten ama bir bakıyorum yine de; sıkıntı yok. Panelleri kontrol etmek için kafamı bimini üstüne kaldırınca bir de ne göreyim; benim panellerin üstü martı pisliği kaplı! Güzelim paneller güneşle buluşamıyorlar ki elektrik üretsinler! Kovaya suyu doldurup başlıyorum temizlemeye. Biraz yoruluyorum ama sonunda paneller pırıl pırıl olup güneşle kavuşuyorlar. Sonunda elektriğe olan hasretimiz bitecek gibi!     

      Paşalimanı’na daha önce hiç gelmediğim için karaya çıkıp bir gezeyim diyorum. Botu suya atıyorum. Daha geçen hafta bakıma götürdüğüm kıçtan takmayı da itinayla indirip bota takıyorum. “Karbüratör tıkanmış, temizledim, bakımını yaptım, saat gibi oldu” demişti Ali usta, “Hep benzindeki pislikten”.  Bu sefer dört kat “parizyen”den süzüp dolduruyorum benzini. Tek marş! Çalıştı. Hem de saat gibi maşallah! O da ne? Sustu! Tekrar marş! Marş! Marş! Evde kimse yok! Çalışmıyor!!!  Of yaa! Ali ustayı arıyorum hemen. Böyle böyle oldu diyorum ama gayet lakayt bir şekilde direktif veriyor; şöyle yap, böyle yap. Olmuyor usta, diyorum, çalışmıyor! Ali usta bombayı patlatıyor; “Olmuyorsa bana ne?” Telefonu kapattıktan sonra yarım saat daha deniyorum ama ne fayda! Ali ustaya  gıyabında uzuuun uzun saygılarımı sunuyor, kıçtan takmayı yerine asıyorum. Bir aylık seyirde bot motorumuz olmayacak anlaşılan!

      Küreklere kuvvet karaya çıkıyorum. Bir gezinip bu adayı keşfedeyim bari. Etraf çok sessiz, nerdeyse hayat yok. Toplasan 15-20 hane midir? Sahili de sahil değil. Görmemekle çok şey kaçırmamışım. Aşağıya doğru yürümeye başlıyorum. Bir müddet sonra başka bir köye varıyorum; Harmanlı. Burası da pek farklı değil. Zaten benim de keyfim yok! Kös kös dönüyorum kayığa.

Hemen akülerin voltajını kontrol ediyorum; gayet iyi! Artık geceleri buzdolabını kapatmak yok. Yaşasın! Köyümüze elektrik geldi!
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mustafa Ertör - 04 Aralık 2017, 21:47:09
Ahmet'cim oralar için pek güzel şeyler işitmedim.Birkaç genci linç etmeye çalıştıklarını okumuştum
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 05 Aralık 2017, 00:00:18
Amma güzel yazıyormuşsun Ahmet Reis,
keyifle.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Öcal Turan - 05 Aralık 2017, 00:06:13
Eline sağlık Ahmet cim ,çok güzel bir paylaiım oluyor.  :)xx
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 05 Aralık 2017, 08:22:22
Ayrı ayrı teşekkür ediyorum :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ersin Böke - 05 Aralık 2017, 09:02:36
Sevgili Ahmet, ne güzel yazmışsın. Şu havada çok iyi geldi..
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Zafer Türkmen - 05 Aralık 2017, 09:51:49
Eline sağlık Ahmet reisim. Ne cevherler varmış  :)xx Yavaş yavaş çıkıyor ortaya.

Zafer Türkmen
SY Petunia
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ersin Böke - 05 Aralık 2017, 11:36:54
Geçtiğimiz yaz birileri de Rodos'a gittiydi.. Yazıcam dediydi.. Kim di ki o.. ? ?0-? :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 05 Aralık 2017, 11:54:15
Yalnız Rodos'a gitmediydi. Bir sürü bir şeyler yaptıydı denizlerde. Sahi kimdi o?
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Serdar Çırak - 05 Aralık 2017, 12:13:45
Çok güzel ve keyifli bir yazı dizisi oluyor..tşk ederiz..:)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Zafer Türkmen - 05 Aralık 2017, 15:27:51
Rodos u bilmem de birisi Girit e gittiydi  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Serdar Çırak - 05 Aralık 2017, 16:53:00
Hatta oradan azcık kuzeyede geçtiydi..:)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Hulusi Gülen - 05 Aralık 2017, 20:49:10
25 Temmuz 2017, Salı
      .... Işık adasını iskeleden bordalayıp dar bir boğazdan aşağıya doğru iniyorum.  Derinlik 5 metre civarında, boğaz da dar olunca rölantide ve pür dikkat gidiyorum. ....!

Ahmet Reisim; eline sağlık,  güzel yazı. Işık Adası boğazına derinlikten dolayı girmeye korkmuş; bot ile dolaşmıştım. Şimdi senin yazından sonra cesaret geldi; ben de denerim herhalde.  Birde o boğazın girişinde, sancak tarafta karaya vurmuş bir gemi vardı, kaldırmışlar mı?
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Kemal Tesbihci - 06 Aralık 2017, 09:21:45
Ahmet reis pek güzel anlatmışsın, okurken oralardaydım sanki. Merakla bekliyordum, beklediğimize değdi. Devamını da dört gözle bekliyorum.
Sizlere de Mevlam tekrarını nasip etsin inşallah, keyifle huzurla...
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 06 Aralık 2017, 22:43:23
Tüm güzel ve teşvik edici sözlerinize tek tek teşekkürler  :)

Işık adası yakınında bir batık ben de görmüştüm üç sene kadar önce ama bu yaz yoktu...
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 06 Aralık 2017, 22:51:31
26 Temmuz 2017, Çarşamba

      Paşalimanı beni pek açmadı. Sabah 6:00’da demiri toplayıp yola çıkıyorum. İstikamet Avşa. Mesafe 9 deniz mili. Acaba yolda kaşık mı çeksem? Saat erken, belki bu defa bir balık vurur.

      Kaşıkla uğraşırken bir anda derinlik alarmı çalmaya başladı! Daha kafamı kaldıramadan da o şerefsiz sürtme sesi! Salmanın ucunu dibe sürttüm. Aferiiin! Ama Allah’tan bir kayaya falan bindirmedik, eriştelik, kumluk olan bir sığlığa denk gelmişim. Hemen devri düşürüp iskele alabanda yapınca kafayı açığa verdim. Sürtme sesi sadece bir anlık duyuldu. Yırttım çok şükür!

      Ne oluyoruz yahu? Daha ilk günden yok sazlıklar dolanıyor, yok kıçtan takma çalışmıyor, yok salmayı sürtüyoruz? Hayırdır inşallah? Böyle giderse bitmez bu sefer!

      Avşa’ya vardım varıyorum derken saat 08:00 olmuş bile. Feribot iskelesini, iskeleden bordalayıp biraz daha aşağıya inince plajın biraz açığına demiri funda ediyorum. (40.504348°N, 27.492103°E) Hava hafif bir poyraz. Acaba küreklere kuvvet karaya çıksam mı? Dönüşte biraz zorlanır mıyım ki? Neyse, çıkayım da biraz yürüyeyim, kalabalığa karışayım.

      Avşa tıpkı benim yıllar önce bıraktığım gibi. Bir sebeple Ege’ye, Akdeniz’e inemeyen İstanbullular hep burada. Kumsalı, denizi güzel, davetkar. İskele meydanı, sokakları cıvıl cıvıl. İstanbullunun iki üç günlük tatili için biçilmiş kaftan. Benim hatun da beğenir. Getireyim bir gün, birlikte gezelim…

      Akşama kadar vakit geçiriyorum Avşa’da. Bir şeyler yiyorum önce. Sonra seriyorum havlumu plaja, bir güzel yüzüyorum.   
       Akşam olunca kayığa dönüyorum. Yarınki etap uzun, 40 deniz mili. Hedef Gelibolu. Hava bu gece fena değil ama yarın akşama doğru bozacak gibi.

Demirimi bir daha kontrol ediyorum, fena değil… 
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Hulusi Gülen - 06 Aralık 2017, 23:56:01
Gelibolu mu?  Orası benim memleket; hamzakoy'a demir attın mı?    Maalesef ki olur olmaz yerlere Barınak yapanlar; Osmanlı'nın ilk tersanesinin kurulduğu; uzun yıllar Kaptan-ı Derya'lık bu memlekete bir dalgakıranı çok gördüler. Küçücük tarihi liman dışında bağlanacak yeri yok. Kuvvetli lodos tam içinde patlar; tekneleri batırır. Ortaokul yıllarımda tekne sayısı azdı; aşağı yarışlarının ilk gün etap sonu hep Gelibolu olur; tekneleri hayranlıkla izlerdim. Hey gidi günler.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 07 Aralık 2017, 00:29:46
Gelibolu mu?  Orası benim memleket; hamzakoy'a demir attın mı?    Maalesef ki olur olmaz yerlere Barınak yapanlar; Osmanlı'nın ilk tersanesinin kurulduğu; uzun yıllar Kaptan-ı Derya'lık bu memlekete bir dalgakıranı çok gördüler. Küçücük tarihi liman dışında bağlanacak yeri yok. Kuvvetli lodos tam içinde patlar; tekneleri batırır. Ortaokul yıllarımda tekne sayısı azdı; aşağı yarışlarının ilk gün etap sonu hep Gelibolu olur; tekneleri hayranlıkla izlerdim. Hey gidi günler.

Abi ne güzel söylemişsin. Gelibolu ile İnebolu'nun kaderi de benziyor. İnebolu'nun da yaklaşık 150 yıldır bitmeyen bir limanı vardı,iyi kötü işe yarıyordu, şimdi sattılar kurtulduk, artık limanımızda yok. Yeniden kıyıya çekmeye başlarız kayıkları.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Hulusi Gülen - 07 Aralık 2017, 23:50:14
Geçen yıl karayolu ile hopa'ya kadar gittim; her köyün önünde bir barınak. Birçoğunun içinde tekne bile yoktu. Karadeniz'in siyasetçileri çalışıyor; bizimkiler yatarken. Arkadaş, hadi Çanakkale boğazı üzerinde yarısı balıkçılıkla uğraşan köyümüze barınak yapmadınız; tarihi önemi olan Gelibolu'yu niye ihmal ediyorsunuz? Bilen bilir  vızır vızır çalışan arabalı feribotlar kasabanın tam göbeğindeki iskeleyi kullanır; bırakın yaz gününü ben iki  hafta önce oradaydım; tırlardan kamyonlardan şehir içi trafiği felç oluyor. İki yıl önce 1 şubatta esen lodosta eski liman içinde birkaç tekne battı. Güya ben emekli olacaktım da teknemi Gelibolu'ya bağlayacaktım; geçen yaz yer yokluğundan üç gün zor bağlayabildim.  Dertlerim depreşti birden.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 08 Aralık 2017, 18:48:15
27 Temmuz 2017, Perşembe

      Avşa’dan ayrılma vakti geldi. Demiri toplayıp yola çıktığımda saat 06:00 idi. İstikamet Gelibolu, 40 deniz mili yol var önümde. Bu akşam 25-30 knot karayel ile birlikte şiddetli yağış hatta dolu bekleniyor. Bir an önce Gelibolu’ya varıp emniyetli bir şekilde demirlemeli! Yarın öğlen de Çanakkale’de olmam lazım, Sare ile buluşup çıkış işlemlerini halledeceğiz.

      Motorun altında yarım litre kadar su birikmiş. Hayret! Tadına baktım, deniz suyu. İmpeller mi damlatıyor acaba? Suyu boşaltıp temizledim. Yol boyunca gözüm hep üzerinde. Herhangi bir sıkıntı yok.

      Gelibolu’ya 2 deniz mili yolum kaldı. Hava iyice kapattı ama hiç mi hiç esmiyor. Çok uzaklarda, Abide taraflarında simsiyah bulutlar ve yere düşen yıldırımlar görüyorum. Fena şeyler oluyor o taraflarda. Buradaysa hava sıfır!

      Keşke popomu kaşısaymışım! 15 dakika sonra, demir yerine son 1 mil kala hava üzerime patladı. Öyle bir hava ki teknenin pruvasını bile göremiyorum. Demir yeri olarak belirlediğim epeyce geniş koyda mavi plastik varilden şamandıralar var. Allah’tan hava patlamadan önce her bir şamandıraya dikkatle bakmış,  yerlerini ezberlemişim. O son bir milde resmen körleme seyir ile yol alıyorum. Derinlik dört metrelere düşünce de havuzluktan çıkmadan demirimi göz kararı bir kaloma ile funda ediyorum. (40.401806°N, 26.645026°E)

       İlk işim motoru stop edip tüm elektronikleri kapatmak oluyor çünkü havayla beraber yıldırımlar da üzerimde. Her şeyi kapatıp kaporta kapağının eşiğinde dışarıyı izliyorum. Tam o sırada bir yıldırım çeyrek mil yakınıma, denize düşüyor! Çok şükür tepeme düşmedi! Allah herkesi korusun!

      Şiddetli yağmur doluya çeviriyor. Fırtına yarım saat daha aynı şiddetini koruduğundan olduğum yerden kımıldamıyorum. Sonra biraz hafifliyor. Havuzluğa çıkıp etrafı kontrol ediyorum. Allah’ım bu nasıl bir yağmur!

      Denizci dostlar hava ile ilgili WhatsApp’tan sürekli mesajlar geçiyor. Bir tanesi doluya Çanakkale boğazını tırmanırken yakalanmış. Bana çok uzak değil. Çevrede sığınacak bir yer, bir liman soruyor. Gelibolu ve Lapseki barınaklarını önerenler olunca hemen yazıyorum sakın bu havada limana girmeye çalışmayın, diye. Benim bulunduğum koy çok geniş, buraya gelip alargada havanın geçmesini bekleyin diyorum, konum bildiriyorum. Az sonra görünüyorlar. Gelip biraz öteme demirliyorlar.

   Bir saat daha geçip yağmur biraz daha hafifleyince diğer tekne yola devam etmeye karar veriyor. Şarköy’e salimen bağlanınca haber veriyorlar. Geçmiş olsun!

        Bir müddet sonra fırtınanın İstanbul’u vurmaya başladığı haberleri gelmeye başlıyor. Doludan hasar gören arabalar, evler… Allah’tan can kaybı yok!

Bu gece buradayım...
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 08 Aralık 2017, 19:12:51
Kal zaten, ben yoruldum.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Hulusi Gülen - 08 Aralık 2017, 23:38:13
O bahsettiğin koy Kurşunlu Askeri Fabrikanın altı. Tam o bölgede batık bir gemi vardı; mavi bidon şamandıralar o geminin işaretleri olsa gerek. Geçmiş olsun.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 10 Aralık 2017, 12:42:53
28 Temmuz 2017, Cuma

      Ne geceydi ama! Dün, demiri atana kadarki son bir mil kabus gibiydi resmen! Yağmur, sonra da devam etti ama insan gibi…

   Benim üstümden geçen fırtına 2-3 saat sonra İstanbul’u da vurmuş. Tabii önce Marmara’yı, Avşa’yı karıştırdıktan sonra.  İstanbul’da, çekekte devrilen tekneler mi dersin, limanda domino taşları misal yıkılan konteynırlar mı, kaputu-tavanı dolu kraterleri dolan arabalar mı…  Ceviz kadar diyen de oldu yağan dolu için, tenis topu kadar diyen de. Zaiyat nedir, bilmiyorum, televizyonum yok ki! Allah herkesin yardımcısı olsun, zor bir gündü, zor bir geceydi…

   Bir an önce demiri toplayıp Çanakkale’ye dümen tutmalıyım. Öğlene doğru Çanakkale’de hatunla buluşup çıkış işlemlerimizi halledecektik.

   Çanakkale’ye doğru seyirdeyim, boğazın tam ortasında. Hava, sanki dün köpüren, şahlanan kendisi değilmişçesine sakin gayet. Bu boğazdan “aşağı” inmek çok kolaydır normalde, çıkmak zordur. Ama bu sefer, bendeki talih, aşağı inerken zorlanıyorum. Dünkü havanın etkisinden olsa gerek, normal hızımdan 1,5 mil daha yavaş iniyorum! Pes!

   Gemi yolunun tam ortasında, trafiğe karışmış iniyorum. Derinlik 60 metrelerde. Sakin sakin kahvemi yudumlarken yine o aynı uğursuz alarm beni yerimden zıplattı; derinlik alarmı! Derinlik 3,0 mt… 2,7 mt… 2,4 mt… Boğazın, gemi yolunun ortasında bu nedir şimdi diye düşünürken nefesimi tuttum… Sığlık falan olamaz burada! Acaba yeni bir batık falan mı? Makine stop, iskele alabanda!  Allah’ım batık falansa da bu ne biçim bir batık ki 60 metre olan deniz dibinde yatarken su yüzüne kadar uzanıyor???    Gözüm derinlik göstergesinde! … 2,2 mt… 1,9 mt…  Yapacak hiçbir şey yok! Bir saniye içinde olacak ne olacaksa! Karinayı delmesek bari!   … 1,7 mt    2,3 mt   6,7 mt… 17 mt… 63 mt…

   Ohhhhhh, çok şükür! Bu neydi ya şimdi? Toplasan 3-5 saniye sürdü her şey, ama ömrümden ömür gitti! Neydi acaba gerçekten! 60 metrelik batık olmaz. Acaba kocaman bir balık mıydı? Belki de bir yunus sürüsü… Onlar meraklı olur, iyice yaklaşıp salmamın ne olduğuna mı baktılar acaba? Neyse ki geçti gitti çok şükür!

   Çanakkale’ye 11:40’ta vardım. (40.152267°, 26.404164°)  Bağlanırken sordu görevli “gece kalacak mısınız kaptan?” Hayır dedim, çıkış yapıp devam edeceğim.  Bağlanıp adımımı karaya atmıştım ki Sare aradı, gelmiş. Buluşup doğruca çarşıya gidiyoruz, evrakların fotokopilerini çekmek için. Bu ilk çıkışımız olacak kayıkla. Hafiften heyecan da var. Tüm paylaşımları, tecrübeleri okumuşuz, evraklarımız tam. Hatta fazlası bile var. Çıkış işlemlerini kendimiz yapacağız; önce Gümrük, sonra Liman en son da Polis.

   Ofise girdik, transit log yok dediler. Nerde bulunur peki? Kepez’de. Git-gel taksiyle 100 lira yazar dediler. Ya da ordaki adama 150 lira ver, log ücreti 30 lira dahil, tüm işi hallediversin senin adına sen kayığında kahveni yudumlarken.

   Mecburen bu yolu seçtik biz de. Dönüşümüzde kullanacağımızı da düşünüp iki tane transit log sipariş ettik. Adam gitti, geldi. Hemen doldurmaya başladı belgeyi. Süper! Bir saate çıkarız gibi. Gümrük memuru geldi, transit logu onaylayacak. Soruyor; Daha önce bu tekne ile yurtdışına çıkış yaptınız mı? Cevap; hayır.  “Ama bu tekne 2014’te yurda giriş yapmış görünüyor?”   “Olabilir… Ben bir buçuk yıl önce aldım, 2014’ü bilemiyorum.”

   İşte gerilimin işaret fişeği! Bu noktadan sonra gümrükçü 2014 yılında giriş yaparken kullanılan transit logu istiyor, ben de “Nerden bulayım! Tekne o zaman benim değildi ki…” diyorum.  “Olmaz” diyor, “O belge olmadan olmaz!”

   Eski sahibine, eski sahibinin giriş-çıkış işlemlerini yapan acenteye ulaşıyor Sare. Ama orijinal evrak yok maalesef. Kopyasını yolluyorlar hemen. Gümrükçü beğenmiyor. “Ayrıca teknenin ismi de değişmiş! Neden değiştirdiniz?”    Ya sabır çekerek cevaplıyorum; “Çünkü öyle istedik!”

   Saatler geçiyor, sinirler geriliyor. Gümrükçüye soruyorum; “Bu belgeyi, ben tekneyi alırken kimse bana vermediği gibi işlemi yapan Çeşme Liman müdürü de mutlaka almam, saklamam gerektiğini bana söylemedi. Şimdi benim kabahatim nedir?”   “Yok” diyor gümrükçü, “Ama ben yine de ceza keseceğim çünkü belge yok ortada...”   

-   Peki, ceza ne kadar?
-   72 lira.
-   Hemen kesin, ödeyeyim.
-   Ama gecikme olduğu için faiziyle birlikte 8 katını ödeyeceksiniz.
-   Yuh!


        Ben bir taraftan, eşim bir taraftan sakin bir şekilde ne diller döküyoruz, memur “Nuh” diyor sadece, “Nuh” 

   Zafer abiyi arayıp durumu anlatıyorum. Şekerlemesini böldüğüm halde hemen ofisin telefonunu arayıp memuru istiyor; Denizlerdeyiz Amatör Denizciler Derneği Genel Başkanı sıfatıyla. Memur telefonu alırken oturuşunu bile düzeltiyor. Ama maalesef konu çözülmüyor, çözülemiyor! Saatler geçiyor, sinirler geriliyor.

   Bütün bunlar yaşanırken işlem ücreti adı altında 150 lira ödediğimiz adam orda öylece izliyor olan biteni, kayıtsızca.  Hani şu, biz kahvemizi içerken bizim adımıza tüm işlemleri halletsin diye 150 lira verdiğimiz adam.
       
        O kadar dil dökmemize gümrük memuru amirini arıyor, tekrar tekrar anlatıyor “vatandaş mağdur” diye. Amirin telefonda ettiği söz bende şalteri attırıyor artık; “Olmaz öyle şey! Çıkışa izin vermeyin. Ben nerden bileceğim o teknenin çalıntı olmadığını?”

   Telefona sarılıp başlıyorum saydırmaya; “Yuh artık! Bu kadarı da fazla!  Hiç mi akıl edemiyorsun yahu? Hiç mi kafan basmıyor? Bu teknenin ruhsatı benim adıma. Bu ruhsatı bana bu devlet vermiş! Çalıntı olsa bana bu ruhsatı verirler mi? Ayrıca sen nasıl böyle fütursuzca itham edersin beni?...” 

        O ana kadar, yılanı deliğinden çıkartmak adına kendine hakim olan bende kayış kopuyor. Başlıyorum bağırıp çağırmaya… Sare de diğer yandan çemkiriyor; “Avukatım ben. Bu işin peşini asla bırakmayacağım! İnadına uğraşacağım bu dava ile! “

        Hangisinin etkisi ne kadar oldu bilemiyorum ama 17:15’te memur yanımıza geliyor. Mülayim bir tavırla “Tamam” diyor, “İmzalayacağım…Gümrük işiniz tamam. Şimdi hemen sizin adınıza Liman başkanlığını da arayalım. Sıra onlarda…”   Arıyor ordaki memuru ama adam çıkmış! “Keşke 15 dk önce arasaydınız…Artık yarın sabaha…” diyor.  İçimden diyorum ki; “Asla olamayacak gümrük işi nasıl oldu da oldu bir anda. Ve neden mesai saatinden hemen sonra oldu da bir 15 dk daha önce olamadı?”  Tabi içimden… 

        Mecburen gece Çanakkale Belediye Marinada kalıyoruz. Gecesi 85 lira.         

        Olan bizim, zaten kısıtlı olan izin zamanımızdan giden bir koca günümüze ve tatil modunda, pamuk helva kıvamında iken gerim gerim gerilip laçka olan sinirlerimize oluyor. Cuma 11:40’ta bağlandığımız Çanakkale’den cumartesi 14:35’te avara olabiliyoruz ancak. Çıkmadan hemen önce Liman Başkanlığından imza alırken “İstanbul’dan gelmişsiniz. Ordan niye almadınız çıkışınızı?” diye soruyor memur. “Burayı tercih ettik…” falan diyorum.  “E tabii…” diyor, “…ordan alsaydınız üç gün uğraşırdınız.”  Dişlerimi sıkıp içimden ya sabır çekiyorum!  “Peki…” diyorum, “…İstanbul’dan çıkış alsaydık Yunan’a gidene kadar, misal Marmara adasında, burda mola verebiliyor muyduk?”   “Olmaaaazz!” diyor. “Yurtdışı çıkış yaptıktan sonra Türkiye’nin hiçbir yerinde karaya çıkamazsınız.”  “O zaman nasıl alacaktık ki çıkışı İstanbul’dan? Yelkenli tekne bu. Hızı 5 mil. İstanbul’dan burası 3 günlük yol…”  diyorum.  Hiç cevap vermiyor, veremiyor.

        Avara olmuş yol alırken bir yandan şükrediyoruz sonunda çıkabildik diye. Artık “resmen” yurt dışına çıkmış bulunuyoruz. Ama saat üçe geliyor. Bu saatten sonra Limnos’a varmak imkansız. Geceyi geçirmek için uygun bir koy bulup demirliyoruz.

        Yok canııım, bu koy Türkiye’de değil tabii ki!           
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Can Özsel - 10 Aralık 2017, 13:36:26
Sabirli adammissin ahmet...
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Öcal Turan - 10 Aralık 2017, 16:44:21
Maalesef kara sınır kapılarında da bu kadar önemli bir yere ilk tayin olarak gelmiş üç günlük tecrübesiz memurlara şahit oluyoruz.
Liyakat ve bilgi hak getire bu memlekette artık. :(
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Hulusi Gülen - 10 Aralık 2017, 19:05:03
Senden bir hafta sonrada beni uğraştırdı o arkadaşlar. Çıkış için iki gün, giriş için iki gün; değer mi? Marmara adalarını tercih etsek, dört gün daha fazla denize girerdik. Üstelik stressiz.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 13 Aralık 2017, 11:59:46
30 Temmuz 2017, Pazar

      Artık ciddi ciddi gidiyoruz Yunan’a. Etap uzun; 56 deniz mili. Erkenden çıkmak lazım. Biricik mürettebatım uykudayken, 05:30’da topluyorum demiri sakin bir gece geçirdiğimiz koydan. (39.821363°, 26.075983°)  İstikamet, Yunanistan’a resmi giriş yapabileceğimiz en yakın liman olan Lemnos adası, Myrina limanı.

   Bozcaada’nın en güney ucunu sancaktan bordaladığımda, Mermer burnu’nun hemen arkasında, kıyıya çok yakın bir direk dikkatimi çekiyor. Dürbünü alıp bakıyorum; bir yelkenli bu. Batmış! Sadece direği ile cenova sarılı baş ıstıralyası su üstünde. Görünüşe göre çok olmamış batalı. Yazık olmuş! İçim acıyor…

   Bozcaada’nın saçak altından çıkınca biraz esmeye başlıyor. Değer mi acaba falan derken basıyorum yelkenleri. Ama çok ta baymamak lazım kayığı, biricik mürettebatımı uyandırmamalı.

   Birkaç saat daha geçip hatun uyanınca tam arma basıyorum yelkenleri bu defa. Hazır, hava da biraz daha koymuş üstüne. Makineyi de stop edip varıyoruz yelken seyrinin keyfine. İyi de bir rüzgar yakalamışız, sancak kontra geniş apazdan, mis gibi. Yelkenin tadı da bir başka oluyor canııım!

   Myrina’ya kadar bir daha motor çalıştırmadık. Varmaya yakın yunuslar karşıladı bizi, epeyce kalabalık bir karşılama komitesi ile, uzun uzun eşlik ettiler bize. Ne güzel yaratıklar şu yunuslar. Sadece görmek bile öyle mutlu ediyor ki insanı!

   Limana varınca yer bakıyoruz bağlanmak için, son bir-iki yer kalmış. Hemen kıçtan kara bağlanıyoruz. (39.874249°, 25.057987°) Saat 16:20 olmuş. Günlerden de pazar. Hemen karşımızda, tepesinde Yunan bayrağı ile “Port Authority” binası duruyor. Acaba hemen mi gitsek yoksa yarın sabah erkenden mi? Vizelerimiz de sadece 20’şer günlük. Şimdi gidersek bu gün de düşecek 20 günlük süreden.

   Kararsız da olsak giriyoruz kapıdan içeri. Üst kattaki kapalı kapı üstündeki notta “Eğer 15:30’dan sonra gelmişseniz zili çalın” yazıyor. Çalıyoruz biz de. Sadece nöbetçi kalmış iki genç memur var içerde. Neticede pazar akşamı, daha kaç kişi olacaktı ki? “Buyrun” diyor biri.

-   Biz giriş işlemleri için gelmiştik.
-   Nerden geliyorsunuz?
-   Türkiye’den.
-   Evraklarınızı alabilir miyim?
-   Buyrun.              

       Çekmeceden bir transit log çıkartıyor memur. Ne güzel diye iç çekiyorum o anda, Çanakkale’de asla bulunmayan evrak burada memurun çekmecesinde hazır, üstelik ücretsiz! Memur hemen başlıyor evrakları doldurmaya, yazmaya çizmeye. Biraz çekinerek de olsa soruyorum;
 
-   Şimdi siz bu evrakları dolduruyorsunuz ya!
-   Evet…
-   İşlemleri tamamlayınca bizim girişimiz bugün tarihli mi olacak?
-   Evet!
-   Ama bizim vizelerimiz çok kısa, sadece 20’şer günlük. Çok ta yer görmek istiyorduk. Bügün Pazar, saat de akşam olmuş artık. Acaba giriş tarihimizi yarın sabahtan itibaren başlatsanız olmaz mı?
-   Ama bugün gelmişsiniz, burası Yunanistan.
-   Evet geldik de, birkaç saat için bir koca günümüz yanmasa ne iyi olurdu.

        İki memur bir süre aralarında Yunaca konuşuyorlar. Sonra yazıp çizme işini yapan memur evraklarımızı bize uzatıyor; “Alın bunları gidin. Soran olursa saat gece yarısından sonra geldiniz bu limana. Beni de asla görmediniz.” diyor.  Sonra arkadaşını gösterip gülerek ekliyor “… onu gördünüz, beni değil!.”

   Sabah erkenden gelmek üzere gülerek ayrılıyoruz Port Authority’den. 
Önce üstümüzü değiştiriyoruz, sonra da ilk kez kayığımızla gelip ayak bastığımız bu yabancı memleketi keşfetmek için atıyoruz kendimizi Myrina sokaklarına.   
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 16 Aralık 2017, 09:40:15
31 Temmuz 2017, Pazartesi

   Sabah erkenden Port Authority’nin kapısına dayandık. Bu sefer içerisi memur kaynıyor. Üniformaları ayırt etmek zor. Polis memuru da var içlerinde başka başka memurlar da.

   Bir memura derdimizi anlatıyoruz. “Yeni” geldik, giriş yapmak istiyoruz, deyince evraklarımız alıp hemen başlıyor çekmecesinden çıkarttığı Transit Log’u doldurmaya. Bize birkaç soru da soruyor doldururken, sonra “Tamam” diyor, “Kaydınızı aldım. Şimdi gidebilirsiniz. 2,5 saat sonra gelin.” Burdaki işimiz şimdilik bu kadarmış.
   
   Biz de, iletişim problemini halletmek için çarşıya gidelim madem diyoruz, birer Yunan sim kartı almak lazım. Adalarda Cosmote daha iyi çeker demişlerdi. Biz de çarşı meydanındaki Cosmote Shop’a giriyoruz hemen. Karşımıza çıkan ilk kıza anlatıyoruz derdimizi, ihtiyacımızı. Şükür, İngilizce burada da geçer akçe.

   Virginia bir yandan işlemlerimizi hallederken bir yandan da üniversiteyi Samos’ta okuduğundan, Kuşadası’ndan bahsediyor. “Bildiğin Türkçe kelime var mı hiç?” diye soruyorum, “imambayildi” diyor kocaman bir gülümsemeyle, bir de “sevda”…   

   Aldığımız her bir sim kart için,  kart bedeli 5 euro, 3 ay boyunca kullanılabilen 10 GB internet ve şebeke içi bilmem ne kadar dakika konuşma, bilmem ne kadar sms için de 10 euro, toplam 15’er euro ödüyoruz. Artık hava raporlarını almak, seyir bölgelerini incelemek, Türkiye’yi görüntülü aramak, eş-dostla mesajlaşmak, internette surf yapmak ve daha fazlası için harcamakla bitiremeyeceğimiz kadar internetimiz var. Yaşasın!

   Öğlen olmadan yine gidiyoruz giriş işlemlerimizin durumunu sormaya. Pasaportlarımız polis merkezine gidip dönmüş. İmzalar, mühürler tamam. Sıra Gümrükteymiş, hemen yandaki kapıda.  Giriyoruz. Transit Log doldurma burada da devam. Evrak kaydımızı alıyorlar bir de. 15 dakika da burada sürüyor işimiz. 4,5 Euro bir para ödüyoruz. Sonra tüm işlemler tamam. Artık resmen Yunan’dayız!
 
   Derin derin iç çekiyorum! Neden bizde de bu kadar kolay olmaz işlemler, neden?  Her şeyi, birileri, önce mümkün olduğunca zorlaştırır da sonra çözmek için avanta bekler! Neden bizim memurlarımız da, buradakiler gibi güleryüzlü değildir hiçbir resmi dairede. Güleryüzden vazgeçtim, neden sadece vermekle vazifeli oldukları hizmeti vermezler kıvrandırmadan!  Neden, her resmi işimizde illa ki anamız ağlamalıdır ki bizim!

   Öğleden sonra sokaklarını, insanlarını keşfe çıkıyoruz Myrina’nın. Sabahki kalabalık bir anda yok olmuş ortadan. Siesta vakti! Sokaklar, binalar çok şirin. Denizi zaten Ege! Ama yeşil bakımından, ağaç bakımından garip kalmış biraz burası. Kıraç bir ada.
 
   Akşama doğru, beklenen hava esmeye başlıyor poyrazdan; 20 - 25… İçimizde kalmasın diye, havlularımızı kaptığımız gibi hemen merkezdeki plaja gidiyoruz yürüyerek. Yüzmek çok iyi geliyor. Bir de şu rüzgar olmasaydı. Resmen üşütüyor.

  Kayığa dönerken rüzgar da şiddetini arttırıyor iyiden iyiye. Uçuşan kum tanecikleri göz açtırmıyor insana. Havuzlukta oturmak ne mümkün! Mecburen içerde oturuyoruz biz de; kitap, kahve, muhabbet…
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ersin Böke - 16 Aralık 2017, 10:35:43
Ahmet , Bu Myrina çok güzeldir.. Bri hafta çakılıp kalmışlığım var bu adada.. Bu seneki seyir planımda da ilk durak olacak..
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Eyüp Oğan - 16 Aralık 2017, 11:25:24
   Derin derin iç çekiyorum! Neden bizde de bu kadar kolay olmaz işlemler, neden?  Her şeyi, birileri, önce mümkün olduğunca zorlaştırır da sonra çözmek için avanta bekler! Neden bizim memurlarımız da, buradakiler gibi güleryüzlü değildir hiçbir resmi dairede. Güleryüzden vazgeçtim, neden sadece vermekle vazifeli oldukları hizmeti vermezler kıvrandırmadan!  Neden, her resmi işimizde illa ki anamız ağlamalıdır ki bizim!

Ahmet reis, keyifle ve ilgiyle okuyorum. Süper, eline sağlık..

Çanakkale'de yaşadığın olumsuzlukları üzülerek ve kızgınlıkla okudum.
Ama bu konuda genelleme yapmak pek doğru değil, ben de yıllardır Ege de gezer dururum, defalarca giriş çıkış yaptım.
Türkiye'de yaşadığım kadar olumsuzluklarla Yunan'da da karşılaştım.
Yunan da karşılaştığım güleryüz kadar Türkiye'de de karşılaştım.

Sevgiler..
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 16 Aralık 2017, 16:19:28
Çok keyifli gidiyor her şey Ahmet Reis, elinize sağlık.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 16 Aralık 2017, 18:02:27
Çok teşekkürler herkese. Sağolun...

Çok haklısın Eyüp abi. İyisi de vardır, kötüsü de. Ben sadece yaşadıklarımı, hissettiklerimi anlatmaya çalışıyorum dilim döndüğünce. "Genellemenin her türlüsü yanlıştır." desem yine bir genelleme olacak, demiyorum ben de  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Zafer Türkmen - 16 Aralık 2017, 19:18:05
Ahmet Çanakkale den Çıkış-Giriş işlerini yakında çözeceğiz, DADD olarak girişimlerimiz var.

Bir şey soracağım Myrina için neden Bozcaada altından döndün?
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 17 Aralık 2017, 08:03:20
Ertesi gün poyraz gösteriyordu, abi. Ben de, geniş apaz seyredeyim diye aşağıdan döndüm.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 18 Aralık 2017, 09:38:16
1 Ağustos 2017, Salı

      Allah’ım, bu ne rüzgâr! Ne Myrina’yı gezebildik ne de başka bir şey… Bari plaja gidip yüzsek mi biraz? Denizin içinde olursak rüzgârdan da korunmuş oluruz hem. Yüzerken iyi de çıkınca rüzgâr şaka maka üşütüyor insanı. Uçuşan kum taneleri, kumsalda aynı anda sokan yüzlerce sivrisinek gücünde.
   
      Limanda da ciddi esiyor hava. Koltuklar, açmazlar, Allah ne verdiyse bağladım. Yine de, sağanaklarda öyle bir esiyor ki gözüm sürekli halatlarda, kayıkta.
   
      Havuzlukta otururken geçen bir Fransız kadın selam veriyor. Dört-beş tekne yanda bağlılarmış onlar da. “Hoş geldiniz.” Diyor, “Nerden geliyorsunuz? Nasıl geçti seyir?”  On saatlik çok keyifli ve yorucu bir yelken seyriyle Türkiye Çanakkale’den geliyoruz, diyoruz. “Böyle böyle büyüteceksiniz etaplarınızı, menzilinizi” diyor, “Bugün 10 saat, yarın yirmi saat, sonra durmaksızın iki-üç günlük seyirlerle…” 
   
      Hemen yanımızda kocaman bir katamaran bağlı. Hollanda bayraklı. İçinde yaşlıca bir karı-koca, 75 civarında varlar. Pek dost canlısı değiller. Daha teknelerinden çıktıklarını görmedik. Uçuşan kum taneciklerinden korunmak için cibinlik misali bir tülle çepeçevre kapattıkları geniş havuzluklarında zaman geçiriyorlar hep.

      Adam genelde bulmaca çözüyor, kadın çorap örüyor. “Acaba kocasının başına mı” deyip eğleniyoruz biz de. Adam kısa boylu, zayıf biri. Bu koskoca katamaranı tek başına nasıl abrıyor ki? Demek karısı da iyi denizci. Yoksa zor gerçekten. Hallerine bakılırsa emekli olduktan sonra kendilerine iki dönüm bir katamaran alıp sıcak denizlerde geçirmeye başlamışlar zamanlarını. Zaten, böyle bir tekne olunca eve de ihtiyaç yok. Arada torunlar da geliyorsa mis! Her girdikleri limanda birkaç hafta kalıyor gibiler. Zaman da gani nasılsa. Kendi hallerinde yaşayıp gidiyorlar işte, kimseye bir zararları yok gibi. Ah, bir de teyzenin üstündeki, 20’liklere öykünürcesine giydiği cüretkârdan öte seksi bikini olmasa!  İnsanın gözlerini yakıyor biraz fazla bakınca…

      Havuzlukta otururken dikkatimi çekiyor. Teknelerin bağlandığı halatlar ne kadar da temiz! Birinin üstünde bile yosun olmaz mı? Beton iskeleyi inceliyorum bu defa, deniz seviyesini ve hemen aşağısını… Yok! Ne yosun, ne kekamoz! Bizim orda at halatı suya, bir hafta sonra yemyeşil yosun kaplanır. Burda ise sanki dün yapılmış, dün suya batırılmış bu beton iskele; tertemiz!

      Hem siestadan hem rüzgârdan, etraf gayet sakin bugün. Ne yapalım, biz de kendimizi kayığa hapsedip kitap sayfalarında kayboluyoruz. Olsun! Bu da ayrı bir keyif…           
   
      Akşam oluyor ama poyraz aynı poyraz.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 18 Aralık 2017, 09:55:50
Ahmedim yazdıkların şu kış günlerinde iyi geliyor insana. Devam lütfen.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 18 Aralık 2017, 12:36:59
Senin için, kış günlerinde benim yazdıklarımdan daha iyi gelecek bir şey biliyorum aslında ama...  :P
Hala beklemedeyim...
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 18 Aralık 2017, 13:00:38
Senin için, kış günlerinde benim yazdıklarımdan daha iyi gelecek bir şey biliyorum aslında ama...  :P
Hala beklemedeyim...

Sana kıyamıyorum, ama emin ol önümüzdeki günlerde hazırlığı yapar ararım seni, montajı yaparız artık. Tekrar çok teşekkürler.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 20 Aralık 2017, 09:59:53
2 Ağustos 2017, Çarşamba

    Bugün de Myrina’dayız. Havayı bekliyoruz. Acaba buradan sonra ne tarafa dümen tutsak, Molivos’a mı, Thasos’a mı, yoksa Halkidiki’ye mi?

    Bakıyorum, bakıyorum… Halkidiki’ye gidersek yolumuz biraz uzayacak. Yolun uzaması bir yana etaplar da biraz uzun olacak. Ayrıca, zaman da kısıtlı. Molivos’a doğru gidersek rüzgar kolayımıza olur. Çok güzel yelken keyfi yaparız. Ama Midilli’ye inip gezdikten sonra yukarı çıkmak çok ta pratik olmaz. En iyisi Thasos galiba.

    Hava öğleden sonra hafifleyecek gibi görünüyor. O zaman çıkıp şu Myrina’yı iyice bir gezelim artık, değil mi!
Yanı başımızda, üç gündür bize bakıp duran kaleden başlıyoruz gezmeye. Adamlar çok iyi korumuşlar kaleyi, tarihi. Kaleye çıkan patikayı imar edip taş döşemişler, çıkanlar zahmet çekmesin diye.

    Heybetli kale kapısı ardına dek açık. Giriş ücreti isteyen yok. İçerisi alabildiğine geniş. Şehre, limana en hakim tepeye yapılmış kale. Bu şehir, bu ada 1479 – 1912 arasında Osmanlı hakimiyetindeymiş. Sonra, diğer adalar gibi çıkmış elimizden.
Kalenin içinde küçük bir ceylan sürüsüne rastlıyoruz. Ceylanlar bizden ürküyor benim ceylan da onlardan. E tabii! Hayvanat bahçesi dışında ceylan mı görmüşüz şimdiye dek. Kalenin içindeki yapıları geziyoruz tek tek, sarnıç, cephanelik, hamam. Yüzyıllara meydan okumuş yapıları inceliyoruz hayranlıkla. Gerçekten sahip çıkılmış güzellikler…

    Kale turundan dönüşte, hafifleyen rüzgarın izniyle, kayığın havuzluğunda yorgunluk atıyoruz biraz. Teknemizin kıçında nazlı nazlı dalgalanan bayrağımızı gören bir amca “Merhaba” diyor! Kılığından, görmüş geçirmiş biri olduğu anlaşılıyor. “1956’da geldim ben bu adaya” diyor. Öncesinde Bozcaada’da yaşıyormuş ailesiyle. Aradan geçen onca yıla rağmen konuştuğu Türkçenin berraklığına şaşıyoruz. “Tabii konuşurum” diyor amca, “…ilkokulu Türkiye’de okudum ben.”

    Az sonra başka bir amca “Merhaba” diyor. Bayrağı gören geliyor diye gülüşüyoruz. Bu seferki amca unutmuş Türkçeyi. Ama Ekinlik diyor, Alaçatı diyor, Foça diyor… Yarı Yunanca, yarı İngilizce anlatıyor hikayesini. Sünger avcılığı yaparmış on kişinin çalıştığı bir teknede. İşi, dalıp süngerleri toplamakmış. Sonra, yine mübadele ile, terk etmek zorunda kalmış Türkiye’yi.  Ama, gözlerinde sımsıcak duygularla “I love Turkey” diyor hala. Olmayan Türkçesiyle, bir de türkü tutturuyor keyifle; “Çanakkale iiiçindeee vurdular beniiii…”

    Akşamüstü, tam hazırlanıp çıkacakken yine iskelede yürüyen birinden gür bir ses; “Selamünaleyküüüüm.”  “Aleyküm selaaam” derken dönüyorum o tarafa. Bu defaki yirmili yaşlarının ortalarında, genç bir arkadaş. Başlıyoruz ayaküstü muhabbete. O kadar iyi bir şiveyle konuşuyor ki “Ben Türk’üm desen inanırdım” diyorum.  “O kadar iyi mi gerçekten de Türkçem?” diyor.  O kadar iyi gerçekten de.

    İskeçe’de oturuyormuş. Eğitimi için Selanik’te bulunmuş. Şimdi de Limnos’ta kite-surf eğitmeni olarak çalışıyormuş. “Bir gün Türkiye’ye de gelmeyi planlıyorum ama bakalım…” diyor. Yanındaki, muhabbete Fransız kalan arkadaşını da düşünüp vedalaşıyor. Giderken de bombayı patlatıyor; “Ben Muzaffer bu arada. Çok memnun oldum”   O anda Sare’yle birbirimize bakıyoruz şaşkın şaşkın!  Nasıl yani?? Muzaffer mi?? Meğer İskeçeli Pomak azınlıktanmış. Gülerek uğurluyoruz Muzaffer’i…

    Akşam olunca Myrina’nın “piyasa caddesini” arşınlamaya başlıyoruz. Epeyce kalabalık, hareketli. Herkesin elinde frappe. Çok meşhurmuş. Biz de alalım birer tane diye bir pastaneye giriyoruz çarşı meydanında. Tezgahtara soruyoruz var mı diye, tabii diyor. İki tane rica ediyoruz, “Ama şekersiz olsun” diyoruz.  Kız, şekersiz de frappe mi olurmuş bakışı atınca açıklamak zorunda hissediyoruz; “...Biz çayı kahveyi hep şekersiz içeriz de.”  Kız ikna olmayınca “Peki madem. O zaman az şekerli olsun bari” diyoruz.  Hazırlamaya başlıyor az şekerli frappelerimizi, suratında “peki, siz istediniz” bakışıyla.

    Parasını verip alıyoruz; iki frappe 3 euro. Dönüp çıkacakken ilk yudumlarımızda anlıyoruz kızın tüm o bakışlarının sırrını! Bi’şeye benzemiyor ki bu!  Dönüp, “Haklıymışsınız…” diyoruz, “…biraz daha şekerli olabilirmiş aslında, ekleyebilir misiniz?”  Kız bu sefer de ben size demiştim gibisinden bir ifadeyle bakıyor.  “Olmaz öyle şeker eklemekle” diyip yeni baştan iki frappe hazırlamaya başlıyor. “Hiç gerek yok! Gerçekten…” desek de oralı olmuyor bu sefer. Yüzünü bile ekşitmeden hazırlıyor yenilerini. Bir yandan da nereli olduğumuzu soruyor. Türk’üz biz deyince gülümseyerek ekliyor; “We are brothers”  Ne kadar ısrar etsek de ikincilerin parasını almıyor.

    Teşekkür edip memnun çıkıyoruz pastaneden elimizde frappelerle.


( rotasanda.blogspot.com )
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Zafer Türkmen - 20 Aralık 2017, 14:24:18
Helal sana Ahmet  :)xx  Ne güzel yazıyorsun yaa. Keyifle okuyorum inan. En az üç kez gittim Myrina ya ama şu satırları okurken bir başka anımsadım oraları. Kutluyorum.

Zafer Türkmen
YY Petunia
www.sypetunia.com
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ersin Böke - 20 Aralık 2017, 14:30:01
Gerçekten çok keyifle okuyorum bende.. Offf yaz gelsin...
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Tan Kaan Özkan - 20 Aralık 2017, 14:34:22
Kalemine sağlık, gerçekten de keyifli.
Yazıldığını görüyorum, aceleye getirmiyor, okumayıp bekliyorum. En müsait anımda rahatça okuyorum.
Kısa ama güzel oluyor.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 20 Aralık 2017, 17:11:11
Çok teşekkürler, sağ olun, var olun...
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 20 Aralık 2017, 22:40:12
3 Ağustos 2017, Perşembe

     Kararımızı verdik; istikamet Thasos adası Limeneria limanı. Yolumuz 51 deniz mili, rotamız 335°.  Sabah çok erken, 06:10’da halatları çözüp dört gündür bağlı olduğumuz Myrina limanına veda ediyoruz. Güneş, biz mendireği dönüp, yıldıza drise etmiş 22 knot rüzgarı tam kafamızdan yemeye başladıktan sonra doğuyor.

     Myrina’dan ayrılırken de yunuslar uğurluyor bizi. Acaba karşılamaya gelen yunuslardan mı bunlar? Ne güzel şeyler… 
 
     Aslında yolumuz çok uzun değil. Ama üç gündür aralıksız esen poyrazın kaldırdığı dalga ve yol boyunca 20-25 knot kafadan esen rüzgar birleşince epeyce keyifsiz ve uzun bir seyir oluyor. Bir yemek bile yiyemeden, çubuk krakerle seyrediyoruz.

     Saatler geçiyor. Biricik mürettebatımın hiç keyfi yok, havuzlukta kayıtsızca dalgaları izliyor sadece. Öyle olunca okuduğum kitap da tat vermiyor bana. Kapağı Thasos’a atsak bir an önce…

     Neyse ki kuzeye çıktıkça dalgalar az da olsa küçülmeye başladı. Thasos’un saçak altına girsek daha da küçülecek gibi. Acaba yolu birazcık kısaltmak için adanın güney ucundaki koylardan birine mi girsem? Öyle yapayım en iyisi! 

     On bir buçuk uzun saatin sonunda demirimizi, Thasos’un güney ucundaki Astris koyuna funda ediyoruz. (40.582115°, 24.638504°)  Sare’nin de keyfi yerine geliyor demir atınca.
 
     Çok şükür geldik! Önce kendimizi turkuaz rengi sulara bırakıyoruz. Oh be, dünya varmış! Serinledikten sonra sıra yemeğe geliyor hemen. Nasıl da acıkmışız! Günün ilk öğününden sonra kendimize geliyoruz.

     Bu gece, yattığımız yeri beğeneceğimiz kesin.


     rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 23 Aralık 2017, 12:30:41
4 Ağustos 2017, Cuma

     Sabah çok erken kalkmıyoruz bu defa. Dünkü yorgunluğu atarken bebek gibi uyumuşuz. Uykudan kalkar kalkmaz ilk iş denize atlamak çok zevkli. Hele de deniz bu denli berrak olunca. Dipteki kum tanelerini say, o kadar!

     Dört başı mamur bir kahvaltıdan sonra da uzun uzun tadını çıkartıyoruz bu turkuaz denizin. Sonra bota atlayıp karaya çıkalım bir diyoruz. Sonuçta, keşfedilmeyi bekleyen yeni bir adanın, Thasos’un bir koyunda uyandık bu sabah.

     Botu suya atınca gözüm vardavelada asılı duran kıçtan takmaya takılıyor. Tekrar bi denesem mi? Yerinden indirip bota monte ediyorum önce. Sonra, bir umut asılıyorum kaytanına. Ama maalesef yine çalışmıyor! İyi ama seyre çıkmadan hemen önce götürüp bir “ustaya” emanet etmemiş miydim bakımını yapsın diye! Yine “saygılarımı” sunuyorum kendisine. Usta, “usta” çıkmayınca motor da hiçbir işimize yaramıyor. Ulen, zaten senede 3-4 hafta lazım bu motor bana. Onda da çalışmayacaksa dönünce çalışmış ne fayda!

     Asılıyorum küreklere, mecbur! Karada küçük bir keşif turu atıyoruz önce.  Astris beach küçük bir koy. Bir market, bir iki otel, küçük bir plaj…  Yeter!  Buraya kadar gelmişken Giola denilen turistik yeri de görmeli. Bakıyoruz 5 km uzaklıktaymış, bir saatlik yürüme mesafesi. Hem ayaklarımız da açılmış olur. Yürüyelim o halde.

     Hava da epey sıcakmış. Yol, kızgın güneşin altında yürüdükçe uzuyor mu, ne? Dolmuş, taksi falan da geçmiyor hiç! Otostop mu çeksek? Aaa! Şu geçen araba 23 plakaydı! Aaa, bak bu da 59! Bir, iki derken üçüncü araba duruyor. Yunan plaka bir araç. Adama “Giola’ya gidiyoruz” diyoruz, “Yes, yes, Giola” diyor. Belli ki İngilizcesi bu kadar bu amcanın. Biraz sonra bir kavşakta indiriyor bizi. Sadece “Giola” diyor eliyle bir yönü göstererek. Teşekkür edip adamın gösterdiği yöne doğru yürümeye başlıyoruz. Adam da buradan düz devam edecek herhalde derken,  gerisin geri dönüp gidiyor. Bizi bu kavşağa bırakmak için yolunu uzatmış zahir! Pes! Gıyabında bir kez daha teşekkür ediyoruz bu güzel insana.

     Kavşaktan aşağıya bir otostop daha çekiyoruz. İlk araba alıyor bizi, aşağıya kadar götürüyor sağ olsun.  Yol da ne yol!  Sanki ormanın içinden dün gece açılmış; tamamen toprak, çok dar ayrıca çok da engebeli. Karşılıklı gelen-giden sürücülerin birbirlerine yol vermedeki yarışları dikkatimizi çekiyor. İstanbul’da olsa, “kim kafayı daha önce sokacak” yarışı olur. 

     Otopark için ayrılmış alandan sonrasını yürümek gerekiyor. Ve sonunda işte Giola! Çok güzel bir yermiş gerçekten de. Thasos’a kadar gelip de burayı görmeden dönmemekle çok iyi etmişiz. Denizin hemen dibinde, koskocaman blok kayaların içinde genişçe bir oyuk halinde doğal bir havuz. Çok ilginç bir oluşum! Her yerden gelen turistler doldurmuş etrafı. Blok kayaların üstüne havlusunu sermiş güneşlenen de var, daha yüksekçe bir kayanın bir karış gölgesine sığınmaya çalışan da. Kimi Giola’nın içinde yüzmeyi yeğliyor, kimi bir adım ötedeki serin denize bırakıyor kendini.

     Giola’nın etrafını çevreleyen kayalar, atlamak isteyenler için çeşitli yükseklikler oluşturacak şekilde, basamak gibi git gide yükseliyor. Kendine güvenenler en yüksek yerden atlıyor çivileme. Kalabalık arasında 5-6 yaşlarında bir Rus kızı, alçaktan başlayarak atlamaya başlıyor suya. Sonra biraz daha yüksekten atlıyor, sonra biraz daha yüksekten, her seferinde cesaretiyle daha çok kişinin ilgisini, alkışını toplayarak. Sonunda en yüksek noktaya çıkıyor. Tüm gözler üzerinde! Bir saniyelik tereddütten sonra ordan da atlıyor. Alkış kıyamet çıkıyor sudan! Herkesi kendine hayran bırakıyor bacak kadar boyuyla. Sonra gidip bir daha, bir daha atlıyor! Helal olsun diyoruz biz de.   

     Akşam kayığa dönerken, ekmek almak için hemen kıyıdaki markete giriyoruz. Sadece iki tane ekmek kalmış. Bakkal amcaya ekmekler taze mi diye soruyoruz. Amca biraz asabi; “Taze! Taze! Bir euro!” diye bağırıyor. Raflara biz göz gezdiriyoruz neler var diye. “Lokoomi. Traditional Greek Delight” dikkatimizi çekiyor. “Olduuu” deyip gülüşüyoruz.

     Akşam, havuzlukta manzaranın tadını çıkartıp günü değerlendirirken gülüp eğleniyoruz. İyi ki de gitmişiz Giola’ya… 

     rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mustafa Ertör - 23 Aralık 2017, 18:47:35
Bu yaz  biz de Tasos'daydık Ahmet'cim.Otostop yaparken sizi arabaya almak ne güzel tesadüf olurdu.
Taş ocaklarının olduğu Vathi koyu'na gittiniz mi?
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 23 Aralık 2017, 23:15:51
Valla öyle denk gelseymiş ne güzel olurmuş, Mustafa abi  :)
Vathi'ye de gittik, bahsedeceğim...
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 03 Ocak 2018, 12:55:25
5 Ağustos 2017, Cumartesi

    Sabah mahmurluğumuzu kahve ile atıp demiri topluyoruz. Kahvaltımızı, az ilerdeki bir başka “beach”te yapmak için sadece 5 dakikalık bir seyir yapmamız gerek.

    Psili Ammos Beach’e (40.582455°, 24.631055°) demirlerken altımızdaki suyun harikulade renginde kayboluyoruz. Gerçekten de çok güzel!  Küçük ama çok güzel, çok popüler bir plaj burası. Denizin rengi turkuaz, dibi mis gibi incecik kum. Plaj da öyle. Bütün Balkanlar burada. Plaj keyfi için daha ziyade gençlerin tercihi olmuş burası. Bu plajın da keyfi çıkartılır yani…

    SUP yapanlar etrafımızda dört dönüyor. Plajdan bir SUP kiralayan soluğu bizim yanımızda alıyor. Ayakta durmaya çalışanlar, düşenler, kalkanlar… Biz de, kahvaltımızı bir an önce bitirip atıyoruz kendimizi o güzelim suya. Yüzmek, hele de böylesi güzel bir denizde yüzmek harika.
   
    Yüzerek karaya çıkıp plajda kalabalığa karışıyoruz. Eni konu bir “beach club” olması yanında kendi şemsiyesini dikmiş olanlar da var. Şezlong,  şemsiye 10 euro, meyve kokteyli 5.  Plajda çok eğleniyoruz gün boyu. Tatil modundayız…

    Bir kafe bir de restoran var kumsalın başında. Bir balık yiyelim şurada diyoruz akşam olunca. Menüye bakarken, emin olmak için garsona soruyoruz bu ne balığıdır diye. Garson nereli olduğumuzu soruyor. Türküz deyince hemen bir Türkçe menü getiriyor. Zekice! Çıkarken menülere bir göz atıyoruz. Yunanca, Rusça, Türkçe, İngilizce, Sırpça,  Almanca… Her dilden var.

    Yemeğin ardından beach volley sahasına doğru seğirtiyoruz. Oynayanlara sorup hemen dahil oluyoruz oyuna. İnsanlar sıcak kanlı, biz onlardan sıcak kanlı. Oyundan sonra ayaküstü muhabbet başlıyor. Biri Yunanlı, biri Sırp. Bir diğeri Kanada’dan geldim ben, deyince şaşırıyoruz. Taa dünyanın bir ucundan nasıl olmuş ta bulmuş bu küçücük adayı? Meğer o da Sırp asıllıymış. 20 yıl önce göç etmiş Kanada’ya. İstanbul’un güzelliklerinden bahsediyor bize. Yerebatan sarnıcından, Sultanahmet camisinden.

    Sonra kendi dilinde de olan Türkçe kelimelerden aklına gelenleri saymaya başlıyor; börek, çekiç, çarşaf, maymun, torba, çorap… Ne çok varmış, deyince “Tabii ki öyle olacak…” diyor, “…Bizim oraları 500 sene yönetti Osmanlı.”         

    Plaj saati bitince herkes oteline gitmek üzere vedalaşıyor. Sırp olan, plajın hemen arkasından geçen adanın biricik asfalt yolunun bir yönünü gösterip “Ben bu tarafa gidiyorum. Sizi de aynı tarafa mı?” diye soruyor. Hayır diyoruz. “O zaman diğer taraf” diyor. Denizi işaret edip “Biz bu tarafa…”  deyince sorgulayan gözlerle bakıyor bize.  Açıktaki Sanda’yı gösterip “İşte bizim yüzen evimiz.” deyince şaşırıyor;  “Aaa! İstanbul’dan buraya yelkenliyle mi geldiniz? Ne güzel…” 

   rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)     

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Aziz Eryavuz - 03 Ocak 2018, 13:38:55
Çok güzel Ahmet. Hikaye edişin de yaşananlardan çıkan sonuç ve duygular da.  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 03 Ocak 2018, 14:43:52
O senin güzel görüşün, abi.  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 03 Ocak 2018, 14:46:50
Keyifle okuyorum.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 03 Ocak 2018, 19:59:06
Ahmet'cim bence her seyrini yazmalısın, büyük keyifle okutuyorsun.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Zafer Türkmen - 03 Ocak 2018, 21:01:57
Ahmet'cim bence her seyrini yazmalısın, büyük keyifle okutuyorsun.

Kesinlikle.

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 03 Ocak 2018, 22:55:12
Çok teşekkürler...  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mücahit Karabaş - 06 Ocak 2018, 22:36:47
5 Ağustos 2017, Cumartesi

   

    Plaj saati bitince herkes oteline gitmek üzere vedalaşıyor. Sırp olan, plajın hemen arkasından geçen adanın biricik asfalt yolunun bir yönünü gösterip “Ben bu tarafa gidiyorum. Sizi de aynı tarafa mı?” diye soruyor. Hayır diyoruz. “O zaman diğer taraf” diyor. Denizi işaret edip “Biz bu tarafa…”  deyince sorgulayan gözlerle bakıyor bize.  Açıktaki Sanda’yı gösterip “İşte bizim yüzen evimiz.” deyince şaşırıyor;  “Aaa! İstanbul’dan buraya yelkenliyle mi geldiniz? Ne güzel…” 

   rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)   

Ahmet, çok güzel anlatıyorsun. Biraz daha uzun yazsan ne güzel olur. İnsan okumaya doyamıyor. Bu kış günlerinde gönlümüz ısındı.    :)xx
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 09 Ocak 2018, 10:28:30
7 Ağustos 2017, Pazartesi

    Psili Ammos’u çok beğendik. Dün, bütün gün demirli olduğumuz yerden kımıldamadan keyif yaptık. Tam anlamıyla plaj keyfi!  Kah havuzlukta, kah kumsalda… Şairin dediği gibi; Uzanmışım kumsala, güneş damlar içime… 

    Özellikle dün, herhalde günlerden pazar olduğundan, küçücük koy bir anda kabalıklaştı, 6-7 tekne oluverdi. Demiri funda eden kendini berrak sulara bırakıyor. Ama millet çok haklı; deniz billur gibi olunca… Akşam da herkes yine bir anda kayboluverdi. Koyda sadece Sanda kaldı.

    Bu sabah da aynı rehavetle, nazlana nazlana kalkıyoruz yataktan. Acelemiz yok. Bu güzel koyda biraz daha vakit geçirmek için ağırdan alıyoruz.  Mahmurluğumuzu atmak için yine ilk iş, masmavi denizin kollarına bırakıyoruz kendimizi. Öyle iyi geliyor ki… Sonra aheste bir brunch. Bunu havalı olsun diye söylemiyorum, öğlen olduğu için... Burası gerçekten de çok güzel bir koy.

    Biraz daha mı kalsak, biraz daha mı..? Derken neredeyse akşamı ediyoruz. Ama artık demir almak zamanı! İstikamet Limenaria. 

    Bir saatlik bir seyrin ardından 17:30’da Limenaria’dayız.  Liman inşa halinde. İçerisi bomboş. Mendirekler yeni yapılmış. İçerde iş makineleri duruyor ama işçiler yok. Limana, hemen bizim önümüzde giren yelkenlinin bağlanmasını bekleyip arkasına aborda oluyoruz. (40.625638°, 24.574800°) Bu çok kullanışlı bir yöntem; hiç bilmediğim bir limana girdiğimde bir sığlığa oturmamak, bir sıkıntı yaşamamak için diğer yelkenlilere bakıyorum nerelere bağlanmışlar diye. Biraz sonra bir başka yelkenli de bizim arkamıza aborda olunca üç kayık oluyoruz koskoca limanda. 

    İlk yelkenlinin kaptanı sahil yoluna cepheli bir dükkandan upuzun bir hortum çekiyor teknesine kadar. Başlıyor bütün tekneyi yıkamaya. Yıkıyor da yıkıyor… Epeyce bekledikten sonra gidip soruyorum, işi bitince hortumla biraz su alabilir miyim diye. Tatlı su tankımızda eksilen suyu tamamlamak lazım hazır su bulmuşken, değil mi!  “Tabi” diyor Kostas  “...On dakika daha işim var, sonra ne kadar isterseniz…” Bu arada laflıyoruz. Tekne onunmuş. Üç yaşında 38 feet bir Hanse. Kaptanlı olarak kiralıyormuş.  Hortumu çektiği butik otel de kendisininmiş. Bana kartını veriyor. Genç bir turizmci arkadaş.  “Çok müşterim oluyor benim İstanbul’dan” diyor. Hatta yarın sabah da İstanbul’dan gelen 3 müşteriyi gezdirecekmiş. Limanın durumunu soruyorum. “İnşaat devam ediyor ama ulusal tatil olduğundan ayın 15’ine kadar paydos. Dilediğiniz gibi bağlanabilirsiniz” diyor. Adanın çevresini tekneyle gezeceğiz, ne tarafa doğru gidelim, diye soruyorum. Adanın güney ve doğu sahillerini Limenas’a kadar gezin, bir sürü güzel koy göreceksiniz, deyip haritada gösteriyor koyları, beach’leri. Neticede tekneyle turist gezdiren adam kendisi…

    Suyumuzu tamamlayıp hortumu iade ediyoruz, teşekkür ederek. Madem inşaat paydos, Sanda’yı burada bırakıp araç kiralayabiliriz. Adayı köşe bucak gezeriz arabayla. Her köyünü, her mahallesini…

    Üstümüzü değiştirip başlıyoruz Limenaria sokaklarını arşınlamaya. Sokakları epey canlı. Genellikle Balkan’lardan gelmiş turistler ama başka başka milletlerden de var. Turistik eşya satan dükkanların hemen hepsinde zeytin ürünleri ile bal satılıyor.  Hatta sadece bal satan dükkanlar bile var. Ada baştan sona yemyeşil ve ağaçların yarısı zeytin yarısı da çam olunca en ünlü ürünleri de zeytin ile çeşit çeşit bal olmuş haliyle. Bir dükkana giriyoruz, her çeşit bal var; çiçek balı, portakal balı, çam balı, orman balı, kestane balı, kekik balı… Her birini dikkatle tadıyoruz. En çok kestane balı hoşumuza gidiyor. Alıyoruz epeyce.
 
    Ayrıca turistlere yönelik envai çeşit hediyelik eşya satan dükkanlar da var. Terlik, havlu, anahtarlık gibi ürünlerde sevimli eşekleri görünce buranın sembolü herhalde diyoruz. Tezgahtarlardan birine soruyoruz. Arabalar yokken, çok uzun yıllar, her türlü nakliyat ve ulaşımda kullanıldığı için bir nevi maskot haline gelmiş eşekler bu adada. Eşekli, Thasos temalı, plaj temalı bir dolu da magnet alıyoruz hediyelik.

    Dolaşırken acıktığımızı fark eder etmez ilgimiz restoranlara kayıyor. Balık mı yesek, köfte mi? Kapı önlerindeki menülerde tüm fiyatlar yazılı. İçeri girmeden biliyorsun ne ödeyeceğini. Aaa, şuradaki pizzacının önünde Türkçe menü var!  Bak bu tavernada da Türkçe menü koymuşlar, diğer birçok dilin yanında.

    Etrafta değişik milletlerden insanlar olunca daha bir “dünya vatandaşı” hissediyorum kendimi. Daha gamsız… Daha bir hümanist… 

    rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 17 Ocak 2018, 10:05:14
8 Ağustos 2017, Salı

    Allah’ım! Bu ne sıcak! Bunaldık resmen… Acilen plaj moduna geçip kendimizi mendireğin hemen ardındaki kumsala atıyoruz. Burası “beach club” gibi değil de daha çok kasaba merkezlerindeki halk plajları gibi. Sahil boyunca uzanan işletmeler, oteller hemen önlerindeki kumsala kendi şezlonglarını atmışlar ama hemen yanında havlusunu serenler de var. Deniz hafiften dalgalı. Epeyce yüzüyoruz yine de…

    Kendimizi denize atıp serinledikten sonra üstümüzü değiştirip kumanya ikmali yapmak için çarşıya gidiyoruz. Dört – beş gün alargada kalınca kumanya biraz azaldı tabi. Kumanya işi tamam. Sırada kiralık araç işi var. Merkezde bir iki dükkan görmüştük. Gidip o işi de halledelim diyoruz ama dükkanlarda kapı duvar. Siesta vakti olunca kapanmış hepsi. Sabahtan öğlene kadar çalışan dükkanlar 13:30’da kapanıyor. Sonra akşam 18:00 ila 22:00 arası serinlikte tekrar açık. Çok enteresan, değil mi?!

    Biraz daha gezip çevreyi keşfettikten sonra sıcaktan bunalıp kayığa dönüyoruz. Havuzlukta, gölgede kitap keyfi yaparken yapılı bir genç yaklaşıp Almanca bir şeyler söylüyor. Almanca bilmiyorum, İngilizce lütfen, deyince o kanala geçiyor hemen. Teknenin kiralık olup olmadığını soruyormuş meğer. Çok beğendiyse demek! Maalesef kiralık değil, diyorum. Ama ayağımıza kadar gelmiş müşteriyi geri çevirmek de olmaz, değil mi! Hemen içerden, dün hortumunu ödünç aldığım Kostas’ın kartını bulup veriyorum. İşte bu numarayı arayın, çok güzel bir kiralık tekne bu numarada…” diye reklamını yapıyorum Kostas’ın.

    Siesta sonrası bir daha gideceğiz araba kiralama şirketlerine. Ama önce akşam yemeği için güzel bir yer bulalım diye girilmedik sokak bırakmıyoruz Limenaria’da. Burası küçük sahil kasabası olmak için büyük, büyük merkez olmak için de biraz küçük bir yer. Esnafı, yerlisi sıcak kanlı, güler yüzlü, nazik insanlar. Turistleri de genelde Balkan ülkelerinden gelmiş kendi halinde, sakin tatilciler. 

    Araç kiralama işi de tamam; benzinli, manuel Picanto. Günlüğü 40 euro, saat 21:00’de teslim. Yok ben otomatik isterim derseniz 60 euro. Aslında, daha önce hiç  görmediğimiz, çok daha şirin bir araç beğeniyoruz; Toyota Aygo. Ama maalesef müsait olanı yok. Mecburen Picanto diyoruz biz de.

    Arabayı alınca yakındaki yerlerden başlayalım adayı gezmeye diyoruz. Haritaya bakıyoruz. Beş dakika sonra Potos’tayız. Burası epeyce canlı. Limenaria’dan daha mı fazla turist çekmiş, nedir?  Belki de tam “piyasa” saati olduğundan. Hemen karışıyoruz kalabalığa…

    Beach barların birinde küçük bir nargile dikkatimizi çekiyor. Hemen girip garsona soruyoruz, ne marka tütün kullandıklarını. Garson yüzümüze biraz boş bakıp “Tütün işte!” diyor. Biraz daha açıklayıcı olmak için tütün markalarını sayıyorum, bunlardan hangisini kullanıyorsunuz diye.  Yine aynı ifadeyle cevap veriyor; “Sadece tütün. Markasını bilmiyorum.”  Peki fiyatı ne kadar diye soruyoruz, “saati 10 euro” diyor!  Saati mi? Nasıl yani? “Evet, saati 10 euro”.  Şaşkın şaşkın birbirimize bakıyoruz önce, sonra soruyoruz garsona; “İyi de, bu nargile denen şey keyif işidir. Bir yaktın mı iki buçuk, üç saat içersin. Saat başı ücretlendirme mi olur? Bilardo salonu mu burası? Bir saat dolunca ne yapıyorsunuz, saat doldu deyip nargileyi masadan alıyor musunuz?” Garson biraz mahcup, gülümsüyor  “Biliyorum çok saçma! Patrona da söyledim aslında ama maalesef kendisinin kararı bu…”   Gülerek uzaklaşıyoruz…

    Potos gayet renkli, hareketli… İnsanlar giyinmiş, süslenmiş sokaklarda, sahilde fink atıyor. Sokakları daha bir tatil yeri havasında. Butik oteller, küçük şirin kafeler, gündüz beach club olduğu her halinden belli sahil barlarında disko havası… Birkaç saat önce yüzdüğü plajın kıyısındaki caddede şimdi giyinmiş, süslenmiş, üzerinde iyot kokusu ile gezmelere çıkmış tatilciler… Etraf cıvıl cıvıl…

    rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 23 Ocak 2018, 21:34:47
Ahmetçim, daha yeni okuyabildim.
Lütfen devam. Çok keyifli.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 23 Ocak 2018, 23:53:21
E tabi! Kıprıs'ı fatihi adamsın, ne işin var internette :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 25 Ocak 2018, 10:21:45
9 Ağustos 2017, Çarşamba

    Kahvaltıdan sonra çok oyalanmadan, Sanda’yı Limenaria limanında dinlenmeye bırakıp Picanto’muza atlıyoruz. Dip bucak gezilecek, her yeri keşfedilecek kocaman bir ada var önümüzde. Önce iç kesimlerden başlayalım deyip Kastro’ya doğru “direksiyon tutuyoruz”. 

    Kastro,  adanın iç kesimlerinde, yüksek tepelerde kurulmuş tarihi bir köy. Adayı çepeçevre dolanan asfalt yoldan ayrılan bir yola giriyoruz önce. Sonra içerilere doğru kıvrıla kıvrıla giden yol bizi Kastro’ya ulaştırana dek yemyeşil ormanların içinde kaybolup tertemiz havayı içimize çekiyoruz çekebildiğimiz kadar.

    Varınca şaşırıyoruz biraz; sadece 15-20 hane, bir de kilise var burada. Etrafta da kimsecikler yok. Evler çok eski, kesme taştan çatıları olan taş evler. Tarihi yapılara benziyorlar.  Acaba metruk bir köy mü burası? Ama bazı evlerin önünde bir iki araba var! Metruk olsa arabalar olmazdı!? Belki de yine siesta zamanı olduğundan kimsecikler yok etrafta! Taştan ev çok gördüm ama böyle taştan yapılmış çatıları, televizyon dahil, daha önce hiçbir yerde görmedim. Blok halinde bir başkalaşım kayayı almışlar,  bir- iki santim kalınlığında ince dilimlere ayırmışlar, o dilimleri de üst üste binen kiremitler gibi dizip çatı yapmışlar. Çok enteresan ve evladiyelik çatılar doğrusu!

    Kastro adanın zirvelerinden birinde kurulmuş. Dört bir tarafa göz alabildiğine açık ve yemyeşil manzara, ardında masmavi deniz ve ufuk çizgisinde Atos dağının silüeti ile buluşuyor.  Burada azıcık haneye rağmen nispeten kocaman bir kilise oluşu mantıklı geliyor düşününce. Acaba bu kiliseyi bu dağ başına bir nevi inziva yeri olsun, insanlardan uzak olsun diye mi yapmışlar? Kim bilir!…

    Kiliseyi bari gezelim, diyoruz. Kapısı kilitli! Kilisenin bahçesinde, az ileride bir küçük yapı daha var. Oranın kapısını deniyoruz. Kapı açılınca irkiliyoruz! İçerisi insan kemikleri ve iskelet parçalarıyla dolu!  Kemik yığınları, kafatasları… Bazıları, üzerlerinde büyütülmüş  vesikalık fotoğraflar olan sandıkların içine konmuş.

    Bu kadar “Kastro” yeter deyip biniyoruz arabamıza. Sonraki durağımız Maries. Burası da nispeten yükseklerde kurulmuş bir köy. Normal bir köye benziyor. Hele de Kastro’dan sonra!

    Şirin bir meydanı var mesela. Meydanda bir ulu çınar, altında köy kafeleri, taştan yapılmış bir köy çeşmesi, bir iki taverna, bir de “normal” kilise. Kilise yerine camiyi koysanız bizim herhangi bir köyümüz gibi yani. Hakkını vermeli; her yer çok bakımlı, temiz, düzenli. Kaldırım taşlarına varıncaya dek boyanmış, pırıl pırıl. Meydandaki ulu çınarın altında yaşlıca bir amca, koymuş iki kavanoz bal ile iki teneke zeytinyağını bir masanın üstüne, satıyor. Kendi imalatıymış! Ellerinde, gözlerinde emeğin izlerini görebiliyor insan.

    Maries’in sokakları çok dar ve yokuş. O kadar ki, bazı yerde kollarınızı açsanız iki taraftaki evlerin duvarlarına değer. Bazı sokaklarda bembeyaz merdivenler… Kilisesini de geziyoruz. Mavi-beyaz badanası, geniş bahçesinde çınarları ile hoş bir yapı.
Arabaya atlayıp haritamızı açıyoruz. Sırada Theologos var. Burdaki evlerin de çatıları hep taştan. Theologos adanın en eski yerleşim yeriymiş. Thasos, Osmanlı hakimiyetindeyken burası adanın başkentiymiş. Adı teoloji kökünden, ilahiyatçı anlamına geliyor. Gri taş çatılı güzel evleri, dar sokakları ile gezilmesi gereken bir yer. Adanın diğer yerleşim yerlerinde olduğu gibi burada da oğlak çevirme meşhur. Gezerken, fazla fotoğraf çekmekten bataryamın bitmeye yakın olduğunu fark ediyorum. Daha az fotoğraf çekip daha çok yaşamalı insan!

    Dağ köylerinden aşağı kıvrıla kıvrıla iniyoruz. Biz sıcaktan şikayet ederken yolda bir scooter, arkasında bikinisiyle püfür püfür bir kız! Hem de sahilden uzak bu dağ köyünde! Ne güzelmiş! Ama güvenlik önemli demiş, kaskını takmayı ihmal etmemiş!

    Sahil yolundan Panagia’ya doğru giderken Aliki Beach’te durup Dua-1 teknesine el sallıyoruz. Hulusi abiler de ailecek gelmişler Thasos’a. Biz karadan gezerken onlar da Aliki’ye demirlemişler. Son olarak onların fotoğrafını çekiyorum koyda demirli halde,  gönderemeden bitiyor pilim. Neyse ki Sare’nin pili var daha.     

    Panagia. Burası adanın şimdiye kadar gezdiğimiz en güzel köyü. Gezdikçe hoşumuza gidiyor. Sokaklarında kayboluyoruz uzun saatler. Dükkanları, restoranları bir başka güzel! Taze deniz mahsulleri yanında oğlak çevirme burada da revaçta. Dağlardan çıkan kaynak suyu sokak aralarında küçük şelaleler oluşturarak akıyor şırıl şırıl. Her köşe başında bir çeşme, mis gibi kaynak suyu. Mavi-beyaz badanalı, bakımlı ve küçük evleriyle çok fotojenik bir köy burası. Öyle olunca da turistler doldurmuş sokakları, kafeleri.

    Balkonunda asılı fuşya renkli su kabakları ile hoş bir görüntü oluşturmuş mavi-beyaz badanalı bir evin önünde fotoğraf çekilelim diyoruz. Yandaki evden bir amca çıkıp  yavaştan kadraja giriyor. Biraz bekleyelim, şimdi gider derken amca bana anlamadığım bir şeyler söylüyor. Acaba fotoğraf çekmemizden rahatsız mı oldu derken bir daha söylüyor amca… Benim yine anlamadığımı fark edince bu sefer daha yavaş ve tane tane fırçalıyor beni;  “Yoksam Türkçe bilmooorsun, nedir? Armut derim. Yer misin?”

    Türkçe konuştuğumuzu duyunca muhabbet etmek için çıkmış. Elinde birer tane armut, bize ikram ederken anlatıyor hikayesini. Zamanında dedesi göç etmiş Tekirdağ’dan buraya. İki gün içinde göçmek zorunda kalınca, varını yoğunu, bulduğuna satmış alelacele. Hepsini altına çevirip Tekirdağ’da bir yere gömmüş. Yerini işaretlediği haritayı da oğluna vermiş. Oğlu da kendi oğluna, yani bu amcaya vermiş. “Bir gün gelip alacağım altınlarımı” diyor amca. “Ama önce sular durulmalı Türkiye’de…”

    Son durak olarak adanın merkezi ve en büyük limanı olan Limenas’ı gözümüze kestiriyoruz. Zaten çok yakınız. Limenas biraz daha büyük, kent havasında bir yerleşim yeri. Herhalde merkez olduğundan, buradaki insanlar tatilciden çok yolcu gibiler. Adaya gelen turistlerin giriş noktası, liman kenti. Ama yakınlarda bir sürü plaj var yine de. Biri eski, biri yeni iki tane liman, feribot iskeleleri, otobüs durakları, seyahat acenteleri, pansiyonlar, sahilde tavernalar…

    Sokaklarını, caddelerini geziyoruz epeyce, keşfetmek için. Sonra nasılsa Sanda’yla da geleceğiz buraya deyip adayı batısından tam tur dönerek Limenaria’ya, kayığımıza dönüyoruz. Doğrusu bugün bayağı iyi gezdik. Rahmetli babaannemin dediği gibi; yorulmanın adını gezmek koymuşlar!

   
(Not: Fotoğraf ve videolar blogda)

rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mustafa Ertör - 25 Ocak 2018, 11:08:05
Ne güzel anlatıyorsun Ahmet 'cim.Tasos'u yeniden geziyorum sayende.
Limenaria'da limanda mı bağlandınız. para aldılar mı?
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ersin Böke - 25 Ocak 2018, 11:14:59
çok keyifli.. Şu taş kiremitler var ya.. Bunların benzerini İnebolu da görmüştüm. Mesleğim de olduğundan yapım tekniklerini de görecek şeklide fotoğraflamıştım. Özellikle rüzgarı çok olan yerlerde bu yöntem kullanılıyormuş. Ahmet öyle dediydi. Bu çatıların hiç fotoğrafı var mı sende ? Benim için ilginç olabilir. Bir taş ev projem var da..

Bir de şu insan kemikleri işini anlamadım. Nereye gittiniz yahu siz.. :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 25 Ocak 2018, 11:30:53
Ne güzel anlatıyorsun Ahmet 'cim.Tasos'u yeniden geziyorum sayende.
Limenaria'da limanda mı bağlandınız. para aldılar mı?

Sağolasın abi, teveccühün  ::)
Limana bağlandık, hatta aborda olduk. Kimse de para istemedi.
 
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 25 Ocak 2018, 11:33:48
çok keyifli.. Şu taş kiremitler var ya.. Bunların benzerini İnebolu da görmüştüm. Mesleğim de olduğundan yapım tekniklerini de görecek şeklide fotoğraflamıştım. Özellikle rüzgarı çok olan yerlerde bu yöntem kullanılıyormuş. Ahmet öyle dediydi. Bu çatıların hiç fotoğrafı var mı sende ? Benim için ilginç olabilir. Bir taş ev projem var da..

Bir de şu insan kemikleri işini anlamadım. Nereye gittiniz yahu siz.. :)

 :) Valla biz de anlamadık. Thasos diye Transilvanya'ya mı düştük, nedir dedim kendi kendime.
Fotoğraflar, videolar blogda... Çatıların başka fotoğraflarını istersen mailini ver, yollayayım.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ersin Böke - 26 Ocak 2018, 12:39:30
ersinboke@icrs.com.tr
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 27 Ocak 2018, 01:20:11
9

    Maries’in sokakları çok dar ve yokuş. O kadar ki, bazı yerde kollarınızı açsanız iki taraftaki evlerin duvarlarına değer.
Ne güzel tasvir etmişsin gözümde canlandı

 Daha az fotoğraf çekip daha çok yaşamalı insan!
Ne güzel bir cümle. eskiden makinam yoktu,şimdi de  bu sebepten ötürü en güzel anlarımın fotoğrafı olamıyor, yada bir şekilde olmuyor.

   
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 24 Şubat 2018, 20:44:40
 10 Ağustos 2017, Perşembe

    Dün amma da “gezmişiz”.  Sabah oldu ama yataktan kalkmak zor geliyor. Yine de  miskinlik hoş değil deyip kalkıyoruz. Liman içinde sabah sükûneti, altımızda küçücük balıklar…  Havuzlukta sabah kahvesini yudumlarken Hulusi abiden mesaj geliyor; Aliki’den çıkmışlar, hala Limeneria’daysak uğrayacaklarmış. Ne güzel haber! Dün biz onları görmeye gidemedik, bugün onlar geliyor.

    Bir müddet sonra Dua-1 teknesi liman ağzında görülüyor. Hemen koşup yer gösteriyorum, halatlarını alıyorum. Hulusi abi, eşi ve çocukları Sare’yle bizi teknelerinde misafir ediyorlar. Çok hoş bir muhabbet eşliğinde kendi bahçelerinden topladıkları erikleri ikram ediyorlar bize. Bu yabancı limanda dostlarla olmak ne güzel.

    Hulusi abiler adaya dün varıp Aliki’ye demirlemişler. Ama mürettebat Aliki koyundan çok memnun kalmamış, en çok da arılardan şikayetçilermiş. Rotaları yukarıya doğru, Kavala’ya. Ama sonra tekrar dönüp Thassos’u da gezmeyi planlıyorlarmış. Öyle olunca Thassos konusunda tüm taze bilgimizi paylaşıyoruz kendileriyle. Nerde ne var, nereler görülmeli, nerde yüzülmeli, nerde neler yenmeli…

    Dua-1’i yolcu edince Sanda’ya dönüp kahvaltı faslına geçiyoruz. Sonra da kayığı neta edip üç gündür bağlı olduğumuz Limenaria limanına veda ediyoruz. Ayrılmadan önce özellikle arayıp taramamıza rağmen bağlama ücreti isteyen kimseyi bulamıyoruz.

    Rotamız Aliki Beach. Mesafe 10 deniz mili. Adanın güney kıyı şeridini takip eden iki saatlik sakin bir makine seyrinin ardından saat dörde doğru Aliki Beach’e varıyoruz. Koyda bir iki tur atıp uygun yer baktıktan sonra demirimizi 10 metre suya funda ediyoruz. (40.604022°, 24.739299°)  Aslında demirlemek için daha sığ suları tercih ederiz ama burada mümkün değil. Adı üzerinde, “beach” olduğu için kıyı şeridi şamandıralarla çevrilmiş, daha sığ sular plajda yüzen insanlara ayrılmış.

    Su o kadar davetkâr, o kadar berrak ki insan denize atlamaya sabırsızlanıyor. Maskemi ve paletlerimi alıp hemen suya giriyorum. Önce demiri kontrol ediyorum, sonra da su altındaki güzelliklere dalıp gidiyorum. Su altı ne kadar harikulade, ne kadar apayrı bir dünya! Artık şu tüplü dalış işini bir an önce halletmek lazım.

    Havuzlukta kahvelerimizi yudumlarken Aliki Beach’i inceliyoruz. Burası Thassos’un en popüler plajı. Doğası gerçekten de çok güzel. Sırt sırta vermiş iki harika koy. Arkadaki koy, antik çağlarda doğal limanı ile Alyki Krallığı’nın merkeziymiş. Krallığın kalıntıları bugün hala mevcut. Öndeki koy ise plaj olarak kullanılıyor. Etraf çam ağaçlarıyla çevrili. Denizin rengi tek kelimeyle muhteşem. Kumsalı çok büyük ve geniş değil. Üstüne bir de popüler olunca haliyle biraz sıkışık. Hemen kıyıda birkaç kafe ve restoran kumsala şezlonglarını atmış, kiralıyor.

    Biz etrafı gözlemlerken, bu kalabalık plajda çıplak yüzecek kadar cüretkâr bir turistin de bizi gözlemlediğini fark ettik. Yanımıza kadar yüzünce de teknemizin dinlencesine buyur ettik. Gözleri parıl parıl parlayan bu Sırp veletle konuşmaya çalıştık ama İngilizcesi yokmuş. Çocuk olmak ne güzel!

    Akşam havuzlukta, üzerimizde milyonlarca yıldız, altımızdaki denizin huzur veren sesi, bambaşka bir keyfin içinde kayboluyoruz…

    Ertesi sabah yine aynı huzurun içinde uyanıyoruz. Bugünü Aliki’ye ayırdık. Kahvaltıdan sonra karaya çıkıp etrafı ve arka koydaki antik kenti gezelim istiyoruz. Ama acelemiz yok, tatildeyiz. Önce biraz yüzüyoruz altımızdaki cam gibi suda, sonra mükellef bir kahvaltı.

    O sırada koya giren bir yelkenli dikkatimizi çekiyor; Shiraz. Limenaria limanında da görmüştük bu tekneyi. 45 feet bir Hunter. Koyda bir tur atıp bizim biraz arkamıza demirliyorlar. Biraz sonra Shiraz’dan bir adam botla yanımıza gelip koyla, demir yeriyle ilgili sorular sorunca teknemize buyur ediyoruz. Kahve ikram edip demirle ilgili endişelerini giderdikten sonra birer paket Türk kahvesi ve Türk lokumu hediye edip uğurluyoruz. Memnun misafirimiz giderken bizi kendi teknelerine davet ediyor.

    Deniz ne kadar da berrak. Yeni aldığımız zıpkını bir denesem mi? Şnorkel, palet, ağırlık kemeri derken zıpkın elimde dalıyorum yine mavi güzelliğin içine. Uzun süre yüzmeme rağmen atış yapmaya değecek bir balık bulamıyorum. Olsun! Sadece su altını seyretmek bile çok keyifli zaten. O kadar ki burada saatlerce kalıp kendini kaybedebilir insan… Ah keşke bir-iki yıldızım, tüplü dalış malzemelerim olaydı. Tiryaki kaptana selam olsun!

    Sare’yle karaya çıkıyoruz, keşfetmek için. Sahilde birkaç küçük kafe, restoran, bir de market var. İnsanlar tatil keyfinde; kıyıda suyla oynayan çocuklar, kumsalda kitap okuyan insanlar, kafede sohbete dalmış gençler...  Hemen arkadaki koya da gidiyoruz antik kalıntılar ilgimizi çektiği için. Tahminimizden de büyük bir antik kentle karşılaşıyoruz. Epeyce de iyi korunmuş.

    Akşam yemeğinden sonra davete icabet gerek deyip gidiyoruz Shiraz’a. Çok güzel, çok geniş bir tekne. Amerikan Hunter’ın İngiltere’de yapılan ikizi Legend. Aynı Opel ile Wauxhall gibi yani. Adam İran asıllı İngiliz vatandaşı, karısı ise İngiliz. Çok konuşkan  insanlar ama adam daha sıcak kanlı, daha içten. Kadının üzerindeki bir miktar ve eğreti İngiliz asaleti, kocası kadar içten olmasına mani bir durum oluşturmuş gibi. İşlerini devredip emekli olunca bu tekneyi alıp yılın on ayını teknede geçirmeye başlamışlar. Sadece torunlarını özlediklerinde gidiyorlarmış Londra’ya. Akdeniz’i de baştan başa gezmişler ama Ege bir başkaymış! Ege’de, Türk sahilleri dahil, nerdeyse her koya, her limana girmişler ama doyamamışlar. İmrenerek dinliyoruz hikayelerini…

    Gece karanlığında yakamozları izleyerek Sanda’ya dönünce yine aynı şey oluyor. Sare şöyle bir etrafa bakınıp söylenmeye başlıyor; “Bizim tekne biraz küçük mü, ne?”  Büyük teknelere misafir olmanın yan etkileri geçene kadar katlanacağız artık…


(Not: Fotoğraflar blogda)

rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Hakan Tiryaki - 24 Şubat 2018, 21:01:23
Zıpkınını bırak, Nisan sonundan itibaren ne zaman istersen gel :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 24 Şubat 2018, 23:51:00
Valla İstanbul'da olaydı dersler, şimdiye kadar halletmiştim de illa da güneyde olsun diyenler sağolsun  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Zübeyde Karatalı - 08 Mart 2018, 11:31:42
Ahmet Kaptan, arayı açtın biraz :) Bekliyoruz :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 08 Mart 2018, 12:34:18
Evet Ahmet kışın iyi geliyordu, devam lütfen.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mehmet Atay - 08 Mart 2018, 13:34:40
Zaten biraz daha gecikirse notlar, tur binecek; yenisi başlayacak
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 08 Mart 2018, 16:00:12
Valla haklısınız. Bu son bir iki yazıda arayı istemeyerek açtım. Kusura bakmayın  ::)
Telafi edeceğim inşallah  ::)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ersin Böke - 08 Mart 2018, 23:53:56
Ben de yazdın diye hevesle açtıydım..
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mustafa Ertör - 09 Mart 2018, 10:49:21
Ben de yazdın diye hevesle açtıydım..
Ben de.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 09 Mart 2018, 10:54:09
Ben de yazdın diye hevesle açtıydım..
Ben de.

Abi yalnız değilsiniz . Ahmet'in son iletisinden sonra 100 kişi girip baktı yeni bölüm geldi diye.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 13 Mart 2018, 15:21:44
12 Ağustos 2017, Cumartesi

    Bu sabah gayet dinç, gayet dinlenmiş uyanıyoruz. Seyir değil de tatil modunda olunca ikinci kaptan da gayet memnun. Amacımız da gezmek değil mi zaten!...

    Sabah kahvesinin ardından haritaya bir göz atıyoruz. Thassos gerçekten çok güzel bir coğrafya. Kıyılarında irili ufaklı bir sürü koy ve elliden fazla plajı olan yemyeşil bir ada. Aliki Beach de çok güzel ama görülecek bir sürü yer var neticede. Ne yapsak? Kahvaltı için başka bir koya mı geçsek?

    Bir saatlik bir makine seyrinin ardından saat 09:05’te demirimizi Thassos’un bir başka güzel plajına, Paradise Beach’e funda ediyoruz (40.644954°, 24.769071°).  Burada da denizin rengi muhteşem bir turkuaz. Sahilden başlayıp yükselen yamaçlar, tâ tepeye kadar göz alabildiğine yemyeşil, çam. Altındaki deniz bu kadar berrak, bu kadar turkuaz olunca kendini suya atmak için kahvaltıyı bekleyemiyor insan.  “Heey! Ne duruyorsun be, at kendini denize.”  deyip atıyoruz biz de kendimizi…

    Uzun uzun tadını çıkartıyoruz bu kristal suların. Plajda da insanlar keyif yapıyor. Ama Aliki kadar kalabalık değil. Belki de koy o kadar küçük olmadığı için bize öyle gelmiştir. Kumsal da epeyce geniş burada. Sıra sıra şezlonglarda tatilciler… Bir iki tane bina görünüyor sadece. Köy gibi bir yer değil burası, sadece beach!

    Yüzmek acıktırıyor. Bu kadar deniz keyfi yeter deyip kayığa çıkıyoruz. Mükellef bir kahvaltı sofrası kurup oturunca şaire hak veriyoruz; “Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı!”         

    Kahvaltıdan sonra havuzlukta Türk kahvesi eşliğinde kitap okumaya dalıyoruz. Bir ara kafamı kaldırıp içinde bulunduğum ortama bakıyorum; mis gibi bir havada, mis gibi bir koyda, mis gibi kayığımızın gölgeliğinde, yanımda mis gibi hatunum, altımızda mis gibi bir deniz… “Bazen durup gülleri koklamalı” dedikleri anlardan birindeyim işte! Her şey ne kadar da güzel!  Kıymetini bilmeli… 

    Bir süre sonra gözümüz yine denize kayıyor. Düşünmeden atlıyoruz biz de… Bu sefer daha uzun kalıyoruz suda. Keyfini çıkartıyoruz iyice. Dalıp dalıp çıkıyoruz, uzun uzun yüzüyoruz… Dalmakla başı çok hoş olmayan Sare’ye uygulamalı olarak anlatıyorum şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın diye. Önünde, dalıp çıkaracak bir hedef olsun diye az önce kahve içtiğimiz fincanları atıyorum suya. Berrak suda, döne döne dibe, 4 metre aşağı inişlerini izliyoruz. Birkaç deneme sonra fincanlara ulaşamayan Sare, “Olmuyor işte, batamıyorum ben!” diye pes edince aklıma ağırlık kemeri kullanmak geliyor. Güzelce beline takıyorum kemeri kurşun ağırlıklarla. Bu sefer de panik oluyor benimki, “Ya batar da çıkamazsam” diye. Yanındayım işte, telaş edecek bir şey yok diye dil döküyorum bir sürü ama nafile. Öyle olunca da fincanları çıkartmak yine benim ellerimden öpüyor, mecbur.     

    Burası yüzmek için iyi hoş ama gece kalmak için çok keyifli olmayabilir. Poyraza, gün doğusuna alabildiğine açık.  Birkaç mil kuzeyde, nispeten daha elverişli görünen bir yeri gözümüze kestiriyoruz gecelemek için. Doğuya bakan, büyük ve yayvan bir “C” gibi, bir parantez gibi uzanan genişçe bir kumsalın oluşturduğu bir koy düşünün. Bu parantezin alt köşesinde Chrisi Akti, üst köşesinde de Chrisi Ammoudia diye, aralarında 1,3 deniz mili mesafe olan iki kasaba… Eğer birinde rahat edemezsek diğerine geçeriz.

    Demiri toplayıp makineye yol veriyoruz. Yolumuz 5 deniz mili. Şimdiye dek yüzlerce mil boyunca peşimizden rapala çekmiş olmamıza rağmen hiç balık yakalayamamış olsak da kısmetimiz belki buradadır deyip rapalamızı teknenin kıçından suya bırakıyoruz. Bir saat sonra, 16:45’te Chrisi Akti’ye, yine balık yakalayamadan varıyoruz.  Küçük bir balıkçı barınağı var, ama içerde hiç yelkenli yok! Biz de girmiyoruz. Mendireğin hemen önüne demirliyoruz. (40.709629°, 24.763389°) 

    Demirleme tamam olunca hazırlanıp botumuza atlıyoruz, kalabalığa karışmak, kasabayı keşfetmek için. Akşam oldu, olacak. Balıkçı barınağının hemen önündeki küçücük beton iskeleye yanaşıp botumuzu bağlıyoruz. Bir iki adam iskeleden oltalarını atmış şanslarını deniyorlar. Bir iki genç kız, herkesten uzak bir noktaya sürükledikleri şezlonglarında, güneşlenmelerinin son demlerinde kitaplarına dalmış gitmişler. İskelenin başında, iki katlı çok güzel bir taş binada bir resim sergisi geziyoruz. Sonra, barınağın yanından geçip, meydandan başlayarak sahil boyunca uzanan ve yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlayan “piyasa” caddesine dahil oluyoruz. Burası da Thassos’un diğer sahil kasabaları gibi; deniz kenarında tavernalar, lokantalar, kafeler, sağlı sollu hediyelik eşya dükkanları, marketler, bal-zeytin mağazaları…   

    Güzel bir restoranda balık yiyip kendimize geldikten sonra devam ediyoruz piyasa caddesini arşınlamaya. İnsanlar burada da güler yüzlü, sıcak, gailesiz. Kalabalığa karışmak, yürüyüş yapmak o kadar iyi geliyor ki, yürüye yürüye Chrisi Ammoudia’ya vardığımızı fark ediyoruz akşam geceye dönerken…       
     


(Not: Fotoğraflar blogda)

rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)

https://www.youtube.com/watch?v=PZ_l-IjxWZQ&t=11s (https://www.youtube.com/watch?v=PZ_l-IjxWZQ&t=11s)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Erman Yerman - 13 Mart 2018, 15:54:30
Tuzlu suyla güneşte kavrulmuş yanık ten, rüzgar ve deniz. Yeşil ve mavi. İçten gelen bir huzur ve mutluluk. Dilde gün batımı içilen Lal'den kalma bir hoşluk. Sanda beni de aldı götürdü bu güzelliklere.. Vallahi yarım saat kaçamak da ne de güzel oldu... (ofis telefonu çalar ve rüya biter..)
Teşekkürler Ahmet Reisim...
Viya böyle...

SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Özhan Sezgin - 13 Mart 2018, 16:42:57
Ahmet Reisim ,  bu kadar istek üzerine anlatım lezzetinin dibine vurmuşsunuz, elinize sağlık  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 13 Mart 2018, 22:10:27
Teşvik primi gibi yorumlarınız için teşekkürler  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Zübeyde Karatalı - 14 Mart 2018, 12:26:32
Denizin o turkuaz rengini görmek için Google Earth açan tek ben değilim dimi  :) Sanda'ya bizi de misafir ettiğin için teşekkürler Ahmet Kaptan.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Aziz Eryavuz - 21 Mart 2018, 14:47:55
Yaz Ahmet yaz kardeşim. Denize çıkmış gibi oluyorum. Bir de bu yılın hayalini daha bir keyifli kuruyorum.  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 24 Mart 2018, 22:40:48
 13 Ağustos 2017, Pazar

    Hava çok esmese de, rüzgara açık bir koyda geceleyince solugan rahatsız ediyor. Özellikle de ikinci kaptanı… Hal böyle olunca, biz de “Tebdili mekanda ferahlık vardır” deyip topluyoruz demirimizi Chrisi Akti’den, kahvaltı bile etmeden. İstikamet gündoğusuna kapalı Vathi Beach, mesafe 4,5 deniz mili.

    Bir saatlik makine seyri ardından çıpamızı Vathi Beach’in zümrüt yeşili sularına bıraktığımızda saat 11:50 olmuş bile.  ( 40.745045°, 24.767172° )  Demiri kontrol etmek için dalıyorum; tutmuş ama gece rahat uyunacak kadar değil. Koy küçük olduğundan demir tazelemek de manasız. Hava şimdilik sakin nasılsa…

    Zamanı geldi deyip kahvaltı soframızı kuruyoruz havuzluğa. Açık havada da ne yeniyor! Arılarla paylaşıyoruz kahvaltı keyfimizi, mecbur! Ne de olsa biz yolcuyuz bu adada, onlar hancı.

    Kahvaltıdan sonra altımızdaki zümrüt suların tadını çıkartmaya başlıyoruz uzun uzun. Yüzmek ne iyi geliyor! Keşif turu atmak için karaya çıkıyoruz yüzerek. Adına Vathi Beach demişler ama aslında ne bir plaj, ne bir işletme, ne bir tesis var burada. Yemyeşil çam ağaçları ile çevrili küçük bir kumsal sadece. Kumsalın ardında da, eskiden küçük bir otel veya bir pansiyon olan terk edilmiş iki katlı bir bina. Koyda bizden başka 3-5 tekne daha demirde. Zaten başka da almaz. Kumsalda havlusunu sermiş 3-5 kişi. Tam kafa dinlenecek yer; doğanın koynunda sükunet…

    Bir iki tur teknesi geliyor yüzme molası için, bir iki de kiralık yelkenli. Bilmeyenin gelmediği bir yer gibi burası. Zaten karayolu da yok buraya kadar gelen. Son birkaç yüz metreyi yürümeyi göze alırsanız, toprak bir yol var sadece belli bir yere kadar inen. Belki de ondan bu kadar doğal kalmış, kim bilir? Tekneye dönerken, bu sefer de yüzerek keşfe çıkıyoruz tüm koyu. Zümrüt yeşili suların keyfini sürüyoruz…

    Yüzmekten yorulunca havuzlukta kitap-kahve keyfine başlıyoruz bu defa. Ne tuhaf! Koca kış okuduğu kitaptan çok daha fazlasını okuyor insan şu kısacık seyir boyunca. Gerçekten hayat gailesi mi acaba bunun sebebi, yoksa zamanım yok diye kendimizi mi kandırıyoruz?   

    Birkaç saat sonra, bu sefer botla çıkıyoruz karaya. Sahilden başlıyoruz yürümeye, keşfetmeye. İyot kokusu çam kokusuna dönerken ormanın derinliklerinde kayboluyoruz. Etraf mis gibi çam. Ağaçların arasından koyun manzarası kartpostal gibi, harika! Birkaç fotoğraf çekmek şart oldu. Ne güzel bir coğrafya burası...

    Akşama doğru herkes birer birer gidiyor, bir tek biz kalıyoruz. Şu hava durumuna bir daha bakmalı bu gece durumlar nasıl diye. Gece biraz sertleyecek gibi ama sabaha kadar gün doğusu gösteriyor. Herkes gittiğine göre çapariz verecek kimse de yok. Demiri tazeleyip gece burada kalsak olur gibi.

    Ama öyle olmuyor! 2-3 knot gündoğusu esen rüzgar havanın kararmasına 25 dakika kala bir anda yıldız-karayele drise edip 20-25 knotlara çıkınca Sanda’nın kıçını tehlikeli şekilde karaya yaklaştırıyor. Koy yıldıza alabildiğine açık! Demir tazelemekle uğraşacağımıza ani bir kararla demiri toplayıp 5 dakikada kendimizi koydan dışarı atıyoruz. Hemen kaçış rotalarımıza bir göz atıyorum; Thassos ana liman, Limenas, 4,5 mil. Hava kararıyor. Yolumuz en az bir saat. Normalde, bilmediğimiz denizlerde gece seyri yapmamayı, bilmediğimiz limanlara gece girmemeyi tercih ediyoruz ama…

    Haritayı tekrar tekrar, dikkatle inceliyorum. Yolumuzun üzerinde bir koy daha var aslında. Karayele kapalı Makriammos. Bu havada, daha önce hiç girmediğimiz ana limana girmekten daha iyi bir fikir olabilir! Nasılsa yolumuzun üstü, geçerken bir bakar değerlendiririz diye Makriammos’a dümen tutuyoruz. Vardığımızda, karanlıkta bir tur atıp değerlendiriyoruz; demirde kalmak için yeterince geniş bir koy, derinlikler de müsait. Haritadan anlaşıldığına göre dip tamamen kum. En uygun yere, 4 metreye dikkatlice demirleyip güzelce seriyoruz zincirimizi. Demirimiz tornistan testinden de geçince geceyi burada geçirmeye karar veriyoruz. ( 40.769796°, 24.727579° )

    Gece yarısına kadar gözüm sürekli bir demirde, bir rüzgar göstergesinde, bir hava durumunda. Neyse ki rüzgar gittikçe hafifleyip karayelden günbatısına drise etmeye başladı da gece demir nöbetine gerek kalmadan rahat uyuduk. Sallantı mı? E biraz sallantı oldu tabii…


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
https://www.youtube.com/watch?v=nwlqKnRQ270&feature=youtu.be (https://www.youtube.com/watch?v=nwlqKnRQ270&feature=youtu.be)

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ersin Böke - 25 Mart 2018, 01:14:25
aha yeni bölümler gelmiş.. sonunda.. şimdi okumayacağım.. Havanın kapalı, yelkene çıkmanın mümkün olmadığı bir günde okuyacağım..
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 30 Mart 2018, 07:46:53
14 Ağustos 2017, Pazartesi

    Dün geceyi iyi atlattık! Evet, gece biraz sallandık ama tavşan uykusu da olsa en azından güvenli bir şekilde uyuduk. Artık bu gece bari sallanmadan rahat rahat uyuyalım da “gemide isyan” çıkmasın diye, haritayı ve hava durumunu inceliyorum sabah kahvemi yudumlarken. En iyisi bu geceyi adanın ana limanı olan Limenas’ta geçirmek. Hem kaç gündür koyları geziyoruz, biraz da kalabalığa karışmalı, değil mi?

    Birazdan Sare kalkınca Limenas diyorum, ana liman diyorum, keyfi yerine geliyor. Ama önce, bu güzel günün tadını çıkartmak için Thassos’un en meşhur plajlarından biri olan Marble Beach’i bir görmeli, değil mi! Ne de olsa sadece 1,6 deniz mili geride…

    Kahvaltıyı erteleyip demiri topluyoruz. İstikamet Marble Beach. Mesafe çok olmayınca bir çırpıda varıp saat 10:40’ta demirimizi Marble Beach’in turkuvaz sularına funda ediyoruz. (40.750636°, 24.749080°)

    Ufacık, yemyeşil bir vadinin denizle birleştiği küçük bir kumsal düşünün. Şimdi de o kumsalın, kum yerine minicik mermer tanelerinden oluştuğunu düşünün. İşte size Marble Beach! Bizim tahminimiz, hemen yakındaki mermer ocaklarından çıkan ıskarta mermer parçacıklarını bu koya dökmüşler, deniz de yıllar içinde dalgalarıyla bu mermerleri ufalayıp irili ufaklı kum taneleri şekline sokmuş. Masmavi denizin dibinde bembeyaz mermer kumları olunca da ortaya harikulade, seyirlik bir plaj çıkmış. Gerçekten çok güzel!

    Burası ufak olmasına rağmen, popüler olmasının hakkını verircesine kalabalık bir plaj. Plajın başında geniş, ahşap bir kayıktan bozma birkaç masalık bir kafe, hemen arkasında da kocaman ve dopdolu bir otopark. Kafeden yayılan, adadaki turistlerin milliyetlerine göre seçilmiş müzik tüm plajı inletiyor. Arada Tarkan ve Aleyna Tilki de yankılanıyor plajda. Biz de havuzlukta kendimizi müziğin ritmine kaptırıyoruz. Plajın tadını çıkartmaya geldik ne de olsa!

    Sonra balıklama atlıyoruz bu harikulade suya. Biraz yüzüp kıyıya çıkıyoruz. Mermer kumsalda havlular, şezlonglar neredeyse dip dibe. İnsanlar fotoğraf çektirme yarışında. Haksız da sayılmazlar. Daha önce belki de hiç görmedikleri değişik bir plaj burası. Öyle olunca biz de kısmen dahil oluyoruz bu yarışa.

    Acıktığımızı fark edince kayığa dönüp kahvaltı soframızı kuruyoruz. Arılar yine davetsizce ortak oluyorlar kahvaltı keyfimize. Olsunlar tabii, olsunlar da bize de rahat verseler arada! En sonunda olan oluyor ve Sare’yi ayak parmağından sokuyorlar. Şişmesin diye hemen sokulan yerin üzerine sarımsak dilimleri yerleştiriyoruz. İşe yarıyor!         

    Kriz atlatılınca kendimizi yine turkuvaz sulara atıp yüzüyoruz, yüzüyoruz… Plajda müzikle birlikte tempo da hiç düşmüyor. Defalarca çalan Tarkan ile kendimizi Çeşme’de, Bodrum’da bir plajda hissediyoruz ara ara. İyice tadını çıkartıyoruz bu güzel plajın.

    Tekrar sahile çıkıp insanlara karışıyoruz. Burada da Balkanların her yerinden turist var; Yunan, Bulgar, Sırp, Arnavut, Romen ve tabii ki Türk… Hareketli ve kalabalık olduğundan mıdır bilinmez, genelde gençlerin tercihi olmuş burası. Ama orijinal ve güzel bir plaj gerçekten. Thassos’a gelmişseniz Marble Beach’i de görmelisiniz!

    Akşama doğru demiri toplayıp motora yol veriyoruz. Thasssos’un ana limanı Limenas’a doğru dümen tutuyoruz. Mefase 3,8 deniz mili. Bir saat bile sürmeyen sakin bir seyrin ardından 18:30’da ana limanda dıştaki mendireğe sancaktan aborda oluyoruz. (40.781207°, 24.707069°)
   
    Bu gece rahat bir uyku uyuyacağız kısmetse…

(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
www.youtube.com/watch?v=4n0K9gHnnFc (http://www.youtube.com/watch?v=4n0K9gHnnFc)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 10 Nisan 2018, 07:38:25
15 Ağustos 2017, Salı

    Geceyi korunaklı bir limanda geçirmenin konforuyla uyanıyoruz bu sabah. Limanın içi oldukça sakin ve tenha. Şöyle bir etrafıma bakıyorum da sabah kahvemi yudumlarken, epeyce geniş bir liman Limenas. Mendireğin uzak ucunda tanıdık bir yelkenli dikkatimi çekiyor, Shiraz. Önce Limanaria’da sonra da Aliki’de birlikteydik Shiraz’la. Burada da rastlaşacakmışız demek ki.

    Hızlıca bir kahvaltı sonrası hazırlanıp çıkıyoruz. Sanda’yı burada dinlenmeye bırakıp mendireğin hemen dışındaki iskeleden kalkan bir feribota atıyoruz kendimizi. Yolculuk Kavala’ya… Neden feribotla? Bir iki gecedir alargada sallanmaktan rahatsız olan ikinci kaptanı bir de Kavala’ya kadar yormamak için. Ayrıca Kavala buradan 17 deniz mili; Feribotla 1,5 saat Sanda’yla 3,5.

    Saat 10:00 gibi Kavala’dayız. Sokaklar bomboş! Bu saatte siesta da olmaz!? Boş sokaklarda keşif turuna çıkıyoruz önce. Büyükçe bir meydanda bir turist danışma bürosu görünce dalıp “Turistiz biz, danışmaya geldik” diyoruz. Kibar bir bey ilgileniyor bizimle. Şehrin en tarihi, en turistik yerlerini harita üzerine işaretleyip veriyor. Ayrıca sokakların neden bu kadar boş olduğunu da anlatıyor. Meğer bugün, Meryem Ana’nın ruhunun göğe yükseldiği günün yıldönümü olduğundan tüm Yunanistan’da bayram olarak kutlanan bir gün, ayrıca resmi tatil imiş.

    Elimizde harita olunca bilinçli bir şekilde gezmeye başlıyoruz şehri. Tarihi mekânlar deyince tabii ki en başta şehrin kalesi geliyor. Biz de kaleye doğru yürümeye başlıyoruz. Yolumuzun üstüne çıkan bir kiliseyi de ıskalamıyoruz; Saint Nicolas Kilisesi. 1530’da Pargalı İbrahim Paşa adına Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. 1926 yılına kadar İbrahim Paşa Camii adı altında hizmet veren yapı sonra kiliseye çevrilerek Saint Nicolas Kilisesi adıyla kullanılmaya başlanmış. Kavala 1387 ile 1912 yılları arasında Osmanlı toprağı imiş. Öyle olunca da birçok eser kalmış Osmanlıdan…

    Şehrin hâkim tepesine çıkan dar sokaklarda buram buram tarih soluyarak çıkıyoruz kaleye doğru. Sağlı sollu butik pastanelerden taşan sıcak Kavala kurabiyesi kokusuna kayıtsız kalmak ne mümkün! Tadına bakmadan geçmiyoruz biz de. Tırmanılacak yokuş kalmayınca kale de karşımıza çıkıyor. Giriş 5 euro. Bizans döneminde yapılmış kale Osmanlılar tarafından restore edilerek kullanılmış yüzyıllarca. Kaleden tüm şehri görmek mümkün. Hele en yüksek burcuna çıktınız mı, şehrin başladığı yerden tutun da, yüzyıllar boyu şehre su taşımış muhteşem su kemerlerinden ufuktaki Thassos adasına kadar her şey ayaklarınızın altında.   

    Kaleden aşağı inerken şehrin simge yapılarından birine daha rastlıyoruz; İmaret. Bu yapı Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından, doğduğu şehre bir vefa borcu olarak yaptırılmış. Yıllarca aşevi ve medrese olarak hizmet etmiş olan yapı sonradan Mısırlı bir iş adamı tarafından satın alınıp lüks bir otel haline getirilmiş.

    İmaret’ten biraz ilerde ise, Mehmet Ali Paşa’nın evi, yemyeşil ve bakımlı bir meydanı büyük ve tarihi bir kilise ile paylaşıyor. Paşanın evinin önünde, kendisini at sırtında kılıcını kınına sokarken tasvir eden bir heykeli bulunuyor. Aslen Kavalalı olan paşa, uzun yıllar Mısır valisi olarak görev yaptığından, kılıcını çekmiş savaşa giderken tasvir edilmiş bir başka heykeli de Mısır’da bulunmaktaymış.   

    Tarihi yerleri gezerken dönüş feribotunu kaçırmayalım diye iskeleye uğrayıp sefer tarifesini kontrol ediyoruz. Dönüş feribotu Limenas’a değil Ormos Prinou’ya gidiyor. Ordan Limenas’a 15 km’lik bir yolumuz var. Otobüs varsa ne âlâ, yoksa bir taksiye atlayacağız. Dönüş için daha epeyce vaktimiz varmış.

    Sahil boyundan yürümeye başlıyoruz, biraz da doğal güzelliklerini görelim Kavala’nın diye. Kafeler, restoranlar birkaçı hariç hep kapalı. Birine girip güzel bir yemek yiyip biraz da dinleniyoruz. Malum ya; yorulmanın adını gezmek koymuşlar. Sonra yine, altını üstüne getirene dek arşınlamaya başlıyoruz Kavala sokaklarını, caddelerini. Gezmenin hakkını veriyoruz… 

    Vakit gelince dönüş için feribota biniyoruz. Arabalı feribotta bizim gibi yaya yolcular da var, arabasıyla olan da. Günün yorgunluğu Sare’yi feribot koltuğunda yakalamışken, bir yandan denizi bir yandan insanları seyrediyorum. Hemen arkamda konuşulan Türkçe dikkatimi çekiyor. İki çocuklu bir aile Thassos hakkında konuşuyor. Acaba nerelerini gezmeli, nerelerini görmeli, nerde kalmalı, nerde yüzmeli… İstemeden kulak misafiri olunca dönüp muhabbetlerine dahil oluyorum. Thassos’u biliyor olmam çok ilgilerini çekince elimdeki harita üzerinden adayı tanıtıyorum kendilerine. Birazdan Sare de uyanıp ortak oluyor ayrıntılı Thassos brifingime! Akıllarına ne gelirse soruyorlar, cevaplıyoruz taze bilgilerimizle. Gönüllü turizm elçileri gibiyiz! İnsanlara faydalı olmak ne güzel…

    Feribot yanaşırken arabalarına buyur ediyorlar bizi. Ne kadar teşekkür de etsek “Zaten biz de oraya gidiyoruz” deyip bizi limana bırakmakta ısrar ediyorlar. Onbeş dakika sonra, limanda bizi bekleyen Sanda’dayız…

(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

www.rotasanda.blogspot.com (http://www.rotasanda.blogspot.com)
www.youtube.com/watch?v=8ic1rBW2J7s (http://www.youtube.com/watch?v=8ic1rBW2J7s)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 13 Nisan 2018, 20:18:27
16 Ağustos 2017, Çarşamba

    Her güzel şeyin bir sonu var elbet. Bu seyrin de sonu geliyor yavaş yavaş. Vizelerimiz bitiyor. En geç cuma günü Yunan’dan çıkış yapmalıyız. İçimiz biraz buruk bu yüzden…

    Dün Kavala’yı baştan başa gezip bir iki fotoğrafı da sosyal medyada paylaşınca, yıllardır görüşemediğimiz bir arkadaşımızdan bir mesaj geldi. Onlar da dört kişi Thassos’a gelmişler. Tesadüfün iğne deliği! Akşam için sözleştik, buluşacağız…

    Thassos’taki son günümüz, iyi değerlendirmeli. Kahvaltı hazır olana kadar su ikmali yapıyorum. Tanklarımızı dolu tutmak önemli. Kahvaltıdan sonra da Limenas’ı geziyoruz biraz daha. Dün gece de epeyce gezmiştik, biliyoruz artık her yerini. Öğle sıcağı basmadan market alışverişini de yapıp kumanya ikmalini hallediyoruz.

    Yapılacak işler hallolduğuna göre bu sıcak havada kendimizi serin sulara atmayalım da ne yapalım! Hemen açıyoruz haritamızı, Thassos’un en popüler plajlarından La Scala Beach sadece 1,8 deniz mili mesafede olunca halatları çözüveriyoruz. Yarım saat olmadan La Scala Beach önüne demirlemiş, kendimizi serin sulara atmışız bile. (40.784370°, 24.672444°) Görünüşe bakılırsa burası diğerlerine göre biraz daha “beach club” havasında bir mekan. Kiralık jet ski ile gazlayanlar, kumsalda cibinlikli localar, küçük şemsiyeciklerle servis edilen havalı kokteyller, yüzünde epeyce bir makyaj olduğundan denize girmeyip plajda salınan kızlar…         

    Akşama kadar denizin tadını çıkartıyoruz. Tam “artık dönsek mi” derken hava ufaktan esmeye başlıyor. Demiri toplayıp limana dönene kadar hava bindirdikçe bindiriyor. Yerimize aborda olup bağlandıktan hemen sonra ise iyiden iyiye patlıyor! Bir yandan koltukları kontrol ediyorum, bir yandan açmazlar ilave ediyorum Sanda’yı emniyete almak için. Havadan kaçıp limana sığınmaya gelen bir iki tekneye yardım ediyoruz, önümüzde bağlı Alman bayraklı teknenin sahibiyle. O da havadan kaçmış. Teknelerimize bakarak olurken sohbet ediyoruz ayak üstü. Aslında Yunan’mış ama yıllardır Almanya’da yaşıyormuş. Bütün kış “acı vatanda” çalışırken yaz gelse de memleketimin güzel coğrafyasında bir güzel gezsem diye bekleyen Almancılarımız gibi yani…

    Bir kaç saat sonra hava sakinleyince randevu saatimize hazırlanıp Akgün’leri bekliyoruz. Ama Akgün aynı Akgün! Saatlerce bekletiyor yine. Bahanesi hazır nasılsa: kızlar hazırlanamadı bir türlü!

    Sahildeki tavernalardan birine oturuyoruz, soframız kuruluyor. Akgün ve eşi Betül, arkadaşları Tolga ve Didem ile üç günlüğüne gelmişler Thassos’a. Arabayla olunca üç günlük de gelinir tabii, biz üç günde Çanakkale’den çıkamıyoruz deyince, şaşırıyorlar. Tekneyle, denizlerde olmakla ilgili konuşuyoruz epeyce. Merakla sorular soruyorlar bir sürü. Sonra “Zor işmiş bu! Hem vaktimiz mi var ki! Bize göre değil…” diye kestirip atıyorlar.   

    Bi hesaplıyoruz, yedi yıl olmuş Akgün’le görüşmeyeli. Gerçekten ayıp! Sen hayat gailesinden en yakın arkadaşlarınla bile yıllarca görüşeme, sonra elin adasında denk gel! Hayat ne garip! Sözler veriliyor karşılıklı, daha sık görüşeceğiz bundan böyle, diye. Hadi inşallah!

    Masadaki herkesin kafalar uyuşunca muhabbet de uzayıp gidiyor, keyifle. Aslında bıraksak sabaha kadar da uzar ama şafakla palamarı çözmemiz lazım…         


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
https://www.youtube.com/results?search_query=sanda%27n%C4%B1n+seyir+defteri (https://www.youtube.com/results?search_query=sanda%27n%C4%B1n+seyir+defteri)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mücahit Karabaş - 25 Nisan 2018, 19:01:27
Sanda'nın Seyir Defteri aynı isimle Youtube'da ve 12 bölümlük güzel bir belgesel olmuş. Oradan takip etmenizi de tavsiye ederim.

3. Numaralı videoda yunusların karşılamasını seyretmeye doyamadım. Canım sıkıldıkça videoyu seyrediyorum.
Emek verenlerin eline sağlık.

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Kemal Gündüz - 25 Nisan 2018, 19:20:48
Sanda'nın Seyir Defteri aynı isimle Youtube'da ve 12 bölümlük güzel bir belgesel olmuş. Oradan takip etmenizi de tavsiye ederim.

3. Numaralı videoda yunusların karşılamasını seyretmeye doyamadım. Canım sıkıldıkça videoyu seyrediyorum.
Emek verenlerin eline sağlık.



Çok teşekkürler bu güzel paylaşımlar için


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 25 Nisan 2018, 22:25:00
Vakit ayırıp izleyenlere, okuyanlara teşekkürler...
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 26 Nisan 2018, 00:46:07
Biz teşekkür ederiz Ahmetcim
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: O.Utku Uçkan - 26 Nisan 2018, 09:37:54
Vakit ayırıp izleyenlere, okuyanlara teşekkürler...


Klavyene sağlık kaptanım :)xx

Bize lazım olan işte bu nezaket. ;)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Serkan Güvenen - 26 Nisan 2018, 11:51:56
Teşekkür ederim çok seviyorum bu tarz yazıları okumayı
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Erman Yerman - 26 Nisan 2018, 16:38:27
Ahmet reisin yazısı buraya düşünce ilk işim youtube paylaşımlarına bakmak oluyor..
İçimizi ferahlatıyorsunuz sağolun...

SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Âli San - 27 Nisan 2018, 00:06:00
Çok keyifle, bir nefeste okunuyor. Elinize sağlık, teşekkürler !  :)xx
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 18 Mayıs 2018, 12:40:14
17 Ağustos 2017, Perşembe

     Sabahın kör karanlığında kalkıyorum yine, uzun seyirlerde her zaman yaptığım gibi. Yoksa varılmıyor! Bir yandan kayığı neta ediyorum halatları çözmeden önce, bir yandan da seher vaktinin güzelliğinin, sükûnetinin anını yaşıyorum. Her güzel şeyin bir sonu var dedik ve işte iki haftadır doyasıya gezdiğimiz bu güzel adadan, Thassos’tan ayrılmanın vakti de geldi çattı. Seher vaktinin serinliğinde ayrılıyor oluşumuzdan Thassos’luların haberi bile yok belki, ama bu güzel adaya veda edişimizden dolayı benim de, kamarada mışıl mışıl uyuyan Sare’nin de yüreğimiz biraz buruk…

     Üç gündür bağlı olduğumuz Thassos’un ana limanı Limenas’tan (40.781207°, 24.707069°)  saat 06:15’te avara oluyoruz. Dün epeyce aradık, taradık ama limanda bağlama ücreti verebilecek bir yer bulamadık. Kimse de gelip istemedi. Yani bağlama ücreti yok! İstikamet Maroneia kasabası sahilinde gözümüze kestirdiğimiz Ag. Charalampos adında küçük bir balıkçı barınağı. Rotamız 81 derece, mesafe 39 deniz mili. Haydi selametle!

     Dün akşam bir ara patlayan havadan eser yok çok şükür. Ama yelken yapacak hava da yok maalesef.  Mecburen makine seyrindeyiz. Belki bu sefer olur, yolunu şaşıran bir balık vurur diye rapalayı suya bırakıyorum. Sabah kahvemi yudumlarken bir yandan Sanda’nın suyu yarışını izliyor bir yandan da düşüncelere dalıyorum. İnsan denizde, hayatın hayhuyundan uzaktayken kendini dinleyebilecek zamanı oluyor! Çok da iyi geliyor bu kendini dinlemeler. Ne kadar önemsiz şeylere üzüldüğünü, sahip oldukları için ne kadar şanslı olduğunu daha iyi anlıyor insan. Ve daha birçok şeyi…

     Birazdan ikinci kaptan uyanınca keyifli havuzluk sohbetlerinden birine başlıyoruz. Dalga yok, keyifler yerinde. Yol aldıkça muhabbet yerini kahve-kitap ikilisine bırakıyor, okudukça yol alıyoruz…

     On saatlik sakin makine seyrinin ardından 16:15’te bağlanıyoruz Ag. Charalampos balıkçı barınağına. (40.876483°, 25.508256°) Limana girince hemen iskele tarafımızdaki mendireğe aborda oluyoruz. Limanın güney yarısında eski mendireğin döküntüleri olduğundan o tarafa hiç yanaşmamalı. Burası tam bir balıkçı barınağı. Etrafta köy falan yok, bir iki tane bina var sadece. Hemen arkamızda olanca heybetiyle bir gırgır teknesi, karşıda bir iki küçük balıkçı kayığı…

     Meraklı gözlerle etrafı izlerken meraklı bakışların da muhatabı oluyoruz. Buraya yelkenli gezi tekneleri çok sık uğramıyor anlaşılan. Hele de Türk bayraklı olanları! Hemen yanımıza minik arabalarıyla bir Yunan çift gelip oltalarını mendireğin arkasından denize atıyorlar. Selamlaşıyoruz. Yanlarındaki 4-5 yaşlarındaki oğullarını çekirdekten yetiştirdikleri belli. Belki de bu yüzden balık yakalayamıyoruz. Bize, bu yaşımıza kadar kimse öğretmedi ki balık yakalamayı. Denizlere çıkmaya başladığımızdan beri binlerce mil rapala çektik ardımızdan. Sonuç sıfır! Bir tanecik bile mi yakalayamaz insan!

     Az sonra resmi bir araç yanaşıyor yanımıza. Polis aracı gibi. İçinden üniformalı bir bayan memur inip yanımıza geliyor. Kibarca selam veriyor önce, sonra nerden gelip nereye gittiğimizi, kaç kişi olduğumuzu soruyor. Sonra da, evraklarımızı bile sormadan “İyi akşamlar, iyi yolculuklar” deyip gidiyor.   

     Biraz yorgunluk attıktan sonra güzel bir sofra kuruyoruz havuzlukta. Yanımızda balık tutan çifte ve küçük balıkçıya da bir şeyler ikram ediyoruz ama İngilizceleri olmadığından muhabbet edemiyoruz.

     Hava karardıktan sonra heybetli gırgır teknesi sortilerine başlıyor. Sabaha kadar gidip gidip geliyor. Balık var demek ki… 
   


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
https://www.youtube.com/channel/UC2qXJ2HTbU-vzq-I2Itq_IQ/featured (https://www.youtube.com/channel/UC2qXJ2HTbU-vzq-I2Itq_IQ/featured)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 21 Mayıs 2018, 02:13:17
18 Ağustos 2017, Cuma

    Ne gırgır teknesiymiş arkadaş, sabaha kadar dur durak bilmeden çalıştı. Öyle olunca benim payıma da sabaha kadar yatakta dönüp durmak düştü! Uyku, muyku hak getire… Oysa Sare ne güzel uyuyor. Bugün Yunan’dan çıkış yapmak için son günümüz. En yakın çıkış limanı Alexandroupoli 21 deniz mili. Bir an önce yola revan olmalı deyip 06:15’te çözüyorum palamarı Ag. Charalampos balıkçı barınağından. Zaten bu liman malum gırgırla Sanda’ya dar gelmişti. Alsın, tepe tepe kullansın…

    Liman ağzından çıkar çıkmaz rapalayı denize bırakıyorum. Gırgır fazla mesai yaptığına göre burada balık bol olmalı. Belki de şeytanın bacağını kıracağımız gün bugündür, kim bilir! Henüz bir iki mil yol almışken bir cırlama ile irkiliyorum. Daha önce duyduğum seslere benzemeyen bir ses bu. Ne oluyor diye etrafa bakarken o da ne?! Aman Allah’ım bu gerçekten de oltanın kaloma sesi! Bir balık vurdu galiba sonunda! Şaşkınım! Sevinçten çığlık atasım var ama kamarada uyuyan ikinci kaptanı uyandırmayayım diye içimden atıyorum yıllardır atmayı beklediğim sevinç çığlıklarını. Allah’ım! Sonunda biz de bir balık yakaladık galiba!

    Ben sessizce sevinirken kalomanın cırlama sesine Sare koşup geliyor. Heyecanla soruyor “Balık mı vurdu?”  İkimiz de şaşkın, ikimiz de mutlu… Makineyi boşa atıp oltayı toplamaya koyuluyorum. Hiç de kolay olmuyor oltayı toplamak. Büyük bir balığa benziyor. Epeyce uğraştırıyor ama olsun varsın. İlk balığımız bu ne de olsa. Kurtulup kaçmadan kayığa alabilsek bari. Yoğun çabalarım sonucunda toplamayı başarıyorum başarmasına ama sonu hüsran, sonu hayal kırıklığı, sonu buruk acı! Bizim rapalaya vuran balık değil bir martıymış meğer. Çekene kadar da telef olmuş maalesef. İçim acıyor resmen! Özür dilerim martıcık!

    Güneş yükselmeye başlayınca mutedil bir rüzgâr eşlik etmeye başlıyor bize. Fırsat bu fırsat yelkenleri fora ediyoruz. Makineyi de susturunca seyir keyfe dönüveriyor bir anda. Sanda kuğu gibi süzülmeye başlıyor engin maviliklerde… 

    Birkaç saate Alexandroupoli beliriyor pruvamızda. Liman ağzından giriyoruz. Mendirek içinde gidiyoruz, gidiyoruz ama varamıyoruz bir türlü. Bir mil uzunluğunda mendirek mi olur! Sonunda varınca eski barınağın hemen dışındaki rıhtıma saat 10:40’ta aborda oluyoruz. (40.843255°, 25.879443°) Rıhtım epeyce yüksek olunca kayıktan rıhtıma atlamak yerine zıplamak zorunda kalıyoruz. 

    Öğle paydosu olmadan çıkış işlemlerimize başlamak için vakit kaybetmeden “Port Authority” binasına gidiyoruz. Burda Liman, Gümrük ve Polis aynı yerde değiller. Ama araları yürüme mesafesi. İşler Myrina’daki kadar hızlı olmuyor ama sıkıntı da vermiyor. Sadece limana bağlama ücreti olarak 4,5 Euro ödüyoruz başka bir ücret yok. Öğleden sonra tüm işlemleri hallediyoruz. Artık resmen Yunan’dan çıkmış durumdayız.

    Önce çıkış yapalım filan derken kumanya ikmaliyle ilgilenemedik. Çıkış işlemlerimizi resmen tamamlayan memura, çekinerek market alış verişi yapabilir miyiz diye soruyoruz. “Tabii, ne isterseniz alın ama gece yarısından önce Alexandroupoli’den ayrılmalısınız” diyor. Biz sadece market için sormuştuk, bu kadar müsaade edecekleri aklımıza bile gelmemişti doğrusu. Türkiye’de olsa çıkış işlemlerinden sonra limanın kapısından dışarı salmazlar! Madem öyle şehri bir gezelim diyerek atıyoruz kendimizi Alexandroupoli sokaklarına.

    Akşam olmadan memlekete varmamız gerektiğinden çok fazla gezemiyoruz tabii. Alışverişimizi yapıp biraz da turladıktan sonra sahilde bir restoranda bir şeyler yiyoruz. Sonra limana dönüp halatları Yunan’dan son kez çözüp Saros körfezine doğru dümen tutuyoruz. 

    Ama bu sefer makine seyriyle değil mis gibi yelken yaparak. Biz işlemleri yaparken üzerine koyan rüzgârın koynunda memlekete doğru süzülüyoruz keyifle…   

   
(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)


rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
https://www.youtube.com/watch?v=C_C8YOJCfOo (https://www.youtube.com/watch?v=C_C8YOJCfOo)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 27 Mayıs 2018, 17:50:21
 19 Ağustos 2017, Cumartesi

    Sabah ezanına uyanıyorum. Özlemişim! Yunan sularında yirmi günün ardından memlekete hoş geldik!  Dün akşam, Alexandroupoli’den çıkış yapıp 21 deniz mili seyrin ardından Sultaniçe balıkçı barınağının ortasına demirlediğimizde hava kararmak üzereydi. (40.592765°, 26.124393°) Sabaha memlekette uyanmak iyi hissettiriyor.

    “Yolumuz uzun” deyip gün doğmadan demiri topluyorum. Buradan güneye, Çanakkale’ye dümen tutmalıyız aslında ama denizlerde olmanın verdiği heyecanı bizimle paylaşan, bizi ısrarla yazlığına davet eden aile dostumuz Günay abinin davetine icabet etmemek olmaz deyip Saros körfezinin en doğusuna kırıyoruz dümeni. Mesafe 25 deniz mili.

    Sakin bir makine seyrinde kitabıma dalmışken ikinci kaptan mahmur gözlerle çıkageliyor. Uykular alınmış, yüzler gülüyor maşallah. Bazen düşünüyorum da; denizlerde olmak çok güzel, çok keyifli. Ama şu kayıkta yalnız olsam ne anlamı olurdu ki! Çok şükür eşten yana şanslıyım ben!

    Kahve, sohbet derken varıp saat 12:00’de demirimizi funda ediyoruz yazlık sitelerin kıyısına. (40.637605°, 26.667223°) Günay abi de gelmiş, sahilde bizi bekliyor. Çok bekletmeyelim diye hızlıca hazırlanıp botla yanaşıyoruz sitelere ait, tatilciler denize kolay girebilsin diye yapılmış üç iskeleden birine. Günay abilerin yazlığı Melodikent sitesinde, sahile bir kilometre, arabayla iki dakika. Eve varınca hoşbeşten sonra uzun süredir denizlerde mahrum olduğumuz bol suyla bol köpüklü, sıcak banyo keyfi yapıyoruz. Denizde imkânlar kısıtlı. Ama denizde olmak insana imkânların değerini, kaynakları doğru kullanmayı, israfın önüne geçmeyi, doğaya saygıyı, problem çözmeyi, analitik düşünmeyi ve daha birçok şeyi öğretiyor.

    İkindi gibi Günay abi ve siteden bir komşusu ile birlikte, akşama mangala atacağımız (!) balıkları tutmak üzere Sanda’yla balığa çıkıyoruz. Bizim bu konuda ne kadar bahtsız, ne kadar acemi olduğumuzu söyledik defalarca ama tabiri caizse “siz bize oynayın…” diyorlar. Hedef adası civarında oltaları Sanda’nın kıçından sallandırıyorlar. Bir deneme, iki deneme… Acaba biraz daha şu tarafa mı gitsek? Orada birkaç deneme… Allah, Allah neden olmuyor ki! Derken ilk balık vuruyor. Heyecanla çekiyoruz, ama o da ne, trakonya imiş maalesef. Çarpılmamak için dikkatlice çıkartıp salıyoruz denize. Biraz bu tarafa mı sürüklendik, nedir? Aksi yönde yol veriyoruz makineye. Hah işte tam burasıydı hep tuttuğumuz yer… Birkaç deneme daha. Ama bir iki tane daha trankonyadan başka balık vurmuyor oltalara. Olmuyor, olmuyor!  Elimiz boş dönüyoruz, çaresiz…

    Yine aynı yere, ama bu sefer daha bir özenle demirliyoruz Sanda’yı. Hava çok esmiyor ama yine de itinayla döşüyoruz zinciri. Dalıp çıpanın durumunu da kontrol ediyoruz mutat olduğu üzere. Gece sorun olmasın da!

    Eve dönüyoruz ama akşam yemeğinde balık olamayınca mangalla uğraşmak da gelmiyor içimizden. “Olsun” deyip balkona kuruyoruz soframızı mis gibi. Denize nazır yemek, çay, muhabbet… Günay abi bize iyi bakıyor. Hele ertesi sabah kurduğu kahvaltı sofrasında bir kuş sütü eksik. Kahvaltı keyfinden sonra  “Yedi kaçtı gibi olmasın ama yolumuz uzun” deyip müsaade istiyoruz. Ama gitmeden önce bahçedeki salıncağın da hakkını veriyoruz…

    Sanda bıraktığımız yerde sakince bizi bekliyor. Demiri toplayana kadar saat 11:20 olmuş bile. Çanakkale 60 deniz mili. Hava kararmadan varamayacağımıza göre araya bir durak daha koymalı. Geceyi Gökçeada’da mı geçirsek, ana kara sahilinde mi? Neyse, biraz yol alalım da duruma göre bakacağız artık…

    Hava sıfır, deniz sütliman. Makine seyrindeyiz. Çarşaf gibi dümdüz Saros körfezini, dümen suyumuzda bir fermuar gibi açarak yol alıyoruz. Koca körfezde Sanda’dan başka yelkenli yok. Sakin sakin seyrederken yolun yarısında bir yunus sürüsü karşılıyor bizi. Pruvamızda Sanda’yla vals yapmaya başlıyorlar adeta. Denizin yüzeyi o kadar pürüzsüz olunca yunusların her hareketi cam gibi görünüyor. Çok güzel yaratıklar şu yunuslar. Sadece yanı başınızda belirmekle bile insanı öyle mutlu ediyorlar ki! Hayranlıkla izliyoruz bizim için yaptıkları gösteriyi.

    Büyükkemikli burnunu bordalayınca mürettebatta açlık emâreleri görülmeye başlanıyor. Bugünlük yeter deyip Anafartalar limanında mı demirlesek? Ama yarın mesâi bitmeden Çanakkale’den giriş işlemlerini tamamlayabilmek için mümkün olduğunca erken bir saatte orda olmalı. Biraz daha yol alsak iyi olacak gibi. Hem hava da oldukça sakin. Haritaya göre, Gökçeada’ya gidip yolu uzatmadan Kabatepe’den güneyde demirlenebilecek yerler mevcut.

    Bir mil, bir mil daha derken 38 deniz mili yol aldıktan sonra saat 19:05’te, haritadan bakıp seçtiğimiz Çam koyunda 5 metreye demirliyoruz. (40.181141°, 26.258774°) Aslında buraya koy denmez ama haritaların yalancısıyız.

     Bu gece erken yatmalı. Yarın bürokrasiyle imtihanımız var! 


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)


rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
https://www.youtube.com/watch?v=Q31th3WZEcQ&t=5s (https://www.youtube.com/watch?v=Q31th3WZEcQ&t=5s)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 08 Haziran 2018, 23:38:15
21 Ağustos 2017, Pazartesi

    Yine gün doğmadan kalkıyorum. Bir uyandırma kahvesinin ardından hazırlıkları tamamlayıp demir aldığımda saat 06:05’i gösteriyor. Çanakkale’ye 23 deniz mili yolumuz var. Bir an önce varıp giriş işlemlerine başlamalı. Allah vere de bürokrasiye takılıp yarına kalmasak!

    Aşağı, Çanakkale boğazına doğru makine seyrindeyiz. Maalesef rüzgâr bize yelken yapma şansı tanımıyor bir süredir. Aldığımız tüm yolun ancak üçte birini motor kullanmadan, sadece yelkenle alabiliyoruz. Her yere yelkenle gidebilenlere çok imreniyorum doğrusu. Yelken yapmak gerçekten çok keyifli çünkü! Biz ne zaman yola çıksak ya rüzgâr olmuyor, ya da kolayımıza olmuyor. Bir arkadaşımın dediği gibi; “Ben ne zaman denize çıksam, canına yandığımın rüzgârı hep kafadan, hep kafadan!”

    Aslında vakti olan için her yere yelkenle gitmek de mümkün. Hele de Ege gibi rüzgârı bol bir denizde… Ama uygun rüzgârı bekleyecek vaktiniz olacak. “Bu gün yok mu? Ne gam! Acelemiz yok, yarını bekleriz” diyebileceksiniz. Yetişmeniz gereken bir şeyler olmayacak. Hayatı, bir an önce varılması gereken bir menzil gibi değil, tadına varılacak bir yolculuk gibi değerlendirmeli insan.

    Birazdan “yol arkadaşım” da uyanıp havuzluktaki yerini alıyor. Sohbet, muhabbet yol alıyoruz aheste. Boğaza girip, “Bir hilâl uğruna batan güneşler” anısına dikilen abidenin önünden geçerken boğazımıza bir şeyler düğümleniyor. Abideyi selamlıyoruz, saygıyla, minnetle, rahmetle…

    Yeri gelmişken bir inceliğin altını çizmeden geçmeyelim;
“Gemi seyir defterine jurnal denir. Gemi seyirde ya da limandayken gemi ile ilgili tüm bilgiler jurnale kaydedilir. Geminin rotası, hızı, geldiği/gideceği liman, vardiya değişimleri, hava durumu ve benzeri bilgiler kayıt altına alınır. Kanal, boğaz ve sığ sularda ise sürekli güncellenir. Mesela, Kilitbahir bölgesi geçildiğinde “Saat 15.30 itibariyle Kilitbahir geçildi” veya “05.00 İstanbul Boğazı geçildi” diye yazılır. Bu tüm dünyada böyledir. Çanakkale hariç! Çanakkale Boğazı seyri tamamlandıktan sonra jurnale  “Saat 21.30 Çanakkale çıkıldı” ya da “Saat 21.30 Şehitlik Abidesi 2 milden selamlandı” yazılır. Çünkü herkes bilir ki “Çanakkale geçilmez!”
       
    Çıkmaya başlıyoruz biz de… Her manâda… Buradan sonrası yokuş yukarı çünkü. Hızımız, akıntıdan dolayı 1 - 1,5 mil düşüyor. Allah’tan bugün yine çok değilmiş akıntı, daha kötülerini de görmüştük. Hatta, bir yerde okumuştum, “… Sahildeki ağaçların büyüyüşüne tanık olunca teknemin motorunu daha büyüğüyle değiştirmenin vaktinin geldiğini anladım!” diye tarif ediyordu Çanakkale yokuşunu…

    Çanakkale limanına girmeden hemen önceki iskelede sergilenmek üzere bağlı bulunan, yüzen tarih Nusret mayın gemisini de selamlıyoruz. Bağlandığımızda saat 12:20 olmuş bile. (40.152267°, 26.404164°) Evraklarımız yanımızda, acele ile giriyoruz marina ofisine. Çıkışta bir nüshasını doldurduğumuz transit log’un diğer nüshasını dolduruyoruz bu sefer. Çıkarken ayrı ayrı onay aldığımız liman, gümrük ve polis işlemlerine ek olarak yurda girerken bir de sağlık onayı almamız gerek. Polis ofisi marinanın içinde, diğer üçünün de burada olması lazım ama maalesef! Telefon ediyoruz ilgili memurların marinaya gelmesi için. Liman ve gümrük memurları çok bekletmeden gelip işlemleri yaptıktan sonra onay imzalarını atıp gidiyorlar. Ama sağlık memuru “araç yok” diye gelmiyor. “Nerede bu sağlık bürosu, biz gidelim o zaman”.  Marina görevlisi “Siz daha yurda giriş yapmadınız. Marinanın kapısından çıkamazsınız.” diyor. İyi o zaman, biz çıkamıyorsak sağlık memurunun gelmesi lazım! Bir daha arıyoruz, cevap aynı; “Araç yok, gelemiyorum…”
 
    Bu işte bir terslik var! Bizim yurda girmemiz için sağlık memurunun bizim bulaşıcı hastalık taşımadığımıza dair onay vermesi lazım ama sağlık memuru deniz hudut kapısı olan marinada hazır bulunması gerekirken bulunmadığı gibi, gelmesi için aradığımız halde aracım yok deyip gelmiyor da! Biz gidelim? Olmaz! O gelsin? Olmaz! Peki ne olacak o zaman? Marina çalışanı “Ben sizin evrakları sağlık memuruna götürüp onayınızı alayım” diyor, “…maksat işiniz hallolsun!”  Tabi bu “iyiliğin” de bir bedeli olacak; 150 TL.

    Kayıtla, kürekle uğraşmak yerine veririm evraklarımı acente yetkilisine, ben teknemin havuzluğunda kahvemi yudumlarken o benim adıma tüm işleri halletsin, diyebilirsiniz. Bu durumda da aldığınız hizmetin elbette bir bedeli olmalı. Ancak, ben kendi işimi kendim hallederim diyene de saygı duyulmalı, önüne engeller konup acenteye mahkum edilmemeli bence. Acente kullanmak bir seçenek olmalı, mecburiyet değil. Biz şimdi neden verelim ki bu parayı? Yurda giriş işlemlerimizin tamamını biz yapmışız zaten. Aslında görevi gereği deniz hudut kapısında hazır bulunması gereken, bizi görmemiş, muayene etmemiş olan sağlık memurundan bizim adımıza onay almak için on dakika yürüme mesafesindeki sağlık ocağına gidilecek. Hediyesi 150 lira. Bu iş baştan aşağı yanlış!

    Saatler ilerliyor, sinirler geriliyor! Marinadan çıkamazsınız diyen marina çalışanı resmi otorite değil sonuçta. Polis memuruna gidip durumu anlatıyoruz. O da “Haklısınız ama çıkamazsınız…” deyince, il sağlık müdürlüğünü arayıp “Deniz hudut kapısında olması gereken memurunuz burda olmadığı gibi gelmeyi de reddettiği için yurda giremiyoruz” diye durumu izah ediyorum. On dakika sonra gelen sağlık memuru evrağı onaylıyor ve sonunda resmen yurda giriyoruz. Teşekkürler!

    İşlemler bitip saat 15:10’da alelacele avara olmuş ayrılırken marina görevlisi bir bana, bir iskeledeki Sare’ye bakıp arkamdan sesleniyor “Kaptan! Eşini unuttun!” Sare zaman kazanmak için otobüsle dönecek İstanbul’a. Yarın sabah ofisinde olmalı. Benimse biraz daha yolum var…

    Haritaya şöyle bir bakıyorum, hava kararmadan varıp geceyi geçirebileceğim en mantıklı yer yine Gelibolu gibi. Saat 19:25’te Gelibolu’da aynı koya demirimi funda ediyorum. (40.401806°, 26.645026°) Boğaz, yokuş yukarı çok üzmüyor beni bu sefer. Bürokrasinin üstüne bir de ben yormayayım dediyse, demek…


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
www.youtube.com/channel/UC2qXJ2HTbU-vzq-I2Itq_IQ/videos (http://www.youtube.com/channel/UC2qXJ2HTbU-vzq-I2Itq_IQ/videos)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Aziz Eryavuz - 09 Haziran 2018, 08:17:27
Az kaldı, devam Ahmet'cim. Keyifli okumamız bitmesin. Bu yılki anılarına da sıra gelsin. Tad veriyor okumak, sanki görmüşüm gibi senin gözünden oraları.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Hulusi Gülen - 09 Haziran 2018, 09:53:08
Ahmet Reis, Saroz'un koynuna girmişsin. Dipte üç ada var, Büyük, Küçük, Minik Ada isimleri. Her ne kadar Navionics karaya çıkılmaz diyorsa da üzeri zeytinlik, bir mil mesafedeki karada mevcut Köyler zeytin toplamaya gelir bu adalara. Ne mutlu sana buraları tavaf etmişsin, bir Çanakale'li olarak benim de buraları gezmek gibi bir arzum var. Berraklığı ile de Saroz malum,  Kömür Limanı İstanbul'dan epey dalgıç turizmi alır. Gecelediğin Çam Koyu epey açıklık bir yer;  1,5 mil öncesinde Kabatepe Limanını sanıyorum Türkiye'ye giriş yapmadığın için tercih etmedin? Bir de Gelibolu'da demir atılacak Hamzakoy'umuz vardır. İlk Osmanlı tersanesinin kurulduğu ve Osmanlı Kaptan-ı Deryalarının ikamet ettiği yerdir Gelibolu. Ne var ki böyle tarihi bir yere, üstelik çok müsait alanları olduğu halde, bir mendirek çevirtip, liman yaptıramadık. Mevcut tarihi limanı çok küçük,  tekneler üs üste, yer bulmak ne mümkün. Hele de demir atmaya kalkmayın, büyük ihtimal dalgıç ihtiyacınız olacaktır. İstanbul'a az kaldı ha gayret bitiyor. Yaz da geldi, yeni geziler başlamalı artık. Keyifle okuyoruz, teşekkürler.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 10 Haziran 2018, 02:19:21
Doğrusu, yazmaya başlarken bu kadar uzun süreceğini hesaplamamıştım. Yazdıkça laf lafı açtı...
Sizleri de beklettim, bekletiyorum her bir yazım için, kusura bakmayın. Aslında Hulusi abinin yaptığı gibi önce tüm yazıları hazır edip sonra birer gün arayla yayınlasam daha mı şık olurdu, bilemedim...

Az kaldı. Kısmetse Bakırköy'deki yerine bağlayalım Sanda'yı hayırlısıyla da bu sezonun seyir planlarını yapalım :)

Hem öyle, hem de Kabatepe'den bir kaç mil bile olsa daha aşağı inmek ertesi günün yolunu kısaltacağı için işime geldi, Hulusi abi. Saros gerçekten çok güzel bir coğrafya!
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mehmet Atay - 10 Haziran 2018, 10:37:52
Valla açıkça ilk başta, bu kadar uzamasını yadırgamıştım.
Ama tüm yıla yayılması çok iyi oldu.
Kesintisiz ve keyifle izliyoruz.
2018 seyahatini hevesle bekliyoruz.
Keyfiniz daim olsun.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 13 Haziran 2018, 11:17:01
22 Ağustos 2017, Salı

    Denizlerde gün doğmadan kalkılır mı desem, erken kalkan yol alır mı desem bilemedim ama yine kör karanlıkta uyanıyorum. Aslında bakmasını bilene bu saatlerin de ayrı bir güzelliği var. İlginçtir, demir aldığımda saat yine 06:05’i gösteriyor. Ayarlasam bu kadar olmaz.

    Çanakkale Boğazı’nı çıkıp Marmara Denizi’ne girerken akşamdan beri kontrol ettiğim hava durumunu tekrar kontrol ediyorum. Değişen bir şey yok. Meteorolojiye göre Marmara’nın doğusu üzerinde oluşan bir alçak basınç merkezi tam üzerime doğru geliyor. Bu hızla ve bu yönde ilerlemeye devam ederse de öğlen saatlerinde tam üstümden geçecek. Aşağıya inerken de yine tam Gelibolu’da bir fırtına geçmişti üzerimden. Bu da rövanşı olacak zahir. Anlaşılan bugün beni epey yorucu bir seyir bekliyor. Allah’tan Sare’yi dün Çanakkele’de indirmişim.

    Rota 69 derece, istikamet Saraylar, mesafe 51 deniz mili. Aslında bugün Gelibolu’da, demirde yatıp havanın geçmesini de bekleyebilirdim ama çıkmayı tercih ettim. Tahminlere bakılırsa üstüme gelen hava 25-30 knot civarı, fırtına seviyesinde değil neticede. En fazla yorar, biraz dayak atar ama işte hepsi o kadar. Aslında kolayına olsa ne yelken yapılır da, yine tam kafadan esecek gibi, klasik!

    Pruvamda, ufukta Marmara Adası, sakin bir makine seyrindeyim yine. Adanın da 60 mil kadar ardında İstanbul. Buradan İstanbul görünmüyor belki ama İstanbul üzerinde olduğunu tahmin ettiğim kapkara bulutlar görünüyor. Bu bahsedilen hava olmalı. Çok enteresan, bulunduğum yerde yaprak kıpırdamıyor ama ufukta sıkıntılı bir havanın yavaş yavaş üzerime doğru geldiğini görebiliyorum.

    Saatler ilerledikçe o hava, yaklaşıyor, yaklaşıyor. İşte, şimdi de Marmara Adası üzerinden geçiyor. Birazdan benim üzerimden de geçecek diye hazırlık yapıyorum. Kayığın içini tekrar neta ediyorum önce, sonra yağmurluğumu giyip ana yelkeni ve cenovayı mendil kadar açıyorum. Birazdan da başlıyor gösteri…

    Sistem, üzerimden geçerken hafiften başlıyor esmeye, merkezine yaklaştıkça gerilimi arttırıyor. Tahmin ettiğimden daha sert değil. Poyraz yönünden, serin ve yağışlı bir hava. Dalgayı iskele baş omuzluktan rahat almak için birkaç derece sancak yapıyorum. Bir iki saate de sistemin içinden geçip çıkıyorum. O, arkamda Çanakkale’ye doğru ilerliyorken ben de Saraylar’a doğru yolun kabasını almış bulunuyorum. Sistem üzerimden geçip gidince geriye yine sakin bir hava kalıyor. Aşağıya inip bir kahve yapmanın zamanı geldi. Az sonra pulpitte kitap-kahve keyfine başlıyorum, sanki bir saat önce dalgalarla boğuşan ben değilmişim gibi!     

    Adanın kuzey kıyılarından sakince geçip 19:05’te epeyce yorgun, Saraylar’a demirimi funda ediyorum. (40.658677°, 27.670187°) Ne acıkmışım! Pratik bir yemek hazırlıyorum kendime, bir de demli çay şöyle. Yarın hava süt liman görünüyor. Bekle beni İstanbul…


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
https://www.youtube.com/channel/UC2qXJ2HTbU-vzq-I2Itq_IQ/videos?view_as=subscriber (https://www.youtube.com/channel/UC2qXJ2HTbU-vzq-I2Itq_IQ/videos?view_as=subscriber)

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 13 Haziran 2018, 15:50:27
Zevkle devam.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 27 Haziran 2018, 12:55:49
23 Ağustos 2017, Çarşamba

    Sakin bir sabaha uyanıyorum daha gün doğmamışken. Saraylar’ın, dün gece alargada kaldığım koyunda (40.658677°, 27.670187°) çarşaf gibi dümdüz denize bakıp sabah kahvemi yudumluyorum. Birkaç gündür sürekli seyir yapmak yordu ama bugün de sıkarsam dişimi akşama evdeyim inşallah.

    Çok oyalanmadan demir almalı! Kayığı neta edip demir aldığımda saat 06:05’i gösteriyor. İstikamet Bakırköy, rota 71 derece, mesafe 60 deniz mili. Haydi selametle…

    Hava, dünün aksine alabildiğine sakin. Dümen suyumda Marmaya’yı bir fermuar gibi ayıran sakin bir makine seyrindeyim. Fırsattan istifade, sükuneti kahve-kitap keyfiyle değerlendiriyorum. Laf aramızda, bütün kış okuduğum kitaptan kat be kat fazlasını bu seyirde okumuşum. Ne güzel! Keşke hava, son bir yelken yapma fırsatı verseydi bana ama hiç esmiyor mübarek.

    Yalnız seyirler, daha doğrusu yalnız yapılan tekne transferleri, bir kaç günden sonra sıkmaya başlıyor insanı. Şafakla yola çıkıp gün batana dek sürekli seyir yapınca insan, bir süre sonra kendisini etrafında uçan martılarla, nadir geçen gemilerle, pruvasında oynayan yunuslarla, hatta seyrettiği kayığıyla konuşurken buluyor. Daha uzun seyirler çok daha zor olmalı! Yaklaşık 10 ay süren bir seyir ile Kuzey Buz Denizini kendi inşa ettiği Altan Girl teknesi ile tek başına geçen Erkan Gürsoy’a sormuştum; yalnızlık zor olmadı mı diye. “Olmaz mı! Bir süre sonra halüsinasyon bile görmeye başlıyor insan…” demişti.

    Birkaç saat yol aldıktan sonra bakıyorum her şey yolunda, vakit geçsin diye seyir defterini alıyorum elime. Hangi etapta kaç mil yol almışız, neler yaşamışız, okuyorum baştan. Ne güzel seyretmişiz! Bakırköy’den başlayıp Çanakkale, Limnos, Thassos, Alexandroupoli, Saros, Çanakkale derken yine Bakırköy’e dümen suyumuzda 582 deniz mili, cebimizde hatıralar… Naçizane tavsiyem; bir kayığınız varsa eğer, hiç durmayın çözün palamarı, açılın enginlere…

    Öyle, böyle derken İstanbul pruvamda beliriyor işte. 31 gün süren seyrimizin sonunda, saat 18:45’te Sanda’yı Bakırköy’deki yerine bağlarken (40.974101°, 28.876864°) okyanus geçip de yuvaya dönen denizciler, son yanaşmalarında acaba neler hissediyorlardır diye düşünüyorum.

    Yuvana hoş geldin Sanda!


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

rotasanda.blogspot.com (http://rotasanda.blogspot.com)
https://www.youtube.com/channel/UC2qXJ2HTbU-vzq-I2Itq_IQ/videos?view_as=subscriber (https://www.youtube.com/channel/UC2qXJ2HTbU-vzq-I2Itq_IQ/videos?view_as=subscriber)

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Bülent Büyükdağ - 27 Haziran 2018, 15:03:17
Okyanus geçenlerden birini tanıyorum, "bir an önce geri dönmeliyim" diye düşünüyor.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mücahit Karabaş - 29 Haziran 2018, 13:00:42
Ahmet Reisim,

Tekrar kalemine sağlık. Bu yazılar, videolar ve blog Senin ve Sare Reis’in bize çok güzel bir hediyesi oldu. İkinizi ve Sanda’yı kutluyoruz. Teknene çok iyi bakıp uzun yolculuğa çok  iyi bir şekilde hazırladığın için ayrı bir övgüyü hak ediyorsun.

Teknemizle bu kadar uzak yerlere gidip geldiğimiz zaman hem kayığımıza, hem kendimize olan güvenimiz artıyor. Büyük bir iş başarmanın mutluluğu ile hayata bakışımız, diğer insanlara yaklaşımımız değişiyor. Hani bir laf vardır, bir insanı en iyi yolculukta tanırsınız diye. Deniz yolculukları en çok da kendimizi daha iyi tanımamızı, güçlü ve zayıf noktalarımızı görmemizi sağlıyor.

O kadar iyi bir sunum oldu ki neredeyse biz okuyucuları da birlikte götürüp getirdiniz. Hulusi Reis ve Sizin gezi anılarınızdan sonra bu sene gezi yazısı yazmaya çekineceğim galiba.  :)

Yeni maceralarınızı iple çekiyoruz. Pruvanız her daim neta olsun.    C:-)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Aziz Eryavuz - 04 Ekim 2018, 18:25:55
Sevgili Ahmet,
Bu yılki seyir defterinde biz de olacaktık. Sizinle seyir yapamadığımıza üzülmekle beraber yazını okurken berabermiş gibi hissettim, keyif aldım.
Gene keyifli seyirler yapın ve beraber de olalım başka bir sefere inşallah.  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 05 Ekim 2018, 13:48:07
Biliyorsunuz, birlikte seyir yapamadığımız için biz de o kadar üzüldük ki, abi...
İnşaallah yapalım mutlaka! Artık Ege mi olur, Atlantik mi olur kısmet diyorum :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Aziz Eryavuz - 21 Ocak 2019, 11:16:17
 :) ???
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mücahit Karabaş - 25 Şubat 2019, 16:54:16
Şimdi aldığımız bir habere göre Sanda'ya bir kardeş gelmiş. Ahmet ve Sare Ilgaz Reislerimizin kızları Azra, bugün öğleden sonra sağlıklı bir şekilde dünyamıza hoş geldi. Ilgaz Ailesini tebrik ediyorum. Mutlu, sağlıklı, analı babalı büyüsün.  :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mustafa Ertör - 25 Şubat 2019, 17:35:17
Allah sağlıklı,mutlu,uzun ömürler versin.Kutluyorum.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Zafer Dedeoğlu - 25 Şubat 2019, 18:06:15
Analı,babalı,Sağlıklı, mutlu büyüsün AZRA bebek
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Eyüp Oğan - 25 Şubat 2019, 18:31:22
Ne güzel bir haber..

Azra bebek uzun ömürlü olsun, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürsün..

Ahmet reis ve eşini de kutluyorum.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Necip Bulut - 25 Şubat 2019, 18:53:41
Kutlarım anne ve babayı. Bebeciğin bahtı açık olsun, analı babalı büyüsün, mutlu bir hayatı olsun.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Kaan Erdem - 25 Şubat 2019, 19:46:02
Kutlarız sağlıkla analı babalı  büyüsün.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 25 Şubat 2019, 21:18:46
Tebrikler, Allah analı babalı büyütmeyi nasip etsin.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: O.Utku Uçkan - 25 Şubat 2019, 23:02:28
Anne ve babayı kutluyorum. Sevdikleri ile birlikte sağlıklı ve mutlu bir yaşamı olsun inşallah. :)xx
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Hulusi Gülen - 26 Şubat 2019, 00:36:48
Tebrik ediyoruz. Anne ve Babası gibi denizci olur İnşaallah.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Erman Yerman - 26 Şubat 2019, 01:09:02
Ahmet Reisim, sizleri tebrik ederim..Azra'ya sağlıklı, huzurlu, mutlu bir hayat dilerim

SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi

Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Öcal Turan - 26 Şubat 2019, 01:12:20
Seni ve eşini kutluyorum Ahmet , Azra bebeğin Allah bahtını açık etsin . Sağlıklı ve mutlu bir ömür versin.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Mehmet Atay - 26 Şubat 2019, 09:12:11
Ilgaz ailesini yürekten tebrik ederim.
Azra’ya ailesi ile birlikte sağlıklı mutlu bir ömür dilerim.
Hoşgeldi -herşeye rağmen güzel- dünyamıza
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Kenan Biçen - 26 Şubat 2019, 12:15:24

Tebrikler.Allah analı babalı büyütsün.
Bir minik denizcimiz daha oldu.
Hoşgeldin minik miçomuz Azra.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: İlhan Güven - 26 Şubat 2019, 23:44:43
Azra'ya sağlıklı, mutlu ve uzun yıllar diliyorum. Hayırlı olsun.


Mobil cihazdan gönderildi.
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 28 Şubat 2019, 09:44:24
Merhaba dostlar. Minik bir denizcimiz oldu :) O kadar minik ki, bu sezonun en küçük denizcisi rekoru kesin bizde :)
İyi dilekleriniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum :)
Tatlı telaşeden mesajlara, aramalara hemen cevap veremedim. Kusuruma bakmayın lütfen.

Sezon bi açılsın, Azra ile seyre bi çıkalım, denizlerde görüşürüz kısmetse :)

 
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Kemal Gündüz - 06 Mart 2019, 15:24:24
Tebrikler , analı babalı büyüsün inşallah


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 08 Mart 2019, 00:05:19
Çok teşekkürler :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Deniz Akaltan - 11 Mart 2019, 17:33:17
Ne güzel, bir denici kızımız daha olmuş...

Sabır diliyorum öncelikle :) hem anneyi, hem de babayı gönülden tebrik ederim. İsmiyle yaşasın!
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 12 Mart 2019, 07:45:46
İyi dileklerini sunan, bir sebepten sunamamış olan herkese tekrar çok teşekkürler. Sağolun, var olun dostlar!

Ben bu baba olma işine geç dahil oldum. Üniversiteden sınıf arkadaşlarım var mesela, çocukları şu an üniversitede :) Neyse, bize de bu güne kısmetmiş. Geç olsun da güç olmasın :)

Ben bu kadar geç kalınca kızım bari hayatın güzelliklerine geç kalmasın diye, geçen cumartesi minik denizcimizi ilk kez kayığımıza bindirip seyre çıktık. Yelken bile yaptık :)

Burdan, kayıtlara geçsin diye söylüyorum; kendisi daha 12 günlük iken yelken yapmıştır  8)  8) 8)

Vatanına, milletine hayırlı evlat olsun inşallah!
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Hulusi Gülen - 12 Mart 2019, 08:31:51
Minik Azra'nın göbeğini denize at, deniz müptelası olsun.

Ben doğduğumda göbeğimi rahmetli dedeme vermişler, bir cami bahçesine gömsün diye. Benim denize olan müptelalığımı görünce rahmetli Ninem derdi ki, Deden senin göbeğini kesin denize atmıştır :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Ilgaz - 12 Mart 2019, 21:35:59
İyi fikirmiş, Hulusi abi :)
Başlık: Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
Gönderen: Ahmet Kabaalioğlu - 13 Mart 2019, 10:23:14
İyi dileklerini sunan, bir sebepten sunamamış olan herkese tekrar çok teşekkürler. Sağolun, var olun dostlar!

Ben bu baba olma işine geç dahil oldum. Üniversiteden sınıf arkadaşlarım var mesela, çocukları şu an üniversitede :) Neyse, bize de bu güne kısmetmiş. Geç olsun da güç olmasın :)

Ben bu kadar geç kalınca kızım bari hayatın güzelliklerine geç kalmasın diye, geçen cumartesi minik denizcimizi ilk kez kayığımıza bindirip seyre çıktık. Yelken bile yaptık :)

Burdan, kayıtlara geçsin diye söylüyorum; kendisi daha 12 günlük iken yelken yapmıştır  8)  8) 8)

Vatanına, milletine hayırlı evlat olsun inşallah!

Süpermiş, kırk uçurmaya da tekneye götürürsün artık. Benim teknem burada olsaydı bana gelirdiniz.