Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Sanda'nın Seyir Defteri

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#90: 10 Nisan 2018, 07:38:25
15 Ağustos 2017, Salı

    Geceyi korunaklı bir limanda geçirmenin konforuyla uyanıyoruz bu sabah. Limanın içi oldukça sakin ve tenha. Şöyle bir etrafıma bakıyorum da sabah kahvemi yudumlarken, epeyce geniş bir liman Limenas. Mendireğin uzak ucunda tanıdık bir yelkenli dikkatimi çekiyor, Shiraz. Önce Limanaria’da sonra da Aliki’de birlikteydik Shiraz’la. Burada da rastlaşacakmışız demek ki.

    Hızlıca bir kahvaltı sonrası hazırlanıp çıkıyoruz. Sanda’yı burada dinlenmeye bırakıp mendireğin hemen dışındaki iskeleden kalkan bir feribota atıyoruz kendimizi. Yolculuk Kavala’ya… Neden feribotla? Bir iki gecedir alargada sallanmaktan rahatsız olan ikinci kaptanı bir de Kavala’ya kadar yormamak için. Ayrıca Kavala buradan 17 deniz mili; Feribotla 1,5 saat Sanda’yla 3,5.

    Saat 10:00 gibi Kavala’dayız. Sokaklar bomboş! Bu saatte siesta da olmaz!? Boş sokaklarda keşif turuna çıkıyoruz önce. Büyükçe bir meydanda bir turist danışma bürosu görünce dalıp “Turistiz biz, danışmaya geldik” diyoruz. Kibar bir bey ilgileniyor bizimle. Şehrin en tarihi, en turistik yerlerini harita üzerine işaretleyip veriyor. Ayrıca sokakların neden bu kadar boş olduğunu da anlatıyor. Meğer bugün, Meryem Ana’nın ruhunun göğe yükseldiği günün yıldönümü olduğundan tüm Yunanistan’da bayram olarak kutlanan bir gün, ayrıca resmi tatil imiş.

    Elimizde harita olunca bilinçli bir şekilde gezmeye başlıyoruz şehri. Tarihi mekânlar deyince tabii ki en başta şehrin kalesi geliyor. Biz de kaleye doğru yürümeye başlıyoruz. Yolumuzun üstüne çıkan bir kiliseyi de ıskalamıyoruz; Saint Nicolas Kilisesi. 1530’da Pargalı İbrahim Paşa adına Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. 1926 yılına kadar İbrahim Paşa Camii adı altında hizmet veren yapı sonra kiliseye çevrilerek Saint Nicolas Kilisesi adıyla kullanılmaya başlanmış. Kavala 1387 ile 1912 yılları arasında Osmanlı toprağı imiş. Öyle olunca da birçok eser kalmış Osmanlıdan…

    Şehrin hâkim tepesine çıkan dar sokaklarda buram buram tarih soluyarak çıkıyoruz kaleye doğru. Sağlı sollu butik pastanelerden taşan sıcak Kavala kurabiyesi kokusuna kayıtsız kalmak ne mümkün! Tadına bakmadan geçmiyoruz biz de. Tırmanılacak yokuş kalmayınca kale de karşımıza çıkıyor. Giriş 5 euro. Bizans döneminde yapılmış kale Osmanlılar tarafından restore edilerek kullanılmış yüzyıllarca. Kaleden tüm şehri görmek mümkün. Hele en yüksek burcuna çıktınız mı, şehrin başladığı yerden tutun da, yüzyıllar boyu şehre su taşımış muhteşem su kemerlerinden ufuktaki Thassos adasına kadar her şey ayaklarınızın altında.   

    Kaleden aşağı inerken şehrin simge yapılarından birine daha rastlıyoruz; İmaret. Bu yapı Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından, doğduğu şehre bir vefa borcu olarak yaptırılmış. Yıllarca aşevi ve medrese olarak hizmet etmiş olan yapı sonradan Mısırlı bir iş adamı tarafından satın alınıp lüks bir otel haline getirilmiş.

    İmaret’ten biraz ilerde ise, Mehmet Ali Paşa’nın evi, yemyeşil ve bakımlı bir meydanı büyük ve tarihi bir kilise ile paylaşıyor. Paşanın evinin önünde, kendisini at sırtında kılıcını kınına sokarken tasvir eden bir heykeli bulunuyor. Aslen Kavalalı olan paşa, uzun yıllar Mısır valisi olarak görev yaptığından, kılıcını çekmiş savaşa giderken tasvir edilmiş bir başka heykeli de Mısır’da bulunmaktaymış.   

    Tarihi yerleri gezerken dönüş feribotunu kaçırmayalım diye iskeleye uğrayıp sefer tarifesini kontrol ediyoruz. Dönüş feribotu Limenas’a değil Ormos Prinou’ya gidiyor. Ordan Limenas’a 15 km’lik bir yolumuz var. Otobüs varsa ne âlâ, yoksa bir taksiye atlayacağız. Dönüş için daha epeyce vaktimiz varmış.

    Sahil boyundan yürümeye başlıyoruz, biraz da doğal güzelliklerini görelim Kavala’nın diye. Kafeler, restoranlar birkaçı hariç hep kapalı. Birine girip güzel bir yemek yiyip biraz da dinleniyoruz. Malum ya; yorulmanın adını gezmek koymuşlar. Sonra yine, altını üstüne getirene dek arşınlamaya başlıyoruz Kavala sokaklarını, caddelerini. Gezmenin hakkını veriyoruz… 

    Vakit gelince dönüş için feribota biniyoruz. Arabalı feribotta bizim gibi yaya yolcular da var, arabasıyla olan da. Günün yorgunluğu Sare’yi feribot koltuğunda yakalamışken, bir yandan denizi bir yandan insanları seyrediyorum. Hemen arkamda konuşulan Türkçe dikkatimi çekiyor. İki çocuklu bir aile Thassos hakkında konuşuyor. Acaba nerelerini gezmeli, nerelerini görmeli, nerde kalmalı, nerde yüzmeli… İstemeden kulak misafiri olunca dönüp muhabbetlerine dahil oluyorum. Thassos’u biliyor olmam çok ilgilerini çekince elimdeki harita üzerinden adayı tanıtıyorum kendilerine. Birazdan Sare de uyanıp ortak oluyor ayrıntılı Thassos brifingime! Akıllarına ne gelirse soruyorlar, cevaplıyoruz taze bilgilerimizle. Gönüllü turizm elçileri gibiyiz! İnsanlara faydalı olmak ne güzel…

    Feribot yanaşırken arabalarına buyur ediyorlar bizi. Ne kadar teşekkür de etsek “Zaten biz de oraya gidiyoruz” deyip bizi limana bırakmakta ısrar ediyorlar. Onbeş dakika sonra, limanda bizi bekleyen Sanda’dayız…

(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

www.rotasanda.blogspot.com
www.youtube.com/watch?v=8ic1rBW2J7s
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#91: 13 Nisan 2018, 20:18:27
16 Ağustos 2017, Çarşamba

    Her güzel şeyin bir sonu var elbet. Bu seyrin de sonu geliyor yavaş yavaş. Vizelerimiz bitiyor. En geç cuma günü Yunan’dan çıkış yapmalıyız. İçimiz biraz buruk bu yüzden…

    Dün Kavala’yı baştan başa gezip bir iki fotoğrafı da sosyal medyada paylaşınca, yıllardır görüşemediğimiz bir arkadaşımızdan bir mesaj geldi. Onlar da dört kişi Thassos’a gelmişler. Tesadüfün iğne deliği! Akşam için sözleştik, buluşacağız…

    Thassos’taki son günümüz, iyi değerlendirmeli. Kahvaltı hazır olana kadar su ikmali yapıyorum. Tanklarımızı dolu tutmak önemli. Kahvaltıdan sonra da Limenas’ı geziyoruz biraz daha. Dün gece de epeyce gezmiştik, biliyoruz artık her yerini. Öğle sıcağı basmadan market alışverişini de yapıp kumanya ikmalini hallediyoruz.

    Yapılacak işler hallolduğuna göre bu sıcak havada kendimizi serin sulara atmayalım da ne yapalım! Hemen açıyoruz haritamızı, Thassos’un en popüler plajlarından La Scala Beach sadece 1,8 deniz mili mesafede olunca halatları çözüveriyoruz. Yarım saat olmadan La Scala Beach önüne demirlemiş, kendimizi serin sulara atmışız bile. (40.784370°, 24.672444°) Görünüşe bakılırsa burası diğerlerine göre biraz daha “beach club” havasında bir mekan. Kiralık jet ski ile gazlayanlar, kumsalda cibinlikli localar, küçük şemsiyeciklerle servis edilen havalı kokteyller, yüzünde epeyce bir makyaj olduğundan denize girmeyip plajda salınan kızlar…         

    Akşama kadar denizin tadını çıkartıyoruz. Tam “artık dönsek mi” derken hava ufaktan esmeye başlıyor. Demiri toplayıp limana dönene kadar hava bindirdikçe bindiriyor. Yerimize aborda olup bağlandıktan hemen sonra ise iyiden iyiye patlıyor! Bir yandan koltukları kontrol ediyorum, bir yandan açmazlar ilave ediyorum Sanda’yı emniyete almak için. Havadan kaçıp limana sığınmaya gelen bir iki tekneye yardım ediyoruz, önümüzde bağlı Alman bayraklı teknenin sahibiyle. O da havadan kaçmış. Teknelerimize bakarak olurken sohbet ediyoruz ayak üstü. Aslında Yunan’mış ama yıllardır Almanya’da yaşıyormuş. Bütün kış “acı vatanda” çalışırken yaz gelse de memleketimin güzel coğrafyasında bir güzel gezsem diye bekleyen Almancılarımız gibi yani…

    Bir kaç saat sonra hava sakinleyince randevu saatimize hazırlanıp Akgün’leri bekliyoruz. Ama Akgün aynı Akgün! Saatlerce bekletiyor yine. Bahanesi hazır nasılsa: kızlar hazırlanamadı bir türlü!

    Sahildeki tavernalardan birine oturuyoruz, soframız kuruluyor. Akgün ve eşi Betül, arkadaşları Tolga ve Didem ile üç günlüğüne gelmişler Thassos’a. Arabayla olunca üç günlük de gelinir tabii, biz üç günde Çanakkale’den çıkamıyoruz deyince, şaşırıyorlar. Tekneyle, denizlerde olmakla ilgili konuşuyoruz epeyce. Merakla sorular soruyorlar bir sürü. Sonra “Zor işmiş bu! Hem vaktimiz mi var ki! Bize göre değil…” diye kestirip atıyorlar.   

    Bi hesaplıyoruz, yedi yıl olmuş Akgün’le görüşmeyeli. Gerçekten ayıp! Sen hayat gailesinden en yakın arkadaşlarınla bile yıllarca görüşeme, sonra elin adasında denk gel! Hayat ne garip! Sözler veriliyor karşılıklı, daha sık görüşeceğiz bundan böyle, diye. Hadi inşallah!

    Masadaki herkesin kafalar uyuşunca muhabbet de uzayıp gidiyor, keyifle. Aslında bıraksak sabaha kadar da uzar ama şafakla palamarı çözmemiz lazım…         


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

rotasanda.blogspot.com
https://www.youtube.com/results?search_query=sanda%27n%C4%B1n+seyir+defteri
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 1165
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#92: 25 Nisan 2018, 19:01:27
Sanda'nın Seyir Defteri aynı isimle Youtube'da ve 12 bölümlük güzel bir belgesel olmuş. Oradan takip etmenizi de tavsiye ederim.

3. Numaralı videoda yunusların karşılamasını seyretmeye doyamadım. Canım sıkıldıkça videoyu seyrediyorum.
Emek verenlerin eline sağlık.

  • IP logged

  • *
  • İleti: 1240
  • Selamlar
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#93: 25 Nisan 2018, 19:20:48
Sanda'nın Seyir Defteri aynı isimle Youtube'da ve 12 bölümlük güzel bir belgesel olmuş. Oradan takip etmenizi de tavsiye ederim.

3. Numaralı videoda yunusların karşılamasını seyretmeye doyamadım. Canım sıkıldıkça videoyu seyrediyorum.
Emek verenlerin eline sağlık.



Çok teşekkürler bu güzel paylaşımlar için


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#94: 25 Nisan 2018, 22:25:00
Vakit ayırıp izleyenlere, okuyanlara teşekkürler...
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4254
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#95: 26 Nisan 2018, 00:46:07
Biz teşekkür ederiz Ahmetcim
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 1541
  • Bilen bilir
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#96: 26 Nisan 2018, 09:37:54
Vakit ayırıp izleyenlere, okuyanlara teşekkürler...


Klavyene sağlık kaptanım :)xx

Bize lazım olan işte bu nezaket. ;)
  • IP logged
DeDe

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 1178
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#97: 26 Nisan 2018, 11:51:56
Teşekkür ederim çok seviyorum bu tarz yazıları okumayı
  • IP logged

  • *
  • İleti: 1649
    • instagram
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#98: 26 Nisan 2018, 16:38:27
Ahmet reisin yazısı buraya düşünce ilk işim youtube paylaşımlarına bakmak oluyor..
İçimizi ferahlatıyorsunuz sağolun...

SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi

  • IP logged
Akdenizli, Balıkçı

  • *
  • İleti: 629
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#99: 27 Nisan 2018, 00:06:00
Çok keyifle, bir nefeste okunuyor. Elinize sağlık, teşekkürler !  :)xx
  • IP logged

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#100: 18 Mayıs 2018, 12:40:14
17 Ağustos 2017, Perşembe

     Sabahın kör karanlığında kalkıyorum yine, uzun seyirlerde her zaman yaptığım gibi. Yoksa varılmıyor! Bir yandan kayığı neta ediyorum halatları çözmeden önce, bir yandan da seher vaktinin güzelliğinin, sükûnetinin anını yaşıyorum. Her güzel şeyin bir sonu var dedik ve işte iki haftadır doyasıya gezdiğimiz bu güzel adadan, Thassos’tan ayrılmanın vakti de geldi çattı. Seher vaktinin serinliğinde ayrılıyor oluşumuzdan Thassos’luların haberi bile yok belki, ama bu güzel adaya veda edişimizden dolayı benim de, kamarada mışıl mışıl uyuyan Sare’nin de yüreğimiz biraz buruk…

     Üç gündür bağlı olduğumuz Thassos’un ana limanı Limenas’tan (40.781207°, 24.707069°)  saat 06:15’te avara oluyoruz. Dün epeyce aradık, taradık ama limanda bağlama ücreti verebilecek bir yer bulamadık. Kimse de gelip istemedi. Yani bağlama ücreti yok! İstikamet Maroneia kasabası sahilinde gözümüze kestirdiğimiz Ag. Charalampos adında küçük bir balıkçı barınağı. Rotamız 81 derece, mesafe 39 deniz mili. Haydi selametle!

     Dün akşam bir ara patlayan havadan eser yok çok şükür. Ama yelken yapacak hava da yok maalesef.  Mecburen makine seyrindeyiz. Belki bu sefer olur, yolunu şaşıran bir balık vurur diye rapalayı suya bırakıyorum. Sabah kahvemi yudumlarken bir yandan Sanda’nın suyu yarışını izliyor bir yandan da düşüncelere dalıyorum. İnsan denizde, hayatın hayhuyundan uzaktayken kendini dinleyebilecek zamanı oluyor! Çok da iyi geliyor bu kendini dinlemeler. Ne kadar önemsiz şeylere üzüldüğünü, sahip oldukları için ne kadar şanslı olduğunu daha iyi anlıyor insan. Ve daha birçok şeyi…

     Birazdan ikinci kaptan uyanınca keyifli havuzluk sohbetlerinden birine başlıyoruz. Dalga yok, keyifler yerinde. Yol aldıkça muhabbet yerini kahve-kitap ikilisine bırakıyor, okudukça yol alıyoruz…

     On saatlik sakin makine seyrinin ardından 16:15’te bağlanıyoruz Ag. Charalampos balıkçı barınağına. (40.876483°, 25.508256°) Limana girince hemen iskele tarafımızdaki mendireğe aborda oluyoruz. Limanın güney yarısında eski mendireğin döküntüleri olduğundan o tarafa hiç yanaşmamalı. Burası tam bir balıkçı barınağı. Etrafta köy falan yok, bir iki tane bina var sadece. Hemen arkamızda olanca heybetiyle bir gırgır teknesi, karşıda bir iki küçük balıkçı kayığı…

     Meraklı gözlerle etrafı izlerken meraklı bakışların da muhatabı oluyoruz. Buraya yelkenli gezi tekneleri çok sık uğramıyor anlaşılan. Hele de Türk bayraklı olanları! Hemen yanımıza minik arabalarıyla bir Yunan çift gelip oltalarını mendireğin arkasından denize atıyorlar. Selamlaşıyoruz. Yanlarındaki 4-5 yaşlarındaki oğullarını çekirdekten yetiştirdikleri belli. Belki de bu yüzden balık yakalayamıyoruz. Bize, bu yaşımıza kadar kimse öğretmedi ki balık yakalamayı. Denizlere çıkmaya başladığımızdan beri binlerce mil rapala çektik ardımızdan. Sonuç sıfır! Bir tanecik bile mi yakalayamaz insan!

     Az sonra resmi bir araç yanaşıyor yanımıza. Polis aracı gibi. İçinden üniformalı bir bayan memur inip yanımıza geliyor. Kibarca selam veriyor önce, sonra nerden gelip nereye gittiğimizi, kaç kişi olduğumuzu soruyor. Sonra da, evraklarımızı bile sormadan “İyi akşamlar, iyi yolculuklar” deyip gidiyor.   

     Biraz yorgunluk attıktan sonra güzel bir sofra kuruyoruz havuzlukta. Yanımızda balık tutan çifte ve küçük balıkçıya da bir şeyler ikram ediyoruz ama İngilizceleri olmadığından muhabbet edemiyoruz.

     Hava karardıktan sonra heybetli gırgır teknesi sortilerine başlıyor. Sabaha kadar gidip gidip geliyor. Balık var demek ki… 
   


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

rotasanda.blogspot.com
https://www.youtube.com/channel/UC2qXJ2HTbU-vzq-I2Itq_IQ/featured
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#101: 21 Mayıs 2018, 02:13:17
18 Ağustos 2017, Cuma

    Ne gırgır teknesiymiş arkadaş, sabaha kadar dur durak bilmeden çalıştı. Öyle olunca benim payıma da sabaha kadar yatakta dönüp durmak düştü! Uyku, muyku hak getire… Oysa Sare ne güzel uyuyor. Bugün Yunan’dan çıkış yapmak için son günümüz. En yakın çıkış limanı Alexandroupoli 21 deniz mili. Bir an önce yola revan olmalı deyip 06:15’te çözüyorum palamarı Ag. Charalampos balıkçı barınağından. Zaten bu liman malum gırgırla Sanda’ya dar gelmişti. Alsın, tepe tepe kullansın…

    Liman ağzından çıkar çıkmaz rapalayı denize bırakıyorum. Gırgır fazla mesai yaptığına göre burada balık bol olmalı. Belki de şeytanın bacağını kıracağımız gün bugündür, kim bilir! Henüz bir iki mil yol almışken bir cırlama ile irkiliyorum. Daha önce duyduğum seslere benzemeyen bir ses bu. Ne oluyor diye etrafa bakarken o da ne?! Aman Allah’ım bu gerçekten de oltanın kaloma sesi! Bir balık vurdu galiba sonunda! Şaşkınım! Sevinçten çığlık atasım var ama kamarada uyuyan ikinci kaptanı uyandırmayayım diye içimden atıyorum yıllardır atmayı beklediğim sevinç çığlıklarını. Allah’ım! Sonunda biz de bir balık yakaladık galiba!

    Ben sessizce sevinirken kalomanın cırlama sesine Sare koşup geliyor. Heyecanla soruyor “Balık mı vurdu?”  İkimiz de şaşkın, ikimiz de mutlu… Makineyi boşa atıp oltayı toplamaya koyuluyorum. Hiç de kolay olmuyor oltayı toplamak. Büyük bir balığa benziyor. Epeyce uğraştırıyor ama olsun varsın. İlk balığımız bu ne de olsa. Kurtulup kaçmadan kayığa alabilsek bari. Yoğun çabalarım sonucunda toplamayı başarıyorum başarmasına ama sonu hüsran, sonu hayal kırıklığı, sonu buruk acı! Bizim rapalaya vuran balık değil bir martıymış meğer. Çekene kadar da telef olmuş maalesef. İçim acıyor resmen! Özür dilerim martıcık!

    Güneş yükselmeye başlayınca mutedil bir rüzgâr eşlik etmeye başlıyor bize. Fırsat bu fırsat yelkenleri fora ediyoruz. Makineyi de susturunca seyir keyfe dönüveriyor bir anda. Sanda kuğu gibi süzülmeye başlıyor engin maviliklerde… 

    Birkaç saate Alexandroupoli beliriyor pruvamızda. Liman ağzından giriyoruz. Mendirek içinde gidiyoruz, gidiyoruz ama varamıyoruz bir türlü. Bir mil uzunluğunda mendirek mi olur! Sonunda varınca eski barınağın hemen dışındaki rıhtıma saat 10:40’ta aborda oluyoruz. (40.843255°, 25.879443°) Rıhtım epeyce yüksek olunca kayıktan rıhtıma atlamak yerine zıplamak zorunda kalıyoruz. 

    Öğle paydosu olmadan çıkış işlemlerimize başlamak için vakit kaybetmeden “Port Authority” binasına gidiyoruz. Burda Liman, Gümrük ve Polis aynı yerde değiller. Ama araları yürüme mesafesi. İşler Myrina’daki kadar hızlı olmuyor ama sıkıntı da vermiyor. Sadece limana bağlama ücreti olarak 4,5 Euro ödüyoruz başka bir ücret yok. Öğleden sonra tüm işlemleri hallediyoruz. Artık resmen Yunan’dan çıkmış durumdayız.

    Önce çıkış yapalım filan derken kumanya ikmaliyle ilgilenemedik. Çıkış işlemlerimizi resmen tamamlayan memura, çekinerek market alış verişi yapabilir miyiz diye soruyoruz. “Tabii, ne isterseniz alın ama gece yarısından önce Alexandroupoli’den ayrılmalısınız” diyor. Biz sadece market için sormuştuk, bu kadar müsaade edecekleri aklımıza bile gelmemişti doğrusu. Türkiye’de olsa çıkış işlemlerinden sonra limanın kapısından dışarı salmazlar! Madem öyle şehri bir gezelim diyerek atıyoruz kendimizi Alexandroupoli sokaklarına.

    Akşam olmadan memlekete varmamız gerektiğinden çok fazla gezemiyoruz tabii. Alışverişimizi yapıp biraz da turladıktan sonra sahilde bir restoranda bir şeyler yiyoruz. Sonra limana dönüp halatları Yunan’dan son kez çözüp Saros körfezine doğru dümen tutuyoruz. 

    Ama bu sefer makine seyriyle değil mis gibi yelken yaparak. Biz işlemleri yaparken üzerine koyan rüzgârın koynunda memlekete doğru süzülüyoruz keyifle…   

   
(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)


rotasanda.blogspot.com
https://www.youtube.com/watch?v=C_C8YOJCfOo
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#102: 27 Mayıs 2018, 17:50:21
 19 Ağustos 2017, Cumartesi

    Sabah ezanına uyanıyorum. Özlemişim! Yunan sularında yirmi günün ardından memlekete hoş geldik!  Dün akşam, Alexandroupoli’den çıkış yapıp 21 deniz mili seyrin ardından Sultaniçe balıkçı barınağının ortasına demirlediğimizde hava kararmak üzereydi. (40.592765°, 26.124393°) Sabaha memlekette uyanmak iyi hissettiriyor.

    “Yolumuz uzun” deyip gün doğmadan demiri topluyorum. Buradan güneye, Çanakkale’ye dümen tutmalıyız aslında ama denizlerde olmanın verdiği heyecanı bizimle paylaşan, bizi ısrarla yazlığına davet eden aile dostumuz Günay abinin davetine icabet etmemek olmaz deyip Saros körfezinin en doğusuna kırıyoruz dümeni. Mesafe 25 deniz mili.

    Sakin bir makine seyrinde kitabıma dalmışken ikinci kaptan mahmur gözlerle çıkageliyor. Uykular alınmış, yüzler gülüyor maşallah. Bazen düşünüyorum da; denizlerde olmak çok güzel, çok keyifli. Ama şu kayıkta yalnız olsam ne anlamı olurdu ki! Çok şükür eşten yana şanslıyım ben!

    Kahve, sohbet derken varıp saat 12:00’de demirimizi funda ediyoruz yazlık sitelerin kıyısına. (40.637605°, 26.667223°) Günay abi de gelmiş, sahilde bizi bekliyor. Çok bekletmeyelim diye hızlıca hazırlanıp botla yanaşıyoruz sitelere ait, tatilciler denize kolay girebilsin diye yapılmış üç iskeleden birine. Günay abilerin yazlığı Melodikent sitesinde, sahile bir kilometre, arabayla iki dakika. Eve varınca hoşbeşten sonra uzun süredir denizlerde mahrum olduğumuz bol suyla bol köpüklü, sıcak banyo keyfi yapıyoruz. Denizde imkânlar kısıtlı. Ama denizde olmak insana imkânların değerini, kaynakları doğru kullanmayı, israfın önüne geçmeyi, doğaya saygıyı, problem çözmeyi, analitik düşünmeyi ve daha birçok şeyi öğretiyor.

    İkindi gibi Günay abi ve siteden bir komşusu ile birlikte, akşama mangala atacağımız (!) balıkları tutmak üzere Sanda’yla balığa çıkıyoruz. Bizim bu konuda ne kadar bahtsız, ne kadar acemi olduğumuzu söyledik defalarca ama tabiri caizse “siz bize oynayın…” diyorlar. Hedef adası civarında oltaları Sanda’nın kıçından sallandırıyorlar. Bir deneme, iki deneme… Acaba biraz daha şu tarafa mı gitsek? Orada birkaç deneme… Allah, Allah neden olmuyor ki! Derken ilk balık vuruyor. Heyecanla çekiyoruz, ama o da ne, trakonya imiş maalesef. Çarpılmamak için dikkatlice çıkartıp salıyoruz denize. Biraz bu tarafa mı sürüklendik, nedir? Aksi yönde yol veriyoruz makineye. Hah işte tam burasıydı hep tuttuğumuz yer… Birkaç deneme daha. Ama bir iki tane daha trankonyadan başka balık vurmuyor oltalara. Olmuyor, olmuyor!  Elimiz boş dönüyoruz, çaresiz…

    Yine aynı yere, ama bu sefer daha bir özenle demirliyoruz Sanda’yı. Hava çok esmiyor ama yine de itinayla döşüyoruz zinciri. Dalıp çıpanın durumunu da kontrol ediyoruz mutat olduğu üzere. Gece sorun olmasın da!

    Eve dönüyoruz ama akşam yemeğinde balık olamayınca mangalla uğraşmak da gelmiyor içimizden. “Olsun” deyip balkona kuruyoruz soframızı mis gibi. Denize nazır yemek, çay, muhabbet… Günay abi bize iyi bakıyor. Hele ertesi sabah kurduğu kahvaltı sofrasında bir kuş sütü eksik. Kahvaltı keyfinden sonra  “Yedi kaçtı gibi olmasın ama yolumuz uzun” deyip müsaade istiyoruz. Ama gitmeden önce bahçedeki salıncağın da hakkını veriyoruz…

    Sanda bıraktığımız yerde sakince bizi bekliyor. Demiri toplayana kadar saat 11:20 olmuş bile. Çanakkale 60 deniz mili. Hava kararmadan varamayacağımıza göre araya bir durak daha koymalı. Geceyi Gökçeada’da mı geçirsek, ana kara sahilinde mi? Neyse, biraz yol alalım da duruma göre bakacağız artık…

    Hava sıfır, deniz sütliman. Makine seyrindeyiz. Çarşaf gibi dümdüz Saros körfezini, dümen suyumuzda bir fermuar gibi açarak yol alıyoruz. Koca körfezde Sanda’dan başka yelkenli yok. Sakin sakin seyrederken yolun yarısında bir yunus sürüsü karşılıyor bizi. Pruvamızda Sanda’yla vals yapmaya başlıyorlar adeta. Denizin yüzeyi o kadar pürüzsüz olunca yunusların her hareketi cam gibi görünüyor. Çok güzel yaratıklar şu yunuslar. Sadece yanı başınızda belirmekle bile insanı öyle mutlu ediyorlar ki! Hayranlıkla izliyoruz bizim için yaptıkları gösteriyi.

    Büyükkemikli burnunu bordalayınca mürettebatta açlık emâreleri görülmeye başlanıyor. Bugünlük yeter deyip Anafartalar limanında mı demirlesek? Ama yarın mesâi bitmeden Çanakkale’den giriş işlemlerini tamamlayabilmek için mümkün olduğunca erken bir saatte orda olmalı. Biraz daha yol alsak iyi olacak gibi. Hem hava da oldukça sakin. Haritaya göre, Gökçeada’ya gidip yolu uzatmadan Kabatepe’den güneyde demirlenebilecek yerler mevcut.

    Bir mil, bir mil daha derken 38 deniz mili yol aldıktan sonra saat 19:05’te, haritadan bakıp seçtiğimiz Çam koyunda 5 metreye demirliyoruz. (40.181141°, 26.258774°) Aslında buraya koy denmez ama haritaların yalancısıyız.

     Bu gece erken yatmalı. Yarın bürokrasiyle imtihanımız var! 


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)


rotasanda.blogspot.com
https://www.youtube.com/watch?v=Q31th3WZEcQ&t=5s
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#103: 08 Haziran 2018, 23:38:15
21 Ağustos 2017, Pazartesi

    Yine gün doğmadan kalkıyorum. Bir uyandırma kahvesinin ardından hazırlıkları tamamlayıp demir aldığımda saat 06:05’i gösteriyor. Çanakkale’ye 23 deniz mili yolumuz var. Bir an önce varıp giriş işlemlerine başlamalı. Allah vere de bürokrasiye takılıp yarına kalmasak!

    Aşağı, Çanakkale boğazına doğru makine seyrindeyiz. Maalesef rüzgâr bize yelken yapma şansı tanımıyor bir süredir. Aldığımız tüm yolun ancak üçte birini motor kullanmadan, sadece yelkenle alabiliyoruz. Her yere yelkenle gidebilenlere çok imreniyorum doğrusu. Yelken yapmak gerçekten çok keyifli çünkü! Biz ne zaman yola çıksak ya rüzgâr olmuyor, ya da kolayımıza olmuyor. Bir arkadaşımın dediği gibi; “Ben ne zaman denize çıksam, canına yandığımın rüzgârı hep kafadan, hep kafadan!”

    Aslında vakti olan için her yere yelkenle gitmek de mümkün. Hele de Ege gibi rüzgârı bol bir denizde… Ama uygun rüzgârı bekleyecek vaktiniz olacak. “Bu gün yok mu? Ne gam! Acelemiz yok, yarını bekleriz” diyebileceksiniz. Yetişmeniz gereken bir şeyler olmayacak. Hayatı, bir an önce varılması gereken bir menzil gibi değil, tadına varılacak bir yolculuk gibi değerlendirmeli insan.

    Birazdan “yol arkadaşım” da uyanıp havuzluktaki yerini alıyor. Sohbet, muhabbet yol alıyoruz aheste. Boğaza girip, “Bir hilâl uğruna batan güneşler” anısına dikilen abidenin önünden geçerken boğazımıza bir şeyler düğümleniyor. Abideyi selamlıyoruz, saygıyla, minnetle, rahmetle…

    Yeri gelmişken bir inceliğin altını çizmeden geçmeyelim;
“Gemi seyir defterine jurnal denir. Gemi seyirde ya da limandayken gemi ile ilgili tüm bilgiler jurnale kaydedilir. Geminin rotası, hızı, geldiği/gideceği liman, vardiya değişimleri, hava durumu ve benzeri bilgiler kayıt altına alınır. Kanal, boğaz ve sığ sularda ise sürekli güncellenir. Mesela, Kilitbahir bölgesi geçildiğinde “Saat 15.30 itibariyle Kilitbahir geçildi” veya “05.00 İstanbul Boğazı geçildi” diye yazılır. Bu tüm dünyada böyledir. Çanakkale hariç! Çanakkale Boğazı seyri tamamlandıktan sonra jurnale  “Saat 21.30 Çanakkale çıkıldı” ya da “Saat 21.30 Şehitlik Abidesi 2 milden selamlandı” yazılır. Çünkü herkes bilir ki “Çanakkale geçilmez!”
       
    Çıkmaya başlıyoruz biz de… Her manâda… Buradan sonrası yokuş yukarı çünkü. Hızımız, akıntıdan dolayı 1 - 1,5 mil düşüyor. Allah’tan bugün yine çok değilmiş akıntı, daha kötülerini de görmüştük. Hatta, bir yerde okumuştum, “… Sahildeki ağaçların büyüyüşüne tanık olunca teknemin motorunu daha büyüğüyle değiştirmenin vaktinin geldiğini anladım!” diye tarif ediyordu Çanakkale yokuşunu…

    Çanakkale limanına girmeden hemen önceki iskelede sergilenmek üzere bağlı bulunan, yüzen tarih Nusret mayın gemisini de selamlıyoruz. Bağlandığımızda saat 12:20 olmuş bile. (40.152267°, 26.404164°) Evraklarımız yanımızda, acele ile giriyoruz marina ofisine. Çıkışta bir nüshasını doldurduğumuz transit log’un diğer nüshasını dolduruyoruz bu sefer. Çıkarken ayrı ayrı onay aldığımız liman, gümrük ve polis işlemlerine ek olarak yurda girerken bir de sağlık onayı almamız gerek. Polis ofisi marinanın içinde, diğer üçünün de burada olması lazım ama maalesef! Telefon ediyoruz ilgili memurların marinaya gelmesi için. Liman ve gümrük memurları çok bekletmeden gelip işlemleri yaptıktan sonra onay imzalarını atıp gidiyorlar. Ama sağlık memuru “araç yok” diye gelmiyor. “Nerede bu sağlık bürosu, biz gidelim o zaman”.  Marina görevlisi “Siz daha yurda giriş yapmadınız. Marinanın kapısından çıkamazsınız.” diyor. İyi o zaman, biz çıkamıyorsak sağlık memurunun gelmesi lazım! Bir daha arıyoruz, cevap aynı; “Araç yok, gelemiyorum…”
 
    Bu işte bir terslik var! Bizim yurda girmemiz için sağlık memurunun bizim bulaşıcı hastalık taşımadığımıza dair onay vermesi lazım ama sağlık memuru deniz hudut kapısı olan marinada hazır bulunması gerekirken bulunmadığı gibi, gelmesi için aradığımız halde aracım yok deyip gelmiyor da! Biz gidelim? Olmaz! O gelsin? Olmaz! Peki ne olacak o zaman? Marina çalışanı “Ben sizin evrakları sağlık memuruna götürüp onayınızı alayım” diyor, “…maksat işiniz hallolsun!”  Tabi bu “iyiliğin” de bir bedeli olacak; 150 TL.

    Kayıtla, kürekle uğraşmak yerine veririm evraklarımı acente yetkilisine, ben teknemin havuzluğunda kahvemi yudumlarken o benim adıma tüm işleri halletsin, diyebilirsiniz. Bu durumda da aldığınız hizmetin elbette bir bedeli olmalı. Ancak, ben kendi işimi kendim hallederim diyene de saygı duyulmalı, önüne engeller konup acenteye mahkum edilmemeli bence. Acente kullanmak bir seçenek olmalı, mecburiyet değil. Biz şimdi neden verelim ki bu parayı? Yurda giriş işlemlerimizin tamamını biz yapmışız zaten. Aslında görevi gereği deniz hudut kapısında hazır bulunması gereken, bizi görmemiş, muayene etmemiş olan sağlık memurundan bizim adımıza onay almak için on dakika yürüme mesafesindeki sağlık ocağına gidilecek. Hediyesi 150 lira. Bu iş baştan aşağı yanlış!

    Saatler ilerliyor, sinirler geriliyor! Marinadan çıkamazsınız diyen marina çalışanı resmi otorite değil sonuçta. Polis memuruna gidip durumu anlatıyoruz. O da “Haklısınız ama çıkamazsınız…” deyince, il sağlık müdürlüğünü arayıp “Deniz hudut kapısında olması gereken memurunuz burda olmadığı gibi gelmeyi de reddettiği için yurda giremiyoruz” diye durumu izah ediyorum. On dakika sonra gelen sağlık memuru evrağı onaylıyor ve sonunda resmen yurda giriyoruz. Teşekkürler!

    İşlemler bitip saat 15:10’da alelacele avara olmuş ayrılırken marina görevlisi bir bana, bir iskeledeki Sare’ye bakıp arkamdan sesleniyor “Kaptan! Eşini unuttun!” Sare zaman kazanmak için otobüsle dönecek İstanbul’a. Yarın sabah ofisinde olmalı. Benimse biraz daha yolum var…

    Haritaya şöyle bir bakıyorum, hava kararmadan varıp geceyi geçirebileceğim en mantıklı yer yine Gelibolu gibi. Saat 19:25’te Gelibolu’da aynı koya demirimi funda ediyorum. (40.401806°, 26.645026°) Boğaz, yokuş yukarı çok üzmüyor beni bu sefer. Bürokrasinin üstüne bir de ben yormayayım dediyse, demek…


(Not: Fotoğraflar blogda, videolar youtube'da)

rotasanda.blogspot.com
www.youtube.com/channel/UC2qXJ2HTbU-vzq-I2Itq_IQ/videos
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 237
  • Hep gülelim birbirimize, saygı ve sevgi ile.
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#104: 09 Haziran 2018, 08:17:27
Az kaldı, devam Ahmet'cim. Keyifli okumamız bitmesin. Bu yılki anılarına da sıra gelsin. Tad veriyor okumak, sanki görmüşüm gibi senin gözünden oraları.
  • IP logged

 
Yukarı git