Heyamola Hey
Havuzluk => Köşe Yazıları => Konuyu başlatan: Ece Astunç Karabaş - 01 Aralık 2018, 02:06:02
-
ADB sınavı için Amatör Denizcilik Federasyonunda Tunç Hoca’dan aldığımız derslerin üzerinden yedi yıl, İlk teknemiz Ekim’i almamızın üzerinden dört yıl geçmiş. Bu süreçte ne öğrendim, neyi yanlış öğrendim, neyi eksik biliyorum bir gözden geçirmek istedim. Kronolojik bir şekilde yazmaya çalışacağım. Bunları yazarken, yer yer mizah ve heyecan içeren anılarımızı da (Bir kısmını Mücahit’in önceki anlattıklarından hatırlayanlar olabilir) paylaşmaya çalışacağım. Hadi başlayalım. ;)
Küçüklüğümden beri vardı bu hayalim. Bir yelkenli tekne ile dünyayı gezmek... O zamanlar bile farkındaymışım dünyayı gezmek için bir motoryata mazot parası yetiştiremeyeceğimin… Rüzgarla gitmek sihir gibi bir şeydi. Ama aklımın yatmadığı bir şey vardı. Rüzgar arkadan gelmezse ne yapacaktım? O zaman gitmek istediğim değil, rüzgarın götürdüğü yöne mi gidecektim? Bunun cevabını öğrenmem için yaklaşık otuz yıl beklemem gerekiyormuş. Bu arada “neden araştırmadın?” diyebilirsiniz. Büyüdükçe tekne işinin ne kadar maliyetli ve zor olduğu fikri benim kafamda da gelişmeye başladı. Bir de okul, iş baskısı, ayrıca asla vazgeçemediğim müzik sevgisi beni bu dönemde oyaladı. Fakat bu süre zarfında denizden kopmadım. Zaten deniz seven ve deniz tatiline önem veren bir ailede büyüdüğüm için şanslıydım. Babam yazları kardeşlerimi ve beni haftanın en az iki- üç günü Kartal’da Kum Plajına götürürdü. Her yıl da hiç olmazsa bir hafta- on gün Erdek- Narlı’da bir pansiyonda kalırdık. Bu şekilde iyi kötü yüzmeyi ve dalışı öğrendim.
Balık tutmayı seven bir ailem var. Hep beraber Susurluk Çayı’na, Manyas- Kara Dere'ye balık tutmaya da çok gitmişizdir. Onlar kadar meraklı değildim ama üniversitedeyken yaz tatilinde Bandırma Mendirekte kardeşim Ozan’dan istavrit çapari için kamış kullanmayı öğrenmem, tuttuğumuz balıkları akşam yemeği yapmamız beni denize bir adım daha yaklaştırdı.
Küçüklüğümden beri kürek çekmeyi de severim. Lisedeyken kuzenlerimi de alıp Erdek’te kayık kiralardım. Kayıkla yakın mesafelere açılıp keyifli zaman geçirirdik. O zaman da kayık yerine daha konforlu bir deniz taşıtımın olmasının ne kadar keyifli olacağını düşünmüyor değildim. Kürek çekmenin faydasını geçen yaz Bozcaada’da gördüm. Bir akşam üstü dingiyle Liman- Ada arasında sırtı çekerken depodaki benzini kontrol etmek istedim. Bunu yaparken bir anda misinayı pervaneye dolayınca riske girmemek için limana kadar kürek çektim. O sıcakta bu sanırım normal insan işi değildi ama benim zevk aldığım bir yarım saatti. O kadar mutluydum ki yanımdan 15 beygir motorlu kayığıyla geçen bir genç, “Abla çekeyim mi botunu?” dediğinde ben gayet memnun bir ifadeyle; “Gerek yok, zaten yolum uzun değil.” dedim. Tabii ki bu yarım saat ertesi gün kol ağrıları olarak bana kendisini hatırlattı. Bir de feribotun çıkış saatine çok az bir süre kaldığı için feribot yolunu geçmem ayrı bir heyecandı. Eee… feribotun yolunu kesip uyarı sirenini dinlemek var. :)
Evliliğimizin ikinci yılında Mücahit’e yıllardır gidelim diye ısrar ettiğim Discovery dalış deneyimini yaşadık. Tatilin son günü öyle bir oldu bittiye geldi ki Mücahit bahane üretemedi. ;D Teknede temel dalış eğitiminden sonra su altına indiğimizde ben bir yandan nefes sorunu olmadan su altında gezmenin keyfini çıkartıyordum, bir yandan da çıkınca Mücahit’in tepkisi nasıl olacak diye düşünmeden edemiyordum. Su yüzeyine çıktığımız zaman Mücahit’in söylediği ilk şey, “Ne kadar güzelmiş. Neden daha önce yapmamışım?” oldu. Bu, belki de beni cesaretlendiren ve denizle ilgili hayallerimi tekrar su yüzüne çıkartan cümle oldu. Artık kim tutabilirdi bizi? C:-)
Böylece 2006 yılında 1 yıldız dalış teorik eğitimini aldık ve ardından yıllık iznimizi ayarlayarak Bodrum’a uygulamalı eğitim için gittik. İlk eğitimimiz sadece dalışın ABC’si olan maske, palet ve şnorkel ile oldu. İlk gün dalış tüpü kullanmadan şnorkel yardımı ile yaptığımız çalışma bir yandan da bize su altı gezginliği için yeni bir kapı açıyordu; serbest dalışın kapısını… 2012'de PADI'nin Advanced Open Water sertifikasını da aldık. Fakat tatillerimizde ABC ile yaptığımız dalışlar daha çok yer tutuyor.
Buraya kadar bana amatör denizciliğin kapılarını aralayan deneyimleri anlattım. Bu deneyimler keyif vermesinin yanında aslında amatör denizciliğin de olmazsa olmazları diye düşünüyorum. Deniz hayatında ne zaman kürek çekmeniz gerektiğini bilemezsiniz ya da teknenin altına dalmanız gerektiğini. Tüple dalış ayrı bir eğitim ister. Nasılsa malzemem var, dalarım diyemezsiniz. Serbest dalış da bir hazırlık gerektirir. Yüzmek zaten hayat kurtarır. Balıkçılık için farklı bir yaklaşım var. Geçen yıl aldığımız bir şirket eğitiminde tekneniz batsa bota binerken almamız gereken 10 ekipmanı seçin demişlerdi. Biz de bu ekipman içinde oltayı da seçmiştik. Mantığımız aç kalmazlar, şeklindeydi. Doğru liste açıklandığında içinde olta da vardı fakat amacı farklıydı ve bana çok mantıklı geldi. İnsanın kendisini boşlukta hissetmemesi, oyalanması, bir amacı olması içindi. Mücahit’le yaptığımız en uzun seyir olan, bu yılki 40 saatlik Kabatepe’den dönüş seyrinde sırtı çekerken yolun nasıl geçtiğini anlamadım. Marinaya girdiğimizde üzüldüm diyebilirim. :)
-
sabah sabah keyifle okudum. Teşekkürler Ece. Ancak tanımayanlar için bu çifti biraz tanıtmakta yarar var. Öyle olunca bu yazılar daha insanların yaşanmışlıkları anlamalarına yardımcı olacak diye düşündüm. Muhtemel Mücahit, abi gerek yoktu diyecek ama olsun.
Mücahit 'in bakışları bende hep şu meşhur Amerikan kartalını hatırlatır. Bu sert bakışla son derece tezat muzip bir gülümseme vardır yüzünde. Yüzüne karşı söylemedim ama hep düşünmüşümdür bu adam hiç sinirlenip kızıyor mu diye. Bu derece hoş görülü , empati yapabilen, her hareketi ile karşısındakini incitmekten çekinen , kıskanılacak derecede beyefendi bir adamdır Mücahit.
Ece ile gururlanıyorum. Bir kere kadın bir moderatörümüz olduğu için. Daha önemlisi de bu camiada duruşu ile denize gönül vermiş ancak az biraz cesaret ile çok iyi denizci olabilecek kadınlarımıza örnek olduğu ve elbette bu aile ile arkadaş olduğum için.
Teknelerinde misafir de oldum. Benim bir tezim var. Özellikle yurt dışı limanları ile ilgili . Demir atarken eşine, sevgilisine , çocuğuna, arkadaşına bağıran serdümen büyük olasılık ile Türk 'tür diye. İşte Ece ve Mücahit, bu tezimi yıkan örneklerin başına geliyor. Ben böyle uyumlu bir çift daha görmedim denizde. Nazar değmesin.
Her ikisi de denize çok yakışıyorlar ve teknelerinin kaptanları olarak saygıyı hak ediyorlar.
Not : Bu yazdıklarımın yoğun çalıştığım ve İstanbul 'da Tayomar 'sız olduğum şu günlerde beni düşünerek hafta sonu yelken yapmak ve Antigoni'ye gitme davetleri ile bir ilgisi yoktur. ;)
-
Okurken ve okuduktan sonra neredeyse kırk yılım geçti gözümün önünden. Babama kızıp ilk kez Şarköy iskelesinden kendimi atıp mecburiyetten yüzme öğrenmem, hemen sonraki yıl yüzme ve sutopuna başlamam, onaltı yaşında tesadüfen başlayan dalış maceram, Agani'nin küçücük kayığıyla o zamanlar bana uçsuz bucaksız gelen Marmara... Yengeç'e gelene kadar neredeyse otuzbeş senem belki de Yengeç'e hazırlanarak geçmiş de ben farkında değilmişim :)
Ya Ece, sabah sabah çok iyi geldi. Sağol, varol.
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
ADF Eğitimleri
Kaş-Demre arasında yaptığımız iki mavi yolculuktan sonra, bu koylara bir gün kendi teknemizle gitmemiz gerektiğini konuşmaya başladık. 2011 yılında, tekne kullanmak için gerekli olan –o zaman kıyı kaptanlığı olarak biliyorduk.- Amatör Denizcilik Belgesini (ADB) araştırmaya başladık. Şanslıydık; çok sevdiğimiz ve karı-koca denizcilikleri çok hoşumuza giden Hande ve Ertuğ arkadaşlarımız yakın zamanda bu belgeyi almışlardı. Bizi sınav öncesi ders aldıkları, aynı zamanda sınavı düzenleyen Amatör Denizcilik Federasyonu’na yönlendirdiler. Federasyondan eğitmen Tunç Hoca'nın cumartesi günü Kalamış Marina’da olacağını öğrendik. Mücahit’in Tunç Hoca ile yaptığı telefon görüşmesinde eğitim detayı için Cumartesi sabahı marinada buluşulması kararlaştırıldı.
Sıcak bir eylül sabahı, marinaya gittiğimizde Tunç Hoca ve üç öğrencisi eğitim teknesinin havuzluğunda oturuyorlardı. Biz eğitim nasıl olacak falan demek isterken, Tunç Hoca hayatımızın belki de en önemli kararlarından birisini alacağımız soruyu sordu:
-Bir öğrenci daha bekliyorduk. Gelmeyeceğini söyledi. Bu durumda eğitime iki kişi daha dahil edebiliriz. Gelmek ister misiniz?
Olayların bu kadar hızlı gelişmesinden dolayı şaşkın olan Mücahit ve ben birbirimize baktık. “Geliriz” dedik ve tekneye atladık. C:-)
Tunç Hoca, asker kökenli bir denizciydi ve eğitim süresince sakin, ılımlı, güven veren yaklaşımıyla, 10 metrelik, kocaman bir ahşap yelkenli olan Poyraz’ı nasıl kullanacağım konusunda korkumu hemen atmamı sağladı. Bu duruşuyla bize de rol model oldu. Daha yolun başındayken O'nun gibi bir denizci ile karşılaşmanın olumlu etkilerini hala kendi aramızda konuşur, Tunç Hoca'nın kulaklarını çınlatırız.
Üç hafta boyunca cumartesi ve Pazar sabah 10’dan akşam 5’e kadar Kartal-Adalar- Haydarpaşa arasında gittik geldik. Tekneyi öğrencilerden birisi kullanırken diğerleri de havuzlukta ders yapıyordu. Bu şekilde rüzgar varsa yelken açtık. Yoksa motorla seyir yaptık. Çam Limanında herkes denize girerken kamarada cetvel, gönye ve pergel ile navigasyon öğrendik. :) Sivri Ada’da iskeleye aborda olma ve iskeleden ayrılma çalışması yaptık. Daha önce hiç duymadığımız, bilmediğimiz yüzlerce terim kafamda uçuşup duruyordu. O anda farkında değildik ama sadece sınav konularını değil, kendimizin ve sevdiklerimizin güvenliğini sağlayacak çok önemli bilgileri de öğreniyorduk.
İlk gün akşamüstü Tunç Hoca suya bir şamandıra attı ve sırayla şamandıraya gitmemizi istedi. Bu eğitim hem dümen hakimiyetini geliştirici, hem de denize adam düştü çalışmasının önemli bir parçasıydı. Doğru şekilde şamandıraya yanaşmak hayati önem taşıyordu. Geçenlerde marinadan komşumuz Mustafa Elbaş ile konuşurken arada denize hemen bir usturmaça attığını ve tekne personelinden bu usturmaçanın yerinde kendisi olduğu farz ederek usturmaçaya yanaşıp almasını istediğini söyledi. Çok güzel bir çalışma. Kaptanların kendi can güvenliği, dolayısıyla geri kalan mürettebatın ve teknenin güvenliği için mürettebatla bu uygulamayı yapması gerekir. Denize düşenin Kaptan olmayacağı ne malum?
Eğitimden aklımda en çok kalan bilgilerden birisi de klasik ana yelkende yelkeni açmak ve toplamak için rüzgar üstüne dönme gerekliliği. Ayrıca tekne üzerinde daima bir güç olması gerektiği bu kalıcı bilgilerden birisi. Yelkeni kapatacaksanız önce motoru çalıştırın ve sonra yelkeni kapatın gibi… Usturmaçaların toplanması adabı, bosa tutmak (ilk defa Çardak Koyunda uyguladığımızda çok sevinmiştik.), gemici bağlarının (düğüm değil bağ) ;) ) önemi hep bu eğitimden kalan bilgiler. Ayrıca Mücahit 40 yıllık! denizcilik terminolojisine "Hocam burası müslüman ülke" diyerek alternatif terimler öneriyordu. Böylece biz eğitimde Keşişleme yerine İmamlama, Kuzey Kardinali yerine Kuzey Müftüsü demeye başladık. :)
Son cumartesi gece seyri yaptık ve boğaza girip Bebek’e kadar gittik. Hepimiz için müthiş bir deneyimdi. Eğitimin son günü ise önce yunuslarla yaptığımız seyir, ardından tüm yelkenlerini açarak süzülen Nazenin teknesinin peşine takılarak Haydarpaşa'ya kadar gitmemiz unutulmaz oldu. Bizim gibi onlarca küçük yelkenli Nazenin'in arkasında anne kuğu ve yavruları görüntüsünde çok hoştu.
ADF eğitimi bize sadece tekne kullanmayı öğretmedi. Aynı zamanda bir yelkenli teknede motoru kapatıp yelken açarak seyir yapmanın güzelliğini gösterdi, dümen tutarken rüzgarın muhteşem gücünü içimizde hissetmemizi sağladı. Artık hayalimizdeki teknenin bir yelkenli olması gerektiğinden yüzde yüz emindik.
Eğitimde bir şeyi fark ettim. Hatta sadece ben değil, tüm mürettebat farkındaydı; Mücahit dümeni aldığı zaman kimseye vermek istemiyordu. :) Yüzünde sürekli gülümseyen bir ifade ile ufka bakıyordu. Sanırım bizim kendi yelkenli teknemizle yaşayacağımız maceralar o ufukta bir yerlerdeydi ve artık tornistan yapabilecek noktayı geçmiştik...
-
Mücahit Reisin mükemmel tarifi.
Kuşadası Yeşilköy seyrimizde oltamıza takılan tombiği çektiğimde şöyle demişti."Oo,tebrikler Mustafa abi,taze mi?"
(Ayrıca Mücahit 40 yıllık! denizcilik terminolojisine "Hocam burası müslüman ülke" diyerek alternatif terimler öneriyordu. Böylece biz eğitimde Keşişleme yerine İmamlama, Kuzey Kardinali yerine Kuzey Müftüsü demeye başladık. :)
Eğitimde bir şeyi fark ettim. Hatta sadece ben değil, tüm mürettebat farkındaydı; Mücahit dümeni aldığı zaman kimseye vermek istemiyordu. :) Yüzünde sürekli gülümseyen bir ifade ile ufka bakıyordu.)
-
:)xx :)xx :)xx
Devam ..
-
sabah sabah keyifle okudum. Teşekkürler Ece. Ancak tanımayanlar için bu çifti biraz tanıtmakta yarar var. Öyle olunca bu yazılar daha insanların yaşanmışlıkları anlamalarına yardımcı olacak diye düşündüm. Muhtemel Mücahit, abi gerek yoktu diyecek ama olsun.
Mücahit 'in bakışları bende hep şu meşhur Amerikan kartalını hatırlatır. Bu sert bakışla son derece tezat muzip bir gülümseme vardır yüzünde. Yüzüne karşı söylemedim ama hep düşünmüşümdür bu adam hiç sinirlenip kızıyor mu diye. Bu derece hoş görülü , empati yapabilen, her hareketi ile karşısındakini incitmekten çekinen , kıskanılacak derecede beyefendi bir adamdır Mücahit.
Ece ile gururlanıyorum. Bir kere kadın bir moderatörümüz olduğu için. Daha önemlisi de bu camiada duruşu ile denize gönül vermiş ancak az biraz cesaret ile çok iyi denizci olabilecek kadınlarımıza örnek olduğu ve elbette bu aile ile arkadaş olduğum için.
Teknelerinde misafir de oldum. Benim bir tezim var. Özellikle yurt dışı limanları ile ilgili . Demir atarken eşine, sevgilisine , çocuğuna, arkadaşına bağıran serdümen büyük olasılık ile Türk 'tür diye. İşte Ece ve Mücahit, bu tezimi yıkan örneklerin başına geliyor. Ben böyle uyumlu bir çift daha görmedim denizde. Nazar değmesin.
Her ikisi de denize çok yakışıyorlar ve teknelerinin kaptanları olarak saygıyı hak ediyorlar.
Not : Bu yazdıklarımın yoğun çalıştığım ve İstanbul 'da Tayomar 'sız olduğum şu günlerde beni düşünerek hafta sonu yelken yapmak ve Antigoni'ye gitme davetleri ile bir ilgisi yoktur. ;)
Abi vallahi gerek yoktu. ;D
Şaka bir yana böyle bir izlenim bıraktıysak ne mutlu bize. :)
Ülkemizde çok sayıda değerli kadın amatör denizci var. Yakın zamana kadar forumlarda da bazılarının bilgi ve deneyimlerinden faydalanıyorduk. Forumlara çok katkısı olan Dilek Ergül de dahil çoğu yazmayı bıraktı. Facebook gruplarında da çok fazla kadın denizci görüyorum. Fakat nedense forumlarda aktif değiller. Kadınları foruma kazandırmanın yollarını bulmak lazım. Denizden bakınca kadın erkek demeden her denizci bir hikaye, bir tecrübedir.
Not: Nazar değdirdin gidemedik adaya. :) Ama soğuk falan demeden en kısa zamanda planı uygulayalım.
-
Okurken ve okuduktan sonra neredeyse kırk yılım geçti gözümün önünden. Babama kızıp ilk kez Şarköy iskelesinden kendimi atıp mecburiyetten yüzme öğrenmem, hemen sonraki yıl yüzme ve sutopuna başlamam, onaltı yaşında tesadüfen başlayan dalış maceram, Agani'nin küçücük kayığıyla o zamanlar bana uçsuz bucaksız gelen Marmara... Yengeç'e gelene kadar neredeyse otuzbeş senem belki de Yengeç'e hazırlanarak geçmiş de ben farkında değilmişim :)
Ya Ece, sabah sabah çok iyi geldi. Sağol, varol.
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
Çok teşekkürler Hakan.
Bana da yazarken çok iyi gelmişti. Yazdıklarımdan daha fazlasını da tekrar yaşamış gibi oldum.
Bence yukarıda özetini geçtiğin anılarını da yazmalısın. (Ya da yazdıysan ben bilmiyorum. :) ) Hatta Agani’nin Kayığı başlı başına bir hikaye gibi duruyor. Hazır kış gelmiş, seyirler azalmışken bunları okumak güzel olur. :)
-
İyi ki tanımışım, iyi ki denizlerdeler. Devamını merakla bekliyoruz.
-
Ama Mücahit hep gülümser zaten.
-
Çok içten, çok güzel bir yazı.. teşekkürler Ece
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
İKİ SEYİR ARASINDAKİ YEDİ FARK
Kronolojik demiştim ama daha üçüncü yazıda yan çizmeye karar verdim. :) Göcek Rallisinde Mustafa Ertör Reis ile sohbetimiz sırasında 2016’da yaşadığımız Tirilye macerasını da konuşmuştuk. Bu seyir ve hemen birkaç ay sonra yaptığımız Yalova seyri sanırım bizim gibi acemi denizciler için ders niteliğinde. Hadi bakalım, iki seyir arasındaki yedi farkı bulun! ;)
1) Tirilye Seyrimiz
2016 yılı Kasım ayında Tirilye’ye bir gezi yapmaya karar verdik. Mustafa Ertör Baba Tunca ile biz de sekiz metrelik eski teknemiz Ekim ile Yeşilköy’den, Hakan Erim ve Ersin Böke de Ekip teknesi ile Küçükyalı’dan yola çıkarak Cumartesi akşamı Tirilye’de buluştuk. Giderken hava çok güzeldi. Adaların arasından geçerken güneş, denizin sakinliği, Sivriada’nın güzelliği çok keyif verdi. Rüzgar olmadığı için motor seyri yaptık. Tirilye’ye vardığımızda güneş batmıştı ve ısıran bir soğuğa rağmen Tirilye denizden çok güzel görünüyordu. Akşam Orhan Tatlıcılar abimizin organize ettiği yemeğe eşi Tülay Tatlıcılar, Ender Avcu, Mustafa Abi’nin eşi Nurcan Ertör ile İstanbul’dan kara yolundan gelen Rojda Böke de katıldı. Bitmesini istemediğimiz keyifli sohbetin ardından gece Orhan Abi’nin ayarladığı sevimli bir butik oteldeki odalarımıza yerleştik.
Pazar sabahı sahilde gene bol sohbetli bir kahvaltının ardından Baba Tunca ile beraber saat 12 gibi avara olduk. Adalara kadar hava sakindi. Sivriada’yı geçerken hava yükseldi. Biz de hem ana yelkeni hem de cenovayı açtık. Fakat deniz kabarmaya ve rüzgar artmaya başladı. Bunun üzerine cenovayı kapatmaya karar verdik. Bir iki tur sarmıştık ki cenova sıkıştı. Ne açılıyor ne sarılıyor. Dalgalı denizde dümende olmak istemediğim için cenova kurtarma operasyonunu ben üstlendim. Can yeleklerimizi giymiştik. Kendimi bir halatla tutamaçlara bağladım ve sürünerek öne gittim. Tekne küçük ve dalga çok olduğu için teknenin başı çok fazla batıp çıkıyordu. Birbirimize sesimizi de duyurmamız çok oluyordu. Neredeyse yatar pozisyonda tüm cenovayı söktüm ve furlingden tamamen çıkartarak sıkışan kısmı açtım. Ardından tekrar sardım ve cenovayı topladık. Gene sürünerek geri döndüm. “Artık ana yelken- motor gideriz” demeye kalmadı, birden motorun devri düştü. Mücahit’le şaşkınlıkla birbirimize baktık. Mücahit gazı arttırdı, düşürdü, tekrar çalıştırdı, epey uğraştı fakat hiçbir düzelme yok. Anladık ki Gökçeada seyri sırasında bir yerlerden aldığımız mazot temiz değildi ve denizdeki çalkantıda filtreyi tıkamıştı.Sıkışma ihtimaline karşı cenovayı da tekrar açmak istemiyorduk. Sadece ana yelkenle gitmeye çalıştık fakat rüzgâra ve dalgaya karşı ilerleyemiyorduk. Gemi yolunda neredeyse yerimizde sayıyorduk. Hava da kararmaya başladı. Bu arada Mustafa Abi de bizi yalnız bırakmadı. Teknesiyle etrafımızda dönüyor. Biz de bir yandan Yeşilköy’deki balıkçıları arıyoruz gelip bizi çekerler mi diye. Fakat aksi gibi o akşam Fenerbahçe- Galatasaray maçı var, kimse gelmiyor. En sonunda Mustafa Abi Kıyı Emniyeti aradı. Yarım saat kadar sonra Kıyı Emniyet geldi ve bizi West Marina’ya çekti. Mustafa Abi de az kalmış mazotuyla ucu ucuna Yeşilköy Marina’ya vardı. Bu arada Ben, sürünmekten dolayı ıslanmış vaziyette (Mücahit’e daha önce benim yelken pantolonuna ihtiyacım yok, sen kendine al demiştim. ::) ) donmuş olarak havuzlukta oturdum. Bu yolculuk sonunda nasıl hasta olmadım, bilmiyorum. Ama “Bir musibet bin nasihatten iyidir” deyiminin bizim için de doğru olduğunu öğrendik.
Motora WIM’de tekrar bakım yapıldı. Filtre kullanımına özen göstermeye başladık. Mustafa Abi ile Yeşilköy’de cenovanın neden sıkıştığını inceledik. Halatın açısının doğru olmadığını tespit etti. Gerekli makarayı takınca bir daha sıkışma olayı yaşamadık. Oto pilotu kullanılır hale getirdik. Böylece gerekli durumlarda ikimiz de müdahale edebilir duruma geldik.
2) 29 Nisan 2017 Geleneksel Gezgin Korsan Yalova Mehmet Özharar Rallisi dönüşü
Tirilye seyrinden sonraki 5 ay uzun bir seyir yapmadık, sadece Yeşilköy civarlarında gezdik. 29 Nisan 2017’de Yeşilköy’den Mehmet Özharar Rallisi için Yalova’ya gittik. Gene güzel bir hava, motor- yelken harika bir seyir. Dostlarla sohbet, yeni tanışmalar derken Ekim’in eski sahibi Can Buluman’la teknelerimiz karşı karşıya geldi. Bizim teknedeki sohbete Cengiz Göl, Mustafa Abi, Ahmet Kabaalioğlu ve ralli için gelen Burak Doneray da katıldı. Bu arada bizim camadan ile ilgili sorularımız sonucunda ana yelken sistemini incelediler. Bumbanın içinden geçmesi gereken halatlar yoktu. Bu sebeple orijinal camadan mümkün görünmüyordu. Bunun üzerine seyirde işimize yarayacak bir camadan sisteminde görüş birliği yapıldı. Hatta hava sert olursa çıkmadan camadan vurmamızı önerdiler.
Pazar günü öğleden sonra rüzgarın çok artacağı öngörülüyordu. Biz de önceki tecrübemizden dolayı bu keyifli ortama rağmen geç kalmak istemiyorduk. Sabah hızlı bir kahvaltı sonrası yola çıktık. Hava yatıktı, yelken açmak gereksizdi. Biz de motorla gitmeye başladık. Fakat gene Sivriada’ya yaklaşırken rüzgar artmaya ve deniz kabarmaya başladı. Ben içimden “Şimdi hapı yuttuk.” dedim. Bazı teknelerin Sivriada’ya sığınacağı bilgisini almıştık. Fakat bizdeki camadan merakı öne çıktı ve bir gün önce öğrendiğimiz şekilde ana yelkene camadan vurduk. Cenovayı da küçülttük. Birkaç hafta önce elektrik girişlerini tamir ettiğimiz oto pilot da devreye girince yüksek rüzgara rağmen ( Büyüklüğünü bilmiyorduk, rüzgar göstergemiz yoktu) Ekim Yeşilköy’e doğru dalgalar üzerinde uçarak ilerlemeye başladı. İkimiz de soğuk havaya uygun giyindiğimiz için bu defa üşüme olayı yoktu. Tekneyi de oto pilot kontrol ettiği için bize düşen, termostaki sıcak çayımızdan içerek seyrin keyfini çıkarmak oldu. Yeşilköy’e kadar o kadar güzel geldik ki barınağa yaklaştığımızda seyrin bitmesini istemiyorduk.
Sonuç:
Aynı kişiler, aynı hava, aynı tekne ve iki farklı sonuç. :) İlk seyir sonunda öğrendiklerimiz:
Yola erken çık
Seyre uygun giyin
Mazotu depoya koyarken filtrele
Halatların vince doğru açılarla gelmeli
Oto pilotun varsa kullanmayı bil
Termosta sıcak suyu hazır tut
Klasik ana yelkende camadanı öğren
Ayrıca denizciliğin olmazsa olmaz iki kuralını unutmamak gerekir:
i)Soru sormaktan, öğrenmekten çekinme
ii)Bilinçsizce yapılan bir seyir sadece seni değil, başkalarını da tehlikeye atar.
-
Yalova dönüşünde, bizde Burak , Ben ve Mustafa Mert Asterix ile dönüyorduk. Sizden gerideydik Yassıada- Sivri arasında bir ara hava öyle bir yükselmişti ki, neredeyse ana yelkene ikinci camadan fazla geliyordu. Ama çok keyifli bir seyirdi.
-
Çok güzel bir yazı...
Hepimiz böyle böyle öğreniyoruz... Tekneyi ilk aldığım sene bizleri gerçekten Allah korumuş diyorum şimdi dönüp bakınca.. Aman aman... :D
-
Paylaşım için teşekkürler
Sent from my iPhone using Tapatalk
-
İLK KARAYA ALMA MACERAMIZ
Araba ile sürekli çıktığınız bir rampanın, bisiklet kullanınca gözünüzde büyümesi gibi, deniz hayatına girince karadayken farkına bile varılmayan rüzgar ve dalgaya da bakışınız değişiyor. Zihinsel olarak hazırlanmadıysanız, yakalandığınız ilk fırtınada bu sevdadan vazgeçmek çok da zor değil. Zihinsel hazırlık nasıl olur? Sanırım öncelikle seyir yazılarını bol bol okumakla. Bu yazıları okudukça herkesin benzer olaylar yaşadığını, korktuğunu, ama bu sorunları aştığını görüyorsunuz. İkinci aşama ise teknenize güvenmek. Teknenizi iyi tanıyorsanız ve içinde bulunduğunuz hava şartlarına dayanacağına inanıyorsanız zaten korku kalmıyor. Acemilikte tekneye güvenle ilgili en önemli kaynak teknenin eski sahipleri ve tekneyi tanıyan diğer kişiler. Bir de teknenizin önceki sahibi titiz, teknenin tüm bakımlarını yaptıran ve çok seyir yapan bir kaptansa işiniz daha kolay.
Biz de 2015 yılında ilk teknemiz Ekim’in satılık ilanını gördüğümüzde önce tekne ile ilgili bilgi edinmeye çalıştık. Şansımıza Gezgin Korsan’da bu konuda başlık açılmıştı ve yapılan yorumlar çok olumluydu. Ekim’e iki önceki sahibi Can Buluman’ın katkıları, Ekimle yapılan seyirler anlatılmış ve gözü kapalı alınabilecek bir tekne olduğu söylenmişti. Ayrıca tekne Yeşilköy Balıkçı Barınağındaki yeri ile birlikte satılıktı. İstanbul’da barınaklarda yer bulmanın zorluğunu ve marina fiyatlarını bilince bu durum Ekim’i daha da cazip hale getiriyordu. Tek dezavantajı bizden önceki sahibinin üç yıldır karaya çıkarmamış olmasıydı. Bu da bizim tekneyi acilen karaya çıkarmamızı zorunlu hale getiriyordu.
Güzel bir rastlantı oldu ve Ekim’in satın alım işlemleri Gezgin Korsan’ın karaya alma kampanyasına yetişti. Fakat tekneyi Yeşilköy’den Kalamış’a götürmemiz gerekiyordu. Amatör denizcilik belgelerimizi aldığımız 2011 yılından beri bir iki tekne deneme seyrini saymazsak hiç pratik yapmamıştık. Ekim’le tecrübemiz ise önceki sahibi ile bir iki saatlik bir tur, ardından da tecrübeli bir denizci ile sakin bir havada birkaç saatlik özel dersle sınırlıydı. Kampanyanın son günleri olduğu için bize eşlik edecek tecrübeli birisini bulamayınca kendimiz götürmeye karar verdik.
1 Nisan Çarşamba günü Yeşilköy’e gitmek için, sabah erkenden Bostancı’dan Bakırköy deniz otobüsüne bindik. Kalkış için beklerken bir anons:
-Sayın Yolcularımız! Olumsuz hava şartları… Rahatsız olabilecek yolcularımızın deniz ulaşımını kullanmaması… :(
Birbirimize baktık. Yapacak bir şey yoktu. O gün tekneyi Kalamış’ta karaya çıkarmamız gerekiyordu. Deniz otobüsü hareket etti. Bir yandan dalga bir yandan rüzgar koca gemiyi oyuncak gibi sallıyor. Yolcuların çoğu rahatsız, herkesin rengi kaçmış. Saatler geçmiş gibi gelen bir yolculuk sonunda Bakırköy’e sağ salim vardık. Bizim dışımızda herkes mutlu. Bizim endişemiz had safhada çünkü asıl macera şimdi başlıyor. :)
-
Şimdiye kadar bu başlığa pek bulaşmayayım diye düşünüp uzaktan seyrettim. Sonuçta denizden önce karadayken öğrendiğim en önemli şeylerden birisi, ben bilmem hanım bilir kuralıdır. :)
Beni önce dalış, sonrasında tekne ve yelken dünyalarının atmosferlerine göre evrimleştiren eşimin hakkını ödeyemem. Gerçekten tüm hayatımız ve dünyaya bakışımız denizcilik sayesinde olumlu yönde çok büyük değişim geçirdi. Son dört yılımızda dolu dolu denizciliği yaşadık. Pek çok şey deneyimledik ve öğrendik. Bu yolda ilerledikçe denize olan saygımız daha da arttı. Çok fazla çalıştığımız bir sınava girmek üzereyken heyecandan hiçbir şey hatırlayamayışımıza benzer şekilde artık her seyir öncesi kendimizi hiçbir şey bilmiyormuşuz gibi hissediyoruz. Daha öğrenecek milyonlarca şey var. Yaşamamız gereken pek çok deneyim olduğunu biliyoruz. Benim şansıma gerektiğinde dalıp pervaneyi kontrol eden, dalgaların kucağındayken sürünerek teknenin burnuna gidip furlingi tamir eden bir eşimin olması. “En iyi tekne arkadaşının teknesidir.” Sözüne karşı benim mottom da; “En iyi tekne hanımın teknesidir”. Bu işin bir de kötü tarafı var: Denizcilik camiasında tüm beyler özgürce fink atarken ben nereye gitsem eşimin nefesini ensemde hissediyorum. İzimi kaybettirdiğimi sanıp bu foruma katıldım. Geldi foruma bir şarkı besteledi ve donatan temsilcisi oldu başımıza. Sizin anlayacağınız denizlerde de sanal ortamda da gözü hep üstümde. 8-)
Şaka bir yana hayatı birlikte öğrendiğimiz gibi denizi de öğrenmeye çalışıyoruz. Ece’nin en son yazdığı Ekim'le ilk seyrimiz gerçekten unutulmazdı. O gün ilk defa bir iç hat İdo seferinden önce uyarı anonsu yapıldığına şahit olmuştum. İçimizde kopan fırtına ve dev dalgaları anlatmaya kelimeler yetmez. Sırt çantama zar zor sıkıştırdığım yedek mazot bidonunu da unutamam. Erkeğin sırtından bidonu eksik etmeyeceksin. Cahil cesareti ne güzel bir şeymiş. O günkü heyecanımızı hiç kaybetmemek ümidiyle sözü tekrar hanıma bırakıp tekneyi temizliyormuş gibi yaparak komşu reislere laf yetiştirmeye devam edeyim efem. 0/_/ ;D
-
Bu güzel birlikteliğinizin devamını diliyorum. :)xx :)xx :)xx
-
Arada bir Bosa konusunu da yazmayı ihmal etmeyiniz :)
-
Denizcilik camiasında tüm beyler özgürce fink atarken ben nereye gitsem eşimin nefesini ensemde hissediyorum. 0/_/ ;D
Sanki bizim çok mu hoşumuza gidiyor özgürce fink atmak. ;D
Ne kadar şanslı olduğunu kabul et Mücahit kaptanım
-
Allah kimseyi eşsiz tekneye düşürmesin.
-
Olmuyorsa fazla ısrar etmemek lazım.
-
Bu güzel birlikteliğinizin devamını diliyorum. :)xx :)xx :)xx
Çok teşekkürler Utku Reisim. :)
Öğrenmeye devam ediyoruz. Son yorumlardan ne öğrendik? Denizde eşin yanındaysa şanslısın. Ama olmuyorsa zorlama. Sen denizde, O karada mutluysanız bu dengeyi koruyun.
Hasan Abi,
Bosa’ya da sıra gelecek. Tekneye henüz bir kere götürebildik. Bir süre baş kamarada yatmayı tercih etti. Sonra alışınca tekne içi ve havuzluğu gezmeye başladı. İkinci gün kısa bir seyre çıktık. Egzoz çıkışındaki sorun yüzünden çabuk döndük. Motor gürültüsü ve sallantı yüzünden Bosa’nın baş kamarada saklanacağını düşünmüştüm fakat o gayet rahattı. Henüz dört aylık olmasına rağmen aşırı meraklı, iyi avcı ve özgür ruhlu. Evde sürekli dışarı çıkmak istiyor. Cumartesi günü bahçeye kaçtı. Mücahit hemen çıkıp aldı. Bakalım teknede neler olacak? :)
-
İLK KARAYA ALMA MACERAMIZ BÖLÜM 2
Yeşilköy’e vardık. Barınağa girdiğimizde rüzgardan ortalık uçuyor. Yelkenli teknelerin halatları direkleri öyle dövüyor ki resmen bize “Siz mi bu havada çıkacaksınız?” diye bağırıyor. Dalgalar da onları desteklercesine mendirek kayalarını aşmaya çalışıyor. :(
Barınakta, kaptanı olduğu teknede yaz kış sürekli görev başında olan Nuh Kaptan ile konuştuk. Nuh Kaptan öğlene havanın kalacağını söyledi. Ayrıca bize “Sizin tekneniz yelkenli. Hiçbir şey olmaz.” diye cesaret verdi. Bu durumda beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Marinanın kafesine gidip tost ve çay ile kahvaltımızı yaptık.
Gerçekten de saat 12:00 civarı rüzgar kaldı. Fakat dalga aynı şekilde devam ediyordu. “Vira bismillah” diyerek harekete geçtik. İlk defa kendi başımıza avara oluyoruz. Ben dümendeyim. Baştan kara olarak bağlı olan teknenin kıçtaki tonoz halatını çözdüm. Mücahit palamarları çözdü. Tornistanda sorunsuz bir şekilde yola çıktık. Limandan başımızı çıkarır çıkarmaz dalgalar bizi karşıladı. Nasıl bir stres ise yekeyi mi tutuyorum, tekneyi mi taşıyorum belli değil. Kolum kaskatı olmuş. Dalgaların üzerinden aşarak gidiyoruz. Gelen her dalgaya “Tamam bu sefer batıracak bizi” gözüyle bakıyorum. Fakat Mücahit sakin. Beş on dakika geçti ve hala batmadığımızı görünce ben de rahatlamaya başladım.
Bu arada limandan çıkar çıkmaz peşimize bir martı sürüsü takılmıştı. Bir yandan çığlık çığlığa bağırıyorlar, bir yandan Ekim’in dümen suyuna dalıyorlar. Önce anlam veremedik. Fakat durumu kavradığımızda çok güldük. Tekne o kadar uzun süre limanda kalmıştı ki, hareket edince karinaya yapışmış olan kekamozlar dökülmeye başlamıştı. Bu da martıların gözünden kaçmamış ve beklenmedik ziyafete neşeyle katılmışlardı. Tabii ki bu olay aklımıza bir soru getirdi: Seyirde bu kadar kekamoz dökülüyorsa tekneyi karaya çıkardığımızda bizi ne bekliyordu?
ADF eğitimlerinde İstanbul Boğazı sınırımız olmuştu. Boğazdan öteye gitmemiştik. Şimdi bilmediğimiz denizlerde (Sadece bu bölümü okuyan da okyanusu kastettiğimi sanır. :) ) sadece ikimiz bir teknede gidiyorduk. Gerçi sormuştuk yolumuz üzerinde sığlık var mı diye. Ayrıca elimizdeki Marmara Denizi haritalarına da (henüz Navionics mucizesinden haberimiz yoktu. ) baktık. Bir sorun yoktu. Tek sorun çalkantılı denizdi. Neyse ki ikimiz de rahatsız değildik. Pusulamız 82 dereceyi gösterecek şekilde, gözümüz de Haydarpaşa’da boğaza yaklaştığımızda gezi yazılarında okuduğumuz gemi trafiğine göre geçiş heyecanını ilk defa yaşayacaktık. Fakat şansımıza boğazdan geçen gemi yoktu. Sorunsuz geçtik.
Boğazı geçince dalgalar küçülmeye başladı. Kalamış Koyunun ortasında bizim evin yanındaki (o dönemde Kızıltoprak’ta oturuyorduk.) yüksek binayı tanıyınca rahatladık, Kalamış Koyuna yaklaşmıştık. Sancağımızdaki kayalık bölgeyi eğitimlerden hatırlıyorduk. Buradan uzak durduk. Mücahit telsizden marinaya anons yaptı. Bizi beklediklerini söylediler. Fakat dört yıldır marina girişi mi değişti yoksa biz mi unuttuk, girişten emin olamıyoruz. Marinaya girince çekek yeri nerede diye bakınırken lifti görüp o tarafa yöneldik. Ben gene heyecanlanmıştım. Havuzun önünde bize halatlarımızı sordular. Eyvah! Böyle bir hazırlığımız olmadı. Hemen portuçtan halat çıkarttık. Bir uçlarını volta edip, havuza girince diğer uçlarını görevlilere verdik. Tekneyi stabil tutup liftin kayışlarını taktılar. Bizi indirip tekneyi karaya çıkarttılar.
Dalış ve mavi yolculuk teknelerinin altını hep temiz görmüştüm. İlk defa böyle bir tekne altı görüyorum. Sanki bütün deniz yaşamı bizim tekneyle birlikte karaya çıkmış. Denizde biraz daha kalsa yapay resif olarak dalış bile yapılabilirmiş. Neyse ki hemen alt yıkama yapıldı ve Ekim, çekek yerinde bekleyen ablalarının yanına yerleştirildi.
İlk karaya alma stresi sona ermişti. Biz de rahatladık. Şimdi aklımız muzipliğe çalışmaya başladı. Bugün 1 Nisan. Ne yapılır? Elbette şaka... ;) Mücahit önce kendi annesini sonra benim annemi aradı. Açıklama aynı:
“Anne merak etmeyin. Biz iyiyiz ama yanlışlıkla Yalova’ya gelmişiz. Buradan Kalamış’a geçeceğiz.”
Mücahit o kadar ciddi ki kimse Kalamış ile Yalova’yı nasıl karıştırırsınız diye şüphelenmiyor bile. Zaten tekneyi kendi başımıza Yeşilköy’den Kalamış’a götüreceğimizi öğrendiklerinden beri tedirginlerdi. Bu şaka da biraz ağır mı oldu acaba? ::) Neyse ki sağ salim vardığımızı öğrenince rahatladılar. Ama o anda, bugünkü deneyimimizin sadece bir başlangıç olduğunu, bundan sonra nice maceramızı takip edeceklerini, aradıklarında biz fırtınayla uğraşırken telefonlarımız cevap vermiyorsa, “ En azından telefonları çalıyor, batmamışlar.” diye kendilerini teselli edeceklerini tahmin ettiler mi bilemem. :)
-
:)xx :)xx :)xx Tebrikler
-
İlahi Mücahit Reis yaaa.. ;D
Yanlışlıkla Yalova..!!! ;D ;D
Teşekkürler güzel yazı için... :)xx Keyifle okudum..
-
Ne güzel yazmışsın, Ece.
Valla keyifle okudum :)xx :)xx
-
GEMİ BAĞLARINDA DOLANIYORUM
Herhalde denizciliğin en zor sınavlarından birisidir acil durumda, bir de başımızda dikilmiş birileri varken izbarço yapmaya çalışmak. Halat bir türlü dolanmaz ama elimiz ayağımıza dolanır. ;)
ADF eğitiminde Gemici Bağları dersi için Poyraz’ın havuzluğunda oturduk. Hepimizin elinde halatlar. Tunç Hoca önce bağların düğümlerden farklı olarak kolay çözülebildiğini anlattı. Ardından ilk olarak kazık bağını gösterdi. Aaa ne kolay. Sonra çift kazık bağı… Gene bir zorluk yok. Ardından izbarço… Bu muymuş herkesin korktuğu meşhur izbarço? Sancak, kropi derken bir saatte bütün bağları öğrendik… Mi acaba? ::)
Akşam eve gidince halat olmadığı için kalın bir ip buldum. Koltuğun koluna kazık bağını yapacağım. (O kadar eminim ki denemek değil doğrudan yapmaktan bahsediyorum. O ne özgüven o :D ) Fakat nasıldı? O halat üstten mi geliyordu? Hayır, öbürünün altından geçir. Gene olmadı. Tamam, bu sefer oldu deyip halatın iki ucunu çekince halat koltuk koluna bağsız olarak asılı kaldı. Aklıma Kayahan’ın şarkısı geldi. “Ben nerede yanlış yaptım?” ?0-?
Bunun üzerine çok iyi anladığım izbarçoya geçtim. İpin önce bir ucuna sonra diğer ucuna baktım. Sonra tekrar ilk ucuna baktım. Bu şekilde ne kadar kaldım bilmiyorum ama beklediğim ilham bir türlü gelmiyor. Kazık bağında hiç olmazsa bir çabam vardı. İzbarçoda bu da yok. Kendimi Excel dersinde gibi hissettim. Size arka arkaya işlemleri anlatırlar. Toplam almak, sıralamak, tablo yapmak, formül oluşturmak ne kadar kolaydır. Bir kerede hepsini anlarsınız. Ama iş uygulamaya gelince…
Evdeki iplerle bu işin olmayacağını anladım. Doğru düzgün bağ için halat gerekiyordu. CNR fuarında gezerken bir halat üreticisi bize çalışmamız için iki metre halat hediye edince dünyalar benim oldu. Artık bağları öğrenmek için önümde hiçbir engel kalmamıştı. Bu halat ilk sponsorumuzdan (!) hatıra olarak teknede duruyor.
Lotus’un Seyir Defteri; “Aynı gün iki farklı bağ öğrenilmez.” der. Ben bunu o gün anlamıştım ama sadece bana özel bir durum olmadığını bu sözü okuyunca öğrendim. Gerçekten kafa karıştırmadan, bir bağı kesin öğrendikten ve yeterince pratik yaptıktan sonra yeni bir bağlama şekli öğrenmek, bir yandan da eski öğrendiklerimi tekrar etmek benim için daha verimli oldu. “Zor bağ yoktur az pratik vardır.” Belki de biz kadınların erkeklere göre el sanatlarına yatkınlığı, ilgisi de daha fazla olduğu için böyle bir konuya rahatça konsantre olabiliyoruz. Halatlarla uğraşmak bana keyif de veriyor. Ayrıca bir teknenin halatlarının durumu da teknenin bir özeti gibi. Özenle roda edilmiş halatlar gördüğümde kaptanın titiz, teknenin bakımlı olduğunu düşünürüm.
Ocak ayındaki Göcek Rallisinin ilk gününde Mehmet Erem Reisimiz bize kasa dikişini yani halatın ucuna kalıcı kasa oluşturmak amacıyla yapılan dikişi anlattı (Merak edenler için http://lotusseyirdefteri.blogspot.com/p/halatlar-ve-kasa-dikisleri.html ) ve verdiği halatlarla bu şekilde bir kasa yapmamızı istedi. Sonuçta ortaya yamuk yumuk olsa da bir kasa çıkardım. Fakat burada itiraf edeyim ki o günden beri tekrar denemedim ve şu anda hiçbir şey hatırlamıyorum. ;D
Geçen hafta CNR Fuarında beş kişi gezerken bir stantta satılan halatlardan birisinin ucunda izbarço bağı gördük. Hemen çözüp kendi usullerimizle nasıl yaptığımızı gösterdik. Anında bilgi alışverişi... Gerçi konu izbarço olunca gene aklımda tek kalan yöntem benim ilk öğrendiğim ve sürekli kullandığım oldu ama bu çalışma sanki soğuk kış günlerinin sonuna geldiğimizin; halatlarıyla, yelkenleriyle, usturmaçalarıyla özlediğimiz deniz hayatına çok yakın olduğumuzun habercisi gibiydi. :)
Sonuç olarak “Ah bu halatların gözü kör olsun” şarkısını söylememek için bol bol pratik yapmak şart. Üç kere deneyip öğrendim diye bırakınca meşhur türküyü söylemeye başlarız:
Gemi bağlarında dolanıyorum
Yitirdiğim izbarço yeteneğimi aman aranıyorum
Bir tek kropime güveniyorum
Gel otur yanıma, kazık bağını öğreteyim
Halat volta etmeyi bile bilmiyorsa
Ben o denizciyi neyleyim
-
İsmini vermek istemeyen bir reisimiz benim aracılığımla mesaj göndermiştir. Benim bu mesajla hiçbir alakam yoktur.
Ece Reisim,
Okurken Ben de mi Brütüsüm? hissiyatına kapıldım. Tekneyi A noktasından B noktasına götürebilmek çok zevkli duygu. Ama B noktasına sert havada yanaşması da bağlanması da ayrı dertler. “Okullar olmasa maarif ne rahat ederdi” diyen eğitim bakanımız gibi ben de “Bağlar olmasaydı, denizcilik ne rahattı” diyenlerdenim. Bağların bazılarını doğru biliyorum. Doğru bildiğim bazılarının isimlerini ise yanlış biliyorum. Bir de doğru bildiğim yanlış bağlar var ki, o konulara hiç girmek istemiyorum. Konuyu bağlamam gerekirse (istediğim bağdan başlayabilir miyim?) Son sözüm, benim türküm de, “Bağlamışım çözülmüyor Mihriban"
Saygılarımla
-
İsmini vermek istemeyen bir reisimiz benim aracılığımla mesaj göndermiştir. Benim bu mesajla hiçbir alakam yoktur.
Ece Reisim,
Okurken Ben de mi Brütüsüm? hissiyatına kapıldım. Tekneyi A noktasından B noktasına götürebilmek çok zevkli duygu. Ama B noktasına sert havada yanaşması da bağlanması da ayrı dertler. “Okullar olmasa maarif ne rahat ederdi” diyen eğitim bakanımız gibi ben de “Bağlar olmasaydı, denizcilik ne rahattı” diyenlerdenim. Bağların bazılarını doğru biliyorum. Doğru bildiğim bazılarının isimlerini ise yanlış biliyorum. Bir de doğru bildiğim yanlış bağlar var ki, o konulara hiç girmek istemiyorum. Konuyu bağlamam gerekirse (istediğim bağdan başlayabilir miyim?) Son sözüm, benim türküm de, “Bağlamışım çözülmüyor Mihriban"
Saygılarımla
Çok kasmayın, bunların hepsi aslında bir "tüğmük", düğümde diyenler var aslında . ;D
Şimdi bir çok kişinin " Olurmu öyle şey bağlar başka , düğümler başka. Bağ çözülür , düğüm çözülmez. Bağı denizci kullanır, düğümü balıkçılar " gibi şeyleri akıllarından geçirdiğini tahmin ediyorum. Yakın zamana kadar , yaptığım bağın adının izbarço olduğunu bilmiyordum. Diğerlerini hala karıştırırım, hangisi sancak bağıydı ilk sorduğunuzda hatırlamam. Ama tüm bağları ihtiyaca göre yapabilirim. Nasıl öğrendiğimi hatırlamıyorum. Muhtemelen balıkçılık yaptığım dönemlerde görerek öğrenmişim. Sadece nerede hangi bağı kullanmam gerektiğini iyi tahmin ediyorum. Birde bazılarını yanlış biliyormuşum. Çok zamandır üç kollu halat örgüsü yaparım geçenler de Dostumuz Mehmet Erem uyardı kollardan birini ters aldığımı.
-
DENİZDE MURPHY KANUNLARI MI İHMAL Mİ?
Denizdeyken hesap ettiğimiz en kötü olasılık gerçekleşebileceği gibi bazen de hiç aklımıza gelmeyen daha da kötü olan olasılık gerçekleşebiliyor. Burada suçu Murphy’e atarak vicdanımızı rahatlatabiliyoruz. Ama bu vicdan rahatlığı elbette o anda yaşadığımız heyecana, korkuya engel olamıyor. :)
Murphy Kanunlarına göre; “Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir. Hata bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir.” Bu durumda ters gidebilecek kaç olasılık olduğunu düşünüp bu olasılıklarla baş etmek için nasıl hazırlanmamız gerektiği konusunda kafa yormamız gerekebilir.
Murphy Kanunları denizciler için de gayet güzel çalışır. En bilineni şüphesiz günlerce hava durumu takip edilip, planlandığı gün seyre çıkıldığında havanın yüksek olmasıdır. Bizim gibi tatil süresi kısıtlı olan birçok tekne sahibi bu havaya rağmen maalesef yola çıkar ve tecrübesine tecrübe katar. C:-)
Murphy’nin teknede bize ilk defa varlığını göstermesi de sert bir havada yelken seyrinde oldu. Bildiğiniz gibi direk üzerindeki halatlar rüzgârın etkisiyle direğe çarpmasın ve sesi çevreyi rahatsız etmesin diye ince bir halatla bağlarız. İlk teknemiz Ekim’de, bağladığımız bu kısa halatı çözdük fakat ana yelken mandarına dolanmış. Sert havada ana yelkeni indirirken takıldı ve epey mücadele etmemize sebep oldu. Nasıl oldu demeyin. ?0-? Gerçekten Murphy devreye girdi. O gün denizin ihmali kabul etmeyeceğini öğrenmiş olduk. :)
Murphy özellikle acemileri çok seviyor. “Hadi bir sert hava seyri yapalım” diye bir düşüncemiz hiç olmadığı halde sağ olsun Poseidon ve Murphy birlikte denizciliğimizi geliştirmek için çok çalıştılar. Ekim’i aldığımız ilk sene her seyirde güzel havada çıkıp fırtınayla dönüyorduk. Artık bizim için; seyre çıkınca hava bozar diye bir Murphy kuralı oluşmuştu. Yeşilköy Barınakta tecrübeli kaptanlardan birisinin bir gün yanımıza gelip; “Bugün çıkmazsanız iyi olur. Arkadaşım Marmara Adası’ndan dönecek. Fırtınaya yakalanmasın.” demişliği bile vardır.
Peki, Murphy denizde başımıza ne gibi işler açabilir?
Teknenin içi neta değilse kesinlikle iyi bir dalgaya maruz kalınır her şey ortalığa saçılır.
Bir işi yapmanın en kolay yolu ancak o iş bittikten sonra akla gelir.
Hiçbir tamirat, hesaplanan sürede ve/veya maliyette bitmez.
Hangi yönde yelken yapmaya karar verilirse rüzgâr o yönden eser.
Denize düşen halat pervaneye dolanır.
Açık unutulan kapaktan içeri düşülür.
Tuvalet lumbozu kırıldığında tuvalet kapağı açıktır ve lumboz parçaları tuvalete düşerek kullanılmaz hale gelmesine neden olur.
Demir bağlanmazsa seyrin en zorlu anında düşer.
Çalışmayan motor, usta gelince çalışır.
Can simidi en çok ihtiyaç duyulduğu anda yerinden çıkmayacak durumda olur
Her zaman göz önünde olan bir şey, ihtiyaç olduğunda kaybolur.
Boğazda karşı kıyıya geçmek istendiğinde gemi trafiği artar.
Acil ihtiyaç olduğunda izbarço yapılamaz.
Teknede her şeyin yedeği varken, yedeği olmayana ihtiyaç duyulur.
Bütün hafta harika olan hava, hafta sonu seyir planı varsa bozar.
İyi bir yanaşmada çevrede kimse yoktur. Kötü bir yanaşmada ise izleyici çoktur.
Sert havada yanaşma sırasında ırgat kumandasının pili biter.
Yukarıda yazdığımız örnekler ve sayamadığımız daha niceleri; bilgisizlik, ihmal ve tecrübesizlik kaynaklı olabilir fakat Murphy’nin de payı çok. ;D Abartmadan önlemleri almak, olabileceklere karşı öngörülü olmaya çalışmak gerekir. Ayrıca yaşananları paylaşmak aynı ihmalleri, hataları başkalarının yapmamasını sağlayabilir.
-
Mersin'den yola çıktık. Ailece Kekova'ya gideceğiz, bingo! Bakımları yeni yapılmış tekne, arıza verdi. Alanya Marinada bir hafta zorunlu tatil. Adana'ya dödük.
Arızalar giderildi. Tamam. Güzel. Tekne Marmaris'e götürdüm, şahane! Esay'ın toplam 11 gün tatili var. Gelecek. Baş başa 11 gün geçireceğiz. Her şey tıkır tıkır çalışıyor. Çivi gibi soğuk bira içiyorum, motor şahane. Hatun kişisi gelecek diye tekneyi alladım pulladım. Mis.
Akşam üzeri, iki saate gelecek Esay, oturdum, bir bira açayım dedim. Ulan bira abdest suyu gibi. Dört saat önce şahaneydi. Yere yapıştım, buzdolabınınn sesini dinliyorum. Çıt yok. Lan etme lan... etme kurban olayım. Orayı kurcaladım burayı kurcaladım yok, olmuyor. Koştum tamirciye. Abi dedi ancak yarın sabah. Yav yapma, sabah yola çıkacağız. Yok mümkün değil yapamam şimdi.
Döndüm kayığa. Esay geldi. Yüzümde en sevimli tebessüm. Sardım öptüm, canım hoş geldin, bak tekneye tertemiz, bak yeni çarşaf aldım, bak şunları şuraya koydum, hadi yemeğe gidelim,bir şeyler yiyelim. Dur dedi, bir su içeyim. Ö hö... Canım ya, ne oldu anlamadım, buzdolabı, ö hö, işte, tekne bu biliyorsun....
"Bir defa ya", dedi, "bir defa olsun şuna binelim ve bir şeyi onarmadan gidelim!" . Kızın bir gününü yedik.
Arıza en istemediğiniz anda karşınıza çıkar!
-
Mücahit daha önce Andromeda 1’in Maceraları konusunda detaylı yazdı. Andromeda’yı alalı bir ay olmuştu. Marinadan birkaç tekne Ramazan Bayramında Güney Marmara’yı gezelim diye planladık. Fakat daha limandan çıkarken paladan kaynaklı titreşim nedeniyle, diğerlerine el sallayarak geri dönmek zorunda kaldık. Arife günü çekek yerinde yarım gün çalışılacağı için apar topar tekneyi karaya çıkarttık. Rıza Usta’nın yoğun çabasına rağmen ses kesilmeyince biz de Marmara Adasından vazgeçip Heybeli Ada ile yetindik.
Bir sene sonra gene Ramazan Bayramında Halki teknesi ile birlikte Marmara Adası’na gitmek üzere yola çıktık. Bu sefer de Halki’nin motoru Koç Adası civarında sorun çıkarınca gene marinaya döndük ve zaten üç gün olan tatili gene Heybeli Ada civarında geçirdik.
Murphy denizde plan yapanlara bırakın gülmeyi, Erol Taş kahkahaları atıyordur. :)
-
Benim de Karadeniz Rallisinin ortasında tekneden ayrılmam vardır, ne hikmetse ayrıntılı plan yapınca olmuyor bu işler.
-
Bence her şerde bir hayır vardır... Belki o vazgeçiş, o geç çıkma nelerden nelerden bizleri korumuş oluyor bilemiyoruz... O yüzden bence çok takılmamak lazım... :)
-
Bence her şerde bir hayır vardır... Belki o vazgeçiş, o geç çıkma nelerden nelerden bizleri korumuş oluyor bilemiyoruz... O yüzden bence çok takılmamak lazım... :)
Haklısın. Olacaksa da yolun başında olması iyi. :)
-
Bence her şerde bir hayır vardır... Belki o vazgeçiş, o geç çıkma nelerden nelerden bizleri korumuş oluyor bilemiyoruz... O yüzden bence çok takılmamak lazım... :)
Murat Reis, Murphy'i niye savunuyorsun? Yoksa Murphy sen misin? Isimlerin ilk 3 harfi aynı zaten😀
Şaka bir yana bayram tatilinde deniz bomboşken Tekirdağ'da kablo döşeyen gemi çıkmıştı yolumuza.
-
Bence her şerde bir hayır vardır... Belki o vazgeçiş, o geç çıkma nelerden nelerden bizleri korumuş oluyor bilemiyoruz... O yüzden bence çok takılmamak lazım... :)
Murat Reis, Murphy'i niye savunuyorsun? Yoksa Murphy sen misin? Isimlerin ilk 3 harfi aynı zaten😀
Şaka bir yana bayram tatilinde deniz bomboşken Tekirdağ'da kablo döşeyen gemi çıkmıştı yolumuza.
Abi ben değilim ama kendisi bana kardeşim kadar yakın neredeyse :D Allah uzak etsin bundan sonra ;D