Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir

  • *
  • İleti: 233
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#45: 06 Kasım 2020, 11:40:28
 Severek okuyorum. Anı kitaplar da en beğendiğim türdür.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 288
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#46: 07 Kasım 2020, 10:06:07
Tekneye sahip olmak herkes için birşeyler ifade eder, şüphesiz.
Bu sahip olunan diğer şeylere de pek benzemez.
Sorsak, bu konuyla ilgili birçok farklı şeyler anlatılır ama
 "tekne sahibi" olmanın değişik bir duygu olduğunda herkes hem fikirdir sanırım.
Benim için de öyleydi.

Dino esas itibarıyla yarış amaçlı yapılmış bir tekneydi.
Diğer muadili gibi başarılarla dolu bir geçmişi vardı.
Ama benim ilgilendiğim taraflar bunlar değildi açıkçası...
Gayet zengin bir donanımı, yedek halatları, yedek yelkenleri ve makaraları vardı.
Ama en önemlisi çekekte rahat kullanmak için bir römorku vardı.

Fiyat olarak ne söyleneceğinin çok önemi yoktu aslında ama yine de sordum.
Söylediği çok makuldu. Önce inanamadım.
Aslında O da inanamıyordu.
Yarıştan çekilmiş bir sınıfa ait bir tekne için neden bu kadar ısrar ettiğimi kimse anlamıyordu aslında...

Halbuki tek kelime yeterliydi: AŞK!
  • IP logged
« Son Düzenleme: 07 Kasım 2020, 10:11:29 Gönderen: Mehmet Erem »

  • *
  • İleti: 5770
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#47: 07 Kasım 2020, 11:09:20
konuyu bölmemek için araya girip bir şey yazmak istemiyorum ama yine dayanamadım, ileti düşünce bir solukta okuyorum. Cevat Abi gibi hatıratlar, yaşanmış hikayeler benimde en sevdiğim türdür. viya böyle.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 288
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#48: 09 Kasım 2020, 10:48:16
"Küpeştesi boyalı kayık alınmaz, leştir. Bize vernikli tekne lazım" derdi Ahmet Reis.
Küçüklüğümde kulağıma küpe olmuş sözlerden biridir.
Su üstünün hatta tamamı vernik olan tekneler var. Ne kadar güzel ve bakımlı duruyor.
Hala daha bu yaklaşımı değiştirmedim.

Sonradan hayatımda çok büyük yer tutacak olan tekne bakımı ile ilgili konu sanırım böyle başladı: VERNİK.
Dino'nun su üstü tamamıyla vernikti.
Aslında boyuna göre de gayet geniş bir alan.
Şimdiki gibi birçok farklı imkanlar da yoktu.
Bilenler bilir boyanın en az %60'ı yüzey hazırlığıdır.
Vernikte bu oran %80 e kadar çıkar.

Bizim kendi uygulamamızda yüzey hazırlığı bildiğiniz kırık cam parçaları ile oluyordu.
Cam gibi verniği kırık camlar ile kazımaya çalışmak da kendi içinde ne ironi ama!

İlk fırçayı sürene kadar çok uzun zaman geçtiğini hatırlıyorum.
Ama mobilya gibi olmuştu sonunda.
Hazır olduğunda römorku ile denize indirdiğimiz anı unutmam mümkün değil.
Eskimesin diye pırıl pırıl Raudaschl-Segel yelkenlerini basmamış dandik yedek yelkeni ile seyretmiştik.
Çok fazla hızlı gidiyor diye flok basmaya cesaret edememiştim!  )))

Yavaş gitsin diye özel çaba harcanan bir yarış makinesi!

_ . _



  • IP logged
« Son Düzenleme: 11 Kasım 2020, 10:23:59 Gönderen: Mehmet Erem »

  • *
  • İleti: 1341
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#49: 09 Kasım 2020, 14:04:17
Çok fazla hızlı gidiyor diye flok basmaya cesaret edememiştim!  )))

Yavaş gitsin diye özel çaba harcanan....

Yelkene ilk başladığımda hissettiklerim.Çok tanıdık geldi yazdıkların Merem Reis.Büyük bir merakla ve keyifle takip ediyorum.Teşekkür ederim.
  • IP logged
BABA TUNCA /YEŞİLKÖY

  • *
  • İleti: 21
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#50: 09 Kasım 2020, 17:58:33
Harika gidiyor, keyifle okudum. Kaleminize sağlık.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 42
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#51: 10 Kasım 2020, 14:56:00
çok güzel anlatıyorsunuz Üstad ım.. keyifle okuyorum. teşekkürler.... :)xx
  • IP logged

  • *
  • İleti: 439
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#52: 10 Kasım 2020, 16:12:35

Merem reisim ellerinize sağlık,bu yazılanları okudukça çocukluğumun , gençliğimin deniz kokusunu alıyorum sanki.
  • IP logged
Her hata bir ders, ne hata biter ne de ders.(Mevlanadan denizcilere)

  • *
  • İleti: 283
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#53: 11 Kasım 2020, 19:53:46
Ben şikayetçiyim valla...
Bence hızlansın biraz ;)
  • IP logged

  • *
  • İleti: 1235
  • Selamlar
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#54: 11 Kasım 2020, 21:31:04
Bence de ama anladığım kadarıyla gıdım gıdım okuyabileceğiz.


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • İleti: 288
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#55: 19 Kasım 2020, 13:37:26
Pirat'ı donatır donatmaz hemen yelkene çıktık, tabii...
İlk önceleri bazı kişiler vardı etrafta.
İtiraf etmeliyim ki sitede benim düşündüğümden çok daha fazla sayıda yelken meraklısı varmış. Şaşırmıştım.

Çocukluğumuzda yeni bir ev alındığında, eve misafirliğe gelen eşe dosta evin sağını solunu göstermek adettendi.
Buna benzer şekilde, bir anda teknenin etrafında "beni de gezdir" diyenler grubu oluştu haliyle.
Liste başlangıçta bayağı uzundu...
Rutin olarak uzandıkları şezlongtan bakınca, açıkta yelken yapan tekne ile ilgili kafalarında nasıl bir imaj oluştu tam olarak bilemiyorum ama, sahildeki herkes resmen sıraya girmişti.
Dragos tepeye doğru kısa bir rota Mor Kayalar veya DSİ kampı önünden dönüp gelme, yaklaşık 1 saat ya sürüyor, ya sürmüyordu.

Günler geçtikçe bizim tekneye olan yatkınlığımız artıyordu.
Hem kendimize hem de tekneye olan güvenimiz arttıkça, yelken yapma tekniğimiz de değişiyordu, şüphesiz.
Sahilde bekleyen kişi sayısı ise aynı oranda mı emin değilim ama hızla eriyordu.
Beklentileri karşılanmadığı için mi yoksa denizde yelken yapmak hayal kırıklığı yarattığı için mi ya da bir başka sebepten mi gittiler bilmiyorum ama çok da uzun olmayan bir süre sonunda artık sadece 4-5 kişi kaldığımızı şaşkınlıkla farkettim.
Deniz işinin herkes için benim için ifade ettiğinden farklı şeyler demek olduğunu anlamam, sanırım o döneme rastlar.

Ben hep dümende oldum, en yakın arkadaşımın küçük kardeşi Serkan ise floktaydı.
Zaman geçtikçe birbirini artık konuşmadan anlayan bir ekip olmuştuk.
Rutin bir sıradanlıkla, her sabah kalkar kalkmaz çekeğe gidiyor, teknenin üstündeki brandayı kaldırıyor, donanımı gözden geçiriyor, hava müsaitse karada değilse denizde yelkeni basıyor ve denize açılıyorduk.
Bu işler sırasında neredeyse hiç konuşmadan iş bölümünü paylaşıyor, sanki üst rütbeli birer donanma subayı ciddiyeti ile kısa sürede sahilden uzaklaşıyorduk.
Açık denize çıkınca altımızdaki tekne resmen değişiyordu.
Hızı ve hareket kabiliyeti sanki tamamen farklılaşıyor, dönüş yoluna geçince de sanki bizimle konuşuyor, "lütfen beni çekeğe götürmeyin, burada kalalım" dediğini duyar gibi oluyorduk...
Aslında değişenin tekne değil ama bizim kendi ruh halimiz olduğunu uzun süre anlamadım.

_ . _


 
  • IP logged
« Son Düzenleme: 19 Kasım 2020, 14:31:18 Gönderen: Mehmet Erem »

  • *
  • İleti: 288
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#56: 02 Aralık 2020, 10:44:40
Bütün ilkokul ve lise hayatım boyunca hiç bir zaman iri yapılı bir tip değildim.
En ön sırada oturan sınıfın minyon karakteri vardır ya...
İşte O bendim.
Esasen bundan çok şikayet etmedim, çok sorun etmezdim.

Ama en azından bizim yaptığımız tarzda yelken sporu için, iri yapılı ve kilolu olmanın önemli avantajları vardı.
Rüzgarın bindirdiği anlarda, onlu yaşlarında iki çocuk, her ikimiz birden tamamen dışarı bile çıksak tekneyi doğrultamazdık.
Tekneyi düzgün kullanmanın yolu, iyi yelken ayarı yapmak değildi. Bostancı Kartal aralığında sahilden esen rüzgarın sağanaklarını kollamak bayılmanın önüne geçmenin ilk şartıydı.

Bazı durumlarda sırf ağırlık olsun diye başkalarını yanımıza aldığımız olurdu ama o gelenler bir türlü bizim istediğimiz "doğru" hareketleri yapamazlar, korkar ve hatta sıklıkla panik olurlardı.
İyi bir ekip olmanın ilk şartının bireyler arasındaki uyum, uyumu sağlayanın da bol pratik olduğunu sanırım ilk o zaman farkettim.

Tekne sahilden gelen sert sağanaklar ile iyice bayıldığında, rota ne olursa olsun ya iyice kasılı orsaya girmek ya da geniş apaza dönmek tek kurtuluştu.
Alabanda asıldığım dümene rağmen teknenin rüzgarüstüne dönmesine engel olamamak, biraz dikkatimiz dağıldığında başımıza gelen standart durumdu.
Tekne kendinden emin bir hareket ile hızla orsaya döner, hatta tramola atardı.
Sanki üstündeki acemi binicileri kollayan, ağırbaşlı yaşlı at gibi sahibini kollayan bir dinginliği vardı teknenin.

Bu gibi durumlarda, "gözüne orsa girmek" dediğimiz kılıcına rota tutar, iyice içeri girdikten sonra bu sefer geniş apaza döner, neredeyse uçarak limana girerdik.
Yazın sonunda hep daha hızlı, daha hızlı ve daha hızlı gitmek isteyen sınır tanımayan, hırslı yarışçılardan bir farkımız kalmamıştı.
Farklı olarak bizi sahilden veya bottan gözleyenler, tecrübeli ya da profesyonel yarış antrenörleri değil; ama şezlonglarında güneşlenen eş-dost ahbap ile ahşap kayıklarında balık hazırlığı yapan balıkçılardı...

_ . _

  • IP logged
« Son Düzenleme: 04 Aralık 2020, 11:46:03 Gönderen: Mehmet Erem »

  • *
  • İleti: 288
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#57: 04 Aralık 2020, 12:39:09
Tüm kış boyunca para biriktirdim.
Bir öğrenci için büyük para tabi ama aslında sektrörün standart bütçelerinin çok altında bir meblağdı.
Amaç belliydi...
BALON!

5,5 metrelik pirat sınıfında balon basmak ilk defa yapılan birşey değildi.
Düzenek de belliydi, indirirken veya basarken yapılacaklar da...
Ama önce düzeneği kurmamız gerekiyordu.
Düzeneğin başrol oyuncusu da haliyle balonun kendisiydi.

Tabiyatıyla yepyeni bir pirat balonu satın almam veya diktirmem mümkün değildi.
Kalamış camiasında herkese sordum, sonunda ara sokakta küçük bir dükkanı tarif ettiler.
Kaya Yelken!
Kaya Önol ile ilk orada tanıştım.
"Ne yapacaksın sen pirat  balonunu?" dedi.
Şimdi düşünüyorum da kesinlikle çok isabetli bir soru.
Yarış sınıfından çıkartılmış bir eski kayığa balon bassan ne olur? Basmasan ne olur?
Haklı olarak anlatmam çok uzun sürdü...
Sonunda ikna ettim.

Eski bir 470'den çıkma çok renkli bir yelkenimiz oldu.
Cebimdeki tüm parayı vererek dükkandan uçarcasına çıktığımı hatırlıyorum.
Zaten haifçecik bişeydi. Derdest edip, koltuğumun altına sıkıştırmıştım balonu.

Simetrik veya asimetrik filan yoktu.
Ya da belki vardı da kimse bilmiyordu.
Tek bir sistem vardı, o da gönderle basılıyordu.
Dümenci kadar direkte çalışan flokçuya da çok iş düşen bir sistemdi.
Karışık kuruşuk halatlar, iskotalar ve  mandarlar ayarlamak beceri gerektiriyordu.
Ama uygun rüzgarı bulup da şeklini oturttuk mu acayip keyifli birşeydi.
Kısa sürede çok alıştığımızı hatırlıyorum.
Öyle ki uçarcasına geldiğimiz yerde balonu indirip, orsa orsa tırmandığımız tekrar basacağımız noktaya geri tırmanmak resmen zul olmuştu bizim için.
Sanki o yelken yapmak değildi...

_ . _
  • IP logged

  • *
  • İleti: 288
Ynt: İstanbul Adaları'nda Uzun Bir Seyir
#58: 14 Aralık 2020, 16:13:27
Tabi iş tekneye sahip olmak veya denizde yelken yapmakla bitmemişti.
Zaten malzeme ve donanım kısıtlı. Geçtim ikinci elini, sıfırını bulmak bile zor.
Olsa da o bütçeler ile "kayığı döndürmek" mümkün değil.
Dolayısıyla teknecilik işine girer girmez bir Türkiye gerçeği ile yüz yüze geldim.

SANAYİ
Burada şüphesiz ki kastedilenin bir endüstri tanımı olmadığını anlaşılmıştır.
Daha çok coğrafi bir niteleme aslında.
Sanayi Mahallesi dersek daha iyi olacak, belki...

O zamanlar Cevizli'dekiler çok da derli toplu mahalle gibi tek bir yerde değildi.
Marangoz tren yolunun kenarında, kaynakçı pazar sokağı girişinde, nalbur bunlardan bayağı uzakta bir yerdeydi...
Çözümler de bilimsel kriterlere göre değil daha çok ekonomik güce bağlı olarak üretiliyordu.
Hoş gerçi hala daha büyük oranda birçok yerde o şekilde yapılıyor ama...

İşini iyi ve zevkle yapan ustalarla tanışmam o döneme rastlar.
Ahşap işçiliğine ilgi duymam da sanırım Orhan Usta'nın atölyesinde başlamıştır muhtemel.
Şimdi bile bir marangozhaneye girdiğimde aldığım ahşabın o kokusu, derinlerde yatan bir anıyı nasıl da kolaylıkla canlandırabiliyor?
İnsanlar gördüğünü hatırlar, keza duyduğunu da... Peki ama kokladığını hatırlamaz mı?
Çocukluğumuzdan gelen koku ile ilgili anılar, beynin en dış katmanında daha mı geniş bir alanı kaplıyor?

Bulduğumuz çözümler genellikle pahalı olmayan basit çözümler oluyordu tabi.
Basit çözümler kısa sürede iflas ediyor yine benzeri çözüm alternatiflerine yöneliyorduk.
Bumba ayına kauçuk yaptırmaya paramız yetmediği için her seyirden önce kahverengi renkli bez bantla sarmak artık yelken hazırlığının rutin bir öğesi haline gelmişti.
En iyi öğretmen çaresizliktir derler ya!

Seyir esnasında başımıza gelenleri çözmek ise başlı başına bir konuydu.
Sahile kadar dönmemizi sağlayacak kadar bize zaman kazandırması yeter, basit uygulamalar ve "uydur-kaydır" işler üretiyorduk denizin ortasında.
Yıllar sonra tanıdığım ve fikirlerine çok saygı duyduğum bir usta başının sözünü hatırlarım.
"Bantlar, yapıştırıcılar ve hatta kaynak çaresiz oto tamircisi işidir. Benim atölyeme diş çekmeyi bilmeyen, freze kullanamayan çırak giremez" derdi Nazım Usta.
Şimdi yeni yeni anlıyorum geriye bakınca
Meğer o yıllarda ne çaresizmişiz biz!

. _ .
  • IP logged
« Son Düzenleme: 23 Aralık 2020, 13:56:00 Gönderen: Mehmet Erem »

 
Yukarı git