Sinağrit BabaBu yaz Bozcaada’da, yılların birikimi olan balıkçılık tecrübemle, çok sağlam ekipman alıp, benim gibi çok iyi bir balıkçı olan Yeğenim Çağan ile birlikte iki kilo civarı bir Sinarit tuttuk. Bu kadar iyi balıkçı olunca bu başarı kaçınılmaz değil mi? Aslında bu hikayedeki doğru olan tek şey; Çağan’la birlikte iki kilo civarı bir Sinarit tutmamız.
En başından almak gerekirse; Mücahit’in iş için birkaç günlüğüne İstanbul’a dönmesi gerekiyordu. Gitmeden önce bana o güne kadar hiç kullanmadığım dingiyi ve motorunu nasıl kullanacağımı gösterdi. Ertesi gün akşamüstü Çağan’a hadi gidip şansımızı deneyelim dedim. Her tür spor malzemesi satan malum mağazadan makinesi dahil 60 TL’ye aldığım kamışı ve kardeşimin İzmir’den getirdiği sarı kurşun kafalı hamsi görünümlü silikonu aldık. Bota atladık ve Bozcaada limanı ile ada arasındaki alanda dolaşmaya başladık. Ben motoru kontrol ediyorum. Çağan da makineyi tutuyor. Biz iki acemi balıkçı; “Biraz yavaş git”, “Biraz misina bırak”, “Pervaneye dikkat et” falan derken 10 dakika geçmedi, kamış çok güçlü bir şekilde büküldü. Heyecanla motoru durdurdum. Çağan sarmaya çalışıyor ama bizim makine o kadar kötü ki birden misina karıştı. Saramıyoruz. Ben aldım; elimle misinayı sarmaya çalışıyorum. Bu arada misinada hiç hareket yok. Biz ne kaçırdık acaba diye düşünüyoruz. Artık sarma işinin sonuna yaklaşmışken denize bir baktık yemin ucunda kocaman bir balık. Bu kadar zaman hareketsiz beklemiş. Hiç zorlanmadan bota aldık fakat ne olduğunu bilmiyoruz. Zehirli mi, dokunabilir miyiz? İkimiz de tutmaya yanaşmayınca garibimi oturma yerinin altına oltanın ucunda bıraktık. Motoru çalıştırdık ve tekneye döndük. Bizimkiler bu kadar çabuk dönmemizden şüphelenmiş, havuzlukta bize bakıyorlar. Babam; “Tuttunuz mu bir şey” diye seslendi. “Tabii ki” dedik, “ İyi balıkçılar boş dönmez. “
Balığı gösterdik. Havuzlukta sevinç, şaşkınlık nidaları…
Babam bizim yapamadığımızı yaptı ve balığı oltadan çıkardı. Sinarit galiba dedi. Alıp komşulara gösterdi, onlardan da teyit aldı. Benim o güne kadar balık tezgahlarında bile görmediğim, varsa da fark etmediğim Sinarit’i yakalamıştık. Ya da biz yakalamadık, Sait Faik’in Sinağrit Baba öyküsündeki gibi Sinarit biz seçmişti. Ama ne olursa olsun sonuç değişmiyor. Çağan’la birlikte ailenin ilk Sinarit yakalayanları olarak (Umarım son olmaz.) tarihe geçtik. Hayatlarının çoğunu balık tutarak geçirmiş olan abim (6 kg’luk levrek başarısı var) ve kardeşim ( 30 kg. yayın balığı yakalayıp serbest bırakmıştı) hala bu başarımıza! inanamıyorlar.
Doğal olarak, akşam yemeği planımız değişti. İnternetten de araştırarak fırında yapmaya karar verdik. Tepsinin altına dizdiğimiz patates ve soğan dilimleri üstüne balığı yerleştirdik. Üstünü de biber, limon ve domates dilimleri ile süsledik. Zeytinyağını unutmadık. Babam balığı deniz suyuyla temizlemişti. Bunun da etkisi var mı bilmiyorum ama yediğim, en deniz kokulu balıklardan birisiydi. Yemek boyunca Çağan’la ne kadar iyi balıkçılar olduğumuzu konuştuk durduk. Bu artık aramızda espri haline geldi.
Sinarit macerası bizi çok motive etti. Daha iyi malzeme ile çok çaba sarf ettik fakat birkaç yem kaptırma olayı ve istavrit, karagöz avı dışında kayda değer bir şey olmadı. Gene de çabalarımız devam ediyor. İnsan bir kere bu heyecanı yaşayınca artık vazgeçemiyor.
Bu arada yakaladığımız Sinaritin sonunun Sait Faik’in öyküsünde anlattığı Sinağrit Baba gibi olmadığını umarım. Bizim oltamıza ve soframıza konuk olmaktan mutlu olduğuna inanmak isterim.