Evet.. Artık biraz klişelerin dışına çıkalım. Önce şu Akdeniz 'de olağan rotanın saatin tersi yönünde ve kıyı seyrinde yapıldığı klişesi. Bu gerçeği tam yansıtmıyor.
Öncelikle antik ticari teknelerde yani benim tabirimle Antik Akdeniz İş tekneleri kare yelkenleri ile en fazla ama en fazla 60 derece rüzgar üstüne gidebiliyorlardı. 65 hatta 70 derece rüzgara doğru gidebilmek bu arma için son derece iyi bir performans olarak düşünülebilir.
BU teknelerde kürek dahi yoktu. Az bir personel ile çok iyi bilinen bir rotada ve çok iyi bilinen bir mevsimde seyir yapıyorlardı. Bu tekneler için seyir zamanı Mayıs ve Eylül sonu ile sınırlı idi. Tamamen açık denizde ve kuzey Güney ya da Güney Kuzey aksında ilerliyorlardı. Akdeniz'in doğu kıyılarından Mısır , Anadolu'ya sonrasında ise buralardan Kıbrıs'a ve Kıbrıs hareketle tekrar Anadolu ama bu sefer Teke yarımadası yani Patara 'dan Gelidonya burnuna kadar olan liman ya da demir yeleri ve buradan da hareketle Rodos'un güneyinden Girit adasına gidiliyordu. Dönüş elbette daha kolaydı.
Yani Tüm Akdeniz ortasındaki Sicilya , Girit ve Kıbrıs adalarından 65 derece ile güneden kuzeye doğru ve tamamen açık deniz rotası kullanılarak geçiliyordu. Yanaşilan limanlara dikkat ederseniz çoğunlukla bir derin ve büyük liman , hemen arkasında ise küçük liman şeklinde inşa edilmiş ya da bu şeklide olan koylar tercih edilmişti. Bakınız Knidos, Phasalis , Ceneviz koyu ve bir çokları . Açık denizden Mal getiren ya da götüren teknelere kıyı boyunca seyir yapan daha küçük yelkenli tekneler hizmet ediyor ve bunlar gelen malları kıyı seyri ile daha küçük limanı olan yerleşim yerlerine taşıyor ya da yük topluyorlardı.
Yani Antik Akdeniz 'de iki ayrı deniz rotası vardı. Bunlardan ilki açık denizin bilinen rotalarını kullanan açık deniz tekneleri ve bu malalrı ve insanları diğer küçük limanalra kıyı seyri yaparak taşıyan daha küçük yelkenli tekneler.
BU rotalar latin yelken keşfedilene kadar yüzyıllarca hiç değişmeden kullanıldılar. LAtin yelken sonrasında da asla terk edilmediler sadece koridorlar genişledi.
BU tekneler son derece güvenli teknelerdi ve uygun rotada ve deniz şartlarında sorunsuz limanlarına varabiliyorlardı. KYrenia II seyri bunu kanıtlamış bulunuyor. Şiddetli havalarda da seyrine devam edebildi. Bu etaplardan en önemli bilimsel test seyri Kıbrıs Girit adasına yapılandı.
Kyrenia II Kıbrıs'tan çıktıktan sonra güneye doğru açılarak Girit 'e gidebildi. aşağıda eklediğim fotoğraf bence çok ilgi çekici.
Kyrenia II KIbrıs'ın güneyinden yola çıkıp Girit 'e gidebilmesi için önce Mısır 'ın batısına yelken basması gerekmişti. Kıbrıs çıkışlı tüm antik iş tekneleri benzer bir rotayı izlemek zorunda kalmış olmalılar. Sonrasında ise Apaz seyri ile Kuzeye Teke yarımadasına yükseliyorlardı.
Aynı Kelenderis mozaiğindeki tekne gibi kıçında bir filika ve daha büyük kıyı seyirlerinde kullanılır cinsten bir yelkenliyi de çekiyor ya da beraber seyir yapıyorlardı. Kimi durumlarda ve çoğunlukla Teke yarımadası limanlarına yük boşaltılıp , yük alınıyor ve buradan yine dar apaz apaz seyri ile Rodos 'un güneyinden Girit'e rota tutuluyordu.
Sonuçta bunlar manevra kabiliyeti düşük, hantal ancak açık denizde seyir yapabilen teknelerdi. Bu nedenle arkalarında filika ve bir yelkenli çekiyorlardı. Bunlara Phasalas adı veriliyor. Belli demir yerlerinde duruyor ve bu Phasalas ile mal ve hizmet tedarik ediyor ya da küçük limanlara mal indiriyorlardı.
Bu tekneleri dar limanlara sokmak zor olduğundan bunlar rüzgarı kolaylıkla yakalayabilecekleri demir yerlerinde bekliyorlardı. Aynı Spurie adası örneğinde olduğu gibi.
Limana yanaşmak yerine denizin ortasında her havaya açık bir kaya-ada da demir atmalarının tek bir nedeni vardı. Yola çıkmak için hakim rüzgarı yakalayabilmek.
Gözünüzde biraz daha canlansın diye şöyle bir fotoğrafını da ekleyeyim.
Spurie adası Kıbrıs ile Klikya bölgesi seyir rotasında Anadolu tarafında bulunuyor. BU rota da son derece önemli ve kolaylıkla seyir yapılabilecek bir rota. Bu rota üzerinde Klikya yakınında açıkta bir demir yeri varsa benzer bir rota olan Kıbrıs Likya rotasında da bir ya da birden fazla demir yeri olmalı.
Şimdi geliniz Nefertiti 'nin Uluburun'da 1982 yılında keşfedildikten sonra 1984 yılında yapılan ilk kazısının sonuçlarına bir bakalım. 1984 yılında Baas 'ın kazı raporunda bir yerleşim planı var.
İlk yapılan kazıda hemen batığın üzerinde bir Bizans çapası da bulunur. Sonuçta Geç Tunç çağı ile ilgisi olmayan bu çapa daha sonradan pek de dikkate alınmaz.
Oysa bana göre bu çapa çok önemli. Bizans çapası burada tarihte başka gemilerin de demirlediğinin bir kanıtı.
Akdeniz 'de benzer şekilde yaz aylarında demir yeri olarak kullanılan çok burun var böyle . en önemlilerinden birisi Alanya kalesindeki tersanelerin önü mesela. Piri reis burasının yaz aylarında kullanılabilecek bir demir yeri olduğnu yazıyor Bahrie 'de.
Yaz aylarında Uluburun 'da pekala bir demir yeri olarak kullanılmış olabilir. Aynı Spurie ve Alanya 'nın Civadra burnu gibi.
Uluburun kazıları için kıyıda bir platform yapılmıştı. Bir grup burada kalırken hemen kampın karşısında batığın yanında İNA araştırma gemisi günlerce demirli kaldı. ekibin bir bölümü de gemide kalıyordu.
Bu da benim Uluburun videom. Bu yaz çektim.
Aynı gün Uluburun sonrasında Gelidonya'dan da geçtim. Sadece burunda etkili olan bir hava vardı. 10-15 knot arası bir rüzgardan bahsediyorum.
İlk video yaklaşırken ve diğeri ise Antalya körfezine girerken. Dediğim gibi her ikisi de aynı gün çekildiler.
İki burun arasında 36 deniz mili var. Uluburun 'da karıncalar su içerken Gelidonya 'da 10knot civarı bir rüzgar esiyordu. Malum kimi burunlar kendi havasını yaratır.
Uluburun ve civarı açık denize rahatlıkla ulaşılabilecek ve özellikle yaz aylarında Girit için çıkılacak olan yolculukta ikmal yapmak için kısa demirlemeler yapmaya uygun yerlerdi.
Şimdi gelin Uluburun batığındaki çapa dağılımına bir daha bakalım.
Resmin alt tarafında ortadan sağa doğru en son çapa var. Bu taş çapa diğer tüm çapa guruplarından bağımsız duruyor. 2917 nolu çapa bu. Tam 134 Kg. Hemen yanında ayrıca balast olarak kullanılan küçük taşlardan da var.
Daha önce teknenin pruvasının kıyıya dönük olduğunu ve çapa gruplarının kıç tarafta olduğunu yazmıştık. Teknenin zemine tam bir kayanın üzerine iskele jıç omuzluk tarafından oturduğu gözleniyor. Büyük pitoslar de bu çarpışma sonrası iskele kıç omuzluk tarafına savrulmuşlar.
Ancak burada kafa karıştrıcı olan yaklaşık iki metre kadar diğer çapa gruplarından ayrı duran 2917 nolu çpanın oraya nasıl geldiği. Küçük taşlar yuvarlak olduğundan ve keza pitoslar da tekne battığı sırada ağır ve yuvarlak olduğundan tekneden uzağa savrulmuş olması doğal. Ancak 134 kg ağırlığında ve yassı bir kayanın bir pitos gibi yuvarlanması biraz zor. Öyleyse bu çapa neden tek başına ve ayrı olarak duruyor?
Ben bu son çapanın tekne battığında zaten orada durduğuna inanıyorum. Yani Nefertiti (uluburun ) teknesi battığnda baştan kara ve demir halindeydi diye düşünüyorum. 2917 nolu çapa tekne battığında zaten denizdeydi. Yani diğer çapa gruplarından yapısı itibarı ile başka bir nedenle bu derece uzağa düşemez.
Ani batışın açıklaması belkide bu olabilir. En azından bir olasılık olarak düşünülebilir. Hemen yabana atmayın bu düşünceyi. Synesius 'un mektubu olmasaydı yani tekne Yahudi kaptan pazar günü çalışmam diye görevi bıraktığında gemi batsaydı biz bu teknenin batış nedenini muhtemel kötü hava şartlarına bağlayacaktık.
Eğer bu bölgede de Spurie adasında olduğu gibi ya da bulunan Bizans çapası gibi çapalar bulunmaya devam ederse Uluburun da belkide bir demir yeri idi deme şansımız olacak.