Nisan ortasından, Ekim ortasına zorunluluklar dışında teknemizdeyiz Hanım ile. Ankara'da 2 yaşlımız dışında bizi karaya bağlayan bir şey de yok. Bir süre sonra çocukların yanına Atlantik geçerek gitme düşümüzü muhafaza ediyoruz.
Tekne nerede olmalıdan çok nerede olmalıyız, sorusu kafamızda bugünlerde. Kendimizi nereye ait hissediyoruz.
Meslek hayatımın son 10 yılı, insanın en düşük yoğunlukta olduğu bölgelerde geçti. Belki bunun de sonucu kalabalık, kargaşa rahatsızlık veriyor. 10 yılda bir geldiğim İstanbul'da en fazla 2 gün kalabiliyorum. Benimle kimse ilgilenmesin, sorunu olan gelsin, yapabileceğim birşey varsa yapayım ama harala hürele, vur çatlasın, şıkıdım şıkıdım kafam kaldırmıyor. O kadar çok çeşit ve ülkeden insanla tanıştım, çalıştım ki, bıktım.
Hergün, sabahın ve akşamın 6'sında 14 değişik ülkeden adamla toplantı, hintli ahçıların yemekleri, çelik yelek, sabah 03'lerde terör tatbikatları, koruma kuleleri içinden gelen arapça şarkılar, kuyu lokasyonunda çıkan İran-Irak savaşında ölen kişinin kemikleri.
Ya da Türkmenistan'da yatak odamda çıkan zehirli ok yılanı. KNB, KGB, CIA., Western Desert'da (Büyük Sahra) çölde kayboluşum. 45 MM USD borç, silahlı alacaklılar. Dünyanın en büyük petrol sahasında Proje Müdürlüğü.
Kille koyundayım, elleşmeyin, sıkıntınız varsa söyleyin. Hiç birşey bilmediğimi bildiğimden Sencha Ext-JS çalışıyorum bu aralar.
Hep teknede olmalıyız, ağrılarımız geçiyor, anksiyetemiz ve paranoyamız azalıyor, gayrı menkul kölelerinden uzak, böyle daha iyi..