Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Aurantes ile eve dönüş yolunda

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#90: 22 Haziran 2023, 20:55:41
 Çok teşekkür ederiz Ahmet reis, gönderip duracağım artık yazıları  :)
  • IP logged

  • *
  • İleti: 1240
  • Selamlar
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#91: 25 Haziran 2023, 22:03:32
Harika yazmışsınız yine. Çok ara vermeyin lütfen


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#92: 28 Haziran 2023, 19:54:30
Kelibia'nın balıkçı limanı gece gündüz işliyor, hem suda hem karada. Peş peşe girip çıkan küçüklü büyüklü teknelerin çoğu ahşap, çoğu dökülüyor, kiminin bir tarafı yatık. Az sayıdaki sac tekne pas içinde. İnsan hayrete düşüyor, onca insan bu teknelere nasıl güvenip de ufkun ötesine gidebiliyor diye.. Bağlı olduğumuz yer liftlerin önündeydi. İki tane lift vardı, üzerlerinde İtalyan bayrağı görünüyordu. Çok ciddi aletler, büyük yatırım yapılmış besbelli. Orada olduğumuz süre içinde her gün en az iki-üç tekne ya karaya alındı ya da suya indirildi. Bir gün hava kararmak üzereyken harap durumda, büyük bir ahşap tekne girdi limana. Kıçı çok fazla suya batmıştı, belli su alıyordu. Arkadan iki tekne itiyordu; aceleyle çekek yerine getirildi itile itile. Çok geçmeden koca lift hareket edip çekek yerine geldi ve hemen kaldırma işlemine başladılar. Gece liftte asılı kaldı tekne, suyu boşalsın diye. Az kalsın batıyormuş gerçekten. Sonraki günlerde ondan fazla kişi harıl harıl çalışıp tekneyi onarmaktaydılar. Ekmek teknesi...


(Bağlı olduğumuz yerden çekek yerine bakış)

Karası da suyu da pis bir liman. Suda öyle çok çöp, pet şişe var ki! Bir aşağı bir yukarı gidip geliyorlar, kendilerine eklenen yeni çöplerle birlikte. Yoğun bir çürük balık kokusuyla şaşkına dönüyor insan, limana ilk girildiğinde (gerçi sonra almaz olduk kokuyu, alışmışız herhalde 🤭). Dev bir hal binası var, sabahın ilk saatlerinde bağrış çağrış mezat yapılıyor. Kalabalık.. Bakımsız tekneler, bakımsız liman ama mükemmel, kesintisiz işliyor. Etkileyici..


(Liman ve çöplerinin bir kısmı)

Yerimizde rahattık, güzel de komşularımız vardı. Zaten bu limanda sıkılmak imkansız ki.. Her an bir hareket var. Bir de kediler.. Öyle çok yavru kedi vardı ki limanda! Miniminnacık, öksüz, çelimsiz. İnsanlar burada çok iyi davranmıyorlar sokak hayvanlarına. En iyi ihtimalde kayıtsızlar. Yoksa kovuyorlar. İçim çok acıdı ama kültürleri böyle. Sadece kültür de değil, bir de gözle görülür yoksulluk var. Ortalıkta mecalsiz adamlar.. Kendine hayrı yok ki yavru kediye dokunsun.. Neyse, minnoşlara dönelim. Yakınımızda olta atanların çevresinde çöplenmeye çalışan mini minnacık bir kedi gördüm ilk günümüzde. Beyazdı, ama limanın rengine bürünmüş; burası için yanlış renk. Suya yakın bir kayaya inip suya doğru miyavlamaya başladı sonra, balıkları görüyor, 'n'olur gelin de sizi yiyeyim, öyle açım ki' diyor gibiydi. Mark çok acıdı, sosislerinden birini götürdü ona. Hayvancağız hayatının en şaşkın anını yaşadı herhalde, hapur hupur yedi sosis parçalarını. Mark tekneye döndü, yavrucağız da gitti bir yerlere. Bir iki saat geçmemişti ki yine geldi. Bu kez doğrudan kayaya gidip suya doğru miyvlemeye başladı. 'Böyle yapınca sosis geliyor ki!' Çok güldük, Mark yine götürdü bir parça. Ertesi gün sarman bir de kardeşi gelmişti yanında. Bu sefer kağıt tabakta tavuk artıkları geldi önlerine. Büyük ihtimal hiç tabaktan yemek yememişlerdir.. Orada kaldığımız sürece defalarca o kayaya gelip suya doğru bakarak sosis tanrısına yalvardı minişler. Son gün ayrılmadan önce Mark oradaki halatı çözüp gelirken peşinden geldiler - artık öğrenmişlerdi. İçimiz gitti, alsak mı tekneye diye düşündük kısa bir an. Almadık. Hep aklımıza geliyor ama, alsa mıydık diye.

Limana vardığımızın ertesi günü rüzgarsız, boğucu sıcak bir hava vardı, sonraki gün güneyli rüzgâr ve yağmur. Üçüncü gün ise çok sert kuzeyli rüzgâr esecekti. Bizim için doğru yön ama şiddeti biraz fazla. Bu fırtınalı günün öncesindeki gecede balıkçı tekneleri limanı doldurmaya başladı. Öyle ki, ne zaman liman girişine baksam bir teknenin girdiğini görüyordum. Yavaş yavaş bütün boşluklar dolmaya başladı. Limana tekne girişi bütün gece devam etti. Rüzgâr bizim teknenin içine doğru üfledikçe içeriye yoğun eksoz dumanı doluyordu. Teknelerin çoğunun motoru çalışır haldeydi; her birinden duman savruluyordu gecenin gökyüzüne. Kapattık bütün heçleri, daha fazla mazot dumanı solumamak için. Sabah olunca bir baktık, limanda tek bir boş nokta kalmamış, yer bulamayanlar birbiri üstüne bağlanmıştı á la Kelibienne ☺️ Fırtınada denize çıkmıyorlar besbelli (yoksa paralanır o yaşlı emektarlar).


(Sakin günde liman)

https://photos.app.goo.gl/M8XRYBsfApmwB13k6
(Fırtınalı günde liman)


(360°)

Biz iki misafir tekne ise şımarık şımarık mis gibi yerimizde keyif çatıyorduk 🙄 Biz burda olmasak, bu yere en az 5-6 koca tekne bağlanabilirdi. Ziyaretçi tekneleri limanda istememekte haklılar aslında. Ama bizim de sığınacak yere ihtiyacımız var ki! (Komşu tekne Ithaca limana yaklaşırken telsizden uyarmışlar gelmeyin diye, ama arkadaşlarımız öyle yorgunmuş ki ısrar edip girmişler limana. Bizim ne telsizimiz açıktı ne de Fransızcamız var; cehalet bazen faydalı olabiliyor 🤫) Gerçi herkes güleryüzlü davranıyor, selam veriyordu bize. Hemen yanıbaşımızdaki orta boy bir tekneden Mark'ı çağırmışlar o sabah, güvertede tıraş olurken; bir kova jumbo karides vermişler (hayatımda gördüğüm en büyük karideslerdi ve o kadar çoktu ki yarısını güzel komşularımıza verdikten sonra bile karidese doyduk 😋). Pasaport polisimiz geldi o gün, ne zaman gideceğimizi sordu ama bu, 'hadi gidin artık' demek için değildi; o gün gideceğimizi söylemiştik giriş yaparken, o da kontrole gelmişti. 'Hava bugün kötü, yarın mı gideceksiniz' diye sordu. Dedik 'büyük ihtimal yarın, hava tahminine bakacağız.' 'Ayrılmadan önce bize gelmeyi unutmayın' deyip, komşularımızın durumunu da öğrenip gitti. Sağolsun bu güzel insanlar, limanda kalmamıza izin vererek öyle büyük iyilikte bulundular ki bize! Minnettarız 🙏

Şehir merkezi limana biraz uzak ama taksi dolmuşlar geçiyor sık sık, çok ucuz. Baharat, hurma, zeytin, zeytinyağı, süpermarket torbaları taşıdık durduk tekneye. Tunus da eskisi kadar ucuz değil artık ama Euro bölgesinden bir tık daha iyi.. O çok rüzgarlı günde yakındaki bir plaja gittik bir de. Bembeyaz, yumuşacık kumlu, harika bir plajdı. Plaj ahalisi çoğunlukla yeniyetme oğlandı ama mayolu kızlar, aileler de vardı.

https://photos.app.goo.gl/P5JtLjzbHqG2Vv8T7
(Şehir merkezine yaklaşırken. Buralarda minareler böyle, ezanları melodisiz, düz konuşma gibi ve kısık sesli)

https://photos.app.goo.gl/FqrwBhFy8umFBXXP6
(Liman civarından sakin bir sokak)

https://photos.app.goo.gl/uEz6zxSxvjaXvapy9
(Plaj)

Hava tahmini için wi-fi'ı olan sakince bir kafe belledik, her gün gidip kontrol ettik rüzgâr durumunu, birer de Tunus usulü cappuccino içtik yanında. Fırtınalı günün ertesi makul görünüyordu. Rüzgâr yer yer sertti ilk gün, gece ise biraz düşüyor ve bir tam gün daha kesintisiz devam ediyordu. Tam Malta'ya gitmelik hava. Boşverdik Mahdia'ya gitme fikrine; zaten B planıydı o, Kelibia'dan kovulma ihtimaline karşı. Ertesi sabah olabildiğince erken yola çıkmaya karar verdik, Sqeaky'nin bizi idare edebileceğine güvenerek. Şöyle ki:

Mark otopilotu söküp açmış, tam bir bakım yapmıştı. Sabitleme kolunun atıp durması, çarkın sık sık atlayıp fazla dönüş yapması gibi sorunların kaynağı apaçık ortaya çıkmıştı bu sırada. Meğer biri, tekneyi biz almadan önce, otopilotu açıp kurcalamış ve bazı parçaları ters yerleştirmiş! Mark bir güzel temizleyip doğru şekilde yerleştirince parçaları, sabitleme kolu da güçlü bir şekilde kapatılıp açılabilir olmuştu. Hata kodu ile ilgili bir bilgi bulamamıştı Mark kılavuzda. Yola çıkmadan test etme imkanı da yoktu. Bakalım görelim dedik. Bizi taa İngilterelerden buralara kadar yine iyi getirebilmiş o haldeyken Squeaky..

Yola çıkma kararını verdiğimizde akşam 9 civarıydı. İlk iş pasaport polisine gittik, sabah 5'te ayrılmak istediğimizi, mümkün olup olmadığını sorduk. Onlar açısından bir sorun yoktu ama gümrük görevlisi gelecek miydi bakalım. Telefon edip sordu. Evet, gelecekti. Limanın tahsilat görevlisini bekledik biraz da, ödeyelim ücreti, sabah bir de bunu beklemeyelim diye. Tatlı bir adamdı, önceki gün tekneye uğramış, günlük 30 dinar ödeyeceğimizi söylemişti hesaplar yaparak. Biz de parayı ona göre hazırlamıştık. Geldiğinde yine hesap makinesiyle hesaplar yaptı; merakla bekledim bakalım ne sonuç çıkaracak bu kez, daha yüksek bir rakam söylemese bari diye. Toplam 70,2 dinar demesin mi! İlk söylediği rakamın yarısından az fazla! (Yaklaşık 25 Euro gibi bir şey.) Hiç anlamadık, aynı adamın nasıl bu kadar farklı sonuç çıkarabildiğini 🤔 Parayı ödedikten sonra sabah 5'te çıkış işlemleri için yeniden polise gelmek üzere, limana en yakın bakkala yollandık, elimizde kalan Tunus parasıyla ne alabilirsek alalım diye. İlk açık yer büyükçe bir bakkaldı; yiyecek ve başka yararlı şeylerle iki torba doldurduk. Adam da İstanbul âşığı çıktı, iki sene önce gelip 15 gün gezmiş her yerini, en çok Beşiktaş'ı sevmiş, 'kafeler, diskolar..' dedi. Çektiği selfileri arayıp buldu telefonunda, bize gösterdi (Mark'ın yüzündeki saklamaya çalıştığı sıkıntı ifadesi görülmeye değerdi 🤭).

Tekneye döner dönmez yattık, kısa bir uyku olacaktı. Sabah 5'te polisin kapısındaydık, neyse ki uyumuyorlardı. Yine bir sürü form, yeniden parmak izi, biyometrik fotoğraf.. Dört günde neyimiz değişmiş olabilir ki? Gümrük görevlisi arandı, sonra tekneye gittik. Gümrükçü teknede yine üstünkörü bir arama yapıp Tunus'tan neler aldığımızı sordu. Hurmaları gösterdim 😄 Sonra motoru çalıştırmamızı söyleyip tekneden indiler ve kıyıda beklediler, ayrıldığımızı gözleriyle göreceklerdi - insan kaçakçılığı olayları malum. Dikkat ediyorlar. Bu arada 1 saat geçmişti; polise giderken rüzgâr sert sert esiyordu, şimdi ise sakinlemişti bize yardım etmek istercesine.. İskoç arkadaşımız da uyanıp güverteye çıkmıştı yardım etmek için. (Onlarla gece vedalaşmıştık; teknelerine assınlar diye nazar boncuğu hediye ettik bir de.) Halatları çözüp limandan çıktık. Dışarıdaki korunaklı alanda biraz eğlenip güverteyi neta ettik. Yarım açtığımız cenovayı balon bumbasıyla destekleyip güneydoğu rotalı yolumuza koyulduk.
  • IP logged
« Son Düzenleme: 04 Ağustos 2023, 23:06:20 Gönderen: Hasan Toparlak »

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#93: 11 Temmuz 2023, 23:34:18
Malta'ya gitmek üzere Kelibia limanından çıktığımızda (16 Haziran 2023) açıkta rüzgârın sert olacağını sanıyorduk. Ama değildi, kuzeybatıdan 4-5 bf gibi esiyordu. Dalgalar da küçüktü, karanın koruması altındaydık henüz. Yarım cenova fazla küçük gibiydi ama biraz daha ilerleyelim, görelim dedik. Hızımız 4 kn kadardı, şimdilik yeterli. Bütün bu yavaş gitme çabasının baş nedeni otopilot Squeaky ise tıkır tıkır çalışıyordu; bakımdan sonra ya çalışmazsa diye endişe etmiştik çünkü. Gökyüzü bulutsuz, görüş iyiydi, süper olmasa da. Son günlerin bulutlarını rüzgâr dağıtmıştı ama bir miktar nem daha duruyordu havada asılı. Bizden başka kimse yoktu denizde. Ve önümüzde 150 milden fazla yol vardı gidecek.

Üç saat daha böyle gittik. Rüzgâr hızı değişmese de dalgalar büyümüştü, karadan uzaklaştıkça. Mark (onca dalganın içinde) tekneden bir ip uzandığını fark etti. Pervaneye dolanmamış olsa bari diye diledik - gerçi motor sorunsuz çalışmıştı limandan çıkarken. Uzun kakıçla yakaladı ipi; çok ince bir halattı ve o kadar uzundu ki, suyun içinde sonu görünmüyordu. Yana doğru çekebildi ipi, demek ki pervaneye dolanmamış (neyse ki!), salmada bir şekilde asılı kalmıştı. Bıçak getirmeye kalmadan kurtulabildik. Deniz demiri yapmış bize Kelibia limanı 🙄. Yanımızdan o koca ahşap balıkçı teknelerinden biri geçti o sıra, bizim geldiğimiz yöne doğru; besbelli limana dönüyordu. Demek bazıları fırtınada balığa çıkıyormuş. "Selam söyle Kelibia'ya" diye seslendim ardından.

Büyüyen dalgaların etkisiyle hızımız 3 kn'larda kalınca yalpalama hali iyiden iyiye zorlamaya başlamıştı bizi; ana yelkeni üç camadanlı olarak kaldırdık. Squeaky ne der buna, görecektik, ama yarım cenovayla düşük hızda dalgalara teslim haldeydik. O ise hiç itiraz etmedi, tıkır tıkır işlemeye devam etti. Bunun üzerine bir camadanı çözdük, hızımız 4.5-5 kn oldu. Seyir daha dengeli oldu, ama biraz da serpintili. Böyle iskele kontrada doğu-güneydoğu yönüne ilerlemeye devam ettik. Tunus da artık görünmez olmuştu geride, pusun içinde. Yüksek bir volkandan ibaret olan Pantelleria adası da görünmüyordu, tepesindeki buluttan yeri anlaşılabiliyordu sadece.



Hava tahminine göre rüzgâr en yüksek hızına öğleden sonra Pantelleria çevresinde erişecekti ve öyle de oldu. Biz de o saatlerde o bölgede bulunmaktaydık. Fazla hızlanınca üçüncü camadanı bağladık yeniden, biraz rahatladı seyir, Squeaky de; dalgalar bayağı iriydi, aman su koyuvermesin otopilotcağımız.

Gün batımında rüzgâr biraz sakinledi, dalgalar da az yumuşadı. Gece yine ikişer saatlik ikişer vardiyayla bitti gitti. Bir ara camadanlardan birini çözdük; 4 bf esen rüzgarla iyi bir hızla geçti gece. Keskin kenarlı büyük dalgalar ara sıra tekneye uğramaya devam etti gerçi. Aysız bir geceydi ve gemisiz. Sadece çook uzaklarda iki gemi gördük çok kısa süreli, bir de kayan yıldızlar. Gün ağardıktan sonra rüzgâr daha bir dinginleşti, büyük dalgalar daha seyrek gelir oldu. Yelkenleri ayı bacağı yaptık, tıngır mıngır devam ettik. Öğlene doğru artık hedefe 30 mil kalmıştı. Gökyüzü az puslu da olsa mavi, deniz ışıltılıydı ve hâlâ hiç gemi yoktu - bu rotanın işlek olduğu kalmıştı aklımızda oysa.. Bu arada Squeaky'nin neden durup dururken kaybolduğunu keşfettik: Gerçekten hiç gemi olmamasına inanamayıp AIS'den kontrol etmek için bilgisayarı çalıştırdığımızda tek bip yapıp rotayı unuttu yine. Rastlantı olamazdı. Tamam, dediği gibi olsun, bilgisayarı açmayız, gözlerimiz ve telefonda Navionics bize yeter dedik. Sonra tuhaf zamanlarda yine yaptı aynısını. Endişeleniyorduk, elle dümen tutmak istemiyorduk. Son yaptığında aynı şeyi, bu kez musluğu açmakla, yani su pompasının çalışmasıyla eşzamanlı olduğunu fark ettik. Elektriği o anda kesintiye uğruyor, o da sıfırlanıp rotayı kaybediyordu. Mark bir süre önce şalter panosunu söküp takmıştı bir nedenle. Belki kablolarda bir gevşeme olmuştu. Kimbilir.. Böylece, suyu kullanmak gerektiğinde önce otopilotu şalterden kapatmaya başladık; bu sırada birimiz suyu kullanıyor, dolduruyor her neyse, diğerimiz dümen tutuyordu. Bir daha bu sorun yaşanmadı. Ne saçma durum!

Malta ülkesi üç adadan oluşuyor: güneyde Malta adası, ortada minik Comino adası ve kuzeyde Gozo adası. Biz Gozo ile Malta'nın arasındaki geçidi hedeflemiştik, çünkü niyetimiz Gozo'nun güneyindeki Mgarr limanına girip, pasaportlara damgayı oradaki sınır polisinden almaktı; orası küçük bir liman ve kasaba olduğu için işlemler daha rahat yapılabiliyordu (bir kez benim Schengen çıkışımı yapmıştık orada). Malta'nın merkez limanının hengamesine, hele ki tekneyle, hiç bulaşmak istemiyorduk. Gozo geçidine 10 mil kadar kala rüzgâr yine arttı, dalgalar büyüdü. Oysa yenice demiştim ki Mark'a, 'İlk defa sakin sakin yaklaşıyoruz Malta'ya'. Buraya onca kez geldik, her defasında aynı yüksek dalgalar, sert rüzgâr.. Yelkenleri küçülttük ve hızla girdik geçide. Adaların koruması altında dalgalar kesildi çok geçmeden.



Gozo ile Malta arasında çok sık sefer yapan feribotlardan fırsat kollayıp girdik limana ve oradaki marinanın boş gördüğümüz ilk pontonuna bağlandık (baş halatını önde bağlı olan dev katamaranın turist yolcularından biri aldı sağolsun, o rüzgârda büyük yardımı dokundu). Hemen evrak dosyasını alıp tekneden çıkmıştık ki, marinanın görevlisi geldi. Pasaport polisine gideceğimizi, sonra hemen çıkacağımızı söyledik. Yarım saatlik süre tanıdı bize; bağlandığımız yer rezerveydi. Yakındaki polis/gümrük binasına yollandık hemen koşar adım, biraz da sallanarak; bacaklar karaya yabancılaşmış. O gün günlerden cumartesi, saat ise akşam 5 gibiydi. Bakalım bakalım.. İçerideki genç polise Tunus'tan geldiğimizi, AB'ye giriş yapmak istediğimizi söyleyince Gozo'da mı kalacağımızı sordu. Hayır, hemen ayrılıp Marsaxlokk'a gideceğimizi söyledik (Malta'nın güneydoğu köşesinde; 'Marsaşlok' diye okunuyor). 'E o zaman neden buradan giriş yapmak istiyorsunuz, oraya giderken yolda ana limana uğrayıp orada yapsanıza' dedi. Şaşırdık, 'Aynı ülke değil mi, ne fark eder, oraya girmek istemiyoruz, çok karmaşık, burası işlemler için daha rahat' dedik. Ne o bizim isteğimize, ne biz onun isteksizliğine anlam verebildik. Tamamen mesai dışı bir anda, belli ki asıl yetkilinin yerine bakıyordu. Telefonla aradı onu, Malta dilinde konuştular. Telefonu kapatınca tuttu yine aynı şeyleri söyledi bize, Mark da öyle. Şefini yine arayıp Mark'la konuşturdu bu kez. Sonuç şöyle: İşlem yapmak istememelerinin nedeni, o kağıtları, belgeleri filan sonradan başkente göndermeleri gerekiyordu, neden onlar yapsındı, hazır oranın önünden geçecekken biz yapsaydık ya! (Anneme sonradan bunu anlattığımda, 'a a, o memura neden maaş ödüyorlar o zaman' diye şaşırdı kahkahayla 😄) Hem zaten teknede kalmayacak mıydık, bizim giriş yapmamıza gerek yoktu ki, girişi uçakla gelenler yapardı, Malta'ya tekneyle gelenlerin giriş yapması şart değildi! Marsaxlokk'ta serbest liman vardı hem, çok istiyorsak oraya gidebilirdik. Tamam tamam dedik; böylesiyle de ilk kez karşılaşıyorduk, üşengeçlikten işlem yapmak istemeyen sınır görevlisi! Üstelik Tunus'tan geliyoruz dediğimiz halde! (Türkiye'den batıya gideceklere önerilir: Gidin Marsaxlokk'ta demirleyin, kimseye geldik gidiyoruz filan demeyin, Schengen süresinden böylece tasarruf edin; zaten kimse gelip hiçbir şey sormuyor! Ve çok da güzel bir ülke Malta. İspanyollar da aynı; hiç umurlarında değil, kim gelmiş kim gitmiş..) 'Eh madem öyle, biz elimizden geleni yaptık, Yunanistan'a daha çok gün kalıyor hem', 'allahalla, hayret bişe' (Mark böyle söylüyor 😁) diye diye ve biraz da sevinerek hemen tekneye döndük, halatları çözüp limandan çıktık.

Gozo geçidinden doğu yönünde çıkıp Malta adasının doğu kıyısı boyunca seyredip Marsaxlokk'a varmak 20 mil kadar sürüyordu ve hava tahminine göre rüzgâr geceyarısına kadar azalarak devam edecekti. Saat 7'ye geliyordu, 5 saatte varırdık; demirlerken gece karanlığı olacaktı ya n'apalım, bilmediğimiz yer değildi.. Malta'nın doğu kıyısında demirlenebilecek yerler vardı ama Maltalılar pazar günleri tekneleriyle bu yerleri tıklım tıklım dolduruyor, ortalık ana baba günü oluyordu. Sonra sıfır rüzgârda motorla kaçmak, kaçarken de yine Maltalıların irili ufaklı motorbotları, sürat tekneleri, jet skileriyle ada turlaması yaparken (birbirlerine hava basarak 🤭) 5-6 şeritli otobana çevirdikleri çalkantılı yolda gitmek gerekecekti. Aman aman, allah yazdıysa bozsun deyip koyulduk yola.

Geçitten çıkıp güneye döndük. Kuzeyli 3 bf rüzgâr ve minik dalgalar ile tatlı bir pupa seyrine başladık, kıyıyı seyrederek. Akşam olduğu için feribotlar ve birkaç tekne dışında ortalık sakindi. Güneş batarken muhteşem başkent Valetta'nın da yer aldığı metropol bölgesini ve inanılmaz doğal limanı geçtik; liman ağzı da sakindi. Grand Harbour ve Valetta gerçekten görülmeye değer yerler. Bana göre büyüleyici, benzersiz; öyle etkileyici ki ağzım gerçekten açık kalıyordu, duygudan duyguya sürükleniyordum gezerken. Açıktan seyretmek ise bir başka keyif. Ben Malta sevenlerdenim.




(Güneş battıktan az sonra büyükşehrin ışıkları)


(Önceki yıllarda çektiğim bir Grand Harbour fotosu)









(Balköpüğü rengi taşlardan örülmüş büyüleyici şehir Valetta ve benzersiz limanın birkaç köşesi; fotolar yine önceki yıllardan)

Metropol bölgesini geçtikten sonra ise başka bir keyif başladı, beklenmedik.. Havai fişek gösterileri. Süper bir hoşgeldin karşılaması oldu. Doğu kıyısının güney bölgesinde daha küçük şehirler var, hepsi kendine özgü. Bunların her birinde havai fişek gösterileri vardı, aynı anda. Hangi birine bakacağımızı şaşırdık. Maltalılar bayılıyor buna, ulusal obsesyonlarından biri. Uluslararası havai fişek festivali bile var. Renkler, biçimler, tasarımlar meğer ne gelişmiş! Ağzımız açık seyrede seyrede, bu arada kıyı boyunca her yerde görülen ışıklı şamandıralar, işaretler, kardinaller, demirde bekleyen gemilere dikkat ede ede güneydoğu burnunu döndük adanın. Bundan sonra Marsaxlokk koy girişine kadar 5 mil var ve bu bölge de bir başka yoğun. Bu kez balık çiftlikleri de katılıyor karmaşaya. Gökyüzünde yine havai fişekler; bir de bu tarafa yakın bir yerde bulunan havaalanının inip kalkan uçakları. Kelibia'dan buraya, yıldızlardan başka tek bir ışık, tek bir gemi ışığı bile görmeden geldikten sonra, ışık bombardımanına uğramıştık.

Gece saat 11'e geliyordu. Bu iki kanatlı devasa koyun işlek bir trafiği var. Koya girmek üzere yaklaşan bir gemiyi bekledikten sonra koya girerken, içeriden başka bir gemi çıkıyordu. Koyun batı kanadının giriş bölgesi serbest liman; doğu kanadının giriş kısmında ise LNG santrali var, önüne bağlanmış gemileriyle beraber. Bir de bunların dinmeyen uğultusu. İki kanadın ortasında uzanıp koya kalp biçimi veren yarımada üzerindeki ışıklandırılmış kale, koyun doğu kanadının başını tutan Marsaxlokk ile batı kanadının kıyısını serbest limana kadar kuşatan Birzebbuga şehirlerinin ışıkları arasında bir yol gösterici görevi edinmişti âdeta.

Yelkenleri indirmeden önce motoru çalıştırmak istediğimizde çalışmadı eşşek kafalı. Haydaa! Bir kere daha denedik, yine direndi. Şimdi bütün bu hengameye yelkenle girmek gece gece, nasıl olacaktı! Son bir daha deneyelim dedi Mark. Kontağı çevirdikten sonra yine dönüp de çalışmayınca en yüksek devirde zorlayıp inat etti Mark da. O zaman çalıştı. Rahatlamayla bir oh be çekip yelkenleri indirdik. Şimdi demirleyecek bir yer bulmaya sıra gelmişti. Marsaxlokk plajı önünde kimsenin girmeye cesaret etmediği geniş bir sığ bölge var, katamarana uygun; önceki gelişlerimizde doğrudan oraya gider, rahat rahat demirlerdik. Şimdi işler değişik. Doğu kanadının uygun derinlikte demirlenebilecek yeri azdı ve tonozlarla doluydu. Batı kanadının kaleye yakın St George koyu daha uygundu. Hemen önümüzden koya girmiş olan bir yelkenli tekne de o tarafa gidiyordu. Onu takip ettik. Koyun içerisindeki bir balık çiftliğini geçtikten sonra, demirli diğer yelkenlilerin civarına gelip 7-8 metreye demir attık. Gece rüzgâr olmayacaktı, ertesi gün de. Sabah kalkar bakarız, yerimiz uygun değilse değiştiririz deyip, ortalığı toparladıktan sonra kafamız rahat, dinlenmeye çekildik. Yorulmuşuz bayağı 🥴 Ama artık Akdeniz'in tam orta noktasına ulaşabilmiştik de 😃




(Demirlediğimiz yerden serbest limanın gece görünümü)
  • IP logged
« Son Düzenleme: 04 Ağustos 2023, 22:58:00 Gönderen: Hasan Toparlak »

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#94: 24 Temmuz 2023, 16:59:08
Malta'daki yerimizde beş gün kaldık. Rüzgarsız ya da az rüzgarlı dingin günlerdi. Gerçi çok uzağımızda olmayan serbest limanın aralıksız faaliyeti geri planda hep vardı ama burası böyle, buna alışığız ve Malta'da olmayı hep sevdik.


(St George Bay'in kıyı görünümü)


(Marsaxlokk'un luzzu denilen geleneksel kayıkları)


('Bimini'miz ve ötede serbest liman)

Yakın çevre dışında pek bir yere gitmedik bu kez. Daha önce burada gerek rüzgâr beklerken, gerekse ters ve kötü rüzgârlardan korunmak için geçirdiğimiz kadar uzun süreler, mesela üç hafta, bir ay filan kalacak olsaydık, iç bölgelerdeki daha önce görmediğim büyülü yerlere gitmeyi düşünüyordum ama hava tahmini İyon Denizi'ni aşabilmemizi sağlayacak iyi bir rüzgâr göstermeye başladığında hiç düşünmeden yola çıkmaya karar verdik. Görünüşe göre ilk üç gün 4-5 bf kuzeybatı, son iki günde de 3-4 bf kuzey rüzgârı esecekti. Bu da Yunanistan'ın Mora yarımadasının batı ucundaki Pilos'a kadar 360 millik deryayı geçmeye yeterdi. Gerçi rüzgâr daha sonraki günler de işimize yarayacak yönlerden esmeye devam edecekti ama bu yolculuğun başından beri o kadar çok ve o kadar uzun sürelerle rüzgâr beklemiştik ki ilk fırsatı değerlendirme refleksi geliştirmişiz. Bir de İyon Denizi'nde rüzgârsız kalma korkumuz var, bir keresinde başımıza geldiği gibi; tam 10 gün sürmüştü geçiş 2015 yazında, doğudan batıya. Ama keşke üç gün daha bekleseymişiz..


Yola çıkmaya kesin karar vermiş olarak son günün akşamında güverteyi neta ettik: Türkiye'den getirmiş olduğumuz sera gölgeliğinden yaptığımız derme çatma biminiyi topladık, botu güverteye alıp bağladık filan. Sabah (24 Haziran 2023) erkenden uyandık. Son hava raporunun üçer saat aralıklarla 7 günlük ekran görüntüsünü aldım, hiç de içeriğine dikkat etmeden. Saat 7 gibi ilk esinti belirdiğinde motoru çalıştırmadan yelkeni kaldırıp demir aldık ve yerimizden ayrılıp Marsaxlokk koyunun çıkışına yöneldik.


(St George Bay'deki demir yerimizden uzaklaşırken)


(Koyun çıkışına doğru serbest limanı geçerken)


(Hoşçakal Malta!)

Koydan çıktığımızda rüzgâr arttı ama adanın korumasında dalgalar küçüktü. Hızımız 6 kn'u bulunca ana yelkene bir camadan bağladık. İki saat kadar böyle hızlı gittik iskele kontrada geniş apazla, sonra rüzgâr az duruldu. Camadanı çözüp yine güzel bir hızla, Malta'nın güneydoğusundaki gemilerin demirleme bölgesini geçmeye başladık. Onlarca gemi demirde bekliyor burada; arada bazıları demir alıp hareket ediyor, bazıları bölgeye gelip demir atıyor. Dikkatimiz üstlerinde, öğlene doğru ancak çıkabildik bölgeden. Gökyüzü yine biraz pusluydu, görüş orta karar. Öğleden sonra dalgalar biraz büyümüştü. Rotamız olan 80°'de gitmek seyri biraz konforsuz kılıyordu. Ayıbacağına geçip rotadan az saparak devam ettik seyre; daha önümüzde gidecek çok mesafe vardı, bir zaman rotayı düzeltebilirdik, böyle daha rahattı. Otopilot Squeaky gayet iyi çalışıyordu. Ama bir süre sonra bir fark ettik ki çarkı dümene sabitleyen braketlerden biri kırılmış, parçaları yerde. Kötü bir sürpriz oldu. Mark parçaları japon yapıştırıcısıyla birbirine eklerken ben dümen tuttum. Aynısı Biscay geçişinde de başımıza gelmişti, yine aynı şeyi yapmıştık. İşin ilginç yanı, o yapıştırdığımız braket hâlâ sağlamdı, bu kırılan yeniydi. Niye bu parçaları böyle plastikten yaparlar ki? İşlem tamamlanınca Squeaky'ye emanet ettik dümeni yine. Ortalıkta pek gemi yoktu, birkaçı uzaklardan geçip gitmekteydi. Rüzgâr da böyle iyiydi, daha fazlasını istemiyordum.

Ama öyle olmadı; rüzgâr arttı, dalgalar büyüdü, bayağı büyüdü. Pupa gitmeye devam ettik, rotamız artık Girit'i filan gösteriyordu. Yelkenler en küçük hallerinde, gece boyu böyle devam ettik. Bu rotada gide gide, İyon geçişi yapan gemilerin olağan yolunun tam ortasına düşmüşüz bir de; sık sık gemi görmeye başlayınca idrak ettik durumu. Hep iskele tarafımızdan, birkaçı dışında güvenli mesafeden geçip gitmekteydiler, hep aynı yönde. Rotayı düzeltmek, bu gemi trafiğinden uzaklaşmak gerekiyordu ama dalgalar büyük ve sertti. Sabaha bıraktık bu işi. Neyse ki Squeaky iş görüyordu hâlâ. Hava tahmini ekran fotoğraflarını dikkatlice inceleyince, 5 bf diye çıktığımız rüzgârın 6 bf gösterildiğini de görmüştük; sabaha karşı biraz düşecek gibi görünüyordu.. Bakalım, görelim..

Sabaha karşı gerçekten rüzgâr bir nebze düştü, az rahatladık. Camadanların ikisini çözüp iskele kontrada rotayı Pilos'a yönelttik. İyi bir geniş apaz seyre başladık. Ama rüzgâr sabahın ilerleyen saatlerinde yine eski gücüne kavuştu. İyice küçülttük yelkenleri. Arada bir havuzluğu ziyaret de eden azman dalgaların içinde bata çıka doğru rotada devam ettik. Öğleden sonra gemiler iyice seyreldi; artık sancak tarafımızda çok uzaklarda görüyorduk onları. Hem doğru rotada gidebilmek, hem de gemi trafiğinin dışına çıkabilmiş olmak moral verdi biraz. İyon geçişinin henüz ikinci günündeydik ve yolu yarılayana kadar daha çoook dalga vardı aşmak gereken. Ama şimdiden yorulmuştuk.

İskele kontrada giderken yatak da mutfak da yokuş aşağı hale geliyor; ne doğru düzgün uzanıp dinlenebiliyoruz ne de yemek yapabiliyoruz. Önceki akşam yemeği için patates haşlamıştım, bu akşam da mönü aynı. Patatesleri yıkayıp tencereye koyarken öyle bir dalga vurdu ki, sımsıkı tutunup ayakta kalmaya çalışırken kabinde büyüklü küçüklü birsürü şeyin yerinden fırlayıp uçarak yere düştüğünü gördüm. Böylesi hiç olmamıştı o ana kadar.. Of ki ne of.. Toparlayabildiğim kadar toparladım ortalığı, büyük ihtimal yine karışacaktı zaten. Ama şu da bir gerçek ki teknecan gerçek bir denizci. O yüksek dalgaların içinde dalgalarla öyle iyi başa çıkıyor ki! Uyumlu, yumuşak tepkilerle hafif yuvarlanıp kesintiye uğratmadan sürdürüyor seyrini. Canlı olsa, 'ne yapması gerektiğini biliyor' derdim. Tasarımcısı ne yaptığını biliyormuş, demek gerek aslında.

İkinci gecenin ilk güverte nöbetini, gemiyle karşılaşır mıyız endişesi az, Squeaky çalışsa bari duası çok yoğunluklu olarak geçirdim. Dalgalar büyük olduğu için görüş kısıtlanıyor, ancak dalga tepesindeyken ufuk görünüyordu. Ayağa kalkıp sımsıkı tutunurken ufku kolaçan ediyor, 360 dereceyi ancak yarılamışken azman bir dalganın geldiğini fark edip tırsarak 'annee, allaam yarabbim, yuh' gibi nidalarla (olabildiğince kısık sesle ama, Mark uyuyabiliyorsa uyanmasın diye) hemen oturup köşeciğime  büzüşüyordum; iki üç dalga sonra yine kalkıp ufkun geri kalanını da kolaçan etme görevini tamamlıyordum. Saatlerdir gemi görmemiş olmak, bu koca deryanın pek uğramadıkları yerlerinde bulunduğumuza işaret ediyor, dalgalar yüzünden gemiyi görememe endişemi azaltıyordu. (Bir Biscay geçişinde güvertede bulunup çevreye bakınıp durmama rağmen dev dalgalar arasında neredeyse yanıbaşımızda bir cruise gemisi belirivermişti 😲; hiç unutmadığım derslerden biridir.) Evet, bir AIS'imiz vardı ama mızmız otopilot Squeaky yüzünden atıl durup duruyordu. Asıl endişem, Squeaky hazretlerinin çalışmaya devam edip etmeyeceğiydi. Ayakta zor dururken nasıl dümen tutabilirdim ki! İşte o yüzden, ufku kolaçan etme işini tamamlayıp bir de Squeaky'ye bakıyor, kulak veriyordum: rotayı gösteriyor mu, kolu inik mi, gıcırdaması normal gıcırdama mı diye 🙄

Bir miktar serpilentilenmiş olarak iki saatlik görevimi başarıyla tamamladıktan sonra nöbet sırası Mark'a, dinlenme sırası bana geldi. Uyuyabileceğime inanmayarak uzandım yatağa, yan yatıp sırtımı iyice yaslayıp kollarımı ve bacaklarımı olabildiğince yana uzattım, ellerimle yatağın kenarını kavrayarak; bu pozisyonda biraz stabil kalabiliyordum. Yorgundum, gözlerimi kapadım. Yarı uyur yarı uyanık tuhaf rüyalar içindeyken birden yataktan kayıyor olduğumu fark ettim. Ama daha fark etme hali tamamına eremeden kendimi yerde buldum. Yine o çok büyük dalgalardan biri vurmuş tekneye. Neyse ki benden önce yatağın altındaki minder kaymış, sonra yorgan, en üstte de ben; aynen yattığım şekilde sol kaburgalarımın üstüne iniş yapmıştım. (Bir önceki savruluşta kitaplar da raftan fırlamıştı, ben de fırlayanları sancak tarafındaki rafa sıkıştırmıştım; iyi ki öyle yapmışım, yoksa kafama kitap yiyecektim bir de!) Kalktım yerden, biraz kaburgalarım biraz da başım ağrıyordu 🥴 Mark, iyi misin, yazık sana diyordu. Yorganı yastığı filan tortop edip yatağın üstüne fırlattım, ortalığa saçılmış şeyleri yerlerine koydum. Biraz oturup kendime geldim, montu filan giyip güverteye çıktım. Zaten ikinci vardiyam gelmek üzereydi.

Bu vardiyanın (3-5) hava tahminine güvendiğim için daha rahat geçmesini bekliyordum; 3'ten sonra bir nebze düşüyordu rüzgâr. Yarım saate kalmadan azıcık sakinledi gerçekten. Oh be! Bu arada Mark akıllılık edip, sancak tarafındaki uzun koltuğa uzanmıştı. Koltuk biraz dar ama iş görüyordu; yokuş aşağı tarafa sırtını yaslamış, düşme riski hiç yok. Yukarıdan bakınca, huzurlu bir 'yuvasına yerleşmişlik' görünümü sunuyordu (yolun devamında artık hep o koltukta uzandık ve uyuyabildik). Rüzgâr biraz sakinlediği için dalgaların konturları da yuvarlanmıştı. Yine büyük dalgalardı ama öyle sert sert vurmuyorlardı artık; hep beraber yuvarlanıp gidiyorduk. Kaburgalarımın sol yanı biraz ağrıyıp duruyordu ama idare ediyordum işte.. (Sonraki günlerde de ağrı hep vardı, 'of, kemiklerim' diye sızıldanıp durdum). Aysız gecelerdi, incecik hilal daha gecenin başında batıyordu. İyon deryasının ortalarında bir yerlerde olmalıydık artık. Yıldızlar öyle çok ve parlaktılar ki! Arada bir kalkıp ufku tarayıp yerime oturduktan sonra yıldızları seyrediyordum. Ve o gece çok acayip birşeye tanık oldum. Gökyüzünün o sırada bakmakta olduğum yerine yakın bir noktada çok güçlü bir ışıma gördüm göz ucuyla. Uçak değildi; sanki orada olmayan bir yıldız, bir an vardı, sonra yoktu. İnce bir bulut mu gizledi acaba dedim, ama bulut hiç yoktu ki! Kesin gördüm ama. Neyse, acayip, filan derken, ışımayı gördüğüm noktanın yakınında bir yerde, çok belirgin, yoğun, kısa bir şerit belirdi. Dürbünü kapıp baktığımda bu ne, n'oluyor diye şaştım kaldım. Sonra dürbüne de gerek kalmadı zaten: O kısa, yoğun şerit giderek uzamaya başladı ve mükemmel bir LED şerit görünümüne kavuştu. Yavaştan ağarmaya başlayan doğu ufkuna doğru yol almaya başladı bu 'LED şerit'. Eşit mesafelerle birbirini izleyen, ama aralarda birkaçı eksik, onlarca parlak ışık, ip gibi dizili. Ne ki bu? Kuyrukluyıldız desem? Öyle çok 'bu ne ya, waow' filan demişim ki Mark duyup kalktı geldi ve gördüğünde gözlerine inanamadı. Ben 'ne acayip bir kuyrukluyıldız bu' derken, o 'yok, bu insan yapımı birşey, böyle mükemmel bir dizilim doğal değil' diye fikir yürüttü. 'E ne oluyor o zaman orada?' diye sordum, 'ne bileyim, birisi uçakla birşeyler çekiyordur peşi sıra' dedi 🤭 Ama uçak yoktu ve basbayağı uzaydaydı, atmosferde değil. 'Elon Musk'ın uyduları olmasın?' dedi, 'öyle birşeyler okumuştum bir yerde, astronomlar şikayet ediyordu gece gökyüzünü mahvediyor diye'. İyi de uydu böyle mi olur? Afallamış ve bir cevap bulamamış halde ağzımız açık, artık giderek aydınlanmaya başlayan doğu ufkunda giderek sönükleşip kaybolan 'LED şeridi'mizin ardından bakakaldık. 😯

Artık geçişin 3. günündeydik. Rüzgâr giderek düştü, dalgalar da küçüldü. Ana yelkenden önce ilk, sonra da ikinci camadanı çözdük ve 4-5 bf gibi esen rüzgârla Pilos'a doğru ilerlemeye devam ettik. Artık mesafenin üçte ikisini geride bırakmıştık, önümüzde 120 mil kalmıştı. Akşamüstü rüzgâr az arttı, gece boyunca zaman zaman sert esti ama önceki günlere göre hiçbir şeydi. 4 kn gibi bir hızda gittik çoğu zaman. Hava iyice karardıktan sonra Squeaky ikide bir bipleyip rotayı kaybetmeye başladı. Ana yelkeni sonuna kadar küçültüp yavaşlamaya çalıştık. Çok geçmeden fark ettik ki dümeni hiç döndürmüyor bile; meğer kayışı kopmuş! Gecenin bir yarısı ben fener tuttum, Mark elimizdeki eski kayışlardan birini taktı, çalıştırdı hazretlerini, 'Hadi bakalım, görev başına' diyerek. O sırada rüzgâr sert değildi, dalgalar küçüktü ve ne zamandır gemi de yoktu ortalıkta. Ana yelkeni ve cenovayı tam açıp devam ettik yola. Squeaky nazlanmadan çalışmaya devam etti. O sert rüzgâr ve dalgalarda değil de şimdi koptuğuna kayışın, şükrettik. Gece yarısı mece yarısı.. 😏

4. gün sabaha karşı rüzgâr iyice azalmaya başladı. Hava tahmininde kısa bir rüzgârsız zaman dilimi görünüyordu bulunduğumuz bölgede, ilerleyen saatlerde. Otopilot kayışının koptuğunu fark etmeyip habire yavaşlamaya çalışırken, sonra da gecenin karanlığında kayışı değiştirirken iyi rüzgârdan faydalanamayıp biraz geride kalmıştık. Rüzgâr azalmaya devam etti ve öğle vaktini az geçince tamamen kaldı. 42 millik bir yolumuz kalmıştı. Rüzgâr dinince havanın sıcaklığı da iyice meydana çıkmıştı. Dalgalar anında dinmiyor haliyle, soluganla yalpaya düşecektik. Çalıştırdık motoru, 'ya bu solugan sıfırlanır, oturur rüzgâr bekleriz, ya da biraz rüzgâr buluruz, artık hangisi daha önce olursa' dedik. 5-6 mil gittikten sonra deniz dümdüz olunca susturduk motoru. Çok az yalpalıyorduk, sorun değil. Güzelce dinlenirdik hem; yormuştu bizi İyon denizi. Böyle iki saat kadar oturduk denizin üstünde. Sonra çok hafif bir batı-kuzeybatı rüzgârı başladı. Biraz daha bekleyip istikrarlı olduğunu görünce, çeşitli yelken kombinasyonları denedikten sonra (balon çöküyor, ana yelken çok ses çıkarıyordu) cenovanın en büyük halinin işimize en çok yarayan yelken olduğunu gördük. Gece 3 civarına kadar böyle gittik; tam doğru yönde değil ama zaten çok yavaştık. Sonra kuzey-kuzeydoğu yönünden birazcık daha artınca rüzgâr, ana yelkeni de kaldırıp, doğru rotaya girdik - tek cenovayla biraz güneye düşüp 5° kadar kaybetmişiz. Güzel, dinlendirici bir orsa seyriydi bu; rüzgâr hafifti ama deniz öylesine düzdü ki bazen 3, bazen 4 kn, bazen de üstünü yapabiliyorduk. O gecenin sonunda sabaha karşı gökyüzünde LED şeridini yine gördük; bu kez daha sönüktü ama. O zaman ben de ikna oldum insan yapımı bir şey olduğuna. Doğal olan birşey aynı saatte aynı biçimde tekrarlanamazdı. Bir süper gücün bir diğerine füze saldırısı? Öff, olmasın yaa.. Uzaylıların dünyaya organize inişi, saldırısı? Haha! (Meğer gerçekten de Elon Musk'ın Starlink uydularının, fırlatılan roketten salınması anıymış bu; bir defada yörüngeye 50 kadar uydu bırakıyormuş fırlatılan bir roket ve şu an yörüngede 4200'den fazla uydusu varmış SpaceX'in. Sayı çoook daha artacakmış giderek. Biz İyon denizinin ortasındayken denk geldik bu seyirliğe. Netten öğrendiğime göre şanslıymışız, çok insan görmeye çalışıyormuş 'uydu treni' dedikleri bu olayı; olaydan habersiz görenlerin çoğu da uzaylılarla ilişkilendirmiş. Hatta ABD'de bir kasaba ahalisi uzaylı saldırısı diye rapor etmişler yetkililere!👽)


(Starlink 'uydu treni'; fotoyu netten ödünç aldım)

İyon geçişimizin 5. günü şafak söktüğünde Pilos'a sadece 14 mil kalmıştı. Birkaç da gemi geçti yakınımızdan, çoğu cruise gemisi. Rüzgâr aynı şekilde esmeye devam etti son 4 mil kalıncaya kadar ve sonra ansızın dindi. Çalıştırdık motoru ve bir saate vardık Pilos'un Navarin körfezine. Kıpırtısız sulara girip her zaman yaptığımız gibi beleş marinanın mendireğinin önüne demirledik, 5-6 kadar teknenin arasında. Saat 10 gibiydi.

https://photos.app.goo.gl/Jv4eefLmXnehTSG69
(Pilos'un Navarin körfezi)


(Navarin körfezine yaklaşırken)


(Navarin'in kapısı)



(Beleş marina ve dışındaki demir yeri)

Sonra bir saat kadar güverteyi neta etme, kahvaltı, dinlenme faslının ardından botu suya indirip, belgelerimizi alıp liman polisine yollandık resmi giriş işlemleri için. Liman polisi ilk gümrüğe yolladı bizi, gidin transit logunuzu alın diye. Gümrüğün ilk sorduğu şey ise, TEPAI denilen seyir vergisini ödeyip ödemediğimizdi. Online form doldurmadan ödeme yapılamıyordu. Telefondan halledebildim neyse. Ama bir şeyi kaçırmışız, Malta'dan yola çıkmadan önce.. O gün 28 Haziran'dı ve bu vergi ay başından ay sonuna kadar geçerliydi. Yani 3 gün için tam bir aylık vergi ödememiz gerekiyordu. Bunu biliyorduk eskiden ama unutmuşuz işte. N'apalım.. Mecburuz. Düşünebilmiş olsaydık Malta'dan 3 gün sonra çıkardık, hem bu kadar İyon dayağı yememiş olurduk (sonraki günlerde baktım hava tahminine, tatlı tatlı kolayımıza rüzgâr vardı günlerce!) hem de Mark arkadan misinayı salabilir, hayalini kurduğu koca orkinosu yakalayabilirdi belki de (ne mümkün, dalgalardan kendimize zor bakabildik). Neyse artık.. 3 aylık TEPAI ödedik, toplam 99 Euro. Transit log için 30, bir de Yunanistan'a ilk giriş için 15 Euro daha ödedik üstüne. İşlemler tamamlandığında pasaport polisine de gidip damgalarımızı vurdurduk. Malta'da giriş damgası vurulmamış olmasına pek inanmadılar ama bir şey de demediler. Şimdi 2.5 ay kadar kalma hakkımız var Yunanistan'da. İşlemler bitince rahatladık, toplam 3 saat kadar sürmüştü o yorgunluğun üstüne ama yapılması gerekenler yapılıp bitmişti 🙏 Tekneye dönüp, öğleden sonra başlayacak rüzgârda daha korunaklı olan ve bayıldığımız kuzey köşesine gidip demirledik Navarin körfezinin. İyon deryasını aşıp güzelim Pilos'a varabilmiş olmak çoook iyi bir histi! 😊


(Navarin körfezinin kuzeyindeki güzel ve korunaklı demir yerimiz)
  • IP logged
« Son Düzenleme: 02 Ağustos 2023, 23:51:49 Gönderen: Hasan Toparlak »

  • *
  • İleti: 1240
  • Selamlar
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#95: 24 Temmuz 2023, 22:11:47
Harika yazıyorsunuz, çok teşekkürler


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#96: 25 Temmuz 2023, 00:32:44
 :) Teşekkür ederim!
  • IP logged

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#97: 05 Ağustos 2023, 13:38:40
Pilos'un, güneydoğu köşesinde yuvalandığı Navarin körfezi istisnai güzellikte bir yer. Kuzeyden güneye 2.5 mil, batıdan doğuya 2 mil kadar uzanan bu yuvarlak körfez her şeye sahip: girişin doğusunda çam ormanları içindeki Osmanlı kalesi; İtalyan-Yunan tipi mimarisi, koyu gölgeli meydanları ve bu meydanları kaplamış kafeleriyle güzel Pilos şehri; doğu kıyısı boyunca uzanan pudra kıvamındaki altın kumsalları ve turist beldeleri; kuzey kıyısının altın renkli kum sığlıkları ve hemen ötesindeki kuş cenneti tuzlu su lagünü; bunun batısında yükselen kayalık tepe üstündeki, Homeros'un destanlarında da anılan eski Navarin kalesi; ötesinde kilometrelerce yayılan kum tepeleri ve bunlar aşıldığında gözler önüne serilen dünyaca ünlü, hiç dokunulmadan tüm doğallığıyla korunabilmiş, at nalı biçimli Vidokilias koyu; körfezi İyon denizine kapatan ince, uzun ve yüksek kayalık ada Sfaktiria. Bütün bunların üstüne bir de nereye bakarsan yeşil. Tuzlu su lagününün doğusundaki minik köyler verimli tarım arazileri içinde. Buranın yerlileri dünyanın en şanslı insanları arasında üst sıralarda gelir - sıralamayı bana yaptırsalar 😌




(İhtişamı başka bir açıdan sergileyen bir kartpostal)


(Pilos)


(Pilos ve limanına tepeden bakış)

Burası çok derin bir körfez; büyük kısmı 30-40 metre derinliklerde. Ancak çeperlerine demirlenebiliyor. Bizim en sevdiğimiz yeri kuzeybatı köşesi, çok küçük teknelerin kullanabildiği sığ kuzey girişinin önü. Her daim esintili; bu sıcak günlerde kurtarıcı. Hem de her yönde başka güzellikte bir manzara sunuyor. Muhteşem Vidokilias koyuna giden patika burada başlıyor. Önce tuzlu su lagününün kıyısını izleyen patika, sonra büyük kum tepelerinin arasından geçip koya ulaşıyor. Başka bir dünya, büyüleyici..




(Lagünün kıyısını izleyen patika)


(Patikanın vardığı kum tepeleri)

https://photos.app.goo.gl/psrunRbh3eTU2A389
(Kum tepelerinin ötesi 💙)

Navarin körfezinde 5-6 gün geçirdik. İyon geçişinin yorgunluğunu iyice bir attık. Alışveriş ihtiyacı olduğunda körfezin güneyine, marinanın önüne gidip demirledik.


(Marina önü demir yerinden Pilos)

https://photos.app.goo.gl/pPxiXXvR591Fb9nw5
(Ve sihirli zamanlar)

Sonra Pilos'tan güzel bir batı rüzgarıyla 10 mil kadar güneydeki Methoni'ye geçtik. Methoni, Mora yarımadasının batı parmağının ucunda şirin, küçük bir kasaba. Koyunun girişini bir kale koruyor. Güneyinde ise Sapientza adası uzanıyor. 3-4 metre derinlikteki bölgesi geniş, dalgasız, solugansız, tam sevdiğimiz tipte bir demir yeri.


(Methoni'ye yaklaşırken)


(Aurantes Methoni'de)




(Plajdan kale ve ötede Sapientza adası)

Methoni'de dört gün keyif çattık. Ama yolcu yolunda gerek, buralarda takılıp kalamayız. Uygun rüzgâr kolluyorduk bir yandan da. Mora yarımadasının orta parmağı hiç sevmediğimiz bir bölge; ucunda bir koy var ama biz çeşitli zamanlardaki denemelerimizde demirleyebilme başarısını gösteremedik. Oraya demirleyen çok tekne var; belki yokluktaki tek demir yeri olduğundan bu koyu (Porto Kayio) sevenler de var. Ama biz orayı yok sayıyoruz; derin, demir tutmayan, yüksek tepelerinden çeşitli yönlerden sert cıvarnalar indiren, kış hariç hep kalabalık, iç karartıcı bir yer burası. Mark da ben de aynı fikirdeyiz ve Mora'yı batı parmağından doğu parmağına tek seferde ve gece seyri de yaparak geçme pahasına da olsa, orta parmağı pas geçeriz. Bu geçiş için dikkat ettiğimiz bir şey de, orta parmağın ucundaki hava durumudur; çünkü rüzgâr sapıtır orada. Bir diğer dikkat ettiğimiz şeyse, Mora'nın doğu parmağını geçip Ege'ye çıkarken rüzgarın nasıl olacağı. Bu doğu parmak olan Maleas burnunun batısında güzel bir ada var; tropik adalara benzeyen Elafonisos. Rüzgâr kuzeyden geldiği sürece demirlenebilecek bir yer, yoksa çok solugan giriyor, en çok da rüzgâr hiç yokken (katamarandayken bile yalpadan serseme dönmüştük, bu tekneyle nasıl olur, düşünmek bile istemiyorum). Ama burası da çok kalınabilecek bir yer değil çünkü alışveriş edecek bir yer yok. Eğer Ege'de meltemi sertse, Maleas burnunu dönemez, Elafonisos'ta takılıp kalırız. Dolayısıyla, orta parmak geçilecek, doğu parmakta en çok bir gece geçirilecek, sabah Ege'ye çıkılacak ve Milos adasına devam edilecek şeklinde bir planımız var ve pek tabi ki buna uygun rüzgâr yok. Aslında, pek bir rüzgâr yok.


(Mora'nın parmakları)

Sonunda yola çıkmaya karar verdik. Mora'nın orta parmağını geçmeye uygun bir rüzgâr olacaktı. Sonrası için çeşitli hava tahmin siteleri farklı tahminler gösteriyordu ama hep hafif rüzgârlar. Bundan iki gün sonra ise Ege'de turuncu renkli meltemi başlayacak ve günlerce sürecekti. Sabah erkenden demir alıp Methoni'den çıktık (6 Temmuz 2023). Rüzgâr henüz çok hafifti. Burnun ve adanın koruma alanından  biraz uzaklaşıp rüzgârı bulana kadar yarım saat motorla açıldık. Mora'nın bu batı parmağının burnunu 'denizci dostu' diye tanımlarım. Hem güzeldir, yeşildir, hem de demirlenebilecek birçok yer sunar, Pilos'tan parmağın doğu ucundaki Koroni'ye kadar. Güneyine serpiştirilmiş çeşit çeşit minik ada ise, mendirek görevi görür; adalar ile burun arasında geniş, dalgasız bir koridorda yelken keyfi sürülür. Özellikle de doğu yönünden gelirken, kollarını açıp dingin sularına davet ediyormuş gibi bir his yaratır bende bu batı parmağın, adıyla anmak gerekirse Messenia yarımadasının burnu. Dümdüz denizde hafif rüzgârla parmağın son burnu Akritas'a doğru 4 kn gibi bir hızla bir saat kadar pupa yelken gittikten sonra otopilot Squeaky'nin kayışı koptu, beklediğimiz üzere. Bayağı hasarlıydı zaten, takarken 'bakalım ne kadar gidecek' demiştik. Şimdi elimizde son bir kayış kaldı, o da kullanılmış ama durumu biraz daha iyi. Rüzgâr hafifti, elle dümen tutmaya başladık. Akritas burnuna yaklaştığımızda, güneyindeki Venetiko adası civarında rüzgârı kaybettik. Fırsattan istifade Squeaky'nin kayışını değiştirip 1 saatlik bir motor seyriyle bu rüzgarsız bölgeden çıktık.


(Mora'nın batı parmağının ucu)

Öğle vakti rüzgâra kavuştuktan sonra yelkenler ayıbacağı düzeninde önce 4, sonra 5 kn ve üzeri hızlarda orta parmağın burnuna doğru ilerlemeye koyulduk. Hazır dümen tutmaya alışmışken çalıştırmadık Squeaky'yi, son kayıştaydık malum, gece seyrine sakladık. Çok sıcak, hafif puslu bir gündü. Akritas burnundan itibaren güneşin alnında yarımşar saat dümen tutup yarımşar saat güneşten kaçarak aştığımız 35 milin ardından orta parmak Mani yarımadasının burnuna yaklaşmaya başladığımızda akşamüstü olmuştu. Gün boyu dümen tutarken parmağın ucunu hedeflemek de kolay olmamıştı, çünkü pus yüzünden burun belli belirsizdi. Ve bunca yaklaşmamıza rağmen hâlâ kendini gizliyordu. Heyecanla karışık sevinç içinde 7 civarında burnu geçerken dalgalar az büyüyüp karmaşıklaştı ama rüzgâr sapıtmadı; bu da yolculuğumuzun dönüm noktalarından biriydi ve rahatça ardımızda bırakmıştık 😊


(Mora'nın orta parmağının ucu Tainaro burnu)

Orta parmağa yaklaşırken, burayı geçtikten sonra aynı rotada kalıp Kithira adasının güney ucuna mı devam etsek diye düşünüyorduk. Çünkü hava tahmini, bizi buraya getiren rüzgârın aynı şekilde devam edeceğini gösteriyordu o yönde, ama hep değil; geceyarısından sonra bir vakit azalıp dinecekti. Yolu 20 mil kadar uzattığımızla kalmayıp bir de Kithira'nın güney ucundan sonra kuzeyli bir rota izlemek gerekecekti Milos için. Orta parmaktan sonra doğu rotasıyla Kithira'nın kuzeyine yöneldiğimizdeyse, rüzgârı 2-3 saat sonra kaybedeceğimiz gösteriliyordu. Ama farklı sitelerde farklı hafif rüzgârlar da görünüyordu. Rüzgâr bulur muyduk, bilinmezdi, çünkü işin aslı, pek rüzgâr olmayacaktı; boşluğu dolduracak birtakım esintiler olacaktı, kimbilir hangi yönden.. Orta parmağı geçtikten sonra, maceraya atılmayıp doğrudan doğu parmağının ucuna yönelmeye karar verdik. Tamamen rüzgârsız kalırsak Elafonisos'ta demirleme seçeneği de vardı. Elafonisos-Kithira kanalı Ege'ye çıkan kestirme yol ve gemiler de çokça bu yolu tercih ediyor. Dar bir alanda yoğun trafik oluyor. Başlıca endişemiz bu yoğun trafikte rüzgârsız kalmaktı. Neyse, bakalım, görelim deyip rotayı 85 dereceye çevirdik, ana yelkeni sancak, cenovayı da iskele tarafına alıp yola devam ettik.


(Mora'nın doğu parmağının ucu ve civarı)

Orta parmağı döndükten sonra dalgalar iyice küçüldü ama rüzgâr aynı hızda devam etmekteydi. Günün güzel vaktiydi, güneş iyice alçalmış, sıcak etkisini yitirmişti. 4.5-5 kn gibi bir hızla pupa seyrimizi sürdürdük, hâlâ elle dümen tutarak. İki saat kadar sonra rüzgâr azalmaya başladı. Hava da kararmıştı artık. Rüzgâr az, dalgalar küçük; eh, artık Squeaky'yi işe koşma vakti geldi. Tıkır tıkır çalıştı, aferin ona. Böyle bir saat kadar devam ettik, rüzgâr da azalmaya.. Derken dindi iyice. Orta parmaktan Elafonisos-Kithira kanalına kadar 20 mil tutan Lakonikos körfezinin yarıdan fazlasını aşmışız bir şekilde. Motoru çalıştırıp yarım saat yol aldıktan sonra güneydoğudan başlayan bir esintinin istikrarla devam ettiğini görünce yelkenleri kaldırıp 2.5-3 kn hızla yavaş bir apaz seyrine başladık. Bir saat de böyle gittikten sonra o esinti de dindi (Kithira'nın gönderdiği bir yeldi herhalde, adaya yaklaşınca kayboldu gitti). Biraz rüzgâr bekledik, yelkenler çırpına çırpına. Ama artık gemi trafiği de iyice belirginleşmişti, Elafonisos-Kithira kanalına iyice yaklaşmıştık çünkü. Henüz güvenli mesafelerde sancağımızdan doğuya, iskelemizden batıya geçip gitmekteydiler ama bu durumu böyle sürdüremezdik. Motoru yeniden çalıştırıp bu kalabalık sulardan uzaklaşmaya koyulduk, Elafonisos'un sığ sularına doğru; belki o esintilerden birini bulurduk yine, motorla giderken. Bulamazsak eğer, oralarda bir yerde motoru susturup rüzgârı bekleyebilir ya da daha iyisi, Elafonisos'un koyuna girip demirleyebilirdik; gece 11 civarıydı, oraya iki saatte varsak güzelce uyuyup dinlenebilirdik bile. Ama çok geçmeden benim kurduğum bir 'zan' olduğu ortaya çıktı bunun: Ne esinti ne yel, hiçbir şey belirmedi, kanalın yıldızları, ayı, deniz fenerlerini, kasaba ışıklarını aksettiren ayna gibi sularını yara yara giderken motorla. Sağlı sollu birbirini izleyen yük gemilerini, daha da fenası, küçük boy kasabaları andıran ışıklarının içinde seyir fenerlerini ancak yanımızdan geçerlerken saptayabildiğimiz cruise gemilerini kollaya kollaya kanalın en dar bölgesini aştık. Aşarken Elafonisos'un ne güneybatı köşesini ne de koyunu hedefledik 'zan'nımın aksine; meğer bizim kaptan, kanalın gemiler için fazla sığ olan derinliklerinde kalıp kanalı büsbütün geçmeyi kafasına koymuşmuş. Madem motor gücüyle gidiyoruz, aldığımız miller doğru yönde olsun, ziyan olmasın diye 🙄 Dar kanaldan çıkıp Elafonisos'u böylece geride bıraktıktan sonra da durum değişmedi. Şimdi Mora'nın doğu parmağının batı burnuna kadar 5 mil vardı önümüzde. Burnun batı kıyısının az kuzeyinde demirlenebilecek birkaç yer vardı ama oraya gitmek, sonra bir de geri gelmek için harcayacağımız motor gücüyle doğu parmağının tamamını geçebilirdik; bu bir gerçek. Hem belli mi olur, belki Poseidon'un doğu parmağının burnu için tahmin ettiği güzel batı rüzgârını bulurduk; bu ise bir umut..

Elafonisos ile doğu parmağının batı burnu Ayos İlias arasındaki Vatika körfezinin ortalarındayken beliren kuzey esintisini ciddiye almadık bile. (Ama Ege'ye çıkışta kuzey rüzgârına işaret ediyordur belki diye umutlanmadık da değil!) Burna vardığımızda da hiç rüzgâr yoktu; Poseidon'un tahmini yalan çıktı. Motora devam. Parmağın doğusundaki son burun, rüzgârıyla Odysseus'u insanların çekirge yediği diyarlara savuran, bir geçişimizde tepelerinden inen sert cıvarnaların suyun üstünde minik hortumlar yarattığına dehşetle tanık olduğum Maleas'a kadar 6 mil daha vardı. Yatağa uzanıp uyumayı denediysem de motorun zırıltısı ve yarattığı titreşim yüzünden hemen vazgeçtim. Mark becerebildi uyumayı. Karaya yakın seyrettiğimiz için gemi trafiği uzağımızdaydı. Bir balıkçı limanının açığından geçerken karşımıza çıkar mı acaba diye endişe ettiğim balıkçı şamandıraları ise ışıklandırılmıştı. Dümdüz suyu yara yara Maleas burnuna vardığımızda sabah 5 olmuş, tanyeri ağarıyordu.

Burnu geride bırakıp Ege'ye çıkarken yine ne kuzey ne batı ne güneybatı, rüzgâr müzgar yoktu. Windy'nin tahmini de yalan çıktı. Burada aleyhimize bir yüzey akıntısı vardı ama, sabit 4.5 kn hızımız artık 3.7-3.8 kn olmuştu. Bir de burnu dönmeye gelen gemiler.. Trafik hâlâ yoğundu. Güya burada rüzgârı bulacak, motoru susturacaktık. Çaresiz, motor gücüyle ilerlemeye devam.. Maleas burnunun 17 mil kuzeyinde Monemvasia var, demirlenebilecek bir yer; inşa halinde ama beleşe bağlanılabilecek bir de marinası var. Ama oraya gitmeye de hevessiziz; o kadar yolu doğru yönde, taa Methoni'den yola çıkarken heves ettiğimiz Milos adası yönünde alsak daha doğru bir iş yapmış oluruz diye düşünüyoruz. Evet, ben bile 🤭 Sabah olmuş, şişko parmak Maleas burnu pupamızda kalmış, yoğun gemi trafiğinden uzaklaşmaktayız yavaş yavaş ve Kithira ile Maleas'ın oluşturduğu kapıdan geçip Ege'ye, İngiltere'den yola çıktığımızda hayalden bile uzak olan o (yani bu!) sulara çıkmışız. Milos'a varıp gerçek bir final yaşamak istiyoruz. Gemi trafiğini iyice arkada bıraktığımızda ve artık zavallı motoru susturup hem onu hem de kendimizi dinlendirme arzusuyla yanıp tutuşurken, hafiiif mi hafif bir esinti belirdi kuzeyden. Rölantide baktık devam ediyor, 'Milos'a kadar 55 mil motorla gidemeyeceğimize, motoru bir zaman susturmak zorunda olduğumuza göre, işte o zaman, bu zaman' deyip çektik stop kolunu. Ooh, sessizliği somut şekilde duymak bu olsa gerek. Maşallah motorcana, hiç nazlanmadan, hararet yapmadan saat gibi çalışıp çıkardı bizi Ege'ye 🧿 Aralıksız 8 saate yakın motor seyri yapmışız; kişisel rekorumuz bu bizim.


(Maleas burnu artık pupamızda)


(Merhaba Ege!)


(Ve hoşgeldin cenova!)
  • IP logged
« Son Düzenleme: 05 Ağustos 2023, 22:51:14 Gönderen: Hasan Toparlak »

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#98: 14 Ağustos 2023, 17:18:48
Başlangıcı Methoni, hedefi Milos olan seyrimizin ikinci gününün sabahında (7 Temmuz 2023), Mora'nın doğu parmağını geride bıraktıktan epey bir sonra nihayet bulabildiğimiz hafif kuzey rüzgârıyla yavaş bir apaz seyrine başladık dalgasız, dümdüz sularda. 2.5 kn gibi bir hızımız vardı ama boşver, doğru yönde ilerleyebiliyor, bu arada dinlenebiliyorduk da. Tek tük gemi vardı uzaklardan geçen. Öğleden sonra bir vakit rüzgâr tamamen dindi ve sıcak iyice bastırdı. Motoru çalıştırmak istemiyorduk artık, çünkü ne kadar yakıtımız kaldığını bilmiyorduk. Depoyu en son taa Cebelitarık'ta doldurmuştuk. Sonra ne kadar motor seyri yaptığımızın tam kaydını tutmamıştım çünkü tatlı sulu soğutma sistemindeki gideremediğimiz sorun yüzünden motoru çalıştırmaktan kaçınıyorduk zaten. Kıştan sonra da ne kadar motor seyri yaptığımız meçhuldü. Bu son 8 saatlik motor seyrini 'bari yakıt bitmese' diye dileye dileye geçirmiştik. Mark yokladığında deponun boş tınladığını söyleyince, dedik kalan yakıtı acil durumlara saklayalım, denizde oturup rüzgâr bekleyelim, n'apalım, hem solugan da yok, gemi de.. Nasıl olsa en geç ertesi gün meltemi başlayacak, kesin bilgi, çünkü sert esecek ve her meltemi yavaş başlar, tramolalarla varırız Milos'a.. Ve başladık rüzgâr beklemeye. Mark bir ara suya atlayıp çıktı sıcaktan bunalınca. Botun üstüne örtüsünü bağlamayı da unutmuşuz, fazla gergin olduğunu fark edip örttük ama geç kalmışız, sıcağa dayanamadı. Daha önce tamir görmemiş yerlerden açılıp havası indi zavallının. Varınca tamir edilecek artık.

Sonra akşamüstü 5 gibi güneybatıdan hafif bir esinti başladı. Poseidon gösteriyordu bunu, bu kez bildi. Bu sefer doğrudan balonu çektik direğe. İşe yaradı; en çok 2 kn hızla yine doğru yönde gitmeye başladık. Ama rüzgâr az olduğu için Squeaky beceremeyince rotada gitmeyi, tekrar döndük yarımşar saatlik elle dümen tutma işine. (Bu arada Mark balona ayar vermekle uğraşırken çakma Croc terliklerinden biri ayağından kurtulup denize düştü; çok üzüldü yazık, ama hemen diğerini de çıkarıp düşenin yanına fırlattı, hiç değilse ikisinin bir arada aynı sahile -büyük ihtimal Libya sahillerinden birine- vurma şansı olsun, biri bulursa işine yarasın diye.)

Hava karardıktan sonra bu esinti iyice azalıp işe yaramaz olunca indirdik balonu. Artık 35 mil kalmıştı önümüzde ve hiçbir yere gidemiyorduk. Denizde bir gece geçirmeyi göze almıştık başta ama doğrusu ikinci bir gece de geçireceğimizi hiç hesaplamamıştık. Moralimiz bozulmuştu, en çok da sıcak ve ayakta dikilip dümen tutmak yüzünden yorgun düşmüştük. Pek bir solugan yoktu, arada bir yalpaya düşüyorduk. Gece yarısından epey sonra hafif bir kuzeyli esinti belirince ana yelkeni kaldırdık; hem rotada kalabildik hem de yalpadan kurtulduk bu sayede. Milos'un gökyüzüne vurmuş aydınlığı yol gösteriyordu başta, sonra ay doğunca o da kayboldu. Pusulaya bakarak dümen tutmak yorucu bir şey. Çok gemi belirmeye başladı bir de buralarda, en çok da feribot ve cruise gemisi..

Sabahın ilk ışıklarıyla rüzgâr istikrar ve güç kazandı (iktidara gelmesine biraz daha vardı ama). Yönü hâlâ kuzeydendi, bizim rota ise doğu-kuzeydoğu. İyi bir dar apaz seyre başladık 4 kn gibi bir hızla, dalgalar küçüktü henüz. Artık önümüzde 20 mil vardı; gece o hafif esintilerle bir şekilde 15 mil katetmeyi başarabilmişiz, bu da birşeydir (gerçi biraz güneye düşmüşüz). Squeaky'ye devrettik dümeni; tekne de o da bayılıyor böyle rüzgâra yakın seyre. Mutlu mutlu yol aldık ama bayağı da yorgunduk.

Saat 10'a doğru Milos'un batı burnu açığındaki waypoint'imize 8 mil kadar kalmıştı. Düpdüzgün yontulmuş, heyula gibi tek bir kayadan ibaret olan Antimilos adasına yaklaşırken rüzgâr arttı ve iktidarı ele geçirdi. Waypoint'imizi tutturabiliyorduk hâlâ ama Squeaky doğuya kaçmaya çalışır olunca dümeni Mark devraldı ve sancak tarafına doğru iyice yatıp sıkı orsa gitmeye başladık. Antimilos ile Milos arasına girdiğimizde ise rüzgâr artık kuzeydoğudan gelmeye başlamış, dalgalar büyümüş, biz de hedefimizin giderek daha güneyine gidebilir olmuştuk. Tramolayla hedefe varmaya çalışmak ya da dönüp pupa seyirle adanın güneyindeki bir koya demirlemek yerine, iskele kontrada böyle gidebildiğimiz kadar gidip karaya iyice yaklaşınca motoru çalıştırıp waypoint'imize ulaşmaya karar verdik; yorgunduk çünkü, tramolayla uğraşacak hal kalmamıştı. Karaya 3 mil kala motoru çalıştırdık ve yelkenleri indirip şimdi 4 mil ötemizdeki waypoint'imize yöneldik. Dalgaları aşa aşa hedefe, yani volkanik ada Milos'un ortasındaki kalderanın batı burnu olan Vani'ye vardığımızda yelkenleri tekrar açıp motoru durdurup, artık iskele tarafımızdan gelmeye başlayan sert rüzgârla kalderanın boğazından içeri girmeye koyulduk; demirleyeceğimiz yere yaklaşık 6 mil vardı daha.

https://photos.app.goo.gl/a4wrR6LTZG3NpcK88

Kalderanın boğazından, çok sert cıvarnalarla, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar yana yatarak geçtik. Bu adaya daha önce defalarca gelmiştik ama böylesiyle hiç karşılaşmamıştık. Bu arada iki de süper hızlı jet katamaran feribot geçti yanımızdan; bir de onların yarattığı sert dalgalarla başa çıkmak, zehirli dumanlarını solumak zorunda kaldık. İnsanların hırsı durmak bilmiyor; daha hızlı, daha da hızlı diye diye bu güzelim adalar arasında mekik dokuyan bu canavarların sayısı ve sıklığı çok artmış, ne yazık 😔

https://photos.app.goo.gl/9P1F7wcbA5a3cRZH8
(Temsili jet feribot; fotoyu netten ödünç aldım)

https://photos.app.goo.gl/8MwpMrYBqUeJyWD5A
(Milos doğal limanını yanardağ patlamasına borçlu)

Boğazı ve kıyıdaki kasaba Adamas'ın burnunu geçip iç kalderaya girdiğimizde de rüzgâr sakinlemedi. Olabildiğince rüzgâra yaklaşıp demirleyeceğimiz yere yakınlaşmaya çalıştık. Sonra da ben isyan ettim artık, 'yeter, motoru çalıştıralım artık, 1 mil kaldı yaa' diye. Motor da biraz nazlanır gibi yapmasın mı! Çalıştı ama. Sert rüzgârın savurduğu serpintileri yüzümüze yiye yiye vardık demirlemek istediğimiz yere. Birsürü tekne vardı demirlemiş; hiç bu kadar kalabalık görmemiştik burayı, çünkü yazın bu kadar ortasında Ege'ye çıkmaktan hep kaçınmıştık (ne kadar isabetliymiş yaptığımız; durmuş saatin günde iki kez doğru zamanı gösterdiği gibi arada bir birşeyi doğru yaptığımız da oluyor 🤭). Uzun plajın sakin bir noktasına yaklaşabildiğimiz kadar yaklaşıp 4 metreye demir attık. Motoru durdurunca bir öpücük kondurdum sandığının kapağına, 'seni seviyorum' diyerek; İzmir'e dönünce 'I love Lister-Petter' yazdıracağım bir tişörtüme 🥰

https://photos.app.goo.gl/nxa1LBXZj125Maas7
(Kıyıdaki güzel kasaba Adamas, kaldera ve demirli tekne kalabalağının bir kısmına yukarıdan bakış)

Saat öğlen 1 civarıydı. İki günden uzun sürmüştü seyrimiz, Mora'nın parmaklarını geçelim, Ege'nin meltemisinden kaçalım derken. Şimdi önümüzde 3 gün daha deli esecek meltemi vardı ama o ünlü, kolsuz Afrodit heykelinin bağrından çıkarıldığı ortası delik ada Milos kadar koruyup kollayan pek az ada var bu adalar denizinde. Güvendeyiz, Ege'nin istediğimiz yerlerinden ilkine vardık diye sevinçliyiz. Yorgunluğu atmak kolay, nasılsa geride kaldı.

https://photos.app.goo.gl/znESibR2nYWh89e9A
(Adanın en ünlüsü...)

https://photos.app.goo.gl/4eztsWG1NZakMC4n6
(... ve keşfedildiği yer; fotoyu netten ödünç aldım, bizzat gidip de çekmedim yani ☺️)

Bu da böyle bir yazı oldu işte, pilos milos.. 😄
  • IP logged

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#99: 15 Kasım 2023, 01:32:54
Başlık öksüz kalmasın, tamamlayayım..

Aurantes'in eve dönüş yolculuğu üç ay önce sona erdi. 1974'te yapılmış olmasına rağmen, geçen yıl Galler'de bizim elimize geçene kadar gittiği en uzak yer Fransa'nın Bröton kıyıları olan Aurantes, 3000 mili aşıp eve vardı. İlk sahibi 70'li yılların sonlarında Britanya'nın batı kıyılarında Galler-İskoçya arası yarışlara sokmuş onu; ikinci sahibi modern ekipmanlar ekleyip Bröton'a götürmüş; bizden önceki üçüncü sahibi ise yıllarca karada tutmuş, bu arada bebek gibi bakmış ama hiç suya indirmemiş. Bizimle birlikte elementine kavuşup, tasarımcılarının 'uzun yol teknesi' hedefini gerçekleştirmiş oldu. Gal kızı artık İzmir körfezinde. Bence yakıştı ⛵

Milos adasından sonrasına gelince... Özet geçmeye çalışayım (başarabilirsem tabi 🤭) çünkü Ege adaları az bilinen yerler değil, ayrıntılarıyla çokça anlatıldı, anlatılıyor. Üstelik biz de öyle az durak yaptık ki! Ege'de temmuz ve ağustos ayları sezonun en kalabalık zamanı. Meltemi baş döndürücü şiddette ve bıktırıcı sıklıkta esti durdu (eylül, hatta ekim aylarında bile devam etti bu yıl meltemi). Ve malum, öyle bir sıcak vardı ki biminisiz seyir azaptı. Milos'ta 5 gün kadar kaldıktan sonra iki meltemi arasını fırsat bilip biraz motor, biraz orsa seyriyle Sifnos'un güneyinden dolaşarak Paros adasının Parikia koyuna gittik.

https://photos.app.goo.gl/atCNaWCEkSaWUFEr7

https://photos.app.goo.gl/k7kG7mcxRSrvtRDH9

https://photos.app.goo.gl/DYpmVLkmdjyz7J6V6
(Parikia'nın kalp biçimindeki, meltemiden koruyan süper demir yeri 💙)

Burası bizim Ege'de en favori yerlerimizin başında gelir. Ama güneş batmadan vardığımız koyda öyle bir demirli tekne kalabalığıyla karşılaştık ki aklımız durdu. Zor bela bir yer bulduk kendimize, teknelerden birine fazlaca yakın düşmüş olmakla birlikte. Sonrasında aşırı sıcak, kalabalık ve birkaç gün mola verip yeniden coşan meltemi üçlüsü bir seyir isteksizliği yarattı bizde. Adalarda görmediğimiz çok yer var ama bu üçlü sayesinde ne merakımız var ne isteğimiz. Mesela, 'Ne yapsak, apaz apaz doğuya Leros'a mı gitsek' deyip, 'öff, gidip de ne olacak sanki, bu sıcakta.. hem demirleyecek yer olacak mı bakalım' diye devam ederek yeni bir yer görme hevesini dakikasında öldürüyorduk. Derme çatma bimininin altında tam üç hafta pineklemişiz. Litrelerce su içip hiç tuvalete gitmediğimiz, atlayıp durduğumuz suyu serinletici değil de, kıvamı biraz daha yoğun, az değişik bir ambiyans olarak algıladığımız, tek karasal faaliyetimizin süpermarketlerde insanların arasından raflara uzanıp öteberi almaya çalışmak olduğu, yakın beach club'ın eklektik playlist'ini ezberlediğimiz 🥴 bir üç hafta... Arada Paros'un en gözde demirleme yeri olan Naussa'ya gittik bak, Aziz İoannis koyuna; ama adına su sporları dedikleri, sürat teknelerine bağlanıp çekilen çeşitli biçim ve boyutlardaki plastik şeyler üzerinde çığlık atma eyleminin yarattığı yalpa ve gürültüden 'yetti gari' gelince, kıyıları boyunca kıçtan kara yan yana dizilmiş 3-5 katlı 'gin palace'ların yanında kendimizi çok zavallı ve sefil hissettiğimiz 😢 bu koydan üçüncü günün sabahında kaçtık, gerisin geri Parikia'ya; eklektik diceyimiz o an Rachid Taha'nın Ya Rayyah'ını çalıyordu 😍, 'hoşgeldiniz, ne iyi ettiniz dönmekle' dercesine...

Parikia'da üçüncü haftaya girdiğimizde hava tahmini uygulamaları enteresan bir şey göstermeye başladılar bir hafta sonrası için: güneyli rüzgâr! 'Kesin değişir, bilgisayar saçmalamış' diye inanmadık ama değişmedi. Ağustosun başında lodos mu olur? Olacaktı. İnanmaya inanmaya planımızı yaptık. 'Boşver Yunan adalarını, bu rüzgârı Sakız'a gitmek için kullanalım, oraya vardık mı bir adım ötesi Foça, ödediğimiz TEPAI vergisinin bir kısmı ziyan olacak ama burada bir ekmek aldığımız parayla Türkiye'de beş ekmek alabiliriz, yine de kârlı çıkarız' şeklinde bir plan. Güneyli rüzgâr 5 Ağustos gecesi olacaktı, kısmetse! İki gün öncesinden de batıdan esinti olacaktı öğleden sonra başlayan. Parikia'dan Sakız'ın beleş marinasına mesafe aşağı yukarı 100 mil ve bu güneyli rüzgârın 'güvenilir' kısmı 15-16 saat kadar esecek gibi görünüyor. 4 kn yapsak varamayız ama eğer bu rüzgârı kullanmaya bir adım ileriden başlarsak çok da güzel varırız, yetmezse kalanını motorla tamamlarız; hemen ardından başlayacak kuzey rüzgârına yakalanırsak da Sakız'ın güneyindeki koylardan birine sığınırız. Plan böylece netleşti. Güneyli rüzgârı kullanmaya başlayacağımız bir adım ilerisi ise pek tabi ki Mikonos'tu; ya neresi olacağıdı, başka yer mi var sanki güzergah üstünde sevgili kaptanım! Pek istemese de Mark'ın da aklına yattı Mikonos'un Ornos koyu; Mikonos'un demirlenebilecek tek yeri ve kuzeyli rüzgâr olmayacağı için iki gece rahat geçirebilirdik.

Batılı esintiyi Kikladlardaki evimiz Parikia demir yerinde ilk hissettiğimizde demir alıp çıktık koydan (3 Ağustos 2023). Akşamüstü 5 gibiydi. Ama demir yerindeki esintinin belki bir zerresi vardı dışarıda. Yelkenlerin ikisi de açık şekilde motorla devam ettik açılmaya, rotamız kuzey-kuzeydoğu, gideceğimiz mesafe 25 mil. Belki az sonra başlar rüzgâr diye diye Delos-Mikonos kanalına kadar tüm yolu motorla aldık. Yelkenler hiç pırpırlanmadı ama, hep gergindiler, hızımıza 1 kn filan katkıda bulunmuş olsa gerek o esinti zerresi. Feribot trafiğinin yoğun olacağını sanıyorduk yol boyunca ama güzel bir zaman aralığı yakalamışız şans eseri, bir tanesiyle bile karşılaşmadık, uzağımızda bir cruise gemisi Mikonos'un limanına girdi, o kadar 😊 Delos-Mikonos kanalında batı esintisi zerresi, hafif rüzgâr halini aldı. Yaşasın! Böyle rüzgârsız durumlarda, üstelik böyle dar su yollarında sadece motor gücüyle yol alıyor almak bende endişe yapıyor, ya motor durursa n'aparız diye. Böylece iyi bir keyiflendik, motoru kapatmadık ama devrini düşürdük, güzel bir hızla geçtik kanalı. Bu arada artık iyice gece olmuştu; kanala girerken minik bir adanın ardından tupturuncu doğup ortalığı sihre bulayan kocaman ay şimdi yükselmiş, yolumuzu aydınlatıyordu. Ornos koyuna girip, birsürü demirli tekne arasında bir yer bulup demir attığımızda geceyarısına yarım saat kalmıştı.  Yine istediğimiz gibi demirleyememiştik, derinlik fazla, alan dardı ama rüzgâr neredeyse sıfırdı, yarın hallederiz dedik.

https://photos.app.goo.gl/PxrK4bdN3sVBrd3y9

https://photos.app.goo.gl/5ggChw1MGi5bB7pw9

İki gece kaldık Mikonos'un Ornos koyunda. Rüzgâr öylesine hiç yoktu ki yeniden doğru düzgün demirlemeyi düşünmedik bile. Hoş, koca koy giderek daha da kalabalıklaştı. Zaten karaya çıkma gibi bir düşünce aklımızdan bile geçmiyordu. Mikonos'ta yüksek sezon! Şaka gibi. Aslında çok güzel bir ada Mikonos, yazık, haksızlık olmasın. Bir şubat ayında, günlerce süren karlı bir deli poyraz yüzünden Mikonos'un limanında kalmıştık. Hava öyle soğuktu ki balıkçılardan tahta parçaları bulmuş, sobamızı yakmıştık. Dona dona o dolambaçlı dar sokaklarında dolaşmış, büyülenmiştik. Sokaklarda kimsecikler yoktu ama mekanlar, kışın o en dibinde bile doluydu - gerçi insana yalnız olmadığını hissettiren, olumlu bir durumdu bu o zaman 😌

Lodoslu gecenin vaat edildiği gün öğleden sonra demir aldık Mikonos'un Ornos koyundan (5 Ağustos 2023). Koydan çıkar çıkmaz yelkenleri açtık hafif batı rüzgârına ve 2 kn gibi bir hızla adanın bembeyaz güzel şehrini ve eski limanını, sonra da ana limanını seyrede seyrede süzüldük kuzeye doğru. Akşamüstü 6 gibi adanın kuzeybatı ucunu geçtikten sonra bulduk lodosu; gerçekten olmaktaydı! Yelkenleri ayıbacağı yapıp, nice zaman sonra nihayet doğru düzgün bir pupa seyrine başladık, dalgaları henüz minicik, neredeyse dümdüz sular üstünde 4.5-5 kn gibi bir hızla hem de ⛵

https://photos.app.goo.gl/kzY2rwBa9rrGRpww6

Sakız marinaya kadar 70 küsur millik mesafeyi almaya ne güzel başlamıştık ama bu böyle gitmezdi elbet. Ege'de lodos bu, oynak, öngörülemez.. Nihayetinde, korktuğumuz asıl şey başımıza gelmedi, rüzgârsız kalmadık yani; hatta zaman zaman tahminde gösterilenden daha sert esti. Ama korktuğumuz diğer şey oldu: Onca zamandır 'aman yıpranmasın' diye kısa mesafelerde elle dümen tuttuğumuz, özenle son uzun mesafeye sakladığımız halde, sevgili otopilot Squeaky'nin artık yedeksiz kalmış son kayışı ancak geceyarısına kadar dayanabildi 🤬 Rüzgârın iyice dellendiği, dalgaların da gelişimlerini tamama erdirdikleri zamana kadar yani.. Dayanamadı çünkü zaten çok eskiydi. Mark'ın babasının İngiltere'den gönderdiği kayışı, işe yaramaz UPS bir türlü bize ulaştıramamıştı, Paros'ta tam üç hafta geçirmiş olmamıza rağmen. Kimse güvenmesin UPS'ye 😡

Sonuçta vardık Sakız marinaya ama tükenmiş bir halde.. İkimizin de bir dakika bile uyumadığı çok yorucu bir gecenin ardından.. Dümen tutmak başlı başına bir iş, hele yuvarlanan büyük dalgalar arasında pupa giderken yalpa halindeyken.. Süper oynak lodos sancak ile iskele kıç omuzluklar arasında sık sık yeni bir derece denediği için, ikide bir ayıbacağı düzenini buna göre değiştirmek zorunda kaldık bir de. Dümen tutmakla bu yorgunlukta baş edebilmek için yelkenleri sonuna kadar küçültüp hızımızı düşürdük, bu sefer de iyice yalpaya düştük. Bir ara iyice yeter gelip cenovayı komple sardık. Bu sefer de çok geçmeden sancak kıç omuzluktan gelmeye başladı rüzgâr, 'yeniden cenovayı aç, geniş apaz seyrine geç bakalım şimdi de' diye dalga geçer gibi; kahkahaları da dalgalar iskele kıç omuzluktan patlatıyordu 🌊 Aman ne komik! İyi olan bir şey vardı ki, apaydınlık bir geceydi. Dolunaydan 3-4 gün eksik kocaman bir ay güverteyi güzelce aydınlatıyor, berrak havada her yönde adaların ışıkları yön tayinini çok kolaylaştırıyordu; görüş öyle iyiydi ki Sakız'ın güney ucundaki denizfenerini beklediğimizden çok daha önce saptadık, pusulayı takip etmek zorunda kalmadık hiç. Sonra da zaten doğuda Türkiye'nin ışıkları iyice belirdi 😃 Bir de birsürü kuyrukluyıldız gördük, pasparlak.. Ortalık sakindi; tek tük uzaktan geçen gemiler.. Tek bir yoğun nokta oldu Sakız'a yaklaşırken; dört gemi birden birbirlerini ve bizi geçti gitti. Derken derken, Sakız'ın güney ucu hizasına vardık alacakaranlıkta. Ama Sakız büyük ada; öyle güney ucuna varınca sevinmek fazla erken kaçıyor, çünkü hedefe daha 15 milden fazla bir mesafe oluyor. Bir de burası gıcık bir bölge. Ada ile Türkiye arasına girerken derinlik 500 metrelerden hızla 100 metre konturu altına indiği için dalgalar daha bir büyüyor. Bir de rüzgâr azalınca dalgalarla iyice hemhal olarak bayağı bir oyalandık onca yorgunluğun üstüne. 3 kn hızla 2 saat filan sürünerek 50 metre konturunu geçtik nihayet ve o zaman dalgalar hem küçüldü hem de rüzgâr hızlandı, böylece hızla Sakız şehrine yaklaştık. Bulutlu bir sabahtı şansımıza, güneş altında pişmedik uykusuzluğun üstüne. Sakız limanının girişini geçmek üzereyken içeriden Midilli feribotunun çıkmakta olduğunu görünce tekneyi yavaşlatıp feribotun çıkıp gitmesini bekledik. Limanı geçtikten sonra marinaya yaklaşırken motoru çalıştırıp yelkenleri indirdik. Ne güzel, ta buraya kadar sadece yelkenle varabilmiştik! İçeri girince mendireğin iç tarafında, girişe yakın güzel bir yer gördük, yanaşması kolay. Rüzgâr biraz sert, kaptan da fazla yorgundu ama arkasına yanaştığımız Fransız teknenin kaptanı hemen fırlayıp yardımımıza koştu, halatlarımızı alıp güzelce yanaştırdı bizi. Sağolsun, tam ihtiyacımız olan yardımdı; minnet duyduk 🙏 Seviyoruz Sakız'ı ve mükemmel marinasını 🥰

https://photos.app.goo.gl/RCuQwyDuHHHVyTqx6
(Aurantes Sakız marinada)

Sakız'a kadar geldikten sonra İzmir artık bir adım ötesi. Karaburun'u, nam-ı diğer Rüzgârlı Mimas'ı karşımızda görüyoruz. Yolun bu son dönemecini almamıza yarayacak bir rüzgâr bir gün çıkacaktı nasılsa; acelemiz yoktu, endişesiz bekledik. Beklerken de güzel Sakız'ın sağına soluna gittik otobüslerle, kristal sularında serinledik, Türkiye'ye götürmek istediğimiz şeyleri tekneye istifledik: birtakım içecek ve yiyecekler ve hatta marin kontrplak! Önceki yıllardan tanıdığımız Hollandalı arkadaşımızı yine orada bulmak, olayı iyice mükemmelleştirdi 😊 Ve istediğimiz gibi bir rüzgâr belirdi nihayet, 10 günün sonunda.

https://photos.app.goo.gl/DZfhTm13FJiuA3QQ9
(Karşıda 'Rüzgârlı Mimas')

O sabah (15 Ağustos 2023) marinadaki yerimizden ayrılıp Sakız'ın ana limanında gümrük rıhtımına bağlandık, Çeşme feribotları gittikten sonra. İşlemlerimiz hızlıca tamamlandı, pasaportlarımıza çıkış damgalarını aldık ve halatları çözüp limandan çıktık.

https://photos.app.goo.gl/vjSruAQ6R7cRXwus6
(Hoşçakal Sakız!)

Saat 10'a geliyordu. Plan şöyleydi: Bu bölgenin hâkim kuzeyli rüzgârı öğlen saatlerinde başlayana kadar motorla kuzeye tırmanacak, Sakız-İnussa boğazından çıktıktan sonra da doğu-kuzeydoğu rotasında apaz seyriyle Karaburun'u dönecektik. Hava tahmini öğleden sonra batılı rüzgâr gösteriyordu; onunla da rahatça pupa gidip Foça'ya varacaktık.

https://photos.app.goo.gl/AgMSr3HLn8Hs8Xzm9

Ve tam da planladığımız gibi oldu, hava tahmini neredeyse dakikası dakikasına tuttu. Hafif kuzey rüzgârına karşı Sakız kıyılarını seyrede seyrede 3 saatte İnussa boğazına vardık. Son bir saat içinde rüzgâr artmaya başlamıştı, hızımız çok düştü ama tam zamanında geldik oraya. Boğaza girmeden önce Sakız'ın son koyuna iyice yaklaşıp ana yelkeni kaldırdık, sonra da hem motor hem yelkenle hızla boğazdan çıktık. Kaptanın ince hesabı çok güzel işledi, çok takdir ettim 👏 Dışarıda rüzgâr kuzey-kuzeybatıydı, tam beklediğimiz gibi. Bu noktadan 15 mil kuzeydoğuda olan Karaburun'a doğru dar apaz, hızlı bir seyre başladık iyice sancağa yatarak. Dalgalar ufak sayılır, rüzgâr 4 bf, her şey yolunda. Ama görüş bayağı kötüydü; koca Karaburun ancak hayal meyal görülebiliyordu. Böyle birkaç saat gittikten sonra rüzgâr önce kuzeybatı, sonra da batı-kuzeybatıdan gelmeye başladı, seyir iyice rahatladı. Karaburun'a yaklaşırken artık iskele kıç omuzluktan almaya başladığımız güzel rüzgârla sakin sakin döndük burnu. Burnun hep büyük olan dalgaları hiç koymadı. Ve işte Yeniliman, sonrası Karaburun. Hep heyecanlanırım, ağzım kulaklarıma varır buralara ulaştığımızda. Karaburun'u geçtikten sonra rüzgâr iyice batıladı ve 5 bf oldu ve biz de 10 mil doğudaki Foça'ya pupa yelken koşmaya başladık. Mesafeyi yarılayınca rüzgâr daha bir arttı. Ayıbacağı düzenine geçmek yerine cenovayı tamamen kapattık ve tek camadanlı ana yelkenle Foça'ya yaklaştık - malum, elle dümen tutmak yorucu bir şey. Fener Adası'na yaklaşırken dalgalar iyice dikleşti. Adanın kuzeyinden içeri girdik, dalgalar peşimizde. İncir adasına yaklaşırken söndü dalgalar ancak. Yanındaki küçük adayla arasından geçip korunaklı sularda hızla kayarak balıkçı barınağının mendireğine yaklaştık. Artık yelkeni indirme vakti. Büyükdeniz'e girdiğimizde, önceden haberleştiğimiz sevgili arkadaşımız Alper bağlanacağımız tonozu ayarlamış, kayığında bizi bekliyordu halatımızı almak üzere. Güneş iyice alçalmış, ortalık tatlı bir turuncuya bürünmüştü ve denizci Foça her zamanki gibi çok güzel görünüyordu. "Hoşgeldiniz" dedi bize, halatımızı kıpırtısız sudaki tonoza bağlarken. Aurantes'le eve dönmüştük işte 😃

https://photos.app.goo.gl/v6Gt1rncSA59ysn5A

Hikâye böyle mutlu sonla bitsin. Sinir bozucu ve yorucu giriş işlemleri sürecini başka bir başlıkta anlatırım belki.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 1240
  • Selamlar
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#100: 16 Kasım 2023, 10:31:01
Hoş geldiniz


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
  • IP logged

  • *
  • İleti: 5812
    • Son Denk Kayıkçısı
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#101: 16 Kasım 2023, 14:20:29
Hoşgeldiniz, daha önce söylediğim gibi yaşanılanları yazıya dökmeniz harika. Bizde oradaymışız gibi.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 76
Aurantes ile eve dönüş yolunda
#102: 16 Kasım 2023, 18:09:52
Hoşbulduk  :) Okuduğunuz için ben teşekkür ederim. Benim için de paylaşmak keyifliydi  :)
  • IP logged

 
Yukarı git