Malta'daki yerimizde beş gün kaldık. Rüzgarsız ya da az rüzgarlı dingin günlerdi. Gerçi çok uzağımızda olmayan serbest limanın aralıksız faaliyeti geri planda hep vardı ama burası böyle, buna alışığız ve Malta'da olmayı hep sevdik.
(St George Bay'in kıyı görünümü)
(Marsaxlokk'un luzzu denilen geleneksel kayıkları)
('Bimini'miz ve ötede serbest liman)
Yakın çevre dışında pek bir yere gitmedik bu kez. Daha önce burada gerek rüzgâr beklerken, gerekse ters ve kötü rüzgârlardan korunmak için geçirdiğimiz kadar uzun süreler, mesela üç hafta, bir ay filan kalacak olsaydık, iç bölgelerdeki daha önce görmediğim büyülü yerlere gitmeyi düşünüyordum ama hava tahmini İyon Denizi'ni aşabilmemizi sağlayacak iyi bir rüzgâr göstermeye başladığında hiç düşünmeden yola çıkmaya karar verdik. Görünüşe göre ilk üç gün 4-5 bf kuzeybatı, son iki günde de 3-4 bf kuzey rüzgârı esecekti. Bu da Yunanistan'ın Mora yarımadasının batı ucundaki Pilos'a kadar 360 millik deryayı geçmeye yeterdi. Gerçi rüzgâr daha sonraki günler de işimize yarayacak yönlerden esmeye devam edecekti ama bu yolculuğun başından beri o kadar çok ve o kadar uzun sürelerle rüzgâr beklemiştik ki ilk fırsatı değerlendirme refleksi geliştirmişiz. Bir de İyon Denizi'nde rüzgârsız kalma korkumuz var, bir keresinde başımıza geldiği gibi; tam 10 gün sürmüştü geçiş 2015 yazında, doğudan batıya. Ama keşke üç gün daha bekleseymişiz..
Yola çıkmaya kesin karar vermiş olarak son günün akşamında güverteyi neta ettik: Türkiye'den getirmiş olduğumuz sera gölgeliğinden yaptığımız derme çatma biminiyi topladık, botu güverteye alıp bağladık filan. Sabah (24 Haziran 2023) erkenden uyandık. Son hava raporunun üçer saat aralıklarla 7 günlük ekran görüntüsünü aldım, hiç de içeriğine dikkat etmeden. Saat 7 gibi ilk esinti belirdiğinde motoru çalıştırmadan yelkeni kaldırıp demir aldık ve yerimizden ayrılıp Marsaxlokk koyunun çıkışına yöneldik.
(St George Bay'deki demir yerimizden uzaklaşırken)
(Koyun çıkışına doğru serbest limanı geçerken)
(Hoşçakal Malta!)
Koydan çıktığımızda rüzgâr arttı ama adanın korumasında dalgalar küçüktü. Hızımız 6 kn'u bulunca ana yelkene bir camadan bağladık. İki saat kadar böyle hızlı gittik iskele kontrada geniş apazla, sonra rüzgâr az duruldu. Camadanı çözüp yine güzel bir hızla, Malta'nın güneydoğusundaki gemilerin demirleme bölgesini geçmeye başladık. Onlarca gemi demirde bekliyor burada; arada bazıları demir alıp hareket ediyor, bazıları bölgeye gelip demir atıyor. Dikkatimiz üstlerinde, öğlene doğru ancak çıkabildik bölgeden. Gökyüzü yine biraz pusluydu, görüş orta karar. Öğleden sonra dalgalar biraz büyümüştü. Rotamız olan 80°'de gitmek seyri biraz konforsuz kılıyordu. Ayıbacağına geçip rotadan az saparak devam ettik seyre; daha önümüzde gidecek çok mesafe vardı, bir zaman rotayı düzeltebilirdik, böyle daha rahattı. Otopilot Squeaky gayet iyi çalışıyordu. Ama bir süre sonra bir fark ettik ki çarkı dümene sabitleyen braketlerden biri kırılmış, parçaları yerde. Kötü bir sürpriz oldu. Mark parçaları japon yapıştırıcısıyla birbirine eklerken ben dümen tuttum. Aynısı Biscay geçişinde de başımıza gelmişti, yine aynı şeyi yapmıştık. İşin ilginç yanı, o yapıştırdığımız braket hâlâ sağlamdı, bu kırılan yeniydi. Niye bu parçaları böyle plastikten yaparlar ki? İşlem tamamlanınca Squeaky'ye emanet ettik dümeni yine. Ortalıkta pek gemi yoktu, birkaçı uzaklardan geçip gitmekteydi. Rüzgâr da böyle iyiydi, daha fazlasını istemiyordum.
Ama öyle olmadı; rüzgâr arttı, dalgalar büyüdü, bayağı büyüdü. Pupa gitmeye devam ettik, rotamız artık Girit'i filan gösteriyordu. Yelkenler en küçük hallerinde, gece boyu böyle devam ettik. Bu rotada gide gide, İyon geçişi yapan gemilerin olağan yolunun tam ortasına düşmüşüz bir de; sık sık gemi görmeye başlayınca idrak ettik durumu. Hep iskele tarafımızdan, birkaçı dışında güvenli mesafeden geçip gitmekteydiler, hep aynı yönde. Rotayı düzeltmek, bu gemi trafiğinden uzaklaşmak gerekiyordu ama dalgalar büyük ve sertti. Sabaha bıraktık bu işi. Neyse ki Squeaky iş görüyordu hâlâ. Hava tahmini ekran fotoğraflarını dikkatlice inceleyince, 5 bf diye çıktığımız rüzgârın 6 bf gösterildiğini de görmüştük; sabaha karşı biraz düşecek gibi görünüyordu.. Bakalım, görelim..
Sabaha karşı gerçekten rüzgâr bir nebze düştü, az rahatladık. Camadanların ikisini çözüp iskele kontrada rotayı Pilos'a yönelttik. İyi bir geniş apaz seyre başladık. Ama rüzgâr sabahın ilerleyen saatlerinde yine eski gücüne kavuştu. İyice küçülttük yelkenleri. Arada bir havuzluğu ziyaret de eden azman dalgaların içinde bata çıka doğru rotada devam ettik. Öğleden sonra gemiler iyice seyreldi; artık sancak tarafımızda çok uzaklarda görüyorduk onları. Hem doğru rotada gidebilmek, hem de gemi trafiğinin dışına çıkabilmiş olmak moral verdi biraz. İyon geçişinin henüz ikinci günündeydik ve yolu yarılayana kadar daha çoook dalga vardı aşmak gereken. Ama şimdiden yorulmuştuk.
İskele kontrada giderken yatak da mutfak da yokuş aşağı hale geliyor; ne doğru düzgün uzanıp dinlenebiliyoruz ne de yemek yapabiliyoruz. Önceki akşam yemeği için patates haşlamıştım, bu akşam da mönü aynı. Patatesleri yıkayıp tencereye koyarken öyle bir dalga vurdu ki, sımsıkı tutunup ayakta kalmaya çalışırken kabinde büyüklü küçüklü birsürü şeyin yerinden fırlayıp uçarak yere düştüğünü gördüm. Böylesi hiç olmamıştı o ana kadar.. Of ki ne of.. Toparlayabildiğim kadar toparladım ortalığı, büyük ihtimal yine karışacaktı zaten. Ama şu da bir gerçek ki teknecan gerçek bir denizci. O yüksek dalgaların içinde dalgalarla öyle iyi başa çıkıyor ki! Uyumlu, yumuşak tepkilerle hafif yuvarlanıp kesintiye uğratmadan sürdürüyor seyrini. Canlı olsa, 'ne yapması gerektiğini biliyor' derdim. Tasarımcısı ne yaptığını biliyormuş, demek gerek aslında.
İkinci gecenin ilk güverte nöbetini, gemiyle karşılaşır mıyız endişesi az, Squeaky çalışsa bari duası çok yoğunluklu olarak geçirdim. Dalgalar büyük olduğu için görüş kısıtlanıyor, ancak dalga tepesindeyken ufuk görünüyordu. Ayağa kalkıp sımsıkı tutunurken ufku kolaçan ediyor, 360 dereceyi ancak yarılamışken azman bir dalganın geldiğini fark edip tırsarak 'annee, allaam yarabbim, yuh' gibi nidalarla (olabildiğince kısık sesle ama, Mark uyuyabiliyorsa uyanmasın diye) hemen oturup köşeciğime büzüşüyordum; iki üç dalga sonra yine kalkıp ufkun geri kalanını da kolaçan etme görevini tamamlıyordum. Saatlerdir gemi görmemiş olmak, bu koca deryanın pek uğramadıkları yerlerinde bulunduğumuza işaret ediyor, dalgalar yüzünden gemiyi görememe endişemi azaltıyordu. (Bir Biscay geçişinde güvertede bulunup çevreye bakınıp durmama rağmen dev dalgalar arasında neredeyse yanıbaşımızda bir cruise gemisi belirivermişti 😲; hiç unutmadığım derslerden biridir.) Evet, bir AIS'imiz vardı ama mızmız otopilot Squeaky yüzünden atıl durup duruyordu. Asıl endişem, Squeaky hazretlerinin çalışmaya devam edip etmeyeceğiydi. Ayakta zor dururken nasıl dümen tutabilirdim ki! İşte o yüzden, ufku kolaçan etme işini tamamlayıp bir de Squeaky'ye bakıyor, kulak veriyordum: rotayı gösteriyor mu, kolu inik mi, gıcırdaması normal gıcırdama mı diye 🙄
Bir miktar serpilentilenmiş olarak iki saatlik görevimi başarıyla tamamladıktan sonra nöbet sırası Mark'a, dinlenme sırası bana geldi. Uyuyabileceğime inanmayarak uzandım yatağa, yan yatıp sırtımı iyice yaslayıp kollarımı ve bacaklarımı olabildiğince yana uzattım, ellerimle yatağın kenarını kavrayarak; bu pozisyonda biraz stabil kalabiliyordum. Yorgundum, gözlerimi kapadım. Yarı uyur yarı uyanık tuhaf rüyalar içindeyken birden yataktan kayıyor olduğumu fark ettim. Ama daha fark etme hali tamamına eremeden kendimi yerde buldum. Yine o çok büyük dalgalardan biri vurmuş tekneye. Neyse ki benden önce yatağın altındaki minder kaymış, sonra yorgan, en üstte de ben; aynen yattığım şekilde sol kaburgalarımın üstüne iniş yapmıştım. (Bir önceki savruluşta kitaplar da raftan fırlamıştı, ben de fırlayanları sancak tarafındaki rafa sıkıştırmıştım; iyi ki öyle yapmışım, yoksa kafama kitap yiyecektim bir de!) Kalktım yerden, biraz kaburgalarım biraz da başım ağrıyordu 🥴 Mark, iyi misin, yazık sana diyordu. Yorganı yastığı filan tortop edip yatağın üstüne fırlattım, ortalığa saçılmış şeyleri yerlerine koydum. Biraz oturup kendime geldim, montu filan giyip güverteye çıktım. Zaten ikinci vardiyam gelmek üzereydi.
Bu vardiyanın (3-5) hava tahminine güvendiğim için daha rahat geçmesini bekliyordum; 3'ten sonra bir nebze düşüyordu rüzgâr. Yarım saate kalmadan azıcık sakinledi gerçekten. Oh be! Bu arada Mark akıllılık edip, sancak tarafındaki uzun koltuğa uzanmıştı. Koltuk biraz dar ama iş görüyordu; yokuş aşağı tarafa sırtını yaslamış, düşme riski hiç yok. Yukarıdan bakınca, huzurlu bir 'yuvasına yerleşmişlik' görünümü sunuyordu (yolun devamında artık hep o koltukta uzandık ve uyuyabildik). Rüzgâr biraz sakinlediği için dalgaların konturları da yuvarlanmıştı. Yine büyük dalgalardı ama öyle sert sert vurmuyorlardı artık; hep beraber yuvarlanıp gidiyorduk. Kaburgalarımın sol yanı biraz ağrıyıp duruyordu ama idare ediyordum işte.. (Sonraki günlerde de ağrı hep vardı, 'of, kemiklerim' diye sızıldanıp durdum). Aysız gecelerdi, incecik hilal daha gecenin başında batıyordu. İyon deryasının ortalarında bir yerlerde olmalıydık artık. Yıldızlar öyle çok ve parlaktılar ki! Arada bir kalkıp ufku tarayıp yerime oturduktan sonra yıldızları seyrediyordum. Ve o gece çok acayip birşeye tanık oldum. Gökyüzünün o sırada bakmakta olduğum yerine yakın bir noktada çok güçlü bir ışıma gördüm göz ucuyla. Uçak değildi; sanki orada olmayan bir yıldız, bir an vardı, sonra yoktu. İnce bir bulut mu gizledi acaba dedim, ama bulut hiç yoktu ki! Kesin gördüm ama. Neyse, acayip, filan derken, ışımayı gördüğüm noktanın yakınında bir yerde, çok belirgin, yoğun, kısa bir şerit belirdi. Dürbünü kapıp baktığımda bu ne, n'oluyor diye şaştım kaldım. Sonra dürbüne de gerek kalmadı zaten: O kısa, yoğun şerit giderek uzamaya başladı ve mükemmel bir LED şerit görünümüne kavuştu. Yavaştan ağarmaya başlayan doğu ufkuna doğru yol almaya başladı bu 'LED şerit'. Eşit mesafelerle birbirini izleyen, ama aralarda birkaçı eksik, onlarca parlak ışık, ip gibi dizili. Ne ki bu? Kuyrukluyıldız desem? Öyle çok 'bu ne ya, waow' filan demişim ki Mark duyup kalktı geldi ve gördüğünde gözlerine inanamadı. Ben 'ne acayip bir kuyrukluyıldız bu' derken, o 'yok, bu insan yapımı birşey, böyle mükemmel bir dizilim doğal değil' diye fikir yürüttü. 'E ne oluyor o zaman orada?' diye sordum, 'ne bileyim, birisi uçakla birşeyler çekiyordur peşi sıra' dedi 🤭 Ama uçak yoktu ve basbayağı uzaydaydı, atmosferde değil. 'Elon Musk'ın uyduları olmasın?' dedi, 'öyle birşeyler okumuştum bir yerde, astronomlar şikayet ediyordu gece gökyüzünü mahvediyor diye'. İyi de uydu böyle mi olur? Afallamış ve bir cevap bulamamış halde ağzımız açık, artık giderek aydınlanmaya başlayan doğu ufkunda giderek sönükleşip kaybolan 'LED şeridi'mizin ardından bakakaldık. 😯
Artık geçişin 3. günündeydik. Rüzgâr giderek düştü, dalgalar da küçüldü. Ana yelkenden önce ilk, sonra da ikinci camadanı çözdük ve 4-5 bf gibi esen rüzgârla Pilos'a doğru ilerlemeye devam ettik. Artık mesafenin üçte ikisini geride bırakmıştık, önümüzde 120 mil kalmıştı. Akşamüstü rüzgâr az arttı, gece boyunca zaman zaman sert esti ama önceki günlere göre hiçbir şeydi. 4 kn gibi bir hızda gittik çoğu zaman. Hava iyice karardıktan sonra Squeaky ikide bir bipleyip rotayı kaybetmeye başladı. Ana yelkeni sonuna kadar küçültüp yavaşlamaya çalıştık. Çok geçmeden fark ettik ki dümeni hiç döndürmüyor bile; meğer kayışı kopmuş! Gecenin bir yarısı ben fener tuttum, Mark elimizdeki eski kayışlardan birini taktı, çalıştırdı hazretlerini, 'Hadi bakalım, görev başına' diyerek. O sırada rüzgâr sert değildi, dalgalar küçüktü ve ne zamandır gemi de yoktu ortalıkta. Ana yelkeni ve cenovayı tam açıp devam ettik yola. Squeaky nazlanmadan çalışmaya devam etti. O sert rüzgâr ve dalgalarda değil de şimdi koptuğuna kayışın, şükrettik. Gece yarısı mece yarısı.. 😏
4. gün sabaha karşı rüzgâr iyice azalmaya başladı. Hava tahmininde kısa bir rüzgârsız zaman dilimi görünüyordu bulunduğumuz bölgede, ilerleyen saatlerde. Otopilot kayışının koptuğunu fark etmeyip habire yavaşlamaya çalışırken, sonra da gecenin karanlığında kayışı değiştirirken iyi rüzgârdan faydalanamayıp biraz geride kalmıştık. Rüzgâr azalmaya devam etti ve öğle vaktini az geçince tamamen kaldı. 42 millik bir yolumuz kalmıştı. Rüzgâr dinince havanın sıcaklığı da iyice meydana çıkmıştı. Dalgalar anında dinmiyor haliyle, soluganla yalpaya düşecektik. Çalıştırdık motoru, 'ya bu solugan sıfırlanır, oturur rüzgâr bekleriz, ya da biraz rüzgâr buluruz, artık hangisi daha önce olursa' dedik. 5-6 mil gittikten sonra deniz dümdüz olunca susturduk motoru. Çok az yalpalıyorduk, sorun değil. Güzelce dinlenirdik hem; yormuştu bizi İyon denizi. Böyle iki saat kadar oturduk denizin üstünde. Sonra çok hafif bir batı-kuzeybatı rüzgârı başladı. Biraz daha bekleyip istikrarlı olduğunu görünce, çeşitli yelken kombinasyonları denedikten sonra (balon çöküyor, ana yelken çok ses çıkarıyordu) cenovanın en büyük halinin işimize en çok yarayan yelken olduğunu gördük. Gece 3 civarına kadar böyle gittik; tam doğru yönde değil ama zaten çok yavaştık. Sonra kuzey-kuzeydoğu yönünden birazcık daha artınca rüzgâr, ana yelkeni de kaldırıp, doğru rotaya girdik - tek cenovayla biraz güneye düşüp 5° kadar kaybetmişiz. Güzel, dinlendirici bir orsa seyriydi bu; rüzgâr hafifti ama deniz öylesine düzdü ki bazen 3, bazen 4 kn, bazen de üstünü yapabiliyorduk. O gecenin sonunda sabaha karşı gökyüzünde LED şeridini yine gördük; bu kez daha sönüktü ama. O zaman ben de ikna oldum insan yapımı bir şey olduğuna. Doğal olan birşey aynı saatte aynı biçimde tekrarlanamazdı. Bir süper gücün bir diğerine füze saldırısı? Öff, olmasın yaa.. Uzaylıların dünyaya organize inişi, saldırısı? Haha! (Meğer gerçekten de Elon Musk'ın Starlink uydularının, fırlatılan roketten salınması anıymış bu; bir defada yörüngeye 50 kadar uydu bırakıyormuş fırlatılan bir roket ve şu an yörüngede 4200'den fazla uydusu varmış SpaceX'in. Sayı çoook daha artacakmış giderek. Biz İyon denizinin ortasındayken denk geldik bu seyirliğe. Netten öğrendiğime göre şanslıymışız, çok insan görmeye çalışıyormuş 'uydu treni' dedikleri bu olayı; olaydan habersiz görenlerin çoğu da uzaylılarla ilişkilendirmiş. Hatta ABD'de bir kasaba ahalisi uzaylı saldırısı diye rapor etmişler yetkililere!👽)
(Starlink 'uydu treni'; fotoyu netten ödünç aldım)
İyon geçişimizin 5. günü şafak söktüğünde Pilos'a sadece 14 mil kalmıştı. Birkaç da gemi geçti yakınımızdan, çoğu cruise gemisi. Rüzgâr aynı şekilde esmeye devam etti son 4 mil kalıncaya kadar ve sonra ansızın dindi. Çalıştırdık motoru ve bir saate vardık Pilos'un Navarin körfezine. Kıpırtısız sulara girip her zaman yaptığımız gibi beleş marinanın mendireğinin önüne demirledik, 5-6 kadar teknenin arasında. Saat 10 gibiydi.
https://photos.app.goo.gl/Jv4eefLmXnehTSG69(Pilos'un Navarin körfezi)
(Navarin körfezine yaklaşırken)
(Navarin'in kapısı)
(Beleş marina ve dışındaki demir yeri)
Sonra bir saat kadar güverteyi neta etme, kahvaltı, dinlenme faslının ardından botu suya indirip, belgelerimizi alıp liman polisine yollandık resmi giriş işlemleri için. Liman polisi ilk gümrüğe yolladı bizi, gidin transit logunuzu alın diye. Gümrüğün ilk sorduğu şey ise, TEPAI denilen seyir vergisini ödeyip ödemediğimizdi. Online form doldurmadan ödeme yapılamıyordu. Telefondan halledebildim neyse. Ama bir şeyi kaçırmışız, Malta'dan yola çıkmadan önce.. O gün 28 Haziran'dı ve bu vergi ay başından ay sonuna kadar geçerliydi. Yani 3 gün için tam bir aylık vergi ödememiz gerekiyordu. Bunu biliyorduk eskiden ama unutmuşuz işte. N'apalım.. Mecburuz. Düşünebilmiş olsaydık Malta'dan 3 gün sonra çıkardık, hem bu kadar İyon dayağı yememiş olurduk (sonraki günlerde baktım hava tahminine, tatlı tatlı kolayımıza rüzgâr vardı günlerce!) hem de Mark arkadan misinayı salabilir, hayalini kurduğu koca orkinosu yakalayabilirdi belki de (ne mümkün, dalgalardan kendimize zor bakabildik). Neyse artık.. 3 aylık TEPAI ödedik, toplam 99 Euro. Transit log için 30, bir de Yunanistan'a ilk giriş için 15 Euro daha ödedik üstüne. İşlemler tamamlandığında pasaport polisine de gidip damgalarımızı vurdurduk. Malta'da giriş damgası vurulmamış olmasına pek inanmadılar ama bir şey de demediler. Şimdi 2.5 ay kadar kalma hakkımız var Yunanistan'da. İşlemler bitince rahatladık, toplam 3 saat kadar sürmüştü o yorgunluğun üstüne ama yapılması gerekenler yapılıp bitmişti 🙏 Tekneye dönüp, öğleden sonra başlayacak rüzgârda daha korunaklı olan ve bayıldığımız kuzey köşesine gidip demirledik Navarin körfezinin. İyon deryasını aşıp güzelim Pilos'a varabilmiş olmak çoook iyi bir histi! 😊
(Navarin körfezinin kuzeyindeki güzel ve korunaklı demir yerimiz)