Heyamola Hey
Havuzluk => Deniz Dışı Aktiviteler ve Gezilerimiz => Konuyu başlatan: Cemalettin Özen - 12 Nisan 2019, 23:49:29
-
Foruma uzun süredir üyeyim. İleti sayıma baktım 7(yedi)... Çok kötü..
Uzun süredir denizde seyir notları yazmayı bıraktım. Belki sonra tekrar başlarım..
Fakat, bazı günler yazmayı unutsam da ara ara günlük tutuyorum...Aklıma ne gelirse..
Yazdıklarımın, forumun varoluş nedeni olan deniz ve tekne ile de pek fazla ilgisi yok.. Günlük hayat işte..
En azından onları foruma yazarsam ileti sayım artar..
Forumda yazılanları okuyunca , pekte cesaret edemiyorum. Çok donanımlı kişiler tarafından yazılmış yazılar var.
O nedenle baştan söyleyeyim, yazdıklarımı çok ta dikkate almayın..
Öyle esaslı, temelleri olan şeyler değil.. Yani, o an öyle düşünmüş, öyle yazmışım..
Okunmasa da olur..
Cevap beklememek kaydıyla, her türlü yorum yapabilirsiniz.
Bir ricam daha var; N'olur soru sormayın....
-
Yazılarınızı özledik, bekliyoruz Cemalettin kaptan.
-
2018 Kasım
Ayvalık'tan ayrıldım..Epey zaman oldu... Buralarda bir yer buldum. Bir balıkçı koyunda..
Ara ara gelip teknede kalıyorum..
Kasabayla arası biraz uzak.. O nedenle ucuz bir motosiklet aldım.. İhtiyaç oldukça kasabaya markete gider alışveriş yaparım..
Buralarda bu mevsimde hayat çok durgun... Durgun da değil, hayat yok. Hiç yok.
Rüzgardan ve denizin uğultusundan başka hiç bir şey yok.
Dün akşam çok şiddetli bir fırtına oldu... Limanda, bağlı olduğum halde neredeyse tekne yan yattı... İçinde ki her şey yerlerde.. Fırtına geç vakit yavaşladı.. Tekneden çıktım, motosiklete bakmaya gittim... Devrilmiş... Üstelik orta sehpasının üzerindeydi..
Kaldırıp bir kenara götürdüm, sağlama aldım..
Ertesi sabah kasaba da biraz işlerim vardı.. Motosiklete bindim, bir tuhaflık var.. Gidon yamulmuş... Sağ elim yukarıda.. Hem de bayağı ..
Kasabanın sanayisinde bir tamirci var, motosiklete bakıyor.. Ona götürdüm..
Tamircinin adı Mehmet.. 35 yaşlarında evli, çoluk çocuk sahibi biri..
Dürüst çocuk.. İşini de iyi yapıyor.. Çevredeki esnafla arası iyi.. Zaten ilk tamirci arayışım sırasında sitedeki bir esnaf tavsiye etmişti..
“Güvenebilirsin.” demişti.. Motorun ilk bakımını da ona yaptırmıştım..
Memet gidon için;
-Abi düzelmez dedi.. Yenisini alıcaz..
Eski bir motosikleti var bindi gitti bir gidon demiri aldı, getirdi, taktı.. Öncekinden çok iyi oldu..
-Borcum ne ? dedim.
-Yetmiş lira abi, dedi..
Gidon dahil!!... Gözüme ucuz geldi.. Üstelik bozuk kornayı da yaptı..
Aldığı işçilik çok cüzi bir şey.. Bu memlekette böyle insanlar da var..
Sonradan parçacıdan öğrendim.. Yedek parçacıyla da bir sürü pazarlık etmiş..
Dünyası küçük olan insanların sayıları da küçük oluyor..
-
Ama yürekleri büyük oluyor.
-
Çok güzel oldu yeninden yazmaya başlamanız Cemalettin kaptanım, takipteyiz...
-
"Dünyası küçük olan insanların sayıları da küçük oluyor.."
[/quote]
Minimalistler mutluluğu yakalayabiliyor. Askerler der ki, en az parçası olan silah, en iyi silahtır. Basit olan iyidir.
Cemalettin Reis, hoşgeldin, özlemiştik. Anladığım kadarıyla siz de küçük şeylerle mutlu olabilen nadir insanlardansınız. (Soru yok :))
-
Hoşgeldiniz Cemallettin reisim..
Yazılarınıza başlamanıza çok sevindim..
Bu "günlüklerim" in abonesi olurum..
selametle..
-
Sabırsızlıkla yazılarınızı bekliyor olacağız... :)xx
-
Gençlik;
Gençliğe özentim hiç olmadı.. Giyinirken bile çok fazla gençlere benzememeye çalışıyorum.. Fakat tabii ki kot pantolonla, spor ayakkabıyla büyüdük.. Onlardan vazgeçemiyorum..
Gençliğe özenmekte bir gençliğini yaşamamışlık, ya da gençliğine doyamamışlık hissediyorum.. Yani tatminsizlik..
Ne bileyim, belki de “ Hoop! Daha biz ölmedik.. Zımba gibi delikanlıyız..” meydan okumaları falan...
Yani nereden bakarsanız bakın çok iyi durmuyor..
Burada motosiklete binmek için gerekli olan kıyafetleri aldım..
Aksilik bu ya, motosiklet kıyafetleri beni çok genç gösteriyor..
Motosiklete binerken, güvenlik görevlisi bana ;
“ Ne o gençlere mi özendin..? Genç gibi motosiklete mi bineceksin..? “ dedi..
Neredeyse motosikletten soğuyacaktım..
Benim amacım sadece gitmekti.. O kadar..
-
Ucuz yaşam; 2018 Kasım
Bazı günler motosikletle 300 km. den fazla yol yapıyorum. Çevredeki kasabalara, köylere gidiyorum..
Motosikleti güya markete gitmek için almıştım..
Yazlık beldeler kışın bir garip oluyor.. Sanki yazın oralar aynı yer değilmiş gibi.. Issız.. Birçok iş yeri, mağazalar kapalı.. Yazın efsane olan yerler kışın süt dökmüş kediler gibi..
Sokaklara baktığım zaman, orayı yazın hayal ediyorum.. Sıcak hava, kalabalık sokaklar, her yer curcuna.. Şu karşımda kapalı olan dondurmacı yazın kim bilir nasıl iş yapıyordur.. Belki arada bir önünde insanlar kuyruk bile oluyordu...
Sokaklarda te tük insanlar var... Bunlar çoğunlukla emekli, ölmeden önce yaşamayı bırakan insanlar....
Yaşadıkları şehirde artık yapacak işleri kalmamış, buradaki yazlık evlerinden geri dönmeyi düşünmemişler..
Kalan ömrü “nerede tüketirsen tüket” hali..
Toplum onlara “Artık işiniz kalmadı.. Şehrin kalabalığı bize yeter.. Bir de siz buralarda kalabalık etmeyin.. Gidin... Defolun...” Demiş.. Onlar da buralarda pinekliyorlar..
Bir şeyler yiyebileceğim bir yer var mı diye etrafa baktım.. Sokak arasında ev yemekleri yapan bir yer buldum.. Teyze tencere de pişirmiş yemekleri... Çevrede bulunan tek tük insanlar göre..
Tek çeşit menü..
Günün zorunlu, tek çeşit menüsünden ısmarladım, yedim... Güzeldi.. Çorba, salata, mantı, kabak tatlısı...
Hesap 12 tl...
Bu ne ya!! Böyle hesap mı olur.. Bedava olsaydı bari...
Kışın buralarda paranı tüketemezsin...
-
Teşekkürler Cemalettin reisim. Keyifle okuyorum.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Cemalettin Reisim,
Yazılarınızı özlemiştik. Çok teşekkürler.
-
Yazılarını özlemişiz Cemalettin kaptanım :)xx :)xx :)xx
Devamını bekliyoruz
-
Çok merak ettik şimdi )). Gidelim orda yaşayalım ))).
-
İlgiyle takip ediyorum Cemalettin reis



-
Cemalettin Reisim elinize sağlık, keyifle okuyorum.
-
Ölüm ;
Bu gün dolaştığım yerlerin birinde cenaze vardı.. Ölen adam oradaki bir derneğin kurucusuymuş..
Tören bana enteresan geldi.. Caminin içinde vakit namazını kılan 4 veya 5 kişi vardı.. Diğer herkes caminin karşısındaki kafede oturuyorlardı..
Gurup yaşlı entelektüellerden oluşuyor..
Kendi ritüellerini oluşturamamış toplulukların karmaşasını yaşıyorlar.
Bir kısmı cenaze namazına katıldı.. Daha sonra tabut sokağa konan bir masanın üstüne konuldu.. Kalabalığın arasından bazı yakın dostları tabutun başında konuşma yaptılar..
Uzaktan seyrediyorum..
Konuşmaların arasında sıkça ;
“Hayata gözlerini yumdu.” (Yani öldü)
“Bu son yolculuğuna uğurlanırken.” (Yani, mezara gömmeye götürülürken)
“ Beklenmedik bir zamanda aramızdan ayrıldı.” (82 yaşındaymış.. Peki ölümün zamanı ne.. )
“Bu fani hayata veda etti.” (Yani öldü!) cümleleri geçiyor..
Haa bir de kızı olsa gerek;
“Maalesef babamızı kaybettik.” dedi..
(Hanımefendi babanız kaybolmadı.. Orada tabutun içinde. )
Ama hiç kimse “öldü” demedi.
Bu kelimeyi kullanmaya niçin bu kadar korkuyoruz.
Bu ne saçmalık!.... Şu ifadelerin içini açıp baktığınız zaman çıkan anlamlar ne kadar tuhaf...
Ya adam ÖLDÜ... Hepsi bu... Bu katı gerçekten kaçmak için bu kadar dolambaçlı yollara ne gerek var...
Gerçekle yüzleşmek cesaret ister... Herhalde bu da çok kimsede yok..
Biri de konuşmasında “Ölüm ona hiç yakışmadı.” dedi..
Ya buna içimden kahkahalarla gülmek geldi... Açıklama yapmaya bile değmez.....
İşte böyle..
Bu entelektüel gurupta dahi iflah olmaz bir saçmalama hastalığı var..
-
Hoşgeldiniz, bir süredir tekne işleri ile uğraşıyordum, bıgün foruma girebildim ve sizi görünce çok sevindim.yine aynı lezzette yazıyorsunuz, yine keyifle takip ediyor olacağım. Eski yazılarınızdan iki konuyu hiç unutmam birincisi Demir atmakla ilgili yorumunuz, ikinciside uzun Yunan adaları gezisinden sonra halkın içine karıştığınızı anlatımınız. Bu ikisini sürekli bahsini ediyorum. Şimdide yazlık kasaba emeklileri ve Dünyası küçük olanları anlatımınız yine beynimin bir köşesine sakladığım güzel tanımlamalar oldu. Teşekkür ederim tekrar yazdığınız için.
-
Eski yazılarınızdan iki konuyu hiç unutmam birincisi Demir atmakla ilgili yorumunuz, ikinciside uzun Yunan adaları gezisinden sonra halkın içine karıştığınızı anlatımınız. Bu ikisini sürekli bahsini ediyorum.
Benim de unutmadığım bir konu nothingçi bulgar :)
-
Memet;
(Bizim motosiklet tamircisi.. Ufak bir iki tamir işim daha çıkmıştı.. Bugün uğradım.)
Çalışırken seyrediyorum.. İşine kendini kaptırmış.. Eli yüzü yağ içinde..
-Memet, çayın varmı? Diyorum..
-Yok abi.. Sabah demlemiştik, bitti.. Karşı kahveden söyleyeyim.
-Boş ver zahmet etme.. desem de o durmuyor..
-Rıfat ! Bize iki çay gönder ..
Çaylar geliyor.. Fazla konuşmak istemiyorum.. İşininden alıkoymamak için..
Yedi sene evvel Soma'dan gelmiş, buraya yerleşmiş.. Üç tane çocuğu var..İkisi okula gidiyor.. Ev kira.. Eski bir motosikleti var.. Markası bile belli değil..
-Neden İstanbul'a yerleşmedin de buralara geldin..
-İstanbul'u bilmiyorum.. Kalabalık şehir..
-İstanbul'u hiç görmedin mi? Belki askerlik falan..
-Askerde doğudaydım.. Dağlarda.
-Terör haa...
-Evet.. Dokuz arkadaşım yanımda şehit oldu..Nasıl askerlik yaptığımı anlamadım.. Dağdan indiğimiz yoktu..
Bir süre konuşamadım.. Uzaklara baktım..
Hayattan ne bekliyor, merak ediyorum..
-Memlekette babadan kalma mal falan var mı?
Gülümsüyor.
-Yok abi.. Küçük bir iki tarla vardı, ama altı kardeşiz.. Kime ne kalır..
Acitasyon yapmıyor..
Yüzünde kimseye tenezzülü olmayan, hakkına razı, kararlı insanların ifadesi var..
Bu memlekette yüzbinlerce Memet var, biliyorum.. Hayatın onlara ne verdiği, daha da ne vereceği, hatta daha doğrusu ne vermiyeceği belli.
Vereceği karın tokluğuna bir yaşam..
Aileyi, çocukları yaşatmak için feda edilen ömürler..
İş bitiyor...
-Memet borcumuz ne?
- Onbeş lira abi...
-Benden yirmi lira al...
-Olmaz abi... İşin hakkı bu.. Haksızlık olur..
-Çaylar benden olsun bari...
-Olurmu abi... Misafirimizsin..
-
Cemalettin reisim teşekkürler çok keyifle okuyorum .
-
Tahminler, düşünceler;
Bugün Memet'ten ayrıldıktan sonra aklıma bir şey takıldı.. Belki de Memet benim düşündüğüm kadar karamsar bir hayat yaşamıyordur...
Akşam eski motosikletiyle evine giderken yoldan mandalina alacaktır.. Evi kasabanın kenarında tek katlı bir gecekondudur... Bahçesinde üzüm asması vardır..
Bahçeye girdiğinde küçük kızı yere düşmüş ağlıyordur.. Memet onu kucağına alacak, bir mandalina verip susturacaktır..
Belki karısı Söke'nin köylerinden güzel bir Ege kızıdır.. Ve kocasından memnundur..
Memet, bir kadının evlenmek isteyeceği bir erkek.. Buna kefilim.. Dürüst, güvenilir, ciddi ve biraz acılı..
Elini yüzünü yıkarken karısı " Memet sana sıcak su getirdim.. Hava soğuk.." Diyecektir..
Akşam çocuklar uyuduktan sonra Memet sigara içmek için bahçeye çıktığında karısı ona çay getirecektir.. Memet ona benden bahsedecektir..
-Bugün motosikleti tamir için biri geldi.. Biraz yaşlı tuhaf biri... İstanbullu.. Burada teknede kalıyor.. Eski bir motosiklet almış, bu kış gününde dağ tepe geziyor..
Ne işin var senin bu yaşta buralarda ? Git otursana sıcak evinde.. Diyecektir..
Memet'le aynı yaşta (35) başka bir genç Porsche arabasıyla cafeye, kız arkadaşından 8. defa ayrılmak için giderken Memet'ten daha mı mutlu ?...........
Tuhaf dimi...?
-
Tuhaf. Aklıma Ahmet Erhan'ın şiiri geldi. Kimilerimiz anımsar, Çağdaş Türkü de bestelemişti. "Kenar Mahallede Bir Pazar Günü".
Toprağı bol olsun, hemşehrimizdir, Tanrı ona dünyanın en büyük iyiliğini yaptı, iyi bir topçuyken Demirspor'da, ayağını kırdı, o da gitti şair oldu;
kenar mahallede bir pazar günü
buğulanır toprak yol ve damlar
sabah güneşinin ilk akıntılarında
göğü turuncu bir ağ kaplar
konuşmalar, küfürler, çocuk çığlıkları
öper yüzünü yeni bir sabahın
çamaşırlar hışırdar avlularda
bayrakları gibi fukaralığın
kahveye çıkar birer ikişer erkekler
yayılarak otururlar iskemlelerde
çay bardakları şıngırdar, radyo bağırır
bir haftanın yorgunluğu akar iliklerde
ötelerde, portakal bahçelerinde
gün ışığı danseder sabah yeliyle
arklardaki sular el çırpar
toprağı ürpertiden titretircesine
bir çocuk çitleri usulca aşar
geçer uyuklayan bekçinin önünden
bir damla kalır gömleğinin içinde
uzayıp giden portakal denizinden
tulumbada yüzünü yıkar bir işçi
daha uyanmayan karısına seslenerek
kalkar kadın, elinde bir havlu
geceki yorgunluğunu anlatır ezilerek
bir kumru tüner dallarına o zaman
avludaki yaşlı dut ağacının
ona sevgiyle gülümser işçi
sonra sarar belini kadınının
-
Yıllar önce Çeto (Kent) Selimiye’de Girit’i işletirken, Kasım aynda bize bir foto göndermişti:eski bir sörf tahtasında iki çocuk (belki kardeş), önlerinde toplanış bir ağ. Ve demişti ki: “acaba kim daha mutlu”. Ya da buna benzer bir şey. Çok zaman oldu. Farklıysa düzeltisin anlattığımı.
O gün bugündür, hep aklımdadır bu enstantane...
-
Cemalettin..başladın yine..kafalarımızı,duygularımızı buğulaştırmaya..kim bu kadar üzebilirki birini..
-
Fırtına; 2018 Aralık
Böyle bir şeye daha önce hiç rastlamadım.. Limanda bağlıyken neredeyse tekne devrilecekti..
Bütün gün tepemizde bulutlar dolaştı.. Grinin her tonu, öbek öbek..
Teknede yaşarken gökyüzünü, bulutları görmemek imkansız.. Şehirlerde bina aralarından görünen gökyüzü ile buralar kıyaslanamaz..
Akşam erken bastırıyor.. Kış günü..
Akşamın ilerleyen saatlerinde havada bir durgunluk oldu.. Teknede çay demlemiş, içiyordum.. Bir anda uzaklardan bir uğultu duymaya başladım.. Rüzgar geliyor dedim.. Ne rüzgarı, bir anda tekne devrilecek nerdeyse..
Böyle aniden nasıl olur ?
Teknenin içinde kendimi zor tutuyorum..
Çaydanlıklar, tabaklar, su bidon, kitaplar herşey alt üst..
Teknenin üstünde gürültüler duyuyorum..Artık direk, yelken ne varsa parçalanıyor herhalde... Bir bakayım dedim, dışarı çıkmama imkan yok.. Limanda şişme botlar, sandalyeler, boşta olan ne varsa havada uçuyorlar..
Yarım saat sürmedi, yavaşladı.. Dışarı çıktım. Teknede pek bir hasar yok.. Ama üstünde ne varsa gitmiş... Katlayıp bağladığım şişme botum denizde..
Karadaki bir kaç tekne devrilmiş, bazı tekneler birbirine girmiş.. Tenteler, brandalar yırtılmış..
Kıyamet böyle bir şey herhalde..
-
Memed'i okuyunca aklıma şu envai çeşit versiyonları olan Meksikalı Balıkçı hikayesi geldi. Esas zenginlik, mevcut şartlarının içinde mutluluğu yakalamak değil mi? Biliyorsunuzdur ya, burada da bulunsun,
hikaye şöyle:
Meksikalı Balıkçı
Bir Meksika sahil kasabasına yolu düşen Amerikalı iş adamı, kıyıya yanaşan kayıktaki balıkçıyla konuşur.
Kayığın içinde, henüz tutulmuş birkaç ton balığı bulunmaktadır.
Amerikalı iş adamı balıkların iriliğinden dolayı balıkçıyı över ve bu birkaç balığı ne kadar zamanda yakaladığını sorar.
Balıkçı, “Fazla sürmedi, senyör” der.
Amerikalı hayretle sorar: “Öyleyse neden daha fazla denizde kalıp da daha çok balık tutmadın?”
“Bu kadarı bugünlük aileme yeter.”
“Peki”, der Amerikalı iş adamı.
“Geri kalan zamanın nasıl dolduruyorsun?”
“Sabahları geç kalkıyorum. Sonra birkaç balık tutuyorum. Sonra çocuklarla oynuyorum. Öğleden sonra eşimle biraz şekerleme yapıyorum. Akşamları da kasabaya iniyorum; Amigolarla birşeyler içip gitar çalıyoruz. Böylece hayatı dolu dolu yaşıyoruz, senyör.”
Amerikalı iş adamı bu hayatı son derece sevimsiz bulur.
“Ben Harvard mezunuyum, sana yardımım dokunabilir” der.
“Herşeyden önce, daha fazla balık tutmalısın.”
Balıkçı hayretle sorar: “Niçin senyör?”
“Artan balıkları satar, daha çok kazanırsın.”
“Sonra senyör?”
“Zamanla kendine daha büyük bir tekne alırsın.”
“Sonra senyör?”
“Daha büyük tekneyle daha çok balık tutar, daha çok kazanırsın.”
“Sonra senyör?”
“Daha başka tekneler alır, bir filo kurarsın.”
“Sonra senyör?”
“Sonra balıkları işlemek için kendin konserve tesisleri kurarsın. Böylece kârın önemli bir kısmını başkalarına kaptırmamış olursun.”
“Sonra senyör?”
“Tabii, bütün bu işleri böyle küçük bir sahil kasabasında yürütemezsin. bu arada Los Angeles veya New York gibi büyük bir dünya kentine taşınmış olursun.”
“Sonra senyör?”
“Yeteri kadar büyüyünce halka açılır, hisse senetlerini satarsın. Büyük zengin olursun. Milyonlarca doların olur.”
“Sonra senyör?
“Bu kadar paran olduktan sonra çalışmana gerek kalmaz. Emekliye ayrılır, bir sahil kasabasında kafanı dinlersin. Sabah geç saatlere kadar uyursun. Biraz balık tutar, çocuklarla oynar, öğlenleri de şekerleme yaparsın. Akşamları ise amigolarınla bir şeyler içip gitar çalarsın.”
“Şu an bunları yapıyorum zaten senyör!..”
-
Tuhaf. Aklıma Ahmet Erhan'ın şiiri geldi. Kimilerimiz anımsar, Çağdaş Türkü de bestelemişti. "Kenar Mahallede Bir Pazar Günü".
[/i]
Şiirin kimin olduğunu bilmiyordum ama Çağdaş Türkü’den her dinlediğimde çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Çok zaman olmuş, tekrar dinlemeli.
Bu arada günlükleri ilgiyle takip ettiğimi belirteyim.
-
Gıcıklık;
Uzaklarda bir dağ köyü var, bugün oraya gittim... Sapa bir yer.. Motosikleti köyün dışında bıraktım... Hatırı sayılır bir soğuk var...
Ara sokaklarda yürüyerek köy meydanına gidiyorum.. Sokakta dolaşan tavuklar, kediler, köpekler bana tuhaf tuhaf bakıyorlar..
"Hey yabancı ! Sen buraya ait değilsin... Kılığından, kıyafetinden belli..Ne işin var burada ? Defol, git!" diyorlar..
Köy meydanındaki kahveye girdim... Ohh.. içerisi sıcak, soba yanıyor.
İçeride konuşmalardan oluşan bir gürültü vardı.. Ben girip selam verince bir anda kesildi.. Kahveye bir sessizlik çöktü.. Sadece televizyonun sesi duyuluyor..
Çay ocağının yakınındaki tek sandalyeye oturdum.. Etraf masalardan tek tük "merabayın", "hoş geldin" diyenler oldu..
Kahveci bir çay getirdi, içiyorum..
Etraftan , omuz üzerinden meraklı bakışlar fark ediyorum.. Ulan, buraya ait olmadığı her halinden belli bu adamın burada ne işi var ?
Fısıltılar dolaşıyor..
Yakın masada oturanlardan biri dayanamayıp bana sordu;
- Arazi için mi buralardasınız...?
- Yoo.. Dedim..
Kahvedeki merak giderilememişti.. Aynı masadan bir başkası ;
- Kimlerdensin..? dedi.. Yani köyden... Hısım, akraba..?
-Kimseden değilim... Dedim
Şimdi herkes daha da gergin.. Kahvedeki tuhaflığım devam ediyor.. Sırrım çözülemedi.. Şehirli insanın vurdum duymazlığı, umursamazlığı onlarda yok..
Hiç sebepsiz orada olabileceğim akıllarına yatmıyor.
Televizyonda bir hayvancılık kanalı açık.. Hayatında bir tek inek sahibi olmamış ben, televizyonda ineklerle ilgili açıklamalara kulak kesilmiş, güya dinliyorum..
Şimdi diyorum kahvedekilerden biri kalkıp gelecek, beni yakamdan tutup kaldıracak.. Silkeleyerek;
-Ulan hıyar ! Ulan dingil ! Bu kış günü, bu dağ köyünde ne aradığını söyle de bizi bu sıkıntıdan kurtar.! Diye bağıracak..
Tabii kimse böyle bir şeye kalkışmıyor..
Ama ben bu durumdan haince bir keyif alıyorum.. Kötü biriyim.. . Kahvede bu merak, bu endişe devam etsin istiyorum..
Durum kendiliğinden gelişti. Ben sadece oyunu sürdürdüm..
Kahvenin aurosunu bozdum.. Rahatını kaçırdım..
Sonra içimden zapt edilmesi zor bir kahkaha geldi.. Kendimi zor tutuyorum.. Bir de dışıma çıkarsa , kahvedeki kriz iyice büyür..
Çayın parasını tabağın kenarına bırakıp, kendimi zor sokağa attım.. Motosiklete kadar gülmekten zor yürüdüm..
Hay allahım yaa...!
Ben niye böyle yapıyorum...?
-
Dağ köyünden dönerken;
Köyün olduğu yokuştan aşağı inince sebze tarlalarının olduğu uzun bir ova var.. Tarlalara seralar ve tek tük bahçe evleri yapılmış..
Bir tarlanın kenarındaki ağacın altında, iki sandık salatalık (hıyar) gördüm.... Gözüme güzel göründüler..
Tarlada çalışanlara seslendim; “Bunlar satılık mı ? "
Yaşı büyük olan abla biraz yakına geldi; “Ne istiyorsun ?” dedi...
“Bu salatalıklardan almak istiyorum...Kilosu ne kadar ?” dedim...
“ Onlar kötü..” dedi..
Nasıl olur tarladan toplanmış salatalar.... Yemin ediyorum markettekilerden çok iyiler...
“Bana iki kilo kadar ver (terazi yok) .... Kaç paraysa vereyim...?” dedim..
“Ne kadar istiyorsan al oradan... Para falan istemez... Zaten "hayvanlara" verecektik...” dedi...
- !!!!!?????????
Şimdi ben ne yapayım.. ? Almasa mıydım..?
Aldım....
Ne duruma konduğumu yorumlayamıyorum...
(Not: Yedim... Gerçekten salatalar harikaydı...)
-
"Yaban"(cı)sınız işte.
-
Hey allaahm ya..:)
-
Önemsenme hastalığı;
Geçen gün ayak üstü konuştuğum bir tekne sahibi “Ben doktorum.” dedi.. İyi de, ben hasta değilim ki..
Önemsenen biri belli.. Teknesi 54 feet jeanneau.. Daha ne olsun ?
Fakat önemsenme katsayısı artsın istiyor.
Hepimiz bu hastalığa tutulmuşuz.. Önemsenmek, fark edilmek istiyoruz.. İnsan kendinde olmayanı ister..
Ya beceri ve kabiliyetlerimizle, ya güzelliğimizle, yada iç olmazsa sahip olduklarımızla hep beğenilmek, önemsenmek istiyoruz..
Mesleğimizle, oturduğumuz semtle, kullandığımız araçla, tekneyle, gezdiğimiz yerlerle... Daha bir çok şeyle..
Buna neden ihtiyacımız var ki? Bilmiyorum..
Kasabadaki nalburdan ufak tefek bir iki şey alıyordum. Tekne için olduğunu söyleyince kasada duran patron “Yatınız mı var? “ Dedi
“Evet..” deyince, neden gerekti anlamadım “Bey efendiyle ilgilenin! “ dedi. Bana olan ilgi arttı.. Tuhaf oldum... Hoşlanmadım..
Son yaptığım otobüs yolculuğunda yanıma oturan kişi, yol boyunca hayatını anlattı.. Dinliyorum..
Benim bilmediğim hayatını isteği gibi biçimlendirebilir.. Öyle de yapıyor, eminim..
Ne kadar büyük işler yaptığını, başarılarını, ailesini falan anlatıyor.. Çünkü önemsenmek istiyorlar...
Yani bana diyor ki “ Hey! Sen bu yanına oturan adamı öyle sıradan biri zannetme..“
Ama ne yazık ki büyük ama çok büyük bir kısmımız sıradanız... Önemsiziz .. Yani olsak ta olur, olmasak ta.. Çok acı di mi?
Bunu kabul etmek çok zor, ama öyle..
Belki, ben de bu yazıları bunun için yazıyorumdur.. Önemsenmek istiyorumdur.
Ama önemsemeyin..
-
"Vazifeni yap, Vazife-i İlahiyeye karışma"
"Mağrur olma, senden büyük Allah var"
En nihayet ölüm var. Ben mesajımı aldım.
-
Klişe konuşmalar;
İnsanlarla uzun sohbetler yapamıyorum.... Hep klişe şeyler...
"Hayat pahalı, geçim zor."
“Bu devirde paran olacak..”
“İnsanlarda ahlak, terbiye kalmadı..”
"İktidara gelen kesesini dolduruyor...."
" Ne zamandan beri emekli ? Kaç para maaş alıyor.?"
Bıkmadan, yorulmadan hep aynı şeyler... Kendisine ait bir tek cümlesi
olmayan yüzlerce insan biliyorum.
Bu derece sığ olmaya bazen dayanamıyorum..
Kasabada bir çiçekçi var... Çarşıda bir işim varsa motosikleti önüne bırakıyorum.....
Selam veriyorum.. Motosikleti oraya bırakmamın hiç bir mahsuru
yok ama, izin istiyorum..
Ayak üstü bir iki kez konuştuk. Biraz tanışmış gibi olduk..
Geçen gün çay içiyordu.. Beni davet etti... İşim var dedim ama bir çay da bana söyledi..
Yandaki pasajın içinde çay ocağı var... Çay hemen geldi..
Konuşmayı seviyor... Aslında benimle konuşmayı değil, kendisini
dinleyen biri olmasını seviyor..
Ben iyi bir dinleyiciyim.. Anlattığı şeyleri anlayan ve dinleyen ciddi biri..
Arada ufak tefek şeyler söylüyorum. Onun akıl aramadığını sadece
anlatmak istediğini biliyorum.. Bu nedenle sözlerimi kısa kesiyorum..
Dükkan babasından kalmış.. Babası bu dükkanda büfe işletirmiş. Tekel bayii gibi..
Babasından sonra kendisi daha sakin bir iş diye dükkanı çiçekçiye çevirmiş...
Bir kızı varmış, evli.. Damadı adam olsa dükkanı ona devredermiş ama damadı
adam değilmiş.. Falan........ filan....... Bir sürü klişe...
Onun hikayesini belki farklıdır diye dinledim ama o da aynı çıktı..
Yalnızlığıma geri dönmeliyim..
-
Aile içi bir mesele;
Az önce ablam aradı..
Pek sık görüşmüyoruz... Tek tük rastlantısal.. Tahmin edeceğiniz gibi bunun da suçlusu benim..
Ama onu seviyorum.. Doğduğumdan beri aramızda hatırlayacağım tek bir kötü anı yok..
Konu şu;
Anneme babasından kalan birkaç parça mülk var... Bir iki tarla, birde eski bir ev..
Hepsinin tapusu ablamın üzerinde... Miras sırasında öyle bir durum gerekmişti..
Ablam bir gün bana geldi... “Cemal bu malları satalım... Daha iyi gelir getirecek bir yer alalım.. " Dedi
Sonra da;
"Anneme haber vermeyelim....” dedi...
Annem çok otoriter ve malların satılmasına şiddetle karşı... Zaten iki kardeşiz... Ablam ve ben...
“Tamam...” dedim. “Bana uyar..”
Ablam malları satmaya girişti... Zaten tapular onun üzerinde...
Annemin kulağına uzak yerlerden haber geldi... “Malları satıyorlar...” Diye..
Annemle ablamın arasında savaş çıktı...
Annem telefonla beni aradı; “Senin durumdan haberin varmıydı ?” diye sordu..
Ben de “Evet.. Haberim vardı... “ dedim
Annem “ Bu kız seni kandırdı, değil mi..?” Dedi
“Eeeevet ...” Dedim
Annem ;
- Ben biliyorum zaten... Çocukken de seni kandırırdı.. Elinde ne varsa alırdı... Hiç değişmedi... Hala aynı.. Dedi
Bütün suç ablama kalmıştı.. Yine ben masum ve temiz çocuk olmuştum...
Gülmekten yerlere yattım...
Ne yaparsam yapayım neden hep masum olan ben oluyorum...Ailemin
güvenini kazanmak için hiç bir şey yaptığımı hatırlamıyorum.. Yoksa bu doğuştan gelen bir ayrıcalık mı?
Sonra onları barıştırmak bana düştü... Zaten barıştırmak ta kolay oldu...
İşte ablamla yine bu mesele hakkında telefonda konuştuk..
-
İyiliğin Gücü;
Bu gün yazdan kalma bir gün...
Motosikleti aldım ,çıktım yola... Plansız gezmek gibi bir huyum var. Ve uzun yol gidiyorum..
Çam ağaçları , dağlar, virajlı yollar beni götürüyor.. Birkaç yol ayrımına geldim, aklıma esene girdim...
Bir yol sapağında, kahve rengi tabela antik harabeleri gösteriyordu. İçimden oraya gitmek geldi.. Kendi halinde bir harabelik göreceğimi düşünüyordum
Bu ıssız yerde, bir gişe, bir de görevli var... Giriş bileti aldım...
Binlerce sene önceki insanların yürüdüğü sokaklarda yürüdüm.. Tek ben varım, başka kimse yok.. Tabelalarda yazıyor, burası tapınakmış, karşısı sokak dükkanları, daha yukarısı antik tiyatro... Evler, meydanlar..vs..
Böyle bir şehir neden yok olur ? Bir gün bizim yaşadığımız şehirleri de gelecekte antik kent olarak gezecekler mi acaba ?
Zaman nasıl geçti anlamadım.. Geç olmuş.. Acıktım..
Bende kabahat. Yola çıkarken niye yanıma bir şeyler almıyorum ki?
Dönüşte bir köyün içinden geçerken evinin önünde tarhana, bulgur, kabak satan yaşlı bir teyze oturuyordu.
-Teyze buralarda yemek yiyeceğim bir yer var mı ? Dedim
-Yok be evladım ! Dedi.. Bakkal var ama kapalı. Akşam üzeri açıyor. Dedi
Yapma ya .. Neyse.. dedim.
- Karnın mı aç? Dur bi dakika.. Deyip içeri gitti.
Bir kaç dakika içinde geldi.. Ekmeğin içine otlu peynir, kızarmış biber gibi şeyler koymuş, getirdi...
-Elcezine alır yolda yersin.. Dedi..
Şaşırdım... Ne diyeceğimi bilemedim... Sanki ekmek istemiş gibi oldum..
Yemin ederim ben istemedim...
Aldım... Teşekkür ettim...
Korkmayın..! Bu dünyanın devamını sağlayacak “iyiliğin gücü” hala yaşıyor..
Yola koyuldum... Köyden çıkınca vadiyi gören bir yerde çeşme buldum.. Motosikleti çektim.. Çeşmenin yanında oturdum, yedim.. Bu ne lezzet..
Karşımda manzara, yanımda su, elimde yemek..
Ben gezmek için yaratılmışım.. Denizde veya karada fark etmez.. Seviyorum ben bu hayatı..
Dağlara karşı avazım çıktığı kadar....
“Ela gözlüm ben buuuuuu elden giderseeeeeeeeeeem...”
Dünya güzelmiş be.....
-
çok güzel
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Cemallettin Reis bence tüm forumların en varoluşçu yazarı, hatta çoğu varoluşçudan da varoluşçu.. Yanılıyor muyum?
-
Cemalettin Reis,
Yemin ediyorum tüm ayarlarımı bozuyorsun...
Yazılarını okuduktan sonra kendime gelmem zaman alıyor...
Lütfen yazmaya devam et..
-
Hidayet;
İnsanları gözlemlemeyi seviyorum.
Hidayet'te bunlardan biri..
Teknenin tentelerini yaptırdığım yerde çalışıyor. Ustasıyla kendisi, iki kişiler..
Askerden geleli üç sene olmuş..
Yakındaki köylerden birinde yaşıyor.. Eski bir motosikleti var. Onunla işe gidip geliyor.
Motosikleti bazı viteslere girmiyor.
Bu gün yanına uğradım. Öğle yemeği yiyordu.. Ustası yoktu, yalnızdı.
Masaya desenli bir mendil açmış. Evden getirdiği dolma ve cacığı yiyordu.
Ekmek evde yapılma. Beni de buyur etti.. Karnım toktu.. Sadece ekmekten biraz yedim..
- Evlimisin Hidayet ? Yemekler evden gelme... dedim.
- Yok abi yaa.... dedi. Yemekleri annem yapıyor...
- Evlenmeyi düşünmüyor musun ?
- Düşünüyorum da kız bulamıyoruz. Dedi
- Nasıl yani..? Sizin köylerde kız mı yok ? Hele senin gibi işinde gücünde çalışan, düzgün birine..
- Annem durmadan arıyor.. Ama çoğu kız “Benim sevdiğim var.” deyip geri çeviriyor. Dedi.
- Senin sevdiğin yok mu ? Dedim..
- Yok abi, hiç olmadı.. Biz hep işte, güçteydik.. Dedi. Sonra;
- Geçen gün birini bulduk, çok takı istediler........ olmadı. Dedi.
Çok takı istediler ha..! Ne kadarda kabullenmiş. Normal bir şeymiş gibi söylüyor.
Bu çocuğu iki bileziğe mi sattınız?
Yemeğini yerken bir süre onu izledim. İçimden şunlar geçti ;
Ey kızlar ! Öyle havalı, dar paça pantolonlar giymiş, saçları son moda, ağzı laf yapan,
doğru düzgün işe bile gitmeyen züppelere kanmayın...
Böyle düzgün çalışan, annesinin yaptığı yemeği işyerine getirip yiyen, Hidayet gibi gençleri bulun..
Emin olun böylesi sizin için çok daha iyi...
-
Bu hafta başı Babakale’den dönüşümde Bursa’da otobüs değiştiriyorum. 16 numarada tekli koltuktayım. Ben den sonra binen 25 yaşlarında bir genç panik bir ses tonuyla 19 numarayı arıyor. Hemen arkamdaki yeri gösteriyorum. Sanki madde bağımlısı birisi gibi... Muavinden telefonunu isteyip annesini arıyor. Otobüsün koltuklarındaki TV'ler çalışmıyor. Bizimki ısrarla muavinden kulaklık istiyor. Sürekli bir şeyler istiyor. Huzursuz olduğu belli. Ben de yorgunum. Daha sakin bir yere geçip uyuyakalıyorum.
On- on beş dakika sonra seslerle uyanıyorum. Arkadaş koridorda bayılmış. Yardımcı şoför ve sağlıkçı olduğu anlaşılan bir genç kız müdahale ediyorlar. Genç, ayılıp yerine geçiyor. Önlerden 60 yaşlarında sempatik bir hanım gelip onunla konuşuyor ona şefkat gösteriyor. Genç çok mutlu oluyor. Rahatladığı belli. Babasının yeni vefat ettiğini iş aramak için geldiği Bursa’dan acilen İstanbul’a döndüğünü. Aslen Mardinli olduğunu, babasının ev sahibine 750 TL borcu olduğunu, ödemezlerse annesinin evden atılacağını anlatıyor. Ama konuşması bozuk olduğu için bunları 10 dakikada zar zor anlatıyor. Otobüsteki yolcuların yardım edip edemeyeceğini soruyor. İlaçlarının bagajda bavulunda olduğunu söylüyor. Kadın çok etkileniyor. Yardımcı şoföre anlatıyor. Az önce gence acıyan bütün yolcular bir anda tepki göstermeye başlıyorlar. Kimisi alaya alıyor. Kadıncağız yalnız kalınca ısrar etmiyor. Yardımcı şoför gencin yanına gelip yadım istediği için onu azarlıyor. " Dilenmeye utanmıyor musun?" diyor. Genç arkadaş, Pendik’e gidecek. Gebze otogarına gelince onu indirip servise bindiriyorlar. Çocuk gittikten sonra herkes arkasından dalga geçiyor. Otobüsü beklerken birilerinden mont istediğini sonra bir yerden mont bulup bu sefer sigara istediğini anlatıyorlar. Bayılmasının numara olduğu konusunda delillerden bahsediyorlar. Hepsi baştan anlamışlar zaten sahtekar olduğunu. Kahkahalar, gülüşmeler...
Ben en baştan beri hiç karışmıyorum. Başlangıçta varlığı beni biraz tedirgin etmişti ama sonra hikayesi yalan da olsa inanmak istedim. Gerçekten yalancı da olsa gariban bir hali vardı. Yardımcı olsak ne olurdu. Sonunda müdahale eden sağlıkçı kız beni işaret ederek “abi baştan anlamıştı hiç bir şey söylemedi “ gibi bir şeyler söyleyince dayanamayıp “yeter artık garibana yardımcı olmadık arkasından konuşmayalım” diyorum. Bayan şefkatle göz göze geliyoruz. Bana da şefkatle gülümsemesi içimde bir mahcubiyet hissi uyandırıyor. Ondan sonra otobüs sanki o genç hiç olmamış gibi Dudullu’ya doğru devam ediyor. Başka sohbetler filan.
Bu günlükleri okurken aklıma o gece geliyor. Anadolu’da böyle bir şey olmaz herhalde diye düşünüyorum. Biz İstanbul insanları gerçekten çok acımasızız. İnsanlara güvenimiz sıfırın altında. Zayıf birisini görünce bir anda değişiyor ve onu yok etmeye çalıyoruz. Aklıma Lars Von Trierin yönettiği Dogville filmi geliyor. Allahtan işim gereği ben de Anadolu’ya çok seyahat ediyorum. O güzel insanlarla bir şekilde karşılaşıyorum. Onlar bana kendi ruhumdaki kirlenmeleri de fark ettiriyorlar. Böylece arınmaya çalışıyorum.
-
Tahammülüm kalmadı;
Bu gün hiç tadım tuzum yok.. Sebepsizce keyifsizim.. Ne tekne, ne motosiklet bu gün gündemimde değil.
Hayatımda hiç bu kadar boş kalmamıştım. Bütün ömrü çalışmakla geçmiş ben ilk defa zaman nedir, sorumluluk nedir bilmeden yaşıyorum..
Meğer içimde korkunç bir haylazlık varmış..
Kasabanın uğrak olmayan yerlerini geziyorum.. Saçma sapan pasajlara girip eski ayakkabı tamircilerini izliyorum.. Sadece pantolon paçası ve küçük işler yapan terzilere bakıyorum..
Yukarılara çıkıp , kasabanın kenar mahallelerini geziyorum.. Bu fakir mahallelerde sokağa asılan çamaşırların altından geçiyorum.. Sokaktan bağıra çağıra çocuklarını toplayan kadına bakıyorum..
Bazı yerlerde ne kadar fakirlik var.. Sobanın borusunu pencereden çıkarmışlar..
Evlerin aralarındaki boş arsalarda güvercin kümesleri var. Demek buralarda güvercin beslemeyi sevenler var.
Şimdi dikkatimi çekiyor, zengin semtlerde hiç güvercin besleyen yok. Tuhaf di mi?
Biraz yukarıda evler bitiyor. Kasabanın sonu.. Sonrası boşluk.. Tek tük ağaçlar, çalılar.. Sağdan soldan getirilip atılmış bir sürü ıvır zıvır.... Kırık klozet, yayları çıkmış yatak, ayakları kırık eski koltuk............
Tepedeki taşa oturdum. Aşağıya bakıyorum. Önümde hayata tutunmaya çalışanların dünyası var...
Yaşlı, zayıf biri bastonuna dayanarak patika yoldan bana doğru geldi. Yaklaşınca fark ettim..
Selam verdi, yanımdaki taşa oturdu.. Bir süre nefes aldı.. Nefes alırken zorlanıyor.
Daha sonra;
-Ne ediyon buralarda? Dedi.
-Hiç... dedim.. Öyle dolaşıyorum..
-Buralı değilsin belli. Nerelisin?
-İstanbul.. Dedim.
Cebinden tabakasını çıkardı bir sigara yaktı.
-Buralar eskiden ucuzdu amma şimdi iyi para ediyor.. Dedi.
İyi para nedir? Bu sefalet mi iyi para ediyor? Senin paradan başka derdin yok mu? Parayla n'apacaksın? Beş yıldızlı hotellerin havuz başında şampanya mı patlatacaksın?
Tokat'lıymış.. Aşağıdaki iki katlı gecekondu onlarınmış. Kapının önündeki kırmızı şahin araba büyük oğlununmuş.. Nefesi arada sıkıştırınca oğlu arabayla onu doktora götürüyormuş.. Övünüyor..
Sakalın bir haftalık...! Ağzında doğru düzgün diş kalmamış..! Zor nefes alıyorsun, hala sigara içiyorsun.!
Yeter be!
Fakirlikten de, cehaletten de gına geldi..
-
Bu güzel başlığı dağıtmış olmak istemem. Ancak yazacaklarım bu başlıkla da ilgili.
Zaten Cemalettin kaptanım akşama kadar bir şey yazmaz, fırsattan istifade araya gireyim.
Başlığı da canlı tutmuş oluruz böylece.
Mücahit'in otobüste yaşadıklarını okurken kendimi orada farz ettim ve hangi düşüncede olacağımı
kendime sordum.
Yaşadığım geçmişi düşündüm ve eski dilencileri gözümün önüne getirdim. Çok eski paltosunun, yıpranmış omuzuna, çaprazlamasına asılı, heybeye benzer bir torbası olurdu. Kapıyı tıklatır;
- Allah rızası için bir sadaka derdi.
Para çok nadiren, daha çok bir parça ekmek veya biraz yiyecek verilirdi.
- Allah razı olsun deyip giderdi.
''Allah razı olsun '' cümlesini ilk onlardan duymuştum. İyiliğin tek karşılığının ''teşekkür ederim''
olarak biliyordum. Neyse, zaman içinde dilencilik de birçok şey gibi yozlaştı. Toplumsal çöküş
her alanda yaygınlaştı. Çöküş bir obruk gibi allta oluyor ve bizler bunun büyüklüğünün farkına
varamıyoruz. Birden bire oluyor.
Ancak toplum bilimciler ve tıp insanları bunu daha açık görebiliyorlar.
Ben, o gencin zayıf birisi olduğunu değil, sahtekar olduğunu düşünenlerin tarafındayım.
Belkide bende, toplumsal çöküşün acı sonucu olan ''birbirimize güven'' duygusu azaldı veya yok
oldu.
Bak Cemalettin Kaptan da Fakirlikten ve cehaletten bıktığın yazmış. Hatta tahammülü kalmamış.
-
Melankoli;
Dışarıda yağmur yağıyor.. Bardaktan boşanırcasına.. Teknenin içinde yağmur sesi daha çok oluyor.. Sanki şelalenin altındaymışım gibi.. Dört tarafım zaten sularla çevrili...
Bu kadar su gökte ne arıyor? Gökyüzünde deniz mi var ?
Bütün gün devam etti.. Dışarı çıkmanın imkanı yok.. Küçücük teknenin içine sıkıştım kaldım..
Saatlerce içeride kitap okudum, gitar çaldım, çay demledim, sudoku, satranç çözdüm....
Şu an gece yarısı.. İçeride loş bir ışık var.. Aydınlanma için küçük bir lamba yakıyorum..
Bir fincan filtreli kahve yaptım.. Yanımda.. Kokusu burnuma geliyor..
Kahve içmeyi çok seviyorum..
Bilgisayarda yine o sevdiğim “gitar konçertosu" çalıyor.. İçimde bir hüzün var.. Çok derin.. Gözlerimde damlacıklar birikiyor...
Ağlayan erkeklerden nefret eden ben, gitgide sulu gözlü biri olmaya başladım.
Sebep?
Sebep yok.. Bir melankoli işte.. Gelip geçici..
Ama beni buna hazırlayan etkenler var..
Gece... Karanlık...Soğuk.... Yağmur... Loş ışık.. Kahve.. Okuduğum kitabın son bölümü... Dinlediğim konçerto.. Yalnızlığım.. Bir de benim duygusal yanım..
Şimdi buradan yüzlerce kilometre uzakta lüks restoranlarda, sinema salonlarında, avm lerde ışıklar içinde olan insanlar aklıma geliyor..
"Kim bilir ne mutlu insanlardır." Diye düşünüyorum..
Yani ben hariç herkes mutlu.. Olabilir mi böyle bir şey..?
Melankoli böyle bir şey demek ki..
-
Günlük yazmak;
Günlük yazmak zor değil.. Hepinizin her gün yaşadığı o kadar çok şey vardır ki yazsanız ne hikayeler çıkar..
Şu an bir kahvede oturuyorum.. Bu kahve kasabanın ara sokaklarınını öylesine bir yer.. Filtre kahve istiyorum,
neskafe getiriyorlar..
Kalın tahtadan masaları var.. Çok eski bir kahvehane... Garsonun bir ayağı sakat, kulağında küpe var.. Topal bir
insan neden garson olur ki?
Tam karşımda eski bir ev var. Önünde bir motosiklet duruyor.. Motosiklette çok eski.. Üzerinde "Mobilette" diye zor okunan bir markası var..
Motosiklete hayranlık duymaya başladım.. Onun yerinde yeni bir Honda olsaydı burada lafını bile etmezdim..
Bu hayranlık eskiyi sevdiğimden falan değil, insanın "bu bana yeter" deme büyüklüğünden.. Onu yıllarca
kullanmasından..
Motosiklet tozlu... Uzun süredir hareket etmemiş, belli.. Kafamdan şimdi ona bir hikaye uyduruyorum...
Motosiklet yaşlı bir adamın olmalı.. Genç bir insan bu motosikleti kullanmaz... Bu yaşlı adam ölmüş,
motosiklet kullanılmıyor..
Çocukları motosikleti satmak istiyorlar, ama karısı "Bu kocamın yadigarı.. ! Ben ölmeden onu satamazsınız..!" diyordur.. Ve.....
Devam edecekken topal garson boş fincanı almaya geliyor... Ona motosikleti soruyorum..
"Abi o marangoz Şevket abinin... Bir yere dolap yapmış, adam parasını ödemeyince o da motosiklete el koymuş...
Getirip buraya evinin önüne bıraktı.." dedi..
Amma da tahmin edermişim..
Neyse, yani işte bu da günlükte bir sayfa oldu..
......................................
Dipnot ;
Bu gün eski yazdığım seyir yazıları ile ilgili bir mail aldım..
Gezgin Korsan'da yazdıklarımı hala okuyan varmış.. Çok tuhaf.. Ben dahi eski yazdıklarıma bir gün bile bakmadım.
Yazdığım şeylerin çoğunu hatırlamıyorum.
Bu bende, mesleki deformasyondan kaldı. Hep sonraki sezonları düşünüp moda tasarımı yaptığımdan oldu.
Geriye bakıp beğenmeme olgusu oluştu. Aynı şeyleri tekrarlama korkusu.
Bir filmi ikinci defa seyretmeme, bir kitabı tekrar okumama imkan yok. Boğulur gibi olurum.
Yazdıklarım okunsun, geçilsin istiyorum.
Sonra da unutulsun..
-
Muhtar ve siyaset:
Bu gün hep önünden hep geçip hiç girmediğim bir koya indim. Koydaki yerleşim tam bir curcuna. Rezalet!
Daracık bırakılmış sokaklar, denizin dibine kadar girmiş marketler, kafeler...
Buranın yerleşim anlayışı her metrekareyi paraya çevirmek olmuş..
Bir kafeye girdim. Çayla tost yedim.
Gelen garsona "Böyle yerleşim mi olur? Burası ne böyle." Dedim.
"Abi herkes böyle diyor, kimse bir şey yapmıyor." dedi. "İşte muhtar da burada... Çağırayım konuş." Dedi...
Eyvah! Faka bastık!
Gitti çağırdı.
Muhtar, kendinde herkese akıl verme yetkisi gören adamlardan. .
Yanında birkaç kişiyle geldi oturdu. Yeni seçimlerde de adaymış.. Beni seçim için ikna edileceklerden biri zannetti herhalde..
Yıllar var ki oy kullanmış biri değilim... En son ne zaman oy kullandığımı hatırlamıyorum.
Çok üzgünüm, ama böyle.
Demokrasi düşmanı..... Vatan haini.... Ne derseniz deyin.. Sorun değil.
Yoksa seçimlerin geldiği şu günlerde İstanbul'da olurdum.
Neyse Muhtar'a dönelim;
Muhtar bu rezil yer için yaptığı hizmetleri öyle bir anlattı ki, kendime içimden " Ben ne nankör adamım... Bu kadar yapılan iyi şeyleri görmüyorum... ." demem gerekirdi...
Bu yerleşim yerinde en çok mülkü olanlardan da biriymiş. Yani, Muhtar olmasa durum çok daha vahim olabilirmiş.
Daha kötüsü nasıl olabilirdi ki? Pes......
Benim muhtara cevap yetiştirebilecek kapasitem yok.. Sustum..
Siyaset laf ustalığıdır. Haklı çıkmayı her koşulda başarabilmektir.
Sistemin arka plandaki işleyişine, kokuşmuşluğuna hiç girmeyeceğim..
İşte bu nedenle oy kullanmıyorum.. Seçilen kişileri meşru kılan mührü basmayacağım.. Siz kullanın.. Demokrasiyi yaşatın.....
Vergimi veriyorum. Kanunlara uyuyorum..
Bu saçma oyuna alet olmamı da benden beklemeyin.
-
Masal Ülkesi; 2019 Nisan
Buralara yolum nasıl düştü hiç anlamadım.. Dağlara ve ovalara doğru uzanan yollardan giderken, önüme çıkan
sapakları tesadüfen seçe seçe kendimi buralarda buldum..
Yeşillikler içinde uzanan dağın eteğindeki yolu takip edince de bu vadiye geldim.
Nisan ayındayız ama her yerde hava soğuk, Burada bam başka...
Ilık bir rüzgar esiyor.. Doğa burada çıldırmış.. Etraf yeşiliyle, çiçeğiyle tam bir masal ülkesi.. Hava burada yılın
en güzel zamanını yaşıyor..
Bir de yeşilliğin arasına sıkışmış bir ev var.. Eski.. Yıllar içinde etrafla bütünleşmiş.. Çevreyle
aralarında renk farkı kalmamış.
Evin karşısında durup baktım.. Bu ev bir roman, bir tablo. En küçük ayrıntısına kadar..
Önünde kuyu var.. Çıkrıklı... Çitlerin yanında bağlı bir inek, tavuklar, odunlar...
Evin yanında deli gibi çiçek açmış kocaman bir erik ağacı var.. Bari bunu yapmayın..
Bu resimden hiç bir şeyi eksiltemezsiniz.
O sırada evden genç bir kız çıktı.. Kolunda çamaşır sepeti var..
Çamaşırları bahçeye gerilmiş ipe astı.. Uzakta, motosikletle durmuş evi seyreden bana baktı..
Tekrar eve girdi..
Endişe veren bir halim olduğunun farkındaydım.. Bu anı biraz uzatmak istiyorum.. Hepsi bu.
Şimdi evin kapısında yaşlı bir teyze belirdi.. Gitme zamanı.. Bu masal ülkesini terk etmek zorundayım.. Yoksa
kendimi ifade etmekte zorlanacağım..
Vadiden sonra kıvrılan yollardan dağlara çıktım.. Sonra ana yolu buldum.
İklim değişti.. Soğuk bir Şubat rüzgarı burada beni bekliyordu..
Az önce bulunduğum yer gerçek miydi?
-
İleti sayım ve son;
Şu an baktım, ileti sayım 27 olmuş. Bu bence yeterli bir ileti sayısı. En azından fena değil..
Forumun üyesi olarak sorumluluğumu biraz da olsa yerine getirdiğimi düşünüyorum.
Bir süredir size günlük yaşamımdan kesitler sundum.. Yazdıklarım
günlüğümün içinden seçmelerdi.
.
Hayat sürdükçe “günlük” bitmez.. Ama hayat rutin tekrarlardan ibarettir.. Bir süre sonra
günlükte sıkıcı olamaya başlar.
Havalar ısındı.. Yarın uzun bir yolculuğa çıkıyorum..
O nedenle bu konuya, yani “GÜNLÜKLERİM” e artık son vermek istiyorum.
Şimdi beni bekleyen yeni maceralar var. Belki daha sonra, başka anılarla bir şeyler yazarım..
Bana böyle bir forumda yazma imkanı sunan tüm forum yetkililerine teşekkür ediyorum.
Onların hazırladıkları bu alt yapılar olmasa yazamazdık..
Ve bu yazdığım şeyleri okumaya değer bulup okuyan tüm arkadaşlara da teşekkür ederim.
Hoşça kalın ;
Cemalettin Özen / 2019
-
Yazdıklarınızı okuyup keyif aldım teşekkür ederim, yolculuğunuzun arzu ettiğiniz şekilde keyifle ve sağlıkla geçmesini dilerim. Selametle,
-
Cemalettin reis, anı ve gözlemlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Sağlıklı ve keyifli günler dilerim.
-
Yeni anılarda yeniden yazma ve bizimle paylaşma isteğinizin olmasını dilerim.Teşekkür ederim güzel yazılarınız için.
-
Günlüklerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkürler . Dediğiniz ve dilediğiniz gibi yaptım. Okudum geçtim. Yenilerini dört gözle bekliyorum. İyi tatiller, iyi yolculuklar Cemalettin reisim. Selametle...
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Bu güzel günlüğünüzü bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Yeni anılarınızı ve bunları paylaşmanızı dört gözle bekliyorum.Selametle.
-
Cemalettin reis ,
Tekrardan teşekkürler okurken çok keyif aldım , yolculuğunuz kazasız belasız keyifle olsun .
-
Cemalettin reis, günlüğünüzü kısmen paylaştığınız için çok teşekkürler.
Müthiş keyif alıyoruz sizin yazılarınızdan.
Umarım devamı gelir bir gün.
İmkan olsa günlüğünüzün içine düşüp hepsini okumak isterdim :)
Sevgiler.
-
Cemalettin Reisim,
Gözlem yeteneğiniz ve sade anlatımınızla hayatımıza ve insanlarımıza farklı bir bakış açısı sundunuz. Çok teşekkür ederiz. Önceki gezi anılarınızla güçlü kaleminiz sayesinde hepimizin aklında kalmıştınız. Bu kadar çok kişide olumlu izler bırakabilmek kolay değildir. Sizi bu sayfalar sayesinde tanımak çok güzel. Yeni anılarınızda ve belki bir gün denizde buluşmayı ümit ederim.
-
Cemalettin Reis, paylaşımlarınız için teşekkür ediyorum. Ne güzel okuyorduk; kesmeseydiniz iyiydi. Daha özgün anılar biriktirip, dönersiniz İnşaallah. Hayata bakışınızda bir Mandıra Filozofu yaklaşımı seziyorum; bilmem yanılıyor muyum? O felsefeden birkaç alıntı şurada dursun bakalım.
- SAATE KARŞIYIM: Uykum gelince, uyurum, uykumu alınca uyanırım... Yemek saatim filan da yoktur... Karnım acıkınca yerim... Saat kelepçedir...
- ÇALIŞMAYA KARŞIYIM: İhtiyacından fazla çalışmak insanın aç gözlülüğünden başka bir şey değildir.
- PARAYA KARŞIYIM: Para dediğin bankada dijital bir rakamdan ibaret. Hiçbir işe yaramaz. Sevemezsin dokunamazsın. Siz parasını alıp evde sarılıp yatan gördünüz mü?
- TELEFONA KARŞIYIM: Modern çağın kölelerinin zincirleridir telefonlar. Telefonu kim çaldırırsa, ona bakmak zorundasın...
- MAL MÜLK EDİNME HIRSINA KARŞIYIM: Kaç ev satın alırsan al, oturacağın bir tanesi... Ne kadar kazanırsan kazan, yiyebileceğin 3 tas yemek.
-
GÜNLÜKLERİM 2
Kısa süreli de olsa Günlüklerim'e bir şeyler yazmak istiyorum.. Basit şeyler.. Zaten
onun için günlük..
Forumda yazılan yazı sayısı düşük. Yazmakta sadece tembel olan ben değilim demek ki..
Kasabaya geri döndüm.. Bu yaz tekneden uzak kaldım.. Ama tekneme kavuştum..
Bu hasret tekneye değil, teknedeki hayatıma. Herkesin şehirlere, günlük normal
hayatına döndüğü şu günlerde buralarda olmak çok güzel..
Ve üstelik sonbahar..
Etrafta amaçsız, saçma sapan dolaşacağım.. Hiçbir şeyi çok ciddiye almayacağım..
Motosikletle yaptığım Avrupa turu beni iyice raslantısal yaşamaya teslim olmuş biri
yaptı.. Yaşadığım zorluklar , arızalar.. vs..
Hiçbir yolculukta giden insanla dönen insan aynı kişi olmuyor. Hele bu yolculuklar
uzun ve derinse..
Yani, bazen saçmalasamda mazeretimi belirttim.. Benden günah gitti..
-
Hoşgeldiniz.Sevindim.
-
Motosikletle yaptığınız Avrupa gezisini bekliyoruz ).
-
Harika haber, merakla bekliyorum.
-
Yaşasın yeni maceralar geliyor! Sevinçle el çırpıyorum :) Bence siz hep yazmalısınız. Şimdiden teşekkürler..
-
Motosikletle yaptığınız Avrupa gezisini bekliyoruz ).
Onu ayrı bir başlıkta açsam daha iyi olur.
-
Berberde;
Saçlarım çok uzadı.. Kestirmeye üşeniyorum.. Uzun saçta iyi bir şey değil. Bunaltıyor.
Kasabaya indim, bir berber arıyorum.. Bu kadar zamandır gezdiğim sokaklarda neden
hiç berbere dikkat etmemişim, anlamadım.
Berberlerde de suç.. Öyle silik dükkanları var ki, iki koltuk bir tezgah. Bomboş.
Şimdi düşünüyorum “Ben nerede berber gördüm?” diye, aklıma hiç bir şey gelmiyor..
Yoksa bu kasabada berber yok mu.. ?
Olmaz öyle şey..!
Tam düşünerek dolaşırken bir berber dükkanı gördüm.. Girdim.
İçeride iki kişiler. Müşteri yok.. Tek ben varım.. Berberi boş bulduğum zaman çocuk
gibi sevinirim..
Biri beni koltuğa oturttu.. “Saçlar nasıl olsun abi ?” diye sordu..
“Normal bir şey olsun işte.” Dedim.
Traşa başladı..
Diğeri aynada saçını, bıyığını düzeltiyor.. Giyiminde kusur yok.
Sonra da;
“Ben çıkıyorum, Ramazan. Biraz işlerim var. Sen buradasın nasılsa.” Deyip gitti..
Hiç te işi olacak bir adama benzemiyor.
Berber homurdanmaya başladı.. “İşi varmış.. Haylaz herif..!”
“Kim o?” diye sordum..
“Ortağım abi.” Dedi.
“Ne işi varmış?”
“Ne işi olacak.. Ya zamparalığa gitti ya da kahvede okey oynayanların yanına.”
“Hep böyle mi yapar ? Bir şey demiyor musun?”
Berberin tadı kaçtı.. “Ne bileyim abi. Bende kızıyorum , tepem atıyor ama.. Bir şey
diyeceğim, diyemiyorum...” dedi.
Ramazan bir şey diyecek bir adama hiç benzemiyor.. Biraz ezik.. Zaten yedi senedir de
ortaklarmış.. Bu işin böyle gideceği belli.
Ben tıraş olurken iki müşteri daha geldi.. Sıra bekliyorlar..
Benim tıraşım bitti. Hesabı ödedim. Dışarı çıkarken Ramazan diğer müşteriyi
koltuğa aldı.
Kan ter içinde çalışıyor..
Diğeri..??
Dünya böyle bir yer işte.
-
Öylesine bir gün;
Bu gün sonbahar geldi...
Havanın serinlemeye başladığını buralarda daha çok hissediyorum. Güneş yine de
yakıyor. Tenim açık renk. Ben hemen kızarırım. Yakında güneş yanığı bir adam olurum.
Çok yanınca yabancılara benziyorum, herhalde.
Yazın yaptığım bir uçak yolculuğunda hostes herkese “ Çay mı, kahve mi?” Diye
sordu.
Bana gelince her nedense “ Tea or coffe?” Demişti. Onu mahçup etmemek
için “Coffe, please.” demiştim.
Tırnaklarım da uzamış. Kessem iyi olacak ama üşeniyorum.
Bazen koskoca bir gün geçer, hiç bir şey olmaz. Bu da öyle bir gün işte..
En iyisi bir filitre kahve yapıp, şu gölgeye yerleşerek kitap okumak.. Kitabı
artık Kindle'da okuyorum.. Yeniliğe ayak uydurdum.
Kahveyi frenç pres te yapıyorum.. Fincanlar dolusu içsem bana dokunmuyor. Uykumu da
kaçırmıyor..
Nescafe tarzı tozları kahveden saymıyorum. Sınıf atladım..
Ta uzaktaki inşaata çalışan bir işçi türkü söylüyor.. “Kırklar dağının düzü, Karanlık
bastı bizi. Sen ağlama Suzan Suzi......”
Sesi buraya kadar geliyor. Türkü kendi yöresinden herhalde.. Sesine iyi gidiyor..
Türkü söyleyerek çalışan kaç kişi kaldı ki ? Nesilleri tükeniyor..
Deniz çok sakin. Meditasyonda gibiyim..
Hafiften meltem esiyor. Bu gölge de uykumu getirecek.. Esnemeye başladım bile..
En iyisi biraz kestirmek.....
-
“R”
Eski büyüdüğüm mahalleye uzun yıllar hiç gitmedim.. Ara sıra yolum düşse de hiç
sağa sola uğramadan geçip gittim.
Mahalle, çocukluk yıllarımdan bu yana tamamen değişti. Bana geçen yılları hatırlatacak
pek fazla şey kalmadı..
Mütahitler mahalleye dadanınca herkes eski tek katlı evini mütahite verdi. Karşılığında
3 daire 1 dükkan aldılar...
Artık ne top oynadığımız boş arsalar vardı ne de evlerin bahçelerinden meyvelerini
çaldığımız ağaçlar..
Çok sevdiğim arkadaşlarımızla da yollarımız ayrıldı. Buna en çok ta evlilikler sebep oldu.
Yazın her Pazar sabahı erken saate yattığım odanın penceresine vurup “Hişşt! Cemal,
kalk hadi denize gidiyoruz.. “ diyen ve “R” leri söyleyemeyen Erdoğan..
Karikatür çizip zamanın en iyi dergilerinde yayınlanmasını sağlayan Bekir..
Okulda da sınıf arkadaşım, mahallede en iyi arkadaşım Ayhan..
Ve daha daha daha bir sürü..
O gün içimden geldi, Erdoğanı görmek istedim.. Evlenmişti, çocukları vardı, biliyordum..
Evlerinin altındaki marangoz atölyesinde abileri ile birlikte çalışırlardı..
Atölyeye gittim.. İki abisi de oradaydı.. Sarıldık, öpüştük, hasret giderdik..
Çok neşeli bir ortam olmuştu.. Haliyle biraz yaşlanmışlar.. Arada sırada küçük bir iki
çocuk atölyeye girip çıkıyorlar.. Kendi çocukları.
“Erdoğan nerde?” Diye sordum..” Onu bir göreyim, özledim.” dedim
İkisi de yüzüme bakıp sustular.. Sonra büyük olan abisi;
“Erdoğan öldü. “ Dedi..
Çok soğukanlı biriyimdir.. Kolay etkilenmem. Ama bu sefer öyle olmadı..
Hayatımın en büyük yıkılışını yaşadım.. Böyle hiç olmamıştım..
Yüreğimin ezildiğini hissettim..
O güne kadar çok kaybettiğim yakınlarım olmuştu.. Hiç birinde bu hissettiğim
acının yüzde birini bile hissetmemiştim.
Ne yaptığımı tam hatırlamıyorum.. Ne kadar zaman geçti, bilmiyorum.. Sandalyeye
oturmuşum, su getirmişler, içiyordum..
Yaşadığımız her şey sanki benden intikam alıyormuş gibi gözümün önüne geliyordu.
Gazetelerin verdiği bedava konser biletlerini tedarik edip beni ite kaka konserlere
götürüşü...
Florya Plajında, kabin parası vermeyelim diye elbiselerimizi kumlara gömüp sonra da
bulmak için saatlerce arayışımız...
Askerden gelince aldığı Wosvos araba ile Kilyos'ta kumlara saplanıp kalışımız..
“R” leri telaffuz edememesi... Hepsi.. Hepsi..
Beyninde aniden bir tümör çıkmış. Ameliyat edilirken ölmüş............................?
Bu kadar saçma yani...!
Dükkandan çıkarken abisi oralarda koşturan küçük bir oğlan çocuğunu bana göstererek;
“Bu onun oğlu.” Dedi.
Baktım.. Onda Erdoğan'ın hayalini gördüm.. Onunla yetindim..
Bu gün market kasasında sıra beklerken önümdeki genç “R” leri söyleyemiyordu.. Bütün
bunları aklıma getirdi..
-
İçimdeki Şeytan;
İnsanlar tuhaf mahluklar.. Çıkarları için girmedikleri kılık kalmıyor. Hele küçük
kasabalarda kazanç imkanları daha da kısıtlı.
Buralarda zahire tüccarları cin gibi.
Beyaz eşya satanların kapı önünde duruşları bile bir başka. Arazi, yazlık ev,
bağ, bahçe işlerini kovalayanlara yetişmek için iki tane üniversite okumak lazım.
Önce seni alttan alarak dinliyorlar. Sözü uzatıp seni daha iyi tanımak için çay, kahve
ısmarlıyorlar.. Senden ne çıkar elde edebileceklerinin hesabını yapıyorlar.
Sonra da harekete geçiyorlar.
Bu kötü bir şey mi ? Değil.
Bütün canlılar bunu yapıyor. Avını yakalamak için tuzak kuran bin bir türlü
canlı var. Arslan, kaplan dahil.
Ya avcısın ya da av...
Kendimi buralarda hep av gibi hissediyorum.
Mesela diyorum;
Avcı olmaya niyet etsem, meydandaki emlakçının yanında işe başlasam.
İşin bütün şeytanlıklarını öğrendikten sonra kendi dükkanımı açsam.. Beyaz pantolon,
siyah renk dar tişörtler giysem. Havalı, siyah camlı bir güneş gözlüğü taksam...
Kapının önüne bir sandalye atıp gazetede bulmaca çözsem.. Ama çözerken de
gazetenin üstünden etrafı gözlesem. Etraftaki esnafın işlerinin nasıl gittiğini
gözleyip, kazançlarını hesap etsem..
Komşu esnafa uzaktan laf atsam;
“Vay Recep ! Ne lan bu hal ? Öyle havalı, havalı..”
Köylülerden ucuza düşürdüğüm tarlaları parselleyip villalık arsa diye satsam.
Yazlık evini satan emekli amcayı “Evler artık para etmiyor.” deyip ölü fiyata razı
etsem..Ama sonra satarken iki katı fiyatına satsam.
Öyle paraya falan pek ihtiyacım yok ama eğlenceli olmaz mı?
-
Enginar;
Bu sebzenin adını yıllardır duyarım.. Daha tanışmak nasip olmadı. Güzel de bir
isim, “Enginar.”
“Kabak” ya da “Patlıcan” gibi çirkin bir ismi yok.. Biraz da romantik “Enginar”. Bir kadın ismi
bile olabilirmiş..
Geçenlerde nereden aklıma düştüyse;
“Şu enginarı bir göreyim. Hatta satın alıp yiyeyim” dedim.
Kasabanın pazarına gittim.. Tezgahında bol sebze, meyve olan pazarcıya “ Bana bir
kilo enginar ver.” dedim.
Şaşırdı.??
“Abi bu mevsimde enginar olmaz.” Demez mi. Rezil oldum.
Pazardan hiç bir şey almadan kaçtım.
İyi de domates her mevsimde oluyor da enginar niye yok..?
Her insan bir başkasının işinde cahildir.. Örneğin bir profesör araba tamircisine
arabasını götürünce cahil biri oluverir.
Tamirci de “Güya bunlarda profesör.. Daha termostatın yerini bilmiyor.” der..
Ben hep söylerim yemek işinde cahilim..
Bu durum size tuhaf gelebilir ama ben yıllarca kokoreçi tavuk eti zannederek
yemiştim. Benim gibi biri için normal..
Bunları gülme konusu olsun diye yazmıyorum.. Öyle komik olmak gibi bir
niyetim yok..
Hanıma telefon açtım..
“Sen neden hiç enginar pişirmedin?” diye sordum..
“Çok sık yapmam ama kaç defa yemeğini yaptım. Yedik.” Demez mi..
“Nee! Ben şimdi enginar yedim de bilmiyor muyum..? “
“Canım, sen ne yediğini ne zaman bildin ki?” Dedi.
O kadar da değil yani...
Çok kötü durumdayım..
Off...of! Bütün bu işleri ben ne zaman öğreneceğim.?
-
Dorbaya gatıvee ;
Buralarda insanlar kendi aralarında farklı bir şiveyle konuşuyorlar. Bazısını anlasam da
bazılarını anlayamıyorum..
Tamirci Memet 'te öyle. Benimle konuşurken gayet güzel konuşuyor. Hiç sorun yok. Fakat,
lastik tamircisi komşusuyla konuşurken zor anlıyorum.. Bazen de hiç anlamıyorum.
Buraların kendine göre bir şivesi var.
Geçen gün pazardan sebze aldım. Pazarcı abla kasabanın köylerinden. Kendi yetiştirdiği
sebzeleri satıyor. Salatalık,domates, biber aldım. Doldurdu poşeti verdi.. Yanımda sırt çantam vardı.
Poşetleri verirken;
“Dorbanın içine gatıvee. “ Dedi. Anlayamadım. Sesleri de çok ince çıkıyor.
“Ne ? Ne diyorsun?” Dedim. Anlamamış olmama o da şaşırdı.
“ Ee, dorbaya gadıve deyyom.” Dedi. Allah kahretsin … Yine anlayamadım.
Yan tezgahtaki genç kız imdadımıza yetişti. Hemen tercüme etti;
“Amca, poşetleri çantana koy diyor.” Dedi.
Bende öyle yaptım. Torbanın içine katıverdim.
Yanlış anlamayın. Bundan şikayetçi falan değilim. Uzun söze de gerek yok.
Bu güzel bir şey........
-
Abi yok! Ben teslim oluyorum artık. Hiçliğin dibine vuruyoruz hep birlikte.
Sahiden mükemmel.
Enginar;
Bu sebzenin adını yıllardır duyarım.. Daha tanışmak nasip olmadı. Güzel de bir
isim, “Enginar.”
“Kabak” ya da “Patlıcan” gibi çirkin bir ismi yok.. Biraz da romantik “Enginar”. Bir kadın ismi
bile olabilirmiş..
-
Cemalettin hocam, keyifle takip ediyoruz. Bir zamanlar adı Engin soyadı Ar olan birini tanıyordum, bir de adı Havadis soyadı Var olan birisi vardı :)(şaka değil gerçektir).Yurdum insanları ilginçtir, hiç bir şeye değişmem.
-
Aptal balık;
Denizlerde çok dolaştım. Ama balık tutma işine hiç bulaşmadım. Hiçte anlamam.
Belki de yemek yeme, içki içme zevklerim yok, ondandır.
Geçen gün öylesin tekneyle yakın çevrede dolaşayım dedim. Hava güzeldi. Yolu
biraz uzattım.
Teknenin deposunu karıştırırken elime eskiden kalma bir olta geçti. Oltayı teknenin
arkasından denize saldım. Bağlayıp bıraktım.
Bir süre sonra arkada oltanın ucunda bir şey fark ettim. Önemsemedim. Oltayı saldığımı
bile unutmuştum. Kendime kahve hazırlıyordum.
Sonra tekrar o şeyi gördüm. “Bu ne yaa ?“ dedim. Oltada bir şey var.. Oltayı çekmeye
başladım.
Aman allahım, balık! Hem de büyük. Aksiliğe bak!
Aldım tekneye çıkardım. Ne balığıdır? Cinsi nedir? Tanımam etmem....
Ey balık; Benim niyetim ciddi değildi. Sen ciddi mi sandın? Ben oltayı öylesine
salmıştım. Ben seninle ne yaparım.
Senin şerefine mükemmel içki masaları hazırlayıp, şarapla birlikte ziyafet çekecek onca
insan varken, bula bula beni mi buldun?
Uğraşamam bile.. Temizle, pişir bir sürü iş. Üstelik tekneyi de kokutur..
Ben bunu tekrar denize atsam, bir yerlerde söylerim, iyice rezil olurum.
“ Koca balığı denize mi attın? ” deyip bana gülerler.
Üstelik böyle iğneleri paslı, eski bir oltayla tutulmak için iyice aptal olmak lazım..
Kusura bakma...
İskelede “orkinos” olduğunu söylediler. Yarısını oradakilere verdim. Diğer yarısını iki günde zor bitirdim.
Balığı paylaştığım iskeledeki arkadaşla bir kaç gün önce yolda karşılaştık.. Yanında biri de vardı.. Beni görünce
“ Ooo..! Abi hürmetler..” Dedi. Sonra yanındakine dönüp
“Abi büyük balıkçıdır.. Yani öyle böyle değil.” Dedi.
Ben sadece gülmekle yetindim..
Bir daha tövbe.. Şakadan da olsa olta falan salmam denize.
Aksilik bu ya, böyle aptal bir balık geliverir..
-
Hay Allah, Koca balık gelmiş! Ne aksilik! Cemalettin abi, yeminlen diyorum, her pasajda bir başka şok yaşatıyorsunuz. İltifat olsun diye demiyorum. Bir tespitte bulunuyorum.
-
Edebiyat Yapmak;
Benim yetiştiğim çevrede “Edebiyat ” ayıp sayılırdı.. Kötü bir şey olarak algılanırdı..
Biri diğerini ikna etmek için bir şeyler söylerse, karşısındaki ;
“Bana edebiyat yapma..” Derdi.
Edebiyat sanki biraz kandırmak gibi algılanıyordu..
Yani “Beni laf kalabalığına getirip, kandırmaya çalışma” Ya da “Beni kandırmak
için, öyle yağlı ballı, cilalanmış laflar etme” der gibi..
Bazen arkadaşlardan duyardık;
“Abi kıza bir edebiyat parçaladım.. Kız eridi valla..”
Bu örnekte de aynı şey.. İkna etmek, inandırmak için dil dökmek. Olan şey bu..
Bu nedenle ben edebiyat yapmayı kötü bir şey olarak algılıyorum.. Edebiyat
yapmaktan korkarım.
Bu içime yerleşmiş bir kere..Yazarken edebiyat yapmaktan kaçınıyorum.. Sadece
bir şeyler anlatıyorum.. O kadar.
Hele bir de “Edebiyatçı” olmayı bir düşünün.. Bu işi meslek edinmiş olmak.. Allah
göstermesin..!
Hep söylerim, ben varoş kültürün ürünüyüm diye. Bizim taraftan durum böyle görünüyor..
Yoksa bende;
“Kadın, rüzgarda saçları uçuşurken, hüzün dolu gözlerle ufka doğru baktı... Yüreğinde
taşıdığı bu acıya daha fazla tahammül edemezdi.. Bu uçurum, sadece onu acılarından
kurtaracak bir kapıydı....”
Diyerek edebiyat yapardım.
Ya da, yukarıdaki hikayede anlattığım balığı şöyle tasvir ederdim;
“Balığı havuzluğa aldım.. Balık adeta yalvaran gözlerle bana bakıyordu.. Yaptığı hatayı
anlamıştı, pişmanlığı gözlerinden okunuyordu. Fakat artık çok geçti.
Pırıl pırıl pullarıyla faraş tahtasının üzerinde yatarken bir kaç kuyruk darbesi daha
vurdu.. Bu onun hayatta kalan son çırpınışlarıydı..
Her şey bitti.. Nihayet o da ölüm denilen acı gerçeğe teslim olmuştu... Çaresizce ölümün
huzur dolu kollarına kendisini bıraktı..”
Veya;
Anlattığım köylerin, dağların, denizlerin bütün detaylarını süsler, püsler sizi etkilemeye çalışırdım..
Ama yapamam.. Çünkü o zaman edebiyat yapmış olurum..
Bu da benim için kötü bir şey.. Hatta ayıp..
-
Kötü bir haberim var abicim ; günlük bir edebiyat türü ve burada biz en güzellerinden birini okuyoruz.
-
Kötü bir haberim var abicim ; günlük bir edebiyat türü ve burada biz en güzellerinden birini okuyoruz.
Benim şimdiye kadar okuduklarım arasında en güzeli.
-
Müptelası olduk hep beraber. İçtenlikle söylüyorum doyumsuz bir keyifle okuyorum..
-
Guatemala;
Son zamanlarda kahveye olan tutkum çayın önüne geçti.. Bu değişimde günün
yükselen trendlerinin bir etkisi de olabilir mi?
Belki.......... olabilir. ..
Dolaşırken gittiğim yerlerde çay yerine kahve mekanlarını tercih ediyorum.. Evde
ve teknede de öyle..
Geçen gün İstanbul'da Kadıköy'e gitmiştim. Ara sokaklardan birinde 3. Nesil diye
adlandırılan kahve mekanlarından birinin önünden geçiyordum.
İçeri girip bir kahve içmek istedim.
Baristaya ” Bir filtre kahve lütfen” dedim.
“ Hangi kahveyi tercih edersiniz ?”Diye sordu.
Kafede çeşit çeşit kahve varmış. Kolombiya, Bolivya, Afrika, Guatemala vs... vs.. vs..
“Fark etmez.” Dedim.
Karşımdaki masada şişman, şık giyimli biri oturuyor.. Boynunda fular var.. O da
kahve içiyor..
Hemen söze karıştı..
“ “Fark etmez” olmaz, efendim.. Çok şey fark eder .” deyip anlatmaya başladı.
Sesi son derece gevrek ve kibar çıkıyor..
Kahvenin içinde bulunan aromalar, yetiştiği ülkenin aldığı yağış miktarı, kahvenin
günlük ne kadar güneş aldığı, kahvenin kavrulmasının önemi...............................vs...vs.
Uzun bir açıklama dinledim.
Garson biraz oyalandıktan sonra tekrar geldi;
“Evet. Neye karar verdiniz ?” Diye sordu.
Ben şimdi ne diyeyim..? Bir isim söylesem, yandım. Neden onu seçtiğimi nasıl izah
ederim?
Çayda böyle bir şey yok.. Nerede yetişmiş, nasıl kavrulmuş.. Kimse dikkat etmez.. En
fazla iyi demlenmiş mi ona dikkat eder..
Kahve işi git gide bilimsel bir hal almaya başladı.. Bu durumda, kahve içmeye başlamadan
önce kursuna gitmek gerekebilir.
Beyefendi'nin anlattığı detayları ben nereden bilebilirim ki.?
İçmeden kalkıp gitsem olmaz. İsmi daha egzotik geldiği için yavaşça;
“Eee... şey..... Guatemala olsun..” dedim.
Kahvem geldikten sonra beyefendi;
“Neyi tercih ettiniz?” diye sordu.. Çaresiz;
“Guatemala” dedim..
Ve kahvem bitene kadar da Guatemala kahvesinin özelliklerini dinledim.
Herhalde bazı insanlarda bilgi sıkışması oluyor.. Basınç tüplerindeki sıkışma gibi.. Bir
konuda edinilen fazla bilgi böyle bir sonuç getiriyor... Bu bilgi bir şekilde dışarı verilmeli..
Beyefendi de olan da bu sanırım..
Dışarı çıktığımda kahve mi içtim, eğitim mi aldım anlamadım.. Kafam karıştı..
Benim niyetim sadece bir kahve içmekti..
Hepsi bu..
-
Cemalettin reisim, ayrıca marka kahve mekanlarına gittiğinizde sırada beklerken bilinçli müşterilerin siparişlerini dinlemek bile zulüm olabiliyor bazen. Ben bana sorulduğunda sade olsun deyip geçiyorum artık
keyifle okuyorum günlüklerinizi çok teşekkürler
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
İçimdeki Ses;
Tekneye bir led ampul ile uzatma kablosu lazım oldu. Motoru tamir ederken ışık
lazım. Kasabanın girişindeki marketin yanında bir elektrikçi var. Oraya gittim..
Küçük bir dükkan... İçeride masada bir genç oturuyor... Bilgisayarda oyun oynuyor.
12 voltluk led ampül istedim. Çıkardı.. Fiyatını sordum..
-Bir dakika bekleyin, babamı çağırayım.. dedi..
Babası dışarıda yan komşuyla oturmuş sohbet ediyor.. Sohbet tatlı gelmiş olmalı ki
biraz gecikti..
Babası gelmeden biraz konuştuk;
-Babanla mı çalışıyorsun ?
-Geçici olarak. Şimdilik..
-Ne kadar zamandır buradasın?
-Yedi sekiz ay oldu..
-Daha önce neredeydin?
-Üniversitedeydim. İşletme okudum.Mezun olduğum bölüme uygun bir iş
araştırıyorum. Dedi
Sessizce oturup bekledim.. İçimden çığlıklar yükseliyor.. Delikanlıya haykırıyor.
“İşte iş burası..! Daha ne işi bakıyorsun..! Az önce bilgisayarda kağıt oyunu
oynuyordun. Bırak bunları..!
Hem muhasebeyi, hem stokları görebileceğin bir yazılım programı yükle
bilgisayara.. Şu dükkandaki bütün envanteri kaydet..
Daha bir led ampülün fiyatını bilmiyorsun.
İnernette bir site aç.. Google'a adres kaydını gir.. Konum belirt.. İnstagram'da
her gün sayfanı yenile.. İnternetteki satış sitelerine kaydını yaptır, internet
üzerinde satış yap..
Elektrikçilikle ilgili yurt içi ve yurt dışı internet sitelerini, yayınlarını takip et. Yenilikleri
bir şekilde buraya getirmeye çalış..
Bak yandaki dükkan boş.. Onu da kirala. Yık ortadaki duvarı.. Dükkanları birleştir..
Alt katta harabe gibi boş bir daire var.. Orayı da temizle, depo yap..
İnşaat ta , bahçe aydınlatma da, tabela aydınlatmalarda .... falan.. falan.. kullanılan
elektrik malzemelerini de getir. Dükkan bom boş.. Doldur buraları..
Küçük bir servis aracı al..Çevredeki mütahitlerle, elektrikçi ustalarıyla tanış..
“Telefon edin, ben malzemeyi getiririm,” de.
Servislere gönderebileceğin bir usta bul..
Elektrik sektörünün düzenlediği yurt içi ve yurt dışı fuarları gez, incele ... Yeni
ürünleri üreten firmalarla tanış..
Çin'de bu konuda büyük fırsatlar var.. Oraya git. Ürün kalitelerini incele,
fiyatlarını gör..
Patlat burayı!”
İçimdeki hırslı, rekabetçi, savaşçı, girişimci ses susmak bilmiyordu..
İçimdeki ses söyleyeceklerini bitirmeden babası geldi.. Ampul ve kablonun
fiyatını söyledi..
Parasını ödeyip malzemeleri aldım ve çıktım.. İçimdeki ses içimde kaldı..
Delikanlı bilgisayardaki oyununa, babası da komşudaki sohbete geri döndü..
-
2017 Kasım - Ayvalık'ta bir akşam / Kemancı;
Turizm mevsimi değil.. Kasaba garip, ıssız..Akşam çöktü..
Ben bu boş sokaklarda sürtüyorum.. Bu gece canım tekneye dönmek istemiyor..
Çarşının kuytu bir yerinde bir kahve var.. Kahvesi de çayı da güzel... Bu önümdeki
üçüncü fincan..
Kahvenin bahçesindeki en kuytu masaya çalgıcı bir gurup geldi.. Darbuka, cümbüş ve
keman.. Darbuka ve cümbüş çalan genç.. Kemancı yaşlı..
Yazın para için buradaki içkili mekanlarda çalıyor olmalılar.. Fakat şimdi böyle bir
şey yok.. Sadece kendileri için çalıyorlar..
Bahçenin bu kuytusunda onları dinleyen tek ben varım..
Bir süre sonra çalmaktan bıktılar, bıraktılar.. Darbukacıyla cümbüş çalan gitti..
Yaşlı kemancı tek kaldı.. Başında eski bir fotör şapka var..
Keman da çok eski.. Parmak bastığı yerler beyazlamış.. Çenesinin değdiği yerlerde
kemanın rengi atmış..
Kendi başına çalmaya başladı.. Keman vücudunun bir parçası olmuş..
"Çaresiz derdimin ilacı belli... Dermanı yaramda arama doktor.."
Bir şarkı bu kadar mı derinden çalınır... Kederli biri değilim ama içim kanadı.. Ya da
o an bana öyle dokundu..
Bu, gülüp yılışarak içki masalarından bahşiş toplayacak bir adam değil..
Sonra durdu... Bir süre sessizlik oldu.. Yanına gittim... Bakıştık..
"İçin acıyor di mi ?" dedim.. “Yoksa böyle çalamazdın.”
"Çok.." dedi.. Sesi hışırtılı çıkıyor.
"Sebep ?"
"Sebebi dünya.. Yaşamak ağır yük.. Çekmesi zor. .. Yoruldum.." dedi..
Bu duygulara yabancı değilim. Bir sigara çıkardı, yaktı..
“Bunu kendine mi çaldın?”
-Hem kendime, hem sana..
“Beni nasıl farkettin?”
-Ben dinleyeni, hem iyi dinleyeni fark ederim.” Dedi.
Baktığı yeri görmüyormuş gibi bakıyor.. Bira ısmarladım.. Konuştuk....
Hayatı benim tanımadığım farklı tarafından görmüş.. Benim anlamakta zorlandığım
konular hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum... Bir çoğuna, derin derin
düşünerek cevap bulmaya çalıştı..
Geç saate tekneye döndüm.. Gecenin soğuğunda ay ışığında oturdum..
Hayat gereğinden uzun .. Sıkıcı tekrarlar.. Umut yalanının peşine takılmış bir
sefaleti yaşıyoruz..
Bazen kendi kendime düşündüğüm oluyor;
Çekeyim diyorum tekneyi Bodrum'da bir bakım atölyesine.. Ne var ne yok her
şeyini yaptırıp atayım denize.. Sonra uçsuz bucaksız okyanuslara açılayım.. Kimsenin
gitmediği rotalara....
Haftalarca hiç bir gemiyle karşılaşmayayım..Saçım sakalım uzasın. Teknede su
kalmasın.. Yağmur yağdığında yelkenlerden akan suyla depomu doldurayım.
Uyuduğum bir gün teknem okyanustaki kum adacıklarından birine saplansın.. Günlerce
kurtarmak için uğraşayım.. . Güneş, rüzgar ve tuzdan giysilerim parçalansın..
Sonra da dünyanın bilinmeyen bu denizlerinde kaybolayım..
Kemancı'yla ne mi konuştuk..? Bunlar sır... Benden söylememi beklemeyin.....
-
( Bu yazıyı kendime yazdım. Kimse alınmasın..)
Yaşlılık;
Birkaç senedir okuma gözlüğü kullanıyorum.. 1,5 numara... Son zamanlarda
yetmemeye başladı.. Gözlükçüye gittim, 1,75 numara istedim.. Vermedi..
“Bir göz doktoruna görün, reçete yazdır, öyle verelim.” dedi..
Kalktım hastaneye gittim.. Göz doktorunda sıra var, bekliyorum..
Koridorlar hasta dolu... Çoğu da yaşlı.. Hele bir kaç tane gördüm ki durumları
içler acısı..
Sıramı beklerken kafamda yaşlılık nasıl bir şey diye düşünüyorum..
Baştan söyleyeyim, yaşlılık kötü bir şey...
Süreç hayatın akışının artık sana yorucu gelmesiyle başlıyor. Günün popüler
gündemine yetişemiyorsun.. Gigobaytlar, rem kapasiteleri, blogerlar, youtuberlar,
snap atmalar, Instagram, Whats App derken nefesin kesiliyor..
Sonra, geçmişte yaptıklarını anlatarak prim yapmaya çalışıyorsun..
“Daha ölmedim, ben de varım” çabaları çok göze batıyor..
Ama boşuna..
Artık kaybettiğin iktidarın arkasından, kolay ağlayan, gözü yaşlı bir ihtiyara
dönüşüyorsun..
Yaşamak için başkalarının yardımına muhtaçsın .. Market alışverişin, yemeğin,
günlük temizliğin ve bir sürü şey..
Bir zaman sonra çocuk muamelesi görmeye başlıyorsun..
“Hadi seni biraz gezdirelim.” Nereye gitmek istersin?” Gibi..
Sonra da çocukların tarafından azarlanmalar başlıyor..
“Doktor ilaç verdi ama içmiyor ki.. Zorla içireceksin.! Laf dinlemiyor !”
Çirkinleşiyorsun.. Kulaklarının içinde kıllar çıkmaya başlıyor.. Git gide tiksinilen
biri oluyorsun.. Gençler senin bardağından su içmek istemiyor..
Belli de etmiyorlar..
Onlarla birlikte yememen için yemeğini odana getirmeye başlıyorlar..
İçten içe ölmeni istiyorlar... Ama kimse dile getirmiyor.. Herkes iyileri oynuyor.
Çünkü onların yaz tatiline, bazen günlük hayatına engelsin..
Karşımda, tekerlekli sandalyede oturan yaşlı amcaya bakıyorum.. Tamamen bitik...
Onu getiren (sanırım çocukları) kişilerde yaşlı.. Em-Ar dan tahlile, tahlilden röntgene
koşturup duruyorlar..
Onlarla uğraşan yakınlarına yazık.. Onları yaşatmak için uğraşan doktorlara yazık..
Yaşadıkları şeye hayat diyerek yaşamaya çalışan, o yaşlılara yazık..
Çözüm ne derseniz; Orada ben yokum.. Zaten sıram da geldi...
-
Bu son yazınızın içinde ben de varım. Tekne,deniz,yelken idare ediyorum şimdilik ama sıra bana da geldi.
-
Sakat Genç; 2018 Mayıs/Ayvalık
Bu tekerlekli sandalyedeki çocuğu her çarşıdan geçişimde görüyorum.. Uzun
zamandır buralarda.. Buranın yerlisi olmalı..
Tekerlekli sandalyesi elektrikli.. Bir kolunda kumanda paneli var.. Onunla
yönlendiriyor.
Bir çeşit bilet satıyor.. Piyango mu, iddaa mı pek anlamıyorum..
Otuzlu yaşlarda var.. Sadece ayakları değil, kolları da felçli gibi.. Konuşmakta da
oldukça güçlük çekiyor..
Birkaç kere yanından geçerken bilet almadan para bıraktığım oldu.. İtiraz etmedi..
Dün onu yine meydanın bir köşesinde gördüm.. Kendi halinde dalgın, duruyordu.. Önünden
kızlı erkekli bir gurup geçti.. İçlerinde güzel olan bir kıza gözleri takıldı..
Kız çok güzel.. Sakat genç, ağzı yarım açık öylece ona bakıyor..
Uzaktan onu izliyorum.. O kıza ağzı açık bakarken başka biri elinden bir bilet aldı, parasını
kucağına bıraktı.. Hiç farkında değil. Gözleri hala o kızda..
Kızın da içlerinde olduğu gurup karşıdaki dondurmacıdan dondurma aldılar.. Sonra
gülüp şakalaşarak uzaklaştılar..
Tekerlekli sandalyede ki sakat hala normal durumuna dönmedi.. Bilet alırken bırakılan
para kucağında duruyor..
Onu kalabalıklar içinde çok kere gördüm.. Bu haline hiç rastlamadım.
Şu an rüyalar aleminde yaşıyor.. İçinden şu sorular geçiyordur, ya da benzerleri;
“Sakat olmasaydım, o kız da beni beğenseydi, hayat nasıl olurdu?”
“Elini tutsam elim yanar mı?”
“O dondurmacıdan dondurmayı ona ben alsaydım, birlikte yeseydik, dondurmanın tadı
yine aynı mı olurdu..?”
“ Akşam sahilde yürürken bana “Babam razı oldu. Sizinkiler beni bu hafta istemeye
gelsinler.” dese, o an ölür müydüm ? “
Rüzgar aniden parayı kucağından uçurdu.. Orada bulunan biri parayı yakaladı. Ona
getirip geri verdi..
Parayı eline alınca fırlattı, attı.. Parayı getiren adam ve etrafta olanlar şaşırdılar, bir
anlam veremediler..
Ama, onu uzaktan izleyen ben, nedenini tahmin edebiliyordum..
-
Kasabanın sahibi olan adam;
Bugün kasabanın pazarı var.. Pazara gittim..
Sonbahar geldi ama havalar hala sıcak.. Bunda kasabanın biraz kuytuda kalmasının
etkisi de var..
Zamanım bol.. Pazardan önce biraz keşfe çıktım..
Kasaba biraz dağınık yerleşmiş... Bir ucu orada, bir ucu burada.. Dolaşması
zor..
Ama ben boş gezen haylazın biriyim.. Kasabanın kuytu bir çukuruna yerleşmiş
semtine doğru gittim..
Burası çoğunlukla Roman vatandaşların yaşadığı küçük bir mahalle.. Sokak taşları
gelişi güzel döşenmiş.. Evler kireç badanalı veya sıvasız..
Bir evin kapısının önünde, sandalyede bir ihtiyar oturuyor.. Saçı, bıyığı simsiyah.. Benim
bu yaşta siyah saçım kalmadı, onunki nasıl böyle kalmış.. Tuhaf..
İki çocuk kapı önüne oturmuş , darbuka çalmaya uğraşıyorlar..
Esmer olduğu halde saçlarını sarıya boyatmış genç bir Roman kızı hızlı adımlarla
sokaktan geçiyor.. Ayakları çıplak..
( Bu kız bana Firdes'i hatırlattı. Sonraki hikayede onu anlatırım.)
Kahveye girdim, biraz oturdum.. Böyle kahveleri çok sevmem ama, hava sıcak..
Dışarısı pek sevilmiyor.. Burası serin..
Berbat bir kahve, berbat masa örtüleri, berbat bir çay... Ve ben bu berbat çayı
içiyorum.. Bende de ne mide varmış..
Karşımda ki masada üç kişi oturmuş derin derin konuşuyorlar.. Yüzlerindeki
ciddiyet, el kol hareketleri bana sanki dünyaya yeniden şekil veriyorlarmış
gibi geldi..
Sonra zayıf ve daha yaşlı olanı ayağa kalktı, elindeki tespihi sıkıp alt çenesini uzatarak;
- Ulan, satarım bu kasabayı, parasını karıyla kızla yerim be...! Dedi ..
Ve öfkeyle gitti..
Masada kalan iki kişi arkasından endişeyle baktılar.. Bir süre hiç bir şey
konuşmadan oturdular..
Ben "Demek ki kasabanın sahibi bu adammış.." Dedim..
" Satarım" dediğine göre.
Ne yani? Yalan mı...?
-
Firdes;
İş yerimde birkaç Roman ile uzun yıllar çalıştım.. Hemde Roman'ların ana vatanı
olan Sulukule'den idiler.. Eğlence mekanı..
Birkaç kere beni de Sulukule alemlerine götürmek istediler, gitmedim.. O ortamların
insanı değilim..
Hayatlarını, aile durumlarını, duygularını, düşüncelerini az çok biliyorum..
Kenan içlerinde olabilecek en efendi, en makul çocuktu.. Zaten en uzun süre de o
benimle çalıştı..
Ona bir ev aldırmak için çok uğraştım.
“Usta biz mahallemizden dışarı çıkamayız.. Bizi kimse kabul etmez.” demişti.
Bir gün iş yerine bir kızla geldi. Hiç alışık olmadığım bir durumdu..
“Usta, dedi, ben evlenmeye karar verdim.. Evleneceğim kızı seninle tanıştırmak
istedim. Hem fikrini alayım dedim.” dedi..
Kızın adı “Firdes” miş.
Firdes bu durumu hiç yadırgamıyor.. Olaya normal bir prosedür gözüyle bakıyor..
Kız saçları sarıya boyalı olan Roman'lardan. Sarı saçın bu kadar yapmacık durduğu
başka kimse görmedim. Kız aslında güzel sayılabilir ama aşırı süs ve sarı saçlar
onu berbat etmiş..
Kenan normal, şivesiz bir Türkçe ile konuşur. Fakat Firdes tam bir Çingene şivesi ile
konuşuyor.. Konuşurken ara sıra ayağa kalkıp elini beline koyuyor, el kol hareketleri
yapıyor.. Lafını hiç esirgemiyor.. Son derece rahat bir tavrı var..
Ayakta şov yaparak anlatıyor;
“Aslında adımı Firdevs koymuşlar ama nüfus memuru yanlışlıkla Firdes yazmış..
Adım öyle kalmış..
Olsun Amca ben adımı seviyorum. Hem söylemesi daha kolay. Firdevs demek çok
zor be.. ”V” nin orada işi ne? Allah razı olsun o nüfus memurundan...” diyor..
Kenan arada bir “Firdes otur yerine” deyip onu oturtuyor..
Bu kız valinin makamına çıksa, zerre kadar umursamayacağına kalıbımı basarım...
Evlilik, kadın erkek meseleleri en cahil olduğum konulardandır.. Aslında bu konuda
danışılacak en son kişiyimdir. Fakat Kenan her nedense böyle bir şeye gerek görmüş..
Oturdular, çay içtiler, sonra Kenan kızı mahlallesine götürdü.. Geri geldi;
“Usta ne diyorsun ?” dedi..
Ben şaşkınım.. Çevremde bu kadar hafif meşrep bir kız hiç olmadı.. . Kenan'a içimden
geçenleri söyledim..
Kenan evlenmekten vazgeçti.
Aradan kaç yıl geçti hatırlamıyorum, Mahmut Paşa'dan aşağı Eminönü'ne doğru
iniyordum.. Kalabalığın içinden biri bana “ Amca! Bey Amca !” diye seslendi..
Dönüp baktım. Yolun kenarında kıvır zıvır süs eşyaları koymuş satan bir kadın bana
sesleniyor..
“Evet ?” dedim.
“Beni tanıdın mı?”
Biraz dikkatli bakınca hemen tanıdım.. Bu o kızdı.. Firdes. Saçları yine sarı boyalı..
Biraz kilo almış..
Aslında bir çok insanı unuturum da, bu öyle renkli bir kişilik ki unutmaya imkan yok..
“Evet, tanıdım.” dedim.
“Ben de seni o soğuk suratından tanıdım.” dedi.
Yine tam bir çingene şivesi ile konuşuyor . Hiç değişmemiş..
“Gelinin olacaktım.. Beni beğenmedin” dedi
“Nasıl ? Gelinim mi? Ne alaka? “ Afalladım..Yine aynı, lafını hiç esirgemeden söylüyor..
“Gelinin” lafına takılmadım ama “Beni beğenmedin” demesi içimi burktu.
Bir insanı istememek, küçük görmek, aşağı görmek, hor görmek gibi.
Kendimi affettirmek için “bir şeyler alayım, para kazansın” gibi düşündüm. Para
çıkarıp ne alabilirim diye yerdeki şeylere baktım. Niyetimi anladı..
Yine o eli belinde, kendine has tavrıyla;
“ İstemez Amca.. Parana ihtiyacım yok.. Sen yeter ki bir gül... Ne o surat öyle ?
Mahkeme duvarı gibi..” dedi..
Biraz gülümsemeye çalıştım..
“Hah şöyle be Amca'cığım.. Gül biraz.”
İçime bir yakınlık, bir sıcaklık geldi... Ayak üstü hayatından, kocasından bir
şeyler anlattı..
“Kenan'la evlenmediğinize üzüldüm.” dedim
“Boş ver be Amca, üzülme dedi. Erkeklerin hepsi aynı bok. Ben kimseye
muhtaç değilim. Helalinden kendi paramı kazanırım.”
Sonra tezgahına bir iki müşteri geldi.. Onlara baktı..
Ayrılırken;
“Ah be Firdes dedim, sağlam kızmışsın da ben anlayamamışım.”
-
Arkadaşlar;
Diğer başlık altında yazdığım konudan sonra “Günlüklerim” ede ara vermek
istiyorum..
Bu konuya ara vermekte geçerli bir mazeretim yok.. Biraz medyadan uzak
kalma isteğinden olabilir.. Ya da sıkılıyorum.. Her neyse..
Yine tembel tembel kitap okuyup etrafta dolaşacağım. Hayatı gelişi güzel
yaşarken yine günlük yazacağım..
Bu başlık altında yazdıklarım için bana teşekkür etmenize gerek yok.. Çünkü
“Günlüklerim”i sizin için yazmıyorum, kendim için yazıyorum. Sonra bazılarını
sizinle paylaşmak, size anlatmak istiyorum.. Bu beni mutlu ediyor..
Bu bir lafı dolandırma ya da bir laf cambazlığı değil.. İşin doğrusu bu..
Bu nedenle, okuduğunuz için ben size teşekkür ediyorum.. Siz etmeyin...lütfen.....
Tekrar görüşmek dileğiyle, şimdilik hoşça kalın.
Cemalettin Özen / Ekim 2019
-
Biz teşekkür ederiz
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Her bir bölümü ayrı lezzetliydi. Ellerinize sağlık. Kendimizi tutamayıp edebiyatınız çok kuvvetli desek size karşı ayıp mı etmiş oluruz? :)
-
Teşekkürler.
-
Cemalettin kaptanım günlüklerini paylaştığın için çok teşekkür ederim. Yüreğine klavyene sağlık
-
Cemalettin reisim tüm paylaşımlarınız için çok teşekkürler.
Sizin yazdıklarınızı inanın ayrı bir zevkle okuyoruz.
Günün birinde tekrar paylaşmaya karar verirseniz çok sevineceğimizi bilmenizi istedim.
-
Cemalettin Reisim, nerelerdesiniz, yazılarınızı özledik; ses verin.
-
Cemalettin Reisim, nerelerdesiniz, yazılarınızı özledik; ses verin.
Hakikaten zaman zaman benimde aklıma geliyor , gerçekten benimde özlediğim yazılar arasında ilk sıralarda.
-
Cemalettin Reisim, güncel iletilerin birinde sesini duyduk sevindik. Hadi gari ara vermişliğin yetmedi mi; yaz biraz biriktirdiklerinden, özledik yazılarını.