Heyamola Hey
Havuzluk => Seyir Anıları => Konuyu başlatan: Ece Astunç Karabaş - 04 Mayıs 2018, 10:34:17
-
Uzun zamandır merak ettiğim bir konu Batı Kaçağı. 2015 yılında Büyük Çekmece açıklarında yakalandığımız bir fırtınanın Batı Kaçağı olduğunu sanıyordum. Meğer 40 metre derinliğe dalmak Mancornalar (tecrübeli sünger avcıları) için nasıl çocuk oyuncağı ise, bizim fırtına da gerçek Batı Kaçağına yakalananlar için benzer şekilde tatlı bir esintiymiş.:)
Batı Kaçağı hakkında çok fazla kaynak bulamadım. İki hafta önce Sivri Ada’da ateş başında keyifli sohbette bu konuyu açtım ve öyle hikayeler dinledik ki, bu başlık altında anıların paylaşılmasının hem macera dolu bir yolculuk hem de bu konuda bilgisi, tecrübesi olmayanlar için güzel bir paylaşım olacağını düşünüyorum.
Sevgili Reisler, bu konuda katkılarınızı rica ederim. Tarih de belirtirseniz güzel bir arşiv yapabiliriz. C:-)
-
Batı kaçağı yerel basınç farkları nedeni ile oluşur, sert esen ama kısa süren bir rüzgardır. Bir kaç kere yakalandım. Hava çok sıcak yaprak kımıldamıyor, evden çıktım teknede yastacağım. Tekne o zaman Erenköy'de Klüp 33'ün önüde tonozda duruyor. Tonoz yaz aylarının lodoslrına bile papuç bırakcak gibi değil ama bir şekilde şamadırası kesilmiş, pervane mi kesti kasti mi kestiler bilmiyorum, ada dönüşü mecburen yerime demirlemiştim. Yattım tam dalacağım hafif esinti başladı, baş heçi kapatayım da gece üşümekten kurtulayım diye kalktım, batı geliyor, açığa çıkmak lazım ama motru bir türlü çalıştıramıyorum, batı geldi, deimr taraya taraya kıçımda bulunan ahşap iskeleye doğru sürükleniyorum, sonunda motor çalıştı, gazladım açığa çıktım, rüzgara başımı verdim, olduğum yerde eğleniyorm. Yaklaşık 2 saat sürdü, olduğum yerde eğlenmek beni Bostancı çakarına kadar sürüklemiş, rüzgar kalınca tekrar döndüm ve o zaman Caddebostan vapur iskelesi yakınında sığlık şamandırasına bağladım.
Kalamış marinadayım, direkte bir işim vardı direğe çıktım. Hava yine hiç esmiyor, deniz çarşaf gibi, çalışıyorum, bir ara kafamı kaldırıp Kalamış koyu tarafına baktım, benim olduğum yerde hiç rüzgar yok ama koyun içinde kuzular almış başını geliyor. Direkten inme rekorumu herhalde o zaman kırdım. Aşağı inip takımları toplayıp kamaraya sığınana kadar bastırdı, toplanıpo içeri girdim, aerkasından şiddetli bir yağmur ve sonrasında normal bir rüzgar kaldı.
Batı kaçağının en çok korkulduğu yer Foça'dır, bir göl gibi olan Foça körfezi her rüzgara kapalıdır ama Batya açıktır. Özellikle Büyük denizin kaleye yakın kuzey tarafı, batı kaçağında teknelerin barınmasına müsaade etmez.
-
Far Out'u alalı bir yıl olmuştu,yani 2004 olmalı ama kesin tarihi hatırlayamayacağım.
Erkan biladerimin yabancı bir misafiri vardı ve tekne ile gezelim demişler.''Abi senin tekne ile körfezde dolaşsak olur mu?''diye aradılar.Levent marinaya geldiğimde Erkan, Çeto ve misafir teknede her şey hazır beni bekliyordu.Hava kapalı ve arada yoklayan hafifden bir yağış vardı.Geceden hava durumlarına bakmıştım.Kuzeyli ve güneyli hava İzmir üzerinde karşılışıyor ve rüzgar yön değiştiriyordu.Ben o zamanlara kadar kaçak nedir denizde hiç görmemiştim.Soğuk hava sıcak ve yükselen havanın altına girermiş ve bu durumdan hoşlanmayan güneyli hava ise sinirlenip ortalığı bir birine katarmış.
Önce Karşıyaka iskele önlerine sonra Pasaporta yöneldik.yelkenler kah şişiyor kah motora dönelim durumu oluşuyor, derken Pasaport iskeleyi geçtik geçmedik hava karardı ortalık toz duman ve görüş çok düştü.Yelkenleri topladık hemen ve Erkan olaya el koydu bana can yeleklerini çıkarttı ve hepimiz giydik.Konak önlerindeyiz ve şehir hatları rotasındayız ,herkes bir tarafı gözlesin komutu geldi,bu arada motorla marinaya dönmeye çalışıyoruz ama tekne gitmiyor.Erkan cenoayı hafiften açtırıyor bir müddet gidiyoruz gitmiyoruz derken yanımızda deniz polisinin ''telsizi 16 ya al diye anonsunu'' duyuyoruz.''Yardıma ihtiyacınız var mı?zor durumda imişsiniz'' diyorlar. Meğer Hatay'dan denizi dürbünle izleyen bir vatandaş herhalde bizim yelekleri giydiğimizi görünce bunların başı dertte diye düşünerek deniz polisini aramış.Biraz evvel yelken yapan bir dragonun yanından geçmiştik ve motorları olmadığı için onları kontrol etmelerini istedik ve teşekkür ederek yelken motor marina yolunu tuttuk.Zora dayanamayan cenoa yavaştan yırtılmaya başlamıştı.Marinaya geldiğimizde bize yardım eden palamarlardan da ''abi hiç çıkmazsın bu günü mü buldun,donumuza kadar ıslandık''diye bir de fırçamızı işittik bu arada.
-
Batı kaçağı Foça ekibinin çarşamba günleri bir teknede oturup(genellikle Nelea)sazlı sözlü eğlenceleri için uydurdukları sanal bir hava durumudur.Benimde arada konuk olduğum nefis çarşamba akşamlarının parolasıdır yani.''Çarşamba batı kaçağı var,teknelerde kalmamız lazım'' kodlamasıyla çalışır sistem. :)
Not:konunuzu biraz sulandırdım özür dilerim ama belki batı kaçağını yaşayan Foçalılar topa girerler diye..
-
Hızlıca birkaç örnek:
Deniz Giray şöyle tariflemiş
Marmara’da Batı Kaçağı
Sıcak - soğuk hava cephelerinin kavgası sonucu ve soğuk kütlesinn alçalma hareketinden, şimşekli, gök gürültülü ve ani olarak fırtına şeklinde rüzgarlı kaçak havaya yakalanma şansı vardır. Batı kaçağı hava raporları tarafından bilinemez. Genellikle yazın ve ilkbahar aylarında yaygındır. Havaların ısındığı mevsimde veya yazın meteoloji hafif yağmur uyarısı veriyorsa, bu kaçak havaya yakalanmak olasıdır.
Batı kaçağı sadece Marmara Denizi için değil Ege Denizi’nde de oluşabilir. Rüzgarın hızı 45-50 knot hızlara ulaşabilir. Batı tarafındaki havanın koyu olmasıyla ve bulutların toplanmasıyla önceden anlaşılabilir. Etkisi bazen 10 dakika bazen de yarım saat sürer ama çok şiddetli olduğu ve ani geldiği için yelkencileri oldukça zor durumda bırakabilir.
Değişen iklim koşulları yüzünden bu korkutucu cephe 2014 yılında Marmara Adası civarında hortum, Tuzla’da gene hortum olmuştu.
Örneğin Tuzla’da oluşan bu batı kaçağı, gene batı tarafından gelmiş ve bizi denizde yakalamıştı. Ani sağnak yağış ve şimşekler ile gelmiş, rüzgarın hızı 48 knot’a ulaşmıştı. 1 saat etkili olduktan sonra kaçak bitmişti.
18 Nisan 2012 Batı Kaçağı / TÜrksail haberi
http://turksail.com/index.php?option=com_content&view=article&id=7717:bat-kaca-stanbula-kabus-yaatt&catid=39:genel-haberler&Itemid=66 (http://turksail.com/index.php?option=com_content&view=article&id=7717:bat-kaca-stanbula-kabus-yaatt&catid=39:genel-haberler&Itemid=66)
Bir de benim 1967 veya 68de şahit olduğum var. Fırsat bulursam paylaşırım.
-
Hatırladığım üç yakalanma ilki Adaya giderken, ikincisi Tuzla burnu önünde, üçüncüsü Anneler günü şerefine kızlarım ve eşimle Adadan dönerkendi, zamanında fark edip yelkenleri topladık, motoru çalıştırdık...5 dakika sonra sallan yuvarlan, depodan gelen pislik nedeniyle motor düzgün çalışmaz oldu. Genovayı hap kadar açarak Fenerbahçe önlerine kadar geldik, arkamızdan 38 feetlik teknesiyle ve üzerinde kalabalık bir ekiple gelen bir dostumuz bizi yedeğe almak istedi. Ancak bir yüz metre bile çekemeden motoru hararet yaptı. Marinanın ağzından ıçeri genovayla girer girmez motor yine düzgün çalışmaya başladı, olaysız bağlandık.
Ilk maceramızı anlatayım zira bazı dersler var içinde...
90'ların sonlarına doğru Folkeboat'im UÇARI ile bir öğleden sonra işyerimden bir arkadaşımla Adaya gidiyorduk. Benden epey genç, yelkene yeni heves eden, sporcu bir arkadaşımdı. Firsat buldukça gelir, birlikte denize çıkardık ( çoktan denizciliğini ilerletti ve şimdi tekne sahibi olma peşinde) .
Henüz yarı yolda iken adaların üzeri birden kararmaya başladıysa da endişelenmeme rağmen aklıma bir tedbir almak gelmedi ( mesela derhal geri dönmek ! ). Bunda tecrübesizliğin, teknenin denizciliğine aşırı güvenin , ağır ve göreceli az yelken alanlı Folkeboat'in bir camadan sistemine bile gereksinim duymamasını bilmenin rolü var.
Bir kaç dakika geçmemişti ki, - hala bir film sahnesi gibi gözümün önündedir - ; Heybeli yönünden en az 7-8 veya daha fazla sayıda motoryatın yanyana denize yayılmıs tam gaz üzerimize doğru geldiklerini gördüm, deniz hala sakindi, en öndeki 16-18 metrelik motoryat dev köpükler saçarak vallahi herhalde 25 knot hızla marinaya doğru kaçıyordu. Derken rüzgar da geldi. Işin ciddiyetini o an kavradım arkadaşıma : Tramola atıp dönelim...! dedim, fakat sanırım o an bir manevradan ürktü ve " Abi Heybeliye gidip koya sığınalım " dedi. Baktım fikrimde ısrar etsem onu daha da korkutacağım ; peki dedim ( ikinci hata, reis'in demokratik olması gerekmez. Doğru bildiğini uygulamalı ).
Ümitsiz bir girişim olarak dıştan takma motoru suya indirip hazırladım ama kabaran denizde dıştan takmayla yerimizde saymaktan başka bir şey yapamayacağımızi bildiğimizden yelkenle devam ettik. Folkeboat da şöhretine uygun biçimde pekala yelkenle yürüdü...Bu arada arkadaşım bir an kamaraya girip kayboldu, biraz sonra kızlarımın başaltı yatağının üzerinde atılı can yeleklerini birbirine bağlayıp bir şekilde üzerine geçirebilmiş olarak havuzluğa döndü ( Uçüncü hata, salon oturaklarının altında 5 tane yetişkin can yeleği vardı ne söylemek ne giymek aklıma gelmediydi ).
Epey gayret ve biraz korkuyla Heybeliyi iskelede bordaladık ; tam gevşeyip tamam artık sıyırdık derken birden esaslı bir sağnakla ciddi biçimde yattık, bir acayip ses oldu ;hemen arkamda kıç güverteye bağlı ana yelken rayının üçte biri yerinden koparak üzerinde iskota arabası ve palanga makarasıyla yanağımın bir kaç santim yanından geçerek havaya savruldu. Boşta kalan bumba fırlayarak çarmık teline bindirdi, o tele bağlı çarmik da yuvasından fırlayarak bir ucu tele bağlı, aşağıya sarktı. Can havliyle dümeni bırakıp yelkenleri indirdim, Allahtan hepi topu 25m2 yelken alanı olan bir tekneden bahsediyoruz, zor bir iş değil. Bu sırada iyice başıboş kalan tekne epey sürüklendi. Ama motoru çalıştırıp biraz boğuşarak koya girip hoş, klasik, güzel bir ahşap motor yatın yanına demir attık. Bu arada fena bir yağmur indirdi ki, bu da aslen rüzgarın düşeceğine ve adada fazla mahsur kalmayacağımıza işaretti.
Şiddetli yağmur altinda bumbayı zapt edip uyduruk tentemizi üzerinden aşirıp kendimizi biraz korumaya çalışırken yanina demirlediğımiz motor yatin kamarasından orta yaşlı bir bey çıktı, elinde iki şişe bira..." Halinizi gördük, biz burada koy içinde demirde 42 knot ölçtük..." deyip biraları uzatacakken birden döndü ; " Yok , size lazım olan bu değil ! " deyip yine kamara içinde kayboldu. Biz tuhaf tuhaf " ne oldu şimdi ? " diye birbirimize bakarken bu defa elinde iki rakı kadehi tekrar havuzlukta göründü : " Halinize bakılırsa bu daha iyi gelecek size..." dedi ! ( bu da denizde dostluk dersi...).
Esas ders ise tekneye donanım monte edilirken tersanenin montaj ustasına " şu ana yelken rayının altına bir sac lama kesiverin ve rayı yukarıdan bu lamaya karşılıklı cıvata, somunla bağlayın ! " demiş olmama rağmen, sonra bu bağlantıyı kontrol etmeyi düşünmemiş olmamdı. Amcam rayı kontrplak güverte ve üzerindeki tik döşemeye ahşap vidalarıyla vidalamış, geçmiş.
Hakikaten hava düştü, bir saat sonra da yağmur kesildi, az maddi hasarlı ama karizma epey çızilmiş olarak motorla marinaya döndük alaca karanlık çökerken.
Ama o bir kadeh ikram rakının tadı unutulmaz.
-
Geçen sene Foça limanına tam da girdiğim sırada patlayan hava belki de oydu.
-
Daha önce başka mecralarda da yazmıştım.
2000’li yılların ortalarında, benim katılmadığım bir rallide ( Bir Deniz Subayı’nın Yolu), körfezde Gölcük önünde arkadaşlarımın yaşadıklarını duyunca, meteoroloji kursuna gitmiştim. Eğitmen Gökhan Abur’du.
Şöyle tarif etmişti kaçağı, Deniz Giray’ın tanımına çok benzer şekilde.
Havaların daha yeni ısınmaya başladığı ve yüksek basınç olduğu günlere dikkat edin demişti.
“Yüksek basınç yüzünden, hava hareketsiz ve sıkışık. Aşağıda, güneş ve deniz sebebi ile ısınan havanın üzerine bir soğuk hava kütlesi oturur. İkisi de yer değiştirmek ister ancak yüksek basınç sebebi ile bu olmaz. Fakat bir an iki paraler, üstüste olan bu hava cepheleri arasında bir zayıf alan oluştuğunda, hava kütleleri süratle yer değiştirir. Bu olay o delik kapanana kadar, genelde yarım saat - 40 dakika kadar sürer ve kısıtlı bir alandadır. Kartal önünde kıyamet koparken, Fenerbahçe’de hiç bir şey hissedilmez” diye anlatmıştı aklımda kaldığı kadarı ile.
Bu olay daha çok Marmara’da olduğu için de Marmara’nın havasına güven olmaz denir. Çünkü kendini belli edecek emare yok denecek kadar azdır.
-
Daha önce başka mecralarda da yazmıştım.
2000’li yılların ortalarında, benim katılmadığım bir rallide ( Bir Deniz Subayı’nın Yolu), körfezde Gölcük önünde arkadaşlarımın yaşadıklarını duyunca, meteoroloji kursuna gitmiştim. Eğitmen Gökhan Abur’du.
Hah, o gün 54 knot estiğini söylemişlerdi yanlış hatırlamıyorsam. Biz tekneyi bağlamış denizaltı üssündeki bir denizaltıyı ziyarete gitmiştik, 45 dakika çıkamadık içınden mahsur kaldık, sonunda hava yatışıp da denizaltının üst kapağı açılinca tepemizden kovalarca su inmişti ıçeri.... ;D
-
Bir saattir zippo çakmak gibi cakan havanin
İcinden gectik. Biraz once evden aradilar
O hava sigaciga gitmis. Ati Tireyi de fena vurdu dedi sansimiza islanmadik henuz.
-
Marmara da hiç batı kaçağına yakalanmadım. Geçen yıl dolu yağdıran hava da bence batı kaçağıydı. Ama ben bu havayı yaklaşık dört saat öncesinden gördüm hatta fotoğrafladım. Kemal Abiyle beraberdik.Havayı Riva önlerinde gördük ve sağ salim Samatya'ya bağlandık.Bence o havanın start noktasıda batı kaçağıydı.
Bu Batı kaçağı Karadeniz'de ani olanını Kıble den yapar ne olduğunu anlayamazsınız, ağaçları falan söker atar, hepte yazın olur. Bunun sebebide Gökhan Abur'un anlattığı etkileşime denize paralel uzanan yüksek sıradağların katalizör olması ekleniyor. Bazen de bu kaçık karayel,batı karayel gibi olur, denizle uğraşanlar bunu bayağı önceden anlarlar.Ben İnebolu'da defalarca bu havayı önceden gördüm ve hissettim.Ama kıbleden olanını bende yakalayamadım.
Lise öğrencisiyken Akın ben ve Serdar, hepimizin sandalları var. Akşamları ezan okunmadan önce barbunya ağlarını kıyıya dik açı oluşturacak şekilde yatıya bırakıyorduk. Sabah ta güneş doğar doğmaz kaldırıyorduk. Artık oradan geçen ne varsa tutuyorduk. Bir akşam yine böyle ağları kurduk. Kıyıdan açığa doğru döküyoruz, sonra sandalı kıyıya çekiyoruz, ama çok değil sabah tek kişi denize dayanacak şekilde. İşte o akşam kıyıya geldik , sandalları çeker çekmez bir ıslık çaldı, ama nasıl ne varsa uçuyor,ayakta duramıyoruz. Ne kadar kavak ağacı varsa hepsi belinden kırıldı. Biz beş dakika geç kalsak artık kırımdan toplarlardı bizi, direk kuzeye giderdik artık.Yarım saat falan sürdü sonra yağmurla yumuşadı.aklımız ağlarda kaldı,yağmurdan sonra hemen sonra gittik topladık diye hatırlıyorum. Ömrümde hiç bu kadar barbunyanın bir ağa vurduğunu görmedim.Ağda balık vuracak göz kalmamıştı.Akın okursa bunu hatırlar şimdi.
Onun haricinde denizde defalarca karşılaştık bu kaçaklarla ama balıkçı teknesi olduğu için traverse çıkıp yağışın gelmesini bekler eğlenirdik. Öncesinde güvertedeki bir çok şeyi bağlardık.
-
Anladığım kadarıyla Batı kaçağı Marmara ve Egeye özgü bir ifade ancak yıllardır çözemediğim bir hava olayını anlamama çok yardım etti:
Mersin Yeşilovacıktan 7-8 metrelik bir kayıkla balığa çıkmıştık hava raporları tüm gün 1-2 kuvvet kuzey rüzgarı gösteriyordu. Gündoğumundan öğleye kadar öyle sakin bir deniz vardı ki çapasız akarak yaptığımız mercan avında akamadığımız için balık alamıyorduk. Hava sıfır olmuştu.
Tabii balık seyrek olunca bizim çenemize vurdu, işte anlayın siz godoş poseidondan başladık dini büyüklerden çıktık ( vakıadır lütfen yanlış anlaşılmasın).
Bir zaman sonra ufukta bir beyaz hat gördüm. Önce akıntının getirdiği çöp zannettim 1-2 dakika sonra hattın yaklaştığını farkettim ama anlam veremiyorum. Arkadaşları uyardım kimse çözemedi. Hat hızla yaklaşıyor ama rüzgar bizde hala sıfır.
Biraz sonra güney güneybatı yönünden rüzgar hissedildi. Hattı tanımladığımızda ise artık çok geçti. Biz doğru gelen rüzgarın getirdiği sert dalgalarmış. Dalgalar bize ulaşmadan önce yüzümüze bir anda tokat gibi vuran aşırı sert bir rüzgar. Kaptanı uyandırmaya çalışırken zaten dalgalar öyle bir bindirdi ki anlatamam..
Kaptan bize kızıyor niye uyandırmadınız diye. Zaten sen uyanana kadar rüzgar ve dalga bindirdi üstümüze diyoruz inanmıyor.
Hiç o kadar büyük dalga ve hiç böyle bir ani baskın görmemiştim. Dalgalardan barınağa girmekte çok zorlanmıştık ve biz barınağa girdikten takribi yarım saat 45 dakika sonra hava yine esmez oldu. Denizin yatmasını bekleyip tekrar açıldık :)
Sanırım kaçak denilen bu... tabi bizde Batı yakası değilde Güneyli kaçağı...
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Karabulut yok muydu Erman ?
-
Karabulut yok muydu Erman ?
Hatırladığım tertemizdi abi ama arkadaşlara dönüp soracam önemli bir detay
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Marmara da hiç batı kaçağına yakalanmadım. Geçen yıl dolu yağdıran hava da bence batı kaçağıydı. Ama ben bu havayı yaklaşık dört saat öncesinden gördüm hatta fotoğrafladım. Kemal Abiyle beraberdik.Havayı Riva önlerinde gördük ve sağ salim Samatya'ya bağlandık.Bence o havanın start noktasıda batı kaçağıydı.
Bu Batı kaçağı Karadeniz'de ani olanını Kıble den yapar ne olduğunu anlayamazsınız, ağaçları falan söker atar, hepte yazın olur. Bunun sebebide Gökhan Abur'un anlattığı etkileşime denize paralel uzanan yüksek sıradağların katalizör olması ekleniyor. Bazen de bu kaçık karayel,batı karayel gibi olur, denizle uğraşanlar bunu bayağı önceden anlarlar.Ben İnebolu'da defalarca bu havayı önceden gördüm ve hissettim.Ama kıbleden olanını bende yakalayamadım.
Lise öğrencisiyken Akın ben ve Serdar, hepimizin sandalları var. Akşamları ezan okunmadan önce barbunya ağlarını kıyıya dik açı oluşturacak şekilde yatıya bırakıyorduk. Sabah ta güneş doğar doğmaz kaldırıyorduk. Artık oradan geçen ne varsa tutuyorduk. Bir akşam yine böyle ağları kurduk. Kıyıdan açığa doğru döküyoruz, sonra sandalı kıyıya çekiyoruz, ama çok değil sabah tek kişi denize dayanacak şekilde. İşte o akşam kıyıya geldik , sandalları çeker çekmez bir ıslık çaldı, ama nasıl ne varsa uçuyor,ayakta duramıyoruz. Ne kadar kavak ağacı varsa hepsi belinden kırıldı. Biz beş dakika geç kalsak artık kırımdan toplarlardı bizi, direk kuzeye giderdik artık.Yarım saat falan sürdü sonra yağmurla yumuşadı.aklımız ağlarda kaldı,yağmurdan sonra hemen sonra gittik topladık diye hatırlıyorum. Ömrümde hiç bu kadar barbunyanın bir ağa vurduğunu görmedim.Ağda balık vuracak göz kalmamıştı.Akın okursa bunu hatırlar şimdi.
Onun haricinde denizde defalarca karşılaştık bu kaçaklarla ama balıkçı teknesi olduğu için traverse çıkıp yağışın gelmesini bekler eğlenirdik. Öncesinde güvertedeki bir çok şeyi bağlardık.
Ahmet reis geçen seneki dolu batı kaçağı değildi. Bağıra bağıra önce Dedeağaçtan haberini aldık, sonra Çanakkale den, akşamada İstanbul da yaşadık
Benim denizciliğim 2010 yılında başladı
Yeğenimle yelken kursu almıştık. 18 Haziran 2010 yılında arabamla Poyrazköye gidip rakı balık yaparken yeğenim aradı. Amca nerdesin, ben pendik marianadayım, burada altında mermer ağırlığı olan koca demir şemsiyeler havada uçuyor dedi. O gün Sedef adasındaki bir yelkenli tonozdan üstünde kimse olmadğından kurtulmuş, sürüklenerek Pendik sahiline vurmuştu.
2013 yılında Haziran sonu teknemle Ege ye gidiyorumdum.
Gece 2 de Avşa Yiğitler limanından çıktık. 7-8 Knot civarında rüzgar vardı. Yelkenleri açtım. Avşa'yı dönünce rüzgar da bitti. Ben de Genovayı kapadım. Ana yelkeni motor seyrine engel olmayacak şekilde orta hatta alıp motor seyiri ile yoluma devam ettim.
Saat 5.15 civarı hava tam aydınlanmamıştı. Karabiga önünde seyirdeyken ufukta bir aşağıda bir yukarda 2 bulut fark ettim.İçimden kendimle konuşmaya başladım ''Oğlum Zafer bunlar yağmur indirecek hazırlığını yap. Önce git aşağıdan üstüne bir kıyafet al. Hangisini alsam . Sarı Gill mi , Bmw yarış rüzgarlığımı yoksa balıkçı yağmurluğumu'' diye 15-20 saniye düşünmem bitmeden tekne bir anda 90 ° yan yattı. Ve batı kaçağı ile tanışmış oldum.Hemen ana yelken ıskota halatını boşlayıp tekneyi düzelttim. aşağı kamaralarda yatan eşim ve arkadaşıma seslendim. Bir anda sağanak yağmur başladı. Denizde 2-3 m dalgalar içinde ana yelkeni kapattık. Genovayı mendil kadar açıp rotayı trakyaya doğru rüzgarın üstüne çevirerek 1,5 saat kadar seyir yaptık. Hala ben üstüme bir şey giymediğimden titremeye başlayınca dümeni arkadaşa bırakıp içerde ısınmaya indim.
Aynı kaçağa Sante teknesi de Marmaranın ortasında yakalanmıştı. İlk defa seyir yapan misafir ailedeki bayan korku ve panikten üstündekileri çıkarıp Hakan Gönüllü kaptanı şaşırtmıştı :D
Sonradan araştırınca genelde batı kaçağının Haziran ayında olduğunu öğrendim
-
Batı kaçağına üç kere "işte bu batı kaçağı "diyeceğim şekilde yakalandım.Hiç birinde tedbir almaya zamanım olmadı.İki kerede boraya yakalandım. Boraları hep farkettim ama kaçamadım içinde kaldım.
Sivriadaya gitmiştim .Yanımda Uzakyol makina zabiti olan kayınbiraderim vardı. Adaya gelirken yelkenleri şişirecek hava yok gibiydiAdadan ayrılmaya karar verdiğimizde hava hala hafif esiyordu.Ama gök yüzü gri,hava kapalıydı ufukta güneybatı tarafta sanki güneş varmış gibi aydınlıktı.Bütün yelkenlerim açık motor yelken Yeşilköy'e doğru yola koyulduk.Aniden Müthiş sesle rüzgar geldi ne olduğunu anlamadan 60 °den fazla yalpaya düştük.İskele tarafımızdan gelen rüzgar bizi müthiş yatırdı.Cemre bende olduğu zaman içinde ilk defa havuzluğuna su atladı.Bunu şu amaçla söylüyorum.Cemre baş kıç eğik bodoslamalı double ender denilen mekik formunda bir teknedir. En hafif rüzgarda dahi hafifçe yatar ama en fazla küpeştesine kadar suya gömülür.Daha fazla yatmaz ve rüzgar artarsa orsaya dönmeye çalışarak ileri hamle eder.Bu yüzden hiç endişelenmeden kullandığım tekneme çok güvenirdim.Ama bu rüzgar öyle ani ve şiddetli geldi ki havuzluğa su atlayacak kadar yattık.işin ilginci tekne doğrulup iskeleye yatınca o taraftandan da su atladı havuzluğa .Kayın birader havuzluğun tam ortasına oturmuş.sırılsıklam olmuş ne oluyor diye bakarken.Hemen yelkenleri indirmek için sürünerek direk dibine gittim.Yelkenleri indirdiğimde şiddetli bir yağmur başladı.Rüzgar Yeşilköy'e gelene kadar epey hafifledi yağmur ise hiç kalmadı.Sonradan bizi yattığımızda gören başka bir teknedeki arkadaş bizim teknenin omurgasını gördüğünü söyledi. O günü kazasız belasız atlatığımız için hep şükrederim.
-
Yine bir batı kaçağı hikayesi bu sefer Küçük ile.
Dün İstanbul ve çevresini sele boğan hava Tirilye'de batı kaçağı yaptı.
Tatil süresince hemen hergün Küçük kayıkla yelkene çıktım.Yerli yabancı birçok meraklı insanın ilgisini çekip sorularını cevapladık.Ama hiç kimse beni gezdir. Ben de yapacağım demedi.
Herkesin hafif kaçık yaşlı bir İstanbullu ön kabulü ile yaklaştığını hissediyorum.
Neyse konumuza dönelim.Evvelki gün akşam üzeri hasta olan bir ağabeyimizi balık tutmak için denize çıkarttık.Istanbul'da kışın hastanede ziyaret ettiğimizde moralini yüksltmek için Tirilye'de yazın çapariye çıkacağımızı söylemiştim.Pek ihtimal vermeyen bir tonlamayla bakalım kısmet demişti.Şuanda tedavisi sürdüğü halde Tirilye'ye gelince balığa çıktık.Aslen Tirilyeli olduğundan sahildeki yerlerin kumsalların hepsini derinlikleri,yöresel isimleri,hatta kıyıdaki kayaların kaç tane ve hangi derinliklerde olduğunu bile biliyor.
Hem balık tutup hem de laflarken.Kayıkla gelsem nerde kumsal var,neresi yüzmeye uygun,kıyıdan tehlikesiz neresi yaklaşmaya müsait öğrendim.Dün de Küçük'le öğrendiğim yerleri keşfe çıktım.Yanıma usturmaça,palet , mayo, havlu,telefon,1.5lt.su alıp halatları çözdüm.Hava sıfır.Bildiğiniz yanık.motora kuvvet kıyı kıyı keşifteyim.Epeyde yararlı oluyor.Abimizin söylediği taşları,kadırga kıyısındaki çeşmeyi,Uzun yalı kumsalını,Defne'deki sıra taşları tek tek görüyor öğreniyorum.Niyetim Ayane çiftliğinin Boklutaş'ına kadar gitmek ve geri dönmek.Benim yeni güç kaynağımız elektrikli motor aniden duruyor ve E43 hasta kodu ekranda yanıp sönmeye başlıyor.Akü boşaldı anlamına gelen E43 beni hiç telaşlandırmıyor.Öyle ya yelkenim var benim birazdan rüzgar çıkar kolayına limana dönerim.Ama yaprak kımıldamıyor sıcak beynini haşlıyor insanın.Kuzeye doğru açıkta renk daha lacivert .Oraya doğru kürek çekiyorum rüzgarı orada yakalarım umuduyla.Telefonumda cebimde. fazlalık yapıyor rahatsız ediyor diye inik yelkenin altına saklıyorum.Nerden okuduysam direk öğlen güneşinin telefona zararlı olduğunu okumuştum.Pilini birşey yapıyormuş.Neyse açığa kuzey doğuya kürek çekerken aniden batıdaki karanlığı farkediyorum.Siyah bir duvar sanki.batı,güney batı karanlık bulunduğum yer rüzgarsız,güneş yakıyor.Tamam diyorum Oğlum rüzgar istiyordun birazdan göreceksin.Yandım Allah diye bağırtacak.motor yok kaçayım desen kaçamazsın rüzgar henüz yok.
Hemen durum değerlendirmesi yapıyorum bu hava bana ne kadar zamanda gelir.Sonra hızlı hareket eder mi yoksa hava iyice yükselmeden limana varır mıyım?Bunun şu sebeple önemi var camadan vurup uyduruk bir rüzgarla yavaşça gidip sonra rüzgarın en şiddetli zamanında denizde olabilirim .Ya da camadansız ful arma aniden gelen rüzgarla broşa düşer batarım.Daha önceki batı kaçağı tecrübelerimden hemen camadan vurmanın iyi olacağına karar verdim. Gerekli bağları yaptım camadan vurdum ve önce hafif sonra müthiş bir rüzgar başladı.Denizin üstü bembeyaz köpük kesildi.Rüzgarın kopardığı sular sırtımdan ıslatmaya başladı.kayığın tam omurga hizasında kıç ortasına farşa oturdum.Optimistçilerin pupa seyrinde yaptıklarını hayranlıkla izlerdim İYK eğitimlerinde.Ben de hadi dedim pupa seyrine hazırsın.uygulama zamanı.
Bumba iskele çarmığa yaslanmış olarak uçuşa geçtik.Rüzgarı sancak kıçtan almaya çalışıyorum kavança yememek için.Ama yavaşta olsa açığa ilerliyorum.Halbuki amacım kıyıya yakın gitmek alabora olursam kıyıya yüzmek.Fakat iskele kontradan rüzgarı alırsam bu seferde kıyıya çok yakın düşeceğim için kayaya çarparsam parçalanırım.Kesinlikle kavança atmam lazım üstelik kontrolörü olmalı ki tumba olmayalım.Dümeni yavaşça kırıyorum rüzgar ve serpinti sağ kulağımda hissetmeye başladığım an elimle bumbayı soldan sağa kavança ediyorum.okadar güçlü oluyorki Küçük sancak bordasından suya giriyor.Sonra toparlanıyor ve yola şimdiye kadar hiç gitmediği süratle devam ediyor.Camadan vurma kararımı gururla kutluyorum.Tam anayelkenle kesinlikle batardık.Tirilye' önlerine artık geliyorum.Yeniden kavança atmam gerek.Böyle gidersem Kızdenizi kumsalına baştan kara gireceğim.Bu seferki daha kolay oluyor.Alıştım mı ne?Bu sefer su atlamıyor kayığa.Yeniden açığa doğru uçarcasına gidiyorum.Amacım liman girişini tam tutturmak yoksa Gemlik'te çıkarız karaya.Liman girişini hesaplıyorum artık apaz seyre geçiyorum.Ama yok böyle apaz gidiş trapezde ancak dengeleyebiliyorum.Bir yalpa ,basit dümen hatası denizi boylamaya yeter.Limana büyük bir hızla giriyorum.Ama o ne?Liman girişinde bir tekne demir atmış 6-7 kişi tam tramola atacağım yerde yüzüyor.Ne yapalım.?Hemen yelkenleri indirmeye çalışıyorum.Ama teknede yol var.ben dümene gidene kadar demirli teknenin kıç bordasına varıyorum.Deli gibi bağırıyorum. Kontrolde değil dikkat edin diye.Kazasız bunu da atlatıyorum.Iskarmozlarına yerleştirdiğim kürklere asılıyorum.Yanımda pancar motor sesi duyuyorum.Arkadaşım beni çekmeye gelmiş.Ne telefonu açmıyorsun diye kızıyor.Anlatmayı unuttum.Güneşten etkilenmesin diye yelkenin arasına koyduğum telefonum yelkeni basarken denizi boyladı.iletişim yok.Meğer havanın patladığını gören eşim hemen arkadaşı aramış.Eşim evin çatısından arkadaş limandan, bir başka arkadaş Tirilye'nin tepesi olan Çamlı kahve'den beni gözlemişler.Telefon yok ,hava patladı,üstü açık etrafa hiç güven vermeyen.(yanlış olmasın bence çok güvenli.)bir üstü açık kayıkta adamın biri.
.Arkadaşın yardımıyla limana girdim, yerime bağlandım.Herşeyi neta edip karaya çıkınca bir yağmur başladı ama benim için farketmedi zaten ıslaktım.
-
Geçmiş olsun Mustafa reisim, ciddi bir tecrübe yaşamışsınız.. bana heyecanla okumak düştü.. Sağolunuz..
SM-G920F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Soluksuz okudum. Müthiş.
-
Hafif kaçık İstanbullu tanımı daha doğru, yaşlı adam bunları yapamaz. Pek çok genç de !!
-
:)xx :)xx :)xx
Karneye bir "aferin" kaşesi daha !!!
Yanlız unutma altındaki "Küçük" dediğin bir Norveç fearing uygulaması. Yani senin üstün yetkinliğine tekne de genlerinden gelen bilgi ile destek vermiştir.
-
Geçmiş olsun Mustafa reisim,tecrübenizle denizde yakalandığınız batı kaçağını kolay atlatmış sayılırsınız.Batı kaçağından dolayı hem Gemlik Körfez'i hemde İzmit Körfez'inde çok çekmiş biri olarak bende bir şeyler yazmam gerektiğini hissettim.İşin enteresan tarafı Deniz de yakalandıklarımda bir şey olmamasına rağmen karadan seyrettiklerim de bir Sandal'ımın parçalanması ,sürat teknemin felaket bir biçimde hasar alması.Tamamlayınca yayınlarım.
-
Periyodik denize telefon kurban etme zamanı gelmiş. :) :) Abi "Küçük" kayığı çok hafife almayalım istersen birde üzerinde Baba Tunca 'ın Babası olunca. Kaçak maçak hikaye oluverir. Geçmiş olsun. Bu arada kayıklarının arasında batı kaçağına yakalanmadığın bir tek "Küçük " kalmıştı sanırım.
-
Doğru Ahmet'cim.Küçük'de yakalandı batı kaçağına ama marmara denizinde seyir yapıyorsak kaçınılmaz.Kazasız hasarsız atlattık çok şükür
-
Bu konu başlığına atfen ben de bir alt başlık atmak istiyorum:
"Baba Mustafa ( Ertör) Cephesinde Yeni Bir Şey Yok"
Hangi kayıkla seyir yaparsanız yapın tecrübeniz ve soğukkanlılığınız ile kaçakların korkulu rüyasısınız Mustafa Reisim.
Size değil batı kaçağına geçmiş olsun. Yanlış kişiye çatmış yine :)
-
Bu konu başlığına atfen ben de bir alt başlık atmak istiyorum:
"Baba Mustafa ( Ertör) Cephesinde Yeni Bir Şey Yok"
Hangi kayıkla seyir yaparsanız yapın tecrübeniz ve soğukkanlılığınız ile kaçakların korkulu rüyasısınız Mustafa Reisim.
Size değil batı kaçağına geçmiş olsun. Yanlış kişiye çatmış yine :)
Mücahit çok haklısın da gülmeden edemedim yine :)
Sen çok yaşa emii.
-
Konu başlığını geç fark etmişim.Batı kaçağından çok çekmiş ve maddi kayıplar almış biri olarak yazmak gerektiğini hissettim.
Çocukluğumda ve gençliğimde yaz aylarının büyük bir bölümü Gemlik körfesinin güney kıyılarında(Mudanya-Güzelyalı-Kurşunlu) geçtiğinden dolayı Poyraz-yıldız-Karayel(Biz imbat derdik) iyi tanırdıkta batı kaçağıyla tanışmak 12 yaşında kısmet oldu.sanırım 71 yılının mayıs sonu yada haziran başı okullar kapanmak üzere ,orta 1 öğrencisiyim.Okulun son günlerinde bizim okul çok faal sürekli günü birlik gezi düzenliyor.Otobüslerle Gemliğe gidiyoruz.Pırıl pırıl rüzgarsız güneşli,sıcak bir hava,deniz dümdüz tam karıncalar su içiyor modunda.Öğleden sonra akşamüzeri en geç 17.00 gibi limanda olun deniyor,liseliler serbest,biz çaylakların başında birkaç idareci ve öğretmen var.Ne yapacaksınız diye bize soruyorlar.Biri çıkıp kayık kiralayalım deyince herkesin hoşuna gidiyor.katılmak isteyenler bir gurup öğrenci ve birkaç hocayla balıkçıların bulunduğu yere gidiyoruz.1 saat gezdirecekler bizi,ama motor çalıştırmak yasak.Motor olursa uzağa gidermişiz,tabi balıkçılarda gelecek bizle.tekneler küçük sayılmaz 7 mt. civarı ,düz tekneler,kamara falan yok.Hemen bakkallardan içecek,kraker falan alıp doluşuyoruz kayıklara,ya 2 ya 3 tekneyiz.Ayrılınca her tekne farklı yöne kürek çekiyor,bizim balıkçı önce ortadan gemlik arkada kalacak şekilde direk batıya veriyor,sonra kuzeye dönüp kıyıya yakın Gemlik’e döneceğiz diyor.Deniz parpa liman ,ahşap tekneler bu havalarda belli sürate ulaşınca kürek çekmeside kolaylaşıyor,belli bir ritimle gidiyoruz.sanırım 20-25 dakika kadar gittik,kuzeye dönmeye başlıyoruz.kayıkçı batıya sırtı dönük olduğu için bir şey göremiyor,bir ara dikkatli bakınca kara kara bulutları tam körfezin bitiminde görüyorum,tam ufukta da simsiyah bir çizgi.
Balıkçıya soruyorum amca bu ne diye,umursamaz bir biçimde arkasını dönüp batıya bakınca bet beniz atıyor.Bir şey demeden kürekleri toplayıp motoru çalıştırıyor.Onu görünce bizde panikliyoruz bu haline.Hava geliyor diyor,herkesi kayığın alçak kısmına oturtuyor.Tam gaz kıyıya geldiğimiz yöne doğru kaçıyoruz.Pancar motorun o gürültülü sesini asla unutmam.Arada arkaya dönüp bakıyorum kara bulutlar iyice yaklaşmış,ufuktaki o kara çizgi daha da heybetli,birkaç dakika sonra rüzgar ve yağmur bindiriyor.Korkudan kimsenin sesi çıkmıyor,dalga boyu çok yükselmese de ,rüzgarda yağmurda felaket.Deniz dere gibi batıdan doğuya akıyor sanki.Balıkçı yekeye öyle bir yapışmışki tek vücut olmuş gibiler.Karaya yaklaşınca fark ediyorum,sahil bizi bekleyenlerle dolu,ortalık toz duman,sandalyeler,plajdaki şemsiyeler uçuşuyor.Hiç gaz kesmeden kıyıya yükleniyor balıkçı,arkadaşları hazırlık yapmış,felekler konmuş direk üzerine çıkıyor,durduğu gibi atlıyoruz tekneden,öğretmenler bizlere sarılıyor,hepsinin beti benzi atmış vaziyette..Bizler inince kayıkları da ırgatla daha kumsala çekiyorlar.Islaklık üşüme ,,titreme,ağlıyanlar ne istersen var.Bizleri hemen otobüslere alıp yaz havasına rağmen arabanın kaloriferlerini çalıştırıyorlar.Biraz toparlanıp arabadan indiğimizde ,havada denizde sakin hiçbir şey olmamış gibi.Soruyoruz neydi bu diye
Cevap BATI KAÇAĞI.
Yıl 1988 .Yazlık Mudanya Güzelyalıda .balığa çıkmayı çok sevdiğim için o sene 3,75 bir sandal aldım,ilk sandalım.Daha doğrusu aqua scoter diye bir alet gördüm fuarda ,2 beygir bir benzinli motoru var,tek silindir,2 elinle tutunca seni denizde dolaştırıyor,bırakırsan,rölantide 8 mt. çapında bir daire etrafında dönüyor,uzatma borusu ilede 1,5 mt su altındada gidiyor.Bizim Türk kafası buna profilden bir de yeke yapmış küçük sandalıda çok rahat götürüyor.Eh balık işi içinde çok rahat.Bütün yaz onu kullandım,kışında evin hemen önüne yol kenarına ters kapakladım,deniz seviyesinden 3 mt. yukarıda.Ertesi ilkbahar sonu bir telefon geliyor iş yerime,Güzelyalıdan bir komşu.Abi dün akşamüstü bir batı patladı senin sandal ortada yok diyor.
Ya nasıl olur,deniz 3 mt. yükseldide yolamı çıktı ?
-Yok abi burada birileri senin sandalı almış kullanmış,kıyıdada bırakmışlar,batıda almış götürmüş.hemen atladım gittim,kıyıda duran her şeyi süpürmüş batı.Kıyıda o kadar çok enkaz varki,parçaları elime alıp inceliyorum,belki renginden işaretinden tanırım diye.250 mt. doğusunda bir anda yolun altındaki bir çekekte buluyorum sandalı ,nasıl sürüklendiyse artık.Yarı yarıya kadar kuma gömülmüş,bir insan oğlu bulmuş çekmiş içeri diyorum.Yakındaki inşaattan hemen 2 işçi bulup başlıyoruz kumları atmaya,sonuç ortaya çıkıyor boydan boya yarık var.yarıkta öyle böyle değil baya arası açık,diğer taraftada çıkıyor aynı yarık.Yinede belki kurtarırız diye bir skodaya yükleyip arkadaşım olan aldığım yerliyurt firmasına götürüyorum.Durumu anlatıyorum batıda 250 mt. sürüklenmiş diye.Bakıyor vay be diyor bizim kayıklar yinede sağlammış,baksana tam parçalanmamış >:(
Yahu diyorum olurmu bunun tamiri .
Yok diyor bundan olsa olsa senin çiftliğe tavuk kümesi olur,yapsak bile sağlam olmaz,zaten çokda maliyetli olur,yenisini al daha iyi olur diyor.
Napalım yazlık yerde sandalsız da olmuyor,alacaz artık yenisini.
Bu bana batı kaçağının verdiği ilk zarar.
Nerden bilim 2.sinin daha büyük zarar vereceğini.
Tabi aynı kayıktan bir tane daha aldım.Oda kesmedi haliyle ,denizcilik bulaşınca 1 sene sonra 7.20 yelkenli almaya gittiğim fuardan,5 mt. 40 hp.lik Mursan yapımı bir sürat teknesi alıp döndüm.İlk yıllar gemlik körfezi civarı,sonradan kayığı Yalova ya validenin yazlığına götürdüm.Yalovanın bitiminde deki kum iskelesinde biriyle ile anlaştım,bütün yaz tekne orada onun hem evi hem çekek yerinde.Sanırım 1993 ya da 94 yılıydı.Cumartesi sabah gidip tekneyi alıyorum ,araba orada kalıyor akşamüstüde tersi.Bazen hava iyi olacaksa tekneyi çapada yada boşta varsa tonozda bırakıyorum.Çok da önemsemiyorum,hakim rüzgar poyraz,karayel demirde tarasa,halatta kopsa sahil tamamiyle kumluk.Yine böyle bir günde kayığı geri götürmeye üşeniyorum,site iskelesinin biraz batısına demir atıp yeni aldığım halatı bağlıyorum,bayada uzun kaloma veriyorum iskeleye çok yakın uzun yüzmeden çıkıyorum iskeleye.hava çok hafif esiyor,gündüz de baya sıcak.Sitede yemek faslı ,keyif derken gece 11 e doğru inanaılmaz durgun çok da sıcak,acaba batı patlarmı diyorum.Böyle durgun ve sıcak havalarda aklıma gelir hep deprem olurmu,batı patlarmı diye.Aslında demir attığım yerde dipte bir tonoz var kuzenimin eşinin,yeğende demişti ya dayı babamın tonozuma bağlasaydın ya diye.Şamandıra yok gerçi.Tembellik işte 2 metreye dalıp halkaya bağlıyabilirdimde.
Gece 2 gibi yatıyorum,malum yaz gecesi camlar açık,bir gürütü bir rüzgar,yağmurda rüzgarla diagonel yağıyor,camın yanından damlalar yüzümde.Hafta sonu diye de yüklenmişiz likite.
Fırlıyorum yataktan sersem ,salak bir vaziyette,teknenin anahtarı bir elde fener öbür elde.Koşa koşa iskeleye geliyorum.Aklıma bıçak geliyor,teknede bir tane var ama koltuklarun altında .İskeleye geldiğimde birkaç kişide yanımda bitiyor hemen,Çapa çok sağlam aslında taradımı bilemiyorum ama yeni takdığım halat esnek halatmış sonradan fark ediyorum,teknenin kıçı iskelenin altına girmeye başladı ,tekneye atlayıp çalıştırıp tam gaz çıkmam lazım ama millet beni bırakmıyor ,ölmekmi istiyorsun diyorlar.Dalga yüksekliğ en fazla yarım mt. kadar ama girdi artık altıma ,her yükselişte bizim demir kazıklarla çakılı iskele hopluyor,kıç girdikten sonra ilk motor kapağı başlıyor çatırdamaya ,arkasından arka koltuklar kısalığından kurtardı ama ön koltukları kafalıkları gümbür gümbür vuruyor.Yinde koltuklar sağlammış,yere monte edilen civataları kırılıyor .Koltuklar içerde devriliyor.Finalde de U şeklinde olan arası alüminyum çerçeveli pleksi glas cam yüzlerce parçaya bölünüyor.Orayıda geçince burun vurmaya başlıyor,kayık nerdeyse öbür taraftan çıktı.Birisinin getirdiği büyük ekmek bıçağı ile iskele üzerine yatarak halata uzanıyorum,çelik tel gibi olmuş tansiyondan.2 darbede kesiyorum halatı,çapaya doğru bir esneyişi var,Allahtan bir yerime denk gelmedi yoksa orayıda kesip götürürdü..Bir kaç vuruştan sonra iskelenin altından da kurtuluyor tekne.sahile paralel gidiyor,resmen koşturuyorum.Yakalayamazsam Gölcük’e falan gidecek,sahile gelmeye niyeti yok.Hızını hesaplayıp teknenin bir hayli önünden giriyorum denize üstümdekilerle,zaten yağmurdan her tarafımdan sular akıyor.Zor bela yakalıyorum ama benide sürüklüyor,Su göğsüm hizasında.Neyseki birileri halatta alıp gelmiş ucunu aceleyle bağlayıp çekiyoruz kıyıya.tekne dolu haliyle 500 kg. geçiyor,hadi bir takviye kuvvet daha gelince 8-10 kişi kumsala biraz içeriye çekiyoruz zor bela.Dikkatli bakınca anlıyorum,bizim sitenin sahili bitmiş yan sitenin sahilindeyiz.Fenerle kontrol edince içi savaş alanı gibi motor bloğu ortaya çıkmışbir iki kabloda kopmuş.Gece karanlığında çokda inceleyemiyorum.Yardıma gelen herkese teşekkür edip brandasını kapatıp üzgün bir halde dönüyorum eve.Sabah erkenden hava aydınlanırken tekne başındayım,hasar kontrolü.Gerçekten berbat remot kontrolde yerde,direksiyon milide kasıyor,dönmüyor.İçerde yüzlerce kırık pleksiglas,boşaltırken elim dahi kesiliyor.Koltuklar yer yer yırtılmış.Jelkotta çizikler.Sabah enişteler,yeğenler le teknede ne varsa taşıyoruz.Yamaha servisine telefon ediyorum ,öğleden sonra gelip motoru söküp Bursa'ya götürüyorlar.Yeğenler dalıp çapayı ve halatı buluyorlar,halat esnemekten baya bir boy atıp enden kaybetmiş.Yalovaya gidip arabayı ve teknenin römorkunu alıp sahildekilerin yardımıyla tekneyide yüklüyoruz.Ertesi gün Bursaya Mursana da tekneyi bırakıyorum.Bizim yamaha servis Ali den haber geliyor,motor iyi birkaç kablo buji değiştirdik,ama orijinal kapak merkezde bile yok Japonyadan gelecek fiyatıda 850 $ diyor.En az 3 ay sürermiş gelmesi.İstersen bir kalıpçıda fiberden döktürelim ama orjinali gibi olmaz diyor.Mursanda yapılacaklar için sağlam bir fatura çıkarıyor.Ehh bu seneyi kapattık,kaldık yine bizim 3.75 sandala.Ne diyelim cana gelmedi ya.
3 ayda gelir dedikleri kapak tamı tamına 8 ayda geliyor.
Kısacası Batı bana fena battı. ;D
Bunların haricinde 2 kerede denizde Mudanya-İstanbul arası çalışan gemilerde yakalandım batıya.Yıllarca herhafta en az 1 kere İstanbul’ a iş için gidince denk gelmemek imkansız zaten.
Bir tanesi baya korkunçdu.80 li yılların sonu meşhur Ankara feribotu(Eskiden 70-80 lerde Akdeniz turu yapılırdı.Şu an Hindistan ana karasıyla adaları arasında çalışıyormuş) koca bir gemi,o güne kadar Mudanya –ist. Hattında çalışan en büyük gemi.Her hafta gidince mürettebatta aynı,arkadaş oluyorsun.genelde hep bar kısmında yukarda otururduk gidiş ve dönüşte.Sabah 7.30 da Mudanyadan kalkardı hep.Yine bir yaz günü hava sakin,Bozburun bile sakin,Esenköy açıklarında yine karabulutlarla yağmurla bindirdi.Bu sefer dalga yüksekliğide vardı,buna rağmen kaptan dalgaları tam iskeleden bordadan almaya devam ediyor.Yalpaya düşmeye başladık,barda çalışan görevli eski.Ya bunlarda bir şeymi ,akdenizde ne havalar gördük ne koltuk kaldı yuvarlanmayan nede bardaki şişeler bardaklar dedikten 3-4 dakika sonra öyle bir yalpaya düştük ki bütün bar yere indi.daha fazla gidemeyeceğini anlayan kaptan sonunda rotayı değiştirdi.Gecikmeyle İstanbul saray burnuna indiğimizde herkes perişandı.Akşamına da sert poyrazlar başlayınca tüm seferler iptal.Arada yaptığımız gibi akşamına mecburiyetten karadan dönüş .
Yazarken bile gerildim,o günlere geri döndüm.İşte dostlar Batı kaçağının bana ettikleri. :'(
Sizin başınıza gelmemesi dileği ile.
-
Mustafa reisim ,
Bir nefeste okudum telefon için üzüldüm , kazasız beleasız olmasına da sevindim .
Kenan reisim ,
Paylaşttığınız için teşekkürler
-
Kenan Reisim,anılar müthiş.Bu arada nekadar eski denizci olduğunuz ortaya çıkıyor.Güzel paylaşım için teşekkürler.
-
Serkan ve Mustafa reislerim ben teşekkür ederim.
Geçmişte yaşanan denizcilik anılarını sırası geldikçe yazmak beni de Mutlu ediyor.
-
Ben yoruldum be abi okurken. Ne havaymış.
-
Teşekkür ederim Kenan ağabey. Olması üzücü ancak kanımca aktarılması gerekliydi.
-
Ben yoruldum be abi okurken. Ne havaymış.
Tiryakinin her yerdeki poseidonu benim Marmara'daki batı kaçaklarım :)
Ben bu yaşadıklarımdan bir kaç küçük hikaye çıkardım,sen bu edebiyat bilgisiyle kesin roman yazardın, o derece yani ;D
-
Teşekkür ederim Kenan ağabey. Olması üzücü ancak kanımca aktarılması gerekliydi.
Sağol Enescim,yaşanılan olumsuzlukların mutlaka yazılması gerektiğini savunurum hep.
Hepsinden çıkarılacak dersler mutlaka vardır.
Sırası geldikçe , hatırladıkça yazmaya çalışıyorum,eski yaşanmışlıkları.
Daha sırada yelkenliyle kuma oturma,ahşap bir yatla Kaya'ya çıkma ve 2 yangın tehlikesi atlatma da var. :)
-
Teşekkür ederim Kenan ağabey. Olması üzücü ancak kanımca aktarılması gerekliydi.
Sağol Enescim,yaşanılan olumsuzlukların mutlaka yazılması gerektiğini savunurum hep.
Hepsinden çıkarılacak dersler mutlaka vardır.
Sırası geldikçe , hatırladıkça yazmaya çalışıyorum,eski yaşanmışlıkları.
Daha sırada yelkenliyle kuma oturma,ahşap bir yatla Kaya'ya çıkma ve 2 yangın tehlikesi atlatma da var. :)
Kenan reisim eliniz vardıkça yazın ki bizlerde bir nebze tecrübelenelim , tekrardan teşekkürler.
-
Mustafa ağbi çok geçmiş olsun bir solukta okudum.
Kenan ağbi sizin yazınızı da okudum kaleminize sağlık.
İçimden geçen duygu şu itiraf edeyim :) 3 yıldır Marmara da turluyorum 12,kez Trilye,5 kez Marmara adasına gittim hiç batı kaçağı denk gelmedi,zaman zaman batı kaçağını okuyorum yaşayan arkadaşlardan valla itiraf edeyim canım çekmiyor değil batı kaçağını bende yaşamak istiyorum uçundan kulağından da olsa :) yazmaya anım yok :)
-
Mustafa ve Kenan Abilerim, paylaştığınız için çok teşekkürler. Bu paylaşımlar sayesinde bazı şeyler yaşanmadan neler olabileceğini hayal etme yetisi kazanıyor okuyanlar. Bizler denizin olumsuz yönlerini da paylaştıkça birbirimize faydalı oluyoruz. Yoksa denizcilik kariyeri(!) zarar görmesin diye, paylaşımda bulunmayan bir sürü insan tanıyorum ben, deniz tutmasını bile söylemiyor insanlar. Denizde kötü olay yaşanmasa , profesyonellerin başına gelmezdi hiç bir şey. Bakın aramızda Akın Reis var. Daha yirmili yaşlarında iken ortağı, ağları kurtarıcam diye, böyle bir kaçakta, koca balıkçı teknesini gömdü, hemde Akın'ın gözünün önünde, hiç bir şeyde yapamadılar, ama Reis hala mutlu mesut cesurca denizlerde.
-
Kenan abi ne güzel yazmışsınız. Yaşanan olumsuzlukların , zorlukların yazılması konusunda göstermiş olduğunuz hassasiyeti önemsiyorum.
-
Önceki iletimle ilgili ufak bir düzeltme yapayım. Mustafa Abiye de geçmiş olsun tabiî ki. Sağolsun, denizden korkmak gerektiğini ve güvenlikle ilgili tedbirleri her zaman anlatır kendisi...
Kenan Abi, değerli deneyimleriniz için size de çok teşekkürler.
-
Arkadaşlar teşekkürler , ama kendimi Mustafa reisden rol çalmış gibi hissetmeye başladım.Bu yüzden reisimden özür diliyorum.
Konu açma özürlülüğü mü diyeyim tembellik mi demek daha doğru bilemedim,açılan konuyla ilgili bir yaşanmışlığım varsa aktarıyorum, bazen de uzatıyorum.Rahatsızlık için affola .
-
Estağfurullah Kenan Reisim.Başlık Ece Astunç Reis tarafından açılmış.Konu ile ilgili yazacakları olan tüm reislerin katkısı olması ne kadar güzel.
Aslında ben de o anda hissettiğim korkuları,paniği,ya yanlış yapıyorsam endişesini yazdıklarıma eklemediğim için rahatsız oldum.Hatta ilk bahsettiğim dostlara 'bir kaçak geçirdim ama başkalarını korkutmamak için yazmak konusunda endişeliyim.'dedim.Ama yazımda mutlu son ağır bassın istedim.Amaç bu durumda yapılması gerekenlerdi.Denizin üzerini ilk bembeyaz köpüklerle kaplı gördüğümde yaşadığım korku.İlk kavançada denizin kayığa atlaması sırasındaki paniğim.İkinci kavançayı atmadan önceki ya bu sefer beceremeyip batarsam endişem yazıya hiç yansıtılmadı.
Küçüğün palpa liman havada dahi seyre çıkarken bütün güvenlik önlemleri yapabildiğim kadarıyla zaten alınmıştı.İç tulanilerin iskele ve sancak taraflarına bağlı 6 adet yüzdürücü balon var.Bunlar kayığın kaynamasını engeller.Ayrıca otomatik şişen 150N.luk canyeleğimi takmıştım.Her zaman olduğu gibi yanımda içme suyum,kuruyemişim, yedek giysi ve havlum vardı.
Görüldüğü gibi herşey öngörülemiyor.Motor bozulabiliyor,telefon denize düşebiliyor.Ve hiç beklenilmediği halde Batı kaçağına yakalana biliniyor.
-
Mustafa Reis, Kenan Reis, paylaşımlar için teşekkürler. Siz yaşayarak öğrendiniz, biz yaşayanları dinleyerek öğrendik. Elbette sizin öğrenmeniz daha kalıcı olacaktır.
-
Yıl 1960
Yaman Koray'ın kaleminden batı kaçağı...
Dağlaraltı iyice yakınlandığında, vakit nerdeyse öğleyi geçiyordu. Hayırsız arkalarında, Orta Kanalda, o kadar çok «eğlenmişti» millet. Bir zaman da, oralarda dolaştılar . . . İki üç kayıktan fazla, balığa saldıran olmadı. Onların da hepsi vuramamıştı galiba. Saat ikiyi geçiyordu .
- «Abi» diye seslendi Osman dümenden. «Baksana. o ne öyle?»
Havayı gösteriyordu; Trakya dağlarının batı taraflarında, tepelerin Gaziköy üzerine doğru hafif bir alçalış yaptıkları yerde, havada bir noktayı gösteriyordu Osman. Ahmet döndü. Onun işaret ettiği yeri görünce, dikkatle bakmağa başladı. Hemen hemen tek leke olmayan gökyüzünde, tam o noktada, tuhaf, kirli, kara renkte, küçük bir bulut belirmişti. Orada, ucu kesik gibi birden alçalan tepenin üzerinde, -ama dağdan bir karış havada- gökte asılıydı sanki.
İlk bakışta, hareketsiz görünüyordu, yerinde çivilenmişçesine. Ama her geçen saniye, biraz daha büyüyor, uzuyor, yükseliyor; bazan çok dikkatli bakınca, bu kara yumağın, kendi içinde topaç gibi bir tuhaf döndüğü bile fark ediliyordu.
- <Ah!» dedi Ahmet. «Ah ... ah, nasıl anlamadım. Neden görünmedi balıklar? Nasıl akıl etmedim? Ah ... o baş ağrısı!»
Sonra, çılgınca bir sesle aşağı bağırdı :
«Dön Osman, dön çabuk. çevir başı Marmara’ya . . . Çabuk, çabuk Tam yol ver . . . Tam yol !»
Attı kendini direkten, kayığın içine. Koştu başa. Deniz hala ayna gibiydi. O ölü dalgalardan başka hareket yoktu bu bembeyaz satıhta ... onlar da öyle hafif, öyle belirsizdiler ki . . . Yalnız ne zamandır havada, suya değercesine sürtünerek, güneşin altında gümüş teller halinde pırıldıyarak uçuşan, o iplik iplik örümcek ağları (l) biraz artmıştı. İnsanın yüzüne gözüne daha fazla yapışıyorlardı. (Çok sıcak ve durgun havalarda, kıyılardan, karadan gelip,
denizin üzerinde uçuşan bu tel tel örümcek ağları, şaşmaz barometrelerdir.)
Ahmet, elleri dolanarak. kalası söktü, içeri aldı. Bir de bağladı eğrilere, sıkı sıkı. Teknenin başını Marmara’ya çevirmiş, ama makinaya tam yol vermeğe kıyamamış Osman’ın yanına, hışımla geldi. Uzandı motora gazı sonuna dayadı, manyetonun avans kolunu da itti; Couach, saplamalarını kırıp, kayıktan dışarı fırlamak ister gibi, sarsılarak çalışmağa başladı. Benzin deposunu da taşıra taşıra doldurduktan sonra, çıktı kıç üstüne Ahmet. Osman’ın yanına oturdu. Çekti aldı, dümenin yekesini eline. Kendisine şaşkın bakan oğlana:
- «Yol kaybetmeyelim, doğru gidelim diye, aldım dümeni, dedi.
«Bir dakika, yüz metre, bilsen bizim için ne kadar kıymetli.
» Sonra daha hafif bir sesle ilave etti: <<Sıkı bas Osman, bora geliyor! Batı geliyor!»
Öteki motorlardan, havayı sezenler de dönmeğe başlamışlardı. En yolluları, dokuz on mil yapan alamatralar, yanlarından sıyrılıp geçtikçe, şaşıyordu Osman, böyle dümdüz bir denizde, arkalarından şeytan kovalıyormuş gibi kaçan koca teknelere.
Ama gerçekten şeytan kovalıyordu arkalarından!
Batıydı gelen. Batı!
Senede en fazla, iki üç kere eserdi ama . . . esti mi de ...
Bir ara, geriye bakınca, o küçük, kirli bulutun, masallarda, sihirli şişeden çıkan Arap dev misali, büyüyerek hemen hemen o taraflardaki bütün koca dağları ayaklarının altında çiğnediğini,
gölgesiyle bütün cıvar köyleri kararttığını, gitgide kabarıp şişen ellerini denize, üzerlerine doğru uzatarak, bütün gökyüzünü birden avuçlarına almak, kucaklamak istercesine
ilerlediğini, hayretle gördü.
On dakika geçmeden, o minik kara leke, göğün dörtte birini batı tarafını tekmil kapamıştı.
Tek yunus, tek balık görünmüyordu denizde. Yalnız kefken kuşları, öbür isimleri «fırtına kuşu» adlarını hatırlamış gibi, çılgınca uçuyor, boşluğu bir vahşi dansının sert çizgileriyle kesiyorlardı. Öyle sıcaktı ki hava! İnsanın yüzüne, kapağı açılmış bir fırının nefesi gibi alev alev vuruyordu. Birden rüzgar başladı. Tuhaf, anlaşılmaz, akıl ermez derecede ani bir hamleyle. Bir düğme çevrilip, bir lamba yakılmış, yahut bir parmak hareketiyle hızla dönen dev bir vantilatör işletilivermiş kadar çabuk, o kadar ani! Dümdüz deniz, bir anda buruş buruş oldu. Dalgalar şekillenmeden tepeleri kırılıp savrulmağa, uçuşmağa başladı. Bir saniye evveline kadar, halka halka, mavi mavi gerilere uzanan, motorun egzos dumanı, arkadan gelen rüzgarla, bir anda Ahmet’le Osman’ın boğazlarına doldu. Yaktı ciğerlerini. Ve bora başladı! Bora ... Batı… Marmara denizinin bu kesimlerinde hemen hemen aynı manaya gelen iki kelime : Bora başladı. Batı başladı.
Birkaç dakika geçmeden, dalgalar dev gibi oldu. Üstelik bunlar, ne lodosun «heyula» gibi büyük, upuzun ama ağır yumuşak hareketlerle ilerleyen yekpare kıvrımlarına benziyorlardı, ne de poyrazın sert, keskin, ama tam bir matematik düzenliğinde, sırayla, hesaplı, erkek gibi saldıran ordusuna! Bunlar çılgınca birbirini kovalayan, birbirinin üstüne çıkmak için itişirken bazan cihet bile değiştiren aç, kudurmuş bir canavar sürüsüydü. Mideleri kazınan, birbirini yemeğe bile razı kurtlar gibi insafsızca saldırıyorlardı. Rüzgar öylesine esiyordu ki, arkalarını batıya vermiş, gözleri gidecekleri, -bir türlü yaklaşmak bilmeyen- yere dikili, kıç üstünde oturan Ahmet’le Osman’ın kulak kepçelerini bile öne itip kıvırıyordu. Tepelerinden, onlara yiyecekmiş gibi homur homur, simsiyah bakan Arap dev, az sonra, bütün gökyüzünü kapladı. Marmara adasını bile, avuçlarında sıkmağa başladı. Altında, gölgesinde; çılgın bir deniz, üstünde, çılgınca kaçmağa çalışan yüzlerce küçük tekne, yüzlerce kıymıkla alay eden ilk kahkahaları da duyulmakta gecikmedi. Trakya dağlarına düşen yıldırımlar, o eğilmek bilmez tepelerin deldiği bulutların öfkeli şimşekleri, birbirini kovalayan çentik çentik aydınlıklar, peş peşe patlayan gök gürültüleri halinde, bütün Orta Kanalı doldurdu.
·- «Ah!>> diyordu Ahmet. <<Ah bir yağmur, bir rahmet gelse. Her taraf süt liman olur. .. Ah bir yağmur!>>
Ama işin öyle çabuk bitmeğe pek niyeti yoktu. Gecikeceğe benziyordu «rahmet>>.
Kaderim, kah geçtiği, kah geçildiği, o dehşet içinde kaçışan teknelerin hepsi gibi su almağa başlıyordu. Sağdan soldan gelen dalgaların savruntulariyle ... Osman tulumbanın başına atladı. Su basmağa koyuldu. Ahmet, dümen yekesinde kasılan, pençeleşen elinin, kıracakmış gibi sıktığı dişlerinin acısını duymuyor, gözleri saldıran dalgalarda, ustalıklı manevralar yaparak, koşup koşup üzerlerine devrilmeğe çalışan korkunç su kütlelerinin altında kalmamağa, kayığı «kapattırmamağa>> uğraşıyor, bir yandan da, pervane kırılıp kopmasın diye makina biraz daha ağıra alındığından, büsbütün bitmek tükenmek bilmeyen yolu, gözleriyle, yüreğiyle kemiriyordu.
Bütün motorlarda, en büyüklerinde bile, vaziyet aynıydı. Hepsinin içinde, olanca gayretleriyle su basan adamlar, olanca dikkatleriyle dümen tutan reisler, çok büyük denizler tekneleri sırtlarken pervane zorlanıp yahut havaya çıkıp kopmasın, şaft kesilmesin diye makinanın başında ağıra, ya da boşa almak için alesta bekleyen tayfalar vardı ve bu insanların hepsi, tek bir harekette birleşiyorlardı. Hepsi, bütün güçleri, bütün kuvvetleri, her şeyleriyle; gözleriyle, yürekleriyle, beyinleriyle, her büyük dalgada kayıkla birlikte yaylanan adaleleri, kemikleri, motorla birlikte soluyan ciğerleriyle, sanki tekneye dayanıyor, onu itiyor, yolun çabuk bitmesine, mesafeleri «yenmeğe» ortak oluyorlardı. Orta Kanalı geçip, Hayırsız’ı yakınlarken, uzun aralıklarla yüzen yediden fazla kalas saydılar Ahmet’le Osman. İşin başında, «boynuzları» sökmekte biraz gecikmiş tembellerin, yahut da bunu akıl edememiş acemilerin, bir iki dalgada kırılan «burunlarıydı», bu bir yükselip, bir alçalan kopuk kalaslar. Hayırsızı arkalarına alıp, o koca kayaların kuytuluğuna sokularak ilerlemeğe çalışırken, hızını hala arttıran havaya, bir de gerilerinde kalan yola bakan Ahmet, oraya kadar nasıl gelebildiklerine,
biraz hayret etmedi değil.
Az sonra köyün önüne geldiler. Yukarı sahil boyu müstesna, limanın aşağı taraflarını, deniz müthiş dövüyordu. Bütün Marmara seferberdi. Yaşlı, genç, eli ayağı tutan bütün erkekler, çocuklar, hatta sırsıklam eteklerinin başlarına geçmesine bile aldırmayan birkaç gözü pek kadın, -her fırtınada olduğu gibi- ekipler halinde hazırdılar kıyıda. Tekmil köyün önü, fırdolayı bütün yalı boyu, zaten kayık çekmek için kızaklar, felenkler ( 1 ), bucurgatlarla (2) doluydu.
Gelen tekneyi, bellerine. boğazlarına kadar suya batarak, daha denizde karşılıyor ...
«Hoo ... Hoop!» diyerek felenklerin üstüne bastırıveriyorlardı. Sonra da, bir dakika geçmeden kayık karaya çekiliveriyordu. Arkadan, hemen başka bir tekneye koşuyordu millet. Hep bir arada, çıkartma yapar gibi geliyordu kayıklar; içlerinde, gülmeğe çabalayan bembeyaz yüzlü adamlarla ... Ama ekipler o kadar çoktu, öylesine de süratle çalışıyorlardı ki, kimse denizde beklemiyordu. Hoş, beklemek, zaten imkansızdı ya! Biraz ağır alanı. atıverirdi deniz, karaya. Görürdü gününü . . .
Gelen çıkıyordu kızağa. Gelen çıkıyordu ... Kimse kimsenin kayığına: «Bu da kim?» diye bakmıyordu. Dost, düşman yoktu o aralık. Kimse düşünmüyordu, <<Hangisi benim kayığım? Hangisini en evvel kurtarayım?» diye. Az ötede, onun kayığını da kurtaranların bulunduğuna emindi ... Gelen çıkıyordu kızağa. Gelen çıkıyordu.
Yalnız yirmi otuz tonun üzerinde büyük tekneler, o da bazıları, karaya çekileceklerine, yukarı sahil boyundaki batıya karşı o nisbeten mahfuz, kuytu yere gelip, sıkı sıkı demir atıyorlardı.
Kaderim de o yarım limanlık yere sokuldu, sonra girdi kıyıya. Kalabalık, denizde karşıladı onları. Tam Veli Reisin evinin önüne çektiler kayığı.
Osman’la beraber, Ahmet de girişmişti kurtarma işine. Epeyce koştu sağa sola. Tam batıda, ufukta, çok şiddetli, kırmızı bir ışık belirdi birden. Bu ıslak, yapış yapış kırmızılıkla, kısa bir an her taraf aydınlandı. Simsiyah bulutların içinde aralanan incecik bir yarıktan göz atan güneş, hemen kayboldu. O deşilmiş gibi kanlı kanlı açılan yara, gene kapanıverdi. Akşam oluyordu. Dinmemişti kesinti yapmamıştı rüzgar. Büsbütün salıyordu.
Gece oluyordu neredeyse. Ortalık erkenden simsiyah kesilmişti. Tepelerindeki devin boğum boğum parmakları, şimdi aşağıya, üzerlerine doğru uzanıyordu. Kuvvetle çakan; bir müddet, bulutlar arasında, gıvıl gıvıl, sinirli sinirli koşuşup oynayan bir şimşek dizisinin ışığında. her şeylerini kaybetmiş Paşalimanlıların, az ilerde, köpük gibi bembeyaz sallanan bir hayal halinde, titreyerek, sürünürcesine uzaklaşmalarına bakan Ahmet, zor duyulur bir sesle:
- «Anlamadım!» dedi. «Gene anlamadım hikmetini be Allahım!>>
- «Ben biraz anlar gibiyim . . . >> diye mırıldandı Osman. Evlerine yollandılar.
Geceyarısına dek, saçak saçak şimşeklerin kırbaçladığı hava, kudurdukça kudurdu. Kayıkları karada olanlar, rahat uyudular. Yukarı sahil önlerine demirli, kızağa alınmamış birkaç büyük teknenin sahibi ise, başlarında Veli Reis; kıyıda, gözleri, şimşeklerin ışığıyla ara sıra yemyeşil aydınlanan, kapkara suların deli deli koşuşmasına dikili, saçları rüzgarda yolunurcasına dağılarak, bir aşağı, bir yukarı dolaştılar. Saat on bir buçuğa doğru . . . Kocaman, tek bir damla düştü gökten. Sonra bir daha . . . bir daha . . .
Kurşun gibi ağır, iri taneli, müthiş bir yağmur başladı. Tepelerden aşağı, seller aktı . Ağaçların yaprakları, filizleri, kırılıp kırılıp yere düştüler, çamurlu sulara karıştılar. Epey devam etti «rahmet.»
20 Nisan Çarşamba sabahı, gök pırıl pırıl açıktı. Deniz dümdüz. Her taraf yıkanmıştı. Mis gibi kokuyordu ortalık. Bütün tekneler dayandılar, indiler kızaklardan, açıldılar denize . . .
( 1 ) Felenk : Karaya çekilen tekneler in, üzerine basarak ilerlemeleri için omurgalarının altına uzatılan, üstleri yağlanmış, uzun yuvarlak tahta veya odun parçaları. En basit kızak.
( 2 ) Bucurgat: Teknelerin kızağa alınmasını kolaylaştıran bir araç. Etrafında dönerek dayanan adamların gücüyle çevrilen, dikine konmuş kalınca bir kütüğe, tel veya halat sarıldıkça bağlı olan tekneyi de ağır ağır, karaya çeker.