Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Ben ne BİLİM köşesi

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 1157
Ben ne BİLİM köşesi
OP: 15 Mayıs 2018, 00:20:45
Ben ne BİLİM köşesi bilime, bilim insanlarına, popüler bilim tarihine dair bilinen, bilinmeyen konulardan bahsetmek ve  kafa dağıtmak için açılmış bir köşedir. Yapacağınız  katkılar için şimdiden teşekkürler.

İlk konuğumuz Archimedes ve Sintine Pompası

Gelmiş geçmiş en büyük bilim insanlarından birisi olan büyük fizikçi ve matematikçi Arşimet, pek çoğumuz tarafından çıplak bir şekilde hamamdan fırlayıp Euroka! (Buldum!) nidaları atması efsanesi ile hatırlanır. Ama hem teorik bilimde hem mucitliği ile pratikte çok önemli işler başarmış bu efsane bilim insanının yaşamının Romalı sıradan bir askerin kılıcıyla son bulması tarihin en trajik olaylarından birisidir.

Arşimet’in günümüzde de kullanılan bir buluşu olan “Arşimet Vidası Düzeneği”   akarsu ve göllerden yüksek yerlere su çekebilmek için de kullanılmıştır. Sistem basit; bir ucu suya belli bir açıyla eğimli daldırılan borunun içinden geçen bir vidanın yukarıdan çevrilerek suyun yukarı yönde taşınması sağlanıyor. Silindir çapı, uzunluğu, vida adımları ve çevirme hızı değiştirilerek farklı uygulamalar yapılabiliyor. Hatta vidanın baş tarafına takılan kanatlarla rüzgar gücünden faydalanarak da dönüş sağlanabiliyor. Aşağıdaki videoda göreceğiniz bu sistemi Arşimet,  gerçekte ilk olarak gemilerin sintinesinde biriken suyu kolayca tahliye edebilmek için tasarlanmıştı. Sintine pompasının atası olan bu sistemin günümüzde de gemilerde kullandığını duymuştum.


Bunun dışında Arşimet geliştirdiği birleşik makaralarla gemilerin karaya çekilmesi, kaldıraç sistemleriyle gemilerin karada hareket ettirilmesi gibi tersanecilik faaliyetlerinin geliştirilmesine büyük katkılar yapmıştır. Kendisi gemi ile seyahat etmeyi sever miydi? Deniz tutmasına karşı fikirleri var mıydı bilemiyorum.  :)




Gemilerin ve gemicilerin dostu olan Arşimet’in Sirakuza’nın savunması sırasında kendi geliştirdiği aynalarla güneş ışığını Roma gemilerine yansıtarak gemileri yaktığı söylenir. Pratikte uzaktaki hareket eden gemileri yakabilmek bir ayna tasarlamak neredeyse imkansız gibi. Bu konuda geçenlerde Discovery kanalda Mythbusters (efsane avcıları) programında birkaç deneme yaptılar ve başarısız oldular. Arşimet Efsanesi anlatmakla bitmez...
  • IP logged
« Son Düzenleme: 15 Mayıs 2018, 00:29:18 Gönderen: Mücahit Karabaş »

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 830
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#1: 15 Mayıs 2018, 01:34:25
Mücahit Reisim, bu başlığın sanırım en fanatik takipçisi ben olurum..

Çok iyi düşünmüşsünüz.. Tebrikler..
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 830
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#2: 15 Mayıs 2018, 01:59:44
Dünyanın Çevresini Ölçen İlk İnsan: Eratosthenes



Üzerinde yaşadığımız Dünya’nın boyutlarını ölçebilmeyi başarmış olan ilk insan M.Ö. 276 Yılında Bügünkü Libya’da doğmuş olan Yunanlı bilim insanı Eratosthenes’tir.

Eratosthenes, ömrünün neredeyse tamamını geçirdiği Antik Yunan’daki en büyük akademik kürsü olan İskenderiye Kütüphanesinin Baş Kütüptanecisiydi. O sıralarda İskenderiye Kütüphanesi tartışmasız olarak Dünya’daki en saygın bilim merkezlerinden biriydi.

Kütüphane deyince hemen hepimizin aklına ilk önce herkesin çıt bile çıkarmadan önündeki kitapla ilgilendiği ve etrafta sürekli ses çıkaranları uyaran asık suratlı görevlilerin kol gezdiği yerler gelir öyle değil mi? Halbuki İskenderiye Kütüphanesi birçok bilim insanının ve öğrencilerin bir araya gelip fikir alışverişinde bulunduğu ve beyin fırtınalarının had safhalara çıktığı çok canlı bir kütüphaneydi.

Eratosthenes, bu sıralarda daha aşağılarda Güney Mısır’da Siyene denen şehirde çok ilginç bir kuyunun var olduğunu öğrendi. Bu kuyu her yıl 21 Haziran tarihinde en dip noktasına kadar Güneş alarak aydınlanıyordu. Güneş bu tarihte en tepe noktada oluyordu ve Güneş ışınları bu kuyuya tam dik olarak düşüyordu.

Eratosthenes, Güneş ışınlarının İskenderiye ve Siyene’ye aynı şekilde düşmediğini ve bunun sebebinin de Dünya’nın eğimli bir yapıda olması ile alakalı olduğunu biliyordu.

Yine bir 21 Haziran tarihinde Eratosthenes, Güneş tam tepe noktasındayken İskenderiye’de yere bir çubuk dikti ve Güneş ışınlarının çubuğa tam dik ulaşmadığını ve yerde 7 derecelik bir gölge oluşturduğunu farketti. Buradan yola çıkarak Dünya’yı bir daire olarak düşünen Eratosthenes, İskenderiye ile Siyene arasındaki mesafenin Dünyanın merkez noktasında da 7 derecelik bir açı oluşturması gerektiğini düşündü. Dairenin toplam açısı 360 Derece olduğuna göre 7 derecelik bir açı 50 de 1 lik bir parça anlamına geliyordu.



Daha önceden İskenderiye ile Siyene arasındaki uzaklığı ölçen Eratosthenes bu mesafeyi yaklaşık olarak 5.000 Stad olarak bulmuştu. 1 Stad o zamanlar yarışların yapıldığı standart bir ölçüydü ve yaklaşık 185 Metre kadardı. Eratosthenes, 5.000 Stadlık mesafeyi 50 ile çarparak Dünyanın çevresinin 250.000 Stad olduğunu hesapladı yani 46.250 km.

Peki İskeneriye ve Siyene arasındaki uzaklığı nasıl ölçmüştü? Çok basit; bir adam tuttu ve bu mesafenin “kaç adım” olduğunu saydırdı.

Bugün Dünyanın çevresinin tam doğru ölçüsünün 40.100 km olduğunu biliyoruz fakat buna rağmen Eratosthenes, çağının şartlarına rağmen bu kadar basit bir matematik ve geometri hesabı yaparak % 15 lik bir sapmayla bile olsa bu denli yakın bir ölçüm yapabilmiş ve tartışma götürmeyecek bir şekilde gerçek bir üstün zeka örneği olduğunu kanıtlayarak tarihteki yerini almayı başarmıştır.

Bize de ancak bu değerli bilim insanını saygıyla anarak önünde şapka çıkarmak düşer efendim…

Sinan DUYGULU
http://www.kozmikanafor.com/dunyanin-cevresini-olcen-ilk-insan-eratosthenes/


  • IP logged

  • *
  • İleti: 929
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#3: 15 Mayıs 2018, 10:46:11
Mücahit Reisim, bu başlığın sanırım en fanatik takipçisi ben olurum..

Çok iyi düşünmüşsünüz.. Tebrikler..

+1 Mücahit kaptanım
  • IP logged
"...parce que je suis heureux en mer et peut-être pour sauver mon ame..." - Bernard Moitessier

  • *
  • İleti: 929
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#4: 15 Mayıs 2018, 10:47:37
Eratosthenes benim de bilim kahramanlarımdan biridir Eyüp kaptanım. Hala dahi dünyanın şeklini tartışan olduğu bir dünyada bunu iki tane çubuk ile ölçmeyi başarmış, antik Yunan aklının bana göre en çarpıcı temsilcisidir.
  • IP logged
"...parce que je suis heureux en mer et peut-être pour sauver mon ame..." - Bernard Moitessier

Z

Ziya Gunes

Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#5: 15 Mayıs 2018, 11:09:57
O aktarıcı günümüzde böyle de olmuş

  • IP logged

  • *
  • İleti: 592
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#6: 15 Mayıs 2018, 11:21:59
Mücahit Reis, iyi ki açtın böyle bir konu...

Merakla takipteyim...  :)xx
  • IP logged

C

Cem Eğrikavuk

Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#7: 15 Mayıs 2018, 12:54:32
1600 yıl sonra, Kolombus, üçüncü seferinde hala Cubas adasını duyunca "aha, Caponyaya ulaştım" diyebiliyordu...
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 830
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#8: 15 Mayıs 2018, 14:48:12
Jüpiter’in uyduları dünyayı nasıl değiştirdi?


Jüpiter ve en büyük doğal uyduları (NASA) Jüpiter'e en yakın olandan başlayarak Io, Europa, Ganymede, Callisto.

Galileo Galilei (1564-1642), teleskopuyla Jüpiter’in uydularından dördünü keşfettiğinde, dünyamızın kutsallığı fikrini sarsıntıya uğratmıştı. Çünkü o zamana kadar dünyanın evrenin merkezi olduğu ve diğer tüm gökcisimlerinin onun etrafında döndüğü kabul ediliyordu. Bu kabul, dünyamıza biriciklik, yücelik ve kutsallık gibi özellikler atfedilmesinin temelini oluşturuyordu.

Galilei’nin yeni icat edilmiş olan teleskopu güçlendirerek 1609 yılında gökyüzüne çevirmesiyle, astronomide yeni ve büyük bir tarihsel çağ başladı. Galilei ilk olarak Kasım 1609’da Ay’ı gözledi ve Ay yüzeyinde dünyadaki dağları ve vadileri andıran pürüzleri saptadı. Ay yüzeyi, Aristoteles’in ileri sürdüğü gibi pürüzsüz ve mükemmel değildi.

Galilei, Ocak 1610’da da Jüpiter’in ona en yakın ve en büyük dört uydusunun varlığını keşfederek çok büyük bir bilimsel devrimi daha gerçekleştirmiş oldu.


Galileo Galilei’nin 1610’un Ocak ayında aldığı gözlem notları. Jüpiter’in çevresinde yıldız gibi çizilmiş cisimlerin zamanla konum değiştirdiğini gözleyen Galilei, bu değişimi takip ederek Jüpiter’in çevresinde döndüklerini keşfetti.

Jüpiter’in uydularının varlığının gösterilmesi, Avrupa’da gerçekten büyük bir düşünsel sarsıntı yarattı. Çünkü bu keşif, dünyanın evren içindeki o güne kadar geçerli olan pozisyonuyla ilgili büyük otoritesini sarsıyordu. Yüzlerce yıl boyunca evrendeki tüm gökcisimlerinin dünyanın etrafında döndüğüne inanan insanların, Jüpiter’in etrafında da dönen gökcisimlerinin varlığına inanmaları kolay bir şey değildi. Galilei’nin teleskopunun merceklerinin hileli olduğunu düşünenler bile vardı. Galilei bu tür kuşkuları gidermek için onlara önce iyi bildikleri başka bir şeyi teleskopuyla gösteriyor, daha sonra teleskopunu Jüpiter’e çeviriyordu.

Galilei’nin Jüpiter’in uydularını keşfetmesinin, düşünce ve bilim tarihinde büyük etkileri oldu.

Öncelikle, yüzlerce yıllık önyargıları kırarak Dünya’nın, evrende benzerleri de bulunan ve gerçekte sıradan bir gökcismi olduğu düşüncesini doğurmasıdır. Bu zihniyet değişikliği, büyük düşünsel dönüşümlere yol açmıştır ve insanlık tarihindeki entelektüel gelişim sürecinin en önemli dönüm noktalarından birini oluşturur.

İkincisi, bu keşif, teknolojiyle bilim yapmanın büyük çağının başlamasında bir etken olmuştur. Teleskopun icadından sadece birkaç yıl sonra mikroskop icat edildi. Bu durum bir tesadüften ibaret değildir. Teleskopun sarsıcı etkisinin sonucudur. İcat icadı ve keşif keşfi doğurur. Ayrıca icat keşfi, keşif de icadı doğurur. Galilei’nin Jüpiter’in uydularını keşfetmesi sırasında ve sonrasında bu gerçeklerin hepsini birden görüyoruz.

Üçüncüsü, Galilei’nin Jüpiter’in uydularıyla ilgili keşfinden 66 yıl sonra Danimarkalı astronom Ole Romer (1644-1710), Jüpiter-Dünya-Güneş doğrultusu ile Jüpiter-Güneş-Dünya doğrultusunda Jüpiter uydularının dünyadan saptanan tutulma anlarından ve dünyamızın Güneş’e olan uzaklığının biliniyor olmasından yararlanarak ışığın her iki durumda dünyaya ulaşma süresinin arasındaki farkı hesaplayarak ışık hızının değerini yaklaşık olarak hesapladı. Bu değer, bugünkü bildiğimiz değerin yaklaşık dörtte üçü nispetindeydi. Romer’in bulduğu değerde hata payı çok büyük olmakla birlikte, bu keşif, ışığın hızının sınırlı olduğunu göstermesinden, düzeyi hakkında yeterli bilgiyi vermesinden ve daha hassas ölçme deneylerine yöneltmesinden dolayı tarihsel bir öneme ve değere sahiptir.

Romer’in keşfi aynı zamanda ışığın doğasına ilişkin çalışmaların niteliğini de değiştirdi. Aristoteles, Kepler ve Descartes ışık hızının sonsuz olduğunu düşünüyorlardı. Galilei ışık hızının sonlu bir değeri olduğuna inanıyordu, bu nedenle ışık hızını ölçmeye de çalıştı ama herhangi bir değere ulaşmanın yolunu bulamadı. Işık hızının sınırlı olduğunun anlaşılmasıyla, ışığın doğasını anlama deneyleri önem kazandı, yoğunlaştı ve ışığın doğasının keşfinde yeni sonuçlara ulaşıldı.

Günümüzde Jüpiter’in Galilei’nin keşfettiği uydularından biri olan Europa’da yaşam olasılığı araştırılıyor. Bir gün Europa’da yaşamın kanıtları ortaya çıkartılırsa, Jüpiter’in bir uydusu, yaşamın ortaya çıkış koşulları konusunda yeni bir ufuk açılımını sağlayarak belki de dördüncü büyük tarihsel rolünü oynayacak.

Jüpiter’in uydularının bilimsel gelişmeye hizmetleri bitecek gibi görünmüyor.

Osman Bahadır

https://sarkac.org/2017/11/jupiterin-uydulari-osman-bahadir/
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 1157
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#9: 15 Mayıs 2018, 18:23:39
Eyüp Reisime ve tüm reislere teşekkürler.

Antik çağda Dünyanın yuvarlak olduğunu düşünen Eratosthenes’e , sonrasında gezegenleri ve güneş sistemini açıklayan Copernig’e ve Dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen Galilei’ye selam ediyorum. Tarih boyunca bilim insanları, her yeni fikirde kendi meslektaşlarından, merkezi otoriteye kadar bir sürü engelle karşılaşmışlar. Biz artık Dünya’nın yuvarlak olduğunu biliyoruz ama bilmediğimiz veya emin olamadığımız bir sürü konu var. Aklıma meslektaşlarının muhalefetine ve saldırılarına rağmen inandığı fikirlerden vazgeçmeyen. Elli yıllık hayatını gezegenimizin gizemlerini araştırmaya adayan sonunda sahada donarak (ya da kalp krizi) geçirerek ölen bir bilim insanı geldi.


Şimdiki Konuğumuz Alfred Wagener ve Pangea (Birleşik Kıta) Teorisi

1880 doğumlu Alman bilim insanı Wagener, astronomi, meteoroloji ve doğa bilimleri konusunda yüksek öğrenim görür ve sonraında akademisyen olur. 1906 yılında Grönland’a bilimsel araştırmalar için giden Wagener, Kutup bölgesinde uçurtma ve balonlarla araştırma yapan ilk kişi olur. Almanya’ya döndükten sonra akademik çalışmalara devam eder. 1912 ‘de tekrar Grönland’a gidip döner ve aynı yıl yayınladığı  “Kıta ve Okyanusların Kökeni” isimli eserinde Dünyamızın 200 milyon yıl öncesine tek bir kara parçasından oluştuğunu, daha sonra tek parçanın ayrılarak kıtaları oluşturduğunu iddia eder. Teoriye Pan-Gea (yunanca tek – Dünya) ismini verir. Bu fikri desteklemek için güney Amerika ve Afrika kıyılarındaki kaya oluşumlarının aynı olduğunu dağ sıralarının aynı hizada devam ettiğini ve her iki kıyıdaki fosil örneklerinin bir biriyle örtüştüğünü gösterir. Kitap 1922 yılında İngilizceye çevrilir ve başta kendi  meslektaşları tarafından linçe uğrar.
 
"Şerefsiz, çürümüş !"  Dönemin en prestijli kurumlarından birisi olan Amerikan Felsefe Derneği başkanının tepkisidir.
 Başka bir Amerikalı bilim insanı, "Eğer bu hipoteze inanacaksak, son 70 yılda öğrendiklerimizi unutmalıyız ve baştan başlamalıyız" der
 Bir İngiliz jeoloğu, "bilimsel düşünceye saygısı olan hiç kimsenin böyle bir teoriyi desteklemeye asla cesaret edemeyeceğini söyler.



Wagener, kıtaların su içinde buzdağları gibi yüzdüğünü öne sürdüğü derin deniz tabanını oluşturan volkanik bazalttan farklı, daha az yoğun bir kayadan (granit) yapıldığına dikkat çeker. Dağ sıraları için daha makul bir açıklama yapar. Kıtaların yatay ve düşey hareketi nedeniyle kıvrımlı yüzeylerin sıkışması sonucu dağların oluştuğunu ve  genellikle bir kıtalardan denize doğru dik geldiğini söyler.

Ayrıca, Afrika ve Güney Amerika'yı birbirine bağladığınızda, dağ sıralarının (ve kömür yataklarının) her iki kıtada kesintisiz olarak çalıştığını da belirtir.“ Bir gazetenin yırtılmış parçalarını kenarları ile eşleştirerek yeniden birleştirdiğinizde baskı çizgilerinin düzgün bir şekilde akıp gitmediğini kontrol edin. “ demiştir.
Uluslar arası jeolojik topluluğun Wegener'ın teorisine verdiği tepki, militanca ve düşmanca idi.  Amerikalı jeolog Frank Taylor, 1910'da benzer bir teori yayınlamıştı, ancak meslektaşlarının çoğu bunu görmezden gelmişti. Bilim çevrelerinden gelen baskı nedeniyle Wagener alman üniversitelerindeki işini kaybeder ve Avusturya’da Grazz üniversitesinde Jeofizik ve Meteoroloji Profesörü olur.


Kıtalara göre fosil dağılım haritası



Fosiller ve jeolojik kanıtlar, kıtaların çoğunun günümüzde olduğundan çok farklı iklimlere sahip olduklarını göstermekteydi.  Wegener, kıtasal sürüklenmenin bu iklimsel bulmacaların anahtarı olduğunu düşünür, kendisine inana bilim insanlarından birisi olan Vladimir Koppen ve Wegener paleo-coğrafik haritalarda eski çölleri, ormanları ve buz tabakalarını çizerler.  Bir yap bozun  parçaları gibi , geçmiş iklimlerin basit, makul resimlerini üreterek bütünü tamamlanmaya çalışılıyordu  Ne yazık ki, Wegener'in  Permo-Carboniferous buzul çağı hakkındaki açıklamaları eleştirmenlerini bile etkilemiş olsa da, destekleyici kanıtların geri kalanının büyük bir kısmı o zamana kadar geniş çapta tanınmadı.  Sonuç olarak, jeologların büyük çoğunluğu Pangea teorisini kabul etmez ve “Panpoetry” diye dalga geçerler.

Genel redde rağmen, Wegener'in teorisine inanan ve bu konuda çalışan bilim insanları da olur. 1950'lerin ortasından başlayarak, paleo-manyetizma ve oşinografide bir dizi onaylayıcı keşif, sonunda bilim adamlarının çoğu kıtaların gerçekten hareket ettiğine ikna oldular.  Dahası, Wegener'in öngördüğü gibi, bu hareketin, Dünya'nın coğrafyasını yeniden düzenlerken, dağların oluşumu, depremler, volkanik patlamalar, deniz seviyesindeki dalgalanmaların büyük ölçekli bir sürecin parçası olduğunu buldular.

Jeologlar, gezegenin dış kabuğunu oluşturan büyük hareketli plakalara  "plaka tektoniği" adını verdiler.  Bu levhalar hem kıtaları hem de deniz tabanını taşıyorlar, ancak deniz tabanından farklı olarak, daha az yoğun olan yüzer kıtalar, Dünyanın mantosuna girmeye karşı direniyor.  Böylelikle, önemli detay farklılıklarına rağmen, Alfred Wegener ana kavramlarının çoğunda haklıydı.  Levha tektoniği, birçok paleo-coğrafik rekonstrüksiyonunun doğruluğunu da doğrular.

Levha tektoniğinin bulunması ile, Wagener'in teorisi, bilimsel fikir birliği bulunmamasına rağmen neredeyse evrensel olarak kabul görmüştür.  Üst mantonun erimiş magmalarındaki konveksiyon akımlarını  Wegener kitabının 1929'daki baskısında tartıştır. Adamımız, ölümünden on yıllar sonra hak ettiği itibarını geri kazanır.



Wagener yıllar boyunca dalga geçilmesine ve sert eleştirilmesine rağmen Dünya’yı araştırmaktan vazgeçmez. 1930 yılında son defa Grönland’a gider. Çalışmalarına devam ederken, kendisinden haber alınamaz. 1931 yılının 12 Mayıs günü cesedine ulaşılır. Bundan tam 87 yıl önce hayatını adadığı bu coğrafyada defnedilerek doğa ananın koynuna emanet edilir.

Kaynak: "Büyük Çekişmeler" Tübitak yayınları, Wikipedi ve bir kaç farklı yayın.
  • IP logged
« Son Düzenleme: 15 Mayıs 2018, 18:34:27 Gönderen: Mücahit Karabaş »

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 830
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#10: 15 Mayıs 2018, 22:00:58
Neptün’ün Matematikle Keşfi


Neptün'ün varlığını tahmin ederek konumunu hesaplayan İngiliz matematikçi John Couch Adams (1819-1892) ve Fransız matematikçi ve astronom Urbain Le Verrier (1811-1877)

Alman astronomu Galle, 23 Eylül 1846 gecesi teleskopla Neptün’ü ilk kez gözlemişti. Fakat Neptün’ün varlığını, Fransız matematikçi Le Verrier daha önceden matematiksel hesaplarla haber vermişti.


Neptün, NASA Voyager. Voyager’ın kamerasının yeşil ve turuncu filtre ile 1989’da çekmiş olduğu fotoğraf

Neptün gezegeninin varlığının ve yerinin önce matematiksel olarak, sonra da gözlemle keşfedilmesi, matematik ve astronomi tarihinin ve genel olarak da bilim tarihinin en önemli olaylarından biridir. Çünkü matematiğin ve astronomik gözlemin bu çakışması, bilimsel çıkarımlar ile gözlenebilir gerçeklik arasındaki uyumun mükemmel bir örneğini oluşturuyor.

Einstein, “evrenin en anlaşılmaz yanı, anlaşılabilir olmasıdır” demişti. Evrenin anlaşılabilir olması onun matematiksel olduğu anlamına geliyor. Matematiğin doğuşu, doğa bilimlerinin doğuşu kadar eskidir. Fakat doğanın dilinin matematik olduğu düşüncesinin egemen hale gelmesi, ancak Kepler, Galilei, Descartes, Huygens, Newton, Laplace gibi bilim insanlarının çalışmalarıyla oldu.

17. yüzyılın başında teleskopun icadı ve aynı yüzyılda Newton ve Leibniz tarafından diferansiyel ve integral hesabın geliştirilmesi, astronominin de büyük bir yükselişe geçmesini sağladı. Newton evrensel kütleçekim yasasını formüle etti. Laplace matematiksel analiz metotlarından yararlanarak gökmekaniğinde gelişmeler sağladı ve Lagrange’ın matematik çalışmaları da bu alana önemli katkılarda bulundu. Pertürbasyon teorisi, Güneş’in gravitasyonel (kütleçekim) alanında bulunan bir gezegenin hareketi üzerindeki diğer gezegenlerin çekim kuvveti etkisinin hesaplanmasına imkan veriyordu.

Uranus gezegeni 1781’de keşfedildi. Fakat keşfini izleyen yıllarda Uranus’un hareketinin tam bir hassasiyetle hesaplanamaması, bilinmeyen bir gezegenin onun üzerinde etkisi olabileceği konusunda bir şüphe uyandırmaya başlamıştı. Cambridge Üniversitesi’nden genç İngiliz matematikçi John Couch Adams (1819-1892) ve Fransız matematikçi ve astronom Urbain Le Verrier (1811-1877) bu konuyu araştırmaya başladılar. Le Verrier’den daha önce harekete geçen Adams, 1845’te hipotetik gezegenin konumunu tam olarak hesaplamayı başardı. Gezegenin gözlenmesi için Greenwich Gözlemevi’nde astronom olan James Challis’e başvuran Adams ondan olumlu bir cevap alamayınca bu kez gözlemevinin direktörü olan George Airy’ye talebini iletti. Fakat o da Adams’ın önerisini dikkate almadı.


Johann Galle (1812-1910)

Le Verrier ise Adams’dan iki ay kadar sonra oluşturduğu tezini sürekli geliştirdi ve 31 Ağustos 1846’da yeni gezegenin yörüngesini, kütlesini ve aktüel pozisyonunu öngören nihai hesaplarıyla gezegenin öngörülen yerde gözlemle saptanması için Paris Gözlemevi’ne başvurdu.  Fakat gözlemevinin kuşkucu ve kararsız astronomları Le Verrier’nin önerisine önem vermediler. Le Verrier çabalarının sonuçsuz kalması üzerine, iyi gökyüzü haritaları düzenlediklerini bildiği Berlin Gözlemevi’ne başvurdu.  18 Eylül 1846’da da Berlin Gözlemevi astronomu Johann Galle (1812-1910)’ye varsayımsal gezegeni gözlemesi için istek mektubu yazdı. Mektup 23 Eylül 1846’da yerine ulaştı ve aynı akşam Galle, asistanı Henri ile birlikte, Le Verrier’nin gösterdiği bölgede yeni gezegenin varlığını saptadılar.
Hipotetik gezegenin varlığını ve yerini Le Verrier’den önce saptayan Adams, Le Verrier kadar şanslı çıkmamıştı.


Fransız L’Illustration dergisinin 7 Kasım 1846 tarihli sayısında yayınlanan karikatürde Adams, Neptün’ü gökyüzünde bulamıyor ve sonra Le Verrier’in notlarında buluyor. Bugün Adams’ın Le Verrier’den birkaç ay önce benzer hesapları yapmış olduğunu fakat Greenwich Gözlemevi’nin,  Neptün’ü ilk kez gözleme fırsatını kullanmadığını biliyoruz.

Neptün’ün önce matematik yoluyla yörüngesinin belirlenmesi, sonra da teleskopla gözlenerek önceden belirlenen yerinde keşfedilmesi, gerçekten de modern bilimin en yüksek hedeflerinden biri olan, doğa olaylarının ve hatta tüm evrenin matematikle tasvir edilebileceği düşüncesinin bir kere daha ve bilime daha büyük bir güvenlik derecesi verecek biçimde gerçekleşmiş olması anlamına geliyordu.

Neptün’ün keşfi, Güneş sisteminin keşfinin tamamlanması doğrultusunda önemli bir adımdır. Fakat bundan daha önemli olan şey, teori ve matematik ile gözlem verileri arasındaki uyumun ve bağın ne kadar güçlü olduğunun bu keşifle çarpıcı bir biçimde ispatlanmış olması ve bunun bilimsel düşüncenin toplumsal güvenilirlik düzeyinin de artmasına olan katkısıdır. Bu nedenle Neptün’ün keşfinin, bilim ve düşünce tarihinde çok özel bir yeri vardır.

____________________________

Yararlanılan kaynaklar:

Jean-Pierre Verdet; Une histoire de l’astronomie, Editions du Seuil, Paris 1990, s. 231-243.
Louis de Broglie; Savants et Decouvertes, Editions Albin Michel, Paris 1956, s. 31-41.


https://sarkac.org/2018/01/neptunun-matematikle-kesfi/
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 830
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#11: 15 Mayıs 2018, 22:07:03
Eratosthenes benim de bilim kahramanlarımdan biridir Eyüp kaptanım. Hala dahi dünyanın şeklini tartışan olduğu bir dünyada bunu iki tane çubuk ile ölçmeyi başarmış, antik Yunan aklının bana göre en çarpıcı temsilcisidir.

Doğan Hocam, sizin de akademisyen, fizikçi, matematikçi olduğunuzu Gezgin Korsan forumundan yazılarınızdan biliyorum.
Bu başlığa çok değerli katkılarınızın olacağını sanıyorum, merakla bekliyeceğim.

Selamlar
  • IP logged

  • *
  • İleti: 2291
  • Hayat suda başladı...
    • Denizci Kahvesi
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#12: 15 Mayıs 2018, 22:53:50
Efsane bir köşe olmuş burası. Sağolun, varolun!
  • IP logged
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be...  Whom the sea has taken Never shall be free."

  • *
  • İleti: 929
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#13: 16 Mayıs 2018, 10:18:49
MIT'nin efsane hocalarından Walter Lewin'in derslerinden çok faydalanmıştım zamanında.
Aşağıdaki videoda denizcilerin çok işine yarayan "düğüm bilmiyorsan dola volta attır" ın fiziksel kökenini anlatıp gösteriyor. Vinç etrafına sarmamızın bütün sebebi bu.
Uzun bir ders ama doğrudan 31:30'a bakabilirsiniz.


İlgisini çekenler için de 21:30 dan itibaren 10 dakika boyunca da niye öyle olduğunun matematiğini anlatıyor. Burada şaşırtıcı olan şey ipin tutma kapasitesi sardığınız şeyin yarıçapına bağlı değil sadece kaç tur döndüğünüze bağlı. Bütün herşeyin kilidi sürtünme  :)
  • IP logged
"...parce que je suis heureux en mer et peut-être pour sauver mon ame..." - Bernard Moitessier

  • *
  • İleti: 1541
  • Bilen bilir
Ynt: Ben ne BİLİM köşesi
#14: 16 Mayıs 2018, 10:50:07
Çok iyi geldi. :)xx :)xx :)xx

46 yıl önceki denel fizik dersi aklıma geldi. ;)
  • IP logged
DeDe

 
Yukarı git