İtalya, Köylüler, John Berger ve "Kozmonotlar Zamanı" üzerine.

Başlatan Bülent Büyükdağ, 25 Nisan 2017, 16:04:00

« önceki - sonraki »

Bülent Büyükdağ

Bir sürü dil hatasını görmezden geldiniz,sağolun.  Öte yandan Kamil abinin dediği üzerine de sahiden konuşmak lazım.
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

Burak Doneray


Ahmet Kabaalioğlu

S/Y  Pruva S / Fatih / İstanbul
M/V Espadon / Fatih / İstanbul
M/V Deli Ağa  / İnebolu / Kastamonu

"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

Kenan Biçen

Her hata bir ders, ne hata biter ne de ders.(Mevlanadan denizcilere)

Ersin Böke

giderken, Roma ya daha sonra gideceğini söylediydi.. Ben şimdi merak ettim, adam bir köyünü gördü bunları yazdı. Roma'yı, Vatikan 'aki engizisyon mahkeme salonunu görünce ne yazacak.. ?

Bülent Büyükdağ

Tarihi yeniden yazmazsam ne olayım! :)

Alıntı yapılan: Ersin Böke - 28 Nisan 2017, 01:51:12
giderken, Roma ya daha sonra gideceğini söylediydi.. Ben şimdi merak ettim, adam bir köyünü gördü bunları yazdı. Roma'yı, Vatikan 'aki engizisyon mahkeme salonunu görünce ne yazacak.. ?
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

Cem Gür

Dönüp dolaşıp hepimizi boğan bu "iklime" avdet etmeden önce....
dolu dolu yaşadığına, nefeslendiğine, bir anlamda tazelendiğine sevindim.

Son katresine kadar tadını çıkart.  ;)
"İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez... İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir" diyordu Oscar Wilde.

Zafer Dedeoğlu

Kalemine , yüreğine sağlık Bülent kaptanım  :)xx :)xx :)xx

Öcal Turan

Yollardaydım , özellikle bakmadım ki tadına vararak okuyayım. Bulgaristan a döndüm bu gün ve şarap eşliğinde okudum. Her zamanki gibi çok güzel bir yazı. Eline ,yüreğine sağlık Bülent reis. :)xx
Devamı nı bekliyoruz.

Bülent Büyükdağ

#24
NUNSİYA
[/b]
İşin doğrusu adının nasıl yazıldığını bilmiyorum. Ama böyle söyleniyordu. Nunsiya. Ben hep "mama" dedim. Şahane kadın. Good Morning demekten aciz olması, bütün bir yaşamı bilmediği anlamına gelmiyor. 70li yaşlarının ortalarında.

Her nedense, hiç bir doğru açıklaması yok, bu kadını daha görür görmez, İnce Memed romanın ilk sayfaları geldi aklıma. Sanki tam orada, Dikenlidüzü'nde tanımadığı ve nereye gideceği hakkında bir fikri olmayan, yalnızca Abdi Ağa'nın zulmünden kaçıp nerede olduğunu bilmediği Dursun'un köyüne gitmeye çalışan garibe kol kanat geren Kadın'dı karşımdaki.


Bu kadınla biz her sabah sohbet ettik. İlk sabah, kahvemi makineden aldım. Koca fincanın dibine azıcık kahve bıraktı makine. Onu içtikten hemen sonra bir fincan daha hazırladığımı gördü Nunsiya. Yanıma geldi. Fincanımı elimden aldı. Makineye bir tablet, sonra bir tablet daha koydu.Fincan ağzına kadar doldu. İlk cigaramı bahçede, soğukta içtiğimi görmüş olmalı, merhamet etti, elimden tuttu, sanal babanın koltuğuna götürdü. Otur dedi eli ile. Kül tablasını gösterdi. Bu ritüel, her sabah devam etti. Sanki Montekio'da değil de, Dikenlidüzü köyünde, nereye gideceğini bilmeyen eloğlu kapıyı çalmış da, garibe el veriyor.

Hiç bir şeye kutsiyet atfetmem, hele insanlara hiç, humanizmi faşizmin beşiği olarak görürüm, ama bu köylü kadınların-orada da burada da- farklı bir kokusu var. Bu koku, bedenlerine sinen çalışmadan, akşamdan kalma soluklarından çıkmıyor... gözlerinde  sanki. Bilmiyorum, yalnızca seziyorum, sanki hep iyiler, sanki hep dünyayı hepimizden iyi biliyorlar. Ve dediğim gibi, Tanrı benim ufkumun açılması için ne gerekiyorsa yaptı. Hazırlanırken gelmek üzere, elimden tutup son anda, Berger'in kitabını çantama atıverdi:

" Şehirli kadınlar bizimkilere benzemez, bunu çok iyi bilirim.(...) Aynı biçimde yaratılmamışlardır(...) Kokuları bile benzemez.(...) başka bir şey kokar onlar. Ve o başka şey tehliklelidir"

Belki de Yaşar Kemal, en iyi romanlarını o nedenle köylüler üzerinden yazmıştır, bilmiyorum, aklım ona yetmiyor, sahiden.

Mario'nun tutkusu kentlerdeki yaşamsa, Nunsiya'nın tutkusu, işte 200 yıllık bu evi korumaktı. Ve Breger'in dediği gibi "tutku tutkudur".

Ev kesinlikle kendisinin değildi. Sanal, neredeyse çoğu köylü erkek gibi savaşmaktan ve kavga etmekten başka bir şey bilmeyen kocasının atalarından kalmaydı. Ama sanki bir tek o biliyordu, bu ev, bu çiftlik, bu ev-çiftlik-otel atalarınındı ve kendisi de birilerinin atasıydı. Böylece sönmeyen her ocağın taşıdığı kurtarıcı ruh, işte bu evde, bu eski evde yaşamaya devam edecek, kendisi de, sonrakiler için kurtarıcı ruh olacaktı. Gerçekten söylüyorum bunu,  İtalya'da gördüğüm herkes için bir masal anlatabilirim, otomobili kiraladığımız Avıs'in kadını, bıyıklarıma laf atan İtalyan polis, Refalla, Sanal Baba, yine tam Berger'in müzik, özellike akordiyon için yazdıklarını tam okuduğum sırada, hemen arkamda akordiyonunu çalmaya başlayan 1,5 metre saçlı müzisyen... hepsi için. Nunsiya hiç öyle değildi. O daha çok, masalsız, hikayesiz, yalnızca tarihi olan biriydi ve sanki bu hayatta ona hiç sürpriz yoktu. Ne bitmek tükenmek bilmeyen uykularıyla kocası, ne felaket sarhoşlukları ile Mario...

Ama, belki de atladığımız bir şey var: Kızı. Refalla. Kesinlikle Nunsiya kada güzel olmasa da, neredeyse bütün davranışları aynı. Ölmüş mü yoksa kendisini çoktan mı terk etmiş kocasının yokluğunda, annesi bütün otelin işlerini yaparken, müşterilerle konuşmak, oteli pazarlamak-4 oda- bir şeyleri düzenlemek ve Mario için sık sık özür dilemek durumunda kalan o. Miras-göreve hazırlanan Refalla!

Sabah sohbetlerimizin birinde Nunsiya, sık sık yanıma gelip, Mario, deyip kafasını salladı. Anlıyorum, dedim, Türkçe. Anladı.  Parmağımla kendimi gösterdim " erkekler" dedim. Hep böyle. Kafasını hayır anlamında salladı. Gülümsedim. Kahve makinesıne yöneldim. Yanıma geldi. Fincanı aldı, kahve doldurdu. Kitabıma baktı. Tebessüm etti. Sanal Baba'nın koltuğuna döndüm, baba gelene kadar kitabıma daldım.

Baba geldi. Şöminenin külünü süpürdü. Kovayı bahçe kapısının hemen önüne bıraktı. Bana yaklaştı. Kalkıp koltuğu ona bıraktım. Nunsiya ile göz göze geldik. Dudağını büzüştürdü. Dert etme dedim, kaş göz işaretiyle.

Bu hareketsiz, ama yine de kendisine verilen tek işi yapan adamla Nunsiya bir ömür ne yaptı bu adamla? Bu sessiz, bu dingin, kıpırdamadan sanki yüzyıl önce nasıl yaşanıyorsa öyle yaşanan bu evde ne yaptı?

"Yangınların ve büyük çağlayanların ortak yanı vardır. Çağlayanda rüzgar suyu püskürtür, yangın da alevi; kayaların yüzeyinden su damlar,(...) yanan şey dağılır.(...) Ama hem çağlayanın hem yangının merkezinde sürekli bir dinginlik vardır. Bu dinginliktir felaket.

Öyle bir iletişim kuruldu ki Nunsiya ile aramızda, buna hiç bir anlam veremiyordum. Birbirimizin her söylediğini anlıyor, ne istediğimizi anlatabiliyorduk. Sanki Türkçe bilse, hayatın anlamını onu dinleyerek keşfedebilecektim.

Onun hakkında anlatabileceklerim, bu kadar. Ayrılırken, herkesle el sıkıştı, elinde çapası vardı, bana elini uzattı, iki elimi hafifçe yana açtım, parmaklarımı birbirinden ayırdım. Çapayı bıraktı, sarıldık.

Ben o yaşlı kadını çok sevdim. Gitmek isteyip de yerini bilmediğim adayı, sanki bana o gösterecekti.


Bu saatte, neredeyse hiç bir düzenleme yapmaksızın, iki dilekçenin üzerine yazdım. Dil hatalarını pas geçin. Zaten sinirliyim :)








Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

Ahmet Kabaalioğlu

Bende sabahın köründe okudum , iyi geldi, viya böle.
S/Y  Pruva S / Fatih / İstanbul
M/V Espadon / Fatih / İstanbul
M/V Deli Ağa  / İnebolu / Kastamonu

"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

Kamil Kurdoğlu

Ne diyorum biliyor musun, o dilekçeleri bırak, bunları yaz sen.Hem belki de o ada bu yazılarında saklıdır.Hep yazsan ya böyle.

Cengiz Taygaroğlu

her şeyi bir yana koydum. sadece, deniz insanı büyükdağ'dan nunsiya kadını okumak için bile olsa, burada olmaktan çok memnunum. sağ olun var olun.

Bülent Büyükdağ

Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

Oğuzhan Oğuz

Keyifle okudum teşekkürler Bülent reis. Kalemine sağlık.