Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Taş toprak ve fellukalar

  • *
  • İleti: 358
Taş toprak ve fellukalar
#15: Bugün, 16:19:03

Meşhur Han El Halili çarşısına gidelim mi? Öyle böyle değil, belki de dünyanın en büyük çarşısı. Çarşı sınırlarından girdiğiniz andan itibaren soluduğunuz atmosfer değişiyor. İçinde olduğunuz zamanı karıştırıyorsunuz. Hangi senedesiniz, yaşadığınız çağ hangisiydi, şimdi mi yüzlerce yıl öncesi mi, hepsi ama hepsi karışıyor. Bu büyülü çarşının her yerini gezip görmeniz kısa bir zaman içinde mümkün değil. Biraz Kapalı Çarşı, biraz Mahmut Paşa, azıcık İzmir Kemeraltı, azıcık da İstanbul Mısır Çarşısı, üzerine bir de kervansaray ve hanların kullanıldığı çağları ekleyin, bunların hepsinin birbirine karışmış şekli, Osmanlı’dan beri yaşayıp gelmiş bir büyük çınar Han El Halili.



Çarşı’nın en önemli köşelerinden biri de ünlü yazar Necip Mahfuz’un adını taşıyan kahvehane. Necip Mahfuz kahvesine girdim ve uzunca bir süre çıkamadım. Yemek de yiyebileceğiniz bu dükkanda her zaman olduğu gibi çay söyledim ve doya doya ortamın tadını çıkardım. Çayın yanına bir de hayatımda toplasan 3 kere içmemiş olduğum bir nargile istedim. Üç nefesten sonra kafam bir dünya, zaman mekan birbirine girmiş bir halde uçtum gittim. Bu ülkede çay meşrubat her türlü sıvıya nane ekliyorlar. Hatta bazı yerlerde çay şekerli geliyor, eğer şeker istemiyorsanız belirtiyorsunuz ki çayınız şekersiz gelsin. Bir acaip iş. Duvarda Necip Mahfuz’un elle çizilmiş resmi, mahalli giysiler içinde garsonlar, dükkanın içinde dolaşan ayakkabı boyacısı, arkalara doğru sağlı sollu açık odalarla uzanan bir koridor, pırıl pırıl parlayan bakır eşyalar, loş ve dumanlı bir hava, benim bilincimin yeryüzüyle irtibatı kesilmiş, (nargile ve çay içmekten ya da içmeyi bilmemekten midir nedendir) bir garip alemde yüzüyorum. Kapıdan o yüz yaşına merdiven dayamış yazar gelir mi acaba diye de meraktayım, sağlıklıyken burada yazılarını yazan Mahfuz’un, ben döndükten birkaç ay sonra bu dünyadan göçeceğini bilmeden… Yazarın meşhur Kahire Üçlemesi, bildiğim kadarıyla henüz Türkçe’ye çevrilmedi. Daha bekleyeceğiz sanırım. Kahvehanede ilginç bir durum daha yaşadım. Yaklaşık 60 yaşlarında, türbanlı, gayet de Kahireli gözüken, giyiminden kuşamından müslüman olduğunu anladığım bir kadın tek başına bir kenarda nargile içiyordu. Fanatik dincilerin bombalarıyla iç içe bir ülkede böyle bir özgürlük şaşırttı. Kahve kültürü bu ülkede bildiğimiz manada mı değil, yoksa benim gözler nargile sonrası açık hava sineması mı oldu emin olamadım. Gerçi sonra ayılınca fotoğraf makinemdeki kareler içinde o teyzeye rastladım, hayal değilmiş. İlginç bir yer burası vesselam.









Tayland’ta genelde heryeri yalnız gezmiştim, Kahire’de dostlarla birlikte dolaşırken fark ettim ki, herkesin selameti açısından benim böyle gezilere gene yalnız gitmem lazımmış. Gidilen yerler grubumuzdaki herkesin ilgisini eşit derecede çekmediği için, oralarda kalış zamanları bana göre üç saat ama bir başka ablamıza göre on beş dakika olduğundan, ben gene klasik huysuz hallerime büründüm. Binlerce yıllık bir duvara ben şöyle bir elimi koyup gözümü kapatıp, o taştan elime sanki o zamanlardan bir görüntü bir titreşim bir ses gelecekmiş gibi heyecanlanmam gerekirken, “aaaa şurda çok güzel incik boncukçular varrrr, koşunnn!!” durumları olunca, neyse…





  • IP logged
Yaşayıp gidiyoruz.

  • *
  • İleti: 358
Taş toprak ve fellukalar
#16: Bugün, 16:30:31
Kahire’de yapılacak en olmazsa olmaz şey ışık ve ses gösterisine katılmak. Bir gösterinin bu kadar etkileyici olabileceği aklımın köşesinden geçmezdi.



Her akşam 3-4 dilde yapılan bu gösteriyi baştan çok da ciddiye almamıştım. Çıktığımda kendime kızdım, önyargılarım ve dikkatsizliğim için. Öylesine önemsememişim ki video kameramı dışarıda bırakıp sadece fotoğraf makinasıyla girmişim içeri. Sonra tabii pişmanlıklar, pişmanlıklar. E bu kadar önemli ne vardı ki gösteride diyeceksiniz, anlatayım: Piramitler ve ünlü Sfenks’in yer aldığı Giza bölgesi malumunuz, önemli ve görülmesi gereken bir yer. Fakat gittiğinizde biraz hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Burnunuzda deve dışkısı kokuları, kulağınızda sinek vızıltıları, acayip bir koku, sürekli taciz eden seyyar satıcılar filan derken ne piramitlerin ihtişamı sizi etkiliyor ne de o kadar önemli bir atmosferde ve yerde bulunmanızın farkına varabiliyorsunuz. Tüm bunların sebebi sizin orayı “gündüz” ziyaret etmeniz. Bir türlü havasına girilmiyor, “taş toprak aman iyi işte, sıcakta bir an önce dönelim geri” ruh haliyle ortalarda dolaşırken olmuyor, olamıyor.



Gece öyle mi ya. Biletinizi alıyorsunuz, bakalım ne var ne yok diye giriyorsunuz. İlk sürpriz, İngilizce olan gösteri geçmiş, mecburen İspanyolca izleyeceksiniz gösteriyi!!??? Kara  bahtım kör talihim. Tek bildiğim İspanyolca atraksiyon var o da oleyyyy diye haykırıp pelerini boğanın önünden çekmek. Kahire’de, Allah’ın unuttuğu çölün bir köşesinden esen gece rüzgârının önünde, soğuktan tirtir titreyen bendeniz, İspanyolca anlatılan bir gösterideyim, o saatte boğa bulmam imkansız, pelerinim hiç olmadı. Zavallı üşüyen bir garip matador seni! Bir de içeri girerken kiralık battaniye verilen odayı da aşağılamıştın değil mi? “Çölün ortasında sıcaktan kavrulurken bir de battaniye kiralama işi kurmuşlar, çılgın bu Mısırlılar, zarar eder bunlar, ticari kafa yok bunlarda” diye düşünürken, geceleyin çölün soğuğunu düşünemedin değil mi?



Şaka bir yana dostlar belki de anlamadığım bir lisandan dinledim diye midir bilmiyorum, çok ama çok etkilendim gösteriden. Yüzlerce metre uzaktan piramitlerin bir düzen içinde aydınlatılması, Sfenksin gecenin karanlığında canlanması, gözlerini açıp kapaması, sadece sesle ve ışıkla yaratılan savaş sahneleri, canlanan firavunlar, çığlıklar, can alıcı sesler, sağınızdan solunuzdan uçuşan oklar, at kişnemeleri ve etkileyici, ürperten bir gösteri. Hem de perde olarak, yansıtıcı olarak kullanılanlar gerçek piramitler, gerçek Sfenks ve binlerce yaştaki taş duvarlar. Ne dendiğini anlamanız için dil bilmeniz bile gerekmiyor, ses ve ışıkla ve gizemli çöl rüzgarının yüzünüze dokunmasıyla, gündüz bulamadığınız o etkili havayı sonunda buluyorsunuz.

  • IP logged
Yaşayıp gidiyoruz.

  • *
  • İleti: 358
Taş toprak ve fellukalar
#17: Bugün, 16:44:50




İhtişam, zenginlik ve karşısında sefalet, çürümüşlük. İki ayrı uç öylesine yakın ki bu şehirde. Mesela yüzbinlerce insanın yaşadığı bir mezarlık var. Yanlış yazmadım yüzbinlerce insan mezarlıklarda yaşıyor. Hem de ölüleri gömmedikleri için alt kattaki ölülerle komşu hayatı fakirlik içinde yaşayanlar, mezarları kendine ev edenler.





Kahire’de geçen üç günden önemli manzaralar bu kadar dostlar. Ağırlıklı olarak ilk amaç Nil’in yanına gitmek, tanışmak, fellukalarla bir tur atmaktı. Gelmişken Kahire’nin başka güzelliklerine de uğramamak olmazdı. Üç günde yapılabileceklerin en fazlasını yapmaya, görülebileceklerin ulaşılabildiği kadarına gitmeye çalıştım. Fakat gerçek şu ki; bırakın üç günü otuz üç gün de gezseniz mümkün değil bitmez bu ülke. İçindeyken “ben nereden geldim bu karmaşaya” diyorsunuz ama ayrılınca, bir kere görüp gidince inanılmaz biçimde aklınız orada kalıyor, özlüyorsunuz. Kahire’nin adı sahiden de “kahrolmak”la alakalı bir kökten mi geliyor bilmem ama ismine uygun biçimde bu başşehir, içindeyken ayrı, uzaklaşınca ayrı “kahr”ediyor sizi. Nil boyunca eski Mısır’ın izini mi süreceksiniz, yoksa müslümanlık sonrası ve Osmanlı dönemindeki bambaşka Mısır’ı mı tanıyacaksınız? Ya da ben tarih marih anlamam deyip, sadece işin deniz, güneş, kum, dalış aktiviteleri kısımlarına mı yöneleceksiniz? Geleneksel parfüm sektöründen tutun, papirüs yapımına kadar birçok ilginç detay hakkında bilgi mi edineceksiniz?

Özetle bir garip alem bu memleket.



  • IP logged
Yaşayıp gidiyoruz.

 
Yukarı git