20 sene öncesinden yolculuk karalamaları. O zamanlar daha neşeliymişiz sanki.
Gelin haydi....
Yavaş yavaş Hasan Şaş (Bir Mısır atasözü)---------------
23 Nisan 2006. Neşe doluyor insan. Ruhumuz ve zekamız çocuk bayramını kutlamaya müsait. Haftasonu tatili ve çocuk bayramı birbirine geçmiş, akıl gene bir yerlere gitme ihtiyacında. Bu gitmeler zaten, bizi bitiren. Aynı yerde durası olmayan, olamayan, bir garip adem bu beden. Tayland’tan döneli bir ay olmamış, koca seyahat yetmemiş, içimdeki kurtlar hadi hadi diye bas bas bağırmakta. Karar verilmiş, takmışız içinden nehir geçen şehirlere. Bangkok sonrası bir “nehirli şehir” daha bulmamız lazım. Güneyde, uzaklarda bir yerden Kahire göz kırpmakta. Hava ve zemin futbol oynamaya müsait, zaman 23 nisan zamanları, gönül çocuklar gibi şen, ver şu elini Kahire. Nil üzerinde felluka gezisi yapıp döneceğiz gene İzmir çöplüğümüze. Toparlanın gidiyoruz!
---------------
Bu günlerde Kahire’ye İzmir’den direkt uçuşlar başladı ama geçen sene tam bir işkenceydi. Sabiha Gökçen’e İzmir’den tek uçak var. Gece yarısı varıyorsunuz, alanda sabahı bekleyip Kahire uçağına biniyorsunuz. Atatürk Havalimanını kullansanız Sabiha Gökçen’e gelmek için uçaktan fazla taksi parası ödeyeceksiniz. Atla Pasaporttan körfeze, paşa paşa yüzerek Akdenizi geç, İskenderiyeden karaya çık, deve sırtında Kahire’ye git işte, uçakmış zeplinmiş şeytan icadı bunlar.
Kendi kendimize kavga ederekten Kahire’ye vardık.
Vizeyi oraya varınca yaptırırsınız demişlerdi, bir kenarda vize nereden yapılıyor diye beklerken, yeşil gözlü bir dudağı yerde bir dudağı gökte dev bir arap amcamız geldi, iki tane pulu şlap şlap şlopss yalayıp, pasaportlara yapıştırdı. İyyy bu ne demeye kalmadan, vizemizin yapıldığını anladık. Eli çok hafif bir vizeciydi, hissetmedik bile?!
Alanda koca bir inşaat başlamış, otele transfer için otobüsleri beklerken daldım şantiyeye, açılın açılın ben inşaatçıyım diyorum bir yandan da. Öğle tatiliymiş, şantiye bomboştu, hevesim kursağımda kös kös döndüm geri. Otobüse bindik en önde kravatlı takım elbiseli bir Mısırlı oturuyor. Sonradan fark ettik ki teröre karşı bir önlemmiş. Her turist otobüsüne, kafileye, sivil giyimli silahlı bir asker eşlik ediyor.
Benim gözüm Nil nehrini arıyor, etrafta bırak nehri bir su damlası işareti bile yok. Koca koca yapılar hep aynı gri renge boyanmış, nasıl iş bu derken, gerçeği fark ediyorum: Çölün tozu tüm renkleri eşitlemiş. Burada her yer kum rengi! Daha doğrusu her şeyin üzerini kum kaplamış!
Yaşayıp gidiyoruz.