Bir önceki tekne Wharram katamaran Jaya’yı Türkiye’de 2021 yazında satıp, aynı yılın kışında Galler’de, ne kimsenin girdiği ne de kimsenin çıktığı bir "mud hole" liman olan (sadece belli med cezir şartlarında girilip çıkılabilen, iskele çevreleri kazılıp derinleştirilmiş, gerçekten de kumdaki çukur) Burry Port’da şimdiki tekne Aurantes ile yollarımızı birleştirdik. Belki de onun talihi olduk çünkü onu bizden başka oradan çıkarabilecek başka birileri olur muydu, şüpheli; üstelik satılık bile değildi garibim. Bu 1974 yapımı Sparkman & Stephens Deb 33 tank gibi kalın fiberden, bir yandan da kuğu gibi bir tekne ama, deniz tecrübesi katamaranlardan ibaret olan benim için, onunla seyir yapıyor olmak bir kuğuya binmiş olmak gibi değişik, alışılmadık birşey. Alışıyorum daha.
6 Ağustos 2022’de Falmouth, İngiltere'de başladığımız Biscay Körfezi geçişini 10 Ağustos’ta İspanya’nın kuzeybatı köşesini kaplayan Galicia bölgesindeki A Coruña’da tamamladık. Genel olarak pek keyifsiz, zorlayıcı ve yorucu bir geçiş oldu. Tekneyi henüz tam tanımamak, bunun başlıca nedeni. Hem onun hem de bizim kusurlarımız var. Onun kusuru dediğim de bizim kusurumuz aslında. Bu teknenin indirilip kaldırılabilen bir ek salması var, centreboard yani. Orsada performansı artsın, pupada stabilite sağlasın diye düşünülmüş. Eski sahibi yenisini yaptırmıştı ama alüminyumdan. Mark da alüminyumu içinde sindiremediği için (indirip kaldırmaya yarayan çelik halatla metal uyuşmazlığı olabilir, dayanıklı olmayabilir şüphesiyle) yeni salmayı birilerine bağışlayıp eski sac salmayı kullanmaya karar vermişti (şimdi çok pişman). Yalnız eski salma aşınmış, olması gerekenden 3 mm incelmiş. Biscay’ın coşkun dalgalarında pupa giderken, salma ile yuvası arasındaki bu 3 mm’lik boşluk bize azap yaşattı resmen. Salma yuvası içinde bir o yana bir bu yana salındıkça, sanki birisi alttan tekneye balyozla vuruyormuş gibi ses çıkıyor, tekne titriyor, bende manyak korkular yaratıyor (tekne şimdi ortadan yarılacak ve batacağız gibi), Mark’ı da çok endişelendiriyordu. Salmayı kaldırınca nasıl oluyor diye denedik ama teknenin iki yana devinimi arttı gibi geldi, yeniden indirdik salmayı (ama bugün geriye bakınca anlaşılıyor ki o anda yelken alanımız biraz fazlaymış da!). Bir de hava son iki günde çok sertti. Kuzeyli rüzgar 6-7, bir gece de 8 şiddetinde esti. O gece (sondan ikinci gece) yelkeni tamamen indirmeye karar verdik, azıcık da cenova açtık ki rotamızdan çıkmayalım, yol da alalım diye (ona rağmen hızımız 6-7kn civarındaydı). Böyle şartlar altında, Mark ah ben ne ettim de aldım bu tekneyi, niye yeni salmayı takmadım diye yerinerek, ben n’olur bir yere varalım sağ salim diye meteor yağmurundan medet umarak ve ikimiz de katamaran Jaya’yı özleyerek (gerçi o da bu şartlarda dalgadan dalgaya zıplayıp deli hızlara ulaşarak başka türlü dehşet yaratacaktı; biliyorum çünkü onu da yaşadık, yine Biscay’da), son gecenin de sonuna vardık. (Bir olumlu şey şu ki, alışık değilim bu tekneye, sallan yuvarlan deniz tutacak diye korkuyordum, tutmadı.) Bu şekilde İspanya’nın kuzey kıyısı boyunca açıkta esen şiddetli rüzgar bandını aşmış olduk. (Bu arada, sağolsun otopilot, ne büyük rahatlıkmış meğer! Kendisi bizim ilk otopilotumuz oluyor. Adı, Squeaky, gıcırdayıp duran anlamında..) Tanyeri ağarınca karayı gördük ve rüzgâr azalmaya başladı, çok geçmeden tamamen kaldı. A Coruña’ya kalan 20 mili motorla geçip marinaya bağlandık.
Biscay’ın ortasındayken karar vermiştik: Geri dönecektik, kalan 2600 kadar mil bu şekilde aşılmazdı. Varışımızın ilk gününde de kararlılığımız sabit, moralimiz bozuktu. İspanya’nın kuzey kıyısı boyunca adım adım doğuya ilerleyip Biscay'ı körfezin güneydoğu köşesinden kısa yolu kullanarak geri geçecek, Fransa’nın Bröton duraklarını kullanarak adım adım Manş’a varacaktık. İki gün sonra batılı güzel bir rüzgar gelince başladık planımıza. Doğu yönünde ilk muhtemel durak 40, ikincisi 80 mil mesafedeydi. Ama seyir yine pupa, salma yine aynı havada. Tekneye alttan vurdukça resmen bizim de canımız acıyor. Deneyelim bir daha diye salmayı kaldırdık. Rüzgar tatlıydı, Biscay’ın ortasındaki gibi deli değildi. Gördük ki salmanın indirilmiş ya da kaldırılmış olması pek de fark etmiyor. Sağdan sola yuvarlanma aynı yuvarlanma. Hızımız da değişmedi. Değişen şey, alttan gümleyen darbelerin olmamasıydı. A iyiymiş böyle diye diye ilk durak seçeneğimize yaklaştık. Baktık rüzgar hâlâ güzel, devam edelim bari dedik. Sonra rüzgar arttı, yuvarlanmalar da yormaya başladı. Yorulmak sorun değil de, otopilotun tekneye söz dinletemez hale gelmesi sorundu. Bir o yana bir bu yana neredeyse 20 derecelik sapmalar yelkenleri zorluyordu. Tam hah şimdi kavança olacak derken toparlıyor, sonra aynı şey yeniden başlıyordu. Çözüm tabi ki yelken alanını küçültmekti. Eski tekne bir katamarandı, direği kısaydı ve yelkeni de küçüktü. Onunla seyir yaptığımız 10 yıl boyunca çok nadiren başvurmuştuk camadana. Hadi ben neyse de, onca tekne tecrübesi olan Mark bile tek gövdeli tekneleri unutmuş. İlk camadanda rahatladı biraz otopilot, sonra baktık ikincisi de lazım. E Atlantik bu, dalgalar rüzgarla iyice bir semirip güçleniyor. Otopilot zavallım uğraşıyor ha bire. Boşver ayıbacağını deyip cenovayı da kapatınca her şey iyice bir rahatladı. Yuvarlanmalar çekilir hale geldi. Uzun lafın kısası, ben yeni birşey öğrendim, Mark da hatırlamış oldu. Ve rahat rahat kalan 40 mili de tamamlayıp geceyarısını az geçe ikinci durak seçeneğimiz olan Ribadeo’ya girdik. Bu, İspanyolların deyişiyle bir ria, yani med cezir etkisiyle haliçlere dönüşmüş nehirler; içlerindeki sağlı sollu korunaklı koylarla biz denizcilere çok faydası dokunuyor ve bir riaya girince çoğu zaman her rüzgara uygun bir köşe bulunabiliyor sığınılacak. Ama Galicia’nın bu kuzey kıyılarındaki haliçler, aşağı ria’lardan farklı olarak genişlemiş nehirler aslında; pek koy içermiyorlar ve orada burada kum sığlıkları oluyor. Akıntı yönünün de buralara girerken mutlaka hesaba katılması gerekiyor. Bizim med cezir zamanlamamız iyi oldu. Su en alçak seviyesinde, akıntı tersine dönmeden önceki durgun zamandı. Girişimiz durgun suda rahat oldu ama… demirleyemeden önce durduk. Çünkü alçak su seviyesinde sığlığa fazla yakın düşmüşüz ve kuma girdik. Ama sorun değil, su yükselecek çünkü. Bir saat kadar bekleyip yüzer hale geldikten sonra doğru düzgün demirledik. Yorgunduk ama kendimizi iyi hissediyorduk.
Burada bir hafta kaldık. Dışarıda rüzgar hep ters - kuzeydoğu - ve çok şiddetli. Dalgalar okyanus irisi. Ne İspanya’nın kuzey kıyısı boyunca doğuya gidebiliyoruz ne de doğrudan Bröton kıyılarına uzun Biscay geçişi yapabiliyoruz (bunu bile göze almıştık, yine ve yeniden). Ve hava durumu hiç değişmiyor. Rüzgar hep aynı. Ara ara yağmurlu, kasvetli bir gökyüzü. Hiç Ağustos havasına benzemiyor. İngiltere’de bile hava daha iyi. O kadar tatsız yani. Hava kurşun gibi ağır, kalpler kasvetten bağır bağır.. İngiltere’ye dönüp ne yapacağız, önümüz kış, tekneyi yok pahasına satıp (satabilirsek tabi) iyi bir zarar etmiş olacağız; yoksa karanlık kışı minicik tekne sobasıyla nasıl geçireceğiz ve nereye kadar gider bu.. Hem tekneyle Türkiye’ye gitmekten vazgeçmemize neden olan başlıca şeye çözüm bulmadık mı? Salmayı kullanmadan ve kısa seyirlerle Ege’ye varamaz mıyız? Kaç defa yaptık bunu, şimdi neden kaçıyoruz? Aklıma Hakan Öge’nin Sophie ile bizimkinden daha küçük bir teknede dünyayı dönmesi takılıyor. Biz neden ağlaşıyoruz ya? Bu bir haftanın sonunda Mark da aynı şeyle karşıma çıktı. Meğer o da düşünür dururmuş bunları kendi kendine. Ve böylece, boşver, çöpe giden gidiş dönüş 160 mil ve 10 gün olsun deyip, ilk kararımıza geri döndük. (Aslında tam çöp de olmadı, her deneyim bir kazanç sonuçta ve ayrıca tekneye güvenimizi de yeniden kazanmış olduk. 10 günlük zaman kaybına da her şeyde bir hayır vardır diyelim gitsin.) Ve ertesi gün hazırlığımızı yapıp, sonraki gün sabahın köründe demir alıp yola koyulduk (yoksa az kalsın Ribadeo nüfusuna kaydedeceklerdi bizi!)
Aynı 80 mili (bu kez batı yönünde) aşağı yukarı aynı şartlarda ama ne yaptığımızı biraz daha bilerek aldık ve yine gece yarısında, İspanya’ya ilk varış yerimiz olan A Coruña’da rahat bir koya demir attık. Başladığımız yere geri dönmüştük. Ama bir farkla: kalplerimiz kasvetle bağırmıyordu artık ve Ege’ye varmaya kesin karar vermiştik (inşallah, nasip, kısmet vs kısmı da önemli tabi ki).
Uzuuun bir giriş oldu ama macera artık başlıyor. Bu noktayı başlangıç kabul ettik (şaşmasaydık başlangıç Falmouth olacaktı ya neyse artık). İngiltere’den bir yere gitmek istiyorsan pattadanak Biscay’la başlamak zorundasın maalesef. Azar azar gidelim diye birşey yok. Biscay’da kendimizi kaybettik, sonra bulduk. Olur böyle şeyler. Ve hâlâ biliyorum ki doğru kararı verdik.