Selam büyükler, merhaba çocuklar
Bu akşam size yeni bir öyküm var
Dilim sürçerse kusura bakmayın
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var
Diyeceğim o ki kişi yetinmeli
Yaşam dediğin kısacık bir çizgi
Namus, şeref, onur hepsi güzel ama
En önemlisi helal alın teri
Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür dersen
Kaz gelen yerden tavuğu esirgemezsen
Bu kafayla bir baltaya sap olamazsın ama
Gün gelir sapın ucuna olursun kazma
En güzel pilav Dimyat'ta pişer
Yanında hoşaf ne güzel gider
Sen yan gelip yatar, karnın guruldarken
Evdeki bulgur herkese yeter
Şam ipeğinden urba giysen bile
Zemzem suyuyla yıkansan bile
Dünya ahret bir keyif sürmek için
Mutlak dökmeli helal alın teri
İnsanın bir kez ters gitmesin işi
Muhallebi yerken kırılır dişi
Kazma olmaya özenmeyin dostlar
Alın teriyle kazanan en mutlu kişi
Her şey yine duyduğum tak tak sesleri ile başladı. Ben de ne zaman tak tak sesler duysam oturup bir şeyler yazmaya bayılıyorum. Neyse ki bu defa tak tak sesleri teknenin altından gelmiyordu. Geçtiğimiz hafta sonu eşimin ailesini ziyaret etmek için Susurluk Demirkapı Köyüne gittik. Burası aynı zamanda kedimiz Bosa'nın da börtü böcekle meşgul olduğu cennet gibi kocaman bir bahçe…
Cumartesi günü bahçede dolaşırken evin arkasından bir yerlerden tak tak sesler duyunca sesin kaynağına doğru gidiyorum. Bakıyorum Kayınpederim İrfan Babam baltanın kafası ile sapını tekrar barıştırmak için sopayla balta arasına değişik metal parçaları sıkıştırmış çekiçle çakmaya çalışıyor. Kim bilir ne kadar zamandır bu işle uğraşıyor. Kendisi bir dakika boş durmayan çok çalışkan birisidir. Elindeki azıcık malzemeyle çok işler başarabilir. Ama bu defa umutsuz bir işle uğraştığı belli. Baltanın sapının ömrünü tamamladığını söyleyince bana hak veriyor. Susurluğa gidersem bunu değiştireyim diyor. Ben de hiç beklemeye gerek olmadığını baltayı bana verirse on dakikalık mesafede olan ilçeye gidebileceğimiz söylüyorum. O da bana gideceğim demirciler sokağını tarif edince daha fazla vakit kaybetmeden baltayı bagaja atıp yola koyuluyorum.
Cumartesi saat 16:00 civarı olduğu için dükkanların kapanmış olma ihtimali var. Gerçekten de ilk bulduğum atölyenin patronu Veli Usta evine gitmiş. Elemanlar dükkanı kapatıyorlar. Veli Usta'nın Kızı iki yan dükkanda Ahmet Usta'yı tarif ediyor. Arabayı onların önünde bırakıp baltayla birlikte iş yerinin önünde çayının son yudumunu içen Ahmet Usta'yı buluyorum. Güler yüzüyle derdimi dinledikten sonra baltayı elimden alıyor. Birlikte atölyeden içeriye giriyoruz. İşim gereği modern dövme tesislerine, demir çelik fabrikalarına girmeye alıştığım için bu ufak atölyenin girişi bana aynı zamanda bir zaman tüneli hissi veriyor.
Ahmet Amca, bir yandan işe başlıyor bir yandan da sohbete girişiyoruz. O zaman yetmiş yedi yaşında olduğunu şaşırarak öğreniyorum . 1962 yılında Bursa Mustafa KemalPaşa Akşam Sanat Lisesi Torna tesfiye okulundan mezun olmuş. Ben de Kayınpederimin de 5 yıl sonrasında Bandırma’da aynı bölümü bitirdiğini söyleyince daha bir yakınlaşıyoruz. Baltayı dövebilmesi için ısıtmaya başlayınca kömür dumanı atölyeyi kaplıyor. Ben çelikhanelerden alışık olsam da buram buram yayılan isten zar zor nefes alırken yine de konuşmaya devam ediyoruz. Gençliğinde aldığı bir devlet ihalesinde üç tane tren vagonun nasıl revize ettiğini anlatırken ısınan baltanın rengi de gittikçe kırmızıya dönüyor. Balta yeterince ısınınca eski sapı çekiçle çıkarıp içine soktuğu metal kalıpla birlikte dövme işlemine başlıyor. Yaşından beklenmeyen bir kuvvet ve dayanıklılıkla yaklaşık beş dakika boyunca baltayı evire çevire dövüyor.
Yerde yatan eski balta sapıyla göz göze geliyoruz. Yıllardır kimbilir kaç odun kestiler babamla… Rengi solmuş, yer yer çatlamış gövdesiyle yerde upuzun duruyor. Şimdiye kadar kırıp sobalara gönderdiği binlerce odunun ahı pek yakında tutacak, o da bir sobanın cehennem sıcağına katkı veren isimsiz bir figüran olacak. Evden çok hızlı çıktığım için kendisine teşekkür etme fırsatı bulamayan babamın adına bu emektar balta sapına teşekkür edip saygıyla yerden kaldırıyorum. Onu düzgün bir yere dayıyorum. Bir baltaya sap olabildiği için çok şanslıydı…
Ahmet Amca baltayı dövdükten sonra onu taşlayıp sivrilterek kendisini ona affettiriyor. Emektar balta şimdi ayna gibi parlayarak sırıtıyor adeta. Artık yeni sapıyla tanışma vakti geliyor. Ahmet Amca köşede duvara dayalı olan eskimiş sapı alıp makinaların arkasında bir yere koyuyor. Eski sapa çaktırmadan çuvaldaki on beş yirmi saptan şanslı olan bir tanesini alıp onu rötuşlamaya başlıyor. Arada baltayı sapa takıp ölçü kontrolü yapıyor sonra rötüşlamaya devam. Sapın baş tarafını incelttikten sonra sonunda baltayı yeni gövdesine takıp çakıyor. Artık bu baltayla yeni sapını kimse ayıramaz. Bitirim ikilimiz bundan sonra kimbilir ne odunlar kıracaklar.
Ahmet Amca tam kırkbeş dakika süren işin sonunda gıcır gıcır baltayı bana teslim ediyor. Emek ve alın teriyle geçen bu kırk beş dakika bana sanki beş dakika gibi geldi. İzlemeye doyamadım. Hakem kırk beş dakikanın üzerine uzatmaları verse de biraz daha izleseydim ne güzel olurdu. Ahmet Amcanın hoş sohbetinden öğrendiklerimi hafızamın en korunaklı bölgelerinden birisine emanet ediyorum. Gerçek bir usta ile geçen kırk beş dakika beni çok mutlu ediyor. Benim için herhangi bir alanda ustalığın tarifi çok kolaydır:
Biz zanaati yapan birisini iş başında seyrederken, o işin dünyanın en kolay işlerinden birisi olduğunu düşünüyorsan, sana bunu düşündürten o kişi gerçek bir ustadır.
Ahmet Usta bu yaşında işini o kadar severek, o kadar akıcı yapıyor ki, etkilenmemek olanaksız. Mütevazı atölyesinde şimdiye kadar yaptığı binlerce işin arasında bana yaptığı bu işi belki iki gün sonra unutacak. Ama ben onu unutabileceğimi hiç sanmıyorum. İşi teslim aldıktan sonra borcumu soruyorum. Söylediği tutar bana o kadar düşük geliyor ki, bir an kulaklarıma inanamıyorum. Elimi cüzdanıma götürürken teyit olsun diye ben de rakamı tekrar ediyorum. O da başıyla onaylıyor. Bu yaşında bu paraya ihtiyacı olduğundan değil, hala üretebilmenin verdiği mutluluk için çalıştığını bir kere daha anlıyorum.
Memlekette çalışmayı sevmeyen, iş beğenmeyen, bir baltaya sap olamayacak bir sürü genç insan varken, baltamıza sap yapan büyük usta Ahmet Amca gibi Cumhuriyet çocukları olduğunu görmek çok güzel. Böyle ustaları görünce insan kendisini bir kere daha sorguluyor. Bu yaşa gelene kadar ben neler üretebileceğim ya da üretmeye devam edebilecek miyim? Ahmet Usta, çalışkanlığı, mütevazılığı ve kadirşinaslığıyla beni çok etkiledi. İnşallah uzun ve sağlıklı bir ömrü olur, ben de bundan sonra başka bahanelerle onun atölyesini ziyaret edip kendisinden yeni şeyler öğrenmeye devam ederim.
İstanbul gibi yerlerde ustayım diye geçinen bir sürü insanla mücadele ediyoruz. Hele denizle ilgili işlerde gerçek ustaların sahte ustalara oranı çok düşük. Anadolu, Ahmet Usta gibi değerleriyle umutlarımıza beşik olmaya devam ediyor, edecek. O nedenle hikayeme rahmetli Barış Manço’nun beğendiğim o şarkısıyla giriş yapmak istedim.
Ahmet Amca'yı çalışırken kamerayla kaydettim. Aşağıda izleyebilirsiniz. Videonun sonunda beni baltayı test ederken göreceksiniz. Ama bu gerçek anlamda bir test olmadı. Çünkü kendisi de gerçek bir usta olan kayın babam sağolsun kızına hava atabilmem için bana kesmem için her zaman çürük odunları ayırır. Ben de testi o çürük odunlarla yaptım. Siz siz olun bunları kendi bahçenizde sağlam odunlarla denerken baltanızı dikkatli sallayın.
Tüm ustalara ve ister sahada ister masa başında alın teri dökerek işini en iyi şekilde yapmaya çalışan herkese selam olsun. Dilim sürçtüyse kusura bakmayın.