Yaşanmışlıktan derlemeye çalıştığım bu öyküdeki olay, deniz sevdasını felsefi olarak anlatabildiğim güçlü bir örnektir.
..................................
Yoğun bir iş günü,evrakların içinde kaybolmuş Selim’in masasındaki telefon çaldı.Sekreteri, Kemal Bey’in aradığını söylüyordu.Aynı sektörde rakip bir kuruluşun genel müdürü olan Kemal’le ortak sevdaları olan deniz dolayısıyla sıkça görüşürdü. Telefondaki heyecanlı ses “Abi,bir tekne aldım,mutlaka görmelisin.” diyordu. Selim coşkuyla peşpeşe sormaya başladı.Nasıl bir kayık,boyu,posu,osu,busu,şusu,,,. Kemal,keyifli bir kahkahanın ardından “Dur abi dur,bunlar telefonda anlatılamaz.Sen en iyisi haftasonu misafirim ol,karşılıklı iki kadeh atarken kendin incelersin.Sadece şunu söyliyeyim ; 16 m.boyunda ahşap bir yelkenli. Adı da “Nazlı”.Selim işlerden çorbaya dönmüş kafasında çakan bir şimşekle Kemal’in sözünü keserek teknenin birkaç özelliğini saymaya başladığında,beriki şaşkın bir sesle “Evet,ta kendisi.” diyebildi. Selim teknenin yerini sorduğunda ise,borda tamiratını,verniğini,direğini halledip denize indirdiğini,daha yapılacak çok işi olduğunu ve eşiyle birlikte şu an iç tadilatla ilgili teknede bulunduklarını söyledi.Selim hemen görmek istediğini iletince de “Abi,senin nice vakit fukarası olduğunu bildiğimden haftasonu demiştim.Gelirsen çok sevinirim.”diye cevapladı.Selim’in içi içine sığmıyordu.Ceketini giymeye çalışarak kapıdan fırlarken,arkadan sekreterinin “Efendim,toplantılarınız..randevularınız ? “ seslenişine “Hepsini ertele ! “ diye bağırarak arabasını çalıştırdı.Sıkışık İstanbul trafiğinde adım adım ilerlerken,yüreğindeki çırpıntıyı bastırmaya çalışıyor,40 sene önceki çocukluğunu hatırlıyordu.
Anlatılanlara göre daha yürümeyi öğrenmeden,babasının sırtında yüzmeyi öğrenmişti. Kendisini bildi bileli en sevdiği oyun alanı deniz olmuştu.10 lu yaşlarında içinde mayosuyla evden çıkar,soluğu mahalle arkadaşlarıyla beraber boğazın kıyısında alırdı.Birincil oyunları, şehir hatları vapuru iskeleden ayrılırken,tornistandan ileriye geçtiği anda arkadaki terastan köpüren kıç denizlere atlamaktı.Peşlerinden koşan çımacının sunturlu küfürlerine aldırmadan diğerleriyle suyun dayanılmaz çekiciliğine kendisini bırakırdı.Diğer bayıldıkları bir keyif ise Rumeli Hisarı’na elbiseleri saklayıp,akıntıyla beraber,Kuruçeşme’ye kadar yüzmek ve sonra yukarı çıkan bir balıkçı motorunun arkasından çektiği sandala tutunarak tekrar Hisar’a kadar yükselmekti.Bu oyunlardan yorulunca bu kez boğaz kıyısındaki tekneleri tavaf başlardı. Herbiri birer sanat eseri olan bu kayıklardan bir tanesi vardı ki onu tarifsiz duygulara sürüklerdi.Tarabya Koyu’nda alargada duran bu şaheserin adı “Nazlı” idi. Maun,pırıl pırıl vernikli bordası nazlı nazlı sallanırken saatlerce kıyıda oturur,bu olağanüstü teknenin her noktasını gözleriyle adeta içerdi.Bazen tekne denize açılırken rastgelir,dümendeki kır saçlı, sportmen yapılı tekne sahibinin ustaca koydan çıkışına,güvertedeki şık giyimli hanım ve beylerin ellerindeki kadehlere,şen sohbetlerini meze edişlerine hayranlıkla dalar giderdi.
Selim,içini ısıtan anılarından sıyrıldı.Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen yolun sonunda O’nu tekrar görebilecekti.Koşarcasına rıhtıma doğru giderken bu yorgun hayatın içinde bazen filizleniveren güzelliklere gülümsedi.Evet,işte oradaydı.Yine gencecik bir gelin gibi,ahşabın alabileceği en mükemmel görüntüyle denizde salınıyordu.Kemal,gözlerinin içinde yankılanan gülüşlerle rıhtımda karşıladı.Selim çıplak ayaklarıyla Nazlı’yı incitmekten korkarcasına yavaşca pasarelladan geçti.Kemal’in eşinin ikram ettiği soğuk biradan bir yudum alıp,gümbürdeyen kalbini sakinleştirmeye çalıştı.Bu arada Kemal tekneyi nasıl çekek yerinde gördüğünü,pek çok icra ve hacizden ötürü senelerce oralarda öksüz beklediğini,içindeki bir sürü işe yarar malzemenin çalınmış olduğunu anlatıyor,Selim kulakları uğulduyarak bu acıklı hikayeyi dinliyordu.Teknenin üzerindeki her şeye hayranlıkla bakıyor,kokpitteki göstergelerin altındaki el yapımı pirinç yazılara kadar her detaydan derinden etkileniyordu.
Geniş güvertede sohbet devam ederken lüks,siyah bir otomobilin yaklaştığını fark ettiler. Kemal heyecanla “Abi şimdi şahit olacaklarına inanamıyacaksın.” dedi ve gelen arabanın tekneyi en uzun zaman kullanmış olan ilk sahibine ait olduğunu söyledi. Çok ileri yaşlarını sürdürmeye çalışan bu zat seneler önce birçok hastalıkla beraber alzheimer’e de yakalanmış Çocukları,torunları dahil hiç kimseyi tanımıyor,dünyadan kopuk ve yarı mefluç vaziyette ölümü bekliyormuş.Doktorların önerileriyle ailesi arada bir kendisini buraya getiriyorlarmış.. Selim birden bayılacak gibi oldu.Arabadan indirilen ve çocukları olduğunu öğrendiği orta yaşı çoktan geçmiş iki kişinin koltukladıkları,zorlukla yürümeye çalışan bir deri bir kemik kalmış minicik insana kilitlendi.Sonradan çocuklarıyla kısa konuşmasında anlıyacağı üzere Tarabya Koyu’ndaki büyük denizciydi gelen.Çocukları,torunları,şöförü ve hastabakıcısından oluşan grup yaklaştıkça,Selim bu donuk bakışlı,dünyadan kopmuş insan görüntüsüne bakıyor, bakıyordu.
Teknenin arkasına geldiklerinde ihtiyar adamın hipnotize olmuş gibi boş bakan gözleri kayığına ilişti.Yıldırım çarpmışçasına ani bir sadmeyle vücudu irkildi ve buruş buruş ölü yüzü birden aydınlandı.Zorlukla oynatabildiği ağzından küçük gülücükler ve anlaşılmaz kelimeler dökülmeye başladı.Sürüklenerek getirilen adam tekneye öyle bir hamle yaptı ki neredeyse kendisini tutan çocuklarıyla beraber denize düşecekti.Misafirler Kemal’den izin isteyip yaşlı denizciyi dikkatlice tekneye bindirdiler.O ise silkinerek kendisini tutanlardan kurtuldu.3 yaşındaki bir bebeğin en sevdiği oyuncağına kavuştuğu andaki neşesiyle çığlıklar atarak önce dümene yapıştı.Hayata dönmüş zeki gözleriyle her yere aşkla bakıyor,hasretini gidermek istercesine sevgilisini elleriyle okşuyordu.Kemal’in eşi konuklarına soğuk biraları dağıtırken denizci,tek başına güverteye hoplamıştı bile.Sevgiyle direğe,yelkenlere dokunuyor,arada bir geniş bir gülümsemeyle etrafındaki insanlara bakıyordu. İşte,kaptanlığında bir sefer öncesi sevgili dostları ellerinde kadehlerle keyfe başlamıştı.Ama kimdi bunlar.Ha şu ikisini tanır gibiydi.Sanki çok eskiden onları kucağında tekneye taşımış mıydı acaba ?.Öteki ikisi de gencecik zamanına ne kadar benziyorlardı. “Aman,boşver be..”diye düşünmüş olmalıydı ki ,kendisine yönelmiş dost ve sevecen bakışlara tek tek karşılık veriyor,içkiler içildikçe gözlerinden yüzüne yayılan zevkle kesik kahkahalar atıyordu.
Ayrılık vakti gelmişti.Grup Kemal’e teşekkürlerini sunup denizciyi yakaladılar.O ise hala teknesiyle sarmaş dolaş,sevda nidalarıyla derin bir muhabbet içindeydi.Yüzündeki huzurlu ifade oyuncağı elinden çekiştirilmişçesine kızgınlığa dönüşüverdi.Kendisini tutan çocuklarına bakarak,bebeksi tepkilerle,ağlama ve feryatlarla silkinmeye çalışıyordu.Öyle ya,kendisini sevdiğinden ayırmaya çalışan bu yabancılar da kim oluyordu.Daha seyre çıkacaklar, sevgilisinin dümeninde yelkenler fora birtanesini rüzgarla buluşturacaktı.Rıhtıma ayak bastıklarında ayaklarını kaydırarak direniyor,yüzü arkada gözlerinden akan yaşlarla kayığına bakıyordu.Arabaya zorlukla bindirdiler ve çabucak hareket ettiler.Selim,yaşadığı duygu patlamasının tokatlarıyla sersemlemiş bir halde,yüzünü cama yapıştırmış olarak yanından geçen bu asırlık koca deniz kurduna çok eskiden borçlu olduğu bir denizci selamı çaktı ve havada boş kalan elini yağmur gibi boşalan gözyaşlarını silmek için yüzüne götürürken acı acı istikbalini düşündü.