Söylenecek, yorum yapılacak o kadar çok şey var ki !!!!
Filmin 23'09 limana girerken teknenin iskele tarafında rıhtıma aborda olmuş çift direkli bir tırandil var mesela. (Algıda seçicilik). Tiryaki'nin " Tırandil okyanusa çıkar mı?/ Geçer mi?" sorusuna yanıt olabilir.
"Korku bilmemekten kaynaklanır, bilirsen korkuyu yenersin" mealinde bir yorumu var Erik Aandraa'nın. Daha filmin başında kendisini, teknesini, çevresindeki denizleri 27 yıldır iyi tanıdığını, limitlerini bildiğini büyük harflerle vurguluyor.
Tekne 1980/90 yılların geniş karınlı, dar kıçlı, el yatırması, muhtemelen en az 5 santimlik et kalınlığı olan, o yılların "daşş gibin" teknelerinden biri. Yani henüz polyester tekne fabrikaları tasarımların denizcilik kalitesinden taviz vermemiş, tava kıçlı, geniş iç hacimli, yüzer lüx meskenlere dönmemişler.
Bu Norveçli Erik'i eleştirmek tümü ile olaya nereden baktığımıza bağlı. Hiç denk gelmemiş olsa da Merem, Erol, Ömer ile Marmara'da lodos seyri yapamadım, çok isterdim. Yelkenli bir teknesi olup da sadece frişka rüzgarda sahil boyu volta atmak, "piyasaya çıkmak", rüzgâr 15-20 knot'lara gelince sadece cenovayı kullanmak, hemen her havada kolayına geldiği için ana yelkeni açmamak kendine "yelkenciyim" diyenlerin tarzı olmamalı. Teknenin ve kullanıcısının sınırları içinde teknenin de yelkenin de hakkı verilmeli.
Denize mecbur deniz emekçileri dışında kalan biz yelkencilerin uzun seyirlerimizde kişisel limitlerimizi test etmemiz, kendimizi, doğayı tanıma çabalarımız belki de, artık iyice doğadan koparılmışlığımıza bir baş kaldırı, bir var olma ispatı oldu.
Fırtınada, bir yelken teknesi ile denize çıkmanın zor ve çetin bir dağ tırmanışından çok da farklı olduğunu düşünmüyorum.
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.