Konuya biraz daha farklı bir açıdan ve daha gerçekçi bir perspektiften bakmanızı öneririm. Kendi adıma, ortalama 80 yıllık ömür döngümüz ve ekonomik türlere odaklanmış kapitalist varoluş algımızın ekosistem kavramını tam olarak anlamamızı engellediğini düşünüyorum. İnsan doğanın bir parçası değil de onun efendisi ya da doğayı onun tedarikçisi olarak görmeye başlayalı beri sorunlarımız bitmiyor, bitmeyecek de...
Deniz ticaretine "level" atlatmak için açılan kanaldan gelen ekonomik türlere kimsenin itirazı yok. Ama rakı mezesi olamayan canlılar kimin umurunda? Hele ki bir de mesela balon balıkları gibi tehlikeliyse! Yahu şu fukara balon balığı bilse insanların hakkında düşündüklerini, kıçı kalkar, kendini bi halt sanır. İlk yapılan haberleri hatırlıyorum; "katil balık sularımızda!" Yahu arkadaş, ta Kızıldeniz'den beri tanırım ben bu fukaraları, daha bir kez yan bakmadılar bile. Yeme, ölme arkadaş. Sözüm ona iki kez düşünen, "homo sapiens sapiens" diye onore edilmiş bir türsün, her haltı yemeden de varolabileceğini kavrayabilmiş olman lazım. En azından sıfatın gereği. Neredeyse 25 yıldır sezon kapatmamacasına dalıyorum, hiç birisi ne yan baktı, ne oramı buramı kaptı. Hala tek parçayım çok şükür.
Nasıl olacak bu iş? Sen dünyanın tüm dengelerini bozarken, denizsuları ısınırken, kestirmeden doğuya ulaşıp daha çok sömüreceğim diye Akdeniz'i Hint okyanusuna bağlarken sorun yok; ama bu fukaralar buralara gelip de varolmaya çalışınca "büyük tehlike!".
Daha da önemlisi, sizce korumaya çalıştığınızı sandığınız deniz ekosistemi hakkında ne kadar bilgi sahibisiniz? Sadece Marmara'nın, hepi topu yarım asırlık ömrümde bilmem kaç farklı halini gördüm ben. Ekosistem size ihtiyacınız olanı sunan, programlanmış, size hizmet eden bir mekanizma mı sizce? Yüzyıl önce ne alemdeydi, bir fikriniz var mı? Bin yıl önce? Yoksa gerçekten yüzbinlerce yıldır sizin bugün gördüğünüz haliyle varolduğunu mu sanıyorsunuz?
Size basit bir örnekle anlatmaya çalışayım. Asterias amurensis, orijini itibarı ile Kuzey Pasifik Denizyıldızı ya da bizim verdiğimiz adla Mor (Obez) denizyıldızı. Balast suları ile taaa Kuzey Pasifikten başlamış yolculukları. Aynı yolla yüzyılın ikinci yarısında Marmara'ya kadar ulaşmış. Yani yine kıtalararası ticaret yollarımızla. İstanbulun neresine dalarsanız heryerde boş midye kabukları görürsünüz. İlk aklınıza gelenin aksine müsebbibi midyeciler olabilir, benim gibi. Oysa nedeni göçüp geldiği bu coğrafyada hiçbir doğal düşmanı olmadığı için kendini besin halkasının en üstünde bulan bu fukara denizyıldızlarıydı. Midyeler, yengeçler, hemen her türlü kabukluları iştahla tükettiler. 2006 yılında üzerine küçük bir araştırma yaptım ve cidden etkilendim bu canlılardan. Uzatmayayım. Belki başka bir başlıkta derlerim. 2008 yılından itibaren ortadan kayboldular. Kimse bir şey yapmadı. Mücadele yöntemi de yoktu zaten. Geldikleri gibi gittiler. Sessiz sedasız. Yerlerini Asterias rubens'ler aldı. Onlar da Atlantikten geldiler.
Aslanbalıkları da namlunun ucunda. Gerçekten alayını öldürerek mücadele edilebileceğine inanıyor musunuz? Süveyş kanalı yerli yerinde durdukça ve sular ısınmaya devam ettikçe her geleni katlederek ekosistemi koruyabileceğinize gerçekten inanıyorsanız sizin için kötü haberlerim var; ciddi bir yanılgı içindesiniz. Dahası ekosistem kavramını ne yazık ki kavrayamamışsınız. Ekosistemi korumanın yegane yolu insan etkisini minimuma indirmektir. Başkaca bir yolu yoktur.
Şu parmak kopartma mevzuunu da biraz karanlık buluyorum. Eksik enformasyonla berbat bir algı yaratılıyor ve katliamın kapısı aralanıyor.
"Clouds and winds and oceans I choose my fate to be... Whom the sea has taken Never shall be free."