3-4 sene önce Sığacık'tan Selimiye'ye iniyoruz. Didim açıklarında denizin üzeri can yeleği dolu olurdu. O dönemler Samos'un sırtlarının turuncu olduğunu hatırlarsınız. Denize atılmış, uçuşan, dalgalarla birlikte hareket eden can yelekleri. Arada sırt çantaları da görürdük.
Akşamüstü saatleri, Turgutreis'e bir kaç saat mesafedeyim.
Böyle beş on tane dağılmış bir can yeleği grubunun arasından geçiyorum. Arkadan hafif hafif gelen ölü dalgalar var, hava sakin.
Yelekler martı gibi, dalgalar ile kalkıp iniyor, onlarla birlikte seyir yapıyor. Bir tane hariç, aramızdaki mesafe o kadar kısa ki, öyle sabit duruyor. Farkettirmemeye, uzaklaşmaya çalıştım ama olmadı sadece "ölmüş mü" sorusu ve hıçkırıklar duydum. Nefes alamadım uzun süre, kavuşmak bilmedi o sevimsiz akşam üstü güneşi.
Ailesi var mıydı yanında, dün akşam ben marinada su doldururken onlar o karanlık yolculuğa mı çıkıyordu, o bitmek bilmeyen Didim körfezinin dibinde ne hayatlar var, bir sürü bir sürü soru...
Akyarlar'a demir attım. Hiç konuşmadık o akşam, erkenden yattık.
Ne zaman plajdaki uzanmış yatan o çocuk fotoğrafını görsek içimize oturur somutlaşır ya o dram. Bende hep öyle pis bir an olarak kaldı...