DÜZDÜNYA
Darwin’in evrim teorisine inanmıyorum. Onu kabul ediyorum. Bü bir inanç meselesi değil, kanıt meselesi.
Bilimin asıl işi, elinden geldiği kadar iyi bir şekilde, gerçeklikle uğraşmaktır. Fiili şeylerin ve zaman içindeki olayların gerçekliği şüpheye, hipoteze, kanıtlara ve kanıt çürütmeye, kabullenmeye ve reddetmeye konu olur; inanca ya da inançsızlığa değil. s.138
Ursula K. Le Güin, Boşa Geçirecek Vakit Yok, Hep Kitap
Geçen günlerde; dünyanın düz olduğuna inanan tarikatın varlığını, tarikatın Türkiye’deki Düz Dünya Derneği Başkanı Doğukan Özkan, dünyanın yuvarlak olduğunu ispat edene para ödülü vereceklerini açıklayan haberi okuduğumda öğrendim.
İş, bu şahsı NASA’ya davet etmeye kadar uzanmış. Konuya ilgi duyanlar bununl ailgili şeyler okumuşlardır.
Edwin A. Abbott’un 1884 yılında yazdığı Düzdünya adlı eserde, düzlem üzerinde var edilen -yükseklik boyutunun olmadığı- bir dünya kurgulanır. Olmayan bir boyutun tasavvur edilmesi kavramı paralel evrenlere, kuantum labirentlerine kadar gider. Zaten konu bu değil.
Terry Pratchett, Diskdünya adlı bir fantastik seri yazdı. Burada iki boyut değil söz konusu olan. Kahramanların yaşadıkları dünyanın düz oluşu. Kenarlarda büyük bir okyanus var ve bu okyanus uzaya dökülüyor.
Her neyse. Uzay çağında yaşadığımızı düşünürken, bilimsel buluşların hayatımızın her anına girdiği, uydularla, uzay istasyonlarıyla çevrili bir dünyada yaşarken, bu tür -aya gidilmediği, dünyanın düz olduğu gibi- hiçbir bilimsel dayanağı olmayan safsatalar neden son bulmazken daha da yaygınlaşır?
O kadar çok ulaşım-ilşetişim-bilgi var ki, hiçbirinin gerçek değerine varamıyoruz belki de. İnsanlar sürekli bir paranoya içine düşüyor, her alanda kandırıldıklarına inanmaya başlıyorlar. Diğer yandan, insanın yapısında var belki de; Anlayamadığı -anlamanın bilgi ve emek gerektirdiği- yerde çözümü, açıklamayı inanca bağlamak.
Nereye kadar gider bu?
Hiçliğe, nihilizme mi?