TAŞ, TOPRAK, GEÇMİŞ, TARİH
"Monte Alban'da, hep aynı taşlar bir yerden başka bir yere taşınarak, üç uygarlık birbirini izlemiş: Olmekierin eserlerini yıkıp yeniden kuran Zapotekler ile Zapoteklerin eserlerini yıkıp yeniden kuran Mikstekler. Eski Meksika uygarlıklarının kabartmalara işledikleri takvimleri, döngüsel ve trajik bir zaman kavrayışını yansıtır: Her elli iki yılda bir evren sona eriyor, tanrılar ölüyor, tapınaklar yıkılıyor, gökteki ve yerdeki her şeyin adı değişiyordu."
s.36
Italo Calvino - Jaguar Güneş Altında
BAZEN kafamın karıştığı oluyor; Piramitleri düşünüyorum. Binlerce ton taş, toprak, kum, içinde ağaç, demir, bakır var. Bu taşlar belki de çevredeki başka -o zamanların çok eskilerinden kalma- tarihi yapıları yıkarak alındı. Bölgedeki -şekil ve işlev olarak ne olduğu düşünülmeden- tonlarca bakır, demir toplandı, eritildi. Bu günün yedi harikalarından biri çıktı ortaya.
Uygarlıklar başka uygarlıkların yapılarını yıkarak-sökerek, varlığını talan ederek yeni oluşumlar yarattılar. Bugün, bir çivi çakmanın yasak olduğu binaları düşününce uygulamada bir aksayan taraf var gibi geliyor bana. Köyde yapılan bir evin köşesinde, Roma Döneminden kalma bir taşı gördüğümüzde, tarih bilincinden, geçmişin değerli olan varlığını korumamaktan, günün değersiz, tekdüze yapılaşmasını eleştiriye uzanan haller içerisine giriyoruz. Haklı olarak.
Acaba? Bir kavram karmaşası yok mu acaba burada?
Bu tüm kafa karışıklığının içerisine “vandallığı”, her şeyi yıkan paragöz bir kafaya, yaklaşıma anlayışla bakmam da mümkün değil.
Dünyada yaşam sistemli bir çevrim içerisinde. Canlılar ölerek toprağa karışıyor, buradan da tekrar hücreli yaşamın bir atomu, molekülü olarak başka bir yerde oluyor. Tarihi değeri olan atom yok. Büyük patlamanın ayrıcalıklı yarattığı bir tek atom duymadım.
Belki de eski olan her şey değerli değil. Sadece en değerli olanı ayırt edebilecek bir yolumuzun olmadığından her şeyi bir “tarihsel miras” şemsiyesine alıyoruz.