Belkide bu şikayet ettiğimiz şeylerin sorumluluğunun bir kısmı da toplumun ileri gelenlerinin üzerindedir.
Bir gerçek olarak toplumlarda ardından gelenlerin takip ettiği kişiler vardır. Bu ileri gelenler kendilerini takip edenlere hem yol gösterir hem de yol açar. Yol gösterir mesela denizlerimiz , yol açar mesela denizcilik ile ilgili bilgi üretimi ve üretilen bilginin aktarımı gibi. Bilgi üretimi pahalı bir şeydir. Hem para hem de vakit ister. Bizim ileri gelenler, hiç yok demiyorum, bu konuda sıkıntılı gibi.
Mesela bilgi üretimi kısmına bakalım, bizde üretilen bilginin nevi ekseri denizin kendisi ile ilgili değil hedonistik bir şey. Yatırılan para da bilginin bir başkasına aktarımından ziyade denize fazla kişinin gelmemesi üzerine. Teknelere bakın, ne kadar pahalı o kadar çok. Barınmaya bakın, marinalardaki istenen rakamlar çoğalmaya yönelik değil bilakis gittikçe daha az insan denizle ünsiyet kursun amacında. Bizdeki ileri gelenler bundan memnun olmasa bu düzen devam edemez zaten.
Sorun bizdeki ileri gelenlerin ileri gelmelerine sebep olan şeyin neliği. Elbette para önemli, ne var ki, para ileri gelmede kaliteli insan olmaktan önce gelir olunca yaşadığımız bu çorak ortam kaçınılmaz oluyor.
Bir travma yaşadık, eskisini dağıtıp yeni bir medeniyet kurma cihetine gittik. Yenisine yola çıktığımız medeniyette eskiyi zoraki lağvettik. Beyi kaldırdık, bayı getirdik. Haberi olmayanlar için bay kelime anlamıyla zengin demektir. Evet artık zengin var, ama işte ekserisi böyle. İnşallah ileri gelme durumunda insan kalitesi birinci sıraya geçince daha güzel yerlere varacağız diyorum.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
Haklılık payı var düşüncelerinizin.
Ama şunu da soralım Allah aşkına, kaç tanemiz denize ilişkin masal dinledi çocukluğunda? Şimdi hatta son 40 yıldır kıyılarda yaşayanların yüzde kaçı denizin/suyun kıyısında doğdu? Antalya dediğin alayı Konyalı. İstanbul zaten evlere şenlik. Karadeniz bile (büyük şehirleri ) yayladan inen insanla dolu. Nasıl olacak bu iş?
Evet evet o "Bay"lar, şimdi Yelken Kulüplerde bonfile yemekteler, bu doğru. İlk "Bay" dendiğinde varlıklı kişi, burjuvayı temsil ediyordu elbet. Burjuva dediğin, öyle oldum demekle olunmaz. Milyonun olsa olamazsın. Burjuva bir büyük medeniyeti, yaşam biçimini, görgüyü temsil eder.
Bir de proleter var. Onu da oldum demekle olamazsın. İnim inim inletse patron seni, olamazsın.
Bu ikisinin kavgasından muazzam işler çıkar ki, düşünüzde göremezsiniz.
Şimdi bizde durum ne? İşçin, işçi olamamış, cebinde parası olan kendini burjuvadan sayıyor. Yok annem, olmaz o iş. Olmazsa işte böyle her şeyin yarım yamalak, görgüsüz, kültürsüz, medeniyetsiz olursun. Çirkin bina, çirkin şiir, çirkin akademi, çirkin kıyılar çıkar ortaya.
O "Bay"larla "bay" olamayanlara karşı en iyi örnek, Adana Demirspor'dur. 22 yıl üst üste 17'si yenilgisiz şampiyon su topunda.
Nereli bu çocuklar? Altını çizerek söyleyelim, pek azı kolejli. Hemen hepsi ya Demir yolu işçilerinin ya Mensucat işçilerinin çocukları. Kime bilenip etmişler bu işleri? Adanaspor'a. Adanaspor neci? Çiftçilerin kurduğu takım. (Sahici derbidir o yüzden. Kırmızı Lacivert kavgası değildir yani) Bu maçların yapıldığı havuzlar nerede? Tam köşklerin ortasında. Ramazanoğulları'nın, Kumrel'in, Sabancı'nın, Toprak'ın, Has'ların ve sairelerin evlerinin tam orta yerinde! İşte gelmişler, tam orada, ben sizi, sizin oyununuzda, siz evinizde çimerken yenerim demişler. Yetmemiş, Manş'ı geçmişler, Kıbrıs'a yüzmüşler. Merak edenleriniz açıp baksınlar, Galatasaray'ın, İhtisas'ın, Fener'in hocaları kimlermiş?
İyi de bu işi kimden görmüşler, o yenmeye çalıştıkları "bay"ların çocuklarından. Peki o "bay"ların çocukları ne yapmışlar? Bu diğer çocuklarla arkadaşlık etmişler, desteklemeye başlamışlar.
İşçi, burjuvayla kavga ettiği ölçüde öykündüğünde kendini geliştirmiş. Buna diyalektik deniyor.
Şimdi olan ise, her bir farklı grubun/sınıfın/katmanın yarattığı değerleri bir diğerinin yok etmesi veya yok sayması üzerine.
Alış veriş yok!
Bunun sonucunda da tam tensip ettiğiniz gibi, "denizlerde insan sayısının azalması" istenir. Bu olmayacak. Sayı artmaya devam edecek.
Buradaki birinci soru, birbirlerini yok etmek isteyenlerin bir aradalığı mümkün müdür?
Kendi payıma ben, denizlerde gezerken bu dediğim türde insanları görmek istemiyorum. Ama benim istemememin bir anlam taşımadığını da biliyorum. O hödükle aynı denizde olacağım. Zaten aynı caddede de yürüyorum. Yaya'ya yol vermeyen de aynı hödük!
Peki biz ne yapacağız? Aynı şekilde davranmaya devam edeceğiz. Onu kendimize benzetmeye çalışacağız. O çöpünü denize atarken, ne atıyorsun kardeş dememize bile gerek yok, gözünün içine baka baka çöp torbalarımızı sıkıca bağlayıp uygun şekilde saklayacağız. Sağ sol demeyeceğiz, iskele sancak demeye devam edeceğiz. Bu dilin bir "gerek-şart" olduğunu inatla savunacağız.
Neyse, koca sakallı çözememiş ben mi çözeceğim bu Asya tipi işleri. Geçmeyelim o nedenle ikinci soruya. Uzun laflarız sonra.