Antik çağlardaki heyecanlı olaylar Samos'un tarihinde zevkle okunan bir geçmiş sunsa da, Osmanlı dönemi de en az eski zamanlar kadar hareketli ve ilgi çekici. Tabii ki bu dönem bizim azıcık üzüleceğimiz konuları içeriyor. Neticede adayı da, bu günkü komşu coğrafyayı da pisi pisine kaybetmişiz, elimizden almışlar. Üzülmemek elde değil. Tarafsız olmamız da imkansız, çünkü bizzat tarafız. Bu yazı bizi nerelere götürecek bilemem ama şundan eminim ki, okuyacağınız konunun ana fikri, gemilerin ve denizci millet olmanın önemidir.
Bir gemi... Sadece bir gemi!
Giritli Tahmişçizade Mehmet Macid aklıma geldikçe hala içim burkulur, gözlerim buğulanır. Okuyanlar hatırlar, Bir Ege Macerası’nda tanışmıştınız Tahmişçizadeyle. Giriti kaybettiğimiz günlerde oradaki tüm müslümanlar bir Osmanlı gemisi bekliyordu. Bir gemi... Sadece bir gemi. Fakat ne yazık ki gelen bir Yunan gemisiydi. Ne demişti Tahmişçizade: “Girit’te seller gibi Türk kanlarının akmasına ve neticede koca adanın elimizden çıkmasına yol açan en mühim sebep, şüphesiz, donanmasızlığımız olmuştur. Bizim fikrimizce, az çok hatırı sayılır Yunan donanmasından üstün bir deniz kuvvetine sahip olsa idik, Girit Adası, oradaki Rumların çoğunluğu teşkil etmesine rağmen, yine hiç olmazsa cihan harbine kadar hakimiyetimiz altında kalır, hatta belki de, Türklüğü Girit’teki faciadan daha büyük zulümlere maruz bırakan Balkan Harbi patlak vermez, vermiş olsa dahi o zaman öyle bir yenilgimizle neticelenmezdi.”
Tahmişçizade’nin satır aralarındaki çaresizce çırpınmaları yüzünden, adamcağızın kitabını bir defadan fazla okuyamadım, dayanamadım. Girit’i, Samos’u kaybettiğimiz zamanlardan çok önce aslında süreç başlamış. Balkanlar ve Ege’yi elimizden alma planları ilmek ilmek işlenmiş, uygulamaya konmuş. Yunanlılar tarafından mı? Yooo! Başta Rusya sonra İngiltere, Fransa, Avusturya, aklınıza bugün hangi “dost ülke” gelirse, hepsi tarafından!!!
Peki tarihimizde “Yunan İsyanı” olarak bilinen ve Yunanistan’ın bağımsızlığı ile sona eren, dolayısıyla Samos’u da elimizden alan bu süreç nasıl başladı? Biraz geriye gidelim. İstanbul’un fethine!
1453 İstanbul’un fethi!
Şimdi ne alakası var diyeceksiniz, farkındayım, fakat Yunanistan’ı bir kaç yüz yıl içinde bağımsızlığa götüren bu yol İstanbul’un fethiyle başlamıştır. Çünkü Fatih Sultan Mehmet fetihten sonra Ortodoks kilisesini ve cemaatini özel ve özerk bir yere koymuştur. Tarihte belki de görülmemiş bir hoşgörü ve ayrıcalık bu. Fener Rum Patrikhanesi bugün hala İstanbul’da ruhani bir merkez olarak faaliyet göstermekte, biliyorsunuz. Şimdiki yönetimindekiler kusura bakmasın ama Yunan isyanında çok büyük rol oynadıkları ve aktif destek verdikleri tarihi bir gerçek.
Bugünkü Yunan toprakları tarih boyunca Perslerden Araplara, Cenevizlilerden Bizanslılara Selçukluya kadar bir çok devlet tarafından işgal edilmiş. Hatta Haçlı ordusunun Anadoluyu ve İstanbul’u yağmalaması ve ömrü kısa bir Latin devleti kurması sürecinde bir süre de haçlıların boyunduruğuna girmiş, iyi mi? Bu topraklar Doğu Roma İmparatorluğunun, yani Bizansın yıkılmasına dek yekpare bir “Yunanistan” çıkaramamış. Tabi komşumuz kendisini Bizans’ın devamı görmeye başladığından beri işler pek çetrefilli. Bizans onlara göre Helen! Fakat sanmam ki İstanbul’da yaşayan bal gibi Doğu Roma İmparatoru vatandaşı bir ortodoks kendini Helen saysın. İstanbul fethedildikten sonra düşlerde hep İstanbul onların, Batı Anadolu onların. Bu takıntı derecesindeki ülküye verdikleri isim de malumunuz Megali Idea!
Fatih, fetihten sonra kendini yeni Doğu Roma İmparatoru gördüğünden, milliyetçilikten ziyade dine dayalı bir devlet yönettiğinden ve tabii ki güçlü bir devlete hükmettiğinden sanırım sonra çıkabilecek milliyetçi ve ayrılıkçı isyanları hesaba katmadı ya da ihtimal vermedi. Milliyetçiliğin kavram olarak o dönemde tanımlanabildiğini bile sanmam. O yüzden Yunanlı dostlarımızın aşırı milliyetçi kanadının asırlardır sürdürdüğü bu sabırlı ve tutkulu “İdea”ları kendi içinde takdir bile edilebilir. Megali İdea’nın kapsadığı alanlar malumunuz bugünkü bağımsız Yunanistan, Ege Adaları, İstanbul, Karadeniz, Trakya hoyda hoyda hoyyyy... Biz de burada yaşıyoruz vre, kusurumuza bakmasınlar, biraz yavaş hayal kurunuz diyerek yazımıza devam edelim.
Osmanlı İmparatorluğu içinde Rumlar yönetim anlamında oldukça önemli görevlere gelmişler. Ticari hayatta da çok aktifler. İçlerinden büyük zenginler çıkarmışlar. Mahkemeleri ayrı; dini inançlar, evlilik, miras, cenazelerin defni ve sair her konuda serbestler. Patrik ve altındaki din adamları bizzat Fatih’in fermanıyla koruma altında. Tüm günlük hayat Rum adetlerine ve dini inançlarına göre düzenlenecek. İnsanın aklına “Oh ne rahat, birkaç yüz yıl böyle rahatça güç toplayayım, bir ara bunlar zayıflayınca da çıkarım ortaya” fikri gelmiyor mu? Patrikhanenin düşündüğü de tam bu bence. Kuşaktan kuşağa Megali İdea’yı diri tutmak.
Samos’un fethi ve boşaltılması !?!?!?!
İstanbul’un fethinden kısa bir süre sonra diğer adalar gibi Samos da Osmanlı hakimiyetine giriyor. Fakat o dönemde “bir adanın değerinin” farkında değiliz herhalde. Maksat sadece vergi almak olunca köklü bir değişim yapmıyoruz hiçbir yerde. Çok kötü bir anlayış. Sakız gibi burayı da vergi karşılığı Cenevizlilere teslim ediyoruz, iyi mi? Onlar da Samos’u boşaltıyorlar, tüm halkını Sakız ve çevresine götürüyorlar. Neredeyse yüz yıl boyunca ada boş kalıyor, okudukça muhtemelen siz de benim gibi deliriyorsunuzdur. Güzelim adada in cin top atıyor, yüz sene! Arkadaş fethettiğin yerde Osmanlı olarak ticarete giriş, üret, kendi halkını işin içine sok, kök sal orada. Yok. Ticareti ver gayrimüslümlere, sen vergi al, cenk eyle, müslüman halkı anca askere al, yeni yerler fethet, böyle devam et, iyi de, nereye kadar? Sanayi, makinalar, ticaret, bankalar, imalat, üretim herşeyi onlar yapsın, sen vergi al. Kaç yüz sene sürdürülebilir bir şey ki bu? Elbette ki bir millet anlayışı yok Osmanlının, kendi “milletine” iş imkanı düşünecek bir durumu, ileri görüşlülüğü de yok. Uzak diyarlara kaşif gönderme, sömürge yapma, ticaret vs gibi bir merak ve arayış da yok. Anadolu’yu “ana toprak” gibi de görmüyor tabii ki. İmparatorluğun her köşesi ana vatan. Hem fethettiklerimizi koruyacağız, hem de durursak düşeriz misali yeni ülkeler fethedeceğiz. O yüzden de en önemli şey doğal olarak askerlik. Bari onda teknolojiyi, çağdaşlığı bilimi erken getirseydik. Askerlik konusunda da geri geri gitmişiz. Donanmanın haline, yeniçerilerin haline bakın. İmparatorluk yangın yeri olmuş biz orduyu modernleştirmeye taa 1800 lerin başında girişmişiz. Geçmiş ola.
Samos’un sahibi kim?
Ada boş ve atıl durumdayken Kılıç Ali Paşa pek beğeniyor burayı. Avlaklarıyla ve ormanlarıyla meşhur Samos’u, sıkı durun, kendine mülk ediniyor. Dikkat buyurun Samos adasını kendi malı yapıyor. Tane tane bir daha yazalım: Samos... adasını... kendi.. mülkü... yapıyor!!!! Tabii ki Sultan’ın izniyle. Şu an yazıyı yazmayı bırakıp kendimi Kılıç Ali Paşa’nın yerine koydum. Tey tey teeeeey, düşünsenize Samos özel mülküm! Bi cigara tellendirdim müsaadenizle, koca ada benim, öyle “mıttar” tapusu da değil, resmi tapulu mapulu. İmar barışına girip bir de kaçak köy çıktım mıydı, değmeyin keyfime.
Biraz bu dönemden bahsedelim mi? Yani adanın Kılıç Ali Paşaya ait olduğu dönemden? Kılıç Ali paşadan, çapkınlıklarından, hem de Don Kişot’tan, Cervantes’ten filan? Hı? Yaaa renkli yazı diyordum da inanmıyordunuz, haydi buyurun renkli bir Kılıç ali Paşa portresine.
Yaşayıp gidiyoruz.