İyi Şeyler İnsana İyi Gelir
Mart aylarında havalar değişir. Kırağılar erken kalkar, ılık, bulutlu da olsa üşütmeyen günler gelir. Kapıdağ gri, soğuk silüetinden sıyrılıp yeşermeye başlar. Böyle zamanlarda karşı konulması güç bir çağrılar dolmaya başlar içime. “Yavaş yavaş sırt çantanı hazırla, şöyle dağlara doğru bir uzan,” sesleri gelir bir yerlerden. Bu seslere direnme söz konusu değildir. Zaten kısa da olsa, dar mekanlara sığılmaya çalışılan bir kışın çoğu geçmişte kalmışlığı vardır yaşanan. Hazırlar çantamı, kasabayı terk ederim.
Mart ayında dağda çadır kurmak, gecelemek güçtür. Ama iyi bir yürüyüşle, Ballıpınar’a gitmek, orada anamı-babamı görmek, birkaç gün onlarla olmak, yavaş yavaş kışın sulak yüzünden sıyrılıp nadasa eren tarlaların aralarında dolaşmak da yeter bana.
Tatlısu’ya kadar minübüsle gelir, oradan yokuşa sarar, Katırbağırtan yokuşunu tırmanır, ince akan dere boyu uzanan vadiden yukarı yelken indirir, seyre dururum. Pirenlerde, tesbihlerde, davulgalarda gizli bir nişan, düğün hazırlıkları vardır, bahar kapıdadır da, sezdirmezler pek etrafa. Yürürken düşünürüm arada bir;
_Bahar ne vakit başlar, kış ne vakit, sonbahar ne? Sonra baharda da kayınların dibindeki ölü yapraklara, bazı kurumuş çalılara, ağaçlara bakıp aslında mevsim denen insan eliyle kıyılmış-doğranmış zaman dilimleri olduğunu düşünür, doğanın mevsimlerden habersiz, tüm zamanları, yaprağın kuruyuşunu, daldan su çekilmeyi bir bütün olarak yaşadığına varırım.
Böyle bir yürüyüşte, dağda, ellerinde kamera, ses kayıt cihazlarıyla dolaşıp baharda renkli gülüşleriyle toprağın yüzünde beleren çiçekleri çeken birilerine rastladım. Dağda iyi şeylere rastlanır. İyi insanlara da rastlanır. Selam verdim. Tanıttım kendimi, tanıştık. Kapıdağ Bitki Bilgeliği adı altında belgesel çekme muradı olan gençlerle böyle tanıştım. Oturduk manzarası cömert bir yükseltiye. Soğan ekmek paylaştık. Dünyadan, sanattan, zamandan, elindeki pet şişenin suyunu içip şişeyi çiçeğin suratına atan insandan söz ettik. Sonra taktım onları peşim sıra, birlikte vardık köye. Dilediklerince çekim yaptılar. Deniz kıyısındaki kahvede çay içtik, anam kuru fasulye kaynattı, tadına inanamadan kaşıkladılar.
Botanikçi, doğabilimci -en azından bunun öğrenimini görmüş, bu konuda samimiyetle bir şeyler yapma kaygısı duyan- gençlerdi. Sonra onlar başka köylere gittiler. Aradan iki yıl kadar geçti. Birkaç kez sosyal medyadan haberleştik. Selamlaştık.
Ekim-Kasım ayı zeytin hasadı telaşesinin bol olduğu zamanlar. Bir de öykülerimin kitaplaştığı Ah Kamila’nın basımının zeytinin tepesinde müjdelenmesi, sevinci, İstanbul Tüyap’ta imzaya çağrılmam, 2018 yılının benim için unutulmayacak bir yıl oluşunun olaylarıydı.
Kasım ayında Soner aradı. Belgeselin yapımcısı ve seslendiren genç arkadaşlardan biriydi Soner. Şimdi Tiflis’te olduğunu, Aralık ayında geleceklerini, 25’i gibi bir tarihte de Ballıpınar köyünde, insanlara bu belgeseli izletmek istediklerini söyledi.
Büyük yerlerde sanatsal etkinlikler, sergiler, söyleşiler, paneller hep olur. Köylerde, kahvelerde, damlarda, ahırlarda olmaz. Nereden çıktı bu “ahır” diyen olacaktır. Kısaca değineyim; 1970’lerde, Marmara, Asmalı’dan çıkan bir kayığın içi film makaraları, posterler, jeneratör, kablolar, hoperlörler, tozlu, yıprak malzemelerle doludur. Dalgalara bata çıka geçer kanalı, yarımadanın tüm köylerine uğrar, en büyük evin ahırı boşaltılır, sandalye, kalas, oturaklar yapılır, kadın erkek, çoluk çocuk o gece film izlenir. Senede bir kez olan bu şey, unutulmaz bir şeydir bizim için. İşte ahır dediğim böyle bir şeydi.
Neyse. Çok çok sevindirdi beni bu haber. Aralık ayını beklemeye başladım. Bu arada köyün Face sayfasından duyuru yaptık. Ballıpınar köyünde doğduğumu formda, birkaç iletide yazmıştım. Emekli olduktan sonra, yaz aylarında yoğunlaşan işlere yardım etmek için gider, toza, toprağa, çamura bata çıka, yorula oflaya bir şeyler yapmaya çalışırım. Onlar alışık bazı şeylere. Ben değilim. Çabuk yorulurdum ilklerde. Sonra sonra daha kolay gelir oldu. Her neyse. Ama bir yandan da, tarlada bayırda yanımdan fotoğraf makinem, bir kitap, defter kalem hiç eksik olmaz. Buldukça zaman, fotoğraf çeker, yorulunca bir ağacın altında uzanır okurum. Köylülerim -çocukluğumuzun geçtiği insanlar birbirini bilirler, onlara kendimizi anlatmamıza gerek olmaz-, onlara bakınca yaşı geçkince bedenler yüzler görürüm, yaşıtızdır ama aynı hali kedimde bulamam. Galiba insan kendine karşı, bu bakımdan çok kör, sağır.
Konuyu çok dağıttığımın farkındayım. Şuraya getirmeye çalışıyorum, Oradaki insanları fotoğrafladım yıllardır. Yaşlı kadınlar, çocuklar, dedeler alışıktır benim onları resmetmeme, sorularıma. Okulun kitaplığına katkılarda bulunma çabalarımı, köydeki evde tıka basa dolu kitaplığımın her okuyana açık olduğunu, bana sormadan eve girip, istediklerini alıp okuyabileceklerini bilirler. En çok da kadınlar ilgi gösterir bu tür sosyal, kültürel şeylere. 20-25 sene önce köyde gençler evlenecek kadın bulamamaya başladı. Herkes akraba oldu bir taraftan. Bu çember, Karadeniz taraflarından gelen gelinlerle aşıldı. Bu bir yana, o kadınların hayata bakışları, kültürleri bizim garip, tuhaf, işkolik macır kafalarını da başka yerlere taşıdı. Bu başka bir konu. Ona da sıra gelir umarım. İşte böyle bir mozaikte, en çok kadınlar sevindi bu gösterim işine. İletiler gönderdiler, telefon ettiler, sabırsızlıklarını, merek duygularını dile getirdiler. Böylece yapacağımız etkinliği erkekleri bir yana bırakıp sadece kadınlar için yapmaya karar verdim. (Yanlış anlaşılmasın, haremlik-selamlık durumu değil, insanların hepsini alacak yer yok artık. Eskiden bir dama sığanlar kalabalıklaştı. Bu sebep.)
Sonunda zaman geldi. Birkaç gün önce geldiller. 35 Aralık’ta öğlen 14.00’te İlhanlar’da, 18’de de Ballıpınar’da Bitki Bilgeliği Belgeseli’nin gösterimi için Ocaklar köyünde buluştuk.
Uzun oldu yazı. Sonrasını yarın anlatmak istiyorum. İzninzle.
(Görsel bir şeyler ekleyemedim. Bu konudaki bilgi ve deneyimlerim yok ne yazık ki.)