Ülkenin kuzeyi yaz bitip sonbahara adım atmış, Ege’de “sarı yaz”a birkaç adım kalmış, teknelerin en keyifli zaman dilimi gelmişken nereden çıktı şimdi bu konu diyenlerin kahır ekseriyette olacağını sezebiliyorum.
Bambaşka, bir anlamda “hayırlı ve oldukça geniş kapsamlı bir girişimin” ufak ufak tohumdan filizlemeye başladığı şu ilk adımlarda “Sözlü Tarih nedir?” sorusunun açıklamasını aşağıda paylaşıyorum.
Teknesi ile yol yapanlar, limanlara barınaklara girip, çıkanlar, Arşipel de o adadan bu adaya hoplaya zıplaya rüzgârın önünde yelken uçurup molalarında yerel halkla sohbet edenlerin duyup, öğrendikleri uçup gitmesin kaygıları var ise, biraz da “sıradan insanların, küçük yaşamlarını merak da ediyorlarsa sözlü tarih çalışması çok değerli bilgi birikimi sağlayacaktır.
Bu hem eğlenceli hem de bilgiyi derleyip toplayıcı hobinin ilk başlayanının Ahmet Kabaalioğlu’nun olması gerektiğini, hatta kendisinden söz de aldığımı buraya not etmekte yarar var. İnebolu halkının balıkçılık ve gelenekleri başlığı altında sözlü tarih kayıtlarını öncelikle babasından sonra da diğer “aksakallılardan” derleyeceğine söz vermişti. Keşke olanak bulabilse de Milli Mücadele yıllarında İnebolu’nun ve halkın katkısını da kayıt altına alabilse…
Diğer bütün arkadaşlar ve eşleri gittikleri yerlerde sohbet ederken denizcilik, balıkçılık, tekne yapımcılığı, tutulan balıkların ticari değerlendirme yolları, varsa sanayisi konularında veya kendi ilgilerini çeken başkaca alanlarda sözlü tarih kayıtları tutabilseler.
Önerime sıcak bakıp, ilgi duyan olursa Bilim ve Sanat Vakfı’nın 2006’da yayımladığı 24 sayfalık “Sözlü Tarih Araştırmacıları için Pratik El Kılavuzu”nu PDF formatında mail ile gönderebilirim.
-------------------------------------------------------------------------
Sözlü tarih kavramının birçok tanımı olmakla birlikte özetle “sıradan” insanın tarihi olarak yorumlanabilir. Resmi tarihin perdesinin ardında kalanların, büyük fotoğrafta görünemeyenlerin, görmezden gelinenlerin, küçük yaşamların, ailelerin, yerelliklerin tarihi diyebiliriz sözlü tarih için.
Sözlü tarihin bir bakıma geleneksel tarih algısının kapsamını genişletmek anlamına geldiği söylenebilir. Sözlü tarihe adını veren Joseph Gould : “Tarihin krallar, kraliçeler, antlaşmalar, görüşmeler, büyük savaşlar ve Sezar, Napolyon, Pontius Pilate, Kolomb gibi mühim zevattan oluştuğunu sanıyoruz, ama bu sadece yüzeysel tarihtir ve büyük ölçüde yanlıştır. Sözlü tarihle, tarihi aşağılara indirecek, yukarılarda inşa edilen tarih yerine kısa gömleklilerin yani halkın işleri, aşkları, üzüntüleri, yaşam deneyimleri hakkında söylediklerini, bu merasimsiz tarihi koyacağım.” demektedir. (Danacıoğlu; 2001, 136)
Sözlü tarih sadece “alternatif” tarihi keşfetmek için bir araç değil aynı zamanda yazılı kaynakların yeterli olmadığı alanlarda tarihçinin imdadına yetişen bir yöntemdir. Özellikle halk kültürü alanlarında mevcut olan yazılı kaynak yoksunluğu araştırmacıyı bu alanlarda sözlü tarih çalışması yapmaya zorunlu kılmaktadır. Ülkemizde “yazma” eyleminin özellikle Anadolu kültüründe çok tercih edilmemiş bir yöntem olduğu, kültürün daha çok sözlü gelenekle aktarıldığı gerçeği göz önüne alındığında sözlü tarih çalışması Türkiyeli araştırmacılar için vazgeçilmez bir yöntemdir.
Elbette yazılı tarihte ve hatta sosyal bilimler alanının neredeyse tümünde olduğu gibi sözlü tarihte de mutlak bir objektivizmden bahsetmek mümkün değildir. Fakat eğer tarih “gerçeği aramak” demekse; “Gerçek karmaşık ve çok yönlüdür. Sözlü tarihin birincil becerilerinden biri de kaynakların çoğuna göre, aslında var olan farklı görüş açılarının yeniden yaratılmasını sağlamasıdır.” (Thompson; 1999, 5) Tarih onu yazanın durduğu yere göre
değişmektedir. “Elimize aldığımız bir belge, geçmişin nasıldıysa öyle akıp gittiği bir zamanın fotoğrafı değildir; her fotoğraf gibi fotoğrafı çekenin, durduğu yerin, zihnindeki kompozisyonların biçimlediği bir görüntüdür.” (Danacıoğlu; 2001, 78)
Her aktarım aynı zamanda bir yorumlamadır. Dolayısıyla bir tarihsel kesiti veya bir olayı incelerken tüm tarafların tanıklıkları dinlenmeli ve gerçekler verilerden özenle süzülmelidir. “Bilgi toplayanın rolü başından itibaren can alıcı bir önemdedir, çünkü eğer bir grubun kendi sözlü tarihini yazması gibi bir durum söz konusu değilse, normalde bu kişi, konuşacak insanları bulur, seçer ve bir araya getirir. Aynı zamanda oturumları düzenleme ve yürütme sorumluluğu da vardır ve konuştuğu insanlarla kişisel bir ilişki kurmak zorundadır.”
(Caunce; 2001, 27)
Sözlü tarihin gelişiminde bazı yaklaşımlar mevcuttur. Bir önceki başlıkta sözlü tarih kavramını açıklarken değinmiş bulunduğumuz bu yaklaşımları Michael Frisch şöyle formülize ediyor;
a-Daha çok tarih
b-Anti-tarih
c-Nasıl bir tarih (bgst.org; 25.07.2012)
a-Daha çok tarih; aslında yukarıda değindiğimiz kaynak yoksunluğunu formülize etmek için yaratılmış bir başlık. Sözlü tarihi kaynağın yetersiz olduğu durumlarda başvurulan bir yöntem olarak ele almaktadır. “Yani bu yaklaşım, sözlü kaynakların tarihe kaydedilmiş olaylar veya kişiler hakkında daha çok ve ek bilgi sağlayacağını ve geleneksel belgelere dayalı kaynaklarda bulunmayan geçmişin farklı yönlerini açığa kavuşturacağını ima eder.” (bgst.org;25.07.2012)
b-Anti-tarih; bu yaklaşım ise sözlü tarihi yine yukarıda değindiğimiz ve bizim de benimsediğimiz üzere egemenlerin yazdığı tarihin görmediklerini ortaya çıkaran alternatif bir yaklaşım olarak ele alır. Anti-tarih, “geleneksel tarihsel çerçevelerin sadece yetersiz olduğunu değil, aynı zamanda temelde daha derin anlamları engelleyici olduğunu” iddia eder. Yani bu yaklaşım asıl olarak geleneksel tarih yazımını sorunsallaştırır. Çünkü geleneksel tarih yazımı güç ile ilgilidir.” (bgst.org; 25.07.2012) Ancak bu yaklaşım temelinde sözlü tarihe de eleştirel olarak yaklaşır. Tüm sosyal bilimler alanı için geçerli olduğunu söyleyebileceğimiz subjektivizm sebebiyle her kaynak mutlaka kritik edilmelidir.
c-Nasıl bir tarih; sözlü tarihi eldeki verileri sürekli sorgulayan bir yaklaşım olarak ele almaktadır. İlk iki yaklaşımın yeterli olmadığı fikrinden hareketle tarihçinin kurması gereken empati üzerinde durulmaktadır. “Dolayısıyla bu sefer var olan tarih yazımı değil tarihçi ve yeni tarih yazımı sorunsallaştırıldı. Bu noktada yansıtma ve kendini başkasının yerine koyma önem kazanıyor. Yansıtma veya "kendini başkasının yerine koyma" ilkesi ile Skolastik felsefeden ödünç alınan ve feminist teoride de önemli bir yeri bulunan "sürekli sorgulama" yöntemi sözlü kaynakları değerlendiren tarihçi için yol gösterici olabilir.” (bgst.org; 25.07.2012)
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir” diyordu Oscar Wilde.