Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 1157
Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#15: 23 Nisan 2018, 11:10:48
Engin Ergönültaş'ı çok beğenirim. Özellikle lise çağlarımdayken çıkardıkları Pişmiş Kelle mizah  dergisi kapanana kadar tüm sayılarını almıştım. Hala arşivimdedir. Özellikle İşsiz Ali kahramanının maceralarını her hafta keyifle takip ederdim. :) Kitabı alacağım. Teşekkürler.
  • IP logged

  • *
  • İleti: 929
Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#16: 23 Nisan 2018, 11:19:24
Hâlâ yazıyor mücahit kaptanım, lemanda idi yanlış hatırlamıyorsam, bir köşesi var.
  • IP logged
"...parce que je suis heureux en mer et peut-être pour sauver mon ame..." - Bernard Moitessier

S

Servet

Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#17: 23 Nisan 2018, 13:38:40
Türkçe ana dili olan için bile zor bir dil bence. O yüzden iyi kullanıldığı zaman tadından yenmiyor. Türkçe edebiyat sevenler için:

Minare Gölgesi - Engin Ergönültaş

Yazarını tanıdığım için yazım hikayesini de biliyorum. Engin abi kuzguncukta boğaza bakan evinde gündüz uyuyan gece yasayan bir adam. Eskilerin iyi mizah dergilerinde çalışmış yazar çizer. O camia iyi tanıyor bu ismi.

5 yıl sürdü yazması. Önce bir film senaryosu olarak hazırlandı. Girdiği müsabakada kültür bakanlığı ödülünü aldı ve tüm masrafları bakanlık tarafından karşılanmak üzere çekilmesine karar verildi. Ama öyle mükemmeliyetçi bir adam ki ne yönetmene ne oyunculara karar verebildi ve süre de bittiği için para yandı. Olsun dedi ve bir roman olarak yayımladı.

Hani biri ile bir sohbet edersiniz, olayın üzerinden birkaç sene geçer ne konuştuğunuzu bile hatırlamazsınız ama o "an"ın lezzetini hiç unutmazsınız ya onun gibi bir kitap.

http://www.idefix.com/Kitap/Minare-Golgesi/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0000000435092

70 lerde gırgır'da çizerdi, en önemli çizgi karakteri Zalim Şevki,Kelek Osman'dı :)..
Sonra Mikrop diye bir mizah dergisi çıkartmışlar dı,hafızam bana oyun oynamıyorsa. :)..
70 li yıllar da mizah dergisi gırgır 500.000 satardı..
  • IP logged

  • *
  • İleti: 929
Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#18: 23 Nisan 2018, 13:40:55
Sadece turkiyenin değil avrupanın en çok satan mizah dergisiymiş o zamanlarda.
  • IP logged
"...parce que je suis heureux en mer et peut-être pour sauver mon ame..." - Bernard Moitessier

O

Oktay Eryılmaz

Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#19: 23 Nisan 2018, 14:33:29
Türkçe ana dili olan için bile zor bir dil bence. O yüzden iyi kullanıldığı zaman tadından yenmiyor. Türkçe edebiyat sevenler için:

Minare Gölgesi - Engin Ergönültaş

Yazarını tanıdığım için yazım hikayesini de biliyorum. Engin abi kuzguncukta boğaza bakan evinde gündüz uyuyan gece yasayan bir adam. Eskilerin iyi mizah dergilerinde çalışmış yazar çizer. O camia iyi tanıyor bu ismi.

5 yıl sürdü yazması. Önce bir film senaryosu olarak hazırlandı. Girdiği müsabakada kültür bakanlığı ödülünü aldı ve tüm masrafları bakanlık tarafından karşılanmak üzere çekilmesine karar verildi. Ama öyle mükemmeliyetçi bir adam ki ne yönetmene ne oyunculara karar verebildi ve süre de bittiği için para yandı. Olsun dedi ve bir roman olarak yayımladı.

Hani biri ile bir sohbet edersiniz, olayın üzerinden birkaç sene geçer ne konuştuğunuzu bile hatırlamazsınız ama o "an"ın lezzetini hiç unutmazsınız ya onun gibi bir kitap.

http://www.idefix.com/Kitap/Minare-Golgesi/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0000000435092

70 lerde gırgır'da çizerdi, en önemli çizgi karakteri Zalim Şevki,Kelek Osman'dı :)..
Sonra Mikrop diye bir mizah dergisi çıkartmışlar dı,hafızam bana oyun oynamıyorsa. :)..
70 li yıllar da mizah dergisi gırgır 500.000 satardı..


GIR GIR ve FIRT vardı.
Gençliğimiz onlarla geçti.
Cuma günü Kadıköy iskelesinden alınırdı .Bütün Vapur sapsarı olurdu çünkü GIRGIR sarı siyah basılırdı.
Herkes kendi kendine gülmekten kırılırdı.

Tekin abi ( ARAL ) FIRT'ı çıkarırdı, bizim mahallemizin abisi idi .
Gelir bizimle bakkalın önünde kakara kikiri yapardı.
Üsküdardan Taşınmışlardı  daha sonra Göztepe parkının tam karşısındaki sokağın içine taşındılar.
Tekin abinin  Arap kadri karekteri vardı , o arap kadrinin Üsküdarda gerçeğide vardı.
Abisi Oguz Aral Gır Gır çıkartırdı.

Gır Gır gibi bir dergi bir daha asla çıkarılamaz eşi benzeri ve Tirajı bir daha asla bulunamaz.

Tekin Ağbi Erken öldü hemde çok erken .
Geçtiğimiz aylarda Kızı Ayşe Aral öldü O da hürriyet gazetesinde yazardı
Işıkları bol olsun

  • IP logged
« Son Düzenleme: 23 Nisan 2018, 14:35:44 Gönderen: Oktay Eryılmaz »

S

Servet

Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#20: 23 Nisan 2018, 16:39:16
Türkçe ana dili olan için bile zor bir dil bence. O yüzden iyi kullanıldığı zaman tadından yenmiyor. Türkçe edebiyat sevenler için:

Minare Gölgesi - Engin Ergönültaş

Yazarını tanıdığım için yazım hikayesini de biliyorum. Engin abi kuzguncukta boğaza bakan evinde gündüz uyuyan gece yasayan bir adam. Eskilerin iyi mizah dergilerinde çalışmış yazar çizer. O camia iyi tanıyor bu ismi.

5 yıl sürdü yazması. Önce bir film senaryosu olarak hazırlandı. Girdiği müsabakada kültür bakanlığı ödülünü aldı ve tüm masrafları bakanlık tarafından karşılanmak üzere çekilmesine karar verildi. Ama öyle mükemmeliyetçi bir adam ki ne yönetmene ne oyunculara karar verebildi ve süre de bittiği için para yandı. Olsun dedi ve bir roman olarak yayımladı.

Hani biri ile bir sohbet edersiniz, olayın üzerinden birkaç sene geçer ne konuştuğunuzu bile hatırlamazsınız ama o "an"ın lezzetini hiç unutmazsınız ya onun gibi bir kitap.

http://www.idefix.com/Kitap/Minare-Golgesi/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0000000435092

70 lerde gırgır'da çizerdi, en önemli çizgi karakteri Zalim Şevki,Kelek Osman'dı :)..
Sonra Mikrop diye bir mizah dergisi çıkartmışlar dı,hafızam bana oyun oynamıyorsa. :)..
70 li yıllar da mizah dergisi gırgır 500.000 satardı..


GIR GIR ve FIRT vardı.
Gençliğimiz onlarla geçti.
Cuma günü Kadıköy iskelesinden alınırdı .Bütün Vapur sapsarı olurdu çünkü GIRGIR sarı siyah basılırdı.
Herkes kendi kendine gülmekten kırılırdı.



Arka cebin de Gırgır oldugu için k.köy,karaköy vapurundan,marmaraya atılan arkadaşımız olmuştu :)..
Balıkçılar gelip çıkarmış cocugu.
  • IP logged

O

Oktay Eryılmaz

Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#21: 23 Nisan 2018, 17:31:11
Türkçe ana dili olan için bile zor bir dil bence. O yüzden iyi kullanıldığı zaman tadından yenmiyor. Türkçe edebiyat sevenler için:

Minare Gölgesi - Engin Ergönültaş

Yazarını tanıdığım için yazım hikayesini de biliyorum. Engin abi kuzguncukta boğaza bakan evinde gündüz uyuyan gece yasayan bir adam. Eskilerin iyi mizah dergilerinde çalışmış yazar çizer. O camia iyi tanıyor bu ismi.

5 yıl sürdü yazması. Önce bir film senaryosu olarak hazırlandı. Girdiği müsabakada kültür bakanlığı ödülünü aldı ve tüm masrafları bakanlık tarafından karşılanmak üzere çekilmesine karar verildi. Ama öyle mükemmeliyetçi bir adam ki ne yönetmene ne oyunculara karar verebildi ve süre de bittiği için para yandı. Olsun dedi ve bir roman olarak yayımladı.

Hani biri ile bir sohbet edersiniz, olayın üzerinden birkaç sene geçer ne konuştuğunuzu bile hatırlamazsınız ama o "an"ın lezzetini hiç unutmazsınız ya onun gibi bir kitap.

http://www.idefix.com/Kitap/Minare-Golgesi/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0000000435092

70 lerde gırgır'da çizerdi, en önemli çizgi karakteri Zalim Şevki,Kelek Osman'dı :)..
Sonra Mikrop diye bir mizah dergisi çıkartmışlar dı,hafızam bana oyun oynamıyorsa. :)..
70 li yıllar da mizah dergisi gırgır 500.000 satardı..


GIR GIR ve FIRT vardı.
Gençliğimiz onlarla geçti.
Cuma günü Kadıköy iskelesinden alınırdı .Bütün Vapur sapsarı olurdu çünkü GIRGIR sarı siyah basılırdı.
Herkes kendi kendine gülmekten kırılırdı.



Arka cebin de Gırgır oldugu için k.köy,karaköy vapurundan,marmaraya atılan arkadaşımız olmuştu :)..
Balıkçılar gelip çıkarmış cocugu.

Evet Bizim neslin GIRGIR ile ilgili çok macerası vardır
Kulakları çınlasın İstatistik asistanımız cuma günü ilk derste yarım saat ders anlatmaz herkesin okumasını beklerdi
Ya biz o zaman amfide sigarada içerdik fıkra gibi
 :)

Vapurda,dolmuşta Uçakta sigara içilirdi
  • IP logged

  • *
  • İleti: 492
Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#22: 23 Nisan 2018, 19:25:16
Eveeet,
Bugün bahsettiğim gibi Kadıköy'e gidip biraz sahaf, biraz hifi cihazlar,biraz plak, biraz kültür sokak sokak aylak aylak yek başıma turladım.Aradığım 3 kitaptan sadece birini bulabildim, Yelken Dünyası 2 sahafta bulsam da ne yazık ki benim aradığım ve arşivimde eksik olan 20 sayıyı bulamadım amma bir dükkanda ciltli olarak (Sanırım 5 cilt idi) gırgır dergisi buldum.Ben almadım.
Meraklılarına duyurulur efendim.
  • IP logged
Saygı, Sevgi ve Selametle. Netsel Marina - Marmaris Dimple Y/Y

R

Recep Ertürk

Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#23: 25 Nisan 2018, 20:52:43


Birkaç gündür paylaşımı düşündüğüm bir kitaptı. Sanırım zamanı...

Bir de önerim olacak, genel olarak veyabugünlerde üniversitelerin başına gelenlerle alakalı okunabileceği gibi, kitaptaki "üniversite" sözcüğü yerine "amatör denizciliğimiz" yazarak da okunabilir.

Elbette  ve tabiiki mizah kitabı, Seha L. Meray'ın yazdığı kısım hariç...

https://www.nadirkitap.com/microcosmographia-academica-universite-sorunlari-seha-l-meray-f-m-cornford-kitap8826695.html






  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4217
Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#24: 28 Nisan 2018, 11:27:54
Benin kaleme aldığım bir kitap tanıtım ve okuma deneyimi; ilginizi çeker mi bilmem.

BADIOU’NÜN ANABASİS’İ
ve
KÜLLENMİŞ BİR KUŞU YAKALAMAK
Gündelik Hayat, Edebiyat ve Felsefe Arasında Bağ Kurmak Üzerine
Bir Kitap Okuma Deneyimi


             Kabul ediyorum, “hazza çağrı ve hap çağında yaşıyoruz.”(1). Ama yine de bir edebiyat yapıtından, hazzın ve hapın yanı sıra varoluşa da ilişkin kimi tespitler yapmasını, sözler söylemesini beklemek gibi bir hakkımız da olmalı. Hiç olmazsa yeni felsefecilerin eline, çağ üzerine düşünürken deneyim olarak kullanılabilecek metinler ulaşmalı.
   
              Eagleton’ın yerinde bir şakayla dediği gibi “şimdilerde çalışan değil çiftleşen bedenlere odaklanmış yoğun bir merak var”(2) ve eğer işler böyle giderse yaşam üstüne söz söyleyecek pek bir şey kalmayacak, haz ilkesi yaşamı teslim alacak, durmaksızın kendinden beslenen bir kanser hücresi gibi obezleşerek, müstakbel ve hayli ağır olması muhtemel genel bir acıyı gündelik yaşamlarımıza davet edecek.
   
             Selim İleri’nin “unutulmayacak bir öykü kitabı” deyip, “yalnızca öz edebiyatseverler” için salık verdiği felsefeden beslendiği ayan beyan ortada olan yazar Sezer Ateş Ayvaz’ın Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak adlı yeni öykü kitabı düşün insanlarına, yaşamak üzerine soru sorduracak  çokça malzeme veriyor kanısındayım.(3)(4)
   
             Elektrik yokken nasıl yaşıyorlardı? Yılda kaç defa sorarız bu soruyu, pek de garipseyerek geçmiş gün insanlarını? Şimdiyse biz, otomobiller, sinemalar, köprüler, uçaklar, plazalar içinde engin denizlerdeymiş gibi hiçbir dayanağı olmayan bir özgüvenle dolaşıyoruz. Aynı hatta gidip geliyoruz durmaksızın. Öncesiz ve sonrasızız. Mutlu yüzyıl!
   
             Bu tanım, Badiou’nün.  Yüzyıl adıyla dilimize çevrilen ve 1998-2001 yılları arasında Uluslarası felsefe Koleji’nde verdiği seminerlerden birinde  Alain Badiou, 20. Yüzyılı ikiye ayırır. O’na göre yüzyıl ;14-18 savaşıyla, Ekim 1917 devrimini de kapsayan savaşla başlar, SSCB’nin çöküşü ve soğuk savaşın sonuyla tamamlanır.(5) Yine aynı düşünüre göre, “yüzyıl 1976’da Mao Zedong’un ölümüyle sona erer ve bu hepi topu 60 yıl kadar süren küçük yüzyıl, sermayenin ve dünya pazarının zafer yüzyılıdır. Bir de onu takip eden, Kuyruk Sokumu yüzyıl vardır. Olsa olsa 1970’li yıllardan sonra başlayarak otuz yıl sürer. Buna mutlu yüzyıl denir”. (6)
   
          Badiou’nün sözünü ettiğimiz seminerlerinden biri Anabasis başlığını taşır. ‘Yüzyıl kendi hareketini nasıl algıladı?’ sorusunu sorar bu seminerde. “Kaynağa doğru bir yükseliş, yeniliğin sertçe inşası, başlangıçtan sürgün edilmiş deneyim”, yanıtını verir. (7) ‘Anabasis’ bu ve başka birkaç anlamı birleştirir düşünüre göre. Ksenophon’un Pers’teki hanedanlık kavgalarından birine taraflardan biri tarafından sürüklenen Yunan paralı askerlerinin hikayesini anlatan destanın imi, anabasis, “düşüncenin bir disiplin olmasını gerektirir.” (8)
   
           Kunaksa savaşında Yunanlı paralı askerler meçhul bir ülkenin ortasında bir başlarına kalırlar. Burada da Anabasis’in önceden belirlenmiş bir istikamet olmaksızın onları evlerine doğru götürecek hareketi tanımladığını söyler Badiou ve niteliklerini üç noktayı öne çıkartarak anlatır:  Pers’in göbeğindeki Yunanların kolektifini yitirmeleri, yani düzenin çöküşü, yani yolunu şaşırma, kendi irade ve disiplinlerinden başka güvenecek bir şeyi kalmayan paralı askerlerin aniden kendi yazgılarını yaratmak zorunda kalışları ve nihayeten Anabasis’in yeniden buldukları buyruk oluşu. Önceden bildikleri hiçbir yol, kerteriz yoktur. Bu uzun yürüyüş önceki hiçbir yürüyüşlerine benzemez. Belirgin bir doğrultuda yürümeye alışkın askerler için aldıkları yol bir geri dönüş bile değildir. “Dolayısıyla, Anabasis bir geri dönüş olmuş olacak başıboş bir gezintinin serbestçe keşfidir; bu geri dönüş, gezintiden önce, geri dönüş olarak yoktu”.(9) Düşünür, Anabasis kelimesini yüzyılın üzerine düşünmenin nedeninin tam da bu olabileceğini söyler. Tam da bu yüzyılın, modern sonrası çağın insanının içinde bulunduğu gibi, anabasis fiili “|İ|rade ile yolunu yitirmenin disjonktif sentezini yapar. Yunanca kelime ise bu karar verilemezliğe zaten işaret etmektedir, çünkü(..) ‘anabasis olmak’ ‘fiili’ hem gemiye binmek hem de geri dönmek anlamına gelmektedir. Bu semantik eşleşme, bir başlangıç mı yoksa son mu olduğunu kendine sürekli soran bir yüzyıla denk düşer”. (10)
   
        Badiou’ye göre 20 yüzyılın önemli ontolojik sorusu şudur: Yaşam nedir?(11)
       
Çağın bu soruya yanıtı şöyle bana kalırsa: Badiou’nün mutlu yüzyıl ya da kuyruk sokumu yüzyıl dediği ve disjonktif sentezin içinde boğulmuş olarak tanımladığı son 40 yılda, artık hiçbir çocuğun babası kahraman değil. Çünkü kahraman olmak demek zor durumdan yaşam kurmak, direnmek, bir doğrultuda eylemek demektir. Yaşam kurmak- direnmek ise, ahbaplığın “ne iş yaparsınız” sorusuna bağlı olduğu bir çağda, kişinin tarihinde yoksunluğun, zor günlerin olduğu anlamına gelir. Okuyan orta sınıfın buna tahammülü yoktur.
       
        O, çatal bıçağıyla bonfilesini sakin ve vakurca kesip ağzına götürürken bir zamanlar yoksunluk yaşadığını karşı taraf’a belli edemez. Bunu kendine bile söylemez. Yer içer, el sallar, kahkahalarla güler. Acı çekmez. Ölüm,yoktur. Acı çekmek,  sahiden acı çekmek, ancak statü ve/ya paranın yok olması ile olabilir, kişi kendi ölümüne inanmaz.  Bu çağın erkek ve kadınları kendilerini kendi hikayelerinden sakınırlar. İnsanların kendi hikayesini silmeleri varlık koşullarıdır bu çağda. Eğer insan tarihi olan bir canlıysa, bu silme, paradoksal bir şekilde gerçekte insanın kendi yok oluşunun da hazırlayıcısıdır. Ama bu kuyruk sokumu yüzyılın sunduğu hazlarla bu fiil için çoktan hazırlıklar yapılmıştır.
           “Mutlu Yüzyıl”, katharsis için yeterli sayıda oyuncuyu da sahnede tutar. Kişinin yaptığı her eylem yine kendisi tarafından rasyonelleştirilir, hepi topu çağın buyruklarına uyulmuştur: İş sahibi olunacak, kariyer edinilecek, saygı duyulmasa da saygı gösterilen bir kişi olunacak, ahlaksızlığı genel ahlak kuralları haline getiren biçemlere uyulacak, hazlar tatmin edilecek. Antik çağ Yunanistan’ında bütün bir kentin bir yıllık günahlarını yüklenmek için şehir meydanında sürüklenen, aşağılanan ve kent dışına terk edilen insanlardan seçilen pharmakos, mutlu yüzyıl’da çağın gerekleridir. Bütün suç, bu gerekliliklere, zorunluluklara yüklenerek günahlardan arınılır.
          Eğer büyük anlatılar, insanlığın lideri ise, bu çağ, Badiou’nün Anabasis’iyle özdeştir, lidersiz yani anlatısız, öyküsüz kalmış insanların çağıdır. Ne var ki, bir tarihi olduğunu unutan insanların kendi hikayelerinin yine insanların kendilerince ortadan kaldırılması, geleceklerini de öldürür. Kendi yalanına inanmaya çabalayan insanların kentin ortasında serbestçe dolaşırken yaptıkları yürüyüş, Badiou’nün dediği gibi bütün çağların alışılagelmiş bir yöne doğru ilerleyen yürüyüşünden farklıdır. Daha çok jogging yapmaya benzer. Jogging yapmak, koşmak değil kendi bedenini koşturmaktır.(12) Bir şey’e yönelmez. Jogging yapan bir yere gitmez.  Bir yere gidememek, hem bir türlü geri dönememek, hem de bir türlü ileriye gidememektir. Bir zik zak’tan başka bir şey değildir. Bu açılımıyla Badiou, Hölderlin’in “İnsan bu dünyada şairane bir şekilde ikamet eder” dizelerinin artık hüküm sür(e)mediğini - en azından şimdi için- ilan eder. Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak bu yanıta, günümüzün hikayesini yitirmiş yaşamlarına, masallara ait sözcüklerle bir karşı duruşu orta yere koyuyor.
   
         Sezer Ateş Ayvaz bu anlattığım minvalde, katharsis’e izin vermiyor. Her birimize kendi hikayelerimizi yeniden anımsatıyor. Öykülerde kimi zaman kahraman, kimi zaman da anlatıcı, buyurgan bir dille bize, çoktan geride bıraktığımızı sandığımız, yaşamlarımızın konusu olduğunu unuttuğumuz ‘an’larımızı, her bir davranışımızı nasıl eylediğimizi de söyleyerek anlatıyor. Gölgem Denizatı öyküsü, daha en baştan, oluştan başlıyor:
         
        “….DÜŞTÜM!
           Bir baş dönmesiyle ayağa kalktım ve yerdeki gölgemi gördüm.
           ….Denizde değil, toprakta debelenen bir denizatı olmuştum birdenbire.”


    Tek sözcüklük ilk tümceden önce gelen üç nokta ve düştüm sözcüğünün büyük harflerle yazılması insanın dünyaya fırlatılmasını imliyor. Üç nokta bilinmez önceyi, düşmek, büyük söylenceyi. İşimiz yazarı övmek değil, ama bu, eğer tesadüf değilse, özümsenmiş bir bilginin sonucu olmalı. Denizatı üzerine kurgulanmış öyküde, kullanılan imgeler çarpıcı. “…kalbim ibis kuşuydu”. İbis kuşu, Thor üzerinden imgelenir ve cehaletle savaşımı da simgeler. İlk düşüşten sonra yaşadığı duygulanımları anlattığı bölümde kullanmış bunu. Yazar, öykünün ileri bölümlerinde hüt hüt kuşunu da imge olarak kullanacak, sorumluluğu, sadakati, değerlere bağlılığı anlatan kuşu. Durmuyor yazar, aynı öyküde bizi bize anlatmaya devam ediyor:

     “ Titredi daldı derin sulara, yasayı çiğnemek, dip akıntılarına karışmak istiyordu, bedeni par par parlıyordu bu arzuyla(…) kapıldığı esrikliği anlayınca dinleniyor, birdenbire yukarılara doğru yol değiştiriyordu. Sonra gene… Ah! Nasıl böyle doyumsuz olabilir bir canlı, sanki hiç tuzak yokmuş, hiç vurgun yokmuş gibi bu denizlerde… Kendini ölümsüz sanıyordu”
   

        Terry Eagleton, yıkıcılığımızın temel kaynağının “ kendi ölümsüzlüğümüze duyduğumuz bilinçdışı bir güven”(13), olduğunu söylemişti. Sezer Ateş Ayvaz bunu anımsatıyor, ölümün yaşamlarımıza düşürdüğü gölgeyi, ama acımasızca yapıyor bunu. Her şeye, deneyimlediğimiz her şeye özel bir anlam yükleme çabası altında ezildiğimizi, artık körleştiğimizi de söylüyor: “Ah! Bu kadar anlam yeterdi kör etmeye”.  Bu çağın insanı bunca gerçeği bir arada taşıyabilir mi? Fakat bu yazarın değil, bizim sorunumuz. Eğer bu hikaye sevilmezse sorun yazarda değil, alış veriş merkezlerinde sanal mutluluğa alışmış okurdadır.  Öykü, yeniden bir yükselişle biter. Umut ve umutsuzluk, belki de örtülü bir teolojik bakış kendini gösterir:
      “… DÜŞTÜĞÜM yerden kalkmıştım, suyun yüzüne bıraktım onu ve denizatı olmuş bedenimi.
   Toprağa çıktım o gün.
   Denizi umutsuz aşklara terk ettim.”
     
   
        Kitabın çoğu öyküsünde kullanılan komutlu dil, okurun arınmasına izin vermiyor. Gerçi Sezer Ateş Ayvaz, aynı buyurgan, mızraklı seslerle donanmış biçemi Tamirisin Gecesuçları kitabında da kullanmıştı. Bu dil, öykü kahramanlarının birer pharmakoi olup günahlarımızı yüklenip bizi temize çıkarmasına engel oluyor. “Zaten o da yapmış”, “bak onun da annesi ölmüş” deme rahatlığını elimizden alıyor. Tam tersi okura “sen de böyle yapmıştın”, “senin de annen öldü/ölecek” diyor. Bu uyarıcı biçem, okuru, kendi yaşamını anımsamaya, kendini kendine karşı ifşa etmeye zorluyor. Pharmakos arayan çağın insanına pharmakoi’nin kendisi olduğunu söylüyor. Böylece Sezer Ateş Ayvaz Rilke’nin o muazzam sözünün izini sürüyor, okura yaşadığı şeyi de anımsatıyor: “yalnız içteki yakındır, başka her şey uzak”.
   
        İkinci Kaptan öyküsü, kötü kurgulanmış yalanlarımızı anımsatıyor. Artık gittikçe hegemonyanın dayattığı biçimde yaşamaya tutsak oluşumuzu, geçmişlerimizi nasıl da unutuverdiğimizi, hikayelerimizi anlatmaktan korktuğumuzu, utandığımızı desek? Çoğu orta sınıftan insan için iyiden iyiye ortak düş olan küçük yerlere kaçmak gitmek isteği nedendir ki başka? Hiç birimiz doğru yanıt vermeyiz. Sıkılma, yorucu büyük kent hayatları genel geçer gerekçeler olarak ileri sürülür. Bu berbat yalan İkinci Kaptan öyküsünde yüzümüze vurulur. Gerçeklerden uzak yaşadığımız, olduğumuzdan farklı görünme çabamız, kendi yarattığımız o sahte büyük dünyalar, ayaklarımızın bir türlü suya kavuş(a)mayışı…  Oysa suya kavuşsak arınacağız, pürü pak olacağız. İzin yok! Kendimize söylenmiş çocukça yalanlar! Yazar’ın bu öyküdeki öğüdünü mü tutmalı?
      
             “İnan yalan söylemedim sana. Bütün arkadaşları kaptan derlerdi ona: İKİNCİ KAPTAN
      Nasıl oldu bilmem.
      O an, suya değdi ikimizin de ayakları”
Öykü, felsefe metinlerindeki karşılığını Minima Moralia’da bulur: “ Yalan söyleyen adam utanç duyar, çünkü her yalan, hakikat ve dürüstlüğe övgüler düzerken bir yandan da yaşamak için insanı yalan söylemeye zorlayan bir dünyanın alçaltıcılığını öğretir ona.” (14) 
   
             Badiou, “Yüzyıl için sürgün kişisi esastır”, der ve “roman üretiminde bu durumun görülebileceğini” söyler.(15) Ayvaz’ın kitaba adını da veren giriş öyküsü Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak, hem sürgün kişisini ele alıyor hem de  “anabasis”  fiilinin tam karşılığı.
   Anabasis fiili “gemiye binmek” ve  “geriye dönmek” anlamlarını bir arada taşıdığına göre köklerinin olduğu kentteki kendi efsanesinin/sırrının peşinden koşan öykü kahramanının uğraşısı için de bu söylenebilir.
      “Bir tek hikayem olsun istiyordum, açık, net dürüst…”
      “Çağrıldığım yere; Karie’ye doğru yola çıktım bir akşam. Eski evin içinde beni çift dilliliğe mahkum eden yazgımı temize çektim, bahçe kenarında sanki sonsuz bir zamanın içinden çıkıp gelmiş gibi dolaşan yaşlı kaplumbağayı gördüğümde sarıldım ağaçların gölgesine ve adımlarımı kaplumbağaya uydurdum, iki kere gittik geldik bu yolu, “Önce Rima’yı bul” demişti annem, onu bulacaktım”
   
   
        Rima’yı bulur kahraman, onca söylencenin içinde yitirmeden yolunu, konuşur Rima;
      “Benim ağzımdan çıktı kelimeler, sokaklara dağıldı, ben istemeden. Kız önce davranıp çığlıkla gelirse dünyaya, ikizini kurutur, ölmüş dal olur oğlan, anne karnında. Günahı, tertemiz doğmuş olana yükledim, annene!(…) Hadi gel şimdi, ateş yakalım”
   
       Geçmişin kötülüklerinin sahibi bulunmuşa benzer. Kahraman da bunu duyurur: “kendi toprağında sürgün olmuş anneme yazıyorum bunları. İstanbul’da mutsuz bir gezgin olmuş anneme”
   
        Tek başına bir çalışma konusu, edebiyat incelemesi olabilecek yoğunluktaki bu hermetik imgelerle donatılmış öykü, yaşamın sırrını sorguluyor. Şimdi ile geçmiş, geçmiş ile gelecek, gitmekle kalmak arasında, tam da arafta kalmış kişiyi anlatıyor yazar. Lefebvre’nin yaşadığımız çağın anlaşılmasını güç kılan şeyin “yeni ilişkilerin ortaya çıkışıyla eski ilişkilerin sürekliliğinin yan yana, bir arada bulunuşudur”(16) önermesini doğru çıkartarak. Kitaptaki Plak Fabrikası öyküsü için de tam yerinde olan bu önerme, Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak öyküsüne de uygun. Yazar burada sürekli göç eden çağın insanının açmazlarını derinliğine inceliyor. Kullanılabilecek bütün imgeler, bir öyküye sığdırılmış, hiç gerçeklikten kopmadan. Masal okur gibi okunurken öykü, ölümün soğuk yüzü gelir bulur bizi, ayaklarımızı uzatıp, elimizde sigaramız keyfini sürmeye hazırlanırken çoktan birer sürgün olduğunu unuttuğumuz yaşamlarımızın.
   
          Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak, kitabın en zehirli dilini taşıyan ve diğerlerinin anahtarı olan öykü. Daha önce özellikle en çarpıcı  biçimde, bir önceki kitabı Tamirisin Gecesuçları’nın ilk öyküsü Raylarda Makas’ta dökmüştü içini; insanın ölüm anına ilişkin problemini Sezer Ateş Ayvaz.  Gerçi bu, pek çok zamandır unuttuğumuz bir kaygı.
    “Yeşil yemyeşil gözleriyle ona bakıyor, gözbebekleri büyüyor durmadan. Kendisine yönelmiş bakışlardan soluğu kesiliyor Sabah’ın.  Duvarın hemen önünde, tam karşısında!  Ne zaman, nasıl sokuldu bunca yakına, hangi yollardan, gecenin hangi kuytularından sürünerek geldi buraya?
(...)
 Bir tek çevik hamle, şu anda sedirde yatmış iç çekişlerle uyuyan, şimdiye kadar aralarında yaşayan kadını, insanların arasından çekip götürecek kolaylıkla.”
 
   

        Anabasis! Yürüyüşümüz, durmaksızın yürüyüşümüz, bir türlü köklerimizle buluşamayışımız ve Yunanlı askerlerin en sonunda “Deniz! Deniz!” diye bağırdıkları andaki sevinci, yani evimizin artık görünür olma olanağını yaşamaktan çok uzakta oluşumuz da anlatılır öyküde. Yorulur okur, yorulmalıdır zaten. Sitkom öykülerden, tatlı hayatlardan gına gelmelidir artık. Kılıç, kaplumbağa, ateş, gölge, yılan, sır, bahur kokusu, reyhan duası… Ağaca sarılan kollar… Geçmişten gelen bir büyücünün dilinden dökülen sözler gibidir Ayvaz’ın bu hikayesinde.      Nihayeten söyler yazar, belki de kitabın en sonuna kadar durmaksızın yineleyeceği ve hiç unutmamamız gereken gerçekliği:
   Dikkat et! Diyor, Rima’nın buruşuk ağzı: Ömür bir hikâyedir, nasıl anlatırsan, öyle yaşarsın. Hiç anlamadan düşman olur sana. Nasıl anlatırsan, öyle yaşarsın hikâyeni.  Öldüklerinde birer yıldız olurlar, sen ne olacaksın ? Ağaçlara sarılmış kollarını çöz şimdi, yüzünü gökyüzüne dön, orada göreceksin her şeyi.    
   

         Bir Tenorun Tutuklanmadan Önceki Son Günü adlı öyküde Sezer Ateş Ayvaz, bütün öykülerine nüfuz etmiş “şenlikli” gündelik yaşam ve ölüm bilgisi üzerine bir soruşturma daha yapar.  Üç çocuk, bir tenor, bir kuş arasındaki geçen olay, yakaladıkları kuşa bakmaya, onu sakınmaya çalışan çocukların heyecanla kendinden geçmiş, yaşama, yaşatmaya bağlanmış çocuk sevincini anlatırken, yine uyarır bizi, 
   “
         "Tenorun evindeki pencerelerin perdelerinin çekilip ışıkların yakıldığını, uzaktan bir vapur düdüğünün yaklaşarak iskelede sustuğunu, yolcuların soğuk, karlı sokaklara doğru aceleyle dağıldıklarını… Görmeyecekler…”

   Bizler peki? Okurlar yani, o çok şeyi bilen, yaşamın heyecanı yerine hezeyanına kapılmayı yeğlemiş okurlar? Bizler neyi görüyoruz gerçekten? Son Otobüs öyküsünde uyuşturucuya batmış kızın dramı mı anlatılır, yoksa otobüsün içinde ve otobüsle beraber pür telaş evlerine koşan bizlerin, mutlu yüzyıl kişilerinin trajedisi mi?

   Gece vakti gözlemlenen kızla kurulan sersemletici ilişki ve öyküde serilen, giriş öyküsündeki şu tümcenin açılımından başka bir şey değildir;

   “Karanlıkta görebileceğin şeyleri göremezsin aydınlıkta”
   

   Badiou’nün Anabasis’te bulduğu semantik eşleşmenin sorduğu sorulara ölüm, varoluş, gelecek üzerine disiplinli bir soruşturma yaparak yanıt verirken Sezer Ateş Ayvaz, insanın bu dünyada şairane bir şekilde ikamet ettiğini, sözcükleri, sesleri dans ettirerek anımsatıyor bize. Bir Plak Fabrikası’na sıkışıp kalmış ve yavaş yavaş yitip gitmekte olan sesleri yeniden işitmek, yükseltmek zorunda olduğumuzu da. Bunu yapmak zorundayız, çünkü yazarın Sessiz Sokakların Askerleri öyküsünde dediği gibi; “Her şey hızla değişiyor, Hiç vakit yok gerçekten de”.
                           
                                                                               
----------------------------------------------------
1)   Baudrillard, Jean, Baştan Çıkarma Üzerine , syf. 29 çev Ayşegül Sönmezay, Istanbul, 2005,Ayrıntı yayınları
2)   Eagleton ,Terry, Kuramdan Sonra , syf.3, çev. Uygar Abacı, İstanbul, 2003 ,Liberter yay.
3)   Ayvaz Ateş, Sezer, Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak, Istanbul, 2015 Aylak Adam yayınları
4)   http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/yalnizca-oz-edebiyatseverler-icin-416133
5)   Badiou, Alain, Yüzyıl, syf 8,9, çev. Ergüden Işık, Istanbul 2010, Sel Yayınları
6)   a.g.y. syf 9
7)   a.g.y. syf 91
8)   a.g.y, syf.91
9)   a.g.y, syf.92
10)   a.g.y,syf.92
11)   a.g.y, syf.23
12)       Baudrillard Jean, Kötülüğün Şeffaflığı, syf. 52 çev. Işık Ergüden, Istanbul,2004 Ayrıntı yayınları
13)     Eagleton Terry, Hayatın Anlamı, syf. 116, çev Kutlu Tunca, Istanbul,2012(2) Ayrıntı yayınları
14)    Adorno W,Theodor, Minima Moralia, syf 31, çev. Koçak O- Doğukan A, 2002 İstanbul, Metis yay.
15)    Badiou, Alain, a.g.y., syf. 51
16)   Lefebvre, Henri, Yaşamla Söyleşi, syf 14, çev. Oğuz,Emirhan 1995 Istanbul, Belge yayınları

  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

T
  • *
  • İleti: 2171
Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#25: 28 Nisan 2018, 12:51:55

Düşünceler, ağırlığını ortaya koymasına rağmen, ağır bir yazı olmaması için iyi dengelenmiş.
Sadece okumamışsın, sayfalarda yaşamışsın hissi verdi.

Eline sağlık, çok beğendim.  :)xx
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4217
Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#26: 28 Nisan 2018, 13:57:49
Büyük iltifat, teşekkür ederim.
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

R

Recep Ertürk

Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#27: 09 Mayıs 2018, 15:20:57


Güncel gelişmeler, onların sosyal medyaya yansıması nedeniyle aklıma geldi..
En son twitter'da geçen referandum zamanı birden kesilen "hayırlı sabahlar", "hayırlı cumalar" nedeniyle paylaştığım bir kitaptı.

Bu tamam-devam muhabbeti yine çağrıştırdı.. Tabiiki mizah kitabı  ;D ;D ;D ;D ;D

(Yeni baskıları da var piyasada)

https://www.nadirkitap.com/ago-pasanin-hatirati-refik-halid-karay-kitap10543489.html



  • IP logged

R

Recep Ertürk

Ynt: Tavsiye Edilen Kitaplar,Düşünceler
#28: 10 Mayıs 2018, 10:01:15


Yüzünüzde gülümseme eksik olmasın..

Ömrünü Türk halkını ve tüm insanlığı gürdürmeye, güldürürken düşündürmeye adamış insan Aziz Nesin. 20. yüzyıl Türkiye'sinin en büyük mizah yazarı, 20. yüzyıl dünya mizah edebiyatının en seçkin yazarlarından biri.. Belki en önemlisi..

Her kuşak Aziz Nesin yazıları ile büyürse Türkiye başka olur..

En başta da Zübük sayısı azalır..


http://www.idefix.com/Kitap/Zubuklugun-Sonu-Yok/Aziz-Nesin/Edebiyat/Turk-Oyku/urunno=0000000648467


  • IP logged

 
Yukarı git