Tuzlu Su Sinemaları: Mediterraneo

Başlatan Çetin Kent, 11 Aralık 2025, 14:22:59

« önceki - sonraki »

Çetin Kent



Mediterraneo (Mehmet Atay kardeşime sevgilerimle)


"Böyle zamanlarda hayal etmeye devam etmek ve hayatta kalmak için en iyi yol kaçmaktır"


Film, Henry Laborit'in bu sözüyle açılıyor. Ben de ne zaman içim sıkılsa, bir yerlere kaçma isteği duysam bu filme sığınırım.

Şu "kaçma" meselesi ve Laborit üzerine biraz konuşalım mı? Konu ister istemez teknelere ve denize, yani o meşhur "kaçış" fikrine kadar uzanacak, uyarmadı demeyin.

Henry Laborit gerçekten ilginç bir adam. Aslen biyolog, fakat zamanında cerrahlık da yapmış. Onu sıra dışı yapan ise şu: İnsan biyolojisini, sinir sistemini, beyni inceliyor ve buradan insanların sosyal davranışlarına dair sonuçlar çıkarıyor.

Yıllar önce bir doktor kan değerlerime bakıp şöyle demişti:
 "Öğlene kadar afyonun patlamıyor değil mi? Sabahları hiç iş yapasın olmuyor, enerjin yok, halsizsin, hatta sürekli depresif hissediyorsun" Şaşırıp kalmıştım. "Yahu tembelliğim kanımdan mı okunuyor artık?" diye düşünmüştüm. Meğer bedenim tiroid hormonu üretmiyormuş, iyi mi? Tıp mı çok ilerledi, yoksa benim bu hal kanıma kadar mı işlemiş, karar veremedim. Doktorun da şakacısı beni bulur zaten.

Henry Laborit ise doktorum kadar muzip olmasa da, benzer bir yerden yola çıkar: Sinir sistemine, beyne, biyolojik yapılara bakarak insanların sosyal hayattaki davranışlarını anlamaya çalışır. Yani fizyolojiden felsefeye uzanan bir köprü kurar.

Henry amca önce sinir sistemi, hormonlar, beyindeki ödül-ceza mekanizmaları, stres tepkisi, kaçma–savaşma refleksi gibi tamamen biyolojik süreçleri inceliyor. Beyin korkuyu nasıl üretir? Hangi hormon bizi saldırgan, hangi hormon pasif yapar? Stres altındayken niye aynı tepkileri veririz?
Sonra nereye dönüyor? Kişi niye kaçar? Toplum baskısı bireyin beyninde hangi biyolojik karşılıkları doğurur? Güç ilişkileri, hiyerarşi, çalışma yaşamı insan beynini nasıl etkiler? Biyolojik olarak tasalanmaya meyilli bir varlık olduğumuz için mi belli davranış kalıplarına saplanıyoruz?


Yani biyolojiden çıkıp davranış, toplum, ahlak, özgürlük, kaçış, uyum, isyan gibi felsefi alanlara dokunuyor. Büyük adam!

Tezi özetle şu: İnsan davranışlarının arkasında biyolojik zorunluluklar vardır ama bu davranışlar sosyal yapılar içinde şekillenir.

Örneklemek gerekirse, patrondan fırça yiyorsun ya mesela, hah, bedenin diyor ki "sus şimdi sesini çıkarma" (Savaş ya da kaç devresi, kortizol artışı), aslında sosyal tarafın bunu güç ilişkileri, sınıf farkı, toplumsal normlar üzerinden değerlendiriyor. İnsan, önce biyolojisidir; sonra toplum içinde bir anlam kazanır diyor Henry amca, nasıl ama?

Denizi kaçış kurtuluş olarak görenler, sıkı durun, daha sert gireceğiz konuya: Kaçmak bir "fiziksel refleks"tir, yani beynin stres devresidir. Ama aynı zamanda "felsefi bir tavırdır" yani bir yaşam biçimi, bir direnme formu. Vay arkadaş! Son paragrafı bir kere daha okuyayım!



Devamı gelecek...
Yaşayıp gidiyoruz.

Çetin Kent

"Kaçmak" deyince tabi siz hiç üstüme bela almayayım, sorunlardan uzak olayım, kaçayım kurtulayım,çok zor bu iş, aman keyfime bakayım kaçışı anladınız değil mi? Aman diyeyim, Henry Laborit "kaçmak" deyince o tip bir "tırsıp ortamdan sıvışmayı" kastetmiyor.
Henry amca insanın zorlayıcı koşullar karşısında 3 temel tepkisi olduğunu söylüyor biri saldırmak, ikincisi boyun eğip, kabullenmek ve üçüncüsü ise "kaçmak"

Kaçmak bir korkaklık anlamında değil yaratıcı bir çözüm üretme, yıkıcı döngülerden sıyrılma, yeni bir alan yaratma eylemi anlamındadır diyor Henry. Toplum bize kaçmayı öğretmez çünkü sistem için en tehlikeli eylem "kaçış"tır diyor. Modern toplum bize hiyerarşiyi, otoriteyi, iş hayatında sosyal rekabeti, başarı zorunluluğunu getiriyor fakat toplum bize kaçmayı öğretmez diyor. Enfes ifade etmiş. O anlamda kaçmak, zihinsel özgürlük, yeni bir düşünce alanı açma, mutsuzluğun temel nedenlerini aşma şeklinde pozitif bir hareket değil mi sahiden de. Müthiş. Henry Laborit için kaçış pasif bir "kaçınma" değil aktif ve yaratıcı bir yeniden doğuş hali.

Yani yani dostlar, kırklı yaşlarımda meslekte gayet iyiyken her şeyi bırakıp gidip Selimiye'ye yerleşmem hayattan tırsıp kaçma değildi, bana inanmıyorsanız koskoca Henry Laborit hocaya sorun! İşte yüzü burada! Ya da koca koca adamların niye denize tekneye kaçıp kaçıp gittiğini sorgulamayın; yeni bir hayat, bir güç toplama, zorlandığımız çağa başka bir açıdan bakma, yeni çözümler getirme, artık ne derseniz deyin, ufuk açıcı bir tezin ürünüsünüz, gülümseyin, rahat olun. (Gene mi tekneye diye hanım kızarsa filan, bilimsel olarak açıklayacak malzemeniz var artık, evden çıkarken kendinize güvenerek doktor raporuyla gider gibi anlatın, karşılık beklemeden vurun kapıyı çıkın gidin. Cevap beklerseniz şansınız yok, çıkamazsınız evden, direkt söyleyin kaçın! Çağın hanımları Henry menry dinlemez, riske girmeyin)

Devamı gelecek...
Yaşayıp gidiyoruz.

Çetin Kent

Filmi anlatacaktık, nerelere geldik.
Il Mediterraneo filmini  şöyle özetlemek mümkün:
"Gabriele Salvatores'in yönettiği, 1991 yapımı İtalyan filmi "Il Mediterraneo" (Akdeniz), II. Dünya Savaşı sırasında bir grup İtalyan askerinin bir Yunan adasında yaşadıklarını mizahi ve duygusal bir dille anlatır."
Tamamdır, haydi dağılıyoruz...
Aman sakın, sakın bir yere kıpırdamayın. Çünkü bu filmi böyle tek cümleye sıkıştırmaya kalkmak, onun ruhunu yok etmek demek.


Önce hazırlık ve Sertab Erener'e sitem!

Akdeniz'i seyretmeden önce biraz hazırlık lazım. Öyle açtım ekrana, ara ara baktım diyerek izlenecek bir film değil. Mesela mutlaka kışın ve yine mutlaka gece izlenmeli. Tek seferde, gözler ayrılmadan filmin içine girilmeli ve bitene kadar da çıkılmamalı.
Akdeniz, önce müziğiyle sizi içine çekecek, buna garanti verebilirim. İlk çıktığı zamanlarda ruhunuzu titretecek bir melodiydi ama sonraları Sertab Erener yüzünden azıcık başka yere kaydı bu etki. Aslında Sezen Aksu ve rahmetli Meral Okay bu bestenin üzerine söz yazınca Sertab hanımın ne günahı var denebilir. Fakat o kadar da güzel icra edilmez arkadaş! Efendim bahsettiğim şarkı Sertab Erener'in Lâ'l albümündeki Masal isimli eser. Hani hemen dilimize dolanan "Işığa uçar bütün pervaneler, ateşe giderken ne şahaneler" diyen o şarkı var ya,hah, onu diyorum. Filmi seyrederken biraz kızmıyor değilim. Eskiden filmde başka türlü etkiliyordu, şimdi ne zaman seyretsem, film boyu Masal  şarkısının sözleri geliyor dilimin ucuna. Tekrar diyeyim şarkının büyüsüne lafım yok lakin filmin kendi büyüsünü azıcık aldı elimden. Hele son dönemde şarkıyı tekrar yorumladı ve sanki biraz flamenko havasına soktu ya, biraz daha uzaklaştı o büyü. Neyse...





Devamı gelecek...
Yaşayıp gidiyoruz.

Hulusi Gülen

Bir zello sohbeti idi sanırım; Mediterreneo filminden rahmetli Hakan TİRYAKİ sayesinde haberim olmuştu. Tiryaki, bu filmi tekrar tekrar seyrettiğini söylemişti. Sonrasında buldum ve seyrettim; ben de çok beğendim.

Tekrar tekrar seyretmek ise benim dünyamda Mandıra Filozofu'na kısmet oldu; deniz ile iç içe, komedi ve sade yaşam üzerine kurulu bir film olmasına bağlıyorum ben bu ilgimi.

Bir zamanlar Gani MÜJDE yelkenli üstünde çok güzel sohbet programları yapardı; kaçırmazdım. Bir seferinde "yelken ve deniz içerikli bir film çevrilecek ise en güzelini ben yaparım ama piyasası olmadığı için yapmıyorum" demişti. O gün bu gün Gani Reis'den bu filmi bekler dururum.

Bak Çetin Reisim, siz de böyle Deniz tuzlu senaryo yazarlığı favorilerimin arasındasın; hadi gari, belki piyasası da oluşmuştur :)



S/Y DUA-1 Hayatta olabileceğiniz en güzel yer, bir DUA'nın içinde yer almaktır. Şems-i Tebrizi

Çetin Kent

Hulusi kaptanım kısmet diyelim. Aslında Gani abiyle bir Barbaros senaryosunun sonuna kadar gittim, Malta Şahini hikayesini de filmin içinde kullandım, güzel de bir senaryo olmuştu ama sonrası gelmedi. Dediğim gibi kısmet.

https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/magazin/kivanc-tatlitug-ve-gokhan-ozoguz-abi-kardes-olacak-40085271
Yaşayıp gidiyoruz.

Çetin Kent

Burada biraz bahsetmişti hatta Gani abi ama olamadı işte :)

36. dakikadan itibaren seyredebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=W80aDb-6Hlc&t=36m
Yaşayıp gidiyoruz.

Çetin Kent



Filmi izlemeyenler için uyarımızı yaparak, anlatmaya başlayalım. Gerçi katil uşaklık bir durum yok filmde, rahat olun. 91 yılından beri bu filmi hala da izlemeyen varsa daha ne diyeyim.

Filmimizin açılışı bir savaş gemisiyle olur. Bordasındaki numara, L 164 ya da LI 64, sanırım resmi bir numara değil, ya da ben bulamadım. İtalyan donanmasında o senelerde böyle bir numaralandırma yok. Sonraki karelerde bir can simidi gözümüze takılıyor. Üzerindeki yazı "R.N. Garbaldi", bingo! Gemiyi bulduk!

Boşa sevinmişiz, tarihte R.N. Garibaldi gemisi var ama bir kruvazör. Filmde gördüğümüz ise daha çok bir çıkarma gemisi gibi. Yine tutturamadık. Bir miktar buradan puan kırdık sayın yönetmenimiz Gabriele Salvatores!

Gemiden dolayı burnunuza yağ, mazot, kat kat boyalı demir kokuları gelirken hikaye yukarıda bahsettiğim müzikle birlikte akmaya başlıyor.



Bir garip müfreze!

Efendim, 2. Dünya Savaşı yıllarında Akdenizdeyiz. Malum Hitler ve Mussolini manyakları dünyayı yakıp yıkıyor. Burnumuzun dibindeki Meis adasına bahsettiğimiz gemiyle bir grup İtalyan askeri bırakılacak. Görevleri keşif ve gözlem. Ege adalarına çok uzakta, çok küçük ve stratejik olarak da hiç bir değeri olmayan bir ada, olsun görev görevdir. Yavaş yavaş askerleri tanımaya başlıyoruz, ama durun, bir gariplik var. Bunlar eli kanlı, her biri bir savaş makinesi, tam taşfırın erkeği askerler değil gibi. Başlarındaki teğmen müziğe, şiire, resme meraklı mesela. Bir dağ köyünden gelmiş Munaro kardeşlerin ne denizle ne askerlikle ilgileri var. Bir asker de tüm savaş görevlerine yanındaki katırıyla gitmiş. Evet bildiğiniz bir katır, önemli rollerden biri, ismi de Silvana! Bir başka askerin eşi hamileymiş. Tüm film boyunca ailesine ve evine dönme özleminde olan adamcağızın başarısız kaçma girişimlerine şahit olacağız. İçlerinde savaşa, kavgaya en istekli olan ise Çavuş Lorusso. Afrika'da savaşmış, başçavuş rütbesi almış, grubun en askere benzeyeni. Çavuş'un yanından ayrılmayan telsizcimiz var, bir de Teğmen'in emir eri olan Farina.



Adamları hakkında filmin başında teğmenin yorumunu duyarız, azıcık içimiz burulur. "Bana atanan adamlar" diyor, "orada burada kaybedilmiş savaşların kurtulanları, dağıtılmış alaylardan adamlar. Benim gibi hayatta kalmayı başarmış bir grup uyumsuz insan"

Biz askerleri tanıtırken gemi de Kaş açıklarına demirler. Katırın ve telsizin filikalarla karaya çıkışı  sıkıntılıdır, sakarlıkları ve hatta Munaro kardeşlerin yüzme bilmediğini öğrenmemiz yüzümüze ilk gülümsemeyi kondurur. Adanın ve denizin güzelliği yavaş yavaş ekrandan bize akmaya başlar. Akdeniz'in güneşi, tuzu, rüzgarı yabancı değil bize nasılsa. Hem Kaş Meis arası ne ki, adamlar bizim sularda, dur bakalım ne olacak.

Her an kendilerine ateş açılacağı endişesiyle gayet ihtiyatlı biçimde karaya çıkarlar fakat herhangi bir direnişi bırakın ortada insan bile yoktur. Kıyıya çıktıklarında bir duvar yazısı görürler: "Yunanistan İtalyanlara mezar olacaktır" Canları sıkılarak köye doğru ilerlerler.

Teğmen adamları için şöyle de bir laf ediyor: "Hepimiz karar veremediğimiz yaşlardaydık, bir aile kurmak ya da kendini dünyada kaybetmek konusunda."





Devamı gelecek...
Yaşayıp gidiyoruz.

Çetin Kent

#7


Sokaklar, evler, kiliseler... Her yer boştur.
Bizim askerler, ellerinde silahlar, kasabayı şaşkın bakışlarla kolaçan eder.
Hiç kimse yok. Tavuklardan başka!
Emir eri Farina, aniden fırlayan bir tavuk karşısında irkilir; refleksle tetiğe asılır. Silah patlar. O sesle birlikte diğer askerler de ateş etmeye başlar. Bir anlık panik, kontrolsüz bir gürültü ve biz, bir kere daha anlarız ki müfrezemiz gerçekten de "süzme seçme"dir.
Çocuksu bir saflıkla, bir grup asker Akdeniz güneşinin rehavetine kapılıp bizi de yanlarına alarak, savaşla taban tabana zıt, neredeyse fantastik bir dünyaya sürüklenir. Zaten filmi güzel kılan şeylerden biri de budur.
O güzelim melodi derinden derinden gelirken Meis'in limanı ve evlerini askerlerle birlikte gezeriz. Fakat niye kimse yok! Nereye gitti tüm o ada halkı?



Issız adaya bayraklarını çekip, tepelik bir yere telsiz antenini kurarlar. Onları bırakan gemiyle temasa geçmeye çalışırlarken en tecrübelileri Çavuş Lorusso da adada kimse olmamasını Afrikada yaşadığı tecrübelere dayanarak açıklamaya çalışmaktadır. Mesela ıssız bir köyde devriye gezen bir birliği, gece köyde uyurlarken yamyamlar yemiş!...gibi. "Egedeyiz lan biz ne yamyamı!" diyenleri  de haşlar: "Yunanlıların nasıl beslendiğini nereden biliyorsun!"

Telsiz çağrılarımıza gemiden cevap verilince hepimiz heyecanlanırız. Bizimkiler hemen durumu açıklarlar, düşmanla temas yoktur, keşif yapılmış, bayrak çekilmiş, durum kontrol altına alınmış, görev tamamlanmıştır. Gemi onları gelip alabilir, yeni görev emirleri için hazırlardır. Aniden telsizden donanma için genel bir mesaj yayınlanır. Tüm istasyonlara telsiz iletişiminin durdurulması emri verilmiştir!?!?!?!

Sessizlik...

Ümitsizce telsizden gelecek bir cızırtıyı beklerlerken, bize göre aralarındaki en aklı başında ve mantıklı olan Teğmen askerlerini uyarır: "Yunanlılara dikkat edin, öyle yamyamlık saçmalıkları filan olmaz burada ama geçmişte bir İtalyan askerini kaçırıp ayaklarından asmışlardı ve adamcağızın içine kızgın zeytinyağı doldurmuşlardı!"

En akıllısı dediğimiz de bu, düşünün artık. Komutanını dehşetle dinleyen emir eri Farina "nasıl olabilir böyle bir şey!" deyince, Teğmen cevaplar: "Huniyle!"




Gece ilerledikçe ümitsizlikler, birbirleriyle paylaştıkları anılar, planlar dökülür ortaya. Kimisi "sivilde" işsizmiş, kimisi kayak öğretmeni. Evini, köyünü özleyenler, dik durmaya çalışanlar, rahatça uyuyanlar, bir türlü uyuyamayanlar.

Hep birlikte bu adada sıkıştık kaldık galiba.

Devamı gelecek...
Yaşayıp gidiyoruz.

Hasan Toparlak

Klasik soruyu sorayım :

Çocuk kimden :)

Çetin Kent

Rtüke takılmayalım Hasan hocam. 😜
Yaşayıp gidiyoruz.