Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: White Squall

  • *
  • İleti: 318
White Squall
OP: 07 Ocak 2025, 23:00:06
WHITE SQUALL

Deniz deyince hemen aklımıza gelen filmlerden biri White Squall.



Filmimiz 90 lı yıllarda çekilmiş. Fakat filmde anlatılan öykü 1960 yılında başlıyor. Yönetmeni Ridley Scott. Scott’ı, bildiğiniz üzere Gladyatör ve Cennetin Krallığı gibi görsel zenginliği yüksek tarihi filmleriyle olduğu kadar, Yaratık ve Blade Runner gibi bilim kurgu filmleriyle ya da Thelma ve Louise gibi başarılı yol filmleriyle de tanıyoruz. Ayrıca  o müthiş Hannibal filmini ya da Black hawk down gibi çekilmiş en iyi savaş filmlerinden birini de yaratan Scott, gözümüzde gönlümüzde özel bir yere sahip.

White Squall gerçek bir olaydan esinlenilmiş. Kitap olarak ararsanız Richard E. Langford ve Jerry Renninger isimli yazarların “White squall- The Last voyage of Albatross” isimli kitabını buluyorsunuz. Langford gemide öğretmen olarak çalışanlardan biriymiş. Bildiğim kadarıyla bu kitap Türkçe’ye çevrilmiş değil. İşte şimdi hiçbir yerde bulamayacağınız bir bilgi vereyim: Filmi kitabından daha iyiymiş! Amerikalı okuyucuların yorumlarından anladığım kadarıyla filmi kitaba tercih ediyorlar. Filmi gördükten sonra büyüleneceğinizi biliyorum, yanılıp da kitabını ta Amerikalardan getirtmeye kalkmayın, benden söylemesi. Ne kadar doğru bilemem ama deniyor ki asıl gerçekçi ve daha güzel olan kitap, o macerayı yaşayan ve hayatta kalan iki öğrencinin yazdığı 1962 yılı yayını olan kitapmış. Filmde başrollerden biri ve filmin anlatıcısı olan kahramanın yazdığı bu kitap, herhalde aradan geçen altmış küsur yıldan sonra hiçbir kitapçıda bulunmuyordur. Kitabın ne bir kapak fotoğrafını, ne de bir izini bulabildim.

Hikayenin baş kahramanı ise geminin kaptanı, Christopher Sheldon. 2002 yılında hayata veda eden Sheldon, dünyanın çeşitli üniversitelerinde eğitim görmüş, felsefe doktorası yapmış donanımlı bir adam. İlginç bir eğitim projesini hayata geçirmiş. 1959’da yüzen bir okul açmış ve gençleri okyanuslarda, tekne üzerinde eğitmeye başlamış. Eşi Alice ile birlikte kurduğu okulun adı Okyanus Akademisi. Yabancı dil derslerinden, edebiyata, gemicilikten, matematiğe kadar hemen her konuda eğitimin verildiği gemisinin adı ise Albatross. Kaptan Sheldon bir röportajında dediğine göre öğrenci başına bir öğrenim sezonu için 3250 dolara bu eğitimi veriyormuş. O zamanlar ya para kıymetliydi ya da rahmetli, hesaptan anlamıyordu! Neyse işin mali yönünü geçelim, filme geri dönelim.



Biraz da Albatross’tan bahsedelim. 92 feet uzunlukta, çift direkli ve çelik bir tekne. Hollanda yapımı olan tekne 1920 yılında inşa edilmiş ve İkinci Dünya Savaşında Almanlar tarafından telsiz istasyon gemisi olarak kullanılmış. Kuzey denizlerinde geçen seneler sonrasında Atlantiğin öbür yanına geçen ve sahip değiştiren emektar tekne, 1958’de başrolünü Rock Hudson’un oynadığı bir filmde bile kullanılmış.

Film akışı

Uyarı: Bu satırdan sonraki anlatılanlar filmi henüz izlememiş olanlar için sürprizleri mahvedici özellik taşıyabilir. Özetle; seyretmeyen okumasın!

Filmin giriş yazıları oldukça sade bir fonda akıyor. Lacivert tonda, kadife görünümlü bu fon, bizi hemen deniz havasına sokuyor. Ardından, filmin anlatıcısı ve gerçek hayatta da 1962 yılındaki kitabı yazan Charles 'Chuck' Gieg’in evine konuk oluyoruz. Anlıyoruz ki çocuk Okyanus Akademisine gitmek istiyor, babası ise diğer başarılı kardeşi gibi iyi bir üniversiteye gitmesi için baskı yapıyor. Film aslında “Ölü ozanlar derneği” filmiyle büyük benzerlikler taşıyor. Gene baba oğul arasındaki diyaloglardan öğreniyoruz ki bizim Okyanus Akademisi, ABD eğitim sisteminde resmi okuldan sayılmıyormuş. Yani denizde bir senelik eğitim görecek çocukların, bizim milli eğitimden onaylı bir diploması olamayacak gibi birşey. Bu film gerçek bir olaydan alındıysa ve bundan kırk yıl önce o ülkede insanlar çocuklarını böyle bir yerde eğitiyorsa, buna izin veriyorsa, bizim daha çok yapacak işimiz var demektir. Hem de lise son sınıfı dondurup, ayrılacak çocuk, okyanusa çıkacak bir seneliğine, dünyanın yarısını dolaşıp gelecek! Ne ebeveynler var.

Ailesinden hüzünlü biçimde ayrılan Chuck, tekneye katılacağı Karayiplere giderken ekranda onun ağzından şu sözler duyulur: “Bugün babamın benim için seçtiği yoldan ayrılıyorum, onun yerine kendi yolumdan gideceğim”

Yolda karşılaştığı diğer ekip elemanlarıyla, daha doğrusu öğrencilerle birlikte Albatross’a varırlar. Burada dikkatimizi çeken fondaki arabaların, uçağın, giyim kuşamın tam da 60’lı yılları yansıttığı. Yönetmen Ridley Scott’un yukarıda saydığımız filmlerinde de, ister tarihi olsun ister bilim kurgu, yarattığı atmosfere verdiği önem ve titizlik öne çıkar. Her şeyiyle sizi filmin içine çeker, yabancılık çekmezsiniz. Roma’da arenada dövüşüyorsanız da, Somali’da iç savaşın ortasında kalıyorsanız da hiç yadırgamazsınız, film sizi içine çeker, bir parçası olursunuz, kostümlerin, dekorun, o zamana ait seslerin.

Albatross’a bindiğimizde diğer elemanları Chuck’ın gözünden tanımaya başlarız. Şekspir’den dizeler okuyan edebiyat öğretmeniyle, öğrencilerle tanışırız ve o sırada minik bir arada kaptan tüm azameti ve gizemiyle uzakta görünür ve kamarasına girip kaybolur. Ünlü oyuncu Jeff Bridges’in canlandırdığı kaptan karakteri, filmin başında karizmatik, gizemli, sert, acımasız  ve korkutucu bir figür olarak belirir. Film ilerledikçe bakalım bu fikirlerimiz değişecek mi? Göreceğiz.

Daha sonra geminin ikinci kaptanı bilgi vermeye başlar. İkinci kaptan 15-16 yaşlarında zıpkın gibi bir çocuk. Ama ne çocuk, göreceğiz. Kaptan’ın hanımı olan bayan ise, aynı zamanda geminin doktoru, aynı zamanda matematik öğretmeni, aynı zamanda biyoloji ve fen öğretmenidir. Allah herkese böyle dolu dolu bir hanım nasip etsin. Ardından gemi aşçısı da kendini tanıtır ve derken Kaptan çıkagelir. Bizim lakayıt ekip elemanlarını büyük bir disiplin içinde ayağa kaldıran ikinci kaptan, komutunu vermiştir: Kaptan güvertede!

Birkaç sahne atlayıp ilerlemeden önce Kaptan’ın çocuklara büyük bir ciddiyetle söylediği cümleyi yazalım: Altınızdaki gemi bir oyuncak değildir ve denize çıkmak da bir oyun değildir!

Tablo gibi görüntülerle bezenen film ilerledikçe karakterlere de iyice alışırız. Asi çocuklar, ailesiyle sorunlu çocuklar, dersleriyle problemli çocuklar, kavgacısı, iyi kalplisi hepsi bir arada aynı teknede.




Çocuklar parayı ödeyip tekneye katılsa da, teknede verilen her görevi de yapmak zorundalar. Hatta zengin bir ebeveyn oğlunu deniz uçağıyla getirir. Üstelik diğer çocuklara göre daha geç gelmiştir, düzen bozulmuştur. Ukalalığıyla teknede soğuk hava estiren ve oğlunun teknede çalışmasına (parayı verdi ya) karşı çıkan ve de gemiye “geç kalan” babaya bizim Kaptan’ın verdiği cevap harikadır: Bu gemide herkes çalışır. “Dakiklik”, bir lüks değil, bir zorunluluktur.

İlerleyen sahnelerde çocukların ve Kaptan’ın karakterleri daha derinlemesine işlenir. İnsana dair bu sahnelerin hepsinin arka planını, koca bir gemi ve Karayiplerdeki rüya gibi doğa görüntüleri süsler. Kaptan’ın aşırı disiplini öğretmenler tarafından bile sorgulanmaya başlandığında, hafiften kızdığımız Kaptan öyle bir açıklama yapar ki: Ben çocukları zorladıkça onlar birbirlerine kenetlenecek. Beni sevip sevmemeleri umurumda değil. En zayıf halkamız kadar güçlüyüz ve ben bunu (bu zayıflığı) zor durumdayken anlamak istemem.

Film başladıktan yarım saat sonra ilk defa Albatross’u yelkenle seyirde görürüz. Tam arma okyanusta giderken verdiği görüntüler sizi sarhoş edebilir, aman dikkat. Bazı filmlerde, kitaplarda ya da tercümelerinde hani denize ait terminoloji genelde yanlış kullanılır ya. Hani okuduğumuz ya da seyrettiğimizden birden soğuruz ya. Bu filmde öyle bir terslik yok. Denizi, tekneyi, yelkeni bilen bir ekip tarafından yazıldığı ve çekildiği belli. Tadını çıkara çıkara seyrediyorsunuz.

Mesela denize adam düşme sahnesi çok etkileyicidir. Denize düşen çocuğu da Kaptan’ın hanımı kurtarır ki, yukarıda da dediğim gibi, denizde “paslanmayan hanım” isteyen her denizcinin düşüdür bu hanım.

Film ilerledikçe, ekip denize ve tekneye alıştıkça, bir şeyler öğrendikçe, sıkıntılar yerini zevke ve neşeye bırakmıştır. Çocuklar birbirine iyice kenetlenmiş, ustalıkları artmış ve siz de ekran karşısında okyanusun ve teknenin keyfini çıkarmaya başlamışsınızdır.

Bizim çocuklar sabaha kadar limanda çapkınlık edip içkiye dalınca ve de limandan ayrılış saatini kaçırınca, Kaptan onları beklemeden demir alır gider. Filmin en eğlenceli bölümlerinden biri bu limanda geçen sahnelerdir. Bu kabahatlerinin sonunda, onları azarlayan Kaptan gene büyük konuşur. Güvertedeki 100 kiloluk başıboş bir döküm metalin, koca bir gemiyi batırabileceğine dair bir nutuk çeker. Bizdeki serseri mayın benzeri bir analoji kurar ve tabii ki bizim öğrenciler utançtan yerin dibine girer.

Filmdeki diğer önemli bir sahne, yazının başında bahsettiğimiz zengin ailenin oğlunun,  zıpkınla bir yunusu vurmasıdır. Yaralı olarak güverteye alınan yunus için yapacak bir şey kalmamıştır ve acısına son vermek için öldürülmesi gerekir. Kaptan büyük bir öfkeyle çocuktan başladığı işi bitirmesini ister ama çocuk, yapamaz. Kaptan kendi halleder. Filmin en vurucu sahnelerinden biridir. Çocuğun arkadaşları ve eşinin çabalarına rağmen Kaptan disiplinini bozmaz ve çocuğu tekneden kovar, evine gönderir.

Buraya kadar film normal şartlarda geçer. Bitimine 35 dakika kala White Squall filmini aklımızdan silinmeyecek hale getiren sahneleri başlayacaktır. Albatross bir fırtınaya girer….

Uyarı

Buradan sonra yazılacaklar için tekrar uyaralım. Eğer seyretmediyseniz okumayın, biz seyreden dostlarla filmin bu önemli ve unutulmaz son kısmını tekrar hatırlayacağız.





Seyreden okuyucular hatırlayacaktır. Albatross’un çevresine yıldırımlar düşmesine rağmen deniz sakindir. İşte tam bu detay White Squall belasının oluşacağı zamandır. Kimse ne olduğunu anlamadan, nerden çıktığı belli olmayan bir sert rüzgar gemiyi sarsar. Öncesinde beyaz bir ışık ve rüzgar duvarı gelir gemiyi vurur, hemen ardından gene bembeyaz bir koca dalga son darbeyi getirir. Çekimlerin muhteşemliğine diyecek bir şey yoktur.

Gerçek hayattaki Kaptan Sheldon 1996 yılında People dergisine verdiği röportajda o anı şöyle anlatmış:

“Dev bir el sanki bizi aldı. 15 saniyede Albatross yan yattı ve 60 saniyede gemi suyla doldu. Okyanus sakindi.”

Kazada Kaptan’ın eşi, öğrencilerden dördü ve geminin aşçısı hayatını kaybeder. Son ana kadar eşini kurtarmaya çalışan Kaptan, artık yapacak bir şey kalmadığını anladığı an, son bir kez camın ardından, sakin ve kabullenmiş biçimde kendisine bakan karısına döner. Suyun altında Kaptan’ın dudaklarından son bir seni seviyorum lafı dökülür. Kadın kamaranın içinde, Albatross’la birlikte derinlere giderken, Kaptan yüzeye çıkar. Bu sahne biraz bulanık çekilmiş ya da seyrederken gözler sulandığı için net görülemiyor olabilir.

Kazazedeler Florida’ya getirilir. Yazıldığına göre bir Hollanda gemisi tarafından kurtarılmışlar, filmde bu konuda bir ayrıntı yok. Limanda yakınlarını bekleyen aileler, gazeteciler ve askerler, karmaşa içinde kazazedeleri karşılarlar.

Filmin belki de en kısa fakat en etkileyici sahnesi de burada yaşanır. Chuck, babasıyla birlikte rıhtımdaki kalabalıktan sıyrılır ve yeni elbise almak üzere bir mağazaya giderler. Dükkanda deneme kabinine giren Chuck, sanki gemideymiş gibi, yalpaya düşmüş gibi, sağa sola çarpmaya başlar. En sonunda yere düşer ve kulaklarında ölen arkadaşının sesiyle ağlamaya başlar. Kısa fakat en vurucu sahnelerden biridir.

Filmin son bölümleri mahkeme salonunda geçer. Kaptan’ın belgesinin iptali için, deniz kuvvetleri tarafından açılan bir dava vardır. Denizde geçen büyüleyici sahnelerden ve olaylardan sonra bu mahkeme sahnesi biraz yapmacık ve yüzeysel kalsa da yapacak bir şey yok. Filmin geri kalanının hatırına bunu çekeceğiz. O Amerikan filmlerine has “gaz” sahnelerle bezeli duruşma bölümünün “tatlıya bağlanmasıyla” filmimiz sona erer. Sting’in Valpariso isimli aşmış parçası eşliğinde filmin son yazıları da akmaya başlar.

Filmin akılda kalan en “gaz” cümlesi “birimiz nereye hepimiz oraya” lafıdır. Film bittiğinde, bir yelkenli alıp, en yakın arkadaşları da içine doldurup denizlere açılma hissi geliyor. Hani küçüklüğümüzde sinema çıkışı ve de hele hele bir dövüş filmi çıkışıysa, kapı önünde filmden sahneleri taklit eden çoluk çocuk gibi gaza geliyorum. Seyretmediyseniz alın seyredin, seyrettiyseniz de bir defa daha seyredin.
  • IP logged
Yaşayıp gidiyoruz.

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4256
White Squall
#1: 08 Ocak 2025, 19:30:17
Bir daha izleyelim o halde! Elinize sağlık.
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 5820
    • Son Denk Kayıkçısı
White Squall
#2: 09 Ocak 2025, 10:44:57
Filmin akılda kalan en “gaz” cümlesi “birimiz nereye hepimiz oraya” lafıdır. Film bittiğinde, bir yelkenli alıp, en yakın arkadaşları da içine doldurup denizlere açılma hissi geliyor. Hani küçüklüğümüzde sinema çıkışı ve de hele hele bir dövüş filmi çıkışıysa, kapı önünde filmden sahneleri taklit eden çoluk çocuk gibi gaza geliyorum. Seyretmediyseniz alın seyredin, seyrettiyseniz de bir defa daha seyredin.

Ne güzel benzetme , olmuş . Ben seyretmemişim ilk fırsatta izleyeceğim. Sağolun.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

 
Yukarı git