Can Hocam,
Çok güzel anlatmışsınız. Elinize sağlık. Bu başlık deniz ve çocukluk anılarımıza ev sahipliği yapabilir.
Bazı şeyleri kendi deneyimlerimizle mi yoksa bir yerlerden edindiğimiz bilgilerle mi öğreniriz karıştırdığım çok olur. Denizin tuzu deyince aklıma denizi olmayan Ankara’nın meşhur türküsünün sözleri gelir:
Deniz tuzsuz olur mu?
Dibi kumsuz olur mu?
Ben hakime danıştım
Yiğit yarsız olur mu?
Benim çok sevdiğim bu sözleri, misket dışında başka türkülerde de duyduğumu anımsıyorum. Bu sözleri yabancı bir insana çevirdiğimizde ona hiçbir şey ifade etmeyebilir. Ama bizim için bu sözler, kesin bilgi yayalım kategorisinde sayılır.
Doğum yerim Van’dı. Ailem İstanbul’a yerleşmeden önce dört yaşıma kadar orada kaldım. Belki duymuşsunuzdur, Vanlılar Van Gölü’nden “Deniz” diye bahsederler. Babamın kucağında Van Denizi’nin sularıyla ilk buluşmamı hayal meyal hatırlasam da, o buluşmada sodalı suyun tadına bakıp bakmadığım hususuna hafızam yetmiyor.
Gerçek bir denizi ilk görüşüm 1979 yılının Haziran ayında İstanbul’a gelir gelmez Boğaz Köprüsünden arabayla geçişimiz sırasında olmuştu. Eskiden Ankara Asfaltı denilen yoldan köprüye doğru gelirken önce Boğaz Köprüsünün kulelerinden birisini görürdünüz. Sonra yol, sola doğru kıvrılınca köprü karşınızda tüm heybetiyle belirirdi. Avrupa yakasına doğru köprüyü geçerken, masmavi gökyüzü altındaki pırıl pırıl denizi mutlulukla seyretmiştim, sonra aşağıda Ortaköy tarafındaki yüzme havuzlarını görmüş, “Deniz varken niye buraya havuz yapmışlar? Herhalde yüzme bilmeyenler içindir” diye düşünmüştüm. Yaz ortasında kuzenimin düğünü için Bursa Gemlik ilçesine gitmiş oradan Küçük Kumlaya geçmiş, ilk defa orada denizin tuzuyla tanışmıştım. Ama beni en çok heyecanlandıran deniz, ertesi sene tanıştığım Ege olmuştu. O yaz, tatil için Annemin memleketi olan Aydın’a gitmiştik. Bir kaç gün sonra Babamla günü birlik gezimiz için Didim’e doğru yola çıktık. O yaz arabamız da yoktu. Aydın’dan Söke’ye otobüsle gidip, Söke’den de Didim dolmuşlarına aktarma yapmıştık. Didim’in o zamanlar bakir sayılabilecek Altınkum sahilinde denizin tuzunu da dibinin kumunu da tanımış ve çok sevmiştim.
Bir sonraki sene Vakıflar’da önemli bir memuriyeti olan rahmetli Amcam, bize Altınkum’daki Vakıflar sosyal tesislerinde 15 günlük bir tatil ayarlamıştı. Ailece yola çıkmıştık bu sefer. Eski Aydın- İzmir ana yolundan, yine eski Didim yoluna döndük. Uzun çorap giymiş sporculara benzeyen, yarısına kadar kirece boyanmış ağaçlar ve ahşap sandalyeli kahvehaneleriyle standart bir Ege köyü olan Akköy’ü geçtikten sonra yol tatlı bir yokuş halinde Didim’e kadar akmaya başlayınca, karşımızda beliren koyu lacivert rengiyle muhteşem Ege Denizi manzarası, çocukluğumun en güzel fotoğraflarından birisidir. Her ne kadar sokaklarda rahatça oynayabildiğimiz zamanlarda olsak da bütün kışı İstanbul’da bir apartman çocuğu olarak geçirdiğimden midir bilmem , O çekici büyülü mavi alan, sadece yüzeceğim değil de üzerinde koşup oynayacağım bir yermiş ve sanki bütün deniz benimmiş gibi sevinmiştim. O yaz tesislerde mini golf sahasında golf oynamayı öğrenmiş, yemekhanede çıkan tabldot yemeğiyle ilk defa tanışmıştım. Plajın ortasında kocaman yuvarlak gazinoda akşamları eğlenceli vakitler geçirir,Türkiye’nin değişik şehirlerinden gelmiş yeni arkadaşlarımızla dans pistinde kurtlarımızı dökerdik.
Gündüz onlarca metre ilerleseniz de hep sığ kalan denizde kardeşlerimle yüzme egzersizleri yapardık.
Denizde o kadar mutlu olurduk ki, akşamüstü üşümekten dişlerimiz takırdarken bile annemiz bizi denizden çıkmamız için zor ikna ederdi. Havluya sarılıp iki dakika ısındıktan sonra muzipliğe devam eder, denizden çıkanların üzerinde kuruyan deniz tuzlarının oluşturduğu izlere bakıp, kahve falından esinlenerek bulduğum tuz falına bakarak büyükleri eğlendirirdim. Eskiden plajlarda duş olmadığı için plaj çıkışında tişörtümle bedenim arasındaki tuzlar yüzünden kaşına kaşına tesisin yolunu tutardım.
O zaman denizin niye tuzlu olduğuna dair bizden birkaç yaş büyük çocukların anlattıklarına inanırdık. Kimisi evinden ve ailesinden uzak denizcilerin gözyaşlarını, kimisi deniz kenarında ağlayan aşıkları sorumlu tutardı bu durumdan. Yıllar sonra “Biz büyüdük ve kirlendi Dünya” mızda denizin tuzunda ağlayan mültecilerin de epey payı olduğuna şahit olduk.
Hiçbir şey çocukluğumuzdaki gibi kalmamış olsa da, bunları yazarken gözümün önünde beliren o eşsiz Ege Manzarası, yine heyecanlandırdı beni…