Heyamola Hey
Havuzluk => Deniz Dışı Aktiviteler ve Gezilerimiz => Konuyu başlatan: Cemalettin Özen - 27 Eylül 2019, 08:18:01
-
Motosikletle Avrupa Yollarında;
Bu yolculuğum uzun olduğu için her ayrıntısını günü gününe yazmam çok zor.
O nedenle önemli ya da ilginç gördüğüm günleri yazmak daha kısa ve kolay olur..
Yolculuğa yazın başladığı günlerde çıktım. Motosikletim 250 cc. Benelli.
Yunanistan Konsolosluğundan vize aldım.. Yunanistan vize konusunda bana hep
cömert davranmıştır.
Altı aylık istediğim vizeyi bir yıllık vermiş.. Sağolsunlar.
Motosiklete iki yan çanta onların üzerine, arka oturağa da büyük bir çanta daha
yerleştirdim.
Çadırım, uyku tulumu, yatak matı, ocak, kap kacak, konserve vs. her şeyi doldurdum..
Rejisör koltuğumu da en üste bağladım..
Denizlerde olduğu gibi karada da net bir yol haritam yok.. Yolların beni götürdüğü yere
kadar gideceğim..
Evdekiler biraz endişeli, ama denizlerdeki yolculuklarımdan artık alışıklar..
İlk gün için düşüncem İpsala sınır kapısından geçip Dedeağaç'ta konaklamak.
Güzel bir Haziran sabahı İstanbul'daki evimden yola çıktım..
İpsala gümrük kapısına öğleden sonra geldim. Sıra var.. Sıraya girdim. Birkaç
araç sahibi “bekleme öne geç” dedi.
Biraz yaşlı ve motosikletli olmak insanı imtiyazlı kılıyor.Ben de öne geçtim..
Gerçi ben böyle bir yüzsüzlüğü pek yapmam ama kanıma girdiler..
Hemen Türkiye'den çıktım..
Yunanistan gümrüğü de aynı.. Pasaportu vermemle damgalamaları bir oldu..
Anlaşılan bende tehlikeli biri olma potansiyeli görmüyorlar..
Yunanistan tarafı bana biraz tenha göründü.. Ortalıkta pek kimse yok.. Dedeağaç'a
kadar boş yollarda geldim...
Dedeağaç'ta bir kamp yeri var. Herkesin bildiği gibi.. Kamp yerini çok kolay buldum.
Haritada incelemiştim. Tekrar bakmaya bile gerek duymadım.
Kamp yeri, Türkiye'de kaldığım kamp yerlerinden çok daha iyi durumda. Fiyatı da
makuldu.
Çadırı kurdum.....
Ve işte, ilk gecem..
-
Gümrük kapılarında Araç sırasında bisiklet ve motorsikletin en öne geçmesine kanunlarla izin verilmiştir.
Ben edirneden bisikletle çıkış yaparken her zaman en öne geçerim geçmesem bile zaten görevli memur çagırır.
-
Gümrük kapılarında Araç sırasında bisiklet ve motorsikletin en öne geçmesine kanunlarla izin verilmiştir.
Ben edirneden bisikletle çıkış yaparken her zaman en öne geçerim geçmesem bile zaten görevli memur çagırır.
Emin olun bilmiyordum... Teşekkürler.
-
Dedeağaç (Aleksandropolis);
Dedeağaç'ta eksik olan bazı ihtiyaçlarımı almak için kasabayı gezmeye çıktım..
Benim gibi yürüyüşçü olan biri için kasaba küçük kaldı.. Bütün marketlerini gezdim..
Hepsi birbirinin aynı ürünleri satıyorlar.. Ve bizdeki zincir marketler gibi çeşitlilik yok.
Terlik lazım, hiç birinde yok. Sinek ilacı yok.. Şort, mayo yok.. Sadece gıda ürünleri var..
Su aldım, geldim..
Arkamdaki kamp yerine BMW motosikletleri ile bir Alman çift geldi.. Dev gibi motosiklet
altlarında küçük kalıyor.. Anlayın yani...
Kampta yan komşum Makedonyalı.. Çat pat Türkçe konuşuyor.. Yunanistan'dan sonra
Makedonya'ya gel diyor.. Yollarının, şehirlerinin, doğasının çok iyi olduğunu söylüyor..
Bilmiyorum.. Pek bir yol haritam yok.. Belki giderim...
-
makendoyaya kesinlikle gitmenizi tavsiye ederim.Ohrid şehri ve gölü harikadır.Hediyelik inci türü süs eşyası alırsınız.Marketlerde öglen olunca pişmiş yemekte satıyorlar yemegine göre gramla veya adetle.Yemek pişirme yada lokanta arama derdiniz olmaz hem hesaplı hemde pratiklik.
-
3. GÜN
Türk Köyleri;
Kavala'ya gitmek için yola çıktım..Yol beni doğrudan otobana soktu. Otoban
çok tenha.. 120 km. hızla uzun süre yol aldım..
Otoyolda devam ederken yolun sağ tarafında, dağların eteklerinde köyler
gördüm.. Köylerde camiler vardı.. Minareleri görünüyor.. “Bunlar batı Trakya'daki
Türk köyleri” dedim.. Otobandan çıkıp o köylere doğru yol aldım.. Merak ettim..
Oralarda hayat nasıl acaba?
Yakın olan köye girdim..Köyün meydanında kahve var.. Kahvenin önüne motosikleti
çektim.. Selamlaştık...Köyde Türkler ve Yunanlılar birlikte yaşıyorlar.. Türkler dahil
hepsi Rumca konuşuyor..
Kahveyi Yunanlı güzel bir kadın işletiyor.. Boynunda da kocaman bir haç kolye taşıyordu.
Bana nereden geldiğimi sordular. “İstanbul” dedim.. Kahve söylediler, (Şu Yunan
kahvesini de hiç sevmem.. Çay istemiştim ama yokmuş.)
Biraz sohbet ettik... Tuhaf olacak ama havadan sudan konuştuk.. Epey soru da motosikletten
sordular.. Ben de kim Türk, kim Yunanlı olduğunu bilmediğim için sıkıntı olacak
konulara girmedim..
İkinci bir kahve içmek korkusundan dolayı kalktım. İzin istedim. Ayrıldım..
Başka bir kaç köyden daha geçtim.. Özetle köyler çok güzel ve temizler..Maalesef bizim
köylerimize fark atarlar..
Navigasyon aracılığıyla hedefimdeki kamp yerine doğru yola koyuldum.. Navigasyon ile
son derece mükemmel sonuç alıyorum.. Motosiklet ile bu ilk navigasyon kullanışım..
Artık bana karada ölüm yok.
Kamp yerini buldum.. Yer çok sakin.. Deniz kıyısında..Kamp Bulgar kaynıyor..Çoğu
genç aileler ve küçük çocukları var.. Çocukların motosiklete ilgisi yoğun.
Buraya gelme nedenleri sanırım deniz çok sığ.. Küçük çocuklar için mükemmel..
N'apalım ben de yaşlı biri olarak kampa renk katarım.
-
makendoyaya kesinlikle gitmenizi tavsiye ederim.Ohrid şehri ve gölü harikadır.Hediyelik inci türü süs eşyası alırsınız.Marketlerde öglen olunca pişmiş yemekte satıyorlar yemegine göre gramla veya adetle.Yemek pişirme yada lokanta arama derdiniz olmaz hem hesaplı hemde pratiklik.
Hüseyi Abi, maalesef yoluma Arnavutluk'tan devam ettim. Sonraki günlerde Yunanistan'ın batısına gidince Arnavutluk kuzeye çıkmak için bana daha müsait geldi.
-
Canın sağ olsun.
Yazılarınızı geriye dönük yazdığınızı biliyorum.Başka okuyanlara o anki konu için tavsiye olarak yazıyorum yani daha sonraya kullanılmak için ekleme.
Arnavutlukta 39.742754, 20.018809 noktasındaki o derme çatma salla karşıya geçtiniz mi?
-
Hayır.. Öyle bir şeyle karşılaşmadım..
-
Arnavutlukta o verdiğim koordinata gittiniz mi?
-
Hayır, gitmedim..
Sahil tarafında Serande'ye gittim.. Sonra ana yolu takip ederek Tirana çıktım..
-
Ah o güzel detayı atlamışsınız.
-
GÜN
Müthiş Bir Gün;
Bugün sabah ile akşamın arasında sanki bir ay geçmiş gibi hissediyorum..
Sabah 8,45 te yola koyuldum. Hava güneşli. Niyetim Selanik yakınlarında bir kamp
yeri bulmak.
Yola çıkınca, bir süre sonra bir benzinciye rastladım. Benzin aldım. Otobana girmeden
Kavala'ya gitmek için benzincideki çocukla konuştum.. Çocuk Kavala ve Selanik
deyişimden Türk olduğumu anlamış.
“Abi ben Türk.. Türkçe konuş .” dedi..Biraz Türkçe biliyor.. Yolu tarif etti. Ayaküstü
biraz konuştuk. En büyük hayali İstanbul'u görmek...
O kadar da görmek istenecek bir şehir değil ama herkesin bir hayali var.. Gerçeğiyle
uyuşmasa bile..
Yola devam ettim..
Navigasyon harika; “Paralı yollar hariç bir rota oluştur” diyorum, öyle yapıyor.
Kavalaya gelmeden 10 km. önceydi sanırım,bir kasabadan geçiyordum. Börekçi gördüm..
“NİĞDE AKSARAY'LI YORGO” Tabelada böyle yazıyor..
İçeri girdim. Tezgahta kuyruk var. O kadar işi yoğun.. Yer self servis işliyor.. Kuyrukta
bekledim, sıra bana geldi;
Türkçe “Bir porsiyon peynirli börek, bir büyük çay.” Dedim.
Yorgo dondu kaldı..”Aaa! Türk” dedi.
Ben de neden bu kadar şaşırdığına şaşırdım.. Sonuçta buralarda, seyahat eden
çok Türk var.. Tabelayı da Türkçe yazmış.
Yorgo “Uzun zamandır Türkçe konuşmadım” dedi. Çay bardağını aldı hala
şaşkın.. Hesabı uzattım, “sonra alırım, sen şimdi otur.” dedi.
Masaya oturdum börekle çayı içtim. Börek harika. Zaten müşterilerden belli..
Hesabı ödeyip gitmek için tekrar tezgaha gittim. Yine kuyruk var..
“Bekle” dedi. Bekliyorum da benim de gitmem lazım. Onun niyeti biraz konuşmak.
Konuşuyor da. İstanbul'dan, Türkiye'den, babasından daha bir sürü şeyden..
Kuyruk bekliyor. Ben kuyrutan rahatsızım. Herkes bize bakıyor..
“Yorgo kuyruk uzuyor. Hesabı al, ben gideyim.” dedim.
“Hesap falan yok. Biraz vaktin olsaydı, oturup konuşsaydık. “ dedi. “
Ayrılırken, ne oldu anlamadım, ikimizde duygusallaştık.. Vedalaştık..
Evet.. Anlattığı şeyler, yaşananlar maalesef üzücü..
Yola devam ederken bütün bunlara sebep olan nedenler kafamdan geçiyor..
Tarih, coğrafya, milletler, dinler, diller...
Karma karışık. Çöze bilene bravo.. Ben çözemedim..
Çok sonra motosiklet sürdüğümü fark ettim..
-
YORGUNLUK;
Yola devam ediyorum.. Kavala'ya geldim.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın memleketi.
Birkaç yıl önce de Kavala'ya tekneyle gelmiştim. Şehri biliyorum.. Hiçte
sevmemiştim. Bana enteresan gelen hiç bir tarafı yok.
Sadece güzel espreso kahvesi olan bir yer vardı. Orayı hatırladım. Gittim, buldum..
Kapısının önünde bir Transalp motosiklet duruyor. Onlarda uzun yolcu. Yüklerinden belli..
Yanına motosikleti çektim. İçeri girdim..
Transalp'le yolculuk eden çift içerideler. Giyimleri tam robokop gibi. Kahvemi içerken
durmadan birbirimize baktık..
Onlar önce konuşsun, ben konuşmayacağım. Onlar bana bakıp bakıp aralarında konuştular. Bu kadar
bakışmadan sonra hiç konuşmadan ayrıldık. Komik oldu...
Selanik'e daha çok yolum var.. Devam ettim..
Yolu yarılamışken yağmur başladı.. Motosikleti bir kenara çekip yağmurlukları giydim.. Yağmur
git gide şiddetlendi. Hızımı hiç kesmedim.
Tuhaf; Daha Kavala'da iken sıcak bir güneş vardı..
Selanik'e gelmeden güneye inmem lazım. Haritada bulduğum kamp yeri orada, Halkiyadis'te.
Güneye inişte çok güzel manzaralarla karşılaştım. Güzel kasabalar ve yerleşim yerleri vardı.
Nihayet yağmur durdu.. Motosikleti kenara çekip yağmurlukları çıkardım..
Yolda yürüyerek yanımdan bir gurup Yunan askeri geçti.. On veya on beş kişi kadardılar. Bunlar,
bunlar ne yaa....!
On yaşındaki bir Kürt çocuğu bunları döver. Öyle narin, öyle kibar.. Bazıları gözlüklü.. Bunları
bildiğimiz klasik bir savaşta düşünemiyorum..
Neyse..
Kamp yeri çok uzakmış. Bugün epey yoruldum. Yorgunlu ne demek PERİŞANIM.
Kamp yerini buldum.. Çadırı kurup, çimenlerin üzerine uzandım. Hava çok güzel.
“ Ah ! Dedim . Şimdi biri bana bir yorgunluk kahvesi yapıp getirse, ne güzel olur.”
-
5. GÜN
YAĞMUR...!!!
Halkiyadis'teki kamptan yola çıktım.. Planım Selaniği biraz turladıktan sonra
Kalambaka (Meteora) ya gitmek.
Selanik'e otoyoldan gittim.. Otoyoldan sonra Selanik'e giriş tam bir facia. Daracık
sokaklarda arabaları takip ede ede merkeze indim. Böyle bir giriş mi olur ?
Merkezinde bulunan ana caddeleri dolaştım.. Küçük bir kafede kahvaltı yaptım. Böyle
yerler ucuz oluyor. Kahve dahil kahvaltı 3 Euro tuttu.. Sonra Kalambaka'ya doğru yola koyuldum..
Selanik'ten aklımda kalan tek şey, şehir her şeyiyle çok “eski”. Yollar, binalar, otobüsler,
duraklar, her şey eski.... Fakat bu eskilik Roma gibi tarihi bir eskilik değil, öylesine sıradan bir eskilik..
Kalambaka'ya giderken yollar dağlardan geçiyor. Çok dağlık.. Dağlara çıktıkça hava epey
soğudu.. Bu yaz havasında ciddi üşüyorum.. Derken soğuk yetmezmiş gibi bir de yağmur
başladı.. Motosikleti kenara çekip yağmurlukları giydim..
Sular seller içinde gidiyorum.. Ne yol bitiyor, nede yağmur.. Üstelik hava da çok soğuk.
Güya geziyorum. İşkence........
Anayol bitti, dağ yolları devam ediyor.. O kadar yağmura rağmen ne hız kestim, nede virajlara
yavaş girdim.. Gözümü kararttım.. Motosiklette ne bir milim olsun kayıyor, nede kıç atıyor.. Nasıl
oldu anlamıyorum..?
Çok risk aldım.. Yapmamam lazımdı, biliyorum..Yorgunlu ve bitmeyen yollar bana bunu yaptırıyor..
Nihayet geldim.. Kamp yerini buldum. Yağmur sağ olsun hiç hız kesmiyor.. Yağmur altında çadırı
kurdum. İçeri girer girmez yattım.. Derin bir uyku çektim.. Ne kadar zaman geçti, bilmiyorum,
sonra biri bana sesleniyor.
“Merhaba..... bakar mısınız? “ Tuhaf ...Türkçe. Çadırdan kafamı
çıkardım iki kız, Türkiye'den..
“Sizin plakanızı gördük. Türkiye'den diye, tanışalım dedik..”
Uykulu uykulu tanıştık... Bursa'dan geliyorlarmış. Bayram tatilini değerlendirmek istemişler... vs.
Ve gittiler..
Hava karadı.. Yağmur dindi. Çadırın önüne rejisör koltuğumu çıkardım. Bir kahve yaptım..
Aptal aptal etrafa bakınarak içtim.
-
6. GÜN
Meteora;
Buradaki kampingi işleten Yunanlı iri yarı, şişman biri. Çok sempatik. Fenerbahçeli olduğumu
öğrenince durmadan bana takılıyor. Bu sene Fenerbahçe'nin durumuyla ilgili dalga
geçiyor.. “İyi ki ligden düşmediniz.” falan diyor. Kendisi Panatinaykoslu..
Türk takımları hakkında epey bilgiye sahip.. Ben onun kadar detaylı bilmiyorum.
Çok tuhaf ...
Gece yarısı karşımdaki boşluğa bir İsrail'li motosikletçi gelmiş. Çadır kurmuş.. Güzel
bir Suzuki motosikleti var.. O da benim gibi tek takılıyor..
Sabah kalkınca konuştuk. Türkiye'den geçip İsrail'e gidecekmiş..
Nasıl yapacaksa.. Bana hiç akıl işi gibi gelmedi.. Türkiye'den sonra Suriye yada Irak
hiç güvenli değil.. Kendi bilir..
Az ilerimde bir Alman abi ile eşi kalıyor. Mercedes arabalarıyla çektikleri bir karavanı var..
Karı-koca kahvaltı hazırlıyorlar.. Çaktırmadan onları izliyorum.. Yüzlerinde o kadar ciddiyet
var ki, yaptıkları işe o kadar önem verir bir halleri var ki, kahvaltı masasını görmesem uzaya
uydu fırlatmakla uğraşıyorlar sanırım..
Abi tam bir teknoloji delisi. Her şey için otomasyonu var. Karavanı uzaktan kumandayla
yönetiyor. Karavanın amörtisörlerini de, brandayı da... Pes doğrusu..
Meteora uzun zamandır görmek istediğim bir yerdi. Dimdik sarp tepelerin üstüne manastırlar
yapmışlar.. Gerçekten enteresan.. Merdivenleri, en kenarlardaki duvarları
hakikaten çok ilginç..
İnsanlar dinler adına neler yapmışlar.. Bu kadar zor yerlere bunları yapmak akıl işi değil..
Çoğu da kullanılmıyor.. Turistik amaçlı bakım yapılıyor.
Çok detaylı da gezmedim.. Yakınlardaki bir kaç tanesini ziyaret ettim, o kadar
Bu gün buradayım.. Hiçbir yere gitmiyorum.. Yorgunum...
Bütün gün yatacağım..
-
Selaniğin kuzey tarafındaki Serez şehrine dönüşte mi uğramıştınız? şehrin içinde çok güzel iki şelale var.Antalya Düdeni hatırlatıyor
-
Yıllarca hayalini kurduğum, fakat Yengeç gelince neredeyse unuttuğumu farkettiğim bir rüyamı hatırlattınız bana; motorla Güney Avrupa seyahati. Çok da iyi yaptınız. Bir Honda Shadow VT800C motorum var, kapının önünde tembel tembel yatıyor. 20 yıl önce tam da anlattığınız yolculuklar içşn almıştım onu. Bolca Kuzey Ege gezisi yaptıktan sonra koşullar evin önüne bağladı garibimi. Çok fena gaza geldim :)
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Serez'e uğramadım.
Meteora ve Mostar hariç, yolculuğum sırasında tarihi ve turistik yerleri gezmeyi hiç hedeflememiştim.
Sadece belli bir güzergahta yol alırken önüme çıkan şeylerle yetindim..
Amacım yolculuk yapmak, yollarda olmaktı..
-
Ben de konu bölünmesin diye araya girmek istemiyodum ama dayanamadım Ama çevreyi gözlemleme tarzınız , bunu yazıya aktarışınız her zaman olduğu gibi mükemmel. Sizinle bu yolculuğa çıkmış gibiyim. Paylaştığınız için çok teşekkürler.
-
7. GÜN
DAĞ BAŞINDA;
Bugün yola çıkıyorum... Kuzeye doğru. Ben gezginim, hiç bir yerde uzun süre
kalamam. Dün iyi dinlendim..
Kuzeye çıkarken, Arnavutluk'tan geçerek devam etme kararı aldım.. Makedonya
bu noktadan sonra yoluma biraz ters kalıyor..
Gerçi Arnavutluğu da biraz tehlikeli bulanlar var ama olsun... İstanbul'da eski mahallemin
aşağısında Arnavut göçmenler vardı. Pek bi zararlarını görmedik.
Kamptaki bir Fransız buraya gelirken Arnavutluk'tan geçmiş.
“Yolları falan berbat.. Kamp yeri bulmakta da biraz zorlanabilirsin.” Dedi..
Neyse, yola çıktım.
Yunanistan'ın bu tarafı hep dağlık. Dağ geçişlerinde müthiş tüneller yapmışlar. Türkiye,
yollarını tünellerle kolaylaştırmaya biraz geç kalmış. Yunanistan buradaki tünellerle
bize çok fark atmış.
Yine dağları geçiyorum, yine çok üşüyorum.. Önceki günden deneyimliyim. O nedenle
çıkmadan önce iyi giyindim ama yetmedi..
Ulan bu yaz gününde bu soğuk, olurmu bee..!
Yunanistan bitti. Hudut kapısına geldim. Arnavutluk sınırı. Yer dağın başı.. Bomboş..
Memurlar gevezelik ediyorlar... Sohbeti bile kesmeden pasaportu mühürlediler..
Hemen geçtim.
Arnavutluk'ta bir kamp yeri işaretlemiştim.. Adriyatik kıyısında. Oraya gidiyorum..
Navigasyon(maps.me) beni bir dağ yoluna soktu.. Buralarda dağ köyleri var.. Bir süre
gittim. Normal yollar bitti.. İnanılmaz, mıcır ve toprak yollar.
Bir köyün içinden geçerken yol bir evin bahçesine girdi. Bahçede oturanlar bana tuhaf
tuhaf baktılar. Bahçenin ortasında dönüş yapıp çıktım..
Navigasyon buralarda hikaye oldu.
Lanet olsun sana maps.me!!
Arnavutluğun dağlarında yolu bulmak artık imkansız.. Dağ başında kaldım..
Hava kararıyor. Bu dağ başında kurda kuşa yem olacağım. Buradan öte bir adım
daha gidemem..
Sabahtan beri yollardayım..Çok yorgunum.. Sonuç hiç iç açıcı değil.
Bittim. Resmen bittim. Bu yaşta, bu motosikletle buralara gelirsen olacağı buydu.
Bu dağın başına çadırı kurup yatacağım. Ne olursa olsun. Başka yolu yok..
Başıma ne gelecekse gelsin.. Zaten bu yolculuğa da böyle diyerek çıkmıştım..
Yolun aşağısındaki tek ağacın altına çadırı kurdum. Yemek te yemedim.. Tek istediğim
uyumak..
Aşağıda bir koyun ağılı var. Bir de uzakta bir köy. Akşam olunca ışıklarından fark ettim.
Aç karınla yattım. Hemen uyumuşum.
-
Ben de konu bölünmesin diye araya girmek istemiyodum ama dayanamadım Ama çevreyi gözlemleme tarzınız , bunu yazıya aktarışınız her zaman olduğu gibi mükemmel. Sizinle bu yolculuğa çıkmış gibiyim. Paylaştığınız için çok teşekkürler.
Ahmet Reis;
Şu ara iyi hızlandım.. Umarım bıkmadan, yorulmadan sonunu getirebilirim..
Kendime güvenemiyorum..
Hak etmediğim güzel sözleriniz için de teşekkürler.
-
Saranda;
Sabah uyandığımda güneş doğmuştu... Çadırdan çıktım.. Biraz aşağıda koyunlar
otluyor. Çıngırak seslerini uykumda bile duymuştum..
Burası dağ başı olmasına rağmen sabah bana korkutucu gelmedi. Güzel bir yer. Sanki
burada bir ay kamp yapsam da olur..
Dinlenmişim.. Keyfim yerinde ve açım..
İlk işim kahvaltı yapmak oldu. Bir sandviç hazırladım. Bir kutu portakal suyuyla
birlikte yedim..
Toparlanıp yola çıktım.
Bu sefer böyle ufak tefek kamp yeri falan aramayacağım. Belli bir kasabada otelde
kalırım. Hiç olmazsa yolu falan belli olur. Böyle dağ başlarında kaybolmam.
Navigasyon ve biraz da tahminle ana yolu buldum.. Epey içerilere girmişim.. Sonra
Ana yoldan giderken bir yol kavşağında “Saranda” diye bir tabela gördüm..
“Hah işte !” dedim. Adriyatik kıyısında, yolu belli, sağlam bir kasaba. Hemen saptım..
Yol tabi ki yine dağlara yöneldi. Virajları ve uçurumları bol bir yol.. Viraj viraj artık
başım döndü..
Ama nihayet sahil kasabasına geldim.
Burası bizim sahil kasabalarına benzemiyor.. Denizden biraz yüksekte.. Çok hotel
var ve ucuz. Ama hotellerin resepsiyonlarındaki ortam güven verici değil. Biraz tuhaf..
Temiz bir hotel aradım ve buldum. Fiyatı gecelik kahvaltı dahil 20 euro..
Resepsiyondaki kadın Türkiye'den geldiğimi görünce “Ben de Müslümanım.” dedi.
Arnavutluğun yarıya yakını Müslümanmış. Ama Türkçe bilmiyorlar. Tek tük bazı
kelimeleri Türk dizilerinden öğrenmişler. Türk dizileri burada çok popülermiş..
Odaya çıktım.. Çadırdan sonra normal bir odadayım. Duş, yatak, tuvalet.... Bu ne
konfor...
Bir duş alıp sonra kasabayı dolaşayım...
-
yunanistandan Arnavutluğa girdikten sonra kuzeye dogru giderken solunuzda bir göl yanından geçmişmiydiniz? - Mursi gölü-
-
Büyük bir nehir gördüm ama göl hatırlamıyorum.. Unutmuş ta olabilirim. Çünkü çok yol katettim.. Bazen bir çok şeyi nerede gördüğümü karıştırıyorum.
-
Bende çok değişik devlette tekrarlı tekrarlı dolaştığım için anlık olarak bana daha sonra hatırlatma yapsın veya bilgi versin diye çektiğim resimlere hem koordinat bilgisini hem tarih damgasını hatta bazen duruma göre resime sesli not bile düştüğüm oluyor.
-
“Günaydın. Nasılsınız ?”
Kasaba da (Saranda) enteresan hiç bir şey yok..
Turizm ve para için yapılan her yer gibi yapmacık. Bol bol hotel ve restoran var.. Dün
akşam kaldığım dağın başı daha iyiydi..
Fakat kaldığım hotelin tasarımını çok beğendim. Usta bir mimarın elinden çıktığı belli.
Kasabada dolaşırken ilginç bir şey oldu. Bir kafede televizyonda Türk dizisi oynuyor,
alt yazılı. Konuşmalar Türkçe orijinal dilinde..
Dizileri seyretmediğim için hangisi olduğunu bilmiyorum.. Ama hoşuma gitti..
Sabah hotelde kahvaltıya indim.
Resepsiyondaki Müslüman kadın Türkçe “Günaydın, nasılsınız?” dedi. Telafuzu o kadar
iyi ki, dün konuşmamış olsaydık Türk zannederdim..
Kahvaltıdan sonra yol hazırlıklarım başladı.. Motosikleti yüklemek tam bir iş. Öyle Givi
marka arka ve yan çantalarım yok. Arkadaki büyük çantayı şerit kayışla bağlıyorum..
Kasabadan çıkmadan bir markete uğradım. Aklımda bir kaç şey var onları almak istiyorum.
Marketin önü tam bir curcuna.. Markette gençler var. Alış veriş yapıyorlar.. Fakat bakışları
ve beden dilleri çok kötü... haince.. İnsana güven vermiyor..
Aklıma “motosiklete bir şey olur mu?” endişesi geldi. Alış verişi bırakıp dışarı çıktım. “Boş
ver alış verişi. Yürü oğlum yoluna.” Dedim.
Dönüş yine dağ yolları ve yine viraj.. Bir de önümüze bir kamyon düşmez mi, arkasında
biz kuyruk.. Sollama ihtimali sıfır.
Ana yola gelinceye kadar öğlen oldu..
Bir an evvel Tiran'a kadar gidip, Tiran yakınlarında bir kamp yeri bulmalıyım.. Ertesi
gün de Karadağ'a (Montenegro) geçmeliyim.
Bu kadar Arnavutluk yeter!
-
Yorgunluktan Ölüyorum;
Ana yol diye gittiğim yol, bizim köy yollarından beter.
Arnavutlu günümüzden 50 sene geride yaşıyor.. Yolları, altyapısı, kasabaları çok
kötü durumda.
Yol kenarında büyük bir dinlenme tesisine girdim. Kahve istedim, “Yapamayız. Sular
yok” Dediler. Birkaç gündür sular akmıyormuş. Hayret ! Koca tesis, su yok..! Aklım
almıyor doğrusu..
Parayı bulan Arnavutların çoğu eski kasa Mercedes almış. Şu manda kasalardan..
Yollarda terör estiriyorlar. Virajlarda sollamalar, hız sınırını açık ara aşmalar..
Buraları görünce “Yunanlıların gözünü seveyim” dedim... Aramızda ufak tefek
kırgınlıklar olsa da, iyi ki komşumuz onlar ..
Neyse; Konu gündeminden saptı.. Boş verin..
Bu gün yol yine çok uzadı.. İlk iki saatten sonra motosiklet sürüş performansım
düşüyor.. Bir dinlenme molası veriyorum fakat sonrasında yarım
saate bir yoruluyorum..
Haritadan bulduğum iki kamp yeri de fake çıktı. Çevredekiler “Buralarda böyle
bir şey yok” dediler.. Üçüncüyü aramaya başladım.. Otuz kilometre ileride
görünüyor. Eğer o da boş çıkarsa bir yerde çadırı kurup yatacağım..
Yine ana yoldan çıktım. Navigasyon beni tozlu topraklı yollara soktu. Gidiyorum.. Tam
umudu kesecekken küçük bir tabela gördüm.. “Camping 7 km.”
Bu yollarda 7 km. daha gitmeye razıyım, yeter ki kamping olsun.
Evet.. Bu ıssız yerde, bir ailenin işlettiği kamp yeri varmış... ve geldim..
Ama, ben yine yorgunluktan ÖLÜYORUM...
-
10. GÜN
Yaşasın Türk Dizileri;
Şimdi aklıma geldi; Benim yorulmamın sebebi sadece yollar ve motosiklet
değil, “Ben iyi beslenemiyorum..”
Bu sabah kilo verdiğimi fark ettim. Kemerin tokası bir delik ileri kaydı.. Daha
çok enerji verecek bir şeyler yemeliyim..
Oldum olası şu yemek işini beceremedim.. Hiç önemsemediğim konulardan biri..
Yaptığım, hep ufak tefek bir şeyler atıştırıp öğün geçiştirmek.
Şu restoranlara büyük bir iştahla oturup, garsona detaylı sipariş veren insanlara
hep özenmişimdir..
Bir gün yollarda kalırsam göreceğim günümü..
Kamping işleten kadın Türkiye hayranı, genç biri... 9- 10 yaşlarında İki kızı var. Bir
yaz tatilinde Türkiye'ye gelmiş anlat anlat bitiremiyor. İngilizce konuşuyor.. Arada
öğrendiği Türkçe kelimeleri de kullanıyor.
Bütün bu durumlarda Türk dizilerinin rolü var. Onlar da dizleri seyrediyorlar.
Küçük kızlar arada bir gelip, bana dizilerden öğrendikleri Türkçe kelimeleri
söylüyorlar. “Merhaba, hoş geldiniz, iyi akşamlar...” falan diyorlar.
Fakat cevap verdiğimde beni anlayamıyorlar.
Bu beni, İngilizce öğrenmek için, turistlerle konuşmaya çabaladığım Sultan Ahmet'te ki
yıllarıma götürdü..
Burası aşağıdaki küçük bir göle bakan yeşillik, sakin bir yer.. Etrafımda tavuklar
geziyor.. Yanımda üzüm asmaları var.. Enteresan.
Bu derece yorgun olmasan o gölün etrafında bir gezi yapardım.. Rejisör koltuğumda
külçe gibi oturuyorum.. Kahvemi içip bu notları yazıyorum..
Tuhaf bir ruh hali içindeyim..
-
11. GÜN
Türk Emlakçılar;
Bu gün Karadağ'a geçeceğim.. Arnavutluk bu gün bitiyor.. Arnavutluğun kuzeyi
güneyine göre daha iyi durumda.. Kuzeyde ki yollar da daha iyi.
Bir otobana girdim.. Otobanda gittiğimi zannederken yol aniden bitti, gidiş geliş
köy yoluna döndü.. 20 km. lik bir otoban yol yapıp bırakmışlar.. Ve devam eden
hiç bir yol çalışması da yok. Afalladım....şaşırdım..
Neyse, yani işleri zor.
Arnavutluk ile Karadağ sınırında gümrük tek. İki ülkenin gümrüğü bir arada. Böylesi
daha güzel olmuş..
Gümrükte araçlar sıra olmuşlardı. Ortalarda gezen memur beni öne aldı. Sıra bekletmedi..
Nedenini bilmiyorum.. (Hüseyin Abi birkaç gün önce "Yasalara göre bisiklet ve motosikletin önceliği var." dedi.)
Karadağ'a geçtim.. Yollar yine köy yolu.. Köy yolu bile denemez.. Şaşkınım.. Avrupa'dayım,
yıl 2019, duruma bak.. Bizim memleketin, yollar konusunda hakkını yememek lazım..
Karadağ'da da kuzeye doğru yollar daha iyi..
Giderken yol kenarında “Camping” diye bir kamp yeri tabelası gördüm.. ..Hemen girdim..
Daha önce kamp yeri aramaktan bıkmış biri olarak bu bana çok rahat geldi..
Etraf yerleşim yeri.. Budva denilen şehre yakın bir yerde..
Kamp fena değil ama duşlar ve tuvaletler perişan vaziyette. Çok eski ve bakımsız..
Akşam üzeri yürüyerek şehri dolaşmaya çıktım..
Bir emlakçı gördüm. Camında Türkçe afişler ve yazılar var.. Merak ettim .. Tam ofisi
kapatıyorlarken yakaladım.. Tekrar ofisi açtılar.. Emlakçılar sahiden de Türk..
Tanıştık.. Bana biraz Karadağ'daki emlak piyasasını anlattılar.. Başka Türk emlakçılar da
varmış. Türkiye'den çok rağbet olduğu için burayı açtıklarını söylediler..
Tuhaf... Bizde acayip bir şeyler mi oluyor..?
Budva bir sahil şehri.. Bizim Marmaris gibi bir koyda yer alıyor.. Koyun bitiminde eski
tarihi kasaba var. Çok güzel... Gerisi beş para etmez.
Turizmin istilasına uğrayan zavallı yerlerden hiç bir farkı yok..
Böyle bir yere gelmişken iyi bir restoranda akşam yemeği yiyeyim dedim. Kendime
bakacağım.. Söz verdim...
Bir hotelin altında güzel bir restoran gördüm, girdim..
Garson menüyü getirdi....
Önce aperatiflerle başlayıp, sonra çorba, ara sıcaklar, ana yemek ve sonra da tatlı yeyip
üstüne bir de kahve içeceğim. Sıralamayı biliyorum..
Ama çorba ve arkasından bir yemek beni bitirdi.
Halbuki içeri girerken bayağı kararlıydım..
Benden şimdilik bu kadar.
-
Karadağ devletinde güya oturma izni alıp sonrada vatandaş yapıp avrupa birliği vatandaşı hakları kazanmak için ön şart olarak Karadağ devletinde Ev almak gerekir diye bir beyin yıkama kampanyası var.Bundan dolayı epey türk emlakcı türemiş Budvada
-
Kotor, Makas, Erdoğan;
Sabah ereken kalktım.Hemen ilerimde duran çeşmeden hortumla motosikleti
yıkadım..Zinciri akşamdan yağlamıştım..
Toparlandım, erkenden yola çıktım..Bu gün Mostar'a kadar gitmeyi düşünüyorum..
Yol uzun ve arada uğramak istediğim yerler var.. Akşama ne halde olurum, bilmiyorum..
Yola çıktım.. Giderken Kotor şehrine uğradım.. Dünkü emlakçılar görmemi tavsiye
etmişlerdi.
Şehir denizden içeri girmiş derin bir koyda yer alıyor.. Bü küçücük koya da koca gemiler girmiş..
Meydanın arkasında eski şehir başlıyor.. Surlardaki kapıdan girince, içeride Eski kasabayı
çok beğendim...
Kotor'un sokaklarında dolaşmaya başladım. Sabah erken, hayat daha yeni başlıyor...
Ara sokaklardan birinde kafe pastane gördüm.. Her şey yeni pişmiş.. Kapının önündeki
küçük masaya oturup börekle kahvaltı yaptım..
Bir sokakta gördüğüm tuhafiye mağazasına girdim.. Küçük bir makasa ihtiyacım vardı..
Yaşlı bir teyze bakıyor.. İngilizce ve elimle de işaret ederek “ scissors” dedim.
Teyze bana “Makas” demez mi.. Oralarda da makasa bizim gibi makas diyorlar.. Çok
şaşırdım.. Boşuna uğraşmışım, “makas” desem yetecekmiş..
Bu şehri detaylı olarak gezmek çok isterdim ama bu gün Bosna-Hersek'e gideceğim.. Yoksa
bu yol bu yaz bitmez..
Bu esrarengiz şehri arkada bırakıp tekrar yola koyuldum..
Hudut kapısına geldim..Dağ başında..
Bosnalı gümrük polisi pasaportumu görünce “Aaa Türk.!” Dedi.. Elimi sıktı.. “Hoş geldiniz.”
dedi. Cam kabin olmasa sarılacağız..
Diğer kabindeki memur da geldi.. O da aynı..
Tamam; Bosnalıların bize yakın olduklarını biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum..
Biraz sohbet ettik.. Bana Erdoğan'ı sordular..
“Siyasetle ilgilenmiyorum.. Oy dahi kullanmıyorum..... Erdoğan'ı da pek tasvip
etmiyorum..” Dedim.
Memur bana; “ Sakın Bosna Hersek'te “Erdoğanı sevmiyorum” deme. Burada onun
çok hayranı var..” dedi..
Tamam, demem.. Başıma iş mi alacağım..
Ve işte Bosna Hersek'teyim..
-
Mirza;
Mostar'a giden yollar çok dağlık ve virajlı.. Bu nedenle herhalde yollarda çok
motosikletli var.. Motosiklet sürücüleri böyle yolları seviyor..
Hemen hemen hepsi de selam veriyor..Ben de karşılık veriyorum..
Sonradan dikkatimi çekti, sadece tam güvenli giyinmiş olanlara selam
veriyorlar.. Öyle tişörtle, şortla sürenlere kimse selam vermiyor.. Hele kask
takmayanları adam yerine koymuyorlar..
Benzincide karşılaştığım bir guruptan (Alman) öğrendiğime göre bu “Ride Safety”
selamıymış..
Yollarda o kadar çok viraj döndüm ki, viraj meraklısı olmayan ben “viraj kurdu”
oldum. Viraj hızım ikiye katlandı..
Mostar'a yakın bir kamp yeri buldum..Nehir kıyısında, çok güzel bir yer.. Kamp bomboş..
Benden başka kimse yok..
Kampın sahibi Müslüman bir Bosnalı. Adı Mirza ..Türkçe hiç bilmiyor.. Karısı ve çocuğu da
kampta kalıyor.. Bana kahve yaptılar, birlikte içtik..
Nehirin güzelliğine doyamadım.. Bu kadar geniş, berrak suyu olan ve güçlü akan
bir nehir görmemiştim..
Akşama doğru iki tane komşum oldu. Biri Alman, diğeri Fransız.. Karavanla
geziyorlar.. Bu kadar boş yer varken Fransız karavanı dibime çekti.. Bir de “rahatsız
etmiyorum di mi?” demez mi.. Pes doğrusu..
Akşam üzeri nehir boyunca yukarı doğru yürüdüm.. Dağlara kadar.. Yukarıda nehir
daha da hızlı akıyor.. Bu nehre vuruldum..
Sabah geç uyandım. Biraz uyumuşum. Kahvaltı hazırlığına başladım..
Kamp sahibi Mirza beni çağırdı.. Karısı kahvaltı hazırlamış, “Gel birlikte yiyelim” dedi..
Böyle durumlara pek razı olmam ama kıramadım, gittim..
Uzun ve bol sohbetli bir kahvaltıdan sonra artık yola çıkmam lazım.. Çünkü daha
Mostar'ı gezeceğim ve sonra yola devam edeceğim..
Ama öyle olmadı.. Mirza beni kasabaya götürmek istedi.. Orada arkadaşları
varmış. Onlarla tanıştırmak istiyor..
“Acelem var, gitmem lazım” dedim, fakat “20 dakikada geliriz”dedi..
İnsanları kıramıyorum..
Arabasına bindik, kasabaya doğru yola çıktık..
Kasaba, Osmanlıların önemsediği stratejik bir yer olmalı ki, tepeye bir kale
yapmışlar.. Etrafta Osmanlıların etkisi hissediliyor..
Camiye büyük bir bez afiş asılmış.. Üzerinde “Bayramınız mübarek olsun”
yazıyor. Türkçe olarak.. Şaşırdım.. Mirza'ya ;
“Türkçe bilmiyoruz diyorsunuz, ama bez afişte Türkçe yazıyor.” dedim
Mirza; “ O dini yazı.” dedi .. Sonra ”Orada ne yazıyor?” diye bana sordu. Daha
pankarta ne yazdığını da bilmiyor.
Bu bana biraz Arapça meselesini düşündürttü..
(Not: Sonra devam ederim)
-
Doğudan At Üstünde Gelen Adam ;
Kasabanın Meydanında bir kafeteryaya girdik. Bahçesindeki masada kadın erkek
karışık altı kişi oturuyor... Yaş ortalamaları 50 nin üstünde. Mirza'nın arkadaşları..
Mirza beni tek tek tanıştırdı..Gurup pek öyle köylü falan sayılmaz. İçlerinde yüksek
tahsilli olanları var.. Bir kaçı İngilizce biliyor ve bilmeyenlere de tercümanlık yapıyorlar..
Bana anlatıyorlar;
Kasabaya 1993 teki Bosna Hersek- Sırbistan savaşından sonra Hristiyanlar
yerleştirilmiş.. Yerleşen Hristiyanlar bir de kilise yapılmış.
Arada bana sorular da soruyorlar.. Oradan buradan konuşuyoruz.
İçlerinden yüksek okulda ders veren bilgili biri, enteresan bir konuya girdi.
Bu kasabada bir kitabe gömülüymüş.. Bu kitabe bulunursa kasaba büyük bir önem
kazanacakmış.
Bunu da, doğudan at üstünde tek başına gelen bir adam bulacakmış..
Bana bakmaya başladılar..
“N'oluyoruz” dedim. “O ben değilim. Sonra ben at üstünde değil, motosikletle
geldim.”
Bunu söyleyen hoca da bana ;
“Motosiklette at sayılır.” Demez mi? Güleyim mi, ağlayayım mı şaşırdım..
İnanamıyorum..
Efsanelere inanmaya ne kadar meyilliyiz.. Üstelik masada kimse de buna itiraz
etmiyor..
Hoca bir de, bu iddiayı destekleyici internette bazı kaynaklar gösteriyor..
“Mirza'ya artık benim gitmem gerek, kalkalım” dedim.. Kalktık.
Mirza bir de beni kaleye çıkarmak istedi ama “Olmaz” dedim. “Bu kadar yeter.”
Kampa döndük. Hazırlandım, vedalaştık ve ayrıldım..
Doğudan at (motosiklet) üstünde gelen adam yoluna devam etti..
-
Harika yazı dizisi. Elinize sağlık.
Haddim olmayarak bir önerim olacak: aralara fotoğraflar koysanız daha renkli bir dizi olmaz mı...
-
Erkan Reis;
Yolculuklarımda fotoğraf çekmek hiç aklıma gelmeyen bir şey.. Bu daha önceki gezilerimde de böyle olmuştu.
Fotoğraf konusunda yakınlarımdan da çok şikayet alıyorum.
Bu son yolculuğumda da telefonla çektiğim fotoğraf sayı 10 veya 15 adedi geçmez. Ve hiç
iyi fotoğraflar değiller.
Bir tanesini foruma yüklemeyi deneyeceğim..
Saygı ve selam;
-
Yanlış Gümrük;
Mostar'a geldiğimde vakit öğleni geçti.. Bugün kü program akşama kadar yetişmez
ama neyse. Yola geç çıkmanın sonuçları..
Navigasyon ile tarihi köprüyü ve çevresini hemen buldum.. Köprünün üstünden biraz
etrafı seyrettim.. Buradan akan nehir de çok büyük. Türkiye'de böyle nehirler yok..
Bir kafeye girip kahve ile birlikte bir şeyler atıştırdım.. Sonra etrafı gezdim..
Fazla gecikmeden motosikletin yanına döndüm.. Bütün eşyalarım motosikletin üstünde,
çantalarda. Çantaların hepsi seyyar. Sök, götür.. Hırsızlık olabilir diye korktum.
Sonuç; Burası bana aşırı turistik oluşundan dolayı itici geldi.. Her yer hediyelik eşya
dükkanı.. Bu ne yaa ..!
Turistik olan her şeyden nefret ediyorum.. Yani birileri görsün, gezsin, eğlensin diye
bir yerin doğal yaşamı yok ediliyor. Onun yerine yapay bir dünya kuruluyor..
Mostar'dan çıkıp Hırvatistan'a geçmek için yola koyuldum.. Navigasyon ile hudut
kapısını bulmak için epey bir yol aldım.
Küçük, ıssız ve tenha bir yoldan gidiyorum.. Nihayet hudut kapısına geldim.. Küçük
bir kabin ve bir yol kesici var. Başka bir şey yok..
Burada bir tuhaflık var..
Gümrük kulübesinde iki genç bayan memur duruyor.
Bana” Nereden geldiğimi sordu.” “Türkiye” deyince, “Buradan geçemezsin ” dediler,
“Burası sadece bu çevrede oturanlara günübirlik hizmet için var. “
“Sen otoyoldaki büyük kapıdan Hırvatistan'a giriş yapmalısın.. Yoksa cezalı duruma
düşersin” Dediler..
Haydaaa !
Hava kararıyor.. Bu kadar yol geldim.. Şimdi bir de geri mi döneceğim ?
Geri döndüm.. Zaten bugün çok vakit kaybetmiştim, bir de bu eklendi. Tam oldu..
Akşam oldu.. Tek tük evlerin olduğu küçük bir semte geldim.. Köşede bahçeli bir
kafe vardı.. İçeri girdim.. Hem bir kahve içeyim, hem de yakınlarda kalacak bir yer
var mı diye sorayım dedim..
Kafeye bakan adam az ilerde bir kamp yeri var demez mi.. Hemen çıkıp gittim..
Kamp yeri denilen, bir evin bahçesi gibi bir yer.. Girişinde yağlı boya ile yazılmış
gelişi güzel bir “Camping” tabelası var.
Sahibi yandaki ev olmalı deyip zile bastım.. Şortlu, tişörtlü genç biri kapıyı araladı.. Bütün
günü bilgisayar başında geçen biri herhalde.. Bana bakarken zorlanıyor.
Dışarı bile çıkmadı...
“Burası kamping mi?” dedim.
“Evet” dedi.
“ Kaç Euro “
“ Beş “
“Tamam “ dedim.. Beş euro verdim. Bir daha da genci hiç görmedim..
Bahçeye çadırımı kurdum.. Tahtadan yapılmış bir tuvalet yeri ve bir duş var. Tam kovboy işi..
Bir konserve daha açıp akşam yemeğimi yedim.
Hırvatistan yarına kaldı..
-
14.GÜN
Keşke Uğramasaydım;
Sabah üstü açık tahta banyoda duş aldım. Tası tarağı topladım, yola çıktım. Çok
güzel bir hava var.. İyi dinlenmişim.
Akşam bana kampingi tarif eden abinin kahvesinin önünden geçerken kahvenin
açık olduğunu gördüm.. Durdum..
Kahveyi sabah sabah açmış..
Bahçesi güzel. Kahvaltıyı burada yapabilirim.
Motosikleti kenara çekip indim..
Kahveci çok güler yüzlü ve alçak gönüllü biri. Az ilerideki fırından kruvasan
getirtti, kahveyle birlikte yedim..
“Akşam çok yorgundun. İyi uyudun mu? “ Dedi..
“Evet, dedim. Bir sorun yok. Teşekkür ederim”
Yanımdaki masada birkaç yaşlı oturuyor.. Onlarında uykusu kaçmış sabah sabah
buraya gelmişler..
Yaşlılardan biri “Türk ?” diye sordu.. “Yes.. Türk.” dedim..
“Osmanli big, strong. Turkiya ehh..” falan dedi. Böyle şeyler konuşuyoruz..
Dipteki masada tek başına oturan, orta yaşlı biri de bizi dinliyor..
Bir anda lafa karıştı.. Ayağa kalkıp, öfkeli bir sesle, İngilizce;
“Biz, Avrupa'nın ortasında Müslüman olmanın acılarını çok çektik ve
çekiyoruz.. Bunun sebebi de sizsiniz.. Bizi siz Müslüman yaptınız..
Onun için burada olanlara müdahale etmek zorundaydınız. Size neye mal olursa
olsun.. Tıpkı Suriye gibi. Ama yapmadınız. Bugün Hristiyan kalsaydık, Avrupa
birliğine bile alınmıştık..” Dedi ve oturdu..
Hiçbir şey diyemedim...dondum kaldım.. lokmam boğazıma takıldı..
Böyle bir şeyi daha önce hiç düşünmemiştim.. Hazır cevap biri de değilim.. Zaten
haklı çıkmak hiç bir şeyi değiştirmez.. Sadece;
“Maalesef yaşananlar çok üzücü... keşke olmasaydı..” dedim
Bir sigara yaktı.. “Boş ver bu lafları” der gibi bir el işareti yaptı..
Tarihin bu ağır yükü altında ezildim.. Sabah sabah allak bullak oldum.. Hesabı
ödedim, çıktım..
Bütün yol boyunca;
“Keşke uğramasaydım.. Keşke uğramasaydım..” Dedim durdum..
Bir süre sonra hudut kapısı da göründü...
-
Milli Park;
Hudut kapısı bayağı geniş ve kapsamlı. Tabii tekrar şengen ülkelerine giriş
yapıyoruz..
Kabindeki memur kız “ Nereye gidiyorsun?” Diye sordu..
“Kuzeye “ Dedim..
“Kuzeye nereye ?” Diye sesini yükseltti..
Görevlilerle hiç tartışmam. Çünkü zararlı çıkan biz oluruz.. Bunun farkındayım. Ama
bu sabah yaşadığım olay beni bira öfkelendirmiş olmalı ki;
“Kuzeye, Hırvatistan, Slovenya, Avusturya, İsviçre” diye saymaya başladım..
“Okey, okey.. stop.. stop.. “ Dedi ,
“ I don't stop...! France, Belgium ..” derken pasaportumu damgalayıp verdi..
Hudut kapısı doğrudan otobana bağlı.. Bir anda kendimi otobanda buldum.. Halbuki
otobanları tercih etmiyorum.. Motosiket için ve geziyor olmak için hiç enteresan
değiller.. Sıkıcı bir sürekliliği var..
Fakat otobanın kalitesi çok mükemmeldi.. 120 km. hızla bastım gidiyorum. Bu akşam
Siberik taraflarında bir yerde kalmayı planlıyorum.. Bu benim için yeterli bir mesafe..
Sibernik'te bulduğum kamp yeri Kirka denen bir yerde... Kamp yeri bir hotele ait.
ilginç bir durum..
Hotelin karşısında ki meydan epey hareketli.. Bir çok araç park etmiş.. Gelenler, gidenler...
Bu dağ başında tuhaf buldum..
Hotelin resepsiyonundaki kıza sordum.. “Burada bir şey mi var? Bir etkinlik falan
gibi..”
Kız şaşırdı; “ Burası milli park.. Herkes burayı ziyarete geliyor. Siz de onun için
gelmediniz mi?” Dedi..
“Yoo.. dedim. Milli parktan haberim yok.. Buradan geçiyordum, sadece bu akşam
kampingte kalmak için geldim..
Kız inanamadı.. “Nasıl olur ? Nasıl bilmezsiniz ? Çok meşhurdur. “ dedi.
“Neyse ben kampta kalıp, sabah yola gideceğim.” Dedim..
Görevli kız:
“İnanamıyorum dedi.. Buraya kadar gelip parkı görmeden giden tek kişi siz
olursunuz.. Sakın milli parkı gezmeden gitmeyin.. Hotel olarak size yüzde 20
indirim de yaparız. “ dedi.
Yarın milli parkı gezmem için bir bilet verdi.
-
15. GÜN
Yılanlar;
Artık kamplara alıştım. Duşlar, tuvaletler, ağaç gölgeleri, kampta diğer
kalanlar..vesaire..
Karşımda kızıyla birlikte bir Alman var. Kirka'yı görmek için Almanya'dan
karavan ile gelmiş.. Tam bir motosiklet meraklısı.. Sık sık gelip, beş para
etmez motosikletime bakıyor..
Kampın içi müsait.. “Al, bin, dene ..” diyorum..” Kabul etmiyor.. Artık beni
bıraksa da biraz kitap okusam..
Yanımda Elon Musk'ı anlatan kalın bir kitap var.. Çanta da çok yer kaplıyor..
Hergün biraz okuyorum..
Bir daha uzun yola çıkarsam Kindle alacağım. Az yer kaplar.. Hem içinde çok
kitap var..
Artık rotamda bir şeye karar vermem gerekiyor. Fransa'ya doğru gitmek için ya
İtalya'dan geçecektim, ya da Alp Dağları'nı aşıp Avusturya, İsviçre üzerinden
devam edecektim.
Bu gün Alpleri aşmaya karar verdim.. Hem de dağların en yüksek zirve geçişlerini
hedefledim. Görmek istediğim yerler orası.. Son kararım.
Sabah, milli parkı gezmeye gittim.. Gerçekten güzel.. Sular, şelaleler..
Her taraftan sular akıyor.. İçinde tahtadan yürüyüş yolları yapmışlar.. Cennet tasvirine
çok yakın bir yer..
Değirmen ve Avrupa'da ilk elektrik üreten tesis te çok ilginç..
Suyun gücünü hissettim. (Milli parktan aşağı bir resim ekledim)
Geri döndüğümde, vakit yine öğlen oldu.. Bu saatten sonra yola çıkacağım..
Motosikleti yüklemek çok zamanımı alıyor.. Her gün yükle boşalt asker gibi oldum..
Alıştım.
Otobandan gitmek istemediğim için köy yollarına saptım. Bu navigasyona ne oldu..
Yolları şaşırıyor.. Birkaç kere yanlış yoldan geri döndüm..
Bir de arada bir telefon sıcaktan kendini kapatıyor.. Dağların başında bekle bakalım..
Buralarda çok yılan var.. Yollarda karşıdan karşıya geçiyorlar.. Bir sürü ölüsüne
rastladım.. Ben geçerken iki tane birden önümden geçtiler, ezmemek için zor
manevra yaptım..
Bir de çalıların olduğu bu arazilerde ne kadar yılan vardır, düşünemiyorum..
Ve gittiğim yol bir feribot iskelesine çıktı.. Buradan karşıya feritbotla geçecekmişiz..
Benden başka feribotu bekleyen bir sürü motosikletli var..
En küçük motosiklet benimkisi..
-
Kanadalı;
Feribotla karşıya geçtik.. Yollar son derece virajlı ve dar .. Zaten motosikletliler de
buralara bu yollar için geliyorlar..
Feribottan inen bütün motosikletler ve arabalar konvoy gidiyoruz. Ben de birlikte
sürükleniyorum....
Karşıdan da gelen araç yoğunluğu var..
Onlara ayak uydurmak zorunda kaldım.. Normalde 50 km. hızla döneceğim virajı 80 km .
hızla dönüyoruz.. Döve döve adam etmek bu olsa gerek..
Arada bazı motosiklet sürücüleri var ki hayran kalmamak elde değil. Bir motosiklet bu
kadar mı güvenli ve ustaca kullanılır..
Tanışma imkanım olsa onlara “Üstadım” derdim..
Ne kadar süre böyle gittik bilmiyorum.. Ama ben artık yoruldum.. Bu çıplak kayalık arazide
bir mola yeri gördüm. Arizona çölünde bir bar gibi..
Hemen motoru oraya çektim.. Bu adamlar beni perişan ettiler..
Bu kafe-bar tepeden denizi görüyor.. Adriyatiğin bu kuzeye doğru olan kıyıları çok çirkin ve
sevimsiz..
Soğuk bir kola ve arkasından bir kahve söyledim.
Motosikletten indiğimi gören bir motosikletçi yanıma geldi. Konvoydakilere pek
benzemediğim için motosikleti ve beni merak etmiş..
“Yoldayken seni fark ettim. Sürerken biraz tedirginsin.” Dedi.
Tanıştık; Kendisi Kanadalı'ymış. 35 yaşında. Avusturya'ya şirketi onu mühendis
olarak göndermiş.. Dört senedir Avusturya'daymış..
“Plakadaki “ TR” nerenin kısaltması?” diye sordu.. Daha yolda görüp merak etmiş...
Motosikletin 250 cc. olmasını enteresan buluyor. Kendisinde 1000 cc. Bmw racing var.
Yola çıkacakken “Birlikte çıkalım” dedi.. “Olur” dedim. Birlikte yola çıktık.. Yolumuz
60 km sonra ayrılacak.. Farklı rotalara yolculuk ediyoruz..
Yolda sık sık yavaşladı, beni bekledi..
Ayrılacağımız yol ayırımında durduk, vedalaştık.. Benim yanımdaki kuru yemişleri
çok sevmişti, iki paketini ona verdim..
“Ooo..! Buna karşılık vermeden olmaz.” Dedi.
Bana bir kutu Redbull ve bir çikolata verdi.. Karşılıklı hediyeleşmiş olduk.. Bir de bol
bol selfi resim çekti.. Ayrıldık.
Yollarda arkadaşlık bir yere kadar..
-
Macarlar;
Bu gün çok yoruldum.. Hava da bunaltıcı..Artık nasıl motosiklet sürüyorum,
bilmiyorum.. Ben sürmüyorum, kendi gidiyor..
“Tamam “ dedim.. Artık ilk bulduğum yere çadırı kuracağım..
Harita da bir kaç kamp yeri görünüyor ama yoldan çok içerilerde.
Hiç beklemediğim anda bir virajda kamp yeri tabelası gördüm.. Girdim..
Denize inen kayalıkların üzerine kurulmuş çok karmaşık bir kamp yeri.. Daha
önce böyle bir yerde kalmamıştım.. Kalınacak yerler çok sıkışık.. Fakat çevre ve
tuvaletler temiz..
Duş falan alamam.. Perişanım.. Çadırı kurdum, şişme matı dışarı çıkardım, yattım..
Uyumuşum..
Yan komşularım Macar... Üç arkadaş eşleriyle birlikte gelmişler.. Kırklı yaşlardalar..
Uyandığımda bana bakıyorlardı.. Uyurken izleniyormuşum, demek ki. .Selam
verdim.. Çağırdılar.. Aramızda 10 metre mesafe var.. Gittim..
“Yorgunsun galiba .. Gelir gelmez yatıp uyudun.” Dediler.
“Evet..çok” dedim.
Masa dolu, ikram bol.. “Ne içersin ?” Diye sordular.. Soğuk bir soda istedim...
Ne kadar iyi geldi..
Bana gösterilen bu ilgide yaş farkının önemi çok sanıyorum..
Biraz sohbet ettik..
“Bir duş almalıyım..” dedim.. Kalkıp duşa gittim.. Duşlar çok güzel.. Ilık suyun
altında uzun süre kaldım..
Uyku, soğuk soda ve duş.. Kendime geldim..
Akşam yine Macarlarla oturup yemek yedik.. Ben bu kadar sosyalleşmeye
dayanamam.. Bana fazla gelir.. Ama çok yakın konumda olmanın sonucu bu..
Gece yarısına kadar da konuştuk..
Türklerle kan bağlarının olduğuna inanıyorlar.. Ve bundan da çok hoşnutlar.. Israrla
kullandığımız benzer kelimeleri bulmaya çalışıyorlar.. Bir sürü de buluyorlar..
Kadınlar, en çok eşimin böyle bir yolculuk için bana nasıl izin verdiğini merak ediyorlar..
Evire çevire soruyorlar.. Kadınlar her yerde aynı..
Hepsi de çok iyi işlerde çalışan iyi eğitimli kişiler.. .Ne düşündüğünü bir bütün
olarak anlamak için çok iyi dinliyorlar, çok iyi sorular soruyorlar..
Düşüncelerimi bu kadar rahat bir ortamda daha önce açıkladığım hiç olmamıştı..
Kendime de şaşırdım.. Çok dinleyen ben, o akşam çok konuşan ben oldum..
Gece yarısı olunca ayrıldım.. Onlar burada tatildeler.. Ben sabah yolcuyum..
Konuşmaları düşünerek, çadırda uyumaya çalışırken hep bizde ne eksik diye sordum, durdum..
Herhalde bizde rönesans eksik..
-
16. GÜN
İyi ki Yolu Şaşırmışım;
Yine sabah, yine yollar..
Erken kalkıyorum ama çadırı toplamak çantaları, hazırlayıp yüklemek epey zaman
alıyor..
Artık kahvaltıyı da yola çıktıktan bir süre sonra yapmaya başladım.. Bir iki saat yol
aldıktan sonra, yollarda kahvaltı için yer bakmaya başlıyorum.. Bazen bir marketten
bir şeyler alıp atıştırıyorum, bazen bir fırından..
Artık Adriyatik denizi bitmek üzere.. Günlerdir onunla yolculuk yapıyorum..
Sabah sabah yine yolumu kaybettim.. Bu sefer navigasyonun suçu yok.. Kendi
dikkatsizliğimden..
Dönmek için aşağıdaki kasabaya kadar inmek zorunda kaldım..
Kasabanın içine girince çok sevdim.. Meydan, büyük ağaçlar, dükkanlar, kafe çok hoş..
Durup indim. Karşıdaki pastaneye girdim.. Şişman bir genç kız tezgahta..
“Kahvaltı yapacağım.. Ne önerirsin ?” diye sordum.
O da bir böreği gösterdi..” Biz kahvaltıda genellikle bunu yeriz .” dedi
Aldım.. Tam karşısında kafe var, oraya oturdum. Garson geldi “Ne içersiniz ? Diye sordu..
Böreği göstererek “Breakfast coffe” dedim.. Güldü.. “Yeni bir kahve icad ettin” dedi.
Büyük bir fincanda kahve getirdi.. Kahvaltımı yaptım.. Burayı çok sevdim..Buradaki
zamanı biraz uzatmak istiyorum.. Bir espresso söyledim..
Şimdi onu içiyorum..
İşte benim anlatmak istediğim yer burası.. Bu eski ve güzel binalar, bu küçük
meydan, bu dükkanlar, ağaçlar hepsi zaman içinde oluşmuş yerler. İçinde gerçek
hayat yaşanıyor.. Etrafta doğru düzgün bir hotel bile yok.. Aman olmasın..
Karşıdaki Tabacco bayii, market, eczane hepsi buranın yaşantısına ait. Buraya ait
olamayan şu an bir tek ben varım.. Ben de biraz sonra gideceğim zaten..
Bu nasıl böyle rastladı.
Bazı anlar spontonedir. Aniden olur, kendiliğinden. Buda öyle işte.. Bir daha olur mu?
Belki ama zor..
Mutluyum... çok mutluyum...müthiş mutluyum...
“Nirvana'ya ulaşmak” bu olsa gerek..
Yola çıktım. Yukarı ana yola bağlanmadan önce aşağıya kasabaya doğru tekrara baktım..
“İyi ki yolu şaşırmışım..” Dedim..
-
Arkadaşlar;
Bu yazı dizisini artık sonlandırmak istiyorum.. Bu kadar zamandır her gün iki bölüm
yazıyorum, hala 16. gündeyim..Bunun biteceği yok. 45 gün çok uzun ve zor..
Yazdığım şeyler bana sıkıcı ve yorucu gelmeye başladı.. Bitmeyen yollar.. Artık kendim
bile okumak istemiyorum..
Zaten bir süre sonra böyle olacağını az çok tahmin etmiştim.
O nedenle “Bu macera böyle sürer gider.” deyip artık bir son vermem lazım..
Belki başka zaman, başka yolculuk maceralarında buluşuruz..
Bu yazı serisini okuyan ve yorumda bulunan herkese çok teşekkür ederim..
Cemalettin Özen / 2019
-
Gerek bu yazı dizisini, gerek Günlükleri büyük bir keyifle okuyorum.
Gözlemleriniz ve bunları ifadeniz o kadar güzel ki... radyoda arkası yarın gibi hevesle devamını bekliyorum.
Ama her güzel şeyin de bir sonu var demek ki.
Yazmaya karar veren sizsiniz, o nedenle "yazın daha" demek haddim değil. Zaten hissiyatım, zorla yazarsanız bu samimiyetin de kaybolacağı.
Bugün kadar yazdıklarınız/paylaştıklarınız için çok teşekkür ederim.
-
Gerçekten elinize sağlık.
Ben de Mehmet gibi bir sonraki yazının gelmesini sabırsızlıkla bekliyordum.
Yazarsanız çok memnun olurum, olmuyorsa da canınız sağ olsun.
TANER
-
Daha önce de yazmıştım, yıllardır unuttuğum bir hayalimi alevlendirdiniz yeniden. Dahası her bölümünü keyifle okudum. Paylaşmak da, sonlandırmak da sizin tasarrufunuzda, saygı duyar, emeğiniz için minnettar olduğumu belirtmek isterim.
Bir küçük not daha; planladığım gibi giderse 10.000 ya da 6000 km'lik bir yolculuk için Mayıs ayında marşa basmak niyetindeyim. İnanın sayenizde ve tekrar hayalini kuruyor olmak bile çok güzel:)
SM-N9000Q cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
-
Benim için de çok keyifliydi.Karşılıklı sohbet gibiydi.
Teşekkür ederim.
-
Samimi paylaşımlarınız için teşekkürler, keyifle takip ettim. Üslubunuz o kadar akıcı ki, sanki oralarda bulundum. Emeklerinize sağlık!
-
Doğrusunu söylemek gerekirse "artık yazmayacagım " fikri beni üzdü.Yinede yazdıklarınız için çok teşekkür ederim.
Lütfen şu en son yazdığınız yazıdaki beğendiğiniz küçük kasabanın adını yazarmısınız?
-
Hüseyin Abi kasabanın ismi kayıtlarımda yok.. Haritadan incelediğim kadarıyla Matulji olması gerek.
Çünkü kasabadan sonra Slovenya'ya girdim..
-
Harika bir üslup ile yazdınız. Çok teşekkür ediyorum paylaşımlarınız için
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Büyük bir keyif ile okudum.Emeğinize sağlık.
-
Bu konu ve günlüklere yeni ileti gelir gelmez nerede olursa anında açıp okuyordum. Yazım tarzınız , gözlemleriniz bizi yazının içine çekiyor. Bir dönem bende motorla epeyce bir uzun yol yapmıştım. Hatta Tiryaki gibi düşünmüştüm. Ben dolomitlere yada Nordkaap a gitmeyi hayal etmiştim. Ama çocuklar büyümeye başlayınca motorla seyahat olayımız bir süreliğine rafa kalktı. Hala hayali var ama. sizin bu tarz bir gezi yapıp bizle paylaşmanız çok isabet oldu. Emeğinize sağlık, siz herhangi bir vasıtayla gezin ve bizimle paylaşın lütfen. Tekrar teşekkürler.
-
Yazın lütfen. Ben ve benim gibi zevkle takip eden ama haberimizin olmadığı bir çok kişi içinde Cemalettin kaptanım. Google aramalarında çokça düşüyor bu forumlar. :)
-
Bana teşekkürlerini ileten bütün arkadaşlara ...
Hüseyin Abi'ye beni adım adım haritadan takip ettip sorular sorduğu için,
Erkan Reis'e bana forumda ilk defa fotoğraf koydurduğu için,
Hakan Reis;e “Yıllardır unuttuğum bir hayalimi alevlendirdiniz” deyip beni onurlandırdığı için
Mehmet Reis'e “Haddim değil” kibarlığı için,
Taner Reis' “canın sağ olsun” temennisi için,
Mustafa Reis'e “Karşılıklı sohbet gibiydi” deyişindeki samimiyeti için,
Ali Reis'e “üslubumu akıcı bulduğu” için,
Kemal Reis'e ve Kaan Reis'e “Teşekkür yorumu “gönderdikleri için,
Ahmet Reis'e “Nerede olursa olsun yazımı hemen okuduğu” için,
Öcal Reis'e “Yazın lütfen” deyişini deki içtenliği içi,
Samimiyetle tekrar teşekkür ederim..
-
Güzel bir anlatı , bir solukta okudum...
Devamı olursa keyifle takip edip okuyacagımı bilmeni isterim...
-
Bana teşekkürlerini ileten bütün arkadaşlara ...
Hüseyin Abi'ye beni adım adım haritadan takip ettip sorular sorduğu için,
Erkan Reis'e bana forumda ilk defa fotoğraf koydurduğu için,
Hakan Reis;e “Yıllardır unuttuğum bir hayalimi alevlendirdiniz” deyip beni onurlandırdığı için
Mehmet Reis'e “Haddim değil” kibarlığı için,
Taner Reis' “canın sağ olsun” temennisi için,
Mustafa Reis'e “Karşılıklı sohbet gibiydi” deyişindeki samimiyeti için,
Ali Reis'e “üslubumu akıcı bulduğu” için,
Kemal Reis'e ve Kaan Reis'e “Teşekkür yorumu “gönderdikleri için,
Ahmet Reis'e “Nerede olursa olsun yazımı hemen okuduğu” için,
Öcal Reis'e “Yazın lütfen” deyişini deki içtenliği içi,
Samimiyetle tekrar teşekkür ederim..
Cemalettin Reis, sadece yukarıdaki isimlerle sınırlı değil, benim gibi sessiz sedasız ama hayranlıkla okuyan da çok... Ellerinize sağlık.
Eski bir motorcu olarak, tam da en merak ettiğim yerde, Alplerde yazmaktan vazgeçtiniz. Umarım güneş tekrar açar, siz yine yazarsınız...
-
En keyifle okuduğum gezi yazıları sizinkiler, umarım bir gün tekrar paylaşmak istersiniz, teşekkür ederim...
-
Cemalettin Reisim,
Eskiden biz Kadıköy tarafında oturanlar arasında bir espri vardı. Karşıya geçeceğimiz zaman Avrupa'ya gidiyorum, karşıdan dönmüş birisiyle konuşurken Avrupa görmüş adamsın der gülerdik. Kafamızdaki Avrupa imgesi çok yüksek bir çıtanın üzerindeydi. Aradan geçen zamanda oralarda da çok şey değişti. Sizin Avrupanız ve orayı anlatışınız çok güzeldi. Teknemizi transfer ettiğimiz bu yorucu günlerin akşamlarında yemek yerken eşime sizin yazılarınızı okuyordum. Bir anda bitirince Forrest Gump filminde Gump, aylar süren eyaletler arası koşusunu aniden bırakıp evine döndüğünde arkasından koşan grubun "eee biz şimdi ne yapacağız?" Şaşkınlığına büründük.
Tadı damağımızda kaldı. Yolunuzun devamındaki gözlemlerinizi de çok merak ediyoruz. Ellerinize sağlık.
-
...
Bir anda bitirince Forrest Gump filminde Gump, aylar süren eyaletler arası koşusunu aniden bırakıp evine döndüğünde arkasından koşan grubun "eee biz şimdi ne yapacağız?" Şaşkınlığına büründük.
Tadı damağımızda kaldı.
Tam da böyle oldu :)
-
Cemalettin reisim,iyice dinlenmişindir,şu motora atlasanda İtalya ya geçiversen..oralar da enteresandır şimdi..alpler dağlar falan..:)