Heyamola Hey
Havuzluk => Köşe Yazıları => Konuyu başlatan: Mehmet Sürücü - 13 Ocak 2019, 06:24:39
-
ISSIZ ADANIZI NASIL İSTERSİNİZ?
Tüm insanlarda az veya çok ada özlemi var mıdır? Varsa bunun genel bir insan yönelimi, evrensel bir durum olarak görmek gerekir. Bir şey tüm insanlarda az çok, bir tür özelliği olarak varsa, bu genel bir özellik olmalı.
Ada ne yapar? Orada, adada yaşadığımız yerden fazla, etrafımızı çevreleyen hayattan daha çok ne var?; İlk bakışta çok daha azı. Çağdaş yaşam sorunları, insanı uymaya zorladığı hızlı tempo, özel yaşamın sıradanlığı, kalabalık şehirlerin türlü zorluğu insanı ütopyaya varan bir ada özleminin içerisine itiyor. Bunun daha Freudyen yanları konusunda konuşacak durumda değilim. Ama ana karnında başlayan, korunaklı, güvenli bir yerin, bir şeyin içinde olma güdüsü, belki de ana rahmini içsel -ana rahmine bir antiada denilebilir mi?- güvenlik arayışının ilk yeri olarak da düşünmemizi neden olabilir.
Her neyse.
Dünyanın keşfiyle haritaların gelişmesinin aynı zamanlara denk gelmesi mantıklı bir olgu. Sefere çıkan gemilerde bir de topografik bakışı, olguyu bilen, kara parçalarının girintilerini çıkıntılarını kağıt üzerinde haritalara dönüştürebilecek yetenekte insanlar da vardı. Bu insanlar bildiğimiz, sıradan, aylarca süren seferlerde ana-baba, eş, sevgili özlemi çeken kişilerdi de aynı zamanda. İşte bu aşık haritacılar, özlemi kabardıkça -tabii ki bir taraftan da testiden romu çektikçe- masanın başına geçer, eline pergeli, cetveli, zamanın çizimde kullanılan türlü aletini alıp masanın üzerinde yayılı olan haritanın rastgele bir yerine, coşkuyla sevdiği kadın için bir harita konduruverirmiş. Içtenlikle ve aşk uğruna...
Kimsenin bilmediği, sadece bizim olan bir ada istiyoruz. Neden istemiyelim. Her şeyden kaçmak, yalnızlığın tadını almak, sessizliğin şarkısını dinlemek, kişiye özel bir özgürlüğün sefasını sürmek, dünyada cenneti bulmakla eşdeğer değil midir?
Peki; bu zamanda ada mı kaldı diyecektir birisi. İnsanın ulaşmadığı, hala bakir yerler var mı? Bilemiyorum. Bu da başka bir konu belki. Ama içimizdeki, kendimize sakladığımız ıssız ada özlemi gün geçtikçe, teknoloji geliştikçe, insan çoğaldıkça büyüyor. Bu çağdaşlık olgusu insanın da dönüştürüyor. Sonuçta insan evriminin bir yolu, yordamı var. Artık mağaraya bizon resimleri çizen insan kadar tekil değil içimiz. Kimsenin bilmediği bir ada bulsak bile orya ayak bastığımız an orası dönüşecek. Çünkü her insan kendi kalabalığıyla kaçacak ıssıza. Diğer yandan, en ıssız adada bile kalabalık olacak insan. Kendine kurallar koyacak, bir yeri daha uğurlu, daha kutsal, başka bir ağacı, kayayı uğursuz sayacak. Ayak basılmamış da olsa, hiçbir zaman ıssız ada olmayacak uygar insan için. Çünkü ıssız insan yok. Uygar insanın içi her zaman çelişkilerle dolu, çoksesli, kalabalık. İnsan oluşundan kaynaklı hırslar, eksikliklerle dolu.
İçimizde ne varsa onunla yaşamayı öğrenmemiz gerekecek.
-
Issız ada benim için mezardır.
Yalnızlığı sevmem. Yanımda ailemin, arkadaşlarımın, dostlarımın olmasını isterim.
-
Evet insan gittiği yere kendini de götürüyor.Dediğiniz gibi ıssız adayı özlesek te kendimizden kurtulmamız mümkün değil.Modern insanın ıssız adası bence mezarıdır.
-
"Modern insanın ıssız adası bence mezarıdır."
Mustafa Ertör reisin cümlesini okur okumaz açtım defterimi, bu günün "kârı" hanesine kaydettim. Karamsar bir bakış. Doğru yanları var mı; Var. Çok var hem de. Ama kullanışlı bir ada değil ne yazık ki. Keyifli değil en önce.
Bir şeyi -olanı, olmayanı- bilmek, sonunda ona rağmen bir orta -uyar- yolu seçmek gerekir belki de. Bakıyoruz ki bu tarlada ne yapsak da mandalina, muz ağacı yetişmeyecek, erik, kayısı ekip denemek gibi bir şey. Olan neyse ona bakmak, onu adam etmeye çalışmak belki de.
-
İstanbul'da Hayırsız ada , Sivri ada olarak bilinen adaya bazıları da Issız ada derdi. Ada da insan yerleşimi yoktu.
Mustafa kaptanım da bu adaya gelmekten benim gibi keyif alırdı.
-
Issız adada,değişiklik olsun diye,bir gün falan kalabilirim...:)
-
Erkekler yaş ne kadar ilerlese de kadınlara göre her zaman daha "romantik", belki daha "çocuk" kalıyorlar. Hemen zıplamayın. :) İşin gerçeği bu. Kadınlar erkeklerden daha gerçekçi daha ayakları yere basıyor.
Bu "ıssız ada" hayali veya özlemi kadınların çoğunda yoktur. Onlar hayatın içinde ve hayatla didişerek, savaşarak ayakta kalıyor.
Kendi gözlemime gelince; ıssız ada hayali / özlemi ne dersek diyelim, yine yaş aldıkça, biteviye durup dinlenmeden koşarken, bir lahza, geri dönüp bakınca yaşamı "beceremeyen" - hemen kötüye yormayın-; toplumun genel kabullerini yerine getirememiş, örneğin her gün ceridelerde, aptal kutularında kesilen, vurulan, tecavüze uğrayan, asılan hayvan haberlerini okuyup kahrolanlar, elinden bir şey gelmeyen, her kademe hırsızlığın gelir geçer olduğunu görüp de hâlâ temiz kalabilenler, iyi eğitim almasına rağmen mesleğini yapamamış, hayatın hiç bir alanında kendini doğru ifade etse de anlaşılmadığını düşünen, gibi daha yüzlercesi sıralanabilecek "becerilememiş" / "becerememiş" olanların kendini izole etme, enfekte olmaktan kaçınma, muhtemel ve yakın isyanının yıkıcılığından korkan, terk-i diyar etmeden önce huzuru arayanların meşrebi.
Her ne kadar Angelopoulos " Kythira'ya yolculuk" bizleri görsel ve işitsel olarak alıp götürüyorsa da aslında bir ütopia.
Konstantinos Kavafis de "insan"ın yaşam yolculuğunu amacının İthaka'ya ulaşmak olması gerektiğini anlatıyor.
İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman,
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
ne lestrigonlardan kork,
ne kikloplardan, ne de öfkeli poseidon'dan.
bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer.
ne lestrigonlara rastlarsın,
ne kikloplara, ne azgın poseidon'a,
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına.
dile ki uzun sürsün yolun.
nice yaz sabahları olsun,
eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde
önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin!
durup Fenike'nin çarşılarında
eşi benzeri olmayan mallar al,
sedefle mercan, abanozla kehribar,
ve her türlü baş döndürücü kokular;
bu baş döndürücü kokulardan al alabildiğin kadar;
nice Mısır şehirlerine uğra,
ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden.
hiç aklından çıkarma İthaka'yı.
oraya varmak senin başlıca yazgın.
ama yolculuğu tez bitirmeye de kalkma sakın.
varsın yıllarca sürsün, daha iyi;
sonunda kocamış biri olarak demir at adana,
yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin,
İthaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan.
sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka.
o olmasa, yola hiç çıkmayacaktın.
ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.
onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini.
geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki,
artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini İthakaların.
-
Aynı Kavafis;
"Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de."
de demiş. Şair değil mi? Bir dediği bir dediğini tutmuyor. (Burada koca bir gülme emojisi olduğunu varsayalım.)
"Bu "ıssız ada" hayali veya özlemi kadınların çoğunda yoktur." önermesinin doğruluğu konusunda ise aklıma takılan, farklı bir yanı var;
_Kadınların bu konuda erkeklerden farkı, erkekler kadar rahatça ve tehlikesiz, aylakça gezme yollarının çok daha zorlu olması, diye düşünüyorum. Bu yüzden belki, bilinmeyen bir yere çekip gitme hayalleri çekici gelmiyor kadınlara. Diğer yandan eve bağlanıp kalmak -çocuk doğurmak, bakmak, buna sebep olan güdülerle- daha içinden çıkılmaz bir durum onlar için. "Kadınlar erkeklerden daha gerçekçi daha ayakları yere basıyor," düşüncesini bu anlamda bir yol, hareket tarzı gibi bakıyorum.
-
Hiç çelişmez Mehmet, her iki şiirin de anlamı büyüktür bende. Yazarım bir gün.
-
Bugün Ömer Kutay Abimiz sosyal medyada Fazıl Say’a ait olduğu belirtilen bir yazı paylaşmış. Yazı şöyle başlıyor; “Bütün büyük besteciler gökyüzüne ulaşmaya çalışanlardır. Mozart ise gökten inendir” ( Nuri Hocamın ise lerinden birisi).
Bu sözün üzerine “Issız Adanız” sorusunu görmem, güzel bir tesadüf oldu. Yazar, burada “ıssız ada” yerine “ıssız adanız” ibaresini bilerek kullanmış sanki... Issız ada imgesini halka öyle bir arz etmiş ki, herkesin cevabını doğru kabul edeceğini en baştan belli edip içimize su serpmiş. Ben de bestecilerin gökyüzüne çıkmayı düşlemesi gibi kendi Issız Ada’mı düşleyenlerden birisiyim. Bununla birlikte hayatta öyle insanlarla karşılaşıyorum ki biz ıssız adamıza gitmeye kalkmadan, onlar Mozartın gökten inmesi gibi, kendi adalarından dönüyorlar. Hatta istedikleri zaman gidip dönmek onlar için kolay. Çevremde öyle insanlar var ki, aralarında sadece bir ıssız adası değil, ıssız takım adası olanlar bile var.
Issız adayı imge olarak değilde gerçek bir yer olarak düşünseydik, oraya gitmeyi düşleyenleri erkekler ve kadınlar diye ayırmazdım. Hadi ayırmam diye çok ısrar edildi diyelim, Cem Abinin tersine kadınları az da olsa önde görürdüm. (Hemen zıplayanlardanım :) ) Çünkü biz erkekler böyle bir adayı sadece düşleriz. Bu adaya gitme fikrini ise ancak kadınları etkilemek için ortaya atarız. İş ciddiye binerse, kadınları etkilemeyek için B,C,D… planlarımız hazırdır zaten. Kadınlarsa, gitmek isterlerlerse giderler. Tabi bu benim görüşüm.
Mustafa Abi’nin mezar önermesi de bir imge miydi değil miydi anlayamadım. İlk bakışta katılmasam da önündeki “modern insan” ibaresine dikkat edince çekimser kalmaya karar verdim. (Bugün muhalif yanımdan uyanmışım :) ). Kendisinin çok sevdiğim meşhur leyleklerin göçü videosu sanki kendi ıssız adası yakınlarında bir yerlerde çekilmiş izlenimi uyandırmıştı.
http://heyamolahey.com/genel/leylek-gocu/msg13943/#msg13943
Kendi Issız Ada'mı nasıl mı isterim? Bunu bir yerde daha yazmıştım. ;)
-
Çünkü biz erkekler böyle bir adayı sadece düşleriz. Bu adaya gitme fikrini ise ancak kadınları etkilemek için ortaya atarız. İş ciddiye binerse, kadınları etkilemeyek için B,C,D… planlarımız hazırdır zaten. Kadınlarsa, gitmek isterlerlerse giderler.
Sevgili Mücahit, zaman ilginç bişi. (!) O zaman denen şey ne ise, bir bölümünde veye sadece bir noktasında "ıssız ada" sadece düş olmaktan çıkıveriyor. Karşı durulmaz bir istek haline gelebiliyor. Kadınları etkilemek konusuna gelince..... B,C,D ikna planları ile birlikte çooook geride kaldı.
Ancak "Kadınlarsa, gitmek isterlerse giderler" saptamana bütün yüreğimle inanıyorum. Hatta o kadar ki erkeği veya yakın/ uzak çevresi ayaklarına pranga vursalar bile bir yolunu bulur gider kadın. Ama yine de biz şaşkaloz ördek erkeklerden çok daha sağlam temelleri olarak ....
-
"Ada denince aklınıza ne gelir? Ne çağrıştırır size? Bir vapur kadar uzak mıdır, yoksa yakın mı akıp giden yaşama? Hiç düşündünüz mü, cezbeden ya da tedirgin eden nedir dört tarafı denizle çevrili kara parçasında sizi? Veya bilir misiniz kaç adası vardır Şehr-i İstanbul’un? Neandros diye bir adası olduğunu bilir misiniz? Ya da haberiniz var mıdır Yassıada’da ne olup bittiğinden? Ya deniz insanısınızdır ya da topraksoylu; vereceğiniz yanıt mutlaka ikisinden birine götürür sizi.
Deniz insanı nehir misalidir; ne yapar eder ulaşır denizine. Veya en azından dilediği anda ulaşabileceği bir mesafededir denize. Belki de bu yüzden farklıdır deniz insanın ada imgelemi. Her an denizle iç içe olabileceği; gün batımında verandada oturup kahvesini yudumlarken varoluşa şükredeceği bir düştür ada. Dostlukları, kırgınlıkları, aşkları, dedikodularıyla kalabalık bir ailenin bir parçası olmaktır adada yaşamak. Son vapur ya da tekne iskeleyi terk ettiğinde ada, kapıları dünyaya kapanan bir kaledir artık. Huzur kavramının dokunabileceğiniz denli somutlaştığı bir sığınak… Tabi eğer nehir misali bir deniz insanıysanız.
Oysa kadim bir çınar ağacı gibi kök salan topraksoylular için tekinsiz bir toprak parçasıdır ada. Dar gelir, tedirgin eder her daim. Hele bir de küçükse, bir tekne gibi batacakmışçasına korkutur. Anakaradan bakınca engel gibi görünür kırçıl deniz. Oysa adadan bakınca adayı yaşama bağlar. Gün olur günlerce lodos keser yolunu, gün gelir sisten göz gözü görmez. Anakaradakilerin aksine adalılar bilir ki, anakara sisin arkasında bir yerdedir; bugün olmazsa yarın.
Dünyanın her denizinde benzer yaşamlar sürer adalılar. Yaşamın kaynağı deniz, yaşamın sınırlarında deniz… Denizin getirdikleriyle, verdikleriyle şekillenir ya da anakaradakinden farklı kılınır yaşam. İster bir küçücük Ege adası olsun, ister Karayiplerde okyanusla çevrilmiş bir ada, o denli benzerdir ki yaşam; ne derece huzurluysa o denli de hüzünlüdür bir bakıma. Her günün sonunda geri dönerken emanet yabancılar, yarım kalmış bir şeyler bırakır artlarında adeta. Ya da popüler bir adaysa söz konusu olan, emanet yabancıların sayıları arttıkça huzuru kaçar adanın. Genelde bir tek sonradan gelen ticaret erbabı memnundur kalabalıktan. Çünkü adaların yerlileri, dışarıdan gelecek emanet yabancılara değil, adalarının verdiklerine göre şekillendirirler yaşamlarını.
Tüm açgözlülüğüne karşın insanoğlunun hala en az zarar verebildiği sığınaklardır adalar. İnsanoğlunun egosu büyük, hırsı sınırsızken ada küçük ve sınırlıdır. Belki bu sayede kısmen de olsa korunur ada ve ada yaşamı. Oysa biraz büyük ve rantabl ise ada Kıbrıs en güzel örneğidir başına gelebileceklerin…
Şöyle bir uzanabilirseniz Arşipel’e, kredi kartına endeksli ödünç yaşamlardan ziyade, denizin ve adanın verdikleriyle ya da insanoğlunun denizden ve adadan alabildikleriyle şekillenmiş, sakin bir yaşam tokat gibi çarpar bir çok insanın yüzüne.
Ne çok ada var aslında anlatılası. Çocukluğumuzdan beri, gitmesek de, görmesek de bizim olan veya yaşamımızın bir döneminde bir çeşit ritüele dönüşmüş Büyükada gezileri, Burgaz, askerlik günlerimin masal adası Uzunada… Ama bambaşka bir ada var paylaşmak istediğim; ibret-i alem için…"
Böyle yazmışım bir zamanlar. Üşendim tekrar yazmaya, kopyaladım. Issız ya da değil, ada, ancak adanın verdikleriyle yetinebilenleri mutlu edebilir. Askerliğim Uzunada'da geçti ve hala hayatımın en keyifli, en huzurlu dönemi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Basit bir rutini vardı. Sabah insanlar gelir ama akşam olmadan çeker giderler ve ada yine bizim olurdu. Anakaranın ışıklarını izlerdim keyifle. Arada canım çekerse atlar giderdim Çeşmealtı'na ama, en fazla bir kaç gün sonra koşa koşa dönerdim yine adama...
-
eh tam zamanı ....
Buyrun ada nedir ?
Bu bir kült film. Adanın biz deniz insanları için ne anlama geldiğini anlatan belki de tüm zamanların en iyi filmi......
https://www.youtube.com/watch?v=QOJnf0lQvoA (https://www.youtube.com/watch?v=QOJnf0lQvoA)
Kendi adıma bunaldığımda, kendimi kapana sıkışıp kalmış hissettiğimde belki onlarca kere seyrettiğim, bana nefes aldıran ......
Hele son sahne..
-
“Hele son sahne..”
BU FENA OLDU İŞTE.
Kıbrıs’a çıkmış tayinim. Ne bulursam okuyorum bu bir şeyleri gösteren parmak misali “ada”yı.
O aralar denk geldiydi. Tornatore miydi yönetmeni? Galiba. Savaş karşıtı en iyi film deniliyordu.
Gittim.
Rendelenmiş sabun gibi çıktım sinemadan.
Bir değildi ki sahneler.
Bir sürü.
Yaşlı bir kadının çelik başlıklı bir askere uzattığı elme, ikizlerin yukarıdan denize atlamaları, eşek, genelevdeki ağlatan sevişme sahnesi…
Cem Gür bu filmi anarak bir sürü anılar tetikledi.
Hay allah!
Teşekkürler.
-
Önce :'( :'( sonra ;) ve :D :D
-
BİR NOT;
Film müziği dinleme konusunda bir başlangıç olmuştu bu filmin müziği. Giancarlo Bigazzi'nin duygulu ezgileri, o filmin atmosferini o kadar iyi tamamlıyordu ki. Eleni Karaindroulardan, Zbigniew Preisnerlere uzanan bir dolu, unutulmaz müzikler.
Bu vesileyle; müzik dinleme önerilerinizi de merak etmiyor değilim.
-
ADA İLE İLGİLİ KİTAPLAR
Edebiyat dünyasında geniş bir literatür var ada konusunda. Neredeyse tüm ütopyalar bir ada mekanında geçiyor. En çok bilineni galiba Huxley’in Ada’sı. Etrafının suyla çevrili oluşu, çizilmek istenen ütopik toplumun dış etkilerden soyutlanması işlevi görüyor. Diğer yandan, Dr. Moreau’nun Adası, Robinson Cruseau gibi eserler, bir türün ilkleri olma özelliğini kazanmış.
Çağdaş edebiyatta Conrad’ar, Saramagolar, -Yitik Adanın Öyküsü’ne bir selam çakalım, nede olsa kafası bozulan, denizde başıboş dolaşmaya çıkan bir ada üzerine- Poeler, Swiftler, Borgesler bin türlü metaforlara, insan hallerine örnek etmişler bu denizlerle çevirli karayı.
En son okuduğum Robinson ve Cuma Arafı, Michel Tournier’in uçan-uçuran hayal gücü ve edebi dehasıyla unutulmaz tatlar bırakmıştı. Başka bir zaman bu kitap üzerine daha detaylı bir şeyler anlatmak ilginç olabilir.
Ada bir metafor, simge, ütopik mekan olarak bulunmaz bir olgu.
-
Önce "Mediterraneo" Soundtrack
https://www.youtube.com/watch?v=FeTFOManlHI
Sonra.....
https://www.youtube.com/watch?v=QOJnf0lQvoA (https://www.youtube.com/watch?v=QOJnf0lQvoA)
İlginç değil mi?
-
Kaç kez izledim bilmiyorum.Her seferinde ayrı bır lezzet aldım.
-
Tamam Matay, şimdi çantama koyuyorum. Yanımda taşıyacağım. Nasılsa buluşuruz.
-
Her fırsatta yazmışımdır muhtemelen, hayatımın filmi diye :) Aynen, ben de sayısız defalar izledim, izleyeceğim.
Başka bir başlıkta yazdım diye hatırlıyorum. Filmi ilk izleyişimden sanırım bir yıl sonra askere gittim. Son derece gergin gittim ama gel gör bir adaya verdiler ki beni, her gün tam da o filmi yaşıyor gibiydim. Muhteşem deniz, eşekler, yaban domuzları, defneler, zeytinler... Bir de üzerine "ada". Hayatımda içmediğim kadar şarabı orada içtim, yazmadığım kadar satırı orada yazdım. Daha da eğlencelisi, zorla gönderdiler geri :)
-
BİR NOT;
Film müziği dinleme konusunda bir başlangıç olmuştu bu filmin müziği. Giancarlo Bigazzi'nin duygulu ezgileri, o filmin atmosferini o kadar iyi tamamlıyordu ki. Eleni Karaindroulardan, Zbigniew Preisnerlere uzanan bir dolu, unutulmaz müzikler.
Bu vesileyle; müzik dinleme önerilerinizi de merak etmiyor değilim.
O kadar geniş bir ufuk ki.....
Pusulanın hemen hemen her kertesinden ...
Nordik- Celtic - Yiddish - Neo Medieval - Turkik Altay, Moğol - Cezayir Chaabi- Andalouse - Rebetiko - Balkan - Sufi - Kleizmer- Yaresan - Protest İran Mohsen Namjoo şimdi aklıma gelenler.
Hiç huyum değildir ama, bir kaç tadımlık paylaşıyorum:
https://www.youtube.com/watch?v=W3wB6ICjq9U (https://www.youtube.com/watch?v=W3wB6ICjq9U)
https://www.youtube.com/watch?v=xKAFFqthFzk (https://www.youtube.com/watch?v=xKAFFqthFzk)
Filmi de şiddetle öneririm:
https://www.youtube.com/watch?v=fhSSxRKojqg (https://www.youtube.com/watch?v=fhSSxRKojqg)
https://www.youtube.com/watch?v=uOtGayTFmF8 (https://www.youtube.com/watch?v=uOtGayTFmF8)
Şaşırmayın... bunu çok seviyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=oDVyNNWNsj8 (https://www.youtube.com/watch?v=oDVyNNWNsj8)
Bu kadının da sesi ....
https://www.youtube.com/watch?v=BjnHP7S-6WI (https://www.youtube.com/watch?v=BjnHP7S-6WI)
biraz da doğuya uzanalım....
https://www.youtube.com/watch?v=-bDntRWfL70 (https://www.youtube.com/watch?v=-bDntRWfL70)
-
Kaç kez izledim bilmiyorum.Her seferinde ayrı bır lezzet aldım.
Bu hatırlatmayla ben de bir kez daha izledim.
-
Cem , bayıldım paylaşımına.Hiç biri hakkında en ufak bilgim yoktu.Sayende tanıdım.Favorim ise teknesinde ney bulunan ve koristlik yapan biri olarak senin de bayıldığın eser oldu.2.sıraya balkanlardan esinti girdi.3.sıraya ise doğudan gelen sesler girdi.
Sağ olasın var olasın.
-
eh tam zamanı ....
Buyrun ada nedir ?
Bu bir kült film. Adanın biz deniz insanları için ne anlama geldiğini anlatan belki de tüm zamanların en iyi filmi......
https://www.youtube.com/watch?v=QOJnf0lQvoA (https://www.youtube.com/watch?v=QOJnf0lQvoA)
Kendi adıma bunaldığımda, kendimi kapana sıkışıp kalmış hissettiğimde belki onlarca kere seyrettiğim, bana nefes aldıran ......
Hele son sahne..
İtalyanca mitalyanca seyrettim valla..çok güzelmiş..filmi ilk defa gördüm ama müzikleri biliyordum..yakalarım bir ara anlıyacağım dilde olanını..merak ettim..papaz Türk ün arkasından ne dedi.
-
MÜZİK
Konu müziğe geldiğine göre, üzerinde birkaç cümle etmeden geçmek istemem. Çalışırken -ki bu da artık çoğunlukla okumak ve yazmak demek benim için- müzik dinliyorum. Dinliyorum da değil aslında. Sözünü anlamadığım, hafif sesli, ritmi düşük, az çalgılı, bir ezgi bu. Müzik bir zevk meselesidir, diyerek konuyu bir yaştan sonra kapatanlardan hiç olamadım.
Severek yıllarca dinlediğim -klasik batı, jazz, türk sanat ve halk müziği şimdilik söylem dışı olsun- Vangelis, Zbigniew Preisner gibilerin yanına; Anouar Brahem, Stephan Micus, Rabih Abou-Khalil, Dhafer Youssef, İbrahim Maalouf, Lhasa de Sela, Till Brönner, Masha Vahdat ve daha pek çok sanatçı da eklendi.
Asıl konumuz ada, ve -denizsiz ada mı olur?- denizse, bir şekilde Akdeniz de söz alır.
Renaud Garcia-Fons - Méditerranées albümüni dinleyin derim.
Albümden bir parça;
https://www.youtube.com/watch?v=MOVuGQTuTBc
Bir diğer albüm önerisi
Gurdjieff, Tsabropoulos - Chants, Hymns And Dances
Albümden bir parça;
https://www.youtube.com/watch?v=hhl7K9XomRw
Son bir albüm ve film; Makoeodyalı yönetmen. Serde de Balkanlar var, Selanik var, Kavala bolca var. Var oğlu var. Filmdeki bazı konuşmaları orjinal dilinde anladığımı fark ettiğimde bir tuhaf olmuştum.
"Na zapali, zapali da otruvise..."
"Alyak, yak da zehirlen..." (Sigara verirken)
Yönetmen: Milcho Manchevski
Filmin adı; Before the Rain Yagmurdan önce (1994)
https://www.imdb.com/title/tt0110882/
Bu film müziği;
https://www.youtube.com/watch?v=Msh5QxOnms8&t=371s
Bu film linki
https://www.youtube.com/watch?v=psgl2JnD0F8
Armanda Amar'ın birbirinden güzel film müzikleri var. Bab-ı Aziz bir başkaydı.
Bir parça önerisi de bu Pazatresi gününe eşlik etsin efendim.
Ane Brun - The Dancer
https://www.youtube.com/watch?v=z2P6RTMoNTw
-
Hiç yatmaya gelmiyor vallahi,''sevdiklerimiz müziklerden bir demet'' olmuş burası. :)xx :)xx :)xx
Ama sesi açarsam hatunu uyandırır ve ''ıssız adayı'' aramaya gerçekten başlarım herhalde. ;D
Sabaha kahve ile yapılacaklar listesinin başına alıp yatalım. ;)
-
Cem , bayıldım paylaşımına.Hiç biri hakkında en ufak bilgim yoktu.Sayende tanıdım.Favorim ise teknesinde ney bulunan ve koristlik yapan biri olarak senin de bayıldığın eser oldu.2.sıraya balkanlardan esinti girdi.3.sıraya ise doğudan gelen sesler girdi.
Sağ olasın var olasın.
Teşekkür ederim. Müziğin sınırı yok.
-
Akdeniz kadar aklınızı başınızdan alması muhtemel bir film daha: Sur.
http://youtu.be/kwAWmiT6GeI
Yönetmen Fernando Solanas, müzik Astor Piazzolla ve vokal Roberto Guayoneche. 1988 yapımı.
Uyarı: İzlerken değil ama dinlerken ciddi şarap tüketimine neden olabilir.
-
Filmlerden gidiyoruz madem; bir Kostas Ferris filmi olan Rebetiko (Rembetiko) [1983] yu anmadan yapmayalım.
Müzikleri ve melankolik atmısferiyle tam bir mezelik filmdi.
https://www.youtube.com/watch?v=G21q_5iac90
-
Filmlerden gidiyoruz madem; bir Kostas Ferris filmi olan Rebetiko (Rembetiko) [1983] yu anmadan yapmayalım.
Müzikleri ve melankolik atmısferiyle tam bir mezelik filmdi.
https://www.youtube.com/watch?v=G21q_5iac90
Marika'nın cenaze sahnesini durur durur izlerim. Müthiş bir filmdir bu da; izlemeye doyulmaz gerçekten.
http://youtu.be/IBuHk2lTd6o
-
Ama herhalde, hep beraber unuttuk; Ada üzerine yazılmış başyapıt; "Bir Ada Hikayesi" dörtlemesi değil midir?
-
GÜNAYDIN cümletten!
"Bir Ada Hikayesi"
Aslında unuttuğumuz -unuttuğumuz demesek, yazmakla bitmeyecek daha pek çok eserin olduğunu mu söylesek?- çok kitap var.
Bu sabah yine düşündüm "ada" üzerine.
Bir kitaptan söz edecektim;
Cuma ve Pasifik Arafı adında.
Robinson’u duymuşuzdur, gemisi batar, bir adaya çıkar, gemiden kurtardığı malzemelerle adada daha ilkel, daha doğal bir hayatta yaşam savaşı verir. Kazanır bu savaşı.
Bu Cuma ve Pasifik Arafı adlı romanda da Robinson adaya düşüyor. Hayatta kalma müzadelesi veriyor. Kalıyor da. Ama romanın öyküsü bundan sonrasında değişiyor.
Ada kavramı bende hep; “tek başına, diğer insanlardan uzak insan” imgesi üzerinden işledi. Adada bir başına olan insanın, pantolon, gömlek giymeden dolaşabileceğini, bir başkası olmadığı için de sosyal bir varlık olmayacağını, uygarlığın insana yüklediği pek çok buhrandan uzak kalacağını, en azından günah işleme, başkalarına kötülük yapma kavramlarıyla hayatını zehir etmeyeceğini, vicdan sızıları duymayacağını varsayardım.
Öyle değilmiş.
Bu Robinson, tarla ekip, depoya buğday stoklamaya, keçileri çoğaltıp, süt içe içe güçlenmeye başladığı andan sonra, yaptığı ilk iş bir ADA ANAYASASI hazırlamak oldu. Şok oldum. Ne demekti şimdi bu? Kime bu yasalar? Yanıt ortadaydı; KENDİNE.
Ardından yarı ağaç yarı dal, tomruk, bir kilise yaptı kendine. Bir yandan da, “Rezil etti güzelim romanı,” diyorum. Ben olsam böyle mi yazardım, halleri.
Kararları yazdığı defterde her gün yeni bir madde…
“Hasat edilen buğdayın en fazla ¼’ü tüketilecek. Gerisi depoda muhafaza edilecek,” gibi şeyler.
İki kap fazla buğday tükettiğinde de cezalar, günaha girdim’ler.
Böyle dallanan budaklanan bir durumun içine -romanın yarısına doğru- Cuma denen garibim düşüyor. Herifi -Robinson’dan söz ediyorum- tanıdım artık. Acıyorum garip Cuma’ya. Ama ne yapabilirim okumaktan başka.
Burada Cuma’nın asıl işlevi, Robinson’un misyonerliğinin tatmini, yani cahil vahşi’yi doğruya, dine ve uygarlığa döndürme misyonunun uygulama alanı.
Sosyal politik bir hiciv romanın her satırına jilet olmuş döşenmiş. Anlatmayayım daha fazla. Okusun isterseniz merek eden.
-
Bu yeni Robinson ve Cuma'nın yeni kurgusunu bir de Yuval'den okumak gerek.
Tarım toplumuna geçiş ile "insan"ın yaptığı "büyük hata" ve sonrasında yıkılan domino taşları misali geldiğimiz yer.
Bazen denk gelirse paralel okumalardan çok zevk alıyor, çok daha kolay öğreniyorum.
-
Bu yeni Robinson ve Cuma'nın yeni kurgusunu bir de Yuval'den okumak gerek.
Tarım toplumuna geçiş ile "insan"ın yaptığı "büyük hata" ve sonrasında yıkılan domino taşları misali geldiğimiz yer.
Bu yaklaşım Sapiens'te mi var?
Hariri'nin son dönemde en önemli bilim insanlarından birisi olduğu bir gerçek.
TED konuşması izlemeye değer.
https://www.ted.com/talks/yuval_noah_harari_what_explains_the_rise_of_humans
-
Issız Adanızı Nasıl İstersiniz? Forumda farklı başlıklar altında bu konuya cevaplar okuyoruz. Çetin Kent Kaptanın Samos Adası’nın Kılıç Ali Paşa’ya ait olduğunu yazması hepimize bir rüya gibi gelmiştir. Ege’de bir adanın sahibi olmak... Maddi getirisinden çok böyle bir güzelliğe sahip olmanın hazzını hayal bile edemiyorum.
Adanın sahibi olmasalar da Mücahit’in hikâyesini anlattığı Bandırma Fener Adası’nda yaşamış olan Pehlivan Ailesi, bizim beklediğimiz romantik ada hikâyeleri mi anlatıyorlar sizce? Yıllar önce bu konuyu konuşmuştuk. Elbette hayatları hiç kolay olmamış. Tercih şansları olsa belki başka bir yaşam isterlerdi.
Issız ada hayalleri daha çocuk yaşta başlar. Robinson Crusoe ve Cuma’nın ıssız ada macerasını herkes bilir. Jules Verne’nin İki Yıl Okul Tatili de ıssız bir adaya düşen bir grup çocuğu anlatır. Her iki kitapta da bir iyimserlik vardır. Okur kendisini hayatta kalmaya çalışan iyi kazazedelerin yerine koyar. William Golding’in gene ıssız bir adaya düşen bir grup çocuğun macerasını anlattığı Sineklerin Tanrısı ise insanın yaştan bağımsız olarak, eline güç geçince nasıl değişebileceğini çok güzel anlatır. Robinson’u ve İki Yıl Okul Tatilini çocuksu duygularla okurken Sineklerin Tanrısı ile büyürsünüz, bir yetişkine dönüşürsünüz. Artık sizin için “İnsanın olduğu hiçbir yer ıssız değildir."
Hala dünyada insanın ayak basmadığı ada varsa öyle kalmasını isterim. Sanırım Kılıç Ali Paşa’nın yerinde olsaydım Samos’a kendim de dahil insan ayağı basmasını yasaklardım. Ben de o ıssız adanın önünde alarga olan yelkenli teknede kalmayı tercih ederdim.
-
1994 ya da 1995. Western Desert (Büyük Sahra'nın doğusu). Issızlığın büyüsüne kapıldığım, 50 gün sonra ilk asfalt yolu gördüğümde ağladığım (Çölden ayrıldığım için) günler.
Issızlık, insanın sadece kendini dinleyip kendine konuştuğu şey işte..
-
1994 ya da 1995. Western Desert (Büyük Sahra'nın doğusu). Issızlığın büyüsüne kapıldığım, 50 gün sonra ilk asfalt yolu gördüğümde ağladığım (Çölden ayrıldığım için) günler.
Issızlık, insanın sadece kendini dinleyip kendine konuştuğu şey işte..
Tuareg gibi :) Çok iyiymiş. :)xx
-
Issız kelimesi Issı-sız yani Issısı olmayan demek. O zaman Issı kavramını açalım:
sıf. (Eski Türk. idi > iḏi “sâhip, efendi”den iḏisiz > *iyisiz > *іsiz > *іsüz > isüz > ıssuz > ıssız)
Görüldüğü gibi Issı'nın ilk anlamı sahipsiz, oradan hareketle kimsenin olmadığı ya da çok az kişinin bulunduğu yer anlamlarında kullanılmış. Bu başlık açıldığında "ADA"nın nevi beni düşündürdü. Kimsenin sahiplik iddiasında olmadığı yeri mi istiyoruz, yoksa kimsenin olmadığı veya çok az kişinin olduğu yer mi istiyoruz? Sahipsizliğin ya da tenhalığın bize sunduğu imkanlar farklı farklı. Adamız hangisi olsun, sahipsiz mi yoksa tenha mı? Ada kalabalık olduğu halde sahipsiz olabilir, tenha olduğu halde birisi elindeki bir kağıdı gösterip hadi yaylan buradan diyebilir.
Benim derdim, kalabalıktan ziyade her bir şeye sahip çıkanlar. Bu mülkiyetçi yaklaşımdan sebep yeryüzünde sahipsiz yer de, sahipsiz şey de gittikçe azalmakta. Yabani hayvanlar bile bu mülkiyetçi aç gözlülükten kendini kurtaramıyor. Mülkiyetsizlik değil derdim, oturmayacağı yerlere çökenler, yemeyeceği tarlaları ekenler, ekmeseler bile bir başkasının ekmesine müsaade etmeyenlere gıcığım. Yalnızlık bir başka şey, açıkçası pek de sevdiğim bir şey değil.