Heyamola Hey
Bahriye Mektebi => Kütüphane => Konuyu başlatan: Bülent Büyükdağ - 30 Ağustos 2018, 11:07:53
-
Geçen yıl fuardan almıştım. Elimde sürünüp duruyordu. Bu sabah erken uyanıp, okudum, bitirdim.
Naviga yayınlarından çıkan gezi-anı kitaplarına allerjim vardır. Bastığı kitapların kötülüğünden, iş görmezliğinden değil. Ama bir tane redaktör, bir editör kullanmaz mısın be adam! O nasıl bir Türkçe, o nasıl imla, o nasıl az sözcükle bir dünya anlatım. Bu kitapların yazarları usta yazar değiller ve böyle bir iddiaları da yok. Bildiklerini, gördüklerini, yaşadıklarını anlatmaya çalışıyorlar. Koca yayınevisin, bir şair, bir yazarla destek olsana şu yazıcılara.
Sabah serinliğinde bitirdiğim kitap, aynı yayınevinden çıkmasına karşın böyle değildi. Bir tane "ki" fazlaydı, o kadar.
Kitap, bir gezi yazısının nasıl olması gerektiği hakkında bize fikir veriyor.
Kazancakis'in izini, Pire, Atina, Aegina ve Girit'te sürerken, bütün bir Akdeniz yaşamını tarihi, edebi eserleri, destanlarına atıf yaparak anlatıyor. Niyeyse, kitabı okurken, Cem abinin ve son günlerde benim sık sık atıf yaptığım Akdeniz Dünyası kitabı aklıma geldi. Orada da Tarihçi, Akdeniz'i ta Kafkaslar'dan alıp Sahra Çölü'ne, Ortadoğu'ya kadar geniş bir Coğrafya üzerinden, dağlar, ovalar, kentlerle birlikte bir bütün olarak ortaya serer. Kuşkusuz Çetin Kent, bu kadar iddialı değil. Ama anlatımında, Heredot'tan Perslere, Anadolu'dan Mısır'a, Araplardan Homeros'a kadar bir büyük kültürel bütünün izlerini bu küçük hacimli kitabın içinde yer bulabildiğince geniş anlatıyor. Eğer doğru anladıysam, her bir parçayı bir büyük kültürün eş değer ögesi olarak görüyor.
Eleştirebileceğim tek konu, Balıkçı'dan Azra Erhat'a kadar çok kişiye atıf yapan ve Akdeniz'i tam bir bütün olarak gören dostumuzun, Panait Istrati'ye ufacık da olsa bir yer vermemiş olması. Oysa, Balkanların büyük yazarı, Karpat'lardan Istanbul'a, Atina'dan Kahire'ye kadar geniş yayda, deniz, kara, ova, çöl her ne varsa hepsinden söz eder. Buraların insanlarının hiç birini yüceltmeden ve hiç birini yerin dibine sokmadan anlatır. Çetin Kent'in de benzer bir bakışı olduğu yaptığı tespitler, verdiği örneklerden anlaşılıyor.
İlginç bir tespiti ve temel bir sorusu da var kitabın; Bu kadar müze gezdim, bu kadar yer gördüm, şu deniz-balıkçılık ile ilgili pek az şeye rastladım diyor. Benim pek dikkatimi çekmeyen bir şeye de vurgu yapıyor. Odysseus ve İlyada destanında sahiden balık yedik, şöyle pişirdik demez. Öte yandan, kuzu eti, yağlarını bedenlerine sürdükleri, etin en yağlı yerinin en ağır konuğa verildiği uzun uzun söz edilir, şenlik havasında anlatılır. Biz hep Ege'in öte yanının deniz yaşamında bizden önde olduğunu söyleriz doğru olarak. Eğer böyleyse, neden kültürün en önemli göstereni olan edebi metinlerde, destanlarda buralara pek girilmemiş? Deniz, gündelik hayatın sıradan bir parçası olduğundan mı acaba? Çok emin değilim. Üzerine düşünmek lazım.
Ama asıl şunu söylemek lazım, kitap "denizcilik kültürü"nün, bir büyük Kültürel birikimin bir parçası olduğunu, öyle adabı muaşeret kuralıyla, valla tekne ahşaptı, yekeydi, pahalıydı ucuzduyla pek de doğrudan bağı olmadığını söylüyor.
Kitap, bize bir şey söyleme hakkını daha veriyor:
Madem bu kadar biliyon, ya kitap olarak yazmaya devam et, ya burada yaz.
Keyifle okudum, okumayanlara şiddetle salık veririm.
Bir Ege Macerası, Kazancakis'in izinde. Çetin Kent, Naviga Yayınları.
-
Mitolojiyi ve tarihi sevdiğim için şimdiye kadar okuduklarımdan yola çıkarak görüşüm; Homeros’un eserleri, tanrılar, krallar, soylular ve askerlerin olduğu karakterleri içeren destanlar oldukları için bu arkadaşlar balık tutmaya da pişirmeye de tenezzül etmemişlerdir. “Sen ağa, ben ağa, bu balığı kim tuta?” modunda bugün hangi kahramanlığı yapsak dışında dertleri yoktur. :)
Eski Yunanda balıkçıların da içinde olduğu üretici emekçi sınıf, mülk sahibi soylular ve çoğu bu soylu gruba mensup olan askerlere göre daha geri plandaymış. soyluların tanrıları bile emekçi ve zanaatkar tanrılardan daha değerli... Zeus’un oğlu olmasına rağmen Demirci tanrı Hephaistos bile iki ayağı da topal, zayıf bir karakter olarak hep diğer Olimpos tanrılarının gölgesinde kalmış.
Tarihçi Herodot, balık ve balıkçılardan idare eder seviyede bahsetse de, Akdeniz’in bizim tarafı denizcilikte de balıkta da daha erken uyanmış. Yunanda koyun ve domuz bol ve yetiştirmesi kolay olduğu için daha makbul yiyecekler. Balıkçılık, hem çok emek isteyen hem de daha riskli bir meslek olduğu için hakkettiği değere geç ulaşmış olabilir.
Naviga yayınlarının kitaplarını çok beğeniyorum. Ama redaksiyon problemi benim de hep dikkatimi çekiyor. Bazı kitaplarda sayfa düzeni bile hatalı oluyor. Yaptıkları işlere çok saygı duyduğum için bazı kusurlara da göz yummak gerek diyorum. :)
-
Onlar yaptıkları ise biraz daha saygı duysunlar, diyorum ben de.
-
Bu antik yunan konusunda bazı şeylerin üzerinde bir sessizlik var gibi geliyor bana. Mesela Homeros İlyadasını Mısırda yazmış. Atinanın hakim olduğu topraklarda değil. Bir diğeri, Sokrates Anadolu üzerinden Mısıra gitmiş ve dönüşte fikirlerinde ciddi değişiklik olmuş. Sokratın savunmasını üniversite yıllarında okumuş ve şaşırmıştım doğrusu. Benim okuduğum Remzi yayın evinden çıkmaydı.
Ayrıca bilim tarihinde bütün önemli buluşlar Antik Yunan’a ilişkilendirilir. Bir çok farklı adadan dünyayı değiştirecek bilimsel görüşler icatlar çıkmış. Düşünsenize bütün geometri kaynağı orası gibi. Gidip görmüşlüğümüz yok. Elbette Araplardan öğrenilen dille okunan eserlerde öyle görünüyor ama insan şunu da kendisine sormadan edemiyor. Bu adamlara bu hedeflerin peşinden gitmeye ve çözmeye ne ilham oldu? İbni Haldun’dan beri bilinir. Medeniyetler şehirlerde kurulur. Şehire bir sürü gelen giden var. Etkileşim fazla. Kütüphaneler falan. Adalarda bunlar yok. Nüfus kalabalık değil. Gelen giden kısıtlı. Ulaşım denizcilik teknolojisi ve mevsim şartlarına göre son derece problemli ama bakıyorsun bilim oralarda neşet etmiş. Ben de egeliyim , egenin yazlarını da kışlarını da iyi bilirim. Bugün bile kuzey ülkelerine göre Akdeniz geride kalmasına iklimi sebep gösterenler var.
Bu Antik Yunan ile Mısır arasındaki ilişkiye daha dikkat etmek lazım gibi. Yunan günümüzün ilçeye benzer şehirlere sahipken, adalardan bahsediyorum, Mısır binlerce yıllık devasa şehirlere ve kütüphanelere sahipti. Yarın bir gün, günümüzde Antik Yunanlı bilim adamları saydığımız kişilerin, o bilgileri Antik Mısır’da öğrenip Yunanca ilk kaleme alan kişiler diye duyarsak şaşıracağımı sanman . Hatta “yemin ederim ben zaten tahmin etmiştim ahan da burada yazılı” diyebilirim 
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Eleştirebileceğim tek konu, Balıkçı'dan Azra Erhat'a kadar çok kişiye atıf yapan ve Akdeniz'i tam bir bütün olarak gören dostumuzun, Panait Istrati'ye ufacık da olsa bir yer vermemiş olması. Oysa, Balkanların büyük yazarı, Karpat'lardan Istanbul'a, Atina'dan Kahire'ye kadar geniş yayda, deniz, kara, ova, çöl her ne varsa hepsinden söz eder. Buraların insanlarının hiç birini yüceltmeden ve hiç birini yerin dibine sokmadan anlatır.
İlginç bir tespiti ve temel bir sorusu da var kitabın; Bu kadar müze gezdim, bu kadar yer gördüm, şu deniz-balıkçılık ile ilgili pek az şeye rastladım diyor. Benim pek dikkatimi çekmeyen bir şeye de vurgu yapıyor. Odysseus ve İlyada destanında sahiden balık yedik, şöyle pişirdik demez. Öte yandan, kuzu eti, yağlarını bedenlerine sürdükleri, etin en yağlı yerinin en ağır konuğa verildiği uzun uzun söz edilir, şenlik havasında anlatılır. Biz hep Ege'in öte yanının deniz yaşamında bizden önde olduğunu söyleriz doğru olarak. Eğer böyleyse, neden kültürün en önemli göstereni olan edebi metinlerde, destanlarda buralara pek girilmemiş? Deniz, gündelik hayatın sıradan bir parçası olduğundan mı acaba? Çok emin değilim. Üzerine düşünmek lazım.
Öncelikle kitabı haber verdiğin için teşekkür ederim Bülent. Alınıp okumacaklar listesine eklendi bile.
Benim Dünyamın sınırları doğu Karadenizden kuzey Afrikaya, Suriye, Lübnan, Filistin Akdenizin doğu yakasından Cebelitarık'a kadardır. Bu coğrafyanın içine Balkanlar da girer, Berberistan da girer, Avrupa'nın Akdeniz'e kıyısı olan bütün coğrafyayı da içerir.
Çok kere yazdım Akdeniz çanağına Yunan dilinde Messogios" Orta Dünya/ Merkez Dünya deniyor.
Georgios Dallaras'ın Dulce Pontes ile birlikte yaptığı aynı isimli albüm içeriği yönünden çok anlamlıdır.
Panait İstrati ise benim ilk kopillik ve gençlik yıllarımda kana kana içtiğim, belki de şimdiki beni yoğuran kaba saba ama ruhen yumuşacık ellerden biridir.
Yine pek çok defa ve pek çok vesile ile askeri denizciliğin tarihin konularından biri olmasına rağmen "sivil denizciliğin" hemen hiç yeterince kayıt altına alınıp saklanmadığı yönündeki şikayetimdir.
Ancak bu ne yazık ki Müslüman coğrafyasında böyle. Levant, Berberistan, Anadolu... Yakından bildiğim Fransızların sadece Brötanya ve Normandiya sivil denizciliği ile ilgili AR VAG adı altında kaya gibi cilt cilt kaynak kitapları var.
Akdeniz çanağında Katalanların da çabaları yabana atılmayacak kadar değerli.
Son yıllarda Hırvatlar da Vis Adası- Komiza - Spilt - Eski raguza (Yeni Dubrovnik) tabanlı çok ciddi girişimleri var.
Komşu, elinden geldiğince seminerler, sergiler ve tıpkı yapımlar ile Samos ve Spetses geleneksel Regattaları ile boynunu uzatıyor.
Nordikler ise sessiz sedasız Hem Norveç hem de İsveç'te sivil denizciliği ellerinden geldiğince yaşatıp aktarmaya çabalıyorlar.
-
Şaşırmayacağınızı, hatta bildiğinizi, ama bir soru işareti koyduğunuzu düşünüyorum Nuri Reis. Greklerin Mısır’ı farketmesi hiç şüphesiz Girit-İonya-Fenike üçgeni içindeki ticaret ilişkilerinin getirdiği bir kültürel etkileşim neticesinde olmuştur. Daha sonrasında Grek düşünürlerin Mısır’a ilgi duymalarının bir katalizörü de mutlaka İskender’in Mısır’ı fethi ve İskender sonrası Ptolemaic Krallık dönemi olmuştur.
Greklerin bu kültürün ve önemlisi teolojinin ve yaradılış felsefesinin Batı’ya aktarılmasında önemli bir rol üstlenmiş oldukları yadsınamaz ise de, maalesef işin içinden çıkılmaz hale getirdiler.
Batı Anadolu, Mısır’ın çağdaşı olan Hitit’teki çok benzer teolojiyi en parlak şekilde yaşarken, Dor istilasından sonra buraları kolonileştiren Grek dünyası yine herşeyi Hellen’leştirerek aldı ve Batı’ya öyle taşıdı. Tek örnek vereyim: yaradılışın dişil (magnetic) unsuru olan Isis’i ya da Anadolu’lu Kybele’yi allı pullu dolgun bir kadın olarak Artemis diye pazarladılar.
Fazla uzattım, ama şunu da ekleyelim. Roma dönemi Mısır ve özellikle İskenderiye, musevi düşünürlerin etkisi ile bu kültürel ve teolojik taşınmanın üzerine tuz biber oldu. Çok yoğun Kabbalah etkisi ile özünden gittikçe uzaklaşan ve siyasal Hıristiyanlık ile de kafa kafaya gelen muazzam bir çatışma Güney Avrupa’da patladı.
İşin ilginç tarafı, Batı Anadolu özü korumayı başardı. Bir şekilde? Hem de yüzyıllarca. Merak edenlere, Menteşe Beyliğini incelemelerini öneririm.
Uzattım, kusura bakmayın.
-
Şaşırmayacağınızı, hatta bildiğinizi, ama bir soru işareti koyduğunuzu düşünüyorum Nuri Reis. Greklerin Mısır’ı farketmesi hiç şüphesiz Girit-İonya-Fenike üçgeni içindeki ticaret ilişkilerinin getirdiği bir kültürel etkileşim neticesinde olmuştur. Daha sonrasında Grek düşünürlerin Mısır’a ilgi duymalarının bir katalizörü de mutlaka İskender’in Mısır’ı fethi ve İskender sonrası Ptolemaic Krallık dönemi olmuştur.
Greklerin bu kültürün ve önemlisi teolojinin ve yaradılış felsefesinin Batı’ya aktarılmasında önemli bir rol üstlenmiş oldukları yadsınamaz ise de, maalesef işin içinden çıkılmaz hale getirdiler.
Batı Anadolu, Mısır’ın çağdaşı olan Hitit’teki çok benzer teolojiyi en parlak şekilde yaşarken, Dor istilasından sonra buraları kolonileştiren Grek dünyası yine herşeyi Hellen’leştirerek aldı ve Batı’ya öyle taşıdı. Tek örnek vereyim: yaradılışın dişil (magnetic) unsuru olan Isis’i ya da Anadolu’lu Kybele’yi allı pullu dolgun bir kadın olarak Artemis diye pazarladılar.
Fazla uzattım, ama şunu da ekleyelim. Roma dönemi Mısır ve özellikle İskenderiye, musevi düşünürlerin etkisi ile bu kültürel ve teolojik taşınmanın üzerine tuz biber oldu. Çok yoğun Kabbalah etkisi ile özünden gittikçe uzaklaşan ve siyasal Hıristiyanlık ile de kafa kafaya gelen muazzam bir çatışma Güney Avrupa’da patladı.
İşin ilginç tarafı, Batı Anadolu özü korumayı başardı. Bir şekilde? Hem de yüzyıllarca. Merak edenlere, Menteşe Beyliğini incelemelerini öneririm.
Uzattım, kusura bakmayın.
:)xx :)xx :)xx
-
Kısa kesmişsin bence. Şu beyliği de nereden okumami önerirsin?
-
Murat reis çok teşekkürler. Bülentin sorusu benim için de geçerli. Merak ettim doğrusu.
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
-
Birkaç ipucundan yola çıkıp, kendi kendime merak yapmayı sevdiğim için böyle yazdım, kusura bakmayın. Menteşoğulları ya da Menteşe Beyliği bektaşiliği ciddi şekilde pratik eden bir gruptu. Osmanlı’nın 1425’lere kadar burayı istila etmesine kadar bu fiilen sürdü. Anadolu esoterisminin, özellikle Batı Anadolu Dyonisiac eğilimleri ile harmanlanmış biricik örneklerinden birisidir.
Geçenlerde de yazılmıştı burada; krallar, devletler gelip geçti bu topraklardan. Pers, Makedon, Roma, Selçuk, Moğol, Osmanlı... göçler oldu, Troylar, Ionlar, Frigler, Dorlar, Türkler vs. Kalan âdetler oldu. Günümüzde bile içten içe devam ediyor.
-
Menteseogullari için kaynak sormuştum Muratcim.
-
https://www.nadirkitap.com/mentese-beyligi-paul-wittek-kitap9543006.html
https://www.nadirkitap.com/mentese-beyligi-paul-wittek-kitap1123473.html
https://www.nadirkitap.com/mentese-mugla-sancagi-nda-saglik-teskilati-1840-1923-arzu-baykara-taskaya-kitap8026460.html
https://www.nadirkitap.com/mentese-mugla-sancagi-nda-saglik-teskilati-1840-1923-arzu-baykara-taskaya-kitap8026460.html
https://www.nadirkitap.com/mentese-beyligi-nde-turkiye-cumhuriyeti-ne-belgelerle-fethiye-cd-ahmet-yigit-omer-karayumak-kitap7984199.html
https://www.nadirkitap.com/mentese-sancagi-1830-nufus-ve-toplum-yapisi-mubahat-s-kutukoglu-kitap7988359.html
-
Eyvallah. Gerçi 1980 sonrası TTK kitaplarına çok güvenmem ama,alıp okuyacağız.
-
Bu antik yunan konusunda bazı şeylerin üzerinde bir sessizlik var gibi geliyor bana. Mesela Homeros İlyadasını Mısırda yazmış. Atinanın hakim olduğu topraklarda değil. Bir diğeri, Sokrates Anadolu üzerinden Mısıra gitmiş ve dönüşte fikirlerinde ciddi değişiklik olmuş. Sokratın savunmasını üniversite yıllarında okumuş ve şaşırmıştım doğrusu. Benim okuduğum Remzi yayın evinden çıkmaydı.
Ayrıca bilim tarihinde bütün önemli buluşlar Antik Yunan’a ilişkilendirilir. Bir çok farklı adadan dünyayı değiştirecek bilimsel görüşler icatlar çıkmış. Düşünsenize bütün geometri kaynağı orası gibi. Gidip görmüşlüğümüz yok. Elbette Araplardan öğrenilen dille okunan eserlerde öyle görünüyor ama insan şunu da kendisine sormadan edemiyor. Bu adamlara bu hedeflerin peşinden gitmeye ve çözmeye ne ilham oldu? İbni Haldun’dan beri bilinir. Medeniyetler şehirlerde kurulur. Şehire bir sürü gelen giden var. Etkileşim fazla. Kütüphaneler falan. Adalarda bunlar yok. Nüfus kalabalık değil. Gelen giden kısıtlı. Ulaşım denizcilik teknolojisi ve mevsim şartlarına göre son derece problemli ama bakıyorsun bilim oralarda neşet etmiş. Ben de egeliyim , egenin yazlarını da kışlarını da iyi bilirim. Bugün bile kuzey ülkelerine göre Akdeniz geride kalmasına iklimi sebep gösterenler var.
Bu Antik Yunan ile Mısır arasındaki ilişkiye daha dikkat etmek lazım gibi. Yunan günümüzün ilçeye benzer şehirlere sahipken, adalardan bahsediyorum, Mısır binlerce yıllık devasa şehirlere ve kütüphanelere sahipti. Yarın bir gün, günümüzde Antik Yunanlı bilim adamları saydığımız kişilerin, o bilgileri Antik Mısır’da öğrenip Yunanca ilk kaleme alan kişiler diye duyarsak şaşıracağımı sanman . Hatta “yemin ederim ben zaten tahmin etmiştim ahan da burada yazılı” diyebilirim 
Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
"Uygarlığın"(*) yol aldığı yerde, yani Akdeniz havzasında etkileşim yerine, süreklilikten söz etmek bana daha doğru geliyor Nuri Reis.
Pers'siz bir Akdeniz, Arapsız bir Akdeniz, İngilizsiz bir Akdeniz yok. Hal böyle olunca, işte Homeros Destanları Dede Korkut Masallarında nükseder yerel kültürle karışarak, Heredot Antik Yunana, Aristoteles İbn Rüşd'e, İbn Rüşd Kant'a sirayet eder gider.
O nedenle, kültürler arasında bir karşıtlık veya biz-öteki işi, olsa olsa insanlığa zarar verir. Şu ki, bu zarar, ne edersek edelim, Tarih açıısından da bir anlam ifade etmez, bana kalırsa. Çünkü o bilgi birikimi, Mesela A dini B dinini veya tam tersi ne kadar burunlarsa burunlasın, işte Tarih'e kalıyor. Bir kuşak, iki kuşak kavga ediyor, sonra bir bakıyorsunuz, Baba İshak Balkan'da Kathar Şovalyeleri Batı Avrupa'da farklı dinlerde aynı şeyleri söyler olmuşlar.
İnsanları sevmek zorunda mıyız, o konuda kafam karışık ama, şu İnsanlık denen büyük olguya, bu devamlılığı nedeniyle hayranlık duymamak onu sevmemek elde değil.
Geçenlerde Kozmonotların tarihini anlatan bir BBC belgeseli seyrettim. Uzayda 6 ay kalmış bir Sovyet kozmonot, "Bazen, şu hırçın politikacıları dinleyince, onları uzaya bir haftalığa göndermemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ben, gitmeden önce, ülkemi severdim, şehrimi severdim, evimi severdim. Sovyet benim yurdum, Şehrim yaşadığım yer, evim benim yuvam derdim. Ama dünyaya uzaydan bakınca, yuvamızın dünya olduğunu anladım" dediydi. Kendi anlatımı daha zarif tabii.
Dünya ne iyi ki düz değil, yuvarlak. Bu nedenle her bir insan, uğraşsa da bir diğerinden kaçamıyor. Çünkü ters yöne doğru attığı her adımda, diğer yönden ona yaklaşıyor. Bu zorunluluk bile iyi ve bir arada yaşamaya çabalamak, sürekli birbirimizden bir şeyler öğrenmek için yeterli bir neden.
Neyse, sabah sabah. Çetin Kent bizi nerelere getirdi.
(*) Bu Uygarlık tanımıyla, insanlığın önemli bir kısmını bir anda dışarıda bıraktığımın farkındayım. Genel geçer doğrularla, yani Akdeniz'i merkeze alan yaklaşımla yazdım. Üstüme gelme Tiryaki.
-
Bunlar da açık paylaşımlar ;
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/200453 (http://dergipark.gov.tr/download/article-file/200453)
http://www.academia.edu/5571111/Mente%C5%9Feo%C4%9Fullar%C4%B1_Beyli%C4%9Fi_ve_Eserleri (http://www.academia.edu/5571111/Mente%C5%9Feo%C4%9Fullar%C4%B1_Beyli%C4%9Fi_ve_Eserleri)
-
Geçen yıl fuardan almıştım. Elimde sürünüp duruyordu. Bu sabah erken uyanıp, okudum, bitirdim.
Naviga yayınlarından çıkan gezi-anı kitaplarına allerjim vardır. Bastığı kitapların kötülüğünden, iş görmezliğinden değil. Ama bir tane redaktör, bir editör kullanmaz mısın be adam! O nasıl bir Türkçe, o nasıl imla, o nasıl az sözcükle bir dünya anlatım. Bu kitapların yazarları usta yazar değiller ve böyle bir iddiaları da yok. Bildiklerini, gördüklerini, yaşadıklarını anlatmaya çalışıyorlar. Koca yayınevisin, bir şair, bir yazarla destek olsana şu yazıcılara.
Sabah serinliğinde bitirdiğim kitap, aynı yayınevinden çıkmasına karşın böyle değildi. Bir tane "ki" fazlaydı, o kadar.
Kitap, bir gezi yazısının nasıl olması gerektiği hakkında bize fikir veriyor.
Kazancakis'in izini, Pire, Atina, Aegina ve Girit'te sürerken, bütün bir Akdeniz yaşamını tarihi, edebi eserleri, destanlarına atıf yaparak anlatıyor. Niyeyse, kitabı okurken, Cem abinin ve son günlerde benim sık sık atıf yaptığım Akdeniz Dünyası kitabı aklıma geldi. Orada da Tarihçi, Akdeniz'i ta Kafkaslar'dan alıp Sahra Çölü'ne, Ortadoğu'ya kadar geniş bir Coğrafya üzerinden, dağlar, ovalar, kentlerle birlikte bir bütün olarak ortaya serer. Kuşkusuz Çetin Kent, bu kadar iddialı değil. Ama anlatımında, Heredot'tan Perslere, Anadolu'dan Mısır'a, Araplardan Homeros'a kadar bir büyük kültürel bütünün izlerini bu küçük hacimli kitabın içinde yer bulabildiğince geniş anlatıyor. Eğer doğru anladıysam, her bir parçayı bir büyük kültürün eş değer ögesi olarak görüyor.
Eleştirebileceğim tek konu, Balıkçı'dan Azra Erhat'a kadar çok kişiye atıf yapan ve Akdeniz'i tam bir bütün olarak gören dostumuzun, Panait Istrati'ye ufacık da olsa bir yer vermemiş olması. Oysa, Balkanların büyük yazarı, Karpat'lardan Istanbul'a, Atina'dan Kahire'ye kadar geniş yayda, deniz, kara, ova, çöl her ne varsa hepsinden söz eder. Buraların insanlarının hiç birini yüceltmeden ve hiç birini yerin dibine sokmadan anlatır. Çetin Kent'in de benzer bir bakışı olduğu yaptığı tespitler, verdiği örneklerden anlaşılıyor.
İlginç bir tespiti ve temel bir sorusu da var kitabın; Bu kadar müze gezdim, bu kadar yer gördüm, şu deniz-balıkçılık ile ilgili pek az şeye rastladım diyor. Benim pek dikkatimi çekmeyen bir şeye de vurgu yapıyor. Odysseus ve İlyada destanında sahiden balık yedik, şöyle pişirdik demez. Öte yandan, kuzu eti, yağlarını bedenlerine sürdükleri, etin en yağlı yerinin en ağır konuğa verildiği uzun uzun söz edilir, şenlik havasında anlatılır. Biz hep Ege'in öte yanının deniz yaşamında bizden önde olduğunu söyleriz doğru olarak. Eğer böyleyse, neden kültürün en önemli göstereni olan edebi metinlerde, destanlarda buralara pek girilmemiş? Deniz, gündelik hayatın sıradan bir parçası olduğundan mı acaba? Çok emin değilim. Üzerine düşünmek lazım.
Ama asıl şunu söylemek lazım, kitap "denizcilik kültürü"nün, bir büyük Kültürel birikimin bir parçası olduğunu, öyle adabı muaşeret kuralıyla, valla tekne ahşaptı, yekeydi, pahalıydı ucuzduyla pek de doğrudan bağı olmadığını söylüyor.
Kitap, bize bir şey söyleme hakkını daha veriyor:
Madem bu kadar biliyon, ya kitap olarak yazmaya devam et, ya burada yaz.
Keyifle okudum, okumayanlara şiddetle salık veririm.
Bir Ege Macerası, Kazancakis'in izinde. Çetin Kent, Naviga Yayınları.
Bülent hocam teşekkür için çok geç kalmışım. Çok uzun süredir girmiyordum foruma, yeni gördüm, affedin. Gözlerinize sağlık, ayırdığınız zaman için teşekkürler.
-
Muhabbete gelin, görmezden geleyim geç kalmış sohbetinizi. 22 Aralık akşamı.
-
Vay arkadaş, böyle asil şantaj ve tehdit olamaz :)
-
Evet .. Süper olur 22 sinde bekleriz..
-
Ta Adana'dan kalkıp geliyorum; ona göre.
-
Son iletiden sonra neredeyse 4 sene geçmiş :)
Bir Ege Macerası'yla ilgili güzel bir gelişme oldu, haber vermek istedim. Bir kaç gün içinde kitap 2. baskısını yapacak.
Yeni baskı için kısa bir önsöz yazdım. Becerebilirsem ve de yayınevi de kabul ederse, önsöz altına bir karekod iliştireceğim ve okuyucu telefonundan kare kodu okutup içinde fotoğraf, video, ses kaydı ve duyuruların olduğu Facebook sayfasına gidecek. Önsözün ham halini aşağıya ekledim. Karekod da dahil :)
Selamlar sevgiler
2. Baskıya Önsöz
İkinci kitabım olan Bir Ege Macerası’nın bende yeri ayrıdır. Önceki ve sonraki kitaplarımda tekne, yelken, seyir notları gibi konular ana omurgayı oluştururken, Bir Ege Macerası’nda bir büyük yazarın peşinde oradan oraya savruluruz.
Bu koşuşturma içinde tarihler, mekanlar sürekli değişir, yeni ara sokaklara çıkarız, kaybolacak gibi olup gene ana caddeye döneriz. Şu ara sokaklara kaçıverme, oradan dallanıp, dağılıp, yeni yeni sokaklara geçiverme konusu müzmin hastalığım zaten. Ama ne keyifli bir hastalık! Mitoloji sokağına girersin, oradan bir şarkının peşine takılırsın, bir yan sokağa taşır seni, bir bakmışsın İkinci Dünya savaşının göbeğindesin! Daha bir kaç dakika önce Kandiye kuşatmasından gelmiştin de şimdi ne ara Antik Yunan sokağında kayboldun?
Kitap boyu süren “teknesiz” yolculuk hali ve buna bağlı maceralar, Bir Ege Macerası’nı diğer kitaplarda olan “amatör denizci dostlarla sohbet” havasından çıkardı, daha farklı bir okuyucuyla tanıştırdı. Patmos’ta yaşlı bir Yunanlıyla Kurtuluş vapurunu konuştuk. Kahvelerimizi yudumlarken, masada oturanlar bizi dinlerken, bir noktadan sonra “gerisini o anlatsın, daha detaylı biliyor” dedi ve keyifle anlattıklarımı dinledi, aralara kendi anılarını da sıkıştırarak. Hepimiz için eşi bulunmaz bir kaç saatti.
Bir Ege Macerası’nı okuyarak Kazancakis’in evine kadar giden ve orada kitapla fotoğraf çektiren dostlar oldu. Daha büyük keyif olabilir mi?
Girit’ten büyük acılarla ve zorluklarla kaçan bir ailenin torunu o günleri anlatan bir mektup gönderdi mesela. Bir Ege Macerası’nı okuduktan sonra, bir merhaba demek ve o göç hikayesini anlatmak için kaleme almış.
Bir Ege Macerası okyanus da geçti, iyi mi? Sevgili Ekrem İnözü Ağabeyim, teknesi Anouk’la Atlantiği geçerken kitabı okumuş. Ömür boyu gidemeyeceğim yola gitti geldi Bir Ege Macerası. Kıskanmadım desem yalan olur.
Bir unutulmaz anım da Sadun Boro’yla olan bir sohbetten. Bir Ege Macerası henüz kitap haline gelmemiş, Naviga’da tefrika halinde yayınlanmış, bitmiş. O sıralarda başka bir yazı dizisine başlamışım, Sadun Ağabey de merakla yeni diziyi takip ediyor, önerilerde bulunuyor. Benim ara sokaklarda kaybolma huyumu, yan konulara kapılıp gittiğimi bildiğinden, yeni dizi için şöyle dedi: “...şeye benzetme ha! Neydi o adam? Yunanlı olan? Ha? Hah! Kazancakis mi? Her neyse işte, uzatma o kadar!!!! Kısa tut!” Kitap haline geldiğini göremeden ayrıldı gitti aramızdan. Denizlerde uyuyasın, tuzlu suyun bol olsun koca ustam.
Bir Ege Macerası, yukarıda anlattığım ve daha anlatamadığım benzeri bir çok anıdan dolayı da, gönlümde özel bir yere sahip.
Tanıdık, bildik denizci camiamız dışından gelen yeni okuyucuların ilk tepkilerini tahmin edebiliyorum. Anlatım, ilk bakışta, sanki, nasıl derler, fazla “samimi” geldi onlara. Yapmaya çalıştığım hiç bir zaman süslü, ağdalı veya “edebi” cümleler kurmak olmadı. Zaten ne öyle bir edebi yeteneğim, eğitimim, ne de şu saatten sonra öyle bir kaygım var. Kitapta anlatılanları yaşarken yanımda siz olun istiyorum. Bir kalenin surlarına çıkarken nefes nefese kurduğumuz konuşma cümleleri aynı biçimde “nefes nefese” yansısın sayfaya. Normal konuşma anında nasıl araya kötü espriler sıkıştırdıysak okurken de o doğal “salaklığım” yansısın satırlara. Uykulu halimin sayıklamaları, “bir kitapta da bu kelime olmaz ki vre! dediğiniz o kelimeler, hepsi olsun işte. “Siz okurken, okuduğunuzu değil de, söylediklerimi dinliyormuş gibi hissedin” Konuşur gibi, sıkmadan, çarçabuk tüketilecek şekilde, bir kaç saatlik kaçamak, bir kaç saatlik bir gezi gibi olsun. Daldan dala, sıkıcı olmaya fırsat vermeden, sürekli bir devinimle, okunsun, tüketilsin, bitsin gitsin. Nefes alıp başladınız, kitap bittiğinde aynı nefesi verdiniz gibi.
Madem okuyucu “dinliyor” gibi tüketecek bu geziyi, o zaman fotoğraflarla da desteklemeliyiz ki, aramızdaki iletişimi bir adım öteye götürebilelim. İşte burada basılı kitap formatı biraz yetersiz, zira tüm fotoğrafları kitaba koymamız mümkün değil. Hatta daha ileri gidelim, kitapla ilgili röportajlar, tanıtım ya da eleştiri yazıları, sesler, görüntüler, duyurular her şey bir arada olsa. Kitabı okuduktan sonra da oluşan gelişmelerden haberdar olsanız mesela. Bir yandan kitabı okurken, Sakız’dan gelen feribotun Pire limanına demirlemiş fotoğrafını da görseniz güzel olmaz mıydı, ya da Knossos sarayından bir köşeyi, Kandiye limanındaki Venedik kalesini filan, hı? Bu önsözün sonundaki QR kodu telefonunuza okutursanız geziye ve kitaba ait görsellerin olduğu sayfaya gideceksiniz. Bir elinizde kahve, bir elinizde kitap, gözünüz ara ara ekranda. Bir otobüs yolculuğunda ya da bir kumsalda güneşlenirken, belki de soğuk bir kış günü evde kapalı kalmışken, yanınızda durup size geziyi anlatacağım. Misafir kabul ederseniz...
Keyifli ve coşkulu bir geziye çıktığım arkadaşımın, üzerinde bol bol düşünerek, özenle kurulmuş planlarla, devrik olmayan dört başı mamur cümlelerle konuşması, ciddiyeti, herhalde içimi sıkardı, boğulurdum. O yüzden bu Ege macerasına gülmek, eğlenmek, uzo masasında belki biraz hüzünlenmek, yeni mekanlar görmek, yeni bilgiler edinmek ve en önemlisi de macera süresince sürekli gevezelik etmek için çıkıyoruz.
Biletleri ve pasaportları hazırlayın, haydi, gidiyoruz!
Çetin Kent
(https://i.hizliresim.com/okmlvnq.jpg) (https://www.hizliresim.com/okmlvnq)