II. GÜN. ÇİFTLİK-KAŞ
Bir şiir yaşanır mı, yaşanır. İşte anlatıyorum.
Erkenden uyumak gibi bir niyetim var, çok yorgunum. Bütün planım, sabah gün ışırken yola çıkmak.
Bir kaç kadeh rakı içiyorum. İyice gevşerim, rahat uyurum diye. Ne fayda. Yatakta dönüp duruyorum. 01 sularında yatıp, 03:30 sularında uyanıyorum. Akşamdan tekneyi iyice netaladığımdan iş yok. Bir kaç fincan kahve içiyorum. Saat 04:20 sularında günün ışımasını beklemekten sıkılmış, çözüyorum palamarı. Taylan uyuyor.
Çiftlik koyunun girişindeki adanın doğu yakasını hiç bilmiyorum. Lokantaların ışıkları hiç bir feneri yanmayan alargadaki birkaç tekneye vuruyor. Gece gece başıma iş gelmesin deyip, bildiğim yönden batı tarafından çıkıyorum, yine ışıksız ve mışıl mışıl uyuyan teknelerin arasından geçerek.
Ay karanlık. Soluganlı denizle kavuşuyorum. Yüksekçe tepeler ve ada dümen suyumda kalırken, o eşsiz o büyüleyici manzara karşıma çıkıyor: Aman Allahım! Çoban Yıldızının şavkı suya düşmüş, üşüyen denizi ısıtıyor. Yolumu aydınlatıyor. Hayranlık ve büyük bir saygı ile seyrediyorum. İşte koca samanyolunun, kehkeşanın parçasıyım! İşte ona aitim. İşte tamı tamına 108 milyon kilometre öteden yolumu gösteren yıldızla, işte bir başıma, işte 10 metre kırksantim yani 34 ayak bir kayıkla, işte her şey devinip dururken, işte şu kadar metre derinlikteki sular yüzlerce çeşit canlısıyla, kocaman dalgaları ile altımda kükrerken, lan diyorum deniz, lan Allahsız kitapsız, lan imansız, evreni bilmem ama, şu dünyada her şey he rkoşulda bir tek sana yakışıyor. Bir tek sen her şeyi bu kadar güzel kılıyorsun. Yeşil sana değdi mi güzelsin, yıldız sana düştü mü güzelsin, ay şavkını verdi mi güzelsin, ova sana uzandı mı güzel, dağ sana değdi mi güzelsin, en kaba saba, saçı sakalı karışmış bahriyeli sende güzel, kadın bambaşka güzel. Bir başına kalsan, hiç takıya ihtiyacın yok. Seni hiçbir şey tamamlayamaz, hiçbir şey seni eksik bırakamaz. Sen ne büyüksün! Nasıl bir kudretle nasıl bir buyrukla çağırıyorsun? Bir şair Rüzgar için "Allah gibi görünmeden hüküm sürersin" dediydi. Sen öyle bir mekansın ki sınırsızlığınla dindarların Tanrı'ya sığınacakları en doğru yer, kudretinle tanrıtanımazların aşka gelecekleri mabedsin. Şu evrende başka hangi şey herkesi böyle karşı konulmaz bir çağrıyla içine çekebilir?
Yüksek sesle söylüyorum;
“ Yine denizlere dönmeliyim, ıssız denize, semaya,
bütün istediğim bir gemi ve yolumu gösteren bir yıldız".
Bir tebessüm yayılıyor yüzüme. Bir cigara yakıyorum.
Nemeçek dümende, cigaramı tellendiriyorum. Sancak baş omuzluğumda bir gemi var. Işıklarından yolcu gemisi olduğunu düşünüyorum.
Önümden mi geçer acaba? Kerteriz alıyorum. Bu saatte nereye gider ki, Bana yönelmesi için Marmaris'e gitmesi lazım. Ne işi var geminin Marmaris'te? Bu saate? Rodos'tan çıkmış kafasını muhtemel Meis veya Rum kesimi yönüne çevirmiştir diye düşünüyorum. Bir süre sabrediyorum. Yok annem, direk dalacak bana. Yol kesiyorum biraz. Yine bakıyorum, yok, bu da kurtarmıyor. Dayıyorum gazı. Ha şöyle. Arkamda kal biraz. Neden sonra aklıma marin trafikten kontrol etmek geliyor. Bakıyorum, evet yolcu gemisi ve işte tam bu saatte 04:50 sularında Marmaris'e gidiyor, derken, Nemeçek dümeni bırakıyor, bunu kıçtan gelen kaba denizlere veriyorum. Tekneyi topluyorum, bir süre dümen tutuyorum. Sonra yine Nemeçek.
Mide yatıştırıcımı alıyorum: Bira. Bitiremiyorum genellikle ama çok iyi geliyor mideme. Gün ışıyor artık. Önümde kalan 60-65 mili gündüz geçecek olmamın rahatlığı ile keyif yapıyorum.
Taylan uyanıyor. Denizler kabarıyor. Nemeçek sık sık dümeni bırakıyor. Hava yükseliyor. Yelkeni açıyorum. Çok kötü bir açıdan geliyor. Yelkenlerim şişiyor. Masal denize oturuyor. Motor susuyor. Taylan kahvaltı hazırlıyor. Sonra bir cigara daha. Nemeçek istifa ediyor. Ne etsem tutmuyor. Saatler geçiyor. Rüzgar yükseldikçe yükseliyor. Yediburunlara gelince iğnecikten geliyor. Her yerden sesler çıkıyor. halatlar vuruyor, bir şeyler uçuşuyor. Yelkeni artık, beceremiyorum. Topluyorum.
Dümeni bir süre Taylan’a veriyorum. Tutamıyor. Denizler iyice kabarıyor. Geçiyorum yeniden dümene. Bari bir bira getir, bir de bir şeyler çal diyorum. Birayı getiriyor, abi diyor, şahane bir türkü aklıma geldi, onu çalalım. Çal diyorum, çal keyfimiz yerine gelsin. Türkü başlıyor;
“ Hayali gönlümde yadigar kalan,
Bir yanım deryada çalkanır şimdi
Onbeş mürşid ile boğulup ölen,
Bir yanım deryada çalkanır şimdi”
Lan diyorum, manyak mısın? Canım zaten burnumda, denizler kıçımızda patlıyor, senin seçtiğin türküye bak. Kapat şunu. Abi niye ya, diyor, güzeldir. Ne varsa ağzımda döküyorum. Neşeli bir şeyler çal! Sinir olurum denizde böyle ölüm mölüm işlerine! Delimsirek ne olacak!
Sersem sepelek, omuzlarım dümen tutmaktan, yalpaya düşmekten kaskatı olmuş, 18:30 sularında bağlanıyoruz Kaş’a. Çok yorgunum, uykusuzum, bîtabım.
24’e doğru yatağa uzanıyorum. Zello’da Ahmet Reis, Mustafa abi, Öcal Reis, laflıyoruz. Tekneden şikayet ediyor, acaba satsam mı, Marmaris'te mi bıraksam, yoruldum be abi, git gel git gel, 60 mil tatil yapmadım be abi diye bir sürü şey anlatıyorum Mustafa abi'ye. Gözlerimi kapanıyor hafiften. Çoban yıldızı, şavkı, deniz... gözümün önünde. Mustafa abiye
" gözümü kapatınca yıldızı görüyorum abi, şavkını, büyülüydü" diyorum. Sen iflah olmazsın artık,diye anlatıyor. Sonra hafiften söyleniyor, uyu artık diye. Zello açık. Mustafa abi, Ahmet ve Öcal Reislerin sohbetlerini dinliyorum.
Şiir yine aklıma geliyor;
“Bütün istediğim yolculuğun sonunda, bıkıncaya kadar uyumak,
Rüya görmek ve bir gemici masalı dinlemek”
Bu üçlünün maceralarını anlattığı sohbetle, derin, tarifsiz bir uykuya dalıyorum. Bıkıncaya kadar uyuyorum.
Çok şükür! Mutluyum. Denizde bir şiiri yaşadım!
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.