Aşağı git Skip to main content

Gönderen Konu: Sanda'nın Seyir Defteri

  • *
  • İleti: 663
    • S/Y DUA-1 SEYİR DEFTERİ
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#30: 10 Aralık 2017, 19:05:03
Senden bir hafta sonrada beni uğraştırdı o arkadaşlar. Çıkış için iki gün, giriş için iki gün; değer mi? Marmara adalarını tercih etsek, dört gün daha fazla denize girerdik. Üstelik stressiz.
  • IP logged
S/Y DUA-1 Hayatta olabileceğiniz en güzel yer, bir DUA'nın içinde yer almaktır. Şems-i Tebrizi

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#31: 13 Aralık 2017, 11:59:46
30 Temmuz 2017, Pazar

      Artık ciddi ciddi gidiyoruz Yunan’a. Etap uzun; 56 deniz mili. Erkenden çıkmak lazım. Biricik mürettebatım uykudayken, 05:30’da topluyorum demiri sakin bir gece geçirdiğimiz koydan. (39.821363°, 26.075983°)  İstikamet, Yunanistan’a resmi giriş yapabileceğimiz en yakın liman olan Lemnos adası, Myrina limanı.

   Bozcaada’nın en güney ucunu sancaktan bordaladığımda, Mermer burnu’nun hemen arkasında, kıyıya çok yakın bir direk dikkatimi çekiyor. Dürbünü alıp bakıyorum; bir yelkenli bu. Batmış! Sadece direği ile cenova sarılı baş ıstıralyası su üstünde. Görünüşe göre çok olmamış batalı. Yazık olmuş! İçim acıyor…

   Bozcaada’nın saçak altından çıkınca biraz esmeye başlıyor. Değer mi acaba falan derken basıyorum yelkenleri. Ama çok ta baymamak lazım kayığı, biricik mürettebatımı uyandırmamalı.

   Birkaç saat daha geçip hatun uyanınca tam arma basıyorum yelkenleri bu defa. Hazır, hava da biraz daha koymuş üstüne. Makineyi de stop edip varıyoruz yelken seyrinin keyfine. İyi de bir rüzgar yakalamışız, sancak kontra geniş apazdan, mis gibi. Yelkenin tadı da bir başka oluyor canııım!

   Myrina’ya kadar bir daha motor çalıştırmadık. Varmaya yakın yunuslar karşıladı bizi, epeyce kalabalık bir karşılama komitesi ile, uzun uzun eşlik ettiler bize. Ne güzel yaratıklar şu yunuslar. Sadece görmek bile öyle mutlu ediyor ki insanı!

   Limana varınca yer bakıyoruz bağlanmak için, son bir-iki yer kalmış. Hemen kıçtan kara bağlanıyoruz. (39.874249°, 25.057987°) Saat 16:20 olmuş. Günlerden de pazar. Hemen karşımızda, tepesinde Yunan bayrağı ile “Port Authority” binası duruyor. Acaba hemen mi gitsek yoksa yarın sabah erkenden mi? Vizelerimiz de sadece 20’şer günlük. Şimdi gidersek bu gün de düşecek 20 günlük süreden.

   Kararsız da olsak giriyoruz kapıdan içeri. Üst kattaki kapalı kapı üstündeki notta “Eğer 15:30’dan sonra gelmişseniz zili çalın” yazıyor. Çalıyoruz biz de. Sadece nöbetçi kalmış iki genç memur var içerde. Neticede pazar akşamı, daha kaç kişi olacaktı ki? “Buyrun” diyor biri.

-   Biz giriş işlemleri için gelmiştik.
-   Nerden geliyorsunuz?
-   Türkiye’den.
-   Evraklarınızı alabilir miyim?
-   Buyrun.              

       Çekmeceden bir transit log çıkartıyor memur. Ne güzel diye iç çekiyorum o anda, Çanakkale’de asla bulunmayan evrak burada memurun çekmecesinde hazır, üstelik ücretsiz! Memur hemen başlıyor evrakları doldurmaya, yazmaya çizmeye. Biraz çekinerek de olsa soruyorum;
 
-   Şimdi siz bu evrakları dolduruyorsunuz ya!
-   Evet…
-   İşlemleri tamamlayınca bizim girişimiz bugün tarihli mi olacak?
-   Evet!
-   Ama bizim vizelerimiz çok kısa, sadece 20’şer günlük. Çok ta yer görmek istiyorduk. Bügün Pazar, saat de akşam olmuş artık. Acaba giriş tarihimizi yarın sabahtan itibaren başlatsanız olmaz mı?
-   Ama bugün gelmişsiniz, burası Yunanistan.
-   Evet geldik de, birkaç saat için bir koca günümüz yanmasa ne iyi olurdu.

        İki memur bir süre aralarında Yunaca konuşuyorlar. Sonra yazıp çizme işini yapan memur evraklarımızı bize uzatıyor; “Alın bunları gidin. Soran olursa saat gece yarısından sonra geldiniz bu limana. Beni de asla görmediniz.” diyor.  Sonra arkadaşını gösterip gülerek ekliyor “… onu gördünüz, beni değil!.”

   Sabah erkenden gelmek üzere gülerek ayrılıyoruz Port Authority’den. 
Önce üstümüzü değiştiriyoruz, sonra da ilk kez kayığımızla gelip ayak bastığımız bu yabancı memleketi keşfetmek için atıyoruz kendimizi Myrina sokaklarına.   
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#32: 16 Aralık 2017, 09:40:15
31 Temmuz 2017, Pazartesi

   Sabah erkenden Port Authority’nin kapısına dayandık. Bu sefer içerisi memur kaynıyor. Üniformaları ayırt etmek zor. Polis memuru da var içlerinde başka başka memurlar da.

   Bir memura derdimizi anlatıyoruz. “Yeni” geldik, giriş yapmak istiyoruz, deyince evraklarımız alıp hemen başlıyor çekmecesinden çıkarttığı Transit Log’u doldurmaya. Bize birkaç soru da soruyor doldururken, sonra “Tamam” diyor, “Kaydınızı aldım. Şimdi gidebilirsiniz. 2,5 saat sonra gelin.” Burdaki işimiz şimdilik bu kadarmış.
   
   Biz de, iletişim problemini halletmek için çarşıya gidelim madem diyoruz, birer Yunan sim kartı almak lazım. Adalarda Cosmote daha iyi çeker demişlerdi. Biz de çarşı meydanındaki Cosmote Shop’a giriyoruz hemen. Karşımıza çıkan ilk kıza anlatıyoruz derdimizi, ihtiyacımızı. Şükür, İngilizce burada da geçer akçe.

   Virginia bir yandan işlemlerimizi hallederken bir yandan da üniversiteyi Samos’ta okuduğundan, Kuşadası’ndan bahsediyor. “Bildiğin Türkçe kelime var mı hiç?” diye soruyorum, “imambayildi” diyor kocaman bir gülümsemeyle, bir de “sevda”…   

   Aldığımız her bir sim kart için,  kart bedeli 5 euro, 3 ay boyunca kullanılabilen 10 GB internet ve şebeke içi bilmem ne kadar dakika konuşma, bilmem ne kadar sms için de 10 euro, toplam 15’er euro ödüyoruz. Artık hava raporlarını almak, seyir bölgelerini incelemek, Türkiye’yi görüntülü aramak, eş-dostla mesajlaşmak, internette surf yapmak ve daha fazlası için harcamakla bitiremeyeceğimiz kadar internetimiz var. Yaşasın!

   Öğlen olmadan yine gidiyoruz giriş işlemlerimizin durumunu sormaya. Pasaportlarımız polis merkezine gidip dönmüş. İmzalar, mühürler tamam. Sıra Gümrükteymiş, hemen yandaki kapıda.  Giriyoruz. Transit Log doldurma burada da devam. Evrak kaydımızı alıyorlar bir de. 15 dakika da burada sürüyor işimiz. 4,5 Euro bir para ödüyoruz. Sonra tüm işlemler tamam. Artık resmen Yunan’dayız!
 
   Derin derin iç çekiyorum! Neden bizde de bu kadar kolay olmaz işlemler, neden?  Her şeyi, birileri, önce mümkün olduğunca zorlaştırır da sonra çözmek için avanta bekler! Neden bizim memurlarımız da, buradakiler gibi güleryüzlü değildir hiçbir resmi dairede. Güleryüzden vazgeçtim, neden sadece vermekle vazifeli oldukları hizmeti vermezler kıvrandırmadan!  Neden, her resmi işimizde illa ki anamız ağlamalıdır ki bizim!

   Öğleden sonra sokaklarını, insanlarını keşfe çıkıyoruz Myrina’nın. Sabahki kalabalık bir anda yok olmuş ortadan. Siesta vakti! Sokaklar, binalar çok şirin. Denizi zaten Ege! Ama yeşil bakımından, ağaç bakımından garip kalmış biraz burası. Kıraç bir ada.
 
   Akşama doğru, beklenen hava esmeye başlıyor poyrazdan; 20 - 25… İçimizde kalmasın diye, havlularımızı kaptığımız gibi hemen merkezdeki plaja gidiyoruz yürüyerek. Yüzmek çok iyi geliyor. Bir de şu rüzgar olmasaydı. Resmen üşütüyor.

  Kayığa dönerken rüzgar da şiddetini arttırıyor iyiden iyiye. Uçuşan kum tanecikleri göz açtırmıyor insana. Havuzlukta oturmak ne mümkün! Mecburen içerde oturuyoruz biz de; kitap, kahve, muhabbet…
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 3573
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#33: 16 Aralık 2017, 10:35:43
Ahmet , Bu Myrina çok güzeldir.. Bri hafta çakılıp kalmışlığım var bu adada.. Bu seneki seyir planımda da ilk durak olacak..
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 830
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#34: 16 Aralık 2017, 11:25:24
   Derin derin iç çekiyorum! Neden bizde de bu kadar kolay olmaz işlemler, neden?  Her şeyi, birileri, önce mümkün olduğunca zorlaştırır da sonra çözmek için avanta bekler! Neden bizim memurlarımız da, buradakiler gibi güleryüzlü değildir hiçbir resmi dairede. Güleryüzden vazgeçtim, neden sadece vermekle vazifeli oldukları hizmeti vermezler kıvrandırmadan!  Neden, her resmi işimizde illa ki anamız ağlamalıdır ki bizim!

Ahmet reis, keyifle ve ilgiyle okuyorum. Süper, eline sağlık..

Çanakkale'de yaşadığın olumsuzlukları üzülerek ve kızgınlıkla okudum.
Ama bu konuda genelleme yapmak pek doğru değil, ben de yıllardır Ege de gezer dururum, defalarca giriş çıkış yaptım.
Türkiye'de yaşadığım kadar olumsuzluklarla Yunan'da da karşılaştım.
Yunan da karşılaştığım güleryüz kadar Türkiye'de de karşılaştım.

Sevgiler..
  • IP logged

  • *
  • Donatan Temsilcileri
  • İleti: 4254
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#35: 16 Aralık 2017, 16:19:28
Çok keyifli gidiyor her şey Ahmet Reis, elinize sağlık.
  • IP logged
Saatin fazla tiz tıkırtısında,ışık yıllarının ömür süremizle alay eden sesini de işitiriz.

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#36: 16 Aralık 2017, 18:02:27
Çok teşekkürler herkese. Sağolun...

Çok haklısın Eyüp abi. İyisi de vardır, kötüsü de. Ben sadece yaşadıklarımı, hissettiklerimi anlatmaya çalışıyorum dilim döndüğünce. "Genellemenin her türlüsü yanlıştır." desem yine bir genelleme olacak, demiyorum ben de  :)
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 285
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#37: 16 Aralık 2017, 19:18:05
Ahmet Çanakkale den Çıkış-Giriş işlerini yakında çözeceğiz, DADD olarak girişimlerimiz var.

Bir şey soracağım Myrina için neden Bozcaada altından döndün?
  • IP logged

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#38: 17 Aralık 2017, 08:03:20
Ertesi gün poyraz gösteriyordu, abi. Ben de, geniş apaz seyredeyim diye aşağıdan döndüm.
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#39: 18 Aralık 2017, 09:38:16
1 Ağustos 2017, Salı

      Allah’ım, bu ne rüzgâr! Ne Myrina’yı gezebildik ne de başka bir şey… Bari plaja gidip yüzsek mi biraz? Denizin içinde olursak rüzgârdan da korunmuş oluruz hem. Yüzerken iyi de çıkınca rüzgâr şaka maka üşütüyor insanı. Uçuşan kum taneleri, kumsalda aynı anda sokan yüzlerce sivrisinek gücünde.
   
      Limanda da ciddi esiyor hava. Koltuklar, açmazlar, Allah ne verdiyse bağladım. Yine de, sağanaklarda öyle bir esiyor ki gözüm sürekli halatlarda, kayıkta.
   
      Havuzlukta otururken geçen bir Fransız kadın selam veriyor. Dört-beş tekne yanda bağlılarmış onlar da. “Hoş geldiniz.” Diyor, “Nerden geliyorsunuz? Nasıl geçti seyir?”  On saatlik çok keyifli ve yorucu bir yelken seyriyle Türkiye Çanakkale’den geliyoruz, diyoruz. “Böyle böyle büyüteceksiniz etaplarınızı, menzilinizi” diyor, “Bugün 10 saat, yarın yirmi saat, sonra durmaksızın iki-üç günlük seyirlerle…” 
   
      Hemen yanımızda kocaman bir katamaran bağlı. Hollanda bayraklı. İçinde yaşlıca bir karı-koca, 75 civarında varlar. Pek dost canlısı değiller. Daha teknelerinden çıktıklarını görmedik. Uçuşan kum taneciklerinden korunmak için cibinlik misali bir tülle çepeçevre kapattıkları geniş havuzluklarında zaman geçiriyorlar hep.

      Adam genelde bulmaca çözüyor, kadın çorap örüyor. “Acaba kocasının başına mı” deyip eğleniyoruz biz de. Adam kısa boylu, zayıf biri. Bu koskoca katamaranı tek başına nasıl abrıyor ki? Demek karısı da iyi denizci. Yoksa zor gerçekten. Hallerine bakılırsa emekli olduktan sonra kendilerine iki dönüm bir katamaran alıp sıcak denizlerde geçirmeye başlamışlar zamanlarını. Zaten, böyle bir tekne olunca eve de ihtiyaç yok. Arada torunlar da geliyorsa mis! Her girdikleri limanda birkaç hafta kalıyor gibiler. Zaman da gani nasılsa. Kendi hallerinde yaşayıp gidiyorlar işte, kimseye bir zararları yok gibi. Ah, bir de teyzenin üstündeki, 20’liklere öykünürcesine giydiği cüretkârdan öte seksi bikini olmasa!  İnsanın gözlerini yakıyor biraz fazla bakınca…

      Havuzlukta otururken dikkatimi çekiyor. Teknelerin bağlandığı halatlar ne kadar da temiz! Birinin üstünde bile yosun olmaz mı? Beton iskeleyi inceliyorum bu defa, deniz seviyesini ve hemen aşağısını… Yok! Ne yosun, ne kekamoz! Bizim orda at halatı suya, bir hafta sonra yemyeşil yosun kaplanır. Burda ise sanki dün yapılmış, dün suya batırılmış bu beton iskele; tertemiz!

      Hem siestadan hem rüzgârdan, etraf gayet sakin bugün. Ne yapalım, biz de kendimizi kayığa hapsedip kitap sayfalarında kayboluyoruz. Olsun! Bu da ayrı bir keyif…           
   
      Akşam oluyor ama poyraz aynı poyraz.
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 5811
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#40: 18 Aralık 2017, 09:55:50
Ahmedim yazdıkların şu kış günlerinde iyi geliyor insana. Devam lütfen.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#41: 18 Aralık 2017, 12:36:59
Senin için, kış günlerinde benim yazdıklarımdan daha iyi gelecek bir şey biliyorum aslında ama...  :P
Hala beklemedeyim...
  • IP logged
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 5811
    • Son Denk Kayıkçısı
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#42: 18 Aralık 2017, 13:00:38
Senin için, kış günlerinde benim yazdıklarımdan daha iyi gelecek bir şey biliyorum aslında ama...  :P
Hala beklemedeyim...

Sana kıyamıyorum, ama emin ol önümüzdeki günlerde hazırlığı yapar ararım seni, montajı yaparız artık. Tekrar çok teşekkürler.
  • IP logged
S/Y Bidarka / Fatih / İstanbul


"Son Denk Kayıkçısının Hatırasına"


https://sondenkkayikcisi.blogspot.com/

  • *
  • İleti: 125
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#43: 20 Aralık 2017, 09:59:53
2 Ağustos 2017, Çarşamba

    Bugün de Myrina’dayız. Havayı bekliyoruz. Acaba buradan sonra ne tarafa dümen tutsak, Molivos’a mı, Thasos’a mı, yoksa Halkidiki’ye mi?

    Bakıyorum, bakıyorum… Halkidiki’ye gidersek yolumuz biraz uzayacak. Yolun uzaması bir yana etaplar da biraz uzun olacak. Ayrıca, zaman da kısıtlı. Molivos’a doğru gidersek rüzgar kolayımıza olur. Çok güzel yelken keyfi yaparız. Ama Midilli’ye inip gezdikten sonra yukarı çıkmak çok ta pratik olmaz. En iyisi Thasos galiba.

    Hava öğleden sonra hafifleyecek gibi görünüyor. O zaman çıkıp şu Myrina’yı iyice bir gezelim artık, değil mi!
Yanı başımızda, üç gündür bize bakıp duran kaleden başlıyoruz gezmeye. Adamlar çok iyi korumuşlar kaleyi, tarihi. Kaleye çıkan patikayı imar edip taş döşemişler, çıkanlar zahmet çekmesin diye.

    Heybetli kale kapısı ardına dek açık. Giriş ücreti isteyen yok. İçerisi alabildiğine geniş. Şehre, limana en hakim tepeye yapılmış kale. Bu şehir, bu ada 1479 – 1912 arasında Osmanlı hakimiyetindeymiş. Sonra, diğer adalar gibi çıkmış elimizden.
Kalenin içinde küçük bir ceylan sürüsüne rastlıyoruz. Ceylanlar bizden ürküyor benim ceylan da onlardan. E tabii! Hayvanat bahçesi dışında ceylan mı görmüşüz şimdiye dek. Kalenin içindeki yapıları geziyoruz tek tek, sarnıç, cephanelik, hamam. Yüzyıllara meydan okumuş yapıları inceliyoruz hayranlıkla. Gerçekten sahip çıkılmış güzellikler…

    Kale turundan dönüşte, hafifleyen rüzgarın izniyle, kayığın havuzluğunda yorgunluk atıyoruz biraz. Teknemizin kıçında nazlı nazlı dalgalanan bayrağımızı gören bir amca “Merhaba” diyor! Kılığından, görmüş geçirmiş biri olduğu anlaşılıyor. “1956’da geldim ben bu adaya” diyor. Öncesinde Bozcaada’da yaşıyormuş ailesiyle. Aradan geçen onca yıla rağmen konuştuğu Türkçenin berraklığına şaşıyoruz. “Tabii konuşurum” diyor amca, “…ilkokulu Türkiye’de okudum ben.”

    Az sonra başka bir amca “Merhaba” diyor. Bayrağı gören geliyor diye gülüşüyoruz. Bu seferki amca unutmuş Türkçeyi. Ama Ekinlik diyor, Alaçatı diyor, Foça diyor… Yarı Yunanca, yarı İngilizce anlatıyor hikayesini. Sünger avcılığı yaparmış on kişinin çalıştığı bir teknede. İşi, dalıp süngerleri toplamakmış. Sonra, yine mübadele ile, terk etmek zorunda kalmış Türkiye’yi.  Ama, gözlerinde sımsıcak duygularla “I love Turkey” diyor hala. Olmayan Türkçesiyle, bir de türkü tutturuyor keyifle; “Çanakkale iiiçindeee vurdular beniiii…”

    Akşamüstü, tam hazırlanıp çıkacakken yine iskelede yürüyen birinden gür bir ses; “Selamünaleyküüüüm.”  “Aleyküm selaaam” derken dönüyorum o tarafa. Bu defaki yirmili yaşlarının ortalarında, genç bir arkadaş. Başlıyoruz ayaküstü muhabbete. O kadar iyi bir şiveyle konuşuyor ki “Ben Türk’üm desen inanırdım” diyorum.  “O kadar iyi mi gerçekten de Türkçem?” diyor.  O kadar iyi gerçekten de.

    İskeçe’de oturuyormuş. Eğitimi için Selanik’te bulunmuş. Şimdi de Limnos’ta kite-surf eğitmeni olarak çalışıyormuş. “Bir gün Türkiye’ye de gelmeyi planlıyorum ama bakalım…” diyor. Yanındaki, muhabbete Fransız kalan arkadaşını da düşünüp vedalaşıyor. Giderken de bombayı patlatıyor; “Ben Muzaffer bu arada. Çok memnun oldum”   O anda Sare’yle birbirimize bakıyoruz şaşkın şaşkın!  Nasıl yani?? Muzaffer mi?? Meğer İskeçeli Pomak azınlıktanmış. Gülerek uğurluyoruz Muzaffer’i…

    Akşam olunca Myrina’nın “piyasa caddesini” arşınlamaya başlıyoruz. Epeyce kalabalık, hareketli. Herkesin elinde frappe. Çok meşhurmuş. Biz de alalım birer tane diye bir pastaneye giriyoruz çarşı meydanında. Tezgahtara soruyoruz var mı diye, tabii diyor. İki tane rica ediyoruz, “Ama şekersiz olsun” diyoruz.  Kız, şekersiz de frappe mi olurmuş bakışı atınca açıklamak zorunda hissediyoruz; “...Biz çayı kahveyi hep şekersiz içeriz de.”  Kız ikna olmayınca “Peki madem. O zaman az şekerli olsun bari” diyoruz.  Hazırlamaya başlıyor az şekerli frappelerimizi, suratında “peki, siz istediniz” bakışıyla.

    Parasını verip alıyoruz; iki frappe 3 euro. Dönüp çıkacakken ilk yudumlarımızda anlıyoruz kızın tüm o bakışlarının sırrını! Bi’şeye benzemiyor ki bu!  Dönüp, “Haklıymışsınız…” diyoruz, “…biraz daha şekerli olabilirmiş aslında, ekleyebilir misiniz?”  Kız bu sefer de ben size demiştim gibisinden bir ifadeyle bakıyor.  “Olmaz öyle şeker eklemekle” diyip yeni baştan iki frappe hazırlamaya başlıyor. “Hiç gerek yok! Gerçekten…” desek de oralı olmuyor bu sefer. Yüzünü bile ekşitmeden hazırlıyor yenilerini. Bir yandan da nereli olduğumuzu soruyor. Türk’üz biz deyince gülümseyerek ekliyor; “We are brothers”  Ne kadar ısrar etsek de ikincilerin parasını almıyor.

    Teşekkür edip memnun çıkıyoruz pastaneden elimizde frappelerle.


( rotasanda.blogspot.com )
  • IP logged
« Son Düzenleme: 20 Aralık 2017, 10:03:29 Gönderen: Ahmet Ilgaz »
We are like islands in the sea, separate on the surface but connected in the deep!

  • *
  • İleti: 285
Ynt: Sanda'nın Seyir Defteri
#44: 20 Aralık 2017, 14:24:18
Helal sana Ahmet  :)xx  Ne güzel yazıyorsun yaa. Keyifle okuyorum inan. En az üç kez gittim Myrina ya ama şu satırları okurken bir başka anımsadım oraları. Kutluyorum.

Zafer Türkmen
YY Petunia
www.sypetunia.com
  • IP logged

 
Yukarı git